NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

23 Haziran 2012

Y. Doç. Dr. Kaan Öztürk - ŞİŞME DERGİLER ve YAYIN ETİĞİ İHLALLERİ (Matematik Dünyası )

MD okurlarına söylemeye lüzum yok ama, araştırma yapmak zor iştir. Önce yeterince ilginç bir çalışma konusu bulmanız, sonra o konuda yazılmış olan literatüre hâkim olmanız, ondan sonra hem orijinal hem de dişe dokunur bir katkı yapmaya çalışmanız lâzım. Bu iş hem sebat hem de zaman ister; yeri gelir eğlencenizden, eş dost gezmesinden, hatta ailenizle geçireceğiniz zamandan feragat edersiniz.
Her alanda olduğu gibi, bilimde de emek vermeden ekmek yemek isteyenler çok. Kestirmeden ünvan edinmek, saygınlık kazanmak, mevki sahibi olmak isteyenlerin başvurdukları sahtekârlıklar çeşit çeşittir, saymakla bitmez. Deney verilerini çarpıtan, hatta düpedüz uyduranlardan tutun da, başkasının yaptığı çalışmayı kendisininmiş gibi gösteren intihalcilere kadar, yayın sahtekârları geniş bir yelpazede marifet gösterirler.
Bireysel sahtekârlıklarının yanında, örgütlü etik ihlâlleri de çok yaygın. Hattâ bunların bazıları çeşitli dergilerin editörleri eliyle organize ediliyor. Aşağıda niteliksiz yayınların ve dergilerin nasıl olup da bilimsel istatistiklerde üstlere çıktığını gösteren bazı örnek vakalar anlatacağım. Bu olaylar, uygulayanların aşırıya kaçmaları sayesinde ortaya çıktı, ama radarın altında kalanların çok daha yaygın, sayılarının çok daha fazla olduğunu tahmin edebiliriz.
El Naschie VAKASI
Editörlük ahlâkı ihlâli konusunda en meşhur isimlerden biri olan Mısırlı Muhammed El Naschie, Almanya’da eğitim gördükten sonra, 1974′de University College London’dan inşaat mühendisliği doktorası aldı. Matematik veya fizik eğitimi almamış olmasına rağmen teorik fiziğe el attı ve “E-sonsuzluk teorisi” adını verdiği bir “fraktal kozmoloji modeli” oluşturdu.
1991′de Elsevier bünyesinde Chaos, Solitons & Fractals (CSF) isimli bir dergi kurdu, baş editörlüğünü üstlendi, ve bu dergide 1993′den 2009′a kadar tam 322 makalesini yayınladı.
El Naschie’nin bilimsel ahlâk açısından skandal olan uygulamaları 2008′de dünya çapında duyuldu. Teorik fizikçi Zoran Škoda CSF’nin Aralık 2008 sayısında çıkacak olan 36 makaleden beş tanesinin El Naschie tarafından yazıldığını fark etti. Dahası, kalan 31 makaleden 11 tanesi de El Naschie’nin teorisi ile ilgiliydi ve bu makalelerde ona toplam 58 atıf yapılıyordı. Bu sayının özel bir durum olmadığı da belliydi: CSF’de sadece 2008 yılında El Naschie imzalı tam 60 makale yayınlanmıştı.
Škoda bu durumu CSF’nin editör heyetine bildirdi. Karşılığında, heyetin hukuk müşaviri olduğunu söyleyen birinden, “hakaretamiz” mektuplar yazmaya devam ederse dava edileceği tehdidi aldı.
Škoda’nın çalışma arkadaşı fizikçi John Baez, El Naschie’nin bazı makalelerini okuyunca içlerinin tamamen boş olduğunu gördü. Blogunda, bu makalelerden biri için şöyle yazdı:
"Bu makale etkileyici moda terimlerle cilalanmış disiplinsiz nümerolojiden ibaret. Von Neumann’ın sürekli geometrileri ve Alain Connes’in çalışmalarına atıfla başlıyor ama bu fikirleri hiç kullanmıyor. “E-sonsuzluk” terimi belli ki Naschie’nin “teorisi”nin adı, ama bu teorinin ne olduğunu anlatmıyor. Kısacası makalenin başlığının ve özetinin, muhteva ile ilgisi çok az.
Her gün bu tür çöpler içeren emailler alıyorum, hepsini cevap vermeden siliyorum. Ancak El Naschie’nin bu makaleleri yüzeysel de olsa itibara sahip, editörlüğünü yaptığı bir dergide yayınlatması bu vakayı farklı kılıyor."
Nature dergisinin vakayı 27 Kasım 2008 tarihli sayısında haber yapmasıyla hikâye dünya çapında duyuldu.
El Naschie bunun üzerine Nature dergisine hakaret davası açtı, ayrıca John Baez’i de dava açmakla tehdit etti. John Baez yazısını, Nature ise haberini sitelerinden kaldırdı (bu yazılar halen El Naschie Watch sitesinde arşivlenmiş durumda). Ama ok yaydan çıkmıştı. 2009 Mart başında El Naschie, sonra da editör heyetinin tamamı CSF’den uzaklaştırıldı. Dergi bir süre kapalı kaldıktan sonra yeni bir heyetle tekrar açıldı.
El Naschie şimdi emekli; Mısır’da ve İngiltere’de yaşıyor. Hakkı yenmiş büyük bilimci rolüne büründü. Kendisini Nobel ödüllülerin arkadaşıymış gibi gösteren fotoşoplu resimler sergiliyor, hakettiği Nobel ödülünün Yahudi lobisi tarafından engellendiğini iddia ediyor. 2012 seçimlerinde Mısır devlet başkanlığına aday.
Son zamanlarda Fractal Spacetime and Noncommutative Geometry in Quantum and High Energy Physics isimli bir dergi kurmuş ve baş editörlüğünü üstlenmiş. Aynı düzeni sıfırdan tekrar kuruyor.
ATIF OYUNLARI
Akademik dünyada, bir bilimcinin yayınlarının sayısı önemlidir ama, başkalarının çalışmalarında ne kadar atıf aldığına da bakılır. Atıf sayısı, çalışmanın işe yararlığını ölçecek bir gösterge olarak kullanılır. Bir dergide çok atıf alan makalelerin çok olması da o derginin itibarı yükseltir.
El Naschie akademik dünyanın işleyişini iyi bilen bir adam. Atıf alarak istatistiklerde yükselmenin önemini biliyor. O yüzden editörlük gücünü sadece safsata yayınlamak için kullanmakla kalmadı, onlara yığınla atıf yapılmasını da sağladı.
