NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

26 Aralık 2008

Özcan ve rektörler hakkında suç duyurusu (ZAMAN)

Ege Üniversitesi (E.Ü.) Fen Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, üniversitenin fen fakültesi dekanlığına ''intihal'' suçunu işlemiş bir öğretim üyesinin getirildiğini ileri sürerek, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, E.Ü. Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz ile bu konuda üniversite ve fakültede sorumluluğu bulunan yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunduğunu bildirdi.>>

19 Aralık 2008

Prof. Dr. Metin Balcı - Türk mucizesi değil! (CBT)

Cumhuriyet Bilim Teknik, 19.12.2008

WEB of Science ile SCOPUS arasındaki rekabet, Türkiye adresli yayın sayısını arttırdı!

WEB of Science, çeşitli dallarda yayımlanan dergilerin dizinlendiği, makale özet ve tam metinlere erişim sağlanan bir atıf veri tabanıdır. Yıllardır, bu veri tabanı baz olarak alınarak, kişi, bölüm veya üniversitelere ait olan toplam yayınlar bu veri tabanı aracılığı ile taranıyor ve sıralamalar yapılıyor. Bu sıralamalarda, özellikle üniversiteler kendilerini üst sıralara taşıma gayreti içerisine girmekteler. Böylece ülkemizde bilimsel araştırmaların gelişmesi üzerine, çok sağlıklı olmasa da, önemli ipuçları elde edilmekte. Diğer taraftan, yalnız makale sayıları ile kişi ve kuruluşları karşılaştırmanın sakıncalı olduğu bugün pek çok bilim insanı tarafından kabul edilmekte. Prof. Dr. Metin Balcı, TÜBA Asli Üyesi, ODTÜ Kimya Bölümü Öğretim Üyesi; mbalci@metu.edu.tr

2008 yılının sonuna doğru yaklaşmaktayız. Bir ay sonra WEB of Science 2008 yılı veri tabanını kapatacak ve 2009 yılı verilerini toplamaya başlayacak. Tahmin ediyorum ki ocak ayı içerisinde bilimsel makale sayıları üzerine gene benzer kıyaslamalar, yorumlar yapılacak. Bu makaleyi yazmamın nedeni, bu sene elde edilecek olan makale sayıları ile bazı gerçeklerin saptırılabileceği olasılığının ortaya çıkmış olmasıdır.

Türkiye adresli bilimsel makalelerin artışını yıllarca izledik. Ancak, son yıllarda makalelerin artışında bir duraklamanın olduğu dikkat çekiyor. Üniversitelerimiz, yayın üretiminde var olan kapasiteyi artık maksimum seviyede kullanmaya başladı. Bu arada, etki faktörü son derece düşük bazı dergilerde yayınların arttığını daha önceki yazılarımda somut örneklerle açıklamıştım.

2005 yılında makale sayısında ciddi bir artış gözlendikten sonra izleyen yıllarda makale sayılarında ciddi bir artışın olmadığı, hatta bir düşüşün olduğu görülüyor (Tablo 1). Sene sonuna bir ay gibi bir süre kalmış olmasına karşın, makale sayısı şu anda 17.315 civarındadır ve bu rakamın sene sonunda yaklaşık olarak 19.000 civarında olacağı tahmin ediliyor. Böylece 2008 yılında yayın sayılarındaki artışın 2000’li yılların başlarında olduğu gibi, %25-30’u bulacağı öngörülmekte.

TÜRK MUCİZESİ Mİ?!

Ne oldu da Türkiye adresli makale sayısı birden artmaya başladı? Bir Türk mucizesi mi yaşamaya başladık?

WEB of Science, Amerika’da Thomson Reuters tarafından yayımlanıyor ve bu firma veri tabanı aracılığı ile ciddi kazanç elde ediyor. Amerika’nın bu tekelciliğine son vermek ve pastadan pay almak için, Avrupa kendi veri tabanını kurma yoluna gitti. 2004 yılında, dünyanın önde gelen bir çok yayın evini satın alan ve mevcut bilimsel dergilerin önemli bir kısmını yayımlayarak devleşen ELSEVIER firması kendi veri tabanını SCOPUS’u kurdu.

WEB of Science’in bünyesinde 8500 civarında dergi vardı. Amerikalılar, bu veri tabanına dergi kabul etmede; dergilerin sürekli çıkması, uluslararası yayın kurulu olması, yayınların önemli bir kısmının başka ülke bilim insanları tarafından yayımlanması, derginin 2-3 yıllık bir izlemeye alınması ve belli bir etki değerine ulaşmış olması gibi şartları öne sürerek, son derece seçici davranıyordu. Bu koşullarda Türkiye adresli yalnız 7 dergi bu veri tabanı kapsamına uzun uğraşlar sonucu girebilmişti. Bizler de bu rakamın 10-15’e çıkmasını canı gönülden arzu ediyorduk.

SCOPUS firması kaliteyi bir tarafa bırakarak, daha geniş bir kitlenin ilgisini çekmek üzere veri tabanında bulunan dergi sayısını 16.000’e çıkardı. Böylece tüm ülkelerden etki değerleri çok düşük, neredeyse sıfıra yaklaşan dergileri de kapsamına aldı. Bu veri tabanına olan ilgi, WEB of Science’a göre daha fazla olacaktır. Çünkü kişilerin daha fazla makalesi bu veri tabanı tarafından taranmakta ve daha fazla atıfı görülmektedir.

SCOPUS 16.000 dergiyi seçerken, kaliteyi ikinci plana atarak Türkiye’den 123 dergiyi kapsamına aldı. Bunların önemli bir kısmı Türkçe yayımlanmakta. Durum böyle olunca, pastayı SCOPUS’a kaptıracak olan WEB of Science karşı atağa geçti ve taradığı dergi sayısını ilk aşamada 11.000’in üzerine çıkardı. Böylece bir hamlede, Türkiye adresli 50’nin üzerinde dergiyi hiçbir ön incelemeye tabi tutmadan (birkaçı inceleme safhasındaydı) kapsamına aldı.

2008 yılında WEB of Science tarafından taranan Türkiye adresli bilimsel dergi sayısı 60 civarındadır. Bu dergilerde yayımlanan makaleler de tarandığından dolayı, Türkiye’nin bu sene yayınladığı makale sayısında ciddi bir artış görülmekte. Dolayısıyla, 2008 rakamlarının yorumlanmasında bu gerçeğin dikkate alınması gerekir.

GETİRİSİ-GÖTÜRÜSÜ

Bu durumun Türkiye açısından getirisi ve götürüsü nedir? Türkiye adresli birçok derginin gerek SCOPUS ve gerekse WEB of Science tarafından taranması olumlu bir gelişmedir. Bu dergiler, kalitelerine daha çok dikkat edecek ve kendilerini daha da geliştirmek için gayret göstereceklerdir. Bu dergilerin önemli bir kısmı üniversitelerimizin çeşitli fakülteleri tarafından yayımlanıyor (Tablo 2). Ayrıca 2008 yılında şu ana kadar Web of Science tarafından taranan ve dergilerde yayımlanan 11 aylık makale sayıları da verilmiştir. Bu makaleleri toplam sayısı 2.300 civarındadır ve bu sayı Türkiye adresli yayınların artış nedenini de ortaya koymaktadır.

Bu kadar derginin veri tabanlarınca taranmasının götürüsü ne olacak? Yıllardır doçentlik baş vurularında bazı kriterler istenir. Bunlardan en önemlisi, Web of Science tarafından taranan dergilerde, dallara bağlı olarak değişen belli sayıda makale yayınlamış olmaktır. İstenilen makale sayısı, doçentlik için yeterli bir kriter değildir. Kişinin doçentliğe müracaat edebilmesi için gerekli eşik değeridir.

Hocalarımızın azımsanmayacak bir kısmının yalnız başına karar vermek zorunda kaldıkları zaman (şu an uygulanan sistem) en azından kendi dalımda çok da objektif olamadıklarını ve duygusal davranarak yeterli olmayan adayları eserlerden geçirerek, doçentlik unvanını hakkı ile kazanan kişilere haksızlık yaptıklarını esefle izliyorum. Bazı hocalarımız, makalelerin kalitesini incelemeden, gerekli makale sayısı dosyada mevcut ise, bu duruma “evet” diyerek olayı geçiştiriyor.

YÖK NE YAPMALI?

YÖK bu durumda ne yapmalı? Geçen sene yazmış olduğum bir yazımda da belirttiğim gibi şu an uygulanan doçentlik sistemi miyadını doldurmuş ve iflas etmiş bir sistemdir. Bu sistemin acilen revize edilmesi şarttır. Özellikle 2009 ve sonraki yıllarda, doçentlik dosyalarında, söz konusu 60 civarında dergide yayımlanan makalelerin bazılarının çoğunlukta olmasına şimdiden hazırlıklı olmak gerekir. Bu endişemden “Türkiye adresli dergilerde yayın yapmayalım” anlamı çıkarılmasın. Bu dergilerin, “makaleleri iyi bir süzgeçten geçirdikten sonra yayımladıkları” konusunda ikna olmadan, bu dergilerdeki makalelerle gelen dosyaların ciddi bir şekilde incelenmesi gerekecektir.

Son iki yıl içerisinde ülkemizde lise ve ortaokul açar gibi 40 yeni üniversite kuruldu. Bu üniversitelerin acilen öğretim üyelerine ihtiyacı olacak. Bir an önce bu üniversitelere öğretim üyesi yetiştirilmesi düşüncesinden hareket ederek yükseltilme kriterlerinin gevşetilmesine sıcak bakabilecek YÖK’ün, bu ülkeye vereceği zararı, bugüne kadar hiçbir kurum vermemiş olur. İyi yetişmemiş bir öğretim elemanının üniversitede istihdam edilmesi ve onun yüksek lisans ve doktora öğrenci yetiştirmesi sonucunda ülkeye yapacağı tahribatın en az 50 yıllık bir süreye dağılacağını unutmamak gerekir.

Yeni bir doçentlik yönetmeliği hazırlanacaksa, ısrarla dikkat edilmesi gerekli noktaları tekrar bu yazının sonunda bir kez daha vurgulamak istiyorum.

