NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

24 Aralık 2009

Prof. Dr. Levent Doğancı - YAYIN ETİĞİ VE YASAL AÇIDAN 'KOPYALA –YAPIŞTIR' VE AŞIRMA

Bilim ve Gelecek,
Sayı 67, Eylül 2009 
 
Plagiarism (intihal) Latince bir terminolojiden gelmektedir ve Osmanlıca bir sözcük olan “intihal"i dilimize çalıntı ya da aşırma olarak çevirebiliriz. Türk Hukuk Lügatin’ de: “Başkasına ait bir telifi, güzel sanatlardan bir eseri kendisine nispet etmek; bir kitabın ibarelerini, musiki bestesinin namelerini, takdim ve tehir ile veya baştan başa his olunur derecede ifade tarzını tahrif ile kendi namına vermek” olarak tanımlanmıştır. Ülkemizde, akademik yükselme ve atanmalar için getirilen yönetmelik hükümlerinin yayın bağlantılı ve göreceli bir şekilde nitelikten daha çok sayıya dayanır bir halde olması sonucunda, aşırma eylemi karşımıza daha sık ve daha “kurnaz” bir karakterle çıkmaya başlamıştır. Yasal anlamda intihalden bahsedebilmek için özgün eserde bulunan eser sahibine özgün “hususiyetin” aşırma eserde de aynen bulunması gerekmektedir. Yoksa bir eserden esinlenerek, ancak kendine has özgünlüğünün yansıtıldığı eserlerde intihalden “yasal” anlamda söz edilemez. Ancak burada makale yazım aşamasında yeterli akademik özen gösterilmez ise yasal ve etik değerler kavramı karşımıza çelişkili olarak çıkabilir. Kısaca, başkasının eserini veya eserin bir bölümünü kendisininmiş gibi gösterme aşırmadır ve hem yasalar hem de etik değerler karşısında bir suçtur. Bu kavramın “iktibas” (alıntı) ile karışmaması ve bilimsel bir linç metodu olarak da kullanılmaması için özellikle genç akademisyenlerin çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Yasal olarak tanımlanan ve suç teşkil eden “aşırmanın”, yayın etiği açısından kavramı biraz daha değişiklik göstermektedir. Bir başka anlatımla, etik değerler açısından “intihal” yasa karşısındakinden daha esnek bir anlam kazanmaktadır ve daha geniş boyutlardadır. Daha açık olarak belirtmek gerekirse, yararlanılan daha önce yayınlanmış orijinal eserin adresiyle, sahibinin adı belirtilerek ve akademik yayın ilkelerine uygun olacak bir şekil ve ölçüde aktarılması etik ve yasaldır. Düşüncenin boyutlandırılması açısından da yaratıcı düşünceye yol açmak bakımından gereklidir de. Burada eser tarifinin de çok net bir şekilde yapılması gereklidir. Bir kliniğin, kurumun, laboratuarın ham verileri bir buluş ya da yaratıcı esere ait değil ise yasal bağlamda “eser” değildir ve bu birikmiş-kaydedilmiş bilgilerin kullanımı da herhangi bir kişinin tekelinde değildir. İntihal “başkasının eserini” kendine mal etme durumudur. Ham bilgilerde “sahibinin özelliğini taşıma” gibi bir özellik olmayacağından ve bağımsız-özgün bir fikrî çalışmanın sonucu ortaya çıkan bir üründen söz edilemeyeceğinden intihalden de söz edilmez. Böyle bir ham veri telif hakkının devri sözleşmesine konu olamayacağı gibi, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun sağladığı korumadan da yararlanamamaktadır.

Bilimsel yayıncılıkta aşırma problemi ülkemizde çok ciddiye alınması gerekir büyük bir problem haline gelmektedir. Uluslar arası arenada ülke bilim camiasının saygınlığına gölge düşürecek boyutlarda önemli bir sorun oluşturmakta, bilimselliğe ve gerçek bilimsel üretime önemli zararlar vermektedir. Bu durumun çok çarpıcı bir örneğini “Nature” Dergisi’nin 6 Eylül 2007 sayısında görmekteyiz: “Türk Fizikçileri Bilimsel Aşırma Suçlamasıyla Karşı karşıya”. Doğa bilimlerinin bilimsel etki faktörü (ISI 2006: 26.681) en yüksek dergisinde böylesi çirkin bir makaleyle anılmamız ülkemizi ve ülkemizin gerçek bilim insanları rencide etmektedir. Bu durumun cezasız kalması veya çok sınırlı bir şekilde cezalandırılması da aşırmacıları hem yüreklendirmekte, hem de daha kurnaz yöntemler bulmaya teşvik etmektedir. Branşımız açısından da sık olarak benzer durumlarla karşılaşıyoruz. 2006 yılı içinde “Journal of Hospital Infection” isimli yabancı bir dergi, ülkemizin önemli bir üniversitesinden ve daha da üzücü olanı o üniversitenin en üst yöneticisinin de yazarlar arasında bulunduğu tümüyle aşırma bir makaleyi internet ortamında makalenin üzerine kırmızı mühürlerle “retraction” (geri çekme) ibaresi yazarak bilimsel ortamdan geri çekmiştir. Ancak gerek akademik kurumlarda yöneticilik yapan meslektaşlarımız gerek ise YÖK Başkanlığı kendilerine cesaretle iletilebilen bu tür etik ihlaller karşısında yeterince önlem almak ve idari tasarruflarını kullanmak konusunda çok istekli değillerdir. Genellikle en kıdemsiz akademisyenin cezalandırılması, idari hukuk yolu ile de bu cezanın kaldırılması bir strateji olarak belirginleşmekte, bu yol ile az bir zaman kaybı ile akademisyen görevi başına, biraz kulağı çekilmiş olarak geri dönebilmektedir. Özellikle de etik ihlalde bulunan kişinin çevresel sosyal ilişkileri (ki bu aynı klik, aynı politik görüş, aynı locaya kayıtlı olma vs. olabilir) cezanın ağırlığını belirleyebilmektedir. Ender olmayacak şekilde de idareciler değil konuya sessiz kalmak, konuyu kendilerine ileten akademisyenleri örselemekten de kaçınmamaktadırlar. Bu ise dürüst çoğunluğun sessiz kalması, kaderine razı olması ve bilimsel arenanın gittikçe daha “azılı” aşırmacılara terk edilmesi anlamına gelmektedir ki sürecin tehlikesi ortadadır.

