NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

25 Nisan 2024

Dr. Tansu KÜÇÜKÖNCÜ(*) - Bilimci ve Üniversite Sıralamaları Kandırmacası

İnsafsız uçan Türk akademisyenler ve insafsız uçan Türk üniversiteleri

Yıllardır yılda bir kaç kez bilimci ve üniversite ve bunlara paralel ülke sıralamaları ortaya seriliyor: düpedüz kandırmaca! 

Bir listeye giremeyen öbür listeye giriyor. Yeni kurulmuş apartman üniversitesi, dünyada ilk 500'de... süper! Sanırsın ki biz Batı’dan değil, Batı bizden 350 yıl geride..! Sanırsın ki bilimi ve teknolojiyi Batı değil, biz keşfettik ve icat ettik. 

Müşterisi bol olmalı ki listeler giderek kalabalıklaşıyor, “Dünyada ilk bir kaç yüzbin bilimci listesi”: bunlar en çok makalesi olan ve en çok atıf alanlarmış. 

Listeler haftada 2 makale yayınlayan Speedy Gonzales uçan Türk bilimcilerle dolu: matematikçi, fizikçi, tıpçı, ne ararsan var, 2.000 makaleyi geçenler var, 10.000 atıfı geçenler var. Bunlara oluk oluk paralar, ödüller, teşvikler de akıtılıyor; her yerde (üniversite, bürokrasi, özel sektör) çok hızlı yükseliyorlar. 

Bunların bazılarını ne gören var ne bilen, kimsenin “gel seni bir görelim, tanışalım, çalışmalarını dinleyelim, ufkumuzu aç” dememesini de fırsat bilerek kimseyi uyandırmadan karanlık sularda avlanıyorlar. Aşağıdakiler haricindeki özellikle matematikçi ve fizikçi örnek isimlerden başka bir yazıda bahsedelim. Haftada 2 aşk mektubu yazmaya kalksan yazamazsın. 

Kim bunlar, nasıl beceriyorlar? 

Profesyonel yerli ve yabancı makale ve atıf şebekeleri ve parayla makale ve tez yazanlar ve yazdıranlar ve parayla her makaleyi basan “yağmacı dergiler” ve “yağmacı konferanslar”... ve yetmedi: “sahte dergiler” ve “sahte konferanslar”.

Meydan sahipsiz. Bilimcilerimiz ve üniversitelerimiz bu alanlarda dünyada ilk 3'te (Nijerya ve Hindistan ile), o kadar iddialılar yani. Yılda “çoğu işe yaramaz” 60.000 makale ile Türkiye, ülkeler arasında 20.lik civarında. 

Yabancı üniversite öğrencisi pazarında ülke sıralamasına bakarlarmış, Nijerya'nın pastadaki payından kapmaya çalışırmışız. O sayede 350.000 yabancı öğrenci bizi seçmiş ve bizi onurlandırmış, biz de onlar burada okusunlar diye neredeyse üstüne para verirmişiz.

Her Türk üniversite mezunu doğar

200.000 civarında akademisyenimiz var. Değil fazladan 350.000 yabancı öğrenciyi, 350.000 Türk öğrenciyi okutmaya yetmez. 8 milyondan fazla üniversite öğrencisini okutmaya yetmediği kesin! 

Ülkede her 10 kişiden 1'i üniversite öğrencisi. Milyonlarca üniversite mezununun 10'da 1'i için iş var mı? Yok! 

Bunlar acayip anormal. Çok tuhaf şeyler oluyor, ama ne? Bunlardan organize birileri haksız çok kazanıyor, kesin! Ülke çok kaybediyor, kesin! 

Bizle aynı nüfusa sahip bilim öncüsü ve bizden çok zengin Almanya'da 2 milyon üniversite öğrencisi var, o kadarıyla zor başa çıkıyorlar. 

Türk tipi makale rekortmeni araştırma tipi üniversiteler intihal doktora tezlerinde de rekortmenler

Ülkede yıllardır en çok matematik fışkıran 2 bölüm Ege Üniversitesi Matematik, Çankaya Üniversitesi Matematik ve en çok kuantum fiziği fışkıran 2 bölüm Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fizik ve Bilgisayar Mühendisliği için ilgili ve yetkili ve doğrudan muhatap herkese buradan bir çağrı yapalım:

Türk Matematik Derneği (TMD), Türk Fizik Derneği, Bilim Akademisi Derneği, Elektrik Mühendisleri Odası ve Bilgisayar Mühendisleri Odası da aracı olsun.

