NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

26 Aralık 2008

Özcan ve rektörler hakkında suç duyurusu (ZAMAN)

Ege Üniversitesi (E.Ü.) Fen Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, üniversitenin fen fakültesi dekanlığına ''intihal'' suçunu işlemiş bir öğretim üyesinin getirildiğini ileri sürerek, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, E.Ü. Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz ile bu konuda üniversite ve fakültede sorumluluğu bulunan yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunduğunu bildirdi.>>

19 Aralık 2008

Prof. Dr. Metin Balcı - Türk mucizesi değil! (CBT)

Cumhuriyet Bilim Teknik, 19.12.2008

WEB of Science ile SCOPUS arasındaki rekabet, Türkiye adresli yayın sayısını arttırdı!

WEB of Science, çeşitli dallarda yayımlanan dergilerin dizinlendiği, makale özet ve tam metinlere erişim sağlanan bir atıf veri tabanıdır. Yıllardır, bu veri tabanı baz olarak alınarak, kişi, bölüm veya üniversitelere ait olan toplam yayınlar bu veri tabanı aracılığı ile taranıyor ve sıralamalar yapılıyor. Bu sıralamalarda, özellikle üniversiteler kendilerini üst sıralara taşıma gayreti içerisine girmekteler. Böylece ülkemizde bilimsel araştırmaların gelişmesi üzerine, çok sağlıklı olmasa da, önemli ipuçları elde edilmekte. Diğer taraftan, yalnız makale sayıları ile kişi ve kuruluşları karşılaştırmanın sakıncalı olduğu bugün pek çok bilim insanı tarafından kabul edilmekte. Prof. Dr. Metin Balcı, TÜBA Asli Üyesi, ODTÜ Kimya Bölümü Öğretim Üyesi; mbalci@metu.edu.tr

2008 yılının sonuna doğru yaklaşmaktayız. Bir ay sonra WEB of Science 2008 yılı veri tabanını kapatacak ve 2009 yılı verilerini toplamaya başlayacak. Tahmin ediyorum ki ocak ayı içerisinde bilimsel makale sayıları üzerine gene benzer kıyaslamalar, yorumlar yapılacak. Bu makaleyi yazmamın nedeni, bu sene elde edilecek olan makale sayıları ile bazı gerçeklerin saptırılabileceği olasılığının ortaya çıkmış olmasıdır.

Türkiye adresli bilimsel makalelerin artışını yıllarca izledik. Ancak, son yıllarda makalelerin artışında bir duraklamanın olduğu dikkat çekiyor. Üniversitelerimiz, yayın üretiminde var olan kapasiteyi artık maksimum seviyede kullanmaya başladı. Bu arada, etki faktörü son derece düşük bazı dergilerde yayınların arttığını daha önceki yazılarımda somut örneklerle açıklamıştım.

2005 yılında makale sayısında ciddi bir artış gözlendikten sonra izleyen yıllarda makale sayılarında ciddi bir artışın olmadığı, hatta bir düşüşün olduğu görülüyor (Tablo 1). Sene sonuna bir ay gibi bir süre kalmış olmasına karşın, makale sayısı şu anda 17.315 civarındadır ve bu rakamın sene sonunda yaklaşık olarak 19.000 civarında olacağı tahmin ediliyor. Böylece 2008 yılında yayın sayılarındaki artışın 2000’li yılların başlarında olduğu gibi, %25-30’u bulacağı öngörülmekte.

TÜRK MUCİZESİ Mİ?!

Ne oldu da Türkiye adresli makale sayısı birden artmaya başladı? Bir Türk mucizesi mi yaşamaya başladık?

WEB of Science, Amerika’da Thomson Reuters tarafından yayımlanıyor ve bu firma veri tabanı aracılığı ile ciddi kazanç elde ediyor. Amerika’nın bu tekelciliğine son vermek ve pastadan pay almak için, Avrupa kendi veri tabanını kurma yoluna gitti. 2004 yılında, dünyanın önde gelen bir çok yayın evini satın alan ve mevcut bilimsel dergilerin önemli bir kısmını yayımlayarak devleşen ELSEVIER firması kendi veri tabanını SCOPUS’u kurdu.

WEB of Science’in bünyesinde 8500 civarında dergi vardı. Amerikalılar, bu veri tabanına dergi kabul etmede; dergilerin sürekli çıkması, uluslararası yayın kurulu olması, yayınların önemli bir kısmının başka ülke bilim insanları tarafından yayımlanması, derginin 2-3 yıllık bir izlemeye alınması ve belli bir etki değerine ulaşmış olması gibi şartları öne sürerek, son derece seçici davranıyordu. Bu koşullarda Türkiye adresli yalnız 7 dergi bu veri tabanı kapsamına uzun uğraşlar sonucu girebilmişti. Bizler de bu rakamın 10-15’e çıkmasını canı gönülden arzu ediyorduk.

SCOPUS firması kaliteyi bir tarafa bırakarak, daha geniş bir kitlenin ilgisini çekmek üzere veri tabanında bulunan dergi sayısını 16.000’e çıkardı. Böylece tüm ülkelerden etki değerleri çok düşük, neredeyse sıfıra yaklaşan dergileri de kapsamına aldı. Bu veri tabanına olan ilgi, WEB of Science’a göre daha fazla olacaktır. Çünkü kişilerin daha fazla makalesi bu veri tabanı tarafından taranmakta ve daha fazla atıfı görülmektedir.

SCOPUS 16.000 dergiyi seçerken, kaliteyi ikinci plana atarak Türkiye’den 123 dergiyi kapsamına aldı. Bunların önemli bir kısmı Türkçe yayımlanmakta. Durum böyle olunca, pastayı SCOPUS’a kaptıracak olan WEB of Science karşı atağa geçti ve taradığı dergi sayısını ilk aşamada 11.000’in üzerine çıkardı. Böylece bir hamlede, Türkiye adresli 50’nin üzerinde dergiyi hiçbir ön incelemeye tabi tutmadan (birkaçı inceleme safhasındaydı) kapsamına aldı.

2008 yılında WEB of Science tarafından taranan Türkiye adresli bilimsel dergi sayısı 60 civarındadır. Bu dergilerde yayımlanan makaleler de tarandığından dolayı, Türkiye’nin bu sene yayınladığı makale sayısında ciddi bir artış görülmekte. Dolayısıyla, 2008 rakamlarının yorumlanmasında bu gerçeğin dikkate alınması gerekir.

GETİRİSİ-GÖTÜRÜSÜ

Bu durumun Türkiye açısından getirisi ve götürüsü nedir? Türkiye adresli birçok derginin gerek SCOPUS ve gerekse WEB of Science tarafından taranması olumlu bir gelişmedir. Bu dergiler, kalitelerine daha çok dikkat edecek ve kendilerini daha da geliştirmek için gayret göstereceklerdir. Bu dergilerin önemli bir kısmı üniversitelerimizin çeşitli fakülteleri tarafından yayımlanıyor (Tablo 2). Ayrıca 2008 yılında şu ana kadar Web of Science tarafından taranan ve dergilerde yayımlanan 11 aylık makale sayıları da verilmiştir. Bu makaleleri toplam sayısı 2.300 civarındadır ve bu sayı Türkiye adresli yayınların artış nedenini de ortaya koymaktadır.

Bu kadar derginin veri tabanlarınca taranmasının götürüsü ne olacak? Yıllardır doçentlik baş vurularında bazı kriterler istenir. Bunlardan en önemlisi, Web of Science tarafından taranan dergilerde, dallara bağlı olarak değişen belli sayıda makale yayınlamış olmaktır. İstenilen makale sayısı, doçentlik için yeterli bir kriter değildir. Kişinin doçentliğe müracaat edebilmesi için gerekli eşik değeridir.

Hocalarımızın azımsanmayacak bir kısmının yalnız başına karar vermek zorunda kaldıkları zaman (şu an uygulanan sistem) en azından kendi dalımda çok da objektif olamadıklarını ve duygusal davranarak yeterli olmayan adayları eserlerden geçirerek, doçentlik unvanını hakkı ile kazanan kişilere haksızlık yaptıklarını esefle izliyorum. Bazı hocalarımız, makalelerin kalitesini incelemeden, gerekli makale sayısı dosyada mevcut ise, bu duruma “evet” diyerek olayı geçiştiriyor.

YÖK NE YAPMALI?

YÖK bu durumda ne yapmalı? Geçen sene yazmış olduğum bir yazımda da belirttiğim gibi şu an uygulanan doçentlik sistemi miyadını doldurmuş ve iflas etmiş bir sistemdir. Bu sistemin acilen revize edilmesi şarttır. Özellikle 2009 ve sonraki yıllarda, doçentlik dosyalarında, söz konusu 60 civarında dergide yayımlanan makalelerin bazılarının çoğunlukta olmasına şimdiden hazırlıklı olmak gerekir. Bu endişemden “Türkiye adresli dergilerde yayın yapmayalım” anlamı çıkarılmasın. Bu dergilerin, “makaleleri iyi bir süzgeçten geçirdikten sonra yayımladıkları” konusunda ikna olmadan, bu dergilerdeki makalelerle gelen dosyaların ciddi bir şekilde incelenmesi gerekecektir.

Son iki yıl içerisinde ülkemizde lise ve ortaokul açar gibi 40 yeni üniversite kuruldu. Bu üniversitelerin acilen öğretim üyelerine ihtiyacı olacak. Bir an önce bu üniversitelere öğretim üyesi yetiştirilmesi düşüncesinden hareket ederek yükseltilme kriterlerinin gevşetilmesine sıcak bakabilecek YÖK’ün, bu ülkeye vereceği zararı, bugüne kadar hiçbir kurum vermemiş olur. İyi yetişmemiş bir öğretim elemanının üniversitede istihdam edilmesi ve onun yüksek lisans ve doktora öğrenci yetiştirmesi sonucunda ülkeye yapacağı tahribatın en az 50 yıllık bir süreye dağılacağını unutmamak gerekir.

Yeni bir doçentlik yönetmeliği hazırlanacaksa, ısrarla dikkat edilmesi gerekli noktaları tekrar bu yazının sonunda bir kez daha vurgulamak istiyorum.

1. Belli kriterleri sağlamayan profesörlerin kesinlikle doçentlik jürilerine alınmaması

2. Her anabilim dalında geniş tabanlı (7-8 kişi) tek bir jürinin oluşturulması

3. Her 2 yılda 1-2 üyenin değiştirilmesi

4. Jürinin belli bir yerde gerekirse 1 hafta boyunca toplanması

5. Eserler hakkında kararın jüri tarafından ortak verilmesi

6. Müracaat için şu kadar yayın vs. gibi rakamların tamamen kaldırılması

7. Adayın doktora sonrası bağımsız özgün araştırma yapması (kişinin öğrencisi ile de olabilir) öğrenci yetiştirmesi ve ders vermesi gibi kriterlerin konmasının bu sorunu çözeceği kanısındayım.

4 Aralık 2008

Prof. Dr. Hakan S. Orer - ETİK İLKELERİN GÜNLÜK YAŞAMDAKİ ANLAMI

Türk Farmakoloji Derneği Bülteni
Sayı:98 , Ekim-Aralık 2008

Son genel kurulda “Bilim ve Yayın Etiği İlkeleri”nin kabul edilmesi ile Türk Farmakoloji Derneği birçok uzmanlık derneği ve meslek kuruluşuna öncülük yapmıştır. Ardından, 4-5 Nisan 2008 tarihlerinde, Türk Tabipler Birliği Ankara’da, derneğimiz dahil, tüm uzmanlık derneklerinin katılımıyla bir çalıştay toplamış ve bir dizi etik bildirge hazırlanmasını sağlamıştır. Konunun ülke çapında yaygınlaşması ve giderek sağlık bilimleri alanının dışına taşması, ülke çapında daha önemli araştırmaların yapılabilmesi için de zemin hazırlayacaktır.

Bilim ve yayın etiği ilkelerinin genellikle bir skandal patlayınca gündeme geldiği ülkemizde, bilimsel araştırma ortamının geliştirilmesi ve uluslararası bilim camiasına entegre olması esas hedef olmalıdır. Etik kurullar için bir milad olan “ilaç araştırmaları etik kurulları”nın doksanlı yıllardan itibaren kurulmaya başladığı göz önüne alınırsa, bu alanda henüz olgunluk seviyesine ulaşmış sayılmayız. Bu “olgunluk eksikliği”, köklü bir bilimsel araştırma geleneğinin olmamasıyla birleşince daha dramatik bir hal almaktadır. Etik konular hakkında bireysel, kurumsal ve hukuki düzeylerde birbirinden farklı ve taban tabana zıt yorumlar yapılmakta, bir bakış açısına göre
“hırsızlıkla” eşit görülen intihal, başka bir görüşe göre sadece “tesadüfi” fikir benzerlikleri olarak kabul edilmektedir. İlkelere dayalı değil, daha çok “kişilere göre” kararlar alınmaktadır. Kurumlar arası yorum ve tavır farklılıkları da karışıklıklara sebep olmaktadır. Maalesef henüz gerçek anlamda “bağımsız” çalışan bir etik kurul yapılanması yoktur. Birçok etik kurul bağlı bulundukları kurumun (üniversite, bakanlık, eğitim hastanesi, vb.) politikası doğrultusunda çalışmakta ve kararları idari amirin etkisi altında almaktadır. Bağımsız (kurum dışı) üyelerin varlığına genellikle tahammül edilmemekte,kararları sorgulayan çatlak sesler pek istenmemektedir.

Verilen kararlar daha çok dosya incelemek ve kağıt üzerinde değerlendirmek
şeklindedir. Uygulamada ne olup bittiği o kadar önemli değildir. O kadar ki, etik kurul onayı olmayan proje önerilerini değerlendirmeye almayan TÜBİTAK, kendi kurumlarından onay alamayan araştırıcıların, mevzuata aykırı olarak başka kurumlardan aldıkları onayları kabul etmekte, hatta zaman zaman araştırıcıları bu yola yönlendirmektedir. Dosyada “bir etik kurulu onayının” bulunması “şeklen” yerine getirilecek bir formalite olarak görülmektedir. Oysa, etik kurul denetimi “bürokratik” bir değerlendirme basamağı değildir.

Etik evrensel, ahlak ise yereldir. Bir toplumun ahlaki değerleri, evrensel etik değerleri yeniden üretecek düzeyde olgunlaşmamışsa, bu iki kategori arasında kırılma noktaları ortaya çıkar.

Bilimsel araştırma kültürünü dışarıdan ithal eden ülkemizde, bu kültüre ait yerleşik etik değerlerin bire bir ithal edilememesi (algılanamaması) nedeniyle ahlaki normların gelişmesi de geç olmaktadır. Bu nedenle, yukarıda belirtilen kırılma noktaları fazladır.

Önemli bir zaaf, etik konulara ilkesel yaklaşmamaktır.

Tıpkı araştırma yapmanın yayın sayısı ile ölçülmesi gibi, etik davranış da “kurul kararı” almış olmaya indirgenmektedir. Halbuki esas önemli olan, ortaya çıkan sonucun, yapılan uygulamaların yani, gerçek davranışların ve eylemlerin izlenip değerlendirilmesidir. Akademik çevrelerde, yayın yapma gerekçesi ile bazı etik kuralların ihlal edilebileceği ya da dikkate alınmayabileceği görüşü yaygındır. Birçok öğretim elemanı için en önemli motivasyon kaynağı, bir üst akademik kadroya atanabilmektir. Bunun için gerekli ön koşul, yeterince bilimsel yayın yapmaktır.

Bilimsel araştırma ruhuna uymamasına karşın, araştırmaların “yayın için bilim” anlayışı ile yapılması, bazen etik kuralların etrafından dolaşmayı ya da kısmen ihlal etmeyi kişi nezdinde meşrulaştırmaktadır.

Bu konuda bilim çevrelerinde adeta sessiz bir kabullenme vardır ve ihlaller nispeten “zararsız” (minör) olarak kabul edilmektedir. Jüri raporları da “sayı saymaya” indirgenince, rekabet “her ne pahasına ve her nerede olursa olsun, daha çok sayıda yayın yapmak” üzerinde yoğunlaşmıştır.

Kuralları eğip, bükmeye çalışanlar, her zaman, kuralların uygulanmasını sağlayanlardan bir adım önde giderler. Bu, bilgisayar korsanları için olduğu kadar bilimsel korsanlık (kuşkulu etik dışı davranış) için de geçerlidir. Örneğin, farklı anabilim dallarından araştırıcıların birbirlerine “yazarlık ikram etmeleri”, bazı iyi niyetli davranışların ardına sığınarak (İngilizce tercümeye yardım etmek gibi) ya da zorlama katkılar (gerekmeyen bazı parametrelerin konuk araştırıcı tarafından ölçülmesi gibi) yaptırarak olabilir. Bir, belki iki makale için göz ardı edilebilse de, bu gibi davranışların giderek yaygınlık kazanması, hatta belli bir grup psikolojisi ile genel geçer kural haline gelmesi etik bakımdan hiç de uygun değildir. Bu kapsamda soru işaretleri yaratan davranışlar, bir bilimsel problemin çözülebilmesi için bir grup araştırıcının ortak bir dizi araştırma planlaması değildir şüphesiz.

Sözüm ona işbirliklerinde esas eksik olan, ortada bilimsel anlamda merak edilen bir “soru”nun bulunmamasıdır.

Zararsız kabul edilen etik kusurlardan birisi de deney koşullarının uygun olmamasına rağmen deney yapmaya devam etmektir. Bazı araştırıcılar altyapı eksikliği ya da kaynak yetersizliği gibi gerekçelerle hayvanlara eziyet edebilmekte, az sayıda deney yapıp çok sayıda göstermekte, laboratuar kayıtlarını düzgün tutmamakta (lakayt araştırıcı-sloppy researcher), kalitesiz veri elde etmekte ve bu durumu düzeltmek için gayret göstermek yerine, mazeretler bulmaya çalışmaktadır. Bu gerekçelerin başkaları tarafından da geçerli kabul edilmesiyle olayın giderek yaygın bir etik soruna dönüşmesi kaçınılmazdır: “herkesin” deney hayvanı eziyet görebilir, ya da ciddi bir inceleme için ham veriler istendiğinde “kimsenin” verisi düzgün kayıt edilmemiştir, vb. Oysa deney koşullarının iyileştirilmesi araştırıcı yanında, kurumların da sorumluluğundadır. Üniversitelerin kaynakları gerekli altyapıyı kurabilmek için yeterlidir, sadece konunun gündemin üst sıralarına çıkarılması için gerekli idari kararlılık eksiktir. Üniversitelerin çoğunda profesyonel bir bilim yönetimi ve stratejisi de olmadığından, konu, günlük gaileler içinde kaybolup gitmektedir.

Araştırıcı, analitik düşünceye sahip, problem çözen kişidir. Yaptığı işi sürekli olarak sorgulaması ve kendini geliştirmesi gerekir. Hatalarıyla yüzleşmekten çekinmemeli, elde ettiklerini çevresiyle paylaşmalı ve bulgularını tahrif etmeden, objektif şekilde aktarabilmelidir.

Araştırmasının etik kurullar tarafından izlenmesinde çekingen davranmamalı, işbirliği kurmalıdır.

Uygulamalarında şeffaf davranan araştırıcı, etik bakımdan kusurlu da olsa, en azından durumu açıklayabilecek bir söz hakkına sahiptir. Gerçekleri saklamak ya da ikinci, üçüncü dereceden kazanımlar elde etmek araştırıcının durumunu olumsuz etkiler.

Unutulmaması gereken bir nokta da, bilim dünyasının araştırma sonuçlarını (yayın) “güvenilirlik” yönünden zaman içinde test edeceğidir. Bilimsel saygınlık daha çok bu test ile belirlenir. Etik kurullar da araştırıcıları işin içine çekecek bir politika geliştirmeli ve kurum içinde araştırma için olumlu bir atmosfer yaratmalıdır. “Farkındalık” sağlayacak sürekli bir iletişim programı uygulanmalı, bu konuların tartışıldığı ve eğitiminin verildiği canlı bir platform yaratılmalıdır.

Bir diğer önemli husus da, etik kurulların kurum içinde altyapıyı geliştirmek ve yasal mevzuatın gereklerini yerine getirmek için idare nezdinde araştırıcıların sözcüsü olmasıdır. Bunu sağlamak için, kurullar kendilerine verilen yetkileri kullanmaktan çekinmemeli, üniversite ve araştırma kuruluşlarında gerekli altyapı yatırımları için idare üzerinde adeta bir baskı grubu gibi çalışmalıdır.

Her araştırıcı, bireysel olarak, kendi kurumunda şu dört önemli unsurun bir arada var olması için çaba harcamalıdır: (i) bağımsız çalışan, yönetmeliklere uygun kurulmuş ve resmi makamlarca kabul edilmiş, aktif bir etik kurul(lar) sistemi; (ii) yönetmeliklere uygun ve ruhsatlı çalışan bir deney hayvanı ünitesi; (iii) düzgün, tekrar edilebilir ve güvenilir veri elde etmeye uygun bir deney ortamı ve laboratuar altyapısı (iv) gerçek anlamda hakemli değerlendirmeler (peer-review) yapan bir bilimsel araştırma destek birimi. Bu unsurların idaresinde profesyonellik düzeyi arttıkça, gerek araştırma kalitesi gerekse etik düzey de artacaktır.

Bilim ve yayın etiği ilkeleri, araştırıcıların tepesinde asılı Demokles’in kılıcı olarak değil, tersine, koruyucu bir kalkan olarak görülmelidir. Esas önemli olan, etik kurallara uygun davranışları bireysel düzeyde içselleştirip, camia içinde yaygınlaştırarak toplumsal bir ahlaki norm haline getirebilmektir. Cezalandırma, daima ikinci planda kalmalıdır ve ihlallerin açık-net ve kasıtlı olması koşuluna bağlanmalıdır. Doğru etik davranışlar öne çıkarılmalı ve çoğunluk tarafından benimsenmesi için gayret gösterilmelidir. Bilimsel araştırma büyük insanlık ideallerine ulaşmak için yapılır, araştırıcının bunu hissedebildiği ölçüde etik davranacağı unutulmamalıdır.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.