NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

26 Eylül 2014

Y. Doç. Dr. Mehmet Somel - Suistimalin toplumsal koşulları (BilimSoL)

Suistimal tüm bilimcilerin derdi. Önlemleri sıklaştırma, suistimali kriminal vaka sayma çağrıları giderek artıyor... 
Peki bilim insanlarını bilimsel suistimale teşvik eden koşullar ne? Bilim camiasında bu soru genellikle sorulmuyor. Suistimal konusunda bilimcileri uyarmak üzere yapılan akademik eğitimlerde, sorunun toplumsal ve kurumsal arkaplanına değinilmiyor. 
Yani üstü kapalı biçimde, intihalin ve sahtekarlığın insan davranış çeşitliliğinin doğal sonuçları olduğu kabul ediliyor. "Çürük elmalar hep olacaktır, akademinin görevi bunları erken tespit edip elemektir." 
Ama bu varsayımın doğru olmadığını suistimal konusundaki uyarı çabaları ortaya koyuyor: Nature dergisinin 2011 yılında yayınladığı bir rapora göre, 2001-2011 arasında kasti veya kasıtsız hata sonucu geri çekilen makalelerin sayısı %1000'den fazla arttı, yayınların sayısı ise yalnızca %44. Yani sorunlu yayınlar çok hızlı artıyor. Bunu da "doğal varyasyonla" açıklamak mümkün değil. 
Gerçek şu ki bilim emekçileri izole bir ortamda varolmuyor. Genel olarak tüketimin ve bireysel zenginliğin övüldüğü bir toplumsal ortamda yetişiyor ve yaşıyorlar. Aşırı hiyerarşik, aşırı rekabetçi, bilim yıldızlarının parlatıldığı ve camianın kalanının görmezden gelindiği, bilimsel kaynakların kontrolsüz biçimde sınırlı elde toplandığı, bilimsel üretkenliğin yayın sayısı gibi tekil istatistiklere indirgendiği kurumsal ortamlarda çalışıyorlar.  
Bu koşullarda bazı bilimcilerin itibar ya da aşırı tüketim hırsıyla suistimale yönelmeleri şaşırtıcı olmayabilir. Yapılması gereken, bilim kurumunun kendini koruyacak önlemleri alırken, aynı zamanda kuruma zararlı davranışları doğuran koşulları bilimsel yöntemle incelemesi. 
Kaynaklar:
- Richard Smith, 15 Eylül 2014, New Scientist.
- Alok Jha, 13 Eylül 2012, The Guardian.
- Richard Van Noorden, 5 Ekim 2011, Nature.

25 Eylül 2014

Yiğit Kocagöz - Bilimin belalıları: bilimsel suistimalin en çarpıcı örnekleri (BilimSoL)

Ağustos ayında RIKEN enstitüsü direktörlerinden kök hücre araştırmacısı Dr. Yoshiki Sasai’nin intiharı bilim dünyasının belalı konularından “bilimsel suistimal”i bir kez daha gündeme getirdi. Bilimsel suistimal, takibi oldukça güç ve alınan tüm önlemlere rağmen dünyadaki her laboratuvarda gerçekleşme ihtimali olan bir eylem. Bilim dünyasına yarattığı hasarın ise tarifi hiç kolay değil. Zira suistimal açığa çıktıktan sonra yanlış bulguların yarattığı sonuçlar uzun vadede düzeltilebilse bile, araştırmacılar arasındaki karşılıklı güven ilişkisinin geri dönüşsüz bir şekilde yara alması kaçınılmaz.

İnsanlığın bilimle ilişkisini belki ateşin bulunduğu ilk günlere kadar götürebiliriz; ancak bu ilişkinin “adının konması” aslında birkaç yüzyıldan eski değil. Sistematik ve kurumsal bir şekilde, günümüzdeki standartları doğuracak şekilde işleyen bir bilim üretimi ise aşağı yukarı sadece yüz yaşında. Bir anlamda daha çiçeği burnunda bir bilim dünyasının meyvelerini topluyoruz. Kurumsal bilimin aslında bu kadar genç oluşu, istismar ve suistimal kapılarını da hep açık tutuyor. Zira yakın zamana kadar “bilimsel suistimal”in evrensel olarak kabul görmüş bir tanımı bile bulunmuyordu. Amerikan Bilim ve Teknoloji Politikaları Ofisi’nin 2000 yılında yaptığı bir tanımlama “bilimsel suistimal” hakkında okuyucunun zihninde bir şeyleri şekillendirebileceği için değerlidir (1,2). Bu tanıma göre “bilimsel suistimal” üç şekilde gerçekleşebilir:

"Fabrification" (yeniden üretme): Olmayan deney verileri üretme, kaydetme ya da rapor etme.