Aşırma modelleri içinde değişik teknikler kullanılmaktadır. Daha önce görev yaptığım kurumların birinde birbirinin neredeyse aynısı olan ve birimin en üst idarecisi tarafından “yönetilmiş” iki uzmanlık tezi, aşırmanın anlaşılmaması için değişik kurum kütüphanelerine kaydettirilerek, intihal gizlenmeye çalışılmıştı. Bu durumu görevim gereği eleştirmem ise (tez yöneticisinin üst düzey idarecisi olması nedeniyle) çok büyük bir olay haline getirilip, sonunda önüme kabahatimmiş gibi konulmuştu. Daha uzmanlık tezi aşamasında bilimsel etik değerleri büyük bir kurnazlıkla çiğneyen bu sahte bilim insanlarının daha üst akademik düzeylerde bilim üretemeyecekleri de aşikârdır. Nature’ de yayınlanan makale de maalesef bu olguya işaret etmekte ve akademik namusumuzu en hafif deyimiyle “sorgulamakta” hatta -alınmaca yok- tam anlamıyla karalamaktadır. Cümle aynen şöyledir: “There are some cultures in which plagiarism is not even regarded as deplorable”. Yani; “bazı kültürler var ki buralarda aşırma acınması gereken bir durum bile değil…” Tabii bahsedilen kültür bizim kültürümüz! Makale daha da sertleşiyor üslubunda: “It’s dishonest and sloppy!”. Yani, “şerefsizce ve sulu bir durum”. Kurumsal düzeydeki eksiklerimizi sorgulama ve ilgili düzenlemeleri ivedilikle yapma zorunluluğumuzu gözler önüne seren sert bir uyarıdır bu ifadeler. Aşırma en önemli akademik suçlardan ve en az diğer akademik suçlar kadar (duplikasyon, masa başı veya lap-top yayıncılık) tehlikeli ve adi. Akademik hırsların sadece bilimsel bir yarış olması gerekiyor. Aldırmazlık ise bu işi fütursuzca yapan birçok “özde değil, sözde” akademik insanı hak etmediği makamlara getirebiliyor. Bunun somut bir örneğini en son aylara ait bir bilimsel makaleden verebilirim: “Anaesthesia” isimli yabancı bir dergide “Jeske HC, Tiefenthaler W, Hohlrieder M, Hinterberger G ve A. Benzer” isimli araştırıcılar tarafından İngilizce dilinde bir araştırma makalesi yayınlanmıştır: “Bacterial contamination of anaesthetists’ hands by personal mobile phone and fixed phone use in the operating theatre”. Bu makale 2009 yılında Ulger F, Esen S, Dilek A, Yanik K, Gunaydin M ve Leblebicioglu H. tarafından “Are we aware how contaminated our mobile phones with nosocomial pathogens?” isimli bir makale ile intihal edilmiştir. (Annals of Clinical Microbiology and Antimicrobials 2009, 8:7 doi:10.1186/1476-0711-8-7). Buradaki intihal hem orijinal fikir bazında hem de giriş kısmının cümle cümle aşırılması tarzında olmuştur. Yazarlar arasında intihal makalenin yayınlandığı derginin başyazarının (Editor-in-Chief) da yer alması, bu kişinin araştırma-yayın işlerinden sorumlu rektör danışmanlığının yanı sıra TÜBİTAK’da da benzer danışmanlık görevleri yapıyor olması durumun vahametini göstermektedir. Kimi kime şikayet edeceksiniz? Tuzun kokması gibi bir durum… Bir de müthiş bir kurnazlık sergilenmekte aşırma eylemi sırasında: Orijinal makalenin 1861 yılına ait referansı aşırma makalede de kaynaklarda yer almakta, ancak intihal edilen orijinal makaleye ise kaynaklar listesinde yer verilmeyerek, kişilerin sorgulama yapması kurnazca engellenmeye çalışılmaktadır. Acaba hangi üniversitemizin hangi kitaplığında 1861 yılına ait Avusturya’da yayınlanmış bir dergi bulunmaktadır? Bu aşırmacı yazarlar nereden bulmuşlardır bu kaynağı acaba diye sormadan edemiyor insan! Orijinal makaleden serbestçe yararlanıp yeni eser yaratma olanaklı ise de, bunun yöntemi yazarlar arasında bulunan tüm akademisyenler tarafından kesinlikle tam olarak bilinmektedir. Burada iktibas veya “anonim bilgi” kavramlarına da sığınılamayacak kadar “aşırma” mevcuttur ve bunun belli olmaması için de büyük bir gizleme-örtüleme (kamuflaj) faaliyeti yapılmaktadır. Mealen yapılanın dışında iktibasın yararlanmada yöntem ve miktarla sınırlı olduğu, bir anlamda nicel olduğu unutulmamalıdır. Bu yararlanmanın nitelik olarak esinlenme sınırını aştığı, hem fikri hem de kompozisyon açılarından yasal olmayan intihalin yapılmış olduğu görülmektedir. Hukuk ve etik açılardan iktibas, dürüstlük kurallarının ve amacın gerektirdiği ölçüyü aşmaması hâlinde meşru olmakla birlikte, intihal kesinlikle kabul edilemez bir durumdur. Sanıldığının ve bir savunma mekanizması olarak kullanılmaya çalışılan durumun kesinlikle aksine intihalle, iktibas arasında değil; daha çok yararlanma serbestisi ile intihal arasında var olan ve kimi zaman da çok ince olan çizginin belirgin olarak yukarıdaki örneklerde geçildiği görülmektedir. Akademik bir unvan taşıyan her kişinin bu eylemi duyurması, deşifre etmesi ve sorumluların cezalandırılmasını istemesi hem bir hak hem de bir görev olarak belirginleşmektedir ve eylem cesaretle yapılmalı, bilimsel arena temiz tutulmalıdırYukarıda isimleri verilen uluslar arası kuruluşların aldığı ortak bir karar ile İngilizce dilinde yayınlanmış bir eserde daha önceden yayınlanmış 11 kelimenin kaynak belirtilmeden yan yana bir araya gelmesi “intihal” olarak isimlendirilmektedir. Bu duruma da bir örnek vermek gerekir ise:
-“Neisseria meningitidis resides in its natural habitat within the nasopharyngeal tract of humans” bu cümle google search de sitasyon adresi www.brown.edu/Courses/Bio_160/.../nmenin.html - olan bir cümle…

- "N. meningitidis" resides in it's natural habitat within the nasopharyngeal tract of humans. ikinci adresi de: www.freewebs.com/smarques19/pathology.htm -

Kopyala – yapıştır örneği ise (eminim yazarlar kendilerini anonim bilgi olarak savunacaklardır) : “To the Editor; Neisseria meningitidis resides in its natural habitat within the nasopharyngeal tract of humans". Aaaaaa, aynı cümle, ne tesadüf ? Yayının adresi ise şu şekilde: “Genetic and Antigenic Characterization of Neisseria meningitidis Strains from Turkish Recruits in 2006 (Inter Med 47: 1949-1950, 2008) (DOI: 10.2169/internalmedicine.47.1310). Bu örnek WAME ve COPE ‘ a göre intihal; ama bizim YÖK ya da başka bir bilimsel kurum ne der bilinmez tabii!

Ancak bu işin ülkemiz akademik coğrafyasında tam bir zıt yönü de var: “Bilimsel linç girişimleri”! İdari veya akademik rakibin bertaraf edilmesinde intihal suçlaması çok başarıyla kullanılıyor ki, bu da büyük bir ahlaksızlık ve cezasız kalmaması gerekli bilimsel bir suç aslında. İntihal veya başka bir akademik suçun işlenmiş olduğunu söyleyen akademisyenin bunu kanıtlarıyla ortaya çıkartması ve mutlaka kanıtlaması gerekir. Basit suçlamalar, dedikodu mahiyetindeki fısıltılar, haksız suç duyuruları ve haksız ihbar mekanizması da bilimsel üretimlerimize ciddi sekteler vurmaktadır ve bilimselliğe yakışmamaktadır. Örneğin akademik bir yükselme veya atanma aşamasında “posterlerin” makale olması ile ilgili çeşitli “örseleme” eylemleri sık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan TÜBİTAK tarafından desteklenen ve kitap halinde yayınlanan “Sağlık Bilimlerinde Ulusal Yayıncılık” serisi esas bir kaynak başvuru kitapları olmaktadır. Aynı konu “World Association of Medical Editors” (WAME) ve “The Committee on Publication Ethics” (COPE) kurumlarına ait internet sayfalarından da izlenebilir.

Prof. Dr. Levent Doğancı
Ankara
drlevdog@yahoo.com

11 Aralık 2009

İNTİHAL: Aşırma, Akademik Hırsızlık (ABCD)

Dünyanın en önemli ikinci bilim dergisi “Nature” da Türk fizikçilerin intihal yaptığının ve bahsi geçen Türkiye kaynaklı makalelerin ilmi internet ortamından silinmesi Türk bilim dünyasında büyük üzüntü yaratmıştır. Konunun uluslararası ortama gelmesi sadece Türk fizikçilerini değil, tüm Türk bilim insanlarını ilgilendiriyor. Çünkü “Nature” adlı saygın bilim dergisi sadece fizikçilere değil biyolog, kimyager, mühendis, tıp doktoru, deprem uzmanı gibi tüm dünyadaki bilim insanları tarafından takip ediliyor. Bu durumda tüm dünyadaki bilim adamlarının Türk Bilim adamlarına bakışı kuşkulu ve olumsuz olacaktır. Çünkü makalede birkaç Türk’ün bilimsel olarak intihal yaptığı değil, Türkiye’de fizikçilerin sistematik ve düzenli bir şekilde bilimsel hırsızlık yaptığı iddia edilmiştir.
İntihali halkın anlayacağı şekilde anlatırsak geçtiğimiz aylarda “Hürriyet” Gazetesinde çıkan bir haberi örnek vermek açıklayıcı olacaktır. Bu haberde Çinli tekstilcilerin bastığı bir deri katoloğundan bahsediyordu. Çinli bir deri firması katoloğuna İbrahim Kutluay ve Demet Şener’in resmini koyarak ve giydikleri deri montları pazarlıyordu. Bu Çinli firma sadece Derimodun hazırladığı deri mont modellerini çalmamış, reklâm ve modeller için para harcamadan İbrahim Kutluay ve Demet Şener’in da Derimod için çektirdiği resimleri de kendileri çektirmiş gibi kullanmıştır. İşte bu işlemin bilim dünyasında yapılması “İntihal” dir.
Amerika Birleşik Devletlerinde tıp ihtisası yapan doktorların üye olduğu Amerikan Board Sertifikalı Doktorlar Derneği (ABCD) üyeleri intihal konusunu irdelemişlerdir. ABCD üyesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Yazıcı, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nazım Serdar Turhal ve İstanbul Bilim Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Selçuk Can görüşlerini paylaşmıştır.
Prof Dr Hasan Yazıcı’nın Görüşleri:
İntihal, daha güzeli öz Türkçe aşırma, başkasının fikrini, eserini veya eserinin parçalarını, gönderme yapmaksızın, sahiplenmektir. Aşırma olması için, söz konusu fikir veya eserin bilimsel olmak zorunluluğu yoktur. Ülkemizde, her alanda, müziğimiz dahil, maalesef çok yaygın olduğunu düşünüyorum. Fizikçiler olayını nesnel olarak bilemiyorum ancak çok yakından bildiğim aşırmalar var ve bunlar çoğu örnekte müsamaha ile karşılanıyor. Çarpıcı bir olaydan söz edeyim. Şu günlerde ülkemiz bilimsel yayın artışında uluslararası sıralamada Çin’le yarışmakta. Bu beni gerçekten korkutuyor çünkü yakın bir geçmişte Çin’deki doktora tezlerinin % 60’nın aşırma, rüşvet vb. hazırlandığı iddia edildi. Ülkem için kesin sayı vermeme olanak yok ancak Çin örneği beni olabildiğince endişelendiriyor. Kamuoyunca da az çok bilindiği gibi Prof. Doğramacı’nın konuyla ilgili aleyhime açtığı davada 6,5 yıllık bir süre sonunda Yargıtay benim aleyhime karar verdi. Yargı sürecimin sorunlu ve mahkeme kararının da yanlış olduğu kanısında olduğumdan, yakın bir zaman evvel, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdım.
Prof Dr. Nazım Serdar Turhal Görüşleri:
İntihal suçlaması bilim adamının yazdığı makalede başka bir bilim adamının yazdığı makaleden aldığı görüşlerini kendi makalesinde sanki kendi görüşleri imiş gibi sunması ve bunları aslında farklı bir kişinin yazdığı makaleden aldığını belirtmemesinden kaynaklanıyor.
Bunun yapılmasının sebebi bu bilim adamlarının karakterinin ahlaken zayıf olmasıdır. Bilimsel hırsızlık hiçbir zaman yayın yapma baskısı vs gibi gerekçelerle hoş görülemez ve sıfır hoşgörüyle yaklaşılması gerekir. Bu olayda da bizzat Türkiye’den bilim adamlarının bu işin üzerine gitmeleri Türk milletinin şerefini kurtaran bir yaklaşım olmuştur. Dünyanın her yerinde böyle dolandırıcılıklara eğilim gösteren insanlar olmuştur. Eğer toplumların bilim kurumları sağlamsa böyle yanlış iş yapan bilim adamları kolaylıkla ekarte edilir. Türk bilim kurumlarının bu kişileri cezalandırmakta tereddüt etmemesi ve yapılan işin karşılıksız kalmayacağını gösterilmesi intihale eğilim duyacak diğer bilim adamlarının caydırılması açısından önemlidir.
Doç. Dr. Selçuk Can’ın görüşleri:
Doç. Dr. Selçuk Can intihal ile suçlanan kişiler arasında 18 Mart Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanının bulunmasının intihal olayını basit bir suç olmaktan çıkardığını ve olayın daha kapsamlı araştırılması gerektiğini söyledi. Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Doç. Dr. Selçuk Can “intihal olayında kişileri sorgulamak yerine artık Türk Yüksek Öğrenim Sisteminin, yani Üniversite sisteminin sorgulanması gerektiğini belirtti. Doç. Dr. Selçuk Can “Ülkemizde yeni üniversitelerin kurulması çok güzel ancak bu yeni üniversitelere yeterli kaynak ayrılmıyor. Hedef hep çıtayı yükseltmek, ancak alt yapı, bilgi birikimi, gerekli cihazlar ve yeterli para olmadan çıtayı ancak yamuk bir şekilde yükseltebilirsiniz. Üniversitelerimizdeki yönetmeliklere göre doçentliğe ve profesörlüğe yükseltilmek için belli sayıda yurt dışı yayın yapmak gerekir. Yani kurallar 4–5 yıllık geçmişi olan Türk üniversitelerine, 200–250 yıllık geçmişi olan Harvard, Oxford gibi üniversitelere denk yayınlar yapmasını söylüyor. Bu durumda bazı öğretim üyelerinin bunu bilimsel hırsızlık ile başardığı anlaşılmaktadır. Türkiye’deki üniversiteler Türkiye’ye özgü sorunlara odaklanmak ve özel sektörle bütünleşmek yerine mevcut yönetmelikler neticesinde batı üniversitelerine karşı yakın bir gelecek için hiçbir zaman kazanamayacakları bir yarışa girmişlerdir. Sonuçta bazı öğretim üyelerinin kopya çektikleri bu en son olaylar ile anlaşılmıştır. Nature adlı İngiliz dergisinde açığa çıkan Türkiye kaynaklı intihal olayının bir kaç kendini bilmezin yaptığı münferit bir olay değil, Türk üniversite sisteminin bilim yarışında çağ dışı kalmasının bir yansıması olarak görüyorum” dedi. ABCD Başkanı Doç Dr. Selçuk Can üniversitelerimizin bu olayı kendi özeleştirilerini yapmaları için bir fırsata dönüştürmelerini temenni ettiğini belirtti.
SORU-CEVAP
1. ABD'de akademik yükselmeler nasıl oluyor, adaylardan hangi şartları yerine getirmeleri isteniyor?
Amerika Birleşik Devletlerinde akademik yükselmeler Assistant Professor, Associate Professor ve Full Professor aşamalarından geçer. Akademik yükselmelerde birçok ülkede evrensel olarak uygulanan yükselme komitesi kararları uygulanır. Sözlü veya yazılı olarak herhangi bir sınava girmek yok. Türkiye ile ABD’deki akademik sistemi karşılaştırmak elma ile armudu karşılaştırmaya benzer. Dünyada yeni bulunan ilaçların % 80’i Amerika Birleşik Devletlerinde keşif edilmektedir. Science Citation lndex’de olan A grubu dergilerin çoğunluğu ABD kaynaklıdır. Yine Medline sistemini kuran, işleten ve ücretsiz olarak dünyadaki tüm hekimlere sunan ABD’dir. ABD tıp alanında ve tıp eğitiminde dünyada lider konumdadır. ABD’de Assistant, Associate veya Professor of Medicine unvanları üniversitenin elemanı olarak çalışanlara veriliyor. Bu instructor’dan başlıyor. Ancak burada sorulması unutulmuş bir soru var o da “Tenure” meselesi. Bir insan doçent (Associate Professor) olmuş ama Tenure almamış olabilir. Tenure bir şekilde güvence veriyor. Amerika Birleşik Devletlerinde tıp fakültesinde çalışmak “Tenure” ve “Non-Tenure” olarak iki şekilde oluyor. Sağlamlaştırılmış ve güvenli yol anlamına gelen “Tenure Track” kelimesinin Türkiye’deki akademik hayatta uygulaması yok. İşe alınırken Tenure Track veya Non-Tenure Track olarak alınıyorsunuz. Tenure veya Non-Tenure olmanıza göre de yükselme kriterleri farklı. Tenure olarak işe başlayan bir öğretim görevlisinin başarılı olması, profesörlüğe dek yükselmesi beklenir. Her üniversite yükselme için gerekli kriterleri kendi belirliyor ama Tenure Track da Associate olabilmek için, ülke çapında tanınmış olmak gerekiyor. Sizden 6 referans istiyorlar sonra bu referansları arayıp onlardan da 6 kişi ismi alıyorlar ve onların görüşüne başvuruluyor. Bunun yanında üniversiteye ve topluma hizmet, toplumda tanınmışlık, yayınlar, alınan araştırma fonları gibi pek çok kriter kullanılıyor ve bölüm başkanının dekana önerisi sonrası dekanın üniversitenin promosyon komitesine (akademik yükselme komitesine) önermesi ve onların kabulü ile oluyor. Non Tenure yolunda ise sadece 3 referans ve bunların da lokal olması yeterli. Profesörlük için uluslararası tanınmışlık gerekiyor. Görüldüğü gibi yayınlar sadece işin ufak bir kısmı. Bir de o üniversitede 5 yıl çalışmak gerekli. 