Şimdiye dek diğer Türk matematikçilerin ve fizikçilerin karşılaşmadığı, ya kendi sularında ya da bilmediğimiz uluslararası sularda yüzen, bu bölümlerdeki hocalar, dünyaya fışkırttıkları matematik ve fiziği, bizden esirgemesinler, bize de anlatsınlar. Bizi bölümlerine davet etsinler ya da Şirince'de Matematik Köyü'nde toplanalım, artık kendileriyle tanışalım, basını da davet edelim, anlattıklarını kayda alalım ve internete de koyalım, herkes faydalansın.DEVAMI>>

29 Mart 2024

Gözde BEDELOĞLU - Kıbrıs'taki sahte diploma soruşturması durduruldu mu? (BirGün)

Yaklaşık iki aydır Kıbrıs'ın kuzeyi 'sahte diploma ve yolsuzluk' skandalıyla çalkalanıyor. 
MHP Mersin Milletvekili Levent Uysal'ın eşi Ece Uysal'ın kurduğu Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi'nde (KSTBÜ) yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanıp serbest bırakılan üniversitenin Genel Sekreteri Serdal Gündüz'ün ifadesine göre, sahte not girişleri yapılarak 600'ü aşkın kişiye sahte diploma verilmiş. 
Kademe ve maaş artışı için yüksek lisans diploması alanların arasında polis, asker ve devlet memurlarının adı geçiyor. Ayrıca KKTC Meclisi'ndeki bazı milletvekillerinin diplomalarının da şaibeli olduğu söyleniyor. Soruşturmaya ismi karışanlar arasında Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın yakın koruması polis Şerif Avcil, okulun mütevelli heyeti başkan yardımcısı ve eski bakan Kemal Dürüst, eski bakanlık müdürü Meray Dürüst, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı mensubu Yarbay Özgür Alp, Ulusal Birlik Partisi (UBP) vekili Emrah Yeşilırmak, TRT Kuzey Kıbrıs temsilcisi Sefa Karahasan, Polis Müdürü Barış Sel, Yükseköğretim Planlama, Denetleme ve Akreditasyon Kurumu (YÖDAK) Başkanı Prof. Dr.Turgay Avcı, YÖDAK Genel Sekreteri Derviş Refiker ve YÖDAK eski üyesi Prof. Dr. Mehmet Hasgüler var. Polisin elinde yüzlerce kişilik bir liste olduğu konuşuluyor. 

∗∗∗

Sahte diploma, Kıbrıs ve Türkiye'de ilk kez gündeme gelen bir konu değil. Birgün'ün Serhat Boztaş imzalı 24 Eylül 2010 tarihli haberinde, TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu'nun sözleriyle “sahte diploma ve denklik belgeleriyle mimarlık yetkisi kullanan organize bir sahtekarlıkla karşı karşıya olunduğu” aktarılmıştı. Muhcu, sahte diplomalar ile odaya kayıt yaptıran şahısların ortak özelliğinin ellerindeki diplomaların KKTC'deki üniversitelere ait olduğunu söylemiş ve durum ortaya çıkana kadar mimarlık hizmeti sunup mimari projelerin altına imza attıklarına dikkat çekmişti. 

Türkiye, bu ciddi soruna rağmen Kıbrıs'ın kuzeyinde ard arda üniversite açılmasını teşvik etmiş ve KKTC hükümetlerinden yatırımcılara arazi tahsisi ve vergi indirimleri gibi imtiyazlar sağlanması istenmişti. 2016 yılında MHP'li Levent Uysal'ın eşi Ece Uysal tarafından kurulan KSTBÜ'ye 2017'de YÖK tarafından denklik verildi. KTSBÜ mezunlarının diplomaları Türkiye'de kabul görüyor ve tıp fakültesi mezunları hekimlik yapabiliyor.

∗∗∗

T.C hükümeti olayın aciliyetini tesbit etmiş ve KKTC hükümeti de sahte diploma skandalıyla ilgili çözümü 'ana vatanın' desteğinde görmüş olacak ki YÖK heyeti YÖDAK ile birlikte teknik çalışmalar yapmak üzere Kıbrıs'a gitti. Küçücük adaya neden bu kadar çok üniversite açıldığı ya da yıllardır süren sahte diploma sorununa neden ilgi gösterilmediği tartışmalarına hiç girmeye gerek duymadan, eski Başbakan ve UBP milletvekili Faiz Sucuoğlu, adada çok fazla denetimsiz üniversite izni verildiğini, bazılarının tabela üniversitesi şeklinde kaldığını, bir nevi olaya ticari açıdan bakıldığını söyledi ve ekledi “bu diplomaları terfi için kullanalar ayrı ama bir de hiç bir yerde kullanılmamış diplomalar için ayrı bir şey yapmak lazım, çünkü iş farklı boyutlara gidecek gibi görünüyor ve bu büyük bir zarar verecektir.” 

Haliyle insan merak ediyor; okullar neden denetimsiz bırakıldı, YÖDAK yetkisiz bir kurum mu yoksa yetkisizleştirilmiş bir kurum mu, sahte diploma alıp kullanmayanlar da suç işlemiş olmuyor mu, işin gideceği farklı boyut ve zarardan kasıt nedir ve bu sadece ticari açıdan bakılan olayda kara paranın izi var mı?

Kıbrıs'taki Avrupa Gazetesi'nin 25 Mart Pazartesi günü yayınladığı haberin başlığında söylendiği gibi yoksa “tutuklamalar buraya kadar mı”? Polisin elinde yüzlerce kişinin adının geçtiği uzun bir liste olduğu söylenirken YÖK'ün devreye girmesiyle konu kapandı mı? KKTC hükümeti operasyonların daha ileriye götürülmemesi için Ankara'yla mı anlaştı?

∗∗∗

Gelin filmi biraz başa saralım. 2022'de, YÖDAK üyesi Prof. Dr. Hasret Balcıoğlu'nun diplomasının sahte olduğu ortaya çıktı. YÖDAK, başkan Turgay Avcı dahil tüm üyelerden ve üniversite rektörlerinden diploma ve transkript belgelerini istedi. Ancak Avcı, Prof. Dr. Mehmet Hasgüler başkanlığında görevlendirilen araştırma heyetine, not dökümünü içeren transkriptini sunmadı. Konu, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın “ben gördüm, diploma gerçek” deyip onaylamasıyla kapandı. Turgay Avcı'nın mühendis olarak çalışabilmesi için meslek odasına kayıt yaptırması zorunluyken herhangi bir kayda rastlanmaması da şüpheleri artırdı. 

Yine Avrupa Gazetesi'nde dün yer alan diğer bir habere göre KKTC üniversitelerinden Türkiye'deki bazı üst düzey yetkililere de hakkı olmayan ünvanlar verildi. Bunlardan biri, Mehmet Hasgüler'in ortaya çıkardığı, Türkiye'nin eski Tokyo büyükelçisi Umut Arık'a ait. Arık, Japonya'da kendisine verilen 'onursal doktora' ile Kıbrıs'taki Lefke Avrupa Üniversitesi'nden önce yardımcı doçentlik ardından doçentlik aldı. Üniversite, YÖDAK'ın doçentliğin iptal edilmesi yönündeki talebini reddetti. Bunun üzerine polise giderek şikayetçi olan ve Arık tarafından tehdit edildiğini iddia eden Hasgüler'in çabası sonuç verdi, Arık'ın doçentliği iptal edildi.

∗∗∗

O halde akla takılan bir diğer soru şu; bu iki örnek ile sahte diploma konusuna ciddiyetle yaklaştığı anlaşılan Prof. Dr. Mehmet Hasgüler nasıl oldu da KSTBÜ'de başlayan soruşturmaya dahil edildi? 

Hasgüler, üniversite bünyesinde açılan tıp fakültesine verilen 'hızlandırılmış' izin için rüşvet almakla suçlanıyor. Suçlamayı reddeden Hasgüler, iznin YÖDAK'tan önce hükümet tarafından verildiğini ve bunun kanıtının da KSTBÜ'de çalışan iki akademisyenin Bakanlar Kurulu tarafından tıp ve eczacılık fakültesi temsilcileri olarak ilan edildiği karar olduğunu belirtiyor. Tutuksuz yargılanan Mehmet Hasgüler adadaki sahte diploma skandalıyla ilgili cevapsız bırakılan sorular olduğunu söylüyor ve ciddi iddialarda bulunuyor. Kıbrıs ve Türkiye dışında hangi ülke vatandaşlarına ve ne kadar diploma satıldı? Hasgüler'e göre skandal KSTBÜ ile sınırlı değil, şu an soruşturmaya dahil edilmeyen başka üniversiteler de var ve bunlar Türkiye'deki bürokratlara, daire başkanlarına doktora verdi. Görevdeyken YÖDAK olarak, YÖK, YÖDAK ve Eğitim Bakanlığı'ndan izinsiz açılan lisans ve yüksek lisan programlarını durdurduklarını söyleyen Hasgüler oralardan kaç kişinin sahte diploma aldığının araştırılması gerektiğini belirtiyor. 

Polisin içinde bu diplomaları alanların sayısı kaç? Kaç tane ordu mensubu, müsteşar, müdür bu yolla  barem yükseltti? İddia edildiği gibi İran ordusuna da diploma satıldı mı? Cevap bekleyen bunun gibi daha pek çok soru varken Türkiye'nin krize el koyması soruşturmada sona gelindiğinin bir işareti mi, göreceğiz.

10 Mart 2024

Dr. Umut Özkaleli - SAHTE DİPLOMA HİKAYESİNDE İKİ ADAM (KıbrısTIME)

Ada yarısında sahte diplomadan başka bir şey konuşulmuyor ama aslında sahte diploma ile ilgili gerekli hiçbir şey söylenmiyor.

Ben memleketinden uzak, 12 senedir sürgünde yaşayan “gerçek doktoralı” bir akademisyenim. Sürgünüm çünkü “köklü ve gerçek” denilen üniversitelerimizde sahte diploma ve intihal (fikir hırsızlığı) olduğunu Amerika’dan döndükten sonra tespit ve deşifre ettim.