1. Belli kriterleri sağlamayan profesörlerin kesinlikle doçentlik jürilerine alınmaması

2. Her anabilim dalında geniş tabanlı (7-8 kişi) tek bir jürinin oluşturulması

3. Her 2 yılda 1-2 üyenin değiştirilmesi

4. Jürinin belli bir yerde gerekirse 1 hafta boyunca toplanması

5. Eserler hakkında kararın jüri tarafından ortak verilmesi

6. Müracaat için şu kadar yayın vs. gibi rakamların tamamen kaldırılması

7. Adayın doktora sonrası bağımsız özgün araştırma yapması (kişinin öğrencisi ile de olabilir) öğrenci yetiştirmesi ve ders vermesi gibi kriterlerin konmasının bu sorunu çözeceği kanısındayım.

4 Aralık 2008

Prof. Dr. Hakan S. Orer - ETİK İLKELERİN GÜNLÜK YAŞAMDAKİ ANLAMI

Türk Farmakoloji Derneği Bülteni
Sayı:98 , Ekim-Aralık 2008

Son genel kurulda “Bilim ve Yayın Etiği İlkeleri”nin kabul edilmesi ile Türk Farmakoloji Derneği birçok uzmanlık derneği ve meslek kuruluşuna öncülük yapmıştır. Ardından, 4-5 Nisan 2008 tarihlerinde, Türk Tabipler Birliği Ankara’da, derneğimiz dahil, tüm uzmanlık derneklerinin katılımıyla bir çalıştay toplamış ve bir dizi etik bildirge hazırlanmasını sağlamıştır. Konunun ülke çapında yaygınlaşması ve giderek sağlık bilimleri alanının dışına taşması, ülke çapında daha önemli araştırmaların yapılabilmesi için de zemin hazırlayacaktır.

Bilim ve yayın etiği ilkelerinin genellikle bir skandal patlayınca gündeme geldiği ülkemizde, bilimsel araştırma ortamının geliştirilmesi ve uluslararası bilim camiasına entegre olması esas hedef olmalıdır. Etik kurullar için bir milad olan “ilaç araştırmaları etik kurulları”nın doksanlı yıllardan itibaren kurulmaya başladığı göz önüne alınırsa, bu alanda henüz olgunluk seviyesine ulaşmış sayılmayız. Bu “olgunluk eksikliği”, köklü bir bilimsel araştırma geleneğinin olmamasıyla birleşince daha dramatik bir hal almaktadır. Etik konular hakkında bireysel, kurumsal ve hukuki düzeylerde birbirinden farklı ve taban tabana zıt yorumlar yapılmakta, bir bakış açısına göre
“hırsızlıkla” eşit görülen intihal, başka bir görüşe göre sadece “tesadüfi” fikir benzerlikleri olarak kabul edilmektedir. İlkelere dayalı değil, daha çok “kişilere göre” kararlar alınmaktadır. Kurumlar arası yorum ve tavır farklılıkları da karışıklıklara sebep olmaktadır. Maalesef henüz gerçek anlamda “bağımsız” çalışan bir etik kurul yapılanması yoktur. Birçok etik kurul bağlı bulundukları kurumun (üniversite, bakanlık, eğitim hastanesi, vb.) politikası doğrultusunda çalışmakta ve kararları idari amirin etkisi altında almaktadır. Bağımsız (kurum dışı) üyelerin varlığına genellikle tahammül edilmemekte,kararları sorgulayan çatlak sesler pek istenmemektedir.

Verilen kararlar daha çok dosya incelemek ve kağıt üzerinde değerlendirmek
şeklindedir. Uygulamada ne olup bittiği o kadar önemli değildir. O kadar ki, etik kurul onayı olmayan proje önerilerini değerlendirmeye almayan TÜBİTAK, kendi kurumlarından onay alamayan araştırıcıların, mevzuata aykırı olarak başka kurumlardan aldıkları onayları kabul etmekte, hatta zaman zaman araştırıcıları bu yola yönlendirmektedir. Dosyada “bir etik kurulu onayının” bulunması “şeklen” yerine getirilecek bir formalite olarak görülmektedir. Oysa, etik kurul denetimi “bürokratik” bir değerlendirme basamağı değildir.

Etik evrensel, ahlak ise yereldir. Bir toplumun ahlaki değerleri, evrensel etik değerleri yeniden üretecek düzeyde olgunlaşmamışsa, bu iki kategori arasında kırılma noktaları ortaya çıkar.

Bilimsel araştırma kültürünü dışarıdan ithal eden ülkemizde, bu kültüre ait yerleşik etik değerlerin bire bir ithal edilememesi (algılanamaması) nedeniyle ahlaki normların gelişmesi de geç olmaktadır. Bu nedenle, yukarıda belirtilen kırılma noktaları fazladır.

Önemli bir zaaf, etik konulara ilkesel yaklaşmamaktır.

Tıpkı araştırma yapmanın yayın sayısı ile ölçülmesi gibi, etik davranış da “kurul kararı” almış olmaya indirgenmektedir. Halbuki esas önemli olan, ortaya çıkan sonucun, yapılan uygulamaların yani, gerçek davranışların ve eylemlerin izlenip değerlendirilmesidir. Akademik çevrelerde, yayın yapma gerekçesi ile bazı etik kuralların ihlal edilebileceği ya da dikkate alınmayabileceği görüşü yaygındır. Birçok öğretim elemanı için en önemli motivasyon kaynağı, bir üst akademik kadroya atanabilmektir. Bunun için gerekli ön koşul, yeterince bilimsel yayın yapmaktır.

Bilimsel araştırma ruhuna uymamasına karşın, araştırmaların “yayın için bilim” anlayışı ile yapılması, bazen etik kuralların etrafından dolaşmayı ya da kısmen ihlal etmeyi kişi nezdinde meşrulaştırmaktadır.

Bu konuda bilim çevrelerinde adeta sessiz bir kabullenme vardır ve ihlaller nispeten “zararsız” (minör) olarak kabul edilmektedir. Jüri raporları da “sayı saymaya” indirgenince, rekabet “her ne pahasına ve her nerede olursa olsun, daha çok sayıda yayın yapmak” üzerinde yoğunlaşmıştır.

Kuralları eğip, bükmeye çalışanlar, her zaman, kuralların uygulanmasını sağlayanlardan bir adım önde giderler. Bu, bilgisayar korsanları için olduğu kadar bilimsel korsanlık (kuşkulu etik dışı davranış) için de geçerlidir. Örneğin, farklı anabilim dallarından araştırıcıların birbirlerine “yazarlık ikram etmeleri”, bazı iyi niyetli davranışların ardına sığınarak (İngilizce tercümeye yardım etmek gibi) ya da zorlama katkılar (gerekmeyen bazı parametrelerin konuk araştırıcı tarafından ölçülmesi gibi) yaptırarak olabilir. Bir, belki iki makale için göz ardı edilebilse de, bu gibi davranışların giderek yaygınlık kazanması, hatta belli bir grup psikolojisi ile genel geçer kural haline gelmesi etik bakımdan hiç de uygun değildir. Bu kapsamda soru işaretleri yaratan davranışlar, bir bilimsel problemin çözülebilmesi için bir grup araştırıcının ortak bir dizi araştırma planlaması değildir şüphesiz.

Sözüm ona işbirliklerinde esas eksik olan, ortada bilimsel anlamda merak edilen bir “soru”nun bulunmamasıdır.

Zararsız kabul edilen etik kusurlardan birisi de deney koşullarının uygun olmamasına rağmen deney yapmaya devam etmektir. Bazı araştırıcılar altyapı eksikliği ya da kaynak yetersizliği gibi gerekçelerle hayvanlara eziyet edebilmekte, az sayıda deney yapıp çok sayıda göstermekte, laboratuar kayıtlarını düzgün tutmamakta (lakayt araştırıcı-sloppy researcher), kalitesiz veri elde etmekte ve bu durumu düzeltmek için gayret göstermek yerine, mazeretler bulmaya çalışmaktadır. Bu gerekçelerin başkaları tarafından da geçerli kabul edilmesiyle olayın giderek yaygın bir etik soruna dönüşmesi kaçınılmazdır: “herkesin” deney hayvanı eziyet görebilir, ya da ciddi bir inceleme için ham veriler istendiğinde “kimsenin” verisi düzgün kayıt edilmemiştir, vb. Oysa deney koşullarının iyileştirilmesi araştırıcı yanında, kurumların da sorumluluğundadır. Üniversitelerin kaynakları gerekli altyapıyı kurabilmek için yeterlidir, sadece konunun gündemin üst sıralarına çıkarılması için gerekli idari kararlılık eksiktir. Üniversitelerin çoğunda profesyonel bir bilim yönetimi ve stratejisi de olmadığından, konu, günlük gaileler içinde kaybolup gitmektedir.

Araştırıcı, analitik düşünceye sahip, problem çözen kişidir. Yaptığı işi sürekli olarak sorgulaması ve kendini geliştirmesi gerekir. Hatalarıyla yüzleşmekten çekinmemeli, elde ettiklerini çevresiyle paylaşmalı ve bulgularını tahrif etmeden, objektif şekilde aktarabilmelidir.

Araştırmasının etik kurullar tarafından izlenmesinde çekingen davranmamalı, işbirliği kurmalıdır.

Uygulamalarında şeffaf davranan araştırıcı, etik bakımdan kusurlu da olsa, en azından durumu açıklayabilecek bir söz hakkına sahiptir. Gerçekleri saklamak ya da ikinci, üçüncü dereceden kazanımlar elde etmek araştırıcının durumunu olumsuz etkiler.

Unutulmaması gereken bir nokta da, bilim dünyasının araştırma sonuçlarını (yayın) “güvenilirlik” yönünden zaman içinde test edeceğidir. Bilimsel saygınlık daha çok bu test ile belirlenir. Etik kurullar da araştırıcıları işin içine çekecek bir politika geliştirmeli ve kurum içinde araştırma için olumlu bir atmosfer yaratmalıdır. “Farkındalık” sağlayacak sürekli bir iletişim programı uygulanmalı, bu konuların tartışıldığı ve eğitiminin verildiği canlı bir platform yaratılmalıdır.

