Uluslararası fizikçilerin bilimsel yayın platformuna ülkemizden giden tam 67 makale başkalarından kopyalanmıştı.
Aslında bu skandal bir süredir akademik çevrelerde dedikodulara konu oluyordu.
Ünlü bilim dergisi Nature son sayısında yer verince, skandal bizim medyada da haber oldu.
Elbette "Özcan Deniz'e sahnedeyken neden artık kadın külotu atılmıyor?" konusu kadar iç gıdıklayıcı bir haber değildi.
Ama önemli haberdi.
İnsanımızın, asgari ahlak kavrayışımızın, hayatta başarmak üzerine zihniyetimizin, bilimden ve eğitimden ne anladığımızın, bilim kurumlarımızın şeklini şemalini ayna gibi ortaya koyan bir haberdi.
Sonunda olayı biraz daha sondajlama ihtiyacı duydum. Ve olup bitenleri öğrendikçe içimden "pes yahu!" deyip durdum.
***
Düşünün, bir fizik bilimleri doktora öğrencisi, kısa sürede 40 orijinal makale yazıp yayınlıyor!
Oysa fen bilimlerinde artık küçücük bir iddia veya varsayım için kılı kırk yarmak gerekiyor; bir makale için aylarca kafa patlatılıyor.
Belli ki bizimkine kimse uzun süre "ne yapıyorsun, nasıl yapıyorsun; sen dâhi misin, nesin?" diye sormamış.
Onun içinde bulunduğu tablo ise şu...
Müthiş bir pişkinlik!
Kapıp koyvermiş bir baştan savmacılık!
Hayatta köşeyi dönüp "yırtma" ve çalışma arkadaşlarına nal toplatma iddiası üzerine kurulu müthiş bir iştah!
Dahası var...
Dün bu konudaki tartışmaları içeren bir internet blog'una baktım.
Söz konusu öğrencinin bu işlerde az çok payı da bulunan hocası (hani "koskoca profesör" der ya halkımız; ondan!) gönderdiği mektupta olup bitenlerden utanç duyacağına skandalı ortaya çıkaran ODTÜ'lü öğretim üyelerine saldırıyor. Sıkıyorsa kendi yayınlarınızı da incelettirin tavrı takınıyor ve aynen şunları yazıyor: "Bana kel diyen sırma saçlı olsaydı yüreğim yanmazdı."
Savunmaya bak, itiraf gibi!
"Ben yaptımsa ne olmuş! Herkes yapıyor" demenin folklorik ifadesi!
***
Gerçek şu ki, fen bilimleri alanında uluslararası boyutta bilimsel yayınlar yapacak her doktora öğrencisi ve öğretim üyesini zor durumda bırakacak; bilimsel referans ve jüri niteliğindeki kurumların şüpheli bakışlarını Türkiye üzerine çekecek nitelikte bir skandalla karşı karşıyayız.
Ama hani şöyle bir geriye dönüp çevremize bakınca da...
Kendi kendime dedim ki; şaşılacak ne var?
Akademik fikir ve eser hırsızlığını bir ülkenin üniversiteleri bile ciddiye almıyor; suçu sabit olanları bile bünyesinden dışarı çıkartmıyorsa şu olup bitenlerde şaşılacak ne var?
Hatta intihalcileri el üstünde tuttuğumuz bile söylenebilir.
Onları en gözde üniversitelerimizin başına rektör yapıyoruz. Başbakanlık Müsteşarı yapıyoruz. 200 sayfalık tezinin sadece 20 sayfasının kendisine ait olduğu saptanan birini "Cumhuriyet'i koruyan kollayan aydınların simgesi" sayıp mitinglerde peşine düşüyoruz.
E, bu durumda söz konusu doktora öğrencilerine ve öğretim üyelerine söyleyecek "ağır" bir sözümüz olabilir mi?
***
Aslında skandal insani ve sosyal açıdan daha çok şey anlatıyor.
İşin içinde bit yeniği olduğu bu kadar çok makale yazılmasından belli olmalıydı, demiştim hani...
Olayın "püf noktaları"ndan biri de orada işte!
Çünkü ne kadar orijinal bilimsel makale yazarsan o kadar para kazanıyorsun!
Makaleleri inceleyen ve hırsızlığı ortaya çıkaran ekipte yer alan doç. Dr. Özgür Sarıoğlu "bu aslında bir tür hortumculuktur; ceplerine 37 bin YTL para girdi" diyor.
Yani bir yandan akademik kariyer yapıyorsun, çevrende itibar kazanıyorsun, bir yandan da para kazanıyorsun!
Ama bütün bunlar bilimsel hırsızlık yoluyla oluyormuş!
Ne gam!
Düzen öyle bir düzen ki!
Mesela kürsülere çıkıp "bilimin ışığından" söz eder, "aydınlık Türkiye" üzerine nutuk atarsanız, kimse gerisine aldırmıyor!
*****