İntihalciler ve sahteciler tarafından dava edildim. O zaman dava arkadaşım da kabul ettiğim birini avukatım olarak tuttum. Avukatımın ihanetine uğradım ve mahkeme sisteminin “katkıları” ile “usul hukukuna” uygunsuz dava dosyalanmasından dolayı intihal delilleri sunulmadığı için hiç açılmaması gereken bir dava aleyhime açılabildi. İntihalciler ve sahteciler beni “kişisel itibara saldırı” suçlaması ile mahkemeye götürünce üniversiteleri ve YÖDAK “konu mahkemede” diyerek diploma ve yayınlarını incelemedi. Bu size tanıdık geldi mi? Gelmediyse az sonra benzeşme göreceksiniz. Sabredin. Ben bu mücadele sırasında işsiz bırakılıp yurt dışından davalara getirilirken, 7 uzun yıllık mahkeme sürecindeki bütün intihalciler ve diploma sahtecileriüniversitelerdenada yarısında maaş çekti. Beni uçağa binip gelmeye zorladılar, “dava günü kaçırılamaz” dediler ama davayı açanlar hiç bir seferde gelmeyerek davayı erteletebildiler.

Sahtecinin sahteci olduğunu kanıtlamam için başını bile çevirip bakmayan akademisyenler, siyasetçi akademisyenler, temiz toplumcular ve YÖDAK tek bir söze asıldı: “konu mahkemelik, karışamayız”. Yedinci yılda bugün kelepçe ile gördüğünüz Mehmet Hasgüler YÖDAK üyesi olarak konu ile ilgilendi, Japonya ile iletişime geçti ve beni dava eden kişinin ortada bir diploması olmadığını açığa çıkardı. Bunun için polise kendisi suç duyurusunda bulundu.

Sahteciye kelepçe takılmadı. Fotoğrafları boy boy sosyal medyada gezdirilmedi.

Bugün “sahte diplomaların peşini bırakmayacağız” diyen Kudret Özersay’ın partisinden milletvekilliğine aday gösterdiği bir başka şahıs geçtiğimiz dönemlerde YÖDAK üyeliğine getirildi. Bu şahsın lisanssız DAÜ’de doktora yaptığı haberlere yansıdı ancak “istifa” etti denildi ve konu kapandı.

Onun da kelepçeli fotoğrafları boy boy her gazetede lanse edilmedi. Olayın sonu da nasıl geldi bilmeden gündemden düşürüldü. Özersay bu konuda hiçbir açıklama yaptı mı? Sorumluluk aldı mı? Ben açıklama görmedim, yaptıysa iletilmesini isterim. O şahsa ne olduğunu da açıklasa halka bir hizmet daha etmiş olur. Tedavüle sahte diploma sürmesi veya hak ettiğinin üzerinde payeler alması suç teşkil etmiyor mu? Üzerine gidilmeyi hak etmiyor mu?

Aylardır, YÖDAK başkanı, YÖDAK yasalarına uygun üniversite onaylı transkript (ders dökümü-4 yıl boyunca hangi dersleri aldığı) gösterememektedir. Bunu gündemde tutan yine Mehmet Hasgüler’dir. YÖDAK başkanının diploma denkliğini ortaya koyamamasına cevabı ne oldu? Hasgüler’e “dava açtı”. Mahkemelerde hiç olmaması gereken bir dava ile iş sürüncemeye girdi. Bana yapıldığı gibi. İntihal, diploma onaylama meselesi mahkemede “hakaret davası” açılarak üzeri örtülebilecek bir mesele değilken, “konu mahkemede” denilerek göz ardı edildi. Basdiş meselesi ilk patladığı anda da tutuklandı haberi yapılınca Avcı “yasal işlem” başlatacağını söyleyerek  dava tehdidi ile kendi haklılığını kendince yeniden kanıtladı. Dava açmak kişileri haklı pozisyona sokmamalı ama ada yarısında bu durum gelenekselleşmiş.

YÖDAK Başkanına “cila” atan gazeteciler diploma fotoğrafı çektiler ve kesin üsluplarla “diplomayı gördüklerini” tescillediler.

Hasgüler geçtiğimiz günlerde polisin önünde açıklama yaptı. Avcı’nın transkriptinin (not dökümünün) önemini kamuoyu ile paylaştı. Mahkemeye not dökümü sunamayan YÖDAK başkanının açtığı davayı ya da YÖDAK başkanlığınıda sürdürebilmesi artık kamuoyunda sessizlikle karşılanamayacak bir hal aldı.

Derken olay bir anda “basdiş” üzerinden rüşvete dönüverdi. Rüşvet önemlidir ama yetkinlik isteyen, eğitimi ile makam tutması gereken birinin bir okulu bitirip bitirmemesi de daha az önemli değildir. Önemliz olsaydı “sahte diploma” konusu üzerinden Özersay bu kadar gündem yaratmazdı. Basdiş kamuoyu gündemine gelirkenden, tüm kamuoyunun aklına durgunluk verecek şekilde Avcıüniversitesini denetlediği Dürüst’ten basdişi aldığını kabul etti ve sanki kimin ödediği değil hangi hesaptan ödediği önemliymiş gibi yaparak bunu önemsizleştirmeye çalıştı. Ama aslında suçunu kamuyu önünde kabul etti. Ardından Avcı tutuklandı haberi geldi, sonra yalanlandı. Kamuoyundaki tepki hızla artarken beklenen tutuklama geldi.

Tutuklama geldi mi? Gerçekten Avcı'yı tutuklu gördünüz mü? Kelepçeli fotoğraflarına baktınız mı?

Gördüğünüz tek kelepçeli fotoğraf Avcı’nın diploma gösteremediğini aylarca uğraşla inkar edilemez bir kabule taşıyan Hasgüler’inki oldu. “İkisinin”birden tutklandığını dinlediniz ama çoğunlukla yalnızca Hasgüler’in fotosunu gördünüz. Avcı’nın fotosu kelepçeli Hasgüler yanına yerleştirildiğinde de kalantor ceketli resmi konuldu. Bu iki adamın resmedilişi manipülatif bir zihin oyunu.Ya yalnızca bir suçlu ya biri suçlu biri takım elbiseli suçlanmamış yan yana duran iki adam imgesi kafanıza kazındı. “Bir suçlu var” denildi size. Şu an zihninizde yer eden “suçlu” not dökümü gösterememiş, basdişi mideye indirmiş YÖDAK başkanı değildir.Şu an zihninizdeki tek suçlu benim davamdaki sahteciyi açığa çıkarmış ve YÖDAK başkanının not dökümünü veremediğini kamuoyuyla paylaşan Hasgüler’dir. 

Avcı tutukluluk gün sayısına bile itiraz etmemiş. Neden etsin? Hastaneden “kalp krizi” riskini dinlenerek atlatacağını biliyor. Hasta olduğu için acaba sorgulaması da mı ertelenecek? Öyleyse bu “herkese eşit muamele” ilkesini koruyacak mı? Yoksa sistem bize sorgulanacak bir adam verdiği için öfkemizi tatmin etmiş olarak “dokunulmazlarına” dokunmamaya devam mı edecek? Bir yandan sistemde “dokunulmayan”kalmayacak diye bir siyasi alkış koparken öte yandan her zamanki gibi gerçekten korunması gerekenlere yolu uzananlar da korunacak mı?

Hasgüler suç işledi ise suçu sağlıklı, güvenilir, ikna edici şekilde ispatlanırsa ancak ceza çekmeli. Gazetelerin önemli bir kısmı hali hazırda “rüşveti aldı” diye başlık atıyor. Bu malum online yayın grupları sizeşu an sadece şüphe olan birşeyi“kesinleşmişişlenmis suç” olarak aktarıyor. Kesinleşmiş bir karar varmış gibi bir ifade kullanılıyor. Kıbrıslılığı da yetmedi, Hasgüler’e “suçu ispatlanan dek masum” karinesi için bağıran bir kişi bile yok. O da şimdi mahkeme süreci yaşamadan “suçlanan” yabancılar gibi kendi ülkesinde. Çünkü karşısındaki “daha arkalı”. Temiz toplumcular da dahil kimse “hüküm vermeyelim” demiyor. Benim için tanıdık. İspatı kolay olan intihalde “mahkeme kararı yok konuşamayız” demişlerdi, bunda bir kişi bile “suçu ispatlanana dek masumdur” demeye gerek görmüyor. Neden? Geçtiğimiz aylarda itibarlı doktorlarımız için mahkeme sürecini bekleme çağrısı bile yapmadan “masum” ilan edenler çoğunluktaydı.“Zengin dokrolarımız suç işlemez” diye yazılar bile yazılmıstı. Hasgüler zengin degildir, bisiklete biner, “zadegan” değil işçi ailesinden gelir. Acaba o yüzden mi sorumsuzca yazılan yazılarla Hasgüler'i yargılanmadan suçlu ilan edebildiler? Acaba ondan dolayı mı “masumiyet karinesi” hatırlatan kimsecikler yok ortada? Toplumdan bir kesime de sosyal medya üzerinden hakaret ettirdiler. Hem de Avcı’nın pek de ispatlı suçunun imgesi üzerinden yaptılar bunu. Avcı’nın ispatlı itiraflı suçu (basdişi aldım dedi) Hagüler’de vücut buldu ve  ona yansıtılarak Avcı’nın yerine kendisini koyuverdiler. Öfkeler kusuldu, Avcı’nın kamuoyunu rahatsız eden durumu Hasgüler’e yansıtılarak vakumlandı.

Ama ya not dökümünü hali hazırda gösteremeyen ve “basdişleri aldım, tüh Kemal bana neden okul hesabından vermiş” diyerek suçunu itiraf etmiş Avcı? Ona bir gün bile kelepçe takılacak mı? Peki ya aniden hastane yatağından rüşvetten aklanmaya giderse? Diploma denkliğini konuşmaya dönecek miyiz? Ya da aldığını itiraf ettiği basdişleri? Çünküşu anki tutuklama sebebi basdişler değil. Ondan dolayı kendisine dava okunacak mı?Yoksa “haksız yere stres çekmekten” devlet bir de kendisine tazminat mı ödeyecek?

Peki ya not dökümleri? O konuşulmaya devam edecek mi?

Sahteciliği ortaya çıkaran, suçu kanıtlanmamışla, basdişi yediğini itiraf eden ve mahkemeye not dökümünü aylardır sunamayan arasında kelepçelenen kim ona bakın.

Baktınız mı?

Düşün ada yarısı düşün!

26 Şubat 2024

Eray ÖZER - Akademiden dolandırıcılık hikayeleri (T24)

Eğer ihbar kendisinden daha düşük pozisyonda bir akademisyenden geliyorsa hemen karşı saldırı başlatıyorlar. İtibarsızlaştırma, ihbarı yapanın akademik çalışmalarının mercek altına alınması, davalar ve hatta cinayet!

Bugün size bir dolandırıcılık türünü anlatmak istiyorum. Ama bu defa işin içinde güzellik merkezleri, sosyal medya fenomenleri yok. Şatafatlı hediyeler, “kitsch” kılık kıyafetler, pırlantalar, çil çil altınlar, ortalığa saçılan dolarlar yok.

Aksine olay son derece ciddi mecralarda geçiyor, failler son derece saygın isimler ve sonuçları itibarıyla sadece maddi kayıplar değil, zaman zaman insan sağlığı gibi parayla satın alınamayacak değerde kayıplar verilebiliyor.

Evet, akademide cereyan eden bir dolandırıcılık türünden, bilgi dolandırıcılığından söz etmek istiyorum.

Geçenlerde içinde yanlış bilgi, intihal yahut yanlış veri hesaplaması bulunan makaleleri tespit eden ve bu makalelerin ya bizzat yazarları ya da yayınlandığı derginin editörleri tarafından geri çekilmesini sağlayan “Retraction Watch” (Geri Çekme İzleme) isimli kuruluş 2023 yılı raporunu açıkladı.

Rakamlar inanılmaz. 2023 yılında 10 binden fazla makale içeriğinde yer alan bilgilerde hata olduğu için geri çekilmiş. Nature dergisinde yer alan bir başka çalışmaya göre bu rakam 2013 yılında sadece bin imiş. 2022’de ise 4 bine ulaşarak rekor kırmış. Fakat sayı geçen yıl gördüğünüz gibi katlanarak artmış.

“Gerçek rakam 100 bin olmalı”

Fakat asıl ilginç ve bir yandan da korkutucu olan uzmanların gerçek rakama dair tahminleri… The Guardian’da yer alan bir başka makaleye göre 10 bin aslında buzdağının sadece görünen yüzü. Olması gerekenin 10’da biri… Evet, konunun uzmanları gerçekten geri çekilmesi gereken makale sayısının 100 binin üstünde olduğunu söylüyor.

Yılda 100 binden fazla bilimsel makale bilerek ya da bilmeyerek (ancak masum hataların oranının yüzde 20’yi geçemeyeceğini söylüyor uzmanlar) insanları kandırıyor, bilim dünyasını manipüle ediyor ve hatta hiç de nadir rastlanmayan durumlarda insan sağlığını kötü etkileyecek bazı sonuçları bilimsel gerçek gibi bizlere sunuyor.

Peki bunu niye yapıyorlar? Bir kere her şeyden önce bilimsel yayın yapmaları gerekiyor. Terfi için, akademik statülerini yükseltmek için, üniversite değiştirmek için veya eğitimlerini tamamlamak için…

En temel motivasyon bu. Kısa yoldan akademinin kendilerinden talep ettiği içeriği üretmek… Yayın yapmak… Doçent olabilmek, profesör olabilmek, doktorayı tamamlayabilmek… Akademiyi bilginin üretildiği yer olmaktan çıkarıp altta kalanın canının çıktığı bir kariyer merkezine çevirmenin doğal sonucu da diyebiliriz aslında.

Midjourney ile üretilen fare görseli

O hayalleri süsleyen akademik kariyere ulaşmanın kestirme yolları çeşitli… En çok faydalanılan yöntem, yukarıda gördüğünüz örnekte olduğu gibi yapay zekânın nimetlerinden faydalanmak...

Metinden görsel üreten yapay zekâ uygulaması Midjourney ile üretilen bu fare görseli, beraberindeki saçma sapan terimlerle birlikte saygın “Frontiers in Cell and Developmental Biology” dergisinde yayımlandı. Xinyu Guo’ya ait makale sözde hakem kontrolünden iki hafta gibi kısa bir sürede geçti, derginin editörü de tüm bu abukluğun ne hikmetse farkına varmadı.

Makalenin görselleri pek tabii ki kısa sürede sosyal medyaya düştü ve alay konusu oldu. Fakat hikâye her zaman böyle eğlenceli şekilde son bulmayabiliyor. Retraction Watch’un bir de “Top 10” listeleri var. Mesela makaleleri en çok geri çekilen akademisyenlerin listesi de burada yer alıyor.

194 makalesi ‘sorunlu’ çıkan Alman tıpçı

Listenin ilk sırasında Alman bir anestezist yer alıyor: Joachim Boldt. Joachim Bey’in -şaka yapmıyorum- tam 194 makalesi geri çekilmiş. Hayır, bir akademisyenin 194 makalesi olmasına mı şaşalım, artık akademik hayatında kaç tane makale yazdıysa bunların 194’ünde sorun yaşanmasına mı?

İşin şakaya gelmeyecek kısmı ise şu: Sayın Boldt 1990 ile 2009 arasındaki yayınlarında kan ikamesi bir ürünün ne kadar da hayat kurtardığına dair kanıtlar sunmuş, ancak sonrasında bu ürünün ölüme veya akut böbrek yetmezliğine sebebiyet verebileceği ortaya çıkmış.

Organize işler bunlar…

Bu akademik dolandırıcılık meselesinin “organize” bir yanı da var. Yani her seferinde kendinize uydurma bir makale üretmek için bizzat uğraşmanız gerekmiyor. Parasını ödeyerek işi “ehline” bırakabiliyorsunuz. Üstelik hakemli bir dergide yayınlanma garantisini de alarak…

Organize kısım iki koldan ilerliyor: Birinci kol -bunlara “kâğıt fabrikası” deniyor- para karşılığı akademik görünümlü makaleler üretiyor. Ücreti karşılığında sağlanan hizmette kâğıt fabrikaları makalenin sonuç kısmında istenilen sonucu verecek datayı üretiyor ve bu hayali data üzerinden makaleyi oluşturup “müşteriye” hazır bir şekilde teslim ediyor.

İkinci kol ise gerçekten dizisi çekilebilecek kadar tuhaf. Yine aynı organize çetenin bir parçası olarak bazı isimler dergilere hakem olarak yazılıyor. Bu bazen sahte akademik kimlikler yaratılması, bazen dergilerin editörlerinin rüşvetle satın alınması yoluyla gerçekleşiyor. Yani bu “fabrikalar” resmen içeriye “ajan” sokuyor ve bu ajanların uydurma makaleyi okumadan kabul etmesini sağlıyor.

Çok manyakça değil mi?

Son bir noktanın daha altını çizerek yazıyı bitireyim istiyorum. Peki neden 100 bin makale geri çekilmesi gerekirken buzdağının görünen ucunda sadece 10 bini tespit edebiliyoruz? Akademisyenler kendilerine yönelik sahtecilik iddialarına çok ama çok sert tepki veriyor. Özellikle de suçlularsa…

Eğer ihbar kendisinden daha düşük pozisyonda bir akademisyenden geliyorsa hemen karşı saldırı başlatıyorlar. İtibarsızlaştırma, ihbarı yapanın akademik çalışmalarının mercek altına alınması, davalar ve hatta cinayet!

Cinayete varan akademik ‘true crime’

Evet, inanması güç ama iş ihbar sahibini öldürtmek için kiralık katil tutmaya kadar gidiyor. 2006 yılında Bangladeş’te yaşanan olayda Rajshahi Üniversitesi’nde doçent olan Mia Muhammed Muhiddin, 11 makalesinin 10’unda intihal ve çarpıtma tespit eden Prof. Syed Tahir Ahmed’i adam tutarak öldürtüyor.

Uzun süren yargı sürecinin ardından Bangladeş yasalarına göre ölüm cezası verilen iki kişi, intihalci akademisyen Mia Muhammed ve cinayeti işleyen diğer isim, aradan geçen 17 yılın ardından geçen yılın ortalarında asılıyor!

Tüketirken tükeniyoruz

Tüm bu olup bitene biraz dışarıdan bakmaya çalışıyorum. Aklım beni yine daha önceki yazılarda vurgulamaya çalıştığım o noktaya çıkarıyor:

Bilgi çağını hiç böyle planlamamıştık!

Tüm dünyanın bilgisini telefon kabloları üzerinden birbirine bağlarken… Bir metnin bir bölümünü kopyalamayı kolaylaştırmak adına “copy-paste” tuşlarını icat ederken… Yapay zekâ dil modelleriyle tüm makalelerin saniyeler içerisinde hemen her dile çevrilmesini sağlarken…

Fakat ne olduysa oldu, bilginin en çok olduğu yerde cehalet, paylaşımın en yoğun olduğu yerde hırsızlık aldı başını gitti.

Sistem neyi bir ürüne dönüştürdüyse, neyi önümüze mebzul miktarda sunduysa eş zamanlı biçimde onun içini de boşalttı.

Şimdi artık derya deniz kütüphanelere saliseler uzakta daha az okuyor, binlerce filmlik arşivlerin yanında daha az izliyor, milyonlarca şarkılık veritabanlarının arasında daha az dinliyoruz.

Her şey o kadar “çok” ki… Yoruluyoruz. Yoruldukça paylaşmak yerine araklıyor, öğrenmek yerine tüketiyoruz.

Ya da aslında tükettiğimizi sanırken tükeniyoruz…

Bilemedim.