"Falsification" (yanlışlama): Araştırma araçlarını ya da deney düzeneklerini istenen sonuçlar doğrultusunda manipüle etme.

"Plagiarism" (intihal): Özellikle ülkemizde pek çok kez gündeme gelen bilimsel hırsızlık. Başka bir araştırmacının bulgularını referans göstermeden sahiplenme.

Bu üç madde üzerinden yakın dönem bilim tarihindeki en önemli skandallar hakkında hazırlanan bu kısa seçki, bilimsel suistimalin boyutları hakkında okurda bir fikir yaratmayı amaçlamaktadır.

Jan Hendrik Schön Skandalı
Branş ne olursa olsun, yakın dönemde gerçekleşen bilimsel suistimal vakaları dendiğinde akla gelen ilk isim, Alman fizikçi Jan Hendrik Schön ve onun transistör çalışmalarıdır. 
1970 yılında Verden’de doğan Schön, 27 yaşındayken Konstanz Üniversitesi’nden doktorasını aldı. Aynı yıl Bell Labs tarafından işe alınan genç fizikçi burada yoğun madde fiziği ve nanoteknoloji alanında çalışmalar yapmaya başladı. Otuz yaşındayken Schön’ün dünyanın en prestijli bilim dergilerinden Science’ta 5, Nature’da ise 3 makalesi bulunuyordu. Bir sene sonra bunlara 4 adet Science, 5 adet Nature makalesi daha eklendi (Normal şartlarda bu dergilerde birinci yazar olarak tek bir makale bastırmak bile yıllar alabilmektedir). 2001 yılına gelindiğinde genç fizikçi  yaptığı çalışmalar ile ortalama her sekiz günde bir adet bilimsel makale üretebilmekteydi.
Schön’ün çalışmaları 2001 yılında detaylı incelendiğinde pek çok tutarsızlık kendini gösterdi. Bell Labs başkanlığında yürütülen denetlemelerde Schön’ün araştırmalarının büyük kısmında yoktan veri ürettiğini ve bazı verileri de isteği doğrultusunda değiştirdiğini açığa çıkarıldı.
2003 yılına gelindiğinde Schön 21 makalesini geri çekmek zorunda kalmıştı. Fizikçinin doktora ünvanı Konstantz Üniversitesi tarafından geri alındı. Bu tarihten itibaren Jan Hendrik Schön, fizik tarihinin en büyük dolandırıcılarından biri olarak anılmaya başlandı.
İşin en ilginç kısmı ise Schön’ün bilimsel istismalden ötürü geri çektiği makalelerin hala atıf toplamayı sürdürmesiydi. Geri çekilen bazı makaleler, bilimsel olarak geçersiz sayılmalarına rağmen aradan geçen yıllarda onlarca kez başka araştırmacılar tarafından kaynak olarak gösterildi. Şu an bile Schön’ün bu makalelerine atıfta bulunan araştırmacılar bulunuyor olabilir.
“Japonya’nın En Eski Taşı” Skandalı
Bilimsel suistimalin en yaygın gerçekleştiği alanlardan birkaçı da fosilbilim ve arkeoloji. Pek çok ülkenin kendilerini “medeniyetlerin beşiği” olarak tanımlama sevdası, özellikle yirminci yüzyılda sayısız arkeolojik sahteciliği de beraberinde getirdi. Japonya’daki en büyük arkeolojik skandal ise amatör araştırmacı Shinichi Fujimura tarafından gerçekleştirildi. 1950 doğumlu Fujimura, yirmili yaşlarında Japonya’nın farklı bölgelerinde taş örnekleri toplamaya başladı ve bir anda Japon Arkeolojisi’nin en önemli araştırmacıların biri haline geldi. Fujimura’nın çalışmaları şaşkınlık uyandırıcıydı. Zira genç adamın 1981-1984 yılları arasında bulduğu taşlar Japonya’da taş işçiliğinin 50.000 yıl öncesine gittiğini gösteriyordu.