Bir diğer önemli husus da, etik kurulların kurum içinde altyapıyı geliştirmek ve yasal mevzuatın gereklerini yerine getirmek için idare nezdinde araştırıcıların sözcüsü olmasıdır. Bunu sağlamak için, kurullar kendilerine verilen yetkileri kullanmaktan çekinmemeli, üniversite ve araştırma kuruluşlarında gerekli altyapı yatırımları için idare üzerinde adeta bir baskı grubu gibi çalışmalıdır.

Her araştırıcı, bireysel olarak, kendi kurumunda şu dört önemli unsurun bir arada var olması için çaba harcamalıdır: (i) bağımsız çalışan, yönetmeliklere uygun kurulmuş ve resmi makamlarca kabul edilmiş, aktif bir etik kurul(lar) sistemi; (ii) yönetmeliklere uygun ve ruhsatlı çalışan bir deney hayvanı ünitesi; (iii) düzgün, tekrar edilebilir ve güvenilir veri elde etmeye uygun bir deney ortamı ve laboratuar altyapısı (iv) gerçek anlamda hakemli değerlendirmeler (peer-review) yapan bir bilimsel araştırma destek birimi. Bu unsurların idaresinde profesyonellik düzeyi arttıkça, gerek araştırma kalitesi gerekse etik düzey de artacaktır.

Bilim ve yayın etiği ilkeleri, araştırıcıların tepesinde asılı Demokles’in kılıcı olarak değil, tersine, koruyucu bir kalkan olarak görülmelidir. Esas önemli olan, etik kurallara uygun davranışları bireysel düzeyde içselleştirip, camia içinde yaygınlaştırarak toplumsal bir ahlaki norm haline getirebilmektir. Cezalandırma, daima ikinci planda kalmalıdır ve ihlallerin açık-net ve kasıtlı olması koşuluna bağlanmalıdır. Doğru etik davranışlar öne çıkarılmalı ve çoğunluk tarafından benimsenmesi için gayret gösterilmelidir. Bilimsel araştırma büyük insanlık ideallerine ulaşmak için yapılır, araştırıcının bunu hissedebildiği ölçüde etik davranacağı unutulmamalıdır.

30 Ekim 2008

GATA'da bilimsel hırsızlığa sert ceza

GATA'da bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek fiilini işlediği Akademi Kurulu kararıyla sabit olan öğretim elemanlarının görevlerine son verilecek.>>>

11 Ağustos 2008

Prof. Dr. Osman İnci - BİLİMSEL YAYINDA YAZARLIK VE YAZARLIKTA ETİK SORUNLAR

Türk Üroloji Dergisi: 34 (1): 108-112, 2008

GİRİŞ
Dünyada ve Türkiye’de araştırma ve yayın etiğine aykırı davranışların son yıllarda ciddi boyutlara ulaştığı görülmektedir. Sorunun öneminin farkında olan bilim insanları çözüm için öncelikli olarak araştırma ve yayın etiğini kesin yazılı kurallara bağlamaya çalışmaktadırlar. Türkiye adresli bilimsel yayınlarda, son 25 yıl ortalamasında Dünya’da 20. sırada yer almamız ve son 10 yılda çıkışımızı istikrarlı bir şekilde sürdürerek 19. sıraya yükselmemiz, bilim ve aklı önceleyen herkesi sevindirmekle birlikte yine de ihtiyatla karşılanmıştır.

Ülkemizde araştırma olanakları, bilim kültürü, bilimsel ortam, yayınların niteliği, yazarlar ve diğer bulgular ciddi endişe nedenleriydi. Özellikle akademik atama ve yükseltilmelerde bilimsel performansın ölçüt alınması ve çok sayıda yayın yapma baskısı etik yanıltmaları arttıran en önemli öğe olmuştur. Etik yanıltmalarda ulusal ve uluslararası örneklerde her yıl giderek artma görülmektedir.

Bilimsel araştırma ve yayınlarda etik dışı davranışların ülkenin bilimsel geleceğini tehdit eder boyutlara ulaşması karşısında 600 kadar duyarlı öğretim üyesi Kasım 2005’de “bilimsel ve etik değerlere saygı çağrısı” bildirisi yayınlamıştır[1]. Birçok bilim kurumu (YÖK, Üniversiteler, TÜBA, TÜBİTAK), vakıf ve dernekler etik yönergeler çıkartmış, komisyonlar kurmuş, çalıştaylar düzenlemiş, kurslar açmış ve ayrıca disiplin yönetmeliklerini değiştirerek önlemler almayı sürdürmüştür.

Nature dergisinin 6 Eylül 2007 tarihli Türkiye adresli intihal (aşırma) haberi ve 67 yayının geri çekilmesi Türk bilim çevreleri üzerine kâbus gibi çökmüştür. “Türkiye Bilimler Akademisi ” bilim etiği çağrısı yapmıştır (www.tuba.gov.tr). Çağrıda özellikle bilim etiği eğitimi, bilim insanlarının uymaya yemin edecekleri kuralların belirlenmesi, disiplin yönetmeliklerinde sert yaptırımların ve cezaların titizlikle uygulanması istenmektedir. Çağrı Bilim ahlakına aykırı olduğu gözlenen her türlü davranışa duyarlı olmak ve gerekli tepkiyi göstermek, ihlallerin üzerine kararlılıkla gitmek, bu kararlılığı gösteren meslektaşlara destek vermek görevimizdir.” cümlesi ile de sorumluluğumuzu ayrıca anımsatmaktadır. Yalan ve yanlışa karşı çıkmayan bilim insanı değildir. Birçok Avrupa ülkesinde bilimsel yanıltma yaptığı saptanan kişiler çok etkin bir şekilde izole edilmekte ve dışlanmaktadır. Bu kişiler bilim çevreleri içinde tüm itibarlarını kaybederler ve en azından aynı ortamda çalışamazlar. Bizim ülkemizde ise durum kaygı vericidir: Bu kişiler Doçent, Profesör, Dekan, Başbakanlık müsteşar vekili hatta milletvekili olabilmekte, idari görevlerini dahi bırakmamakta ve hatta yeniden atanmaktadırlar.>>>

6 Ağustos 2008

Prof. Dr. Kurtuluş Töreci - YAYIN ETİĞİ (ETİK DIŞI DAVRANIŞLAR VE YAZARLIK)

ANKEM Dergisi

Cilt 22 • Sayı 1 • 2008
s. 44 - 51
>>>

Bizi ilgilendiren son örneklerden biri Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Fizik Bölümü’nde iki doktora öğrencisiyle beraber başka üniversitelerimizden dekan ve profesörden öğrencilere kadar 14 ismin karıştığı, 67 makalenin “arxiv”den çekilmesiyle sonuçlanan, bilim aleminde ülkemiz için büyük bir ayıp oluşturan olaydır(9). Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde çeşitli yazarlarla beraber birinin 40, diğerinin 29 yayını olan iki doktora öğrencisinin sınavda en basit, lise düzeyinde sorulara cevap verememesi üzerine makalelerini inceleyen bir jüri üyesinin ortaya çıkardığı bu konu gazete sütunlarına da taşınmış, kişilerin yabancı dilleri yetersiz olduğu için başkalarından yazım alıntıları yaptıkları yolundaki savunmaları(10), intihal yapmakla suçlananların intihali ortaya koyan ve bu konuda beyanda bulunanlara karşı mütecaviz yazıları(11) için web sitelerinde uzun yazılara erişilebilir(12). Ülkemizde en yüksek bürokrattan ve rektörden başlayarak her kademe için plajiarizm örnekleri bulunabilir. >>>

2 Ağustos 2008

Prof. Dr. Uğur Eser - BİLİMİN AHLAKSIZLIĞA TAHAMMÜLÜ YOKTUR (CBT)

Cumhuriyet Bilim Teknik
01.08. 2008

Soruşturmayı yürüten üniversitenin suçun niteliğini göz önüne alarak verdiği “öğretim mesleğinden çıkarma” cezasını, intihal yapanın “geçmişteki iyi hali ve hizmetlerinin” gözetilmediği ve sanık lehine “takdir yetkisi kullanılmadığı” (md.16) gerekçeleriyle bozan ve “bir alt ceza verilmesi”ne hükmeden yargı kararları ne kadar etik?

Prof. Dr Uğur Eser, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitü Müdürü, eser_u@ibu.edu.tr

Benim tanıdığım en sahtekar bilimci, başka bir bilimcinin kitabından birkaç paragraf ve resim aşırıp eski bir üniversitenin fakültesi tarafından düzenlenen ödüllü bir yarışmaya sunduğu metne sokuşturan bir kişidir. Eserinden hırsızlık yapılan kişi de jüri üyeleri arasında bulunuyordu. Böyle bir kimse kendisiyle nasıl hesaplaşabilir?..İnsan ruhu böyle bir şerefsizliğe nasıl dayanabilir ? ” P. B. Medawar, Genç Bilim Adamına Öğütler, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları Dizisi, Çev: N.Arık, Mart 1994

Felsefeciler ve bilim insanları bize birçok noktada örtüşen “etik” ve “ahlak” kavramlarının toplum içinde bir arada yaşamayı olanaklı kılan değerler olduğunu, toplumsal bir varlık olan ve ahlaki değerlerle yaşayan insanın bu değerlere karşı sorumluluğunun büyük olduğunu öğretiyor (i).

Toplum içinde birlikte yaşamayı mümkün kılan bu değerler günümüzde artık etik ilkeler ve davranış kodları adı altında birer hukuk kuralı haline geliyor ve hepimize uyma sorumluluğu getiriyor. Bu ilke ve kurallara uyulmadığında, yani etik/ahlak dışı davranışlar olduğunda her toplum bu ilkelere uymayanlara maddi ve manevi yaptırımlar uyguluyor. OECD, AB ve Birleşmiş Milletler etik standartlar belirliyor, yayınladıkları raporlarda üye ülkeler için etik/ahlak dışı faaliyetlerle ilgili tavsiye kararı alıyor ve ülkeleri mesleki etik kuralların çiğnenmesine karşı yasal düzenlemeler yapmaya zorluyorlar.