18 Şubat 2024

OZAN ÖMER KADÜKER - Yolsuzluk doktorası! Asistanlarının yayınlarına böyle çöküyorlar (Milliyet)

Kısa yoldan yükselmek isteyen bazı akademisyenler, hiçbir katkı sunmamalarına rağmen asistanlarının yayınlarına ismini yazar olarak ekletiyor. Kimi ise ‘sen benim ismimi yaz ben de senin ismini yazarım’ diyerek ‘makale kardeşliği’ yapıyor...

Akademik teşvik sistemine göre akademisyenler, yayın yaptıkça ve atıf aldıkça puan alıyor, bu puanla da maaşları artıyor.

Hızlı şekilde yükselmek isteyen bazı öğretim üyeleri ise çözümü hiçbir katkısı olmamasına rağmen asistanlarının yayınlarına yazar olarak ismini yazdırmakta buluyor. Bazıları da ‘sen benim ismimi yaz ben de senin ismini makaleme yazarım’ diyerek birbirleriyle ‘makale kardeşliği’ yapıyor. Bu nedenle hak etmediği, hiçbir emek harcamadığı halde haksız yere yazar olan yüzlerce akademisyen var.

20 yıldır akademik etik dersleri veren Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şenol Kantarcı konuyla ilgili şunları söyledi: “Asistanlarının yayınlarına kendileri yazmış gibi isimlerini ekletiyorlar. Yani adeta çöküyorlar. Asistanlar ise Yeterlilik Sınavı’nı geçemem, tezimi bitirtmezler korkusuyla kabul etmek zorunda kalıyor. Bu durum özellikle Sosyal Bilimler alanında yaygın. Bunu yaparak bölüm başkanlığına, dekanlığa hatta rektörlüğe ulaşan akademisyenler bile var.”

Konuyu Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nden Kürşad Yılmaz, “Bilimsel Araştırmalarda Haksız Yazarlık ile İlgili Nitel Bir Araştırma” başlıklı çalışmayla ele aldı. Yılmaz’ın görüştüğü 49 akademisyenden 16’sı, hak etmediği halde herhangi birini yayınlarına yazar olarak eklediğini belirtti. 5 akademisyen ise hak etmediği halde bir yayına ismini eklendiğini kaydetti.

Araştırması hakkında bilgi veren Yılmaz, “Akademisyenlerin yarısına göre alanlarında haksız yazarlık uygulamaları yaygın olarak yaşanmakta. En sık yaşanan haksız yazarlık biçimleri karşılıklı yazarlık, armağan/konuk yazarlık, onursal yazarlık ve hayali yazarlık’ biçimleridir. Bazı alanlarda tez danışmanını, bölüm başkanını vb. makaleye eklemek bir kültür haline gelmiş. Bunu yapmayanlar tabi ki mobbinge uğrayabiliyor” diye konuştu.

Akademik teşvik sisteminin nitelikten çok niceliği öncelediğini aktaran Yılmaz, “Akademik teşvik sisteminde, akademisyenler atıflardan 30 puan alabiliyorlar ve karşılığında belirli bir ücret alınıyor. Araştırmamda da akademik teşvik sistemi, haksız yazarlığın sebeplerinden biri olduğu ortaya çıktı” ifadelerini kullandı.

HUKUKA AYKIRI, 2 YILA KADAR HAPİS CEZASI VAR

Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Aras Türay ise şu bilgileri verdi: “Çalışmaya herhangi bir katkı sağlamayan akademisyenin eserin yazarlarından biriymiş gibi adını eklemesi hukuka aykırı. Yasada suç olarak düzenlenmiş, karşılığında 6 ay ilâ 2 yıl hapis cezası öngörülmüştür. Maddi ve manevi tazminat davası açma imkânı da mevcut. Mağdur olan kişinin, 6 ay içinde şikâyetçi olması gerekmekte. Emek hırsızlığının temelindeki bu ahlaki yozlaşmayı yaygın ve bir anlamda doğal hale getiren cezasızlık olgusudur. Başkasının eserine adlarını ekleyenler, aslında kendisinden güçsüz ve güvencesiz konumda bulunan meslektaşlarının herhangi bir başvuru yapmayacağına güvenmektedir.

MOBBİNG KORKUSU

Yayınlarına başkasının ismini yazmak zorunda kalanlar ise şunları söyledi:

Doktora öğrencisiyim, hocam makale yazıp bana verirsen seni geçireceğim dedi. Mecburen verdim. Ancak beni dersten geçirmedi. Neden geçmediğimi sorduğumda ise “Bir tane daha yaz ver, dersi geçersin” dedi.

Sosyal bilimler alanındayım. Danışman hocaların bazıları, öğrencilerine baskı kurarak makaleye ismini yazdırıyor. Bunu yapmazsanız mobbinge uğrayabilirsiniz.

Araştırma görevlisiyim. Hocam çalışmama katkı sağlamadı ama eklemek zorunda kaldım. Kariyerine yeni başlayan akademisyenler için bu konularda seçim şansı olmuyor.

Bazı hocaları tanınırlıkları bulunduğu için çalışmalara ekleyenler de var. Böylelikle makale kabulünde zorluk yaşamayacaklarını düşünüyorlar.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.