Fujimura bu başarısının ardından 180 arkeolojik kazı daha yaptı ve her seferinde daha eski dönemlere ait kalıntılara erişti. 1990’larına sonuna gelindiğinde Fujimura’nın bulguları ışığında Japonya’nın paleoitik dönemi 30.000 yıl öncesine kadar eskiye dayandırılmış, bu bilgi tarih kitaplarına bile işlenmişti.
Ancak 2000 yılında sansasyonel arkeologun yaptığı kazılar pek çok şüpheyi alevlendirdi. Zira 23 Ekim 2000 tarihinde Fujimura’nın yaptığı son kazıda ulaşılan taşlar, 570.000 yıllık bir ilkel kabilenin varlığını işaret ediyordu. Bu tarih yeryüzündeki en eski insan yerleşkesinin Japonya’da keşfedildiği anlamına gelmekteydi.
Gerçek iki hafta sonra, 5 Kasım 2000’de Fujimura’nın kazı alanında görüntülenmesiyle ortaya çıktı. Fujimura önceden işaretlediği yerlere küçük çukurlar kazıyor, ardından önceden hazırladığı taşları bu kuyulara yerleştiriyordu.
Olayın ardından Fujimura, Japonya Arkeoloji Birliği’nden çıkarıldı. 2001 yılında Beppu Üniversitesi’nden  profesör Mitsuo Kagawa’ın da Fujimura’nın dolandırıcılığına ortak olduğu iddia edildi. Kagawa kısa süre sonra masumiyetini iddia eden bir mektubu ardında bırakarak intihar etti. 
“İnsan Klonlama” Skandalı
Biyolojik bilimler, özellikle konu kök hücre çalışmaları olduğunda 21. yüzyılın en yoğun bilimsel suistimal vakalarının yaşandığı alan. Sahte verilerle yapılan çalışmalar konusunda en ünlü vaka ise şüphesiz 2005’in “insan klonlama” skandalı oldu.
1996 yılında çekirdek transferi ile Dolly’nin klonlanması kamuoyunda büyük ilgi toplamış, insan klonlanmasının yapılabilirliği ve beraberinde getireceği etik tartışmalar uzun süre tartışılmıştı. 2005 yılında Seul Üniversitesi’nden biyoteknoloji profesörü Hwang Woo-suk’un Science’da yayınlanan iki makalesi kamuoyunda en az Dolly’nin klonlanması kadar yankı uyandırmıştı, zira iddiaya göre Hwang hastalardan aldığı örneklerle çekirdek transferi metodunu kullanarak embriyonik kök hücre  üretmeyi başarmıştı. Olayın etik tartışmaları sürerken Hwang Güney Kore’de biyoteknolojide gerçekleştirdiği ilerlemelerden ötürü “ulusal kahraman” ilan edilmişti. Hwang 2005 Ağustos’unda aynı tekniği kullanarak “Snuppy” adında bir de köpek klonladı.
Hwang’ın çalışmaları kısa sürede şüpheleri üzerine çekti. Üretilen kök hücreler üzerinde üç farklı enstitüde yapılan DNA analizleri, makalelerin temelini oluşturan 11 kök hücre dizisinden en az 9’unun sahte olduğunu gösterdi. Çalışma için kullanılan ve etik tartışmaların odağı olan insan yumurtalarının kaçının deney için kullanıldığı ise netlik kazanamadı.
Bilimsel suistimalin açığa çıkmasının ardından Hwang’ın Seul Üniversitesi’ndeki profesörlüğü geri alındı. Güney Kore’de halen davaları sürmekte olan Hwang geçtiğimiz yıllarda Sooam Biyoteknoloji Araştırma Kuruluşu’nu açtı ve hayvan klonlama çalışmalarını buradan sürdürüyor. Kuruluş günde 300 adet inek ve domuz klonlarken tanesi 100.000 dolardan ayda 15 adet de köpek klonu üretiyor (Hwang’ın 2005’te ürettiğini iddia ettiği Snuppy’nin gerçekten bir klon köpek olduğu kanıtlandı). 
Marc Hauser Skandalı
Harvard’da 20 sene profesörlük yapan Marc Hauser’in vakası bilim dünyasında büyük etki yaratmıştı. Zira Hauser bundan sadece üç sene öncesinde insan ve hayvanlarda algı bilimi alanında dünyanın sayısı isimlerinden sayılıyordu.