Ülkemizde de pek çok özel sektör, sivil toplum örgütü, kamu kuruluşu (TÜBİTAK, Kamu Etik Kurulu) ve üniversiteler son yıllarda kendi web sitelerinde etik ilkelerin önemini belirten raporlar yayınlıyor, kendi etik komisyonlarını kuruyor ve etik/ahlak dışı faaliyetlerin önlenmesi için çalışıyorlar.

ETİK KAYGI HENÜZ YOK

Etik ya da aynı anlamda kullandığımız ahlak sözcüklerinin ülkemizde günlük konuşmalarda çok sık kullanıldığı söylenemez. Kamuoyu bu sözcüklerden ya bir kamu görevlisinin yolsuzluk, rüşvet, görevini kötüye kullanma gibi yasa dışı davranışları ortaya çıktığında bir gazete haberiyle ya da “rezalet artık diz boyu olduğunda” medyaya yansıyan akademik düzeydeki sahtecilik suçlamaları dolayısıyla haberdar olmaktadır(i). Oysa ülkemizde hemen pek çok meslek alanında ciddi etik/ahlak sorunların yaşandığı biliniyor ve üniversiteler de bunun dışında değil. Bu etik ya da ahlak ile ilgili özel bir durum olan ve bilimsel sahtecilik/aşırma olarak tanımlanan “intihal” için de geçerli. Her meslekte olduğu gibi bilim dünyasının da kendi sahtekarları var.

Sözünü ettiğimiz ahlak durumunun özel bir halini “intihal” (bilimsel sahtecilik/aşırma) olaylarında görüyoruz. Bu sözcük başkalarına ait eser, düşünce veya görüşleri kaynağını göstermeden, onları sanki kendi üretmiş gibi kullanmak/aşırmak anlamına geliyor. Suçun yaptırımı çok ağır. Yükseköğretim Kurumları Yönetici ve Öğretim Elemanları ve Memurları Disiplin Yönetmeliği meslek vakar ve haysiyetine uymayan, yüz kızartıcı ve utanç verici sayılan bu suçun yaptırımını “ğretim mesleğinden çıkarma” olarak düzenlemiş (md.11/a-3). Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) “başkasının eserini kendi eseri olarak gösterme” nin intihal suçunu oluşturduğunu kabul etmiş (md.71/3) ve bu suçu işleyen kişilere dört yıldan altı yıl kadar hapis ve ağır para cezası verileceğine hükmediyor.

Ne var ki, ahlaklı olmayı/yaşamayı yasaların, etik kuralların ve yaptırımların yeterince sağlayamadığı bir gerçek. Bilimsel ve kültürel geri kalmışlığın kıskacından çıkamamış, henüz kendi aydınlanmasını yaşamamış, bilimsel, akılcı, eleştirel düşünen, yenilikçi ve yaratıcı bireyler yetiştiren toplum olma düzeyine henüz gelememiş ülkelerde etik dışı davranışlara daha sık rastlanıyor.

Bu ahlak durumunun bilincine varamamış, bunu özümsememiş ve bir yaşam biçimi olarak içselleştirememiş toplumlarda, kişisel gelişimini tamamlayamamış, ihtiraslarının ve arzularının esiri olmuş, kifayetsiz yöneticilerden ahlaklı olmalarını beklememek gerekiyor.

Toplumsal düzenimizi oluşturan ve bir arada güven içinde yaşamımızı sağlayacak olan ahlaki değerlere en çok duyarlılık göstermesi gereken üniversitelerde bile böyle bir etik kaygı henüz yok. Hakkında bilimsel sahtecilik iddiası nedeniyle soruşturma açılmış, bu şeref ve haysiyet kırıcı fiili işleyen öğretim üyesi görev başındaki rektör tarafından korkusuzca himaye edilebiliyor ve idari görevlere atanmasında hiçbir sakınca görülmeyebiliyor.

Bu kişileri teşhir edenler ve sahtecilikle ilgili işlem yapan disiplin amirleri etkisiz hale getirilirken, haklarında sahtecilik nedeniyle işlem yapılanlar yasal boşlukları (zaman aşımı) kullanmak suretiyle ya da soruşturma/yargılama süreçlerini etkileyerek yasaların suç saydığı etik/ahlak dışı davranışı sürdürmeye devam edebiliyorlar. Nasıl oluyor da, bunca yasal ve kurumsal düzenlemelere rağmen bilimsel sahteciliğin önü alınamıyor? Neden sahtecilik yapanın/aşıranın yanına kar kalıyor?

KURUMLAR ETİK DEĞİL

Önemi üniversitelerimizde bile yeterince kavranmayan bilimsel sahtecilik konusunda yıllardır uyarılarda bulunan CBT’de konuya duyarlı bilimcilerimizin de işaret ettikleri gibi, görevleri kendilerine intikal eden etik olmayan davranışları açığa çıkarmak, sahtecilik iddialarını araştırmak ve sonuçlandırmak olan üniversite yönetimlerinin, YÖK’ün, etik kurulların ve yargının duyarlılıklarının zayıf olmasının ve olayların üzerine gidecek iradeyi gösterememelerinin etik/ahlak dışı davranışların önünün alınamamasında rolü büyüktür(ii).

Bilimde sahtecilik olaylarının artmasında, göreve atananlarda mesleki yeterlilik, basiret ve liyakat gibi nitelikleri aramayan kamu yönetimi anlayışının payının olmadığını söyleyebilir miyiz?

Utanç verici, yüz kızartıcı bu fiili işleyerek aslında büyük skandalların kahramanları haline gelen, aralarında rektör ve dekanların da olduğu yöneticilere yakın tarihimizde tanık olmadık mı?

Akademik kadrolara başvuracak kişilerde yurt dışı yayın ve atıf alma koşulunu titizlikle arayan üniversite yönetimlerinin, bir bilimcimizin yerinde bir deyişiyle “intihar” sözcüğü ile eşdeğer saydığı bu fiili işleyenler hakkında verdiği bir karar ya da kamuoyunun bilgi sahibi olduğu bir işlem hatırlıyor musunuz?i

Ya intihal suçunu işlediği gerekçesiyle öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılan bir öğretim üyesi ile ilgili kararında, yargı organlarının, üstelik bu şeref ve haysiyet kırıcı fiil bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan “intihal vardır” şeklindeki raporlarla ortaya konmuş olmasına karşın, işlenen suçun ağırlığını ve kamu görevinin özelliğini göz ardı ederek beraatle sonuçlandırmasına ya da idarenin takdir yetkisini kullanarak “bir alt ceza”ya hükmetmesine ne demeli?

Soruşturmayı yürüten üniversitenin suçun niteliğini göz önüne alarak verdiği “öğretim mesleğinden çıkarma” cezasını, intihal yapanın “geçmişteki iyi hali ve hizmetlerinin” gözetilmediği ve sanık lehine “takdir yetkisi kullanılmadığı” (md.16) gerekçeleriyle bozan ve “bir alt ceza verilmesi”ne hükmeden yargı kararları ne kadar etik?

Konuyla ilgili sayısız gazete haberlerine, yapılan suç duyurularına, YÖK’ün de bilgi sahibi olduğu idari soruşturmalara karşın, üniversite yönetimlerine ve YÖK’e intikal eden intihal olaylarının sürüyor olması, etik bilinçten yoksunluğun, ahlak aşınmasının ve kurumsal yozlaşmanın ne boyutta olduğunu gözler önüne seriyor.

Toplumda etik sorunlara karşı kamu bilinci yaratılmadığı ve Üniversiteler, YÖK, etik kurullar ve yargı bilimde sahtekarlık yapanlardan hesap sormadığı sürece etik/ahlak dışı davranışların önü alınamayacaktır.

Etik/ahlaki değerler açısından sorunlu bir dönemde olduğumuza dikkat çeken Türkiye Etik Değerler Merkezi (TEDMER) Başkanı’nın “etik sözcüğü bile insanları korkutuyor, üye bulmakta zorlanıyoruz” şeklindeki sözünü hatırlatalım ve soralım:

Gerçekten etik deyince herkes neden kaçıyor ve etik sözcüğü neden korkutuyor?v

Kaynaklar:

v İnam, A “İç Ahlak Yaşamının Özellikleri, Sorunları”,CBT, no:984, 8-28 Ocak, 2006; Poyraz, H “Niçin ahlaklı olmalıyız ? Yerel Siyaset, Şubat 2002 (2).

2 Sayın Orhan Bursalı’nın CBT dergisinin 12. 01. 2002 (No:773) tarihli, bu başlığı taşıyan yazısını ve aynı derginin değişik sayılarında konuya duyarlılıkla yaklaşan değerli bilimcilerimizin yazılarını hatırlatmakla yetinelim.

3 Gölbaşı, O “Türkiye bilimsel sıralamada aslında kaçıncı sırada?” CBT, no:1103, 9 Mayıs 2008.

4 Koç, S ”İntihal” her yerde, Radikal İki, 31.10.2004

5 “Etik deyince herkes kaçıyor”, Cumhuriyet, 26.11.2005

18 Haziran 2008

Bilim adamları sanılandan daha sahtekarmış (CNN TÜRK)

Bilim adamlarının, şimdiye kadar sanılandan daha ``sahtekâr`` olduğu ortaya çıktı.

ABD `de 2 binden fazla bilimadamı arasında yapılan araştırmanın sonuçları Nature dergisinde yayımlandı.

Ulusal Sağlık Enstitülerine bağlı 605 kurumda görev yapan 2 bin 212 bilim adamının yaklaşık yüzde 9`u, son üç yıl içinde çeşitli bilim adamı sahtekarlıklarının kulaklarına çalınmış olduğunu itiraf etti. Bu da toplam 201 vaka anlamına geliyor.

Araştırmayı yürütenler, bu sonuçları Sağlık Bakanlığının desteklediği bütün sağlık projelerine teşmil ederek, ABD `de bilimcilerin her yıl 2 bin 325 kötü niyetli davranış sergilediği, bunların bininin gizli kaldığı sonucuna vardı.

Bu sahtekarlıklar arasında uydurma raporlar ve yayınlar, çarpıtılmış veriler ve uydurma burs talipleri yüzde 60`la başı çekiyor. İntihal ise yüzde 36`yla ikinci sırada geliyor.

Araştırmacılar, resmi makamlara intikal eden sahtekarlık vakalarının çok az olduğunu, sahtekarlığın azaltılabilmesi için bazı tedbirler almak gerektiğini vurguladı.

18 Mayıs 2008

Zülfü Livaneli - AYDIN AHLAKI (VATAN)

>>>
Editör diyordu ki: “Bu (yani Batılıların plegiarism dedikleri şey) çok ciddi ve ağır bir suç. Profesör madem intihal yapmış, nasıl olup da mesleğine devam edebiliyor.” Zavallı editöre, intihalin bizde çok ciddi bir suç sayılmadığını anlatmakta epey güçlük çekmiştim.>>>

9 Mayıs 2008

Prof. Dr. Orhan Gölbaşı - TÜRKİYE BİLİMSEL SIRALAMADA ASLINDA KAÇINCI SIRADA? (CBT)

Cumhuriyet Bilim Teknik
09.05. 2008


Türkiye uluslararası bilimsel dergilerdeki yayın sayısı göz önüne alındığında, 1982 yılında 500 yayın ile 41. sıradayken, 2007’de yıllık 18.000 yayın ile 19. sıraya kadar yükseldi. 2007 Bologna Değerlendirme Raporu'na göre başarı sıralamasındaki yeri ise, 43 ülke arasında, 2005 yılında 33. iken, 2007 yılında 9. dereceye yükseldi. Bu göstergeler elbette kıvanç verici. Ancak bu durum 2007 yılında patlak veren zincirleme intihal olaylarının hâlâ sonuçlandırılmamasını ve kamuoyunun bilgilendirilmemesini haklı göstermez. (o.golbasi@iku.edu.tr)

Kısaca anımsayalım. Applied Mathematics and Computation dergisi, 15 Ağustos 2007 tarihinde yayımlanan sayısında, Türk Matematikçilerin yaptığı intihal nedeniyle okurlarından özür diledi (1). Ardından 6 Eylül 2007 tarihinde Nature dergisinde “Türk Fizikçiler İntihal suçlamasıyla karşı karşıya” başlığıyla toplu intihal olayı duyuruldu (2). Uluslararası elektronik kütüphane ArXiv, bu olaya adı karışan 14 fizikçinin 67 makalesini arşivinden çıkardı. İntihalle suçlananlar ise bir bildiri yayımlayarak olayı ortaya çıkaran kişilerin de aynı yöntemle bilimsel üretim yaptıklarını iddia etti. Aradan 7 ay kadar bir zaman geçmesine rağmen, hâlâ bu konuda herhangi bir sonuç kamuoyuna açıklanmış değil. YÖK’ten yapılan ilk açıklamalarda, konunun 21 Eylül 2007 tarihinde YÖK Genel Kurulu’nda ele alınacağı duyurulmuştu (3). Ancak bu açıklamayı yapan YÖK Başkan Vekili, yeni YÖK yönetimiyle çalışamayacağını belirterek, görevinden istifa etti. Bu konunun, yeni yönetimin gündeminde olup olmadığı ise bilinmiyor.

AŞIRANIN YANINA KÂR MI?

Ülkemizde, “aşırma aşıranın yanına kâr kalıyor” düşüncesi hâkimdir. Aşırma olayları konusunda bir “temiz eller” operasyonunun yapılmaması, kazanılan bilimsel statüye yapılan en büyük kötülüktür. Üniversitelerin bu konuya yaklaşımının ve böyle bir temizlik hareketine girişmemesinin altında yatan nedenlerden biri “Üniversitenin itibarını koruma ve kollama” refleksidir. Üniversitelerin, kendilerine intikal eden intihal iddialarını, hemen soruşturup sonuçlandırmak yerine, bir nevi sorunu uyutup unutturmayı seçmesinin geldiği nokta hiç de iç açıcı değildir. Vaktiyle halının altına süpürülmesi tercih edilenler, gereği gibi soruşturulsaydı Nature dergisinde de böyle onur kırıcı bir yazı çıkmazdı. Bugün bilim insanlarımızın çalışmalarına yurtdışında kuşkuyla yaklaşılmasında, acaba YÖK ve üniversitelerimiz kendi paylarına düşeni sorgulamayı düşünmezler mi?

Bugün gelinen noktada, meydan internete kalmış görünmekte. İnternette açılan birçok sitede, ülkemiz adına maalesef çok utanç verici mesajlar dolaşıyor. Bunlardan birinde yer alan blog sitesinde (4) ve bizzat Türk bilim insanlarınca verilen bilgiler dudak uçuklatıyor. Bu blog sitesinde adını ve web sitesinin adresini de veren bir bilim insanımız, isimler ve belgeler de vererek, bazı kişilerin kurdukları uydurma dergilerde, uydurma makaleler yazdıklarını, aslında olmayan konferansları düzenlenmiş gibi gösterdiklerini ve bunlar için hem TÜBİTAK’dan hem de bağlı oldukları üniversitelerinden önemli miktarlarda maddi destek aldıklarını yazıyor.

Aynı blog sitesinde, intihale adı karışan bir dekanın itirafı da yer alıyor (5). Dekan bu açıklamasında; birçok makaleden cümleleri aynen kopyalarken bilimsel bilgiyi aşırmanın amaçlanmadığını, sorunun iyi İngilizce bilmemekten kaynaklandığını ifade ediyor. Bu nedenle, makale yazılırken, aynı alanda çalışan kişilerin bilimsel çalışmalarındaki daha iyi ifade edilmiş İngilizce cümlelerin kopyalandığı belirtmektedir. Maalesef bu “özrü kabahatinden büyük” açıklama, bilimsel literatürde alay konusu edilmeye başlandı bile (6).

İNTİHALLER NEDEN ARTIYOR?

Toplumda ahlaki erozyon bunca artmışken, üniversitelerimizin bundan nasibini almaması beklenemezdi. Örneğin, sporda dopinglerin artış nedeni de akademik yükseltme için getirilen kriterlere ulaşmak için yapılan intihallerle benzer nedenleri paylaşmaktadır. Burada da sportif başarılara verilen maddi ödüllere erişmek için haksız rekabetin yapıldığını görmekteyiz. Peki bütün ülkelerde sportif başarılara ve bilimsel üretime verilen destekler, neden bizim ülkemizde doping ve intihallerin sayısında artışa yol açmaktadır? Bilimsel üretimde ulaşılan seviyenin korunması ve daha ileriye gitmesi için verilen teşvik ve ödüller bilim hırsızlığını artırıyorsa, oturup yeniden düşünmek gerekiyor: Nerede hata yapıyoruz? Kurduğumuz sistemde, kontrol mekanizmalarımızda ve bu mekanizmaların başına getirdiğimiz yöneticilerde hiç mi suç yok?

Applied Mathematics and Computation dergisinde intihal yaptığı duyurulan bir Türk matematikçi, basında yaptığı açıklamasında “Makalem uluslararası dergide yayımlanmasaydı, kimse görmezdi. Bu kadar da fırtına çıkmazdı” (7) demiş. Kesinlikle doğru, ama o zaman da maddi destek alamazdı ve bilimsel prestij sağlayamazdı. Yani bilim insanımız uluslararası platforma çıkmadığı sürece, yaptığı bilimsel hırsızlığın yanına kâr kalacağından adı kadar emin!

ETİK KURULLAR NE KADAR ETİK?

Bir başka üniversitede bir öğretim üyesi de, bir İngiliz matematikçinin kitabını bölüm sonundaki örnekler dahil olmak üzere aynen kopyaladığı basına yansıdığında (8) gazetecilere şöyle bir demeç veriyor: “Ben kitabımı etik kurulda aklayacağım” (9). Bire bir kopyalanan kitap ortadayken, aşıran kişinin etik kurula olan bu güvenini nasıl yorumlamak gerekir? Etik kurullar “kuru temizlemeci” gibi gösteren bu anlayış neden sorgulanmaz? Kuruluş amacı, etik olmayan her türlü davranışı açığa çıkarmak olan etik kurulların, bu tür iddiaları örtbas etmek için çalıştıklarını ima eden bu ifadelerin hesabı sorulmadığı sürece, kurulların varoluş nedeninin de şaibeli hale gelmesi önlenemeyecektir.

Üniversitelerin etik kurul yönetmeliğinde her türlü etik ihlali, aşırma, duplikasyon gibi konularda önerilen cezalar açıkça belirtilmiştir. Öğretim Üyeleri Disiplin Yönetmeliği’nin ilgili maddeleri çok açıktır ve bu tür ihlaller için meslekten çıkarmaya kadar varan cezalar öngörülmektedir.

Etik kurullar, Senato tarafından belirlenen üyeler arasından Üniversite Rektörlerince oluşturuluyor. Kimi durumlarda, görüşü alınan öğretim üyelerinin “İntihal vardır ve kişi hakkında disiplin soruşturması açılması gerekir” şeklindeki raporlarına karşın etik kurullar olayın intihal olmadığına karar verebilmektedir. Eseri çalınan kişilerin, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde, raportörlerin görüşlerinin ne yönde olduğunun açıklanmasını istemeleri de bir işe yaramamaktadır. Yani, bu kadar hassas bir konu nedense gizli-kapaklı yapılmaktadır.

YÖK HİÇ Mİ BİR ŞEY YAPMIYOR?

YÖK’ün hiçbir şey yapmadığını söylemek çok haksız bir iddia gibi görünebilir. Bilimsel etik konusunda toplantılar düzenleyen TÜBA, 2007 yılında düzenlediği Bilim Etiği Sempozyumu’nda ÜAK Etik Kurul Komisyonu Başkanı Prof.Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu da bir sunum yapmıştı (10) ve etik ihlaller konusundaki açıklamaları özetle şöyleydi: “YÖK’te, Sağlık, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler alanında etik ihlalleri soruşturan 3 komisyon vardı fakat ödenek yokluğundan!!! bir türlü sekreterya kurulamamıştı. Bu nedenle, çok sayıda etik ihlali başvurusu karşısında çaresiz kalınmış ve elle tutulur bir şey yapılamamıştı. ÜAK bünyesinde kurulan Etik Komisyonu’na da, ancak doçentliğe başvuran kişilerin etik ihlalleri konusundaki başvurular kabul ediliyordu”. Yani, bu açıklamadan çıkan sonuç şuydu: Doçentliğe başvurulmadığı sürece aşırmak serbestti.

PEKİ NE YAPILMALI?

• Üniversitelerin etik kurulları, üniversite üst yönetiminden bağımsız hale getirilmeli. Kurul üyelerin ilgili üniversite dışından atanması da düşünülebilir.

• Etik kurulların çalışmaları şeffaf olmalı ve sonuçlanan olaylarda görüşüne başvurulan raportörlerin raporları açıklanmalı.

• Sekreterya yokluğu, eleman eksikliği gibi komik gerekçeler arkasına sığınılmadan, 3-4 ay gibi kısa sürede sonuç alınacak şekilde düzenlemeler yapılıp hızla hayata geçirilmeli.

• Dünyada birçok üniversite, hem elemanlarını olası intihalden korumak hem de intihal olaylarını saptayabilmek için, “intihal belirleme programları”nı öğretim üyelerinin kullanımına sunuyor. Bizim üniversitelerimizin de bu programları satın alarak kullanıma sunmaları çok yararlı olur.

• Bütün bunlardan sonra, kesinleşmiş intihal olayları ve bu yayınların Türkiye’nin bilimsel üretiminden çıkarıldığı dünya bilim kamuoyuna duyurulmalı. Bunun için YÖK’ün web sayfasında bir bölüm açılabilir.

• Bu çalışmalar sonunda Türkiye, bilimsel sıralamada belki birkaç basamak geriye gidebilir. Fakat ülkemizi, “bilimsel çalışmalarına tümüne kuşkuyla bakılan bir ülke” olma konumundan çıkarmanın başka bir yolu da yok.

Kaynaklar:

1) Casti, J., Note from the Editor, Applied Mathematics and Computation, Vol. 191, Issue:2, pp. 299-301, August 15, 2007;

2) Brumfiel, G., Turkish physicists face accusations of plagiarism, Nature, 449, 6 September 2007;

3) Hürriyet, 16 Eylül 2007, s.22;

4) http://plagiarism-main.blogspot.com

5) Yılmaz, İ., Physical Review D. 77, 029901 (E) (2008);

6) Bouville, M., Plagiarism: Words and ideas, Science and Engineering Ethics, ArXiv:0803.1526v1 [physics.soc.ph], 11 Mar 2008;

7) Hürriyet, 16 Eylül 2007, s. 22;

8) Akşam, 16 Ekim 2007, İntihalde Akdeniz Üniversitesi Uzantısı, s.5;

9) Akşam, Ünal kitabını etik kurulda aklayacak, 20 Ekim 2007;

10) Yüzbaşıoğlu, N., Hukuk ve Etik, TÜBA Bilim Etiği Sempozyumu, 14-15 Aralık 2007, İTÜ, Maçka, İstanbul.

20 Nisan 2008

Prof. Dr. Tahsin Yeşildere - BİLİMİN DE ÇETESİ VAR! (ZAMAN)

RÖPORTAJ- Nuriye Akman
>>>

Bilim yapma olanakları tıkandığı için mi bu kadar çok intihal vakası oluyor?

Biliyorsunuz en son fizikçilerin dünya çapındaki bir intihali ortaya çıktı. Bunu ortaya çıkaranlar da yabancı bilim adamları. Bu da bizi çok üzdü. Daha önce İhsan Doğramacı'nın, Ömer Dinçer'in, Kemal Alemdaroğlu'nun, Necla Arat'ın intihalleri ortaya çıkmıştı. Siz öğretim üyelerinin kişisel husumeti veya kişisel ilişkileriyle akademik yükseltmeler yaparsanız böyle olaylar da ortaya çıkar tabii.

İntihaller saklanıyor, 'ne olacak, araştırmacı oradan biraz alıntı yapmış' diyenler var.

Maalesef. Biz doçentlik ve doktora sınavlarının açık ve şeffaf olarak yapılması hatta video kamera konulması, jürideki öğretim üyelerinin de denetlenmesi taraftarıyız. Her öğretim üyesinin de jürilere girmemesi lazım. Örneğin kendisini bilimsel yönden geliştirmemiştir. Uluslararası yayını yoktur. Yabancı dile hâkim değildir. Ondan çok daha iyi, yurtdışında doktorasını yapmış, yabancı dile hâkim ve uluslararası yayınları olan bir adayı jüride bırakabiliyorlar. Çünkü o jüri üyesinin, o adayın anabilim dalı başkanına karşı bir husumet ya da siyasal görüş farkı vardır. O çatışmadan o aday da zarar görüyor.

İntihalleri saptananların ceza aldıklarına da şahit olmadık...

Çünkü intihali saptayacak jüride de kişisel ilişkiler rol oynuyor. Kemal Alemdaroğlu'na YÖK'te soruşturma açılmadı ve ceza almadı. Meslek örgütü bu konuyu etik açıdan inceledi ve cezalandırdı. İhsan Doğramacı'nın kitabının intihal olduğunu kendi yayınevi söylediği halde onunla ilgili bilirkişilerin olumlu rapor vermesi nedeniyle intihal sayılmadı. Cerrahpaşa'da görevli Prof. Dr. Hasan Yazıcı çok gitti üstüne. Ve tazminat davaları açıldı ona. Hasan Yazıcı etik konusuna çok önem veren, özgün bilim yapan çok kıymetli bir bilim insanıdır. Ve tazminat davasını da yüzde 25 ödenmek kaydıyla kaybetti. Dolayısıyla yüzde 75 intihal olarak görüyor şimdi kendisi. Tazminat davasını yüzde 100 kazanmış olsaydı yüzde 100 intihal diyecekti.

Çete görüntüsü veriyor manzara.

Kesinlikle oldukça olumsuz bir durum.. Bilimsel bir çeteleşme mi nedir bilemiyorum. Tabii çeteyi hukuki anlamda örgütlü bir çalışma olarak kullanmayalım ama ahbap çavuş ilişkisi, adam kayırma var maalesef. Gerek akademik yükseltmelerdeki kişisel ilişkilerin kullanılması, gerekse intihallerin saptandığı zaman bile göz yumulması bilimin ilerlemesi yönünde bir engel teşkil ediyor.

Kim ortaya çıkarabilir bu bilim çetesini?

Valla çok zor. Bilim insanlarının kendi sorumluluklarını çok iyi bilmesi, özgün araştırmaların öne çıkarılması ve intihal yapmış olan kişilerin de kim olursa olsun üzerine gidilmesi gerekir. Son dört yılda 22 bilim insanı intihalden dolayı ceza görmüş. Açılan soruşturma sayısı 70. Bu, iyi bir gelişme.

Ama yeterli değil galiba?

Değil. İntihallerin önüne geçebilmek için çok sıkı önlemler alınması gerekiyor. Eğer siz baştan iyi yetiştirirseniz bilim insanını sonuçta o da intihallere karşı mücadele verir konuma gelir. Bize göre profesör ve doçent olmayı güçleştirmek gerekir. Herkesin profesör olmaması gerekir. İngiltere'de bugün Prof. sayısı çok azdır. Doktora çok önemlidir. Doktorayı çok önemli bir pozisyona getirip, insanların öğretim üyesi kadrosuyla ders vermelerini sağlamak lazım. >>>


18 Nisan 2008

Akademisyenlerin çığlığı (EVRENSEL)

>>>
İntihal sorunu
Mevcut sistemde yayın kalitesine değil, yayın sayısına önem verilmektedir. Nitekim yayın sayısında bir artış olsa da bilimsel ilerlemenin bu artışa paralel gittiğinden söz etmek mümkün değildir. Öte yandan, yayın baskısı bilim etiği ile bağdaşmayan davranışlar için de özendirici olmuştur. Ne yazık ki üniversitelerimizde intihal gibi ciddi yayın etiği sorunları yaşanmakta ve buna karşı duyarlı/sorumlu davranılmamaktadır. Oysa üniversiteyi üniversite yapan; eğitim, araştırma ve hizmete yönelik tutum ve davranışlarında evrensel bilim etiği değerlerinden taviz vermeyen insanlardır.>>>

14 Nisan 2008

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - BİLİMDE SAHTEKARLIK ARTIYOR (Sakarya Gazetesi)

Yukarıdaki başlık, Anadolu Üniversitesi'nin yayın organı olan Anadolu Haber'in son sayısında (Sayı:457, 4-10 Nisan 2008) yer almıştır. Hilal Kahya'nın haberine göre TÜBA şeref üyesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Özer Bekaroğlu, bilimde ahlak dışı davranışların artmasını bilimin çok hızlı gelişmesine bağlamıştır.

Prof. Bekaroğlu bu görüşünü, 25 Mart 2008 tarihinde AÜ Akademik Gelişim Birimi tarafından düzenlenen "Bilim Politikası ve Bilimde Etik" konulu konferansta açıklamıştır.

Ben Prof. Dr. Bekaroğlu gibi bilimde ahlak dışı davranışların -BİLİMSEL HIRSIZLIKLARIN (intihal)- artmasının sebebinin bilimin çok hızlı gelişmesi olduğuna inanmıyorum.

Bence gerçek sebep, intihalci hocaların korunup kollanması, "kol kırılır yen içinde kalır" görüşünün açıkçası "benim hırsızım iyidir" zihniyetinin üniversitelerimizde yaygınlaşmasıdır.

Bu köşede bilimsel hırsızlıklar ve hırsızlık yapan doktor, doçent ve profesörler ile ilgili olarak çok sayıda yazım yayınlanmıştır. Bu yazılarımda intihal yapan bazı üniversitelerimize mensup prof. doç. ve yrd. doçentlerin intihallerine değindim.
>>>

7 Nisan 2008

Bilimde sahtekarlık artıyor - (Anadolu Haber)

İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi ve Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyesi Prof. Dr. Özer Bekaroğlu, bilimde ahlak dışı davranışların artmasını bilimin çok hızlı gelişmesine bağladı.
Anadolu Üniversitesi Akademik Gelişim Birimi tarafından düzenlenen “Bilim Politikası ve Bilimde Etik” konulu konferans, 26 Mart günü Kongre Merkezi Salon Anadolu’da gerçekleştirildi.
Konferansa konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Özer Bekaroğlu, etiğin sadece bilimde değil hayatın her safhasında olduğunu söyledi.

Sahteciliğin yolları
Prof. Dr. Bekaroğlu “Bilimde etik son zamanlarda çok konuşulur hale geldi; çünkü tüm dünyada bilimde yapılan sahtekârlıkların sayısı çok arttı, Amerika’da her yıl sahtekârlık üzerine yaklaşık 500 dava açılıyor” dedi. Bundan 20 yıl önceki bilimle şu anki bilim arasında çok büyük farklar olduğunu kaydeden Bekaroğlu, ahlak dışı davranışların bu kadar artmasının sebebinin bilimin çok hızlı gelişmesi olduğu söyledi. Bekaroğlu, bilimsel çalışmalarda sahteciliğin Türkiye için yedi başlıkta toplandığını ve bunların kopya çekme, verileri uydurma, veri değiştirme, hakemlik görevini kötüye kullanma gibi şekillerde yapıldığını ifade etti.

Emeksiz değer edinmek
Sahteciliğin ayrıca yayınlanan makalelerde diğer isimleri silip fotokopisini alarak tek isimle kendi yapmış gibi gösterme, kitap çevirerek kendi yazmış gibi adını koyarak bastırma, aynı yayını değişik iki ve daha fazla jurnale gönderip bastırarak makale sayısını fazla göstermeye çalışma gibi şekillerde yapıldığını belirtti.

Maddi kayıplar
Amerika sanayisinin etik dışı davranışlardan dolayı her ay 2 milyar dolar kayba uğradığına dikkat çeken Prof. Dr. Özer Bekaroğlu, şunları söyledi:
“Bir fabrikanın araştırma merkezinde çalışanlar yeni bir buluş yapıyorlar. Dolayısıyla fabrika da o buluşun patentini alarak daha fazla gelişmeyi ve rekabet gücünü arttırmayı planlıyor. Oradaki çalışanlardan biri bu çalışmayı alıp gizlice başka bir firmaya satıyor ve bu şekilde Amerika’da her ay 2 milyar dolar kayıp oluşuyor.”

26 Mart 2008

Bekaroğlu “Bilimde yapılan sahtekârlıkların sayısı çok arttı”

İTÜ Öğretim Üyesi ve Türkiye Bilim Akademisi Şeref Üyesi Prof. Dr. Özer Bekaroğlu, bilimde ahlak dışı davranışların artmasının sebebini bilimin çok hızlı gelişmesine bağladı.>>>

İntihalle ödül almışlar (Milliyet)

13 Mart 2008

Bilim dünyası sahtekârlığı (SABAH)

İntihallerle sarsılan bilim dünyasında bilimsel sahtekârlıklar ilk kez panel konusu oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)'de salı günü "Bilim ve Etik Paneli: Akademik Yolsuzluklar, Akademide Teknolojinin Kötüye Kullanımı, Bilişim Suçları, Güncel ve Geçmişteki Örnekler" adıyla gerçekleştirilen panelde katılımcılar birbirinden şaşırtıcı bilimsel sahtekarlık örnekleri sundu.>>>

İntihal yapan akademisyen, laikliğe sarılıyor!(ZAMAN)

İstanbul Teknik Üniversitesi'nin (İTÜ) düzenlediği 'Bilim ve Etik' panelinde konuşan gazeteci-yazar Murat Bardakçı, intihal yapan yazar ve akademisyenlerin 'Ben devrimciyim, Atatürkçüyüm.Yobazların önünü kesmeye çalışıyorum' yalanına sarıldıklarını söyledi. Bardakçı, bu tür 'hırsızlıkları' ortaya çıkardığı için kendisinin 'Atatürkçülüğe, laikliğe ve devrimlere set çekmekle' suçlandığını anlattı.

İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi'nde gerçekleştirilen 'Bilim ve Etik' panelinde, akademik yolsuzluklar, akademide teknolojinin kötüye kullanımı ve bilişim suçları ile ilgili sunumlar yapıldı. Akademisyenler ve araştırmacılar, üniversitelerde intihal olaylarının yoğun bir şekilde devam ettiğini örneklerle ortaya koydu. İntihal konusunda çok sayıda yazı kaleme alan gazeteci-yazar Murat Bardakçı, üniversite yönetimlerinin bu suçu işleyen akademisyenleri koruduğunu öne sürdü. Bardakçı, intihal yapan kişilerin kendilerini savunma yöntemlerini şöyle anlattı: "Bir intihal olayını yazdığımızda ilk olarak bir telefon gelir, 'Çok haklısınız ama ben dipnot yazmıştım, giderken yolda düşmüş' derler. 60-70 sayfayı makaslamıştır. Bu kadar sayfaya dipnot konulmayacağının, bunun bir alıntı olamayacağının bilincinde ya değildir ya da sahtekârlık yapmaktadır. İkincisi mantıksız açıklamalardır. Yazının çıktığından haberdar olmadıklarını iddia ederler. Bir de intihali ortaya çıkaranı suçlarlar. Bu kişinin hırsız, intihalci, makasçı olduğu ile ilgili yapılan yayının, Atatürkçülüğe, laikliğe ve devrimlere set çekmek için, o kişinin Atatürkçü mücadelesini önlemek için yapılmış bir mesele olduğudur. Yani hırsızlıkla Atatürkçülüğün ne alakası var bilmiyorum. 'Ben devrimciyim, yobazların önünü kesmeye çalışıyordum. Onun için bu yazıldı' denir. Ama 'iftira' diyemiyor."

Murat Bardakçı ayrıca, intihal konusunda 15 senedir çok sayıda yayın yaptığına; fakat hiçbir sonuç alamadığına dikkat çekti. "Rektörler, hırsızlara her zaman sahip çıktı." diyen Bardakçı, "Rektörler beni arayıp, 'ilgileniyoruz' dedi. Ama hiçbir şey çıkmadı. Hatta bazı olaylarda ben suçlu ilan edildim." şeklinde konuştu.

Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Nurettin Bilici ise bilim hırsızlığı yapan birçok akademisyenin görevine devam ettiğini, hatta üniversitede yükseldiğini belirtti. İntihallerin yeterince yargıya taşınmadığını vurgulayan Bilici, bazı akademisyenlerin üniversitede kolay yükselme arzusunda olduğunu, bunun için de yazması uzun sürecek makaleleri makasladığını ve seri üretim yaptığını kaydetti. İntihal yapanları gündeme getirdiği için sekiz kez yargılandığını anlatan Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Prof. Dr. İzge Ünal, YÖK ve Üniversitelerarası Kurul'un intihal yapanlara karşı daha etkili bir şekilde mücadele etmesi gerektiğini ifade etti.


12 Mart 2008

Murat Bardakçı - İntihalciler artık sağlığımızı bile tehdit ediyorlar (HABERTÜRK)

Dün, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde “Bilim ve Etik Paneli” yapıldı. Ana konu, üniversitelerde gittikçe artan “intihal”, yani “bilimsel hırsızlık” olaylarıydı.
Prof. Dr. Tayfun Akgül’ün organize ettiği panele, ben de katıldım. Türkiye’de intihal konusunda son 10 sene boyunca en fazla yazan gazetecilerden biri olmam dolayısıyla intihal hadiselerini bildiğimi zannediyordum ama konuşmacıların anlattıklarını dinleyip verdikleri örnekleri görünce, aslında hiçbirşey bilmediğimi farkettim. Bilimsel soygunculuklar inanılmaz derecede artmış, isimlerinin başında “Prof.”, “Doç.” yahut “Dr.” gibisinden bilimsel ünvan taşıyan akademik hırsızlar akla-hayâle gelmeyecek yepyeni makaslama metodları icad etmişlerdi.
“İntihal” kelimesi, sözlüklerde genellikle “başkasının eserini kendisininmiş gibi gösterip yayınlama” şeklinde açıklanır ama bence düpedüz hırsızlıktır, üstelik hırsızlığın en pespaye şeklidir. Sıradan bir hırsız paranızı, malınızı yahut bir başka kıymetli eşyanızı çalan kişidir ama intihalde fikrinizin, düşüncenizin ve emeğinizin üzerine oturulması sözkonusudur. Zira, intihalci sizin için çok daha kıymetli olan birşeyi, aylarınızı, hattâ bazen senelerinizi sarfederek verdiğiniz eseri, düşüncenizi ve göznurunuzu çalmıştır ve bunun kıymetinin parayla, pulla, fiyatla, vesaireyle ölçülmesi mümkün değildir. İntihalin, hırsızlığın ve sahtekârlığın en aşağılık biçimi olmasının sebebi işte budur.
İTÜ’nün Ayazağa’daki kampüsünde yapılan panelde, konuşmacılar akademik ünvanlı hırsızları ve geliştirdikleri makaslama metodlarını bir bir sergilerlerken, açıkçası dehşete düştüm. İlim merkezlerimiz olması gereken üniversitelerde yapılan böyle hırsızlıklara alışkındım ama, konunun beni hayretler içerisinde bırakan bir başka tarafı, son bir-iki sene içerisinde mahkemelik olan intihal olayları karşısında üniversite yönetimlerinin ardından adaletin takındığı tavırdı.
Üniversitelerin intihal olayları karşısında ne kadar sessiz kaldıklarını kendi yazdıklarımın neticesinden biliyordum. Akademik hırsızlık olayıyla karşılaşan yönetim bu işi genellikle örtbas etme yolunu tercih ederdi; zira “tencere dibin kara, seninki benden kara” misali vaziyetler sözkonusuydu. Seneler boyunca yazdığım ve belgeleriyle ortaya koyduğum dünya kadar intihal hadisesi önce YÖK, ardından da rektörlükler yahut dekanlıklar sayesinde örtbas edilmiş, sadece tek bir intihalciye birkaç aylık veza verilmiş, hemen ardından o ceza da affedilmişti.
Dünkü panelin beni daha fazla şaşırtan tarafı, adeletin bu konuda vermeye başladığı kararlar oldu. Bir örnek: YÖK’ün mucidi Prof. İhsan Doğramacı’ya ait olan “Annenin Kitabı” isimli eserin bir bölümünün Amerikalı bir yazarın kitabından çalıntı olduğu bundan yıllarca önce ortaya çıkmış; Doğramacı intihali gündeme getiren bir meslekdaşını, Prof. Dr. Hasan Yazıcı’yı dava edip tazminat istemişti. Senelerce süren dava geçenlerde Yargıtay’da yapılan son duruşmada sonuçlanmış ve Prof. Yazıcı, Prof. Doğramacı’ya tazminat ödemeye mahkûm olmuştu ama kararda bir tuhaflık vardı: Yüksek mahkeme Prof. Doğramacı’nın Amerikalı yazarın eserinden izinsiz alıntı yaptığını kabul ediyor fakat kitabın akademik bir yayın olmaması sebebiyle ortada intihal hadisesinin mevcut bulunmadığını söylüyordu. Anlayacağınız, ortada birilerinin “evsahibini bastırması” hadisesi vardı.
Prof. Dr. Hasan Yazıcı, davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı. Türkiye’nin bu en meşhur intihal hadisesinin son kararı, artık Strazburg’da verilecek.
Türkiye, Çin ile beraber, özellikle de tıp alanında yazılan makalelerin sayısı bakımından bugün dünyada en fazla sayıda yayın yapan ülkelerinin başında geliyor. Ama bu yayınların çok az bir kısmı orijinal araştırma neticesi, neredeyse tamamı yürütme ve dolayısıyla bundan böyle hepimiz dikkatli olmak zorundayız. Zira, intihaller, özellikle de tıbbî alanda yapılan çalıntılar artık sağlığımızı tehdit eder hâle geldiler. Panelde önce Prof. Hasan Yazıcı’nın, daha sonra da Prof. İzge Günal’ın anlattıklarına göre intihal edilerek yahut masabaşında uydurma yollarla kaleme alınan tıbbî makalelerdeki hatalar, doktorların bu makalelerde yazılanları uygulamaları halinde ölümlere sebebiyet verecek derecede.
Biz hâlâ türban meselesiyle uğraşaduralım... İlim merkezlerimiz olması gereken üniversitelerimiz şimdi bu haldeler ama ne gam!

5 Mart 2008

Türk Astronomi Derneği - TAD

Etik İlkeler Belgesi

Bir bilimsel meslek kuruluşu olarak Türk Astronomi Derneği bilimsel araştırma ve akademik dürüstlük ile ilgili aşağıdaki temel etik ilkeleri benimser ve duyurur:

  1. NE bulundu, NASIL bulundu:
    Bilimsel araştırmada deney, gözlem ve hesaplardan elde edilen sonuçların hiç bir şekilde çarpıtılmamasına, sonuçların nasıl bulunduğunun ve hata paylarının tartışılmasına, sonuçlara ekleme yapılmamasına, gözlem ve deneyden çıkmayan sonuçların gerçek araştırma sonucu izlenimi verecek şekilde yayınlanmamasına özen gösterilir.
  2. Araştırmayı KİM yaptı:
    Araştırma sonuçları yayınlanırken sadece bu araştırmaya katkıda bulunmuş kişilerin isimleriyle yayınlanır, katkısı olmayan kişilerin isimleri yazarlar arasına katılmaz.
  3. BİLGİNİN KAYNAĞI'nı belirtme:
    Başkalarının araştırmalarından veya çalışmalarından yararlanılıyorsa, bu durum açıkça belirtilir. Yayınlanmış veya yayınlanmamış kaynaklardan doğrudan alıntı ancak hem "tırnak işaretleri" ile belirtilerek hem de atıf verilerek yapılır. Bu usuller yazarların kendi eserlerinden alıntı yapmaları halinde de, veya alıntı özgün sonuçlar içermese de uygulanır. Bilgi kaynağının doğru şekilde hakkını verme kuralı sadece araştırma makaleleri için değil, ders kitabı, popüler kitap, derleme, çeviri vb her türlü ürün için geçerlidir.
  4. KATKININ NİTELİĞİ'ni belirtme:
    Yapılan yayın özgün araştırma değilse, telif, derleme , veya çeviri olduğunun yayında açıkça ve doğru olarak belirtilmesi gerekir.
  5. Ortak çalışmalarda, eğitim ve yönetimde DÜRÜSTLÜK:
    Araştırmacılar, akademik kurumlarında ve araştırma kurumlarındaki yöneticiler, öğretim üyeleri ve öğrenciler konumlarını ve yetkilerini sadece araştırmayı ve araştırmacıları destekleme yönünde kullanmalıdırlar. Akademik yükseltme, lisans ve lisansüstü eğitim, tez ve jürilerde, izin ve görevlendirmelerde, proje başvuru ve değerlendirmelerinde araştırma yetkinliği dışındaki etkenler, özellikle kişisel ilişkiler ve grup ilişkileri akademik değerlendirmelerin ve araştırma etkinliklerinin önüne geçmemelidir.

24 Şubat 2008

Doç. Dr. Hakan Mıhcı - Türban üniversitelerde neleri örtüyor, neleri açığa çıkartıyor?(EVRENSEL)

>>>

Bu hengamede üniversitede üstlenilen idari görevlerin sağladığı güç ilişkileri ve rantlar, akademik yükselmeler, doktora ve doçentlik jürilerinin oluşturulmasında ve adayların değerlendirilmesinde karşılaşılan adaletsizlikler, hasıraltı edilen intihal soruşturmaları, hiçbir katkısı bulunmamasına rağmen güç ilişkileri kollanarak akademik çalışmalara yazılan yazar adları ve benzeri etik sorunların, üniversitenin gündemine girmesi sürekli ertelenmektedir.

Oysa üniversite çalışanları, yukarıda kısaca değinilen kimi sorunlara türban sorunu kadar hassasiyetle yaklaşmayı becerebilmelidir. Bunu becermenin yolu da bireycilikten uzaklaşıp karşıdakini anlamaya yönelmek ve toplumsal yararı öne çıkartarak birlikte hareket etmeye açık olmaktan geçmektedir. Bu başarılabildiği ölçüde özelde üniversitenin genelde toplumun başına türban geçirmeye çalışanların amaçlarına ulaşmaları kolay olmayacaktır.

8 Şubat 2008

Ben bilmiyordum demek kurtarmayacak! (BUGÜN)

İNTİHAL YAPANA BEŞ YIL HAPİS
Başkasına ait esere, kendi eseri olarak ad koyan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıyla cezalandırılacak. Bu fiilin dağıtmak veya yayımlamak suretiyle işlenmesi halinde, hapis cezasının üst sınırı beş yıl olacak, adli para cezası ise hükmolmayacak. Bir eserden kaynak göstermeksizin iktibasta bulunan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıyla cezalandırılacak. Hak sahibi kişilerin izni olmaksızın, alenileşmemiş bir eserin muhtevası hakkında kamuya açıklamada bulunan kişi, altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılacak. Bir eserle ilgili olarak yetersiz, yanlış veya aldatıcı mahiyette kaynak gösteren kişi, altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılacak.

8 Şubat 2008 CUMA
Resmî Gazete
Sayı : 26781

KANUN TEMEL CEZA KANUNLARINA UYUM AMACIYLA ÇEŞİTLİ KANUNLARDA VE DİĞER BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN

MADDE 138- 5846 sayılı Kanunun 71 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“1. Manevi, mali veya bağlantılı haklara tecavüz

MADDE 71- Bu Kanunda koruma altına alınan fikir ve sanat eserleriyle ilgili manevi, mali veya bağlantılı hakları ihlal ederek:

1. Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kişilerin yazılı izni olmaksızın işleyen, temsil eden, çoğaltan, değiştiren, dağıtan, her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak işlenen veya çoğaltılan eserleri satışa arz eden, satan, kiralamak veya ödünç vermek suretiyle ya da sair
şekilde yayan, ticarî amaçla satın alan, ithal veya ihraç eden, kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

2. Başkasına ait esere, kendi eseri olarak ad koyan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır. Bu fiilin dağıtmak veya yayımlamak suretiyle işlenmesi hâlinde, hapis cezasının üst sınırı beş yıl olup, adlî para cezasına hükmolunamaz.

3. Bir eserden kaynak göstermeksizin iktibasta bulunan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır.

4. Hak sahibi kişilerin izni olmaksızın, alenileşmemiş bir eserin muhtevası hakkında kamuya açıklamada bulunan kişi, altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

5. Bir eserle ilgili olarak yetersiz, yanlış veya aldatıcı mahiyette kaynak gösteren kişi, altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

6. Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı, tanınmış bir başkasının adını kullanarak çoğaltan, dağıtan, yayan veya yayımlayan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır.

Bu Kanunun ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında bahsi geçen fiilleri yetkisiz olarak işleyenler ile bu Kanunda tanınmış hakları ihlâl etmeye devam eden bilgi içerik sağlayıcılar hakkında, fiilleri daha ağır cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde, üç aydan iki yıla kadar hapis
cezasına hükmolunur.

Hukuka aykırı olarak üretilmiş, işlenmiş, çoğaltılmış, dağıtılmış veya yayımlanmış bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı satışa arz eden, satan veya satın alan kişi, kovuşturma evresinden önce bunları kimden temin ettiğini bildirerek yakalanmalarını sağladığı takdirde, hakkında verilecek cezadan indirim yapılabileceği gibi ceza vermekten de vazgeçilebilir.”

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.