NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

26 Haziran 2011

YÖK Başkanı Özcan: Bilimsel yayın artışında üçüncü ülkeyiz (Zaman)

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Yusuf Ziye Özcan, Türkiye'nin bilimsel yayın artışında dünya genelinde üçüncü ülke olduğunu açıkladı.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Abdullah Gül Üniversitesi'nin temel atma törenine katıldı. Özcan, burada yaptığı konuşmada, Türkiye'de üniversite öğrenci sayısının 3.5 milyona ulaştığını belirtti. Prof. Özcan, şöyle dedi:
"Son kurulan 8 üniversiteden biri olan bu üniversitemizin Kayseri ile ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Buraya Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ismi verilmesi konusunda kendilerinin nasıl razı edildiği anlatıldı. Ben sizin nasıl razı olduğunuzu ve hangi şartlarda razı olduğunuzu biliyorum. Ama burası müstesna üniversite olacaktır. Burada gerçekten gurur verici bir Anadolu üniversitemiz olacak."
Prof. Özcan, Türkiye'de 62 olan üniversite sayısının 165'e çıkarıldığına işaret ederek, "2007 yılından sonra 87 üniversite eklendi. Biz sayı artışının yanı sıra bütün üniversitelerimizin, son kurulan 8 üniversitemizin araştırma ve lisansüstü üniversitelerimiz olmasını diliyoruz. Belirlediğimiz konularda ileri gitmesini arzuluyoruz. Öğretim üyeleri sayısında da önemli artış var. 70 bin iken bugün 105 bin öğretim elemanı oldu. 2003 yılında 1.5 milyon olan üniversite öğrenci sayımız bugün 3.5 milyona çıktı. Bilimsel yayın artışında üçüncü ülke durumundayız. Geçen yıl 17'nci sıradaydık. Bu yıl sırada yükselme olacak. Layık olduğumuz seviyeye ulaşacağız." dedi.
Özcan, layıkıyla yapamadıkları tek konunun ise elimizdeki bilgilerin teknolojiye çevirememek olduğunu ifade etti. Özcan, "Bizde 27 bin makale basılıyor. Bunlardan patent alınan makale sayısı 85 civarında. 4 bin civarında İsrail'de makale basılıyor. Bin 500'üne patent alınıyor." diye konuştu.
Özcan, konuşmasının sonunda eğitime kazandırılan üniversitelerin önce bulundukları bölgelere ve sonra yaşam standartlarını üst seviyeye çıkartacaklarına inandığını söyledi.
(CİHAN)

14 Haziran 2011

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - BİLİMSEL YOLSUZLUK KAPSAMINDA ÜNİVERİSETELERİMİZDE BİLİMSEL HIRSIZLIKLAR
(Sakarya Gazetesi)

Geçen hafta Nevşehir’de yapılan Kurumsal Yönetim, Yolsuzluk, Etik ve Sosyal Sorumluluk Konferansına “Üniversitelerde Etik İhlalleri, Bilimsel Yolsuzluklar ve Sonuçları” başlıklı bir bildiri sundum.
Büyük ilgi gören bildirimden çok kısa bir özeti bu hafta sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü, üniversitelerimizde etik ihlalleri giderek artmaktadır. Maalesef bazı üniversitelerimiz bu çok önemli konu üzerinde gereğince durmamaktadırlar.
Türkçede “hırsızlık” ile “bilimsel hırsızlık” (intihal-plagiarism) kavramları sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğünde hırsızlık, “çalma, çalma suçu, sirkat” olarak tanımlanmıştır. Hırsızlık etmek ( veya yapmak), “başkalarının parasını veya malını çalmak” anlamındadır.
İntihal diğer bir deyişle bilimsel hırsızlık ise, bilim insanının yazdığı eserde başka bir bilim insanının yazdığı eserden aldığı görüşleri eserinde kendi görüşleriymiş gibi sunması ve bunları farklı bir kişinin yazdığı eserden aldığını belirtmemesidir.
Başkalarına ait görüşler alıntı yapılırken, yeni cümlelerle ifade edilseler bile kaynak gösterilmelidir.
YÖK Yönetici, Öğretim Üye ve Yardımcıları Disiplin Yönetmeliği’nin (1998 yılında getirilen değişiklikte yer alan) Madde 11/a-3 paragrafında intihal fiili, “Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” olarak belirlenmiştir.
TÜBA üyeleri Prof. Dr. Emin Kansu ve Prof. Dr. Şevket Ruacan bilimsel yolsuzluk olan intihali şöyle tanımlamaktadırlar: “Üniversitelerde başkalarının çalışmalarını (sözlü olarak, yazılı olarak ya da resim, müzik gibi diğer araçlarla ortaya konan görüş, öneri, bilgi, grafik, bilgisayar programı, sanat eseri vb. ürünlerini) kaynaklarını açık olarak belirtmeksizin ya da kasıtlı olarak değiştirerek kullanmaya, bilimsel aşırma- bilimsel hırsızlık (plagiarism) denmektedir.”
YÖK Yönetici, Öğretim Üye ve Yardımcıları Disiplin Yönetmeliği’ne göre intihal suçunun cezası, üniversite öğretim mesleğinden çıkarmadır. Bu Yönetmeliğin dışında Fikir Sanat Eserleri Kanunu’nda da düzenleme yapılmıştır.
3 Haziran 2005 tarihinde yapılan YÖK Genel Kurulu’nda, Disiplin Yönetmeliğinin zamanaşımı ilgili maddesinde yer alan, “Disiplin cezasını gerektiren fiil ve hallerin işlendiği tarihten itibaren nihayet iki yıl içerisinde disiplin cezası verilmediği takdirde ceza verme yetkisi zamanaşımına uğrar” hükmü kaldırılmıştır.
Etik (ethics) sözcüğü, Yunanca’da gelenek görenek anlamındaki “ethos” sözcüğünden gelir. Etik neyin doğru ya da yanlış olduğunu ortaya koyan ilkeler topluluğudur. Diğer bir deyişle etik, doğru ve yanlış davranışlara ilişkin kavramlar geliştiren, bu kavramları savunan ve bunların kullanımını öneren felsefe dalıdır.
Bilim etiği ise, bilimsel etkinliklerin yürütülmesi sırasında ortaya çıkan değer sorunları ile bunlara getirilen çözüm önerilerinin tartışıldığı alan olup, bilimsel çalışmalarda bulunanlara, bu çalışmalar sırasında uymaları gereken ilkeleri gösterir.
Bilimsel çalışmaların yayımlanma aşamasında, bilgi ve deneyim eksikliği, özensizlik ve ihmal gibi nedenlerle ya da kasıtlı olarak bu ilkelere uyulmaması bir etik ihlalidir. Bilimsel hırsızlık, bir çeşit etik ihlalidir.
Maddi anlamdaki hırsızlıktan daha tehlikelidir.
İntihal olayları Türkiye’de bilimin gelişmesinin önündeki en büyük engeldir. Türkiye’de bilim insanımızın çoğu intihal ile karşılaştıklarında, korkup çekinirler. Yasal haklarının da farkında değildirler. Bu durum bilim hırsızlarını cesaretlendirmekte ve eylemelerini hiç korkmadan gerçekleştirmelerine imkan sağlamaktadır.
TÜBA 11 Eylül 2007 tarihinde bir basın bülteni yayınlayarak tüm öğretim üyelerine Bilim Etiği Çağrısı’nda bulunmuştur. TÜBA´nın çağrısındaki şu iki cümle çok önemlidir: "İçinde çalıştığımız kurumlar uyguladıkları bilim ve bilim etiği eğitimi, aldıkları önlemler ve oluşturdukları çalışma disiplini ile tüm mensuplarının bilimsel çalışmalarının etik ilkelere uygun olmasını sağlayacak ortamları yaratmaktan sorumludurlar. Etik dışı davranışlar için belirlenen cezaların titizlikle uygulanması gerekir.”
Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, bilimsel intihal yapan bir öğretim üyesinin öğrencinin karşısına çıkmaması gerektiğini belirtmektedir. Prof. Dr. Teziç bu konuda şu gerçeğe dikkati çekmektedir: "Ona hocalık görevi yaptırılmamalıdır. Artık o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere ders verir aşamada olmaması ve hocalık kisvesi içinde üniversitede bulunmaması gerekir."
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, 27 Mayıs 2010 tarihinde basına yansıyan demecinde intihal iddialarında artış olduğunu belirterek, ´´İntihal iddialarında artış var. Herkes birbirinin intihal yaptığını iddia ediyor, ihbar ediyor. Bu dosyalara bakıyoruz. Elimizde bu konuyla ilgili 80-90 dosya bulunuyor´´ derken, intihalci hocalara gereken cezanın neden verilemediğini açıklamamıştır.
Anadolu Ajansı 22 Şubat 2011 tarihinde, Türkiye’de intihal ile suçlanan bazı öğretim üyelerine örnek olacak bir haber yayınlamıştır: “Doktorasında intihalle suçlanan Almanya Federal Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezini tamamladığı Bayreuth Üniversitesi´nden akademik unvanının geri alınmasını istedi.”
Alman Bakan’ın doktora tezinde bilimsel hırsızlık yapıp yapmadığı henüz oluşturulan bir bilimsel kurul tarafından tespit edilmemesine rağmen doktor unvanını ortaya çıkan iddialar karşısında kullanmayacağını belirtmesi, onurlu bir davranıştır.
Fakat aynı onurlu davranışın Türkiye’de görülmesi mümkün değildir. Metin Münir bu durumu şöyle tespit etmiştir: “Çünkü bizde intihal akademik hayatın doğal bir parçası sayılır. Çocuğun ağlaması veya futbolcunun tükürmesi gibi. İntihal yapanın, ender haller dışında, akademik unvanı geri alınmaz.”
Prof. Dr. Mülazım Yıldırım, Bilimadamı Olmak Ya Da Ol(A)Mamak başlıklı yazısında şu tespiti yapmaktadır:"...adlarının başına sadece doçent, profesör niteleme sıfatlarının getirilmesi, kişinin bilim adamı olduğu anlamına gelmez. Daha açık bir ifade ile kişinin bilimle uğraşması, bilim adamı vasfını kazandırmaz. Bilim adamı olmanın temelinde dürüstlük, doğrulardan sapmama, gerçekleri ortaya koyma gibi başka özellikler de vardır...
TÜBA’nın yayınladığı Bilimsel Araştırmada Etik ve Sorunları isimli çalışmada şöyle denmektedir: “Eğer bir bilim insanı bilim etiğine ters bir davranış olayına tanık olmuşsa veya saptamışsa eyleme geçmek zorundadır.
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel yolsuzluklardan arındırılmış eserler üreten öğretim üyelerinin sayısı artmalıdır. Bunun için etik ihlallerinin üzerine gedilmeli, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır.
Üniversitelerimizin toplum nezdinde itibarlarının düşmemesi ve saygınlıklarını yitirmemeleri için içlerindeki “çürük elmaları” ayıklamaları gerekir. Çünkü sepetteki bir çürük elma, bir süre sonra tüm elmaların da çürümesine yol açar.
Başkalarının ürettiklerini çalarak yapılan yayınlar ile hiçbir zaman bir yerlere gelinemeyeceğinin tüm kesimlerce bilinmesinde sonsuz yarar vardır.

4 Haziran 2011

Prof. Dr. Fatih Özatay - Akademik hayata ilişkin bazı gözlemler ( Radikal )

Eğitim uzmanı değilim. Üniversite eğitimi üzerine araştırmam yok. Yazdıklarım öğretim üyeliğimde elde ettiğim deneyimlerle ilgili.

Akademik dünyadaki olumsuz özendirme mekanizmalarını ve bunların doğurduğu garip sonuçları ele alacağımı söylemiş, ama bu konu hakkında bir şeyler karalamayı ertelemiştim. Bu erteleme riskliydi: Bu köşeyi izleyenler açısından akademik hayata ilişkin önemli çözümlemelerin yer alacağı bir dizi yazı beklentisi doğurmuş olabilirdi. Böyle bir beklenti haklı olmaz.

Bendeniz eğitim uzmanı değilim. Üniversite eğitimi üzerinde araştırmalarım falan yok. Sadece üniversite öğretim üyesiyim. Bu kimliğimle çeşitli üniversitelere davet ediliyor ve konferanslar veriyorum. Başka öğretim üyeleri ile görüş alışverişinde bulunuyorum. Doçentlik sınavlarında jüri üyeliği yapıyorum. Ayrıca bazı bilimsel dergilere yollanan akademik çalışmalar hakkında görüşlerim isteniyor. Yazacaklarım bu faaliyetlerden elde ettiğim deneyim ile ilgili. Dolayısıyla, iddialı falan değilim. Dilerseniz, anekdot düzeyinde bazı karalamalar da diyebiliriz yazacaklarıma.

Bugün ‘bu âlemde sevmediğim işler’ listesinin -ki çok şükür çok kısa bir liste bu, en başında yer alan doçentlik sınavlarında jüri üyeliği görevi üzerine birkaç noktaya değinmek istiyorum. Doçentlik sınavının bir jüri üyesi için iki aşaması var. İlkinde, jürisinde yer aldığınız adayın akademik çalışmalarının yer aldığı dosyayı inceliyor ve bir rapor yazıyorsunuz. Bu rapor Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı’na yollandıktan bir süre sonra sözlü sınavın yapılacağı üniversitede belli bir gün ve saatte bulunmanız isteniyor. O üniversite hangi şehirde ise o tarihte orada olmakla yükümlüsünüz. Buraya kadar gariplik yok. 

Çalışmalardan habersizler
Gelen dosyalardaki çalışmalar kalite açısından inanılmaz ölçüde farklılar. Elbette kalite ‘tektip’ olmaz, ama bu kadar da farklı düzeylerde çalışmalar olabilir mi diye okuyana sık sık sordurtuyor bu dosyalar. İlk saptama dolayısıyla şu: Doçentlik adaylarının çalışmaları arasında çok ama çok büyük nitelik farklılıkları var. Bu doğal bir durum değil. Sonuçta doçent adayı olan öğretim üyelerinden söz ediyorum. Bu genç arkadaşlar derslere giriyorlar, üstelik girdikleri derslerin bir kısmı master ve doktora dersleri; yani geleceğin olası öğretim üyelerinin yetiştirilmesinde rol oynuyorlar. Bu olgu, bu adayların yer aldıkları bölümlerin kalitesi hakkında soru işaretleri doğuruyor insanda. Şöyle olsa belki bir dereceye kadar kabul edilebilir olacak bu: Aday araştırmacı değildir, sadece eğitmendir. Alanındaki gelişmeleri izlemekte ve öğrencilerine aktarmaktadır.

Onların o alandaki sorunlar üzerine düşünmelerini sağlamaktadır. Uzatmayayım; kısacası iyi bir öğretmendir. Ancak mevcut yapı, doçent olabilmesi için, bu adayı alelacele bir şeyler karalayıp orada burada bu tür çalışmaları yayımlamak için basılan dergilere göndermeye zorlamıştır. Yaptığı çalışmalardan kendisi de hoşnut değildir, ama başka çaresi yoktur; o sadece iyi bir öğretmen olmak isterken karşısına doçent olmak istiyorsan illa ki ‘şu kadar’ çalışma yapman gerekir diyen yönetmelik çıkmıştır.

Bazı adaylar için ne yazık ki durum böyle de olmuyor. Bu da ikinci sevimsiz saptamaya yol açıyor; şu: Bazı adaylar ders verdikleri alanlarda yazılan ileri düzeylerdeki çalışmalardan haberdar değiller. Üstelik adayın verdiği ders bir master-doktora dersi ‘düzeyinde’ olabiliyor, ama aday o ders ile ilgili dünyada genel kabul görmüş ve dolayısıyla her yerde okutulan kitapların bırakın içeriklerini, isimlerini bile bilmeyebiliyor. O alanlardaki son makalelerin sözünü bile etmiyorum.

Masanın öbür tarafı da sorunlu. Jüriden söz ediyorum. Buradaki temel sorunlardan biri, bazı jüri üyelerinin adayın uzmanlık alanı ile ilgisiz sorular sorabilmeleri. Hatta bu iş ‘bazen aklına geleni soruyor’ raddesine varıyor. O sorular jürideki diğer üyelere sorulsa, bir kısmı muhtemelen yanıt veremeyecekler. En azından benim o duyguya kapıldığım jüri sayısı az olmadı. O hocanın o huyunu başka adayların daha önceki deneyimlerinden bilen kimi adaylar, o hocanın belki de yıllar önce yazıp çizdiklerine bakıyorlar. Elbette o yazılanlar çizilenler kendi uzmanlık alanları ile ilgili olmadığından, o stresli sınav öncesinde öğrendikleri yerli yerine oturmuyor; sıklıkla ezber düzeyinde yanıtlar alınabiliyor sorulara. Şimdilik bu kadar iç karartma yeter. Gelecek sayıda devam edeceğim.
Bazı çalışmalar hiç yapılmasalardı, basıldıkları kâğıtlar boşa harcanmamış olacaktı, ağaçlar boşuna kesilmeyecekti.
Araştırma üniversitelerindeki öğretim üyelerinin yıllık ders yükünün normal koşullarda dördü geçmemesi gerekiyor.
Üniversiteleri 'araştırma' üniversiteleri ve 'diğerleri' olarak ayırmak yararlı olacak. 

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.