2007 yılında Hauser’in çalışmaları Harvard tarafından denetlenmeye başlandı. Üç yıllık denetleme sürecinin ardından yazılan rapor, profesörün Amerikan Sağlık Bakanlığı tarafından destekli araştırmalarda altı kez bilimsel suistimale gittiği gösteriyordu (toplamda ise sekiz çalışmada suistimalin izine rastlanmıştı). Hauser bu iddiaların ardından ilk olarak yıllık iznini kullandı, ardından 2011 yılında da üniversite tarafından görevinden alındı.
Hauser’in çalışmaların büyük çoğunluğu dilin evrimi ve primatların dilbilgisi ile ilişkilerini kapsamaktaydı. Hauser maymunların duydukları heceleri öğrenebildiklerini iddia etmiş, ancak 2002 yılında Cognition dergisinde basılan makalesi için sunduğu verileri tamamen deneydışı bir şekilde üretmişti. Makale daha sonra geri çekildi.
Hauser’in yaptığı diğer istismaller arasında maymunlarla yapılan deneylerin sonuçlarıyla kendi iddiası doğrultusunda oynamak ve gerçekliği olmayan sayısal veriler üretmek vardı. Üstelik Hauser yaptığı davranış deneylerinin bir kısmını kayıt da etmemişti.
Görevden alınmasının ardından kariyer değişikliği yapan Hauser, 2013 yılında “Evilicious: Cruelty = Desire + Denial” adında bir kitap yayınladı. Kitap insan doğasındaki kötücül davranışların ardındaki psikolojik motivasyonu irdeliyor.
 “STAP Hücreleri” Skandalı
2014’te gerçekleşen STAP skandalı daha çok yeni olmasına rağmen bilim tarihinde Jan Hendrik Schön ve İnsan Klonlama vakaları kadar büyük ve sarsıcı etkilere sahip.
Bir süredir gündemde olan sıradışı kök hücre tekniği, organizmadan alınan herhangi bir hücrenin asidik solusyonda bekletilerek ya da fiziksel baskıya tabi tutularak kök hücre karakteri kazanabileceğini iddia ediyordu. Vücut hücrelerinin çekirdek transferi ya da başka tekniklerle kök hücreye dönüştürülmesi yeni değildi, ancak STAP tekniğinin bu dönüşüm için vaat ettiği süre sadece 30 dakika idi ve elde edilen verim bilinen diğer tekniklerden çok daha yüksekti.
Ocak ayında Haruko Obakata birinci yazarlığıyla yayınlanan Nature makalesi STAP tekniğini tüm kök hüre araştırmacılarının ilgi odağı haline getirdi. Harvard’da tekniğin insan deri hücrelerine uyarlanmaya çalışılması da güvenleri yükselten bir hamle oldu.
Ne var ki STAP tekniği Obakata’nın laboratuvarı dışında uygulanamıyordu. Teknikten sonuç alınamaması, iddiaların büyüklüğüyle birleşince STAP hakkındaki kuşkular büyüdükçe büyüdü ve şubat ayında RIKEN Obakata’nın çalışmalarını denetlemeye başladı. Yapılan değerlendirme Obakata’nın en az iki kez verilerde ciddi değişiklikler yaptığını gösteriyordu.
Aynı Hwang’ın vakasında olduğu gibi Obakata’nın STAP tekniği de ülkesinde büyük ilgi görmüş, genç kadın Japon medyası tarafından “bilim dünyasının altın dehası” muamelesi görmeye başlamıştı. Japonya’da kimya alanında eğitim gördükten sonra değişim amaçlı Harvard’a giden Obakata, orada cam tüpte fiziksel olarak sıkıştırılmış beyaz kan hücrelerinin yeni doğmuş farelerde kök hücre karakteristiği gösterdiğini farketmişti. Eldeki sonuçlar oldukça tartışmalı olmasına rağmen Obakata’nın bulguları Japonya’ya döndüğünde RIKEN tarafından ilgi çekmiş, 2011’de ziyaretçi araştırmacı olarak enstitüye gelen Obakata, 2013’te Hücre Yeniden Programlama Laboratuvarı’nın başına geçirilmişti.