3 yıl da olabiliyor ama olağanüstü bir şey yapmış olmanız gerekiyor. Bir de “Regency Professor” var onu da Nobel alanlara veriyorlar o zaman direk Profesör olarak işe başlıyorsunuz. Tenure ile Non-Tenure arasındaki en önemli fark, Tenure aldıktan sonra birisinin işine son verilmesi son derece zor. Non-Tenure olanlar her sene sözleşme yeniliyorlar. Non-Tenure olanlar bir bakıma angarya ile meşgul oluyorlar. Sadece doçentliğe kadar yükselebilirler ve işinize her an son verilebilir. Ancak durum o kadar umutsuz değil ve profesörlük kapıları kendilerine ilelebet kapalı değil. Başarılı performans göstermeleri halinde kendi üniversitelerinde veya başka bir üniversitede Tenure Track yoluna kabul edilip, akademik hayatlarında ideallerine ulaşabilirler.
Amerika Birleşik Devletlerinde üniversite hastanesi olmayan eğitim hastanelerinde verilen Clinical Professor of Medicine unvanı da var. ABD’de özel, devlet veya belediye hastanelerinin birçoğu bir üniversite hastanesi ile bağlantılıdır. Buna “affiliation” adını veriyorlar. Örneğin bir özel hastanede koroner angiografi yoksa hastayı bağlantılı oldukları tıp fakültesi hastanesine gönderirler. Her iki taraftaki hekimler irtibat halindedirler. Ayda bir ortak konferanslar düzenlerler. Tıp fakülteleri son sınıftaki internleri bağlantılı oldukları hastanelere rotasyona gönderirler. Üniversite ile bağlantılı bu kamu, özel veya vakıf hastanelerinde bilimsel yayın yapan öğretim üyelerine Tıp Fakültesi “Clinical Professor of Medicine” (Klinik Tıp Profesörü) unvanını verir. Klinik Tıp Profesörü unvanının Türkiye’de eşdeğeri yok. “Clinical Professor of Medicine” özel çalışıp da üniversite hastanesi ile affiliate (bağlantılı) olan insanlara veriliyor. Etrafta pek Clinical Professor olmaz, genellikle Assistant veya Associate seviyesine yükselmelerine Üniversitedeki Yükselme Komitesi onay verir. Bu o insanların hasta sayıları için faydalı olsa da akademik olarak pek bir şey ifade etmez. Yani Üniversitede Ana Bilim Dalı Başkanı olamazlar, bir devlet kurumu olan Ulusal Sağlık Ensitüsünden (NIH) araştırma fonu almaları zordur. ABD’de araştırma fonları araştırma masraflarını karşıladıkları gibi direk olarak araştırmacının maaşına katkı da yaparlar.
2. ABD'li hekimler akademisyenliğe ilgi gösteriyor mu?
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir doktorun üniversitede çalışmasının amacı yeni ilaçlar bulmak, laboratuar testleri geliştirmek, hastalıkların patofizyolojisini aydınlatmak gibi orijinal bilgiler üretmek ve topluma faydalı olmaktır. Akademik yükselmelerde yapılan bilimsel yayınlar yanında, topluma hizmet, halka yönelik bilimsel kitaplar yazmak, meslek örgütlerinde aktif rol oynamak, uluslararası tanınmak rol oynar. Ancak ABD ile Türkiye arasındaki en önemli fark akademik unvanın sadece üniversite içinde kullanılmasıdır. Yani hiç bir doçent veya profesör üniversiteden ayrıldıktan sonra çalıştığı özel muayenehanesinde veya özel hastanede akademik unvanını kullanmaz. Bunu yasaklayan hiçbir yasa olmamasına rağmen bu bir gelenektir. ABD’de akademik unvan sadece akademik ortamda yani üniversitede aktif görevde iken kullanılır, ve unvan üniversiteye aittir. Tanımı bu şekildedir. Akademik unvan kişiye ait bir unvan değildir. Örneğin bir profesöre kendi üniversitesinde sözleşme yenileme teklif edilmez ise veya ailevi sebeplerle şehir değiştirip başka bir üniversitede göreve başlarsa doçent olarak göreve başlayabilir.
Hekimler ABD’de gerçekten akademik işler yapmak istiyorlar ise akademisyen oluyorlar. Bunun nedeni hastaların ismin başındaki harflere çok fazla önem vermemesi, bir de üniversitede çalışırken insanların sadece üniversitede çalışabilmeleri. Hem üniversitede hem de kendi ofisinde çalışmak isteyenler klinik unvanlar alıyorlar ki akademik çevrelerde o kadar da önemli değil bunlar. Yani üniversiteden unvanlarını alıp özel muayenehane veya hastanede unvanlarını kullanmak için akademisyen olan yok. ABD’de ancak idealist hekimler akademisyenliğe ilgi gösteriyorlar. Özel sağlık sisteminin geçerli olduğu bu ülkede muayenehane hekimleri ve birçok cerrah, vasat bir akademisyenden çok daha fazla kazanıyor. Bu yüzden akademik kadroların önemli bir kısmı da yabancı doktorlar tarafından dolduruluyor. Bir akademisyenin klinisyenden çok kazanması için pazarlanabilir yeni ve etkili bir ürün keşif etmesi gerekiyor. Bu sivilceleri kökünden çözen bir krem veya infeksiyona yol açmayan idrar sondası gibi basit bir metod dahi olabilir. İlle de yapay kalp cihazı gibi kompleks bir olay olmasına gerek yok.
3. ABD'de akademisyen olmak zor mu?
ABD de akademisyen olmak nerede ne yapmak istediğinize göre zor veya kolay olabilir ama asıl zor olan akademisyen olarak devam edebilmek. Bu konuda genellikle üniversitede kendi giderini 2 yıl içinde karşılamanız beklenir. Bunu ya hasta bakarak, ya da araştırma fonu (grant) alarak yapabilirsiniz. O yüzden sürekli bir çalışma içinde olmalısınız. Bulunduğunuz üniversiteye göre günün birinde maaşınız azalabilir veya sözleşmeniz yenilenmeyebilir. Non-Tenure yolunda her yıl, Tenure yolunda iki yılda bir performansınız gözden geçirilir ve başarınıza göre sözleşmeniz yenilenir. ABD’de üniversitede yükselemeyerek işine son verilen öğretim üyeleri mağdur olmamaktadır. İlaç firmalarında veya stent vs gibi tıbbi malzeme üreten şirketlerde gayet güzel maaşlarla işe başlamaktadırlar. Diğer alternatif özel veya kamu hastanelerinde klasik doktorluk yapmaktır.
4. İki ülkenin akademik yükselme kriterlerini kıyaslar mısınız?
Amerika Birleşik Devletlerinde akademik yükselmeleri incelemeden önce sistemin Türkiye’den oldukça farklı olduğunu anlamak gerekir. Akademik yükselmenin tek kriteri yapılan yayınlar değildir. Bilimsel yayınlar, araştırma, tıp öğrencisi eğitimi dışında üniversiteye hizmet, topluma hizmet, toplumda tanınmışlık, ulusal veya uluslararası sivil toplum kuruluşlarında çalışma, meslek örgütlerinde aktif görev akademik yükselme basamaklarında etkisi olan hizmet alanlarıdır.
Amerika Birleşik Devletlerinde öğretim üyelerinin performansı her iki yılda bir fakültenin kıdemli öğretim üyeleri tarafından oluşturulan ve başkanlığını dekanın yaptığı bir komite tarafından değerlendirilir. Başarılı bulunanların sözleşmesi yenilenir. Başarılı olmayanların sözleşmesi yenilenmez. Öğretim görevlisi çok önemli bir buluş yapmış ise 2 yılda profesör bile olabilir. En sık rastlanan durum akademik yükselmenin 6 yıl içinde gerçekleşmesidir. 8 yılda yani 4 değerlendirme sonucu aday akademik olarak yükselemiyor ise örneğin yardımcı doçent’ken doçent’e gelemiyor ise görevine son verilir. Adaylar profesör olduktan sonra dahi değerlendirmeye tabi tutulurlar. Aldıkları araştırma fonları, yaptıkları yayınlar, yetiştirdikleri öğrenciler vs. değerlendirmeye tabi tutulur. Tabi burada Türkiye ile en önemli fark bu unvanların sadece üniversite için geçerli olması. Associate olan birisini, başka üniversite Assistant Professor unvanı ile işe alabilir veya Professor olarak da işe alabilir; ama üniversite ile işi bittiğinde unvan da üniversitede kalır. Türkiye’deki doçent veya profesörler iyi klinisyendir ve hastaları çoktur. Ancak ABD’deki profesörler genelde bir araştırma laboratuarının başındadırlar ve himayelerinde birçok uzman, asistan, biyolog, genetik uzmanı, doktora öğrencisi gibi görevliler çalışır. Bunların maaşlarına profesörün aldığı araştırma fonundan katkı yapılır. Öğretim üyeleri devamlı yeni deneyler yaptıklarından polikliniğe haftada bir gün inerler ve hasta sayıları çok değildir. Çok sayıda hasta baktıkları takdirde yeni ilaçlar, yeni testler veya tanı metotları geliştirmeye vakitleri olmaz.
5. Sizce Türkiye'deki akademisyenlerin yükselme basamaklarında karşılaştığı aksaklıklar neler?
Türkiye’deki akademisyenlerin yükselme basamaklarında karşılaştığı sorun kaliteli yayın üretememektir. Türkiye’de akademik yükselmelerde bir sayı takıntısı bulunmaktadır. Bence önemli olan yayının sayısı değil kalitesidir. Türkiye’de doçentlik sonunda bir akademisyenin 100 adet, emekliliği gelen bir profesörün 500 adet yayını olmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde en iyi profesörler akademik kariyerleri boyunca ancak 100-120 adet yayın yapmaktadırlar. ABD’de öğretim görevlilerinin senede iki veya üç yayın yapmaları, bunları Nature, Science, New England Journal of Medicine gibi prestijli dergilerde yayınlamaları beklenir. Türkiye’de sayı önemli olduğu için bir akademisyen tek bir konuya odaklanamıyor. Kendi branşı içinde üç dört farklı alanda yayın yapabiliyor. Böyle olunca bilgi birikimi, yeni kazanılan bilgilerin yeni araştırmalara aktarılması her zaman mümkün olmuyor. Türkiye’deki sistem multidisipliner çalışmayı da teşvik etmiyor. Hatta yazar sayısı ne kadar fazla ise, o çalışmadan adayın aldığı akademik puan o kadar az oluyor. Tez aşamasında tez sahibi çalışmayı yürütüyor. Bu gelenek üç dört asistanın beraber aynı konu üzerinde kapsamlı araştırma yapmasını engelliyor. ABD’de tıp doktorlarının kariyerleri boyunca herhangi bir uzmanlık için tez yapması gerekmiyor. Sadece “PhD” ünvanı alacak temel bilim uzmanlarının tıp doktoru olsun olmasın tez yapma zorunlulukları var.
6. Akademik yükseltmeler nasıl yapılmalı?
Türkiye’de araştırmaları finansal olarak destekleyecek ayrı bir kuruma ihtiyaç var. Şu anda iki ayrı üniversiteden iki ayrı araştırmacı aynı konuyu araştırıyor olabilir. Bu hem tekrara, hem de israfa neden olmaktadır. Konu seçimi de öğretim üyelerinin inisiyatifine bırakılmış durumda. Öğretim üyeleri ülke sorunlarına çözüm üretecek araştırmalar yapmak yerine, en kısa zamanda en fazla sayıda yayın çıkarmak gibi bir duruma girebilirler. Aslında sistem bunu motive ediyor. Akademik kariyer yapmanın en önemli motivasyonu kişisel tatmin ve kişisel gelişimdir. Türkiye’de genel araştırma bütçesinin arttırılması durumunda, mevcut sistemi koruyarak ve ona ek olarak yeni merkezi bir yapıya sahip bir araştırma fonlama kurumu kurulmasında fayda görüyorum. Bu kurumu TÜBİTAK kurabilir, YÖK’e bağlı bir kurumda olabilir. Alanında uluslararası yayınları olan kıdemli öğretim üyelerinin yanında, DPT, YÖK, Avrupa Birliği Temsilciliği gibi devlet kurumları temsilcilerinin de bu Sağlık Araştırmaları Fonlama Kurumunda yer alması uygun olur. Kurum araştırma konularını ülke önceliklerine göre tespit edebilir ve başvuran kamu veya vakıf üniversitelerine bu kaynağı aktarır. Sonra da araştırmanın gidişatını denetleyebilir.
Şu anki uygulamada olan doçentlik sınavı öncesi bilimsel yayınların merkezi sistemle değerlendirilmesi uygulaması profesörlük başvurusu öncesinde de yapılmalıdır. Bu mevcut sistemin standardizasyonunu sağlayacaktır. Bu ön değerlendirmenin ardından son değerlendirmeyi yine hakem öğretim üyeleri yapmalıdır. Kabiliyetli gençlerin hızla yükselmesi için ve yurtdışından tersine beyin göçünü gerçekleştirmek için profesörlük başvurusu öncesi üniversitede kadrolu çalışma süresi iki yıla indirilmelidir. Yeni ilaç veya tıbbi malzeme keşif edip, bunun patentini alanlar ödüllendirilmelidir. Akademik yükselme yönetmeliklerinde tıbbi patentler yurtdışı kitap yazarlığı gibi kabul edilip, 100 puan ile puanlanmalı. Diğer aksayan bir yönde üniversiteler arası trafiğin Türkiye’de çok az olması. Öğrenci, asistan ve yan dal uzmanlık öğrencilerinin farklı uzmanalar ile eğitim görmeleri eğitimin kalitesini arttırır. Atama yönetmeliğinde yeni açılan doçentlik ve profesörlük kadrolarının tüm Türkiye’ye açık olduğu belirtilmekte ve ilan edilmesi istenmektedir. Yönetmeliğe göre ilanlar yapıldığı halde tıp fakülteleri hep kendi elemanlarını atamaktadırlar. Kanun koyucu bu uygulamanın böyle olmasını istemediği için böyle bir yönetmelik çıkardığı halde uygulama farklı. Gerek Türkiye içi öğretim üyelerinin farklı üniversitelerde dolaşımını arttırmak, gerekse yurtdışından kaliteli öğretim üyelerinin kazanılması için bir yönetsel müdahale yapılması gerekiyor. Öğretim üyesi sirkülasyonu vakıf üniversitelerinde iyi işlediği halde kamu tıp fakültelerinde geleneksel yaklaşım değişmiyor.

Doç. Dr. Selçuk Can, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı
Amerikan Board Sertifikalı Doktorlar Derneği Başkanı (ABCD)

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.