El Naschie’nin CSF makalelerine toplam 4992 atıf var. Bunların yaklaşık 2000 tanesini kendi kendine yapmış. Böylece hem kendisi atıf indeksinde yüksek sıralara çıkmış, hem de CSF dergisini lâyık olduğu yerin çok üzerinde göstermiş. Sözgelişi 2007′de atıf sayılarına göre yapılan sıralamalarda CSF, “Matematik,Disiplinlerarası Uygulamalar” kategorisinde ikinci olmuş.
Aynı taktik sayesinde, El Naschie’nin ziyaretçi profesör olarak göründüğü İskenderiye Üniversitesi (Mısır), Times Higher Education Supplement üniversiteler listesinde 2010 yılında atıf sayısına göre sıralamada dünya çapında dördüncü sırada görünüyor. Stanford, Rice ve Harvard’ın üzerinde!
Birçok istatistikte, yazarların kendilerine yaptıkları atıflar hesaplardan düşülür, o yüzden başkalarından da atıf gelmesini sağlamak önemli. Bu amaçla, ona atıf yapan makalelerin CSF’de yayınlanmasında “kolaylık sağlamış”. Bunu yaparken tabii hakemlik prensiplerini epeyce yumuşatmış, niteliği şüpheli makaleleri yayına kabul etmiş.
Bir dergiye sadece kendi içinde atıf yapılması da kolay yakalanabilir, o yüzden bir önlem daha almış: Başka dergilerdeki kafa dengi editörlerle karşılıklı makale ve atıf paslaşmaları yapmış.
Sözgelişi, CSF’in bölge editörü Çinli makine mühendisi Ji-Huan He, aynı zamanda International Journal of Nonlinear Science and Numerical Simulation (IJNSNS) isimli bir derginin kurucusu ve baş editörü. El Naschie de IJNSNS’nin editörlerinden biri.
Bu ikisi, yönettikleri dergilerde karşılıklı birbirlerinin makalelerini (veya onlara atıf yapan makaleleri) yayınlamışlar ve birbirlerine bol bol referans vermişler.
Ji-Huan He ve IJNSNS’nin YÜKSELİŞİ
El Naschie’nin yakın çalışma arkadaşı He de yayın etiği ihlâli konusunda belli bir şöhret edindi. CSF tasfiyesinde dergiden uzaklaştırıldı, ama söz sahibi olduğu başka dergilerde aynı uygulamalara devam etti. El Naschie Watch sitesi He’nin editörlük yaptığı tam 66 dergi listeliyor. Bir kısmından uzaklaştırıldı, ama hâlâ pek çoğunda aktif.
Örnek bir vaka olarak, J.-H. He’nin baş editörlüğünü yaptığı International Journal of Nonlinear Science and Numerical Simulation (IJNSNS) dergisi özellikle önemli. Bu derginin ilginçliği şu: İçeriği açısından uzmanlar tarafından üçüncü sınıf kabul edilen bir dergi olmasına rağmen, tesir katsayısı (impact factor) ölçülerinde 2006-2009 dönemi boyunca her yıl birinci sıraya oturuyor, hem de açık farkla.
Tesir katsayısı şudur: Institute of Scientific Information (ISI), takip ettiği tüm dergilerde belli bir yılda (mesela 2008) yayınlanan tüm makalelerde, belli bir dergiye (mesela IJNSNS) önceki iki yılda (mesela 2006-2007) kaç atıf yapıldığını sayar. Bu sayının, o dergide o yıllarda yayınlanan makale sayısına bölümü tesir katsayısını verir. Kısaca, bir dergiye geçmiş iki yılda yapılan ortalama atıf sayısıdır. Doğru veya yanlış, tesir katsayısı yüksek olan dergilerin iyi, düşük olanların kötü olduğu algısı yaygındır.
2008 yılında IJNSNS’in tesir katsayısı tam 8.91 olmuş; ISI’nin uygulamalı matematik kategorisindeki 175 dergi içinde en yükseği. Onun arkasından 3.69 ile Courant Enstitüsü’nün Communications on Pure and Applied Mathematics (CPAM) ve 2.80 ile SIAM Review geliyor. Arada müthiş bir uçurum var.
Nasıl oluyor da uzmanların üçüncü sınıf dediği bir dergi, matematiğin olgun kurumlarının çıkardığı dergileri bu kadar büyük bir farkla geçebiliyor?
Dünyanın en önemli bilim kuruluşlarından Society of Industrial and Applied Mathematics (SIAM)‘ın eski başkanı Douglas Arnold ve Kristine Fowler IJNSNS’e yapılan atıfları analiz ettiler. Anlaşıldı ki bu sayılara örgütlü bir operasyon sonucu ulaşılmış, ama operasyonun amacı yayın kalitesini artırmak değil, sadece sayıları şişirmek.
Arnold ve Fowler gördü ki, IJNSNS’in müthiş tesirini yaratan atıfların en büyük kaynağı derginin editör heyeti! En çok atıf yapan kişi baş editör Ji-Huan He'nin kendisi: 2006-2007′de IJNSNS’e tam 243 atıf yapmış. Ondan sonra en fazla atıf yapan kişi (114 atıf) yine derginin editörlerinden D. D. Ganji. Onlardan sonra da 58 atıfla, bölge editörü El Naschie geliyor. Üç editör tesir katsayısını belirleyen atıfların üçte birini kendi yayınlarıyla sağlamışlar zaten.
Peki, üç editör dışındaki atıflar nereden gelmiş? Çoğu dolaylı olarak yine editörlerden.
Birincisi, derginin iç atıfları, yani yine o dergide yayınlanan makalelere yapılan atıflar. IJNSNS içindeki makalelerde 102 tane iç atıf var (diğer dergilerdeki iç atıf sayıları çok daha düşük). Ama bu birşey değil: Journal of Physics: Conference Series dergisinin bir tek sayısı 294 atıf ile, tesir katsayısına tam %20 katkı yapmış. Bu özel sayı J.-H. He’nin kendi üniversitesinde düzenlediği bir konferansın tebliğlerini içeriyor. Editörlüğünü He yapmış, hakemlik de, konferans düzenleyicisi olduğu için, onun kontrolünde gerçekleşmiş.
Dahası var: Topological Methods in Nonlinear Analysis dergisinin bir özel sayısı, IJNSNS’e 206 atıf yaparak %14’lük bir katkı sağlıyor. Bu sayının misafir editörleri J.-H. He ve Lan Xu. (Bu dergide J.-H. He’nin üç sayfalık bir makalesi var; verdiği otuz referanstan yirmisi önceki iki yıldaki IJNSNS makalelerine.) Yine aynı ikili, misafir editör olarak Journal of Polymer Engineering dergisinden IJNSNS’e 50 atıf devşiriyorlar. He’nin editörlüğünü yaptığı Zeitschrift für Naturforschung A‘dan ayrıca 50 atıf geliyor. El Naschie’nin CSF’i de çeşitli sayılara dağılmış tam 154 atıf sağlıyor.
İşin ilginci, 2008′de IJNSNS’e yapılan bütün atıfların %71.5'i önceki iki yıldaki makalelere yapılmış, yani tesir katsayısının hesaplandığı dönemdekilere. Sanki editörler “haydi katsayımızı yükseltelim” kararı vermiş ve hem kendilerine hem diğer yazarlara sadece yakın zamandaki makalelere atıf yapmaları talimatını vermiş gibi. Oysa genel olarak uygulamalı matematik alanında 10-20 yıl önceki makaleler de bolca atıf alır. Nitekim önceki iki yıldaki makalelere atıf yapma oranı CPAM için %16, SIAM Review için sadece %8.
Şebekenin nasıl çalıştığı böylece anlaşılıyor: Uyanık bir editör çevresine bir grup toplar, der ki “ne yazarsanız yazın, ama bana ve bu dergiye gerekli gereksiz bol bol atıf yapın. Makalelerin bilimsel niteliğinin hiç önemi yok. Nasılsa yayınlanacak, istediğiniz gibi yazın.” Çok dikkat çekmesin diye editör arada başka dergileri de bu şebekeye katar, birkaç şaibeli konferans düzenler, tebliğ kitabı veya özel sayısı yayınlar. Ama ortada bilim milim yoktur; bir yığın içi boş yayın vardır sadece. Bu yayınlarla insanlar kadrolara atanırlar, yükselirler, ödüller alırlar ve sistemi devam ettirirler.
ZİNCİRİN BAŞKA BİR HALKASI
Douglas Arnold başta olmak üzere birçok bilimcinin uyarısı sayesinde El Naschie ve Ji-Huan He’nin yöntemleri ifşa edildi, fakat bu yöntemleri uygulayanlar, özellikle bilim geleneği geri kalmış yerlerde yükselmeye devam ediyorlar. Bunlardan biri de Pakistanlı matematikçi Syed Tauseef Mohyud-Din.
Mohyud-Din’in kişisel web sayfasındaki bilgilere göre 350 makalesi var. Matematik alanında çalışan biri için olağanüstü yüksek bir sayı. Dahası, Mohyud-Din tam ondört derginin baş editörü. Bunlar yetmiyormuş gibi beş derginin editör heyetine dahil, üstelik birkaç tane de misafir editörlüğü var.
İşini ciddiye alan, bilimsel kaliteye önem veren kimsenin bu kadar fazla sayıda editörlüğü hakkıyla yapabilmesi tabii mümkün değil. Mohyud-Din'in El Naschie ve J.-H. He taktikleri uyguladığı açık seçik belli. Nitekim Mohyud-Din’in editörlük yaptığı ve hakem olarak katkıda bulunduğu dergilerin listesine baktığınızda J.-H. He’nin şişirme dergileriyle büyük miktarda örtüşme görebiliyorsunuz. Sözgelişi niteliksiz bir dergi olan “World Applied Sciences Journal“in baş editörlüğünü He’den devralmış. “Middle East Journal of Scientific Research” da öyle. Baş editörü olduğu dergiler arasında “International Journal of Physics“, “World Engineering & Applied Sciences Journal” gibi başlıklar da var. Bir matematikçinin bu kadar farklı alanlardaki dergilere baş editörlük yapmasını anlamak zor.
Mohyud-Din’in “seçilmiş yayınlar”ının listesi aşırı kabarık. Seçilmiş yayınlar deyince bir araştırmacının en önemli beş on makalesi anlaşılır, ama Mohyud-Din tam 298 makalesini “seçilmiş” olarak listelemiş. Bu yayınlar içinde 2006′dan eski hiç makale yok. 2006 tarihli 2 tane, 2007′de 9 tane, 2008′de 36 tane. 2009 ise bir “mucize yıl” olmuş: Tam 100 yayın. Ertesi yıl Mohyud-Din kendini aşıyor ve 2010'da 111 yayın yapıyor. Ama 2011 tarihli “sadece” 38 yayını var.
Karşılaştırma olsun diye, modern çağın en üretken matematikçisi Paul Erdös’ün yılda ortalama 25 makale çıkarmış olduğunu hatırlayalım. Hem de Erdös ders vermez, idari iş yapmaz, uyanık olduğu her saat matematikle uğraşırdı; çoğu çalışmasını da başkalarıyla işbirliği yaparak hazırlardı.
Hakkını vererek çalışan orta yaşlı bir profesörün çalışmaları birkaç yılda patlamaz; zamana yayılmıştır. Beş yılda sıfırdan 300′e çıkabilen birinin çalışma usulünden şüphe duyulur. Nitekim Mohyud-Din’in çoğu yayını kendi yönetimindeki dergilerde çıkmış, El Naschie ve He taktikleriyle.
Türk üniversitelerinde çalışanlar içinde, J.-H. He ile ve Mohyud-Din ile işbirliği yaparak, veya onlara aşırı miktarda atıf yaparak bu saadet zincirine dahil olanlar maalesef az değil. Bunlardan bazıları kantarın topuzunu kaçırıp yüzlerce “makale” yayınlayarak dikkat çekse de, “üretimini” daha makul sayılarda tutarak radarın altında kalan çok kişi olduğunu varsayabiliriz.
TÜRKİYE'den BİR ÖRNEK
Kendinin veya dergisinin yayınlarına yapay olarak atıf toplamak isteyen pek çok editör var. Bu taktikleri tespit etmek için olağandışı ve aşırı durumlara dikkat etmek gerekiyor.
TÜBİTAK’a bağlı Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi’nden (ULAKBİM), 2011 Temmuz ayında alınan verilere göre, 2010’da yayınlanan Türkiye adresli en çok atıf alan on yayını şöyle sıralamış:

ULAKBİM’in yöntemi aslında hatalı: Temmuz 2011’de yapılmış bir atıf sayısı taramasına 2010 yılını dahil etmemeleri lâzım, çünkü 2010’da çıkan bir makaleye atıf yapan makalelerin basılması zaten 2011’i bulur. Normalde bu sayıların çok düşük olması lâzım. Ancak, bu kadar kısa sürede bile çok atıf alan makalelere dikkatle bakmak gerekir.
Birinci sırada Nature dergisinde çıkan bir makalenin bulunması normal; Nature dünya çapında meşhur, çok okunan bir dergidir. Zaten o makale 2010 Şubat ayında yayınlanmış; atıf almak için yeterli vakti var.
İşin tuhaflığı, diğer dokuz yayından sekizinin “Energy Education Science and Technology” isimli, adı sanı bilinmeyen bir dergiden gelmesi.
Bu dergiye www.silascience.com adresinden ulaşılabiliyor. Emsallerine göre çok amatörce hazırlanmış ve çok eksikleri olan bir site. Sitede dört ayrı dergi başlığı mevcut, ama makalelere ulaşılamıyor. Hatta, 2012 yılından önceki makalelerin özetlerine bile ulaşılamıyor. Üniversite kütüphanesi aracılığıyla girmek de makaleleri okumamı sağlayamadı. ULAKBİM Türkiye Akademik Dergi Portalı’nda mevcut değil. Web sayfasında abonelik hakkında bir bilgi yok. Sanki okunmayı istemiyormuş gibi bir hali var. Okunamayan makaleler nasıl bu kadar atıf alabilmiş, insan merak ediyor.
Dört derginin de baş editörlüğünü, halen Şırnak Üniversitesi’de rektör yardımcısı olan Ayhan Demirbaş yürütüyor. Yönetim ofisi Trabzon adresli. İletişim için sadece editörün kişisel hotmail adresi verilmiş, kurumsal bir e-posta adresi yok.
Bu tür eksiklikler haliyle derginin profesyonelliğinden şüphe duymamıza yol açıyor. Ama yine de önemli bir başarı sağlamış, kısacık zamanda yüksek atıflar alan makaleler yayınlamış. Eğer atıf almayı bilimsel kalite ölçüsü sayarsanız, kalitesi yüksek demek lâzım.
Ancak, atıfların nereden geldiğine bakınca işin rengi değişiyor. Web of Knowledge veritabanına erişebilen herkes atıfların kaynaklarını kolaylıkla analiz edebilir.
ULAKBİM listesinin ikinci sırasındaki B. Demirbaş imzalı makaleye yapılan 124 atıfın %90’dan fazlası iç atıf, yani “Energy Education Science and Technology” dergisindeki makalelerden geliyor (part A ve part B toplamı). Geriye kalan 9 atıf başka dergilerden, ama onların 7’si baş editör A. Demirbaş’ın, 2’si F. Demirbaş’ın yazdığı makalelerden geliyor.
Listenin üçüncü sırasındaki H. Balat imzalı makalenin durumu da farklı değil: Aldığı atıfların %88’i iç atıf. Başka dergilerden gelen 10 atıftan yedisi baş editör A. Demirbaş’tan, biri F. Demirbaş’tan, biri A. ve F. Demirbaş’tan, biri de M. Balat’tan.
Listedeki diğer yüksek atıflı makalelere bakınca hep benzer soyadlarını görüyorsunuz. Ailevi bir girişim mi diye düşünmeden edemiyor insan.
Sonraki sıralardaki makalelerin atıflarının analizi benzer sonuçlar veriyor: Atıfların %80-%90’ı iç atıf. Muhtemelen editör, yazarları önceki makalelere atıf yapmaya “teşvik ediyor”. Bağımsız dergilerdeki (ne kadar bağımsızsa) atıflar ise ezici çoğunlukla baş editörün yazdığı makalelerden.
(ULAKBİM istatistikleri Temmuz 2011’de alınmış, benim verdiğim sayılar ise Mart 2012’den. Geçen sürede atıf sayıları artmış. Bunun yanı sıra listeye Lancet, NEJM, Nature gibi daha makul dergiler de girmiş.)
Sonraki yılda da benzer bir durum görüyoruz: 2011’de yayınlanıp en çok atıf almış on makaleden yedisi yine “Energy Education Science and Technology” dergilerinden. Ama bu sefer başka yazarlar öne çıkmış.
Bütün yıllar içindeki toplam atıflara bakalım. “Energy Education Science and Technology” 2009’a kadar tek bir dergi iken, 2009’dan itibaren “Part A” ve “Part B” olarak bölünmüş. 2009’dan sonra, iki dergideki toplam 358 makaleye tam 4745 atıf yapılmış. Makale başına 13.25 atıf; epeyce yüksek. Ama derginin kendi içinden gelen atıfları çıkarırsanız geriye sadece 331 atıf kalıyor.
Bu iki dergiye gelen atıflar toplam 436 makaleden kaynaklanıyor, ancak bunların sadece 87’si başka dergilerde yayınlanmış, ki bunların 21’i A. Demirbaş’ın, 6’sı da M.F. Demirbaş’ın makaleleri.
Bu istatistiklerde “Part A” ve “Part B” dergilerini beraber aldım ve birinden diğerine yapılan atıfı iç atıf saydım. Editörlük ahlâkı açısından değerlendirdiğimize göre, yönetimleri bir olan bu dergileri beraberce ele almak daha doğru. Zaten bu iki dergi, atıflar bakımından neredeyse kapalı bir sistem oluşturuyor.
Özetle, büyük atıf sayılarına rağmen, bu dergileri küçük bir grup dışında kimsenin okumadığı ve kullanmadığı belli. Yazarlar kendi içlerinde dönüp duruyor, beraber yazdıkları makalelerde birbirlerine atıf yapıyorlar, sayılar böylece şişiyor.
NE ZARARI VAR?
Peki, anladık, birileri kötü editörlükle kalitesiz yayınlar çıkarıyor, bilim dünyasından kopuk, kendi küçük gruplarının içinde dönüyor olabilirler. Bunun kendilerinden başka kime ne zararı var? Yüksek kalitede çalışmak isteyene engel olunmuyor. Bilim yine ilerlemeye devam eder.
Keşke böyle olsa. Ama sayı şişirme şebekelerine dahil olanlar, dürüst bilimcilerle aynı kurumlarda çalışıyor, aynı kadrolar ve kaynaklar için rekabet ediyorlar.
Sayılara dayalı bir değerlendirme sisteminde, şaibeli dergilerde bol ama boş yayınlar yapmış olanlar haksız avantaj edinerek akademik kadroları doldururlar. O zaman da nitelikli bilim yapmak isteyenler için boğucu bir atmosfer oluşur. Özellikle idari kadrolara çıktıklarında herkesi kendilerine benzetmek için gayret sarfedecekler, “uyumsuzlar”a ise rahat vermeyeceklerdir.
Elbette atama ve yükseltmelerde sadece sayılara bakılmıyor, dosyalar komisyonlarda inceleniyor. Ama inceleyenler gerçekten bütün makaleleri dikkatle okuyorlar mı, kararları yayın/atıf sayılarından ve yayınların yer aldığı derginin tesir katsayısından hiç etkilenmiyor mu? Kaldı ki, sayı şişirmecileri kariyerlerinde yükseldikçe bu değerlendirme komisyonlarına onlar da dahil olacaklar, ve kendi benzerlerine kolaylık sağlayacaklar.
Dahası, görünüşte çok üretken ve muteber olan bu profesörler, iyi niyetli öğrencileri kendilerine çekecekler ama bu öğrencilere bilimsel araştırmanın ve makale yazmanın doğru yöntemini öğretemeyecekler. Öğrenciler sonuçta örnek aldıkları hocaları gibi olup çıkacaklar. Bunların bir kısmı gerçekle yüzleşip kariyerlerini boşa harcadıklarını fark edecek, hüsrana uğrayacaklar. Bir kısmının ise şansı yaver gidecek, kendilerine bir kadro bulacak ve sistemi yeniden üretecekler. Her iki sonuç da toplumsal bir trajedidir; insanların yeteneklerinin israf edilmesine ve bilimsel üretimin sulandırılmasına yol açar.
NE YAPMALI?
Herkesin her makalesinin dünyayı sarsması gerekmiyor tabii. Çoğumuz dar bir alanda çalışır, genellikle vasat makaleler yazarız. Dürüstlük çerçevesinde kaldıkça bunun hiç mahzuru yok, hatta böylesi gerekli, çünkü nadir önemli makaleler başka türlü çıkmaz. Problem, kişiler kendilerini, yayınlarını veya dergilerini olduğundan daha büyük göstermeye çalıştığında başlar.
Buradaki örneklerin benzerleri muhakkak her alanda sık sık görülüyordur. Bilimcilerin bu tür dergilere, editörlere, ve sisteme dahil olan yazarlara rastladıkça meslektaşlarına bildirmesi gerekli. Sadece yayın şişirmelerini değil, her türlü etik ihlâlini.
Bunları küçük gruplarda fısıldayarak, veya kapalı yazışma grupları içinde ifade etmek yeterli değildir. Sosyal medyada, bloglarda, web sayfalarında, wikilerde, hatta yıllık sempozyumlarda açıkça paylaşılması gerek. Yayın şebekeleri koca bir fil gibi; herkes sadece küçük bir kısmını görüyor. Büyük resmi görebilmek için açık bilgi paylaşımına ihtiyaç var.
Gerekirse bu paylaşımlar isimsiz de yapılabilir, çünkü ülkemizde ne yazık ki birilerini eleştirdiğinizde tazminat davası veya kariyerinizin baltalanması gibi tehlikelerle karşı karşıya kalıyorsunuz. Elbette haksız suçlamaları engellemek için vakaların iyice incelenmesi şart. Açık paylaşım sayesinde herkesin durumu kendi başına incelemesi ve fikrini belirtmesi mümkün olur, ki bu küçük ve kapalı inceleme komisyonlarının sağlayamayacağı bir faydadır.
YAYIN YARIŞI BATAKLIĞI
Sineklerle uğraşabiliriz, ama bataklık kurumadıkça, yani “yayın yarışı” devam ettikçe yayın etiği ihlâlleri artarak devam edecektir. “Sayı oyunları”nı, yani bilimsel kaliteyi basit ve yetersiz sayısal göstergelerle ölçme alışkanlığını da sorgulamalıyız.
Bilimsel üretimin kalitesini artırmak için vurgulanan noktalar nedir? (a) Daha çok yayın yap; (b) SCI (Science Citation Index) tarafından taranan dergilerde yayın yap. (c) A sınıfı, yani tesir katsayısı yüksek dergilerde yayın yap.
Bu yazıda gördük ki, bütün bu ölçülerin editörlük oyunlarıyla manipülasyonu çok kolay. Örnek verdiğim dergilerin hepsi SCI'da taranıyor. Gerekli hürmeti gösterdiğinizde hepsinde bol yayın yapmak kolay. Hepsinin tesir katsayısı yüksek (zaten manipülasyonun amacı bu), dolayısıyla hepsi A sınıfında, veya birkaç yıla kadar olacaklar. Gel gör ki, bilimsel kalite olarak çok aşağıdalar.
Bir ölçü, kriter haline geldiğinde, ölçü olmaktan çıkar. “Çok yayınım, çok atıfım olsun” motivasyonuyla çalışan bir araştırmacı, öğrenmek için değil yüksek not almak için çalışan bir öğrenci gibidir. İkisinde de kriter asıl amacı görünmez hale getirmiştir ve ikisinde de amaca ulaşmak için ahlâk dışı yollara sapma tehlikesi vardır.
Kaldı ki, etik ihlâllerini bir yana bıraksak bile, bilimsel kaliteyi yayın ve atıf sayıları ile (veya onlardan türeyen tesir katsayısı ve h-indeksi ile) değerlendirmenin çok yanlış sonuçlara götürdüğü artık biliniyor. Bu yaklaşım, atıf alabilmek için moda konuların dışına çıkmayan, fazla derine inmeyen makaleler üretmeyi teşvik ediyor.
Dergilerin bilimsel kıymetinin tesir katsayısıyla değerlendirilmesi de mahzurlu. Sadece son iki yıldaki atıfların sayılması, eski makalelerin önemsizleştirilmesini doğuruyor. Tersten bakarsak, tesir katsayısını yükseltmek isteyen bir derginin, iki yıl içinde atıf alması mümkün görünmeyen makaleleri reddetmesi teşvik ediliyor. Dahası, atıf indeksini de yöneten Thompson Scientific tesir katsayısını hesaplama tekelini elinde tutuyor, ve binlerce insanın kariyerini belirleyen bu hesabın bazı ayrıntılarını "ticari sır" olarak saklıyor.
Bu mahzurlara rağmen sayısal kriterler neden bu kadar yaygın? Çünkü herkesin kolayına geliyor. Diyelim bölümünüzde çalışmak için başvuran yirmi adaydan birini seçmeniz gerekiyor. Önce yayın sayılarına göre, sonra atıf sayılarına göre, hatta ikisini birarada değerlendiren h-indeksine göre sıralayıverirsiniz, işiniz biter. Böylece meselâ ciddi bir dergide beş makale yayınlamış, 10 atıf almış birini eleyip Mohyud-Din’in “World Applied Sciences Journal”inde 200 makale yayınlamış, 1000 atıf almış birini işe alırsınız. Bölümünüze bilimsel kalite eklenmiş olmaz, ama siz “nesnel” ölçüler kullanmış olursunuz; kimse size bir şey diyemez.
Lindsay Waters'ın beşeri bilimler ve kitaplar bağlamındaki eleştirisi, aslında her alandaki yayınlar için geçerli:
"Bugünkü durumumuza geldik, çünkü kadro alma süreci, üniversite yayınevlerinin [veya, bilimsel dergilerin - KÖ] kararlarına bağlı hale geldi. Bölümlerdeki insanlar bir adayın bilim insanı olarak değerini tayin etme işinden büyük ölçüde vazgeçtiler ve yayınevlerinin karar vermesini bekler hale geldiler. İşleri bu şekilde yürütmenin sağladığı belli kolaylıklar var. İnsanlar meslektaşlarının gözlerinin içine bakıp "bir kısmımız senin çalışmanı okuduk ve şu şu konularda eksikleri olduğunu düşünüyoruz, dolayısıyla lütfen ya bizim söylediklerimizin aksini göster ya da harika bir insan olmana rağmen gitmen gerekecek" deme derdinden kurtulmuş oluyorlar. Bunun yerine şöyle birşey söylemek mümkün: "Bizim senin harika bir insan olduğunu düşünmemize rağmen, maalesef yayıncılar kendi bildikleri sebeplerle, ki eminiz bu sebepleri seninle de paylaşmışlardır, çalışmanı değerli bulmamışlar; bu yüzden gitmek zorundasın."
(Bu yazının bazı kısımları daha önce mkoz.wordpress.com blogunda yayınlanmıştır.)
KAYNAKLAR ve dahası

15 Haziran 2012

Prof. Dr. Levent Sevgi * - Üniversitelerde kopya olayları ve disiplin yönetmeliği - III (Cumhuriyet BT)

Hukuk hukukçulara bırakılamayacak kadar önemli… Bu yazı tüm hukuk fakültelerine, barolara ve diline/mantığına güvenen bütün akademisyenlere açık çağrıdır. Bunca hukuksuzluğun yaşandığı, tutukluluk sürelerinden, usul/esas konularına, özel yetkili mahkemelerden Anayasa Mahkemesi kararlarına kadar her şeyin tartışmalı olduğu bu ülkede bu mu kaldı tartışılacak demeyin! İnsan yaşamını etkileyen her hukuk tartışması yaşamsal öneme sahiptir. Basit bir disiplin olayında adaleti sağlayamayan toplum hukuk devletini inşa edemez!
Üniversitelerde kopya olayları ve uygulanan disiplin cezalarında kaos artarak sürüyor. Bunda Danıştay 8. Daire’nin “5.3.1998, E. 1996/1016, K. 1998/810, DD, sayı. 97, s. 537” No’lu kararının rolü olduğu kadar üniversitelerin ve idare mahkemelerindeki uygulamaların rolleri de büyük. YÖK’ün Öğrenci Disiplin Yönetmeliği fakülte yönetim kurullarına disiplin kurulu görevi veriyor. Mühendislik, eczacılık, ekonomi, işletme, tıp; hangi fakültede olursa olsun akademisyenler disiplin olaylarını incelemek/soruşturmak, hem savcı hem yargıç olmak ve gençlerin yaşamlarını etkileyebilecek cezalar vermek zorunda. Tek kaynak, açık ve net yazılmış bir yönetmelik; tek güvence ise dil bilgisi ve mantık.
Üniversitelerde verilen hükümlerdeki çelişkiler vahim, açılan davalarda idare mahkemelerinin kararları daha da vahim olabiliyor. Üstelik bunlar aynı üniversitede, hatta aynı idare mahkemesinde yaşanabiliyor. Konu, 26 Kasım 2010 (CBT 1236) ve 11 Şubat 2011 (CBT 1247) tarihlerinde burada ele alınmıştı Bu yazılarda YÖK’e ve Danıştay’a açık çağrı yapılmıştı. Çünkü Danıştay 8. Daire’nin “5.3.1998, E. 1996/1016, K. 1998/810, DD, sayı. 97, s. 537” No’lu kararı mevcut yönetmelikle açıkça çelişmektedir.
YÖK ÖĞRENCİ DİSİPLİN YÖNETMELİĞİ
YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği madde 9(m) “kopya yapan veya yaptıran veya bunlara kalkışan” öğrencilere verilecek cezayı “yüksek öğretim kurumundan bir yarıyıldan iki yarıyıla kadar okuldan uzaklaştırma” olarak belirtmiştir. Madde 8 bir alt derece ceza hükmünü (“1 haftadan 1 aya kadar cezaları”) madde 10 ise bir üst derece ceza hükmünü (“okuldan çıkarmayı”) düzenlemekte.
Yönetmeliğin 30. maddesi ise ceza verirken göz önüne alınacak hususları belirtir: Madde 30(a): Disiplin cezalarını vermeye yetkili disiplin kurulları; bu cezalardan birini tayin ve takdir ederken, disiplin suçunu oluşturan fiil ve hareketlerin ağırlığını, sanık öğrencinin daha önce bir disiplin cezası alıp almadığını, davranış, tavır ve hareketlerini, işlediği fiil ve yaptığı hareket dolayısıyla nedamet duyup duymadığını dikkate alırlar. Madde 30(b): Başka yükseköğretim kurumu öğrencileri ile birlikte, kendi yükseköğretim kurumunda disiplin suçu işlenmesi halinde (LS:bunu bir ağırlatıcı neden sayarak) bir üst derece disiplin cezası verilir.
Görüldüğü gibi, 30(a) ceza verirken sayılan hususların göz önüne alınması gerektiği belirtilirken, 30(b) ile bir üst dereceden ceza verileceği açıkça belirtilmiştir. Bunun anlamı açıktır: Madde 30(a) cezanın alt ve üst sınırlarıyla ilgilidir, Madde 30(b) ise bir üst ceza ile ilgilidir.
DANIŞTAY 8. DAİRE KARARI
Kargaşaya yol açan Danıştay 8. Daire’nin yukarıda belirtilen kararında “Madde 30(a) öğrencinin olumlu halinin ve geçmişte hiç ceza almamış olmasının, ceza tayininde dikkate alınarak eylemin karşılığı olan cezanın bir alt cezası olan ceza ile cezalandırılmasını öngörmektedir. Disiplin cezası verilirken öğrencinin daha önce hiç ceza almamış olması hali de dikkate alındığı halde bir alt ceza uygulamasına gidilmeyerek cezanın alt sınırı verilmiştir. Oysa disiplin hukukunda bir alt ceza uygulamasının anlamı, eylemin karşılığı olan cezanın alt sınırı değil bir alt ceza türüdür” denmekte.
Danıştay, kararında disiplin hukukuna ve bir alt ceza uygulamasına vurgu yapmaktadır. Oysa madde 30(a)’da hiçbir yerde bir alt ceza uygulanması ifadesi geçmemekte; sadece dikkate alırlar denmektedir. Madde 30(a) dikkate alınacak hususları, madde 30(b) ise açıkça bir üst derece ceza verilecek durumları belirlemiştir. Madde 30(a) bir alt ceza uygulanacak hususlarla ilgili değildir. Eğer olsaydı, nasıl madde 30(b) bir üst dereceden söz ediyorsa Madde 30(a)’da da “dikkate alırlar” yerine “bir alt dereceden ceza verilir” ifadesi yer alırdı.
Yineleyelim; YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde kopya cezasının alt sınırı 1, üst sınırı 2 yarıyıl okuldan uzaklaştırmadır. Bu yönetmelik var olduğu sürece kopya cezası olarak, her ne olursa olsun, bir alt derece, yani, 1 haftadan 1 aya kadar okuldan uzaklaştırma cezasının verilmesi söz konusu olamaz. Olursa kopya çekmenin cezası “1 yarıyıl veya 2 yarıyıl okuldan uzaklaştırmadır” hükmünün hiçbir anlamı kalmaz. Üstelik bir alt ceza söz konusu olduğunda “neden 1 hafta değil de 1 ay?” sorusu sorulur ki sonuçta bu “kopya çeken öğrenciye 1 hafta ceza verilir” uygulamasına dönüşür. Nitekim kopya nedeniyle bazı öğrenciler 1 yarıyıl ceza alırken bazı öğrencilere verilen cezalar 1 haftaya kadar düşebilmektedir. Bu adaletsizlik bir an önce giderilmelidir.
BİR İNTİHAL VAKASI VE VAHİM KARARLAR
Son örnek, yine Doğuş Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Disiplin Kurulu’ndan. Ortak bitirme tezi hazırlayan üç öğrenci bir başka üniversitede genç bir akademisyenin doktora tezini bire bir (satırı satırına) aynen kopyalayarak kendi eserleri gibi teslim etmişler; bunun saptanması üzerine başlatılan disiplin soruşturması sonucu eylemleri kopya çekmenin en ağır şekli olduğundan birer yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezası almışlardır.
Disiplin kurulu bu kararı verirken şu hususa ayrıca vurgu yapmıştır:
“İlgili cezayı oluşturan suç fiili “intihal”, bir kişinin eserinde, başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanmasıdır. İntihal bir tür sahtekârlık ve hırsızlıktır. Açıktır ki, intihal sınav esnasında kopya yapmaktan çok daha ağır bir akademik suçtur; emek ve eser hırsızlığıdır. Bugünkü uygulamalarda intihal suçunun bedeli akademik kariyerin/unvanın silinmesine, yapanın işine son verilmesine kadar giden ağırlıktadır. İşlenen suç fiilinin ağırlığı göz önüne alındığında, öğrencilerin geçmiş disiplin suçu olmaması ve pişmanlığı dikkate alınarak, fiilin cezasını oluşturabileceğine kanaat edilen en hafif cezanın takdir edildiği aşikârdır.”
Öğrencilerin ayrı ayrı açtıkları davalarda idare mahkemesince önce yürütme durdurulmuş, ardından bozma/iptal yönünde hüküm verilmiştir. Şöyle ki;
Tezi hazırlayan öğrencilerden birinin 31 Ocak 2012 tarihli kararında (İstanbul 7. İdare Mahkemesi, Esas No: 2011/1593, Karar No: 2012/148) mahkeme, suç fiilini sabit görmüş, ancak intihalin kopya sayılamayacağına, eylemin Disiplin yönetmeliğinin 7(a) bendinde belirtilen “öğrencilik sıfatının gerektirdiği itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak” fiili ile uyumlu olduğuna ve bunun karşılığı olan kınama cezası verilmesi gerektiğine, bu nedenle verilen 1 yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezasının iptaline karar vermiştir.
Aynı tezi hazırlayan diğer öğrencinin aynı gün (31 Ocak 2012) tarihinde verilen kararında ((İstanbul 7. İdare Mahkemesi, Esas No: 2011/1627, Karar No: 2012/130) mahkeme, yine suç fiili sabit görmüş ve intihalin kopya olduğunu belirtmiştir. Ancak verilen 1 yarıyıl okuldan uzaklaştırma cezası uygun bulunmamış, “bir alt ceza olan 1 haftadan 1 aya kadar okuldan uzaklaştırma cezasının verilmesi gerekip gerekmediği tartışılmadığından” mahkeme disiplin kurulu kararını hukuka uygun bulmamıştır.
Burada vahim olan 3 üyeli aynı mahkemenin, başkan ve bir üyesi aynı olmasına karşın, üstelik aynı gün verdiği aynı intihal olayının iki faili hakkında birinde bu eylem kopyadır, diğerinde hayır kopya değildir diyebilmesidir. Bunun hiçbir dilde mantıklı bir açıklaması olamaz.
* Doğuş Üniversitesi, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü

4 Haziran 2012

UKÜ'DE DİPLOMA TOPLAMA PANİĞİ! (Kıbrıs SON DAKİKA)

Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi haftaya şok bir kararla başladı.Bünyesinde bulununa tüm akademik kadronun diplomalarını ve doktora bitirme tezlerini isteyen Rektörlük başka sahte diplomalılarında olabileceğinden şüphe ediyor! UKÜ kendi içinde sessizce bu konuyu araştırırken herhangi bir açıklama yapmaktan kaçınıyor. Bu da akıllara Rektörlük içinden birilerininde sahte diploma işinde olabileceği kuşkusunu getiriyor...
YÖK ULUSLARARASI KIBRIS'A MÜDAHALEYE Mİ HAZIRLANIYOR?
UKÜ'deki sahte diploma ile öğretmenlik olayı büyüyor! YÖK Başkan vekili Prof.Dr. Saban Çalış'ın KKTC'de bir konferans için olduğu sırada patlayan bu olay üzerine Çalış'ın UKÜ'de incelemeler yaptığı bilgisi haber merkezimize ulaştı.YÖK Başkan vekili Prof.Dr. Saban Çalış'ın en kısa sürede raporunu tamamlayıp YÖK başkanına sunması bekleniyor.

BAŞEL NASIL YARDIMCI DOÇENT OLDU?
Ayşe Başel sahte diploma ve intihal skandalı büyüyor.
Skandalın en karanlık noktasını Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nin kendisine nasıl Yrd. Doç. payesi verdiği sorusu oluşturuyor. Normal şartlarda bu paye ancak üç kişiden oluşan bir komitenin olumlu raporu ile verilebiliyor. Yardımcı Doçent adayının diplomaları ve akademik çalışmaları dosya olarak komite üyelerine tek tek gönderiliyor. İki tanesi üniversite içinden, bir tanesi ise dışardan üç Profesörün yazacağı raporlar sonucunda Yardımcı Doçentlik payesi verilebiliyor. İşte skandalın temel sorusu, bu noktada patlak veriyor.
Başel’in Yardımcı Doçentlik Komitesi Kimler?
Burada temel soru, Ayşe Başel’e üniversite tarafından verilen yardımcı doçentlik komitesinin hangi profesörlerden oluştuğu ve sahte diplomalar ile her biri intihal olduğu açık olan çalışmaların hakemler tarafından nasıl tespit edilemediği.UKÜ’nün en kısa zamanda Başel’in Yrd.Doç. komitesinin kimlerden oluştuğu ve bu profesörlerin yazdıkları olumlu raporları kamuoyu ile paylaşması bekleniyor.
Başkaları da mı var?
Başel dışında başka şahıslara da Yardımcı Doçentlik, Doçentlik hatta Profesörlük payelerinin gerekli akademik prosedürler izlenmeden verildiği iddiaları da kamuoyunun kafasını meşgul etmeye devam ediyor. Başel skandalının açık intihal meselesine indirgenerek ört-bas edilmeye çalışıldığı, sahte diplomala(r) konusunun ise Kıbrıs Türk medyasında yer bulmasının Üniversite yönetimi tarafından engellendiği yönündeki iddialar ise skandalın gerçek boyutları ve UKÜ yönetiminin bilgisi konusundaki kuşkuları arttırıyor.
Uzmanlar, artık konunun kamuoyu bilgisine geldiğini, YÖK'ün de devrede olduğunu, Üniversite Yönetimi’nin sessizliğinin okulda çalışan dürüst akademisyenler ve öğrencilere zarar verecek noktalara geldiğinin altını çiziyorlar.
www.kibrissondakika.com

2 Haziran 2012

''İntihal avcısı'', Bakan Schavan'ın peşini bırakmıyor (e-Haber Ajansı)

İnternet platformu ''VroniPlag''ın kurucusu Martin Heidingsfelder, doktora tezinde intihal yaptığı öne sürülen Almanya Federal Eğitim Bakanı Annette Schavan'ın peşini bırakmıyor.
FRANKFURT(CİHAN) - İnternet platformu ''VroniPlag''ın kurucusu Martin Heidingsfelder, doktora tezinde intihal yaptığı öne sürülen Almanya Federal Eğitim Bakanı Annette Schavan'ın peşini bırakmıyor.
Augusburger Allegemeinen adlı yerel bir gazeteye konuşan Heidingsfelder, Schavan'ın tezinde önce basına yansıyandan daha fazla intihal yaptığını söyledi. Heidingsfelder, daha önce Federal Savunma eski Bakanı Karl Theodor zu Guttenberg ve AP Milletvekili Silvana Koch-Mehrin'in tezlerinde intihal yaptıklarını ortaya çıkarmıştı. Her iki politikacı da skandalların ardından istifa etmek zorunda kalmıştı.
''İntihal avcısı'' olarak adlandırılan Martin Heidingsfelder, Eğitim Bakanı Schavan'ın tezinin üçte birinin intihal olduğunu öne sürdü. Bakan Schavan'ın, 1980 yılında Düsseldorf Üniversitesi'ne sunduğu 351 sayfalık doktora tezi aradan geçen 32 yıl sonra yeniden bu üniversite tarafından incelemeye alındı. Heidinsfelder ise ''Doğru düzgün alıntı yapmayı ve tez hazırlamayı bilmeyen bir kişi ne eğitim bakanı ne de profesör olabilir.'' diyerek Bakan Schavan'ın artık koltuğunu bırakması gerektiğini söyledi. Schavan ise Düsseldorf Üniversitesi hakkındaki kararı açıklayana kadar sessiz kalmayı tercih ediyor. CİHAN

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.