Yapılan denetleme sonucu Obakata’nın bilimsel suistimalinin deneyimsizle açıklanamayacağı ortaya çıktı ve basılan makaleler geri çekildi. Ancak medyanın STAP tekniği ile işi bitmedi. Bu bilimsel suistimal vakası kısa sürede RIKEN kuruluşunun ve Japonya’da bilim etiğinin onur savaşı halini aldı ve oklar Obakata’nın danışmanı Dr. Yoshiki Sasai’ye çevrildi. Denetleme komitelerinin raporlarına göre Sasai’nin STAP fiyaskosunda kasti bir suçu bulunmamaktaydı, ancak kendi gözetimi altında gerçekleşen ihlalleri yeterince araştırmamış, görevine gevşekçe yaklaşmıştı. Sasai, medya tarafından şiddetli bir şekilde, özel hayatı da ciddi ihlallere maruz kalarak topa tutuldu. Öyle ki 17 Nisan tarihli Shukan Bunshun haftalık dergisinde Sasai’nin tüm bilim kariyerine üniversitede yaşadığı bir “gönül yarası”nın sebep olduğu bile iddia edilmişti. Dr Sasai 5 Ağustos 2014 tarihinde RIKEN’deki ofisinde kendini asarak yaşamını sonlandırdı.
Bitirirken
British Medical Journal’ın on üç yıl editörlüğünü yapmış İngiliz doktor Richard Smith bilimsel suistimali bir kuyuyu zehirlemeye benzetmektedir (2). Yayın etiği konusunda 1997 yılından beri hizmet veren COPE ( Committee on Publication Ethics) kürsüsünde görev almış Mike Farthing’e göre ise İngiltere’de her büyük enstitüde yılda bir ciddi vaka gerçekleşmektedir ki bu da sadece İngiltere özelinde yıllık 50 vaka demektir (2). Dünya genelinde bu sayının ne olacağı konusunda tahminde bulunmak bile ürkütücü. Bilimsel makalelerin suistimal tespiti sonucu geri çekilmelerinde ise 1975’e kıyasla on katlık bir artış gerçekleşmiş durumda (3).
Büyük araştırmalarda gerçekleşen suistimallerin prestijli dergilerin editörleri ya da okurları tarafından yakalanması olası iken Türkiye gibi bu dergilerle yolu daha nadir kesişen yığınla akademisyenin bulunduğu coğrafyalarda bilimsel suistimalin kim tarafından denetleneceği de büyük bir tartışma konusu. Hele ki bilimsel etiğin hiçe sayılmasının cezalandırılmaması, bilakis teşvik edilmesi durumu daha vahim bir noktaya taşımakta (Konu hakkında birkaç örnek ve kurumların bu örneklere yaklaşımı için: (4)). Ancak hem Türkiye hem de dünya için kesin olan bir şey var ki, bilimsel suistimale karşı önemler sıkılaştırılmazsa uzun vadede akademik camianın kendi ürettiğine duyduğu saygı ve güven ciddi sarsıntılar yaşayacak.     
Kaynaklar:
1 - Office of Science and Technology Policy, Executive office of the President (2000) Federal Policy On Research Misconduct. Federal Register 6 December 2000, p.76260-4.
2- Smith Richard (2006), Research misconduct: the poisoning of the well, J R Soc Med 99(5): 232–237.
3- Fang FC, Steen RG, Casadevall A (2012). Misconduct accounts for the majority of retracted scientific publications. Proc Natl Acad Sci. 109:17028-33. doi: 10.1073/pnas.1212247109.
4- Günal İzge (2005), Dünyanın enörgütlü, en uzun soluklu, 26 yayınla en büyük bilimsel sahtekarlığı, Cumhuriyet Bilim Teknik 958:18-9.
Yazıda bahsedilen vakaların detayları için wikipedia’dan ve vakaları konu edinen çeşitli gazete haberlerinden faydalanılmıştır.

24 Eylül 2014

Dr. Tansu Küçüköncü (*) - 30 yıllık Trakya Üniversitesi'nin “SAHTE” tezleri : Zihin Engelliler Eğitimi tezleri ile Bilgisayar Mühendisliği Doktora Diploması

Özlem Uçar, Trakya Üniversitesi üzerine önceki yazımın konusu tezlerin danışmanı Erdem Uçar'ın eşi.  Fizik Bölümünde başlayıp Bilgisayar Mühendisliği doktora diploması ile sonuçlanan doktora hikayesini (1993 .. 2007) kısaca özetleyeyim:  
18.04.2001'de Fizik doktora programından kendi isteğiyle ayrılır ve 2005 öğrenci affı ile Fizik doktorasına geri döner. 14 Temmuz 1999 tarihinden itibaren Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde çalışmakta olduğunu, akademik çalışmalarına Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde devam etmek istediğini ve tez konusu & danışmanını değiştirmek istediğini belirterek, yeni danışmanı olmayı kabul eden .... Yılmaz Kılıçaslan'ın tez önerisini kurula sunar. Yılmaz Kılıçaslan, “Fizikten anlamadığını” söylediği halde, Fizik bölümüyle ilişkisi olmadığı halde, Fizik bölümünce önerilmeye ve onaylanmaya da gerek duymaksızın, kendi kendini Özlem Uçar'ın fizik doktorasının tez danışmanı ilan etmiş. “Fizikten anlamadığı” için o konudan nereden anladığını belirtmeye gerek duymaksızın “Zihin Engelliler Eğitimi” (Özel Eğitim) konusunda fizik doktora tezi yaptırmayı önermiş. 
“Fizik bölümünde hoca kıtlığı mı olduğunu”, “hoca kıtlığı varsa, doktora programı nasıl açılabildiğini”, “fizikçi olmayan, üstelik 'fizikten anlamadığını' söyleyen birinin nasıl olup da fizik doktora danışmanı yapılabileceğini”, ve “fizik ile Zihin Engelliler Eğitiminin (Özel Eğitim) alakasını” merak edip soran olduğunu ve bu fıkra gibi başvuruların reddedildiğini sanıyorsanız, yanılıyosunuz ! 
Doktorayı bıraktıktan sonra afla dönen Özlem Uçar'ın o anki yönetmeliğe (03 Mart 1997) mi, yoksa doktoraya başladığı zamanki yönetmeliğe (19 Haziran 1990) mi tabi olması gerektiği bilinmiyor. Özlem Uçar'ın başvurularını kabul eden Fen Bilimleri Enstitüsü kararlarında o anki yönetmeliğin madde no.larının dayanak olduğu iddia edilmiş. 
Özlem Uçar, afla döndükten sonra o anki yönetmeliğe (03 Mart 1997) tabi ise, önce Fizik'te ardından Bilgisayar Mühendisliği'nde “tez izleme komitesi” oluşturulması, tez önerisini bu komitenin onaylaması, her dönem bu komitenin tez çalışmasındaki ilerlemeyi onaylaması gerekmekte ; bu hiç yapılmamış !   
Özlem Uçar, afla döndükten sonra doktoraya başladığı zamanki yönetmeliğe (19 Haziran 1990) tabi ise “danışman, ilgili anabilim dalı doktora programında görevli profesör, doçent, ve yardımcı doçentlerden, bunlar bulunmadığı taktirde doktora yapmış öğretim görevlilerinden, bunlar da bulunmadığı taktirde Üniversitenin diğer fakültelerindeki ya da diğer üniversitelerin ilgili anabilim dalı öğretim üyelerinden” seçilmesi gerekirken buna   uyulmamış : yangından mal kaçırır gibi ! 
“Üniversite içi yatay geçiş”le ilgili bir madde yok ve “yönetmelik kapsamında olduğu halde hakkında hüküm bulunmayan hususlarda ilgili kurullar ; yönetmelik hükümlerine aykırı düşmemek ve Üniversite Senatosu'nun onayından geçirmek kaydı ile gerekli   düzenlemeleri yapabilirler”. Buna göre, Fen Bilimleri Enstitüsü'nün “Özlem Uçar'ın fizik doktora programından yatay geçişle bilgisayar mühendisliği doktora programına  geçirilmesi” kararı, Üniversite Senatosu'na onaylatılması gerektiği halde onaylatılmamış : yangından mal kaçırır gibi ! 
Yönetmelikte “doktora yeterlik sınavı”nın tanımı şöyle : “öğrencinin doktora çalışmalarını yaptığı Enstitü anabilim dalıyla ilgili temel bilgilerini belirleyecek sınav, öğrencinin tez çalışması yapacağı bilim dalıyla ilgili bilgileri belirleyecek sınav”. Yatay geçişten sonra Özlem Uçar'ın Bilgisayar Mühendisliği doktora programı “yeterlik sınavı” hakkında bir karar alınmamış. Bölüm başkanı Erdem Uçar'ın eşi Özlem Uçar'ın Bilgisayar Mühendisliği “doktora yeterlik sınavı”na girmesine gerek görülmemiş. 
Trakya Üniversitesi'nin belgelerine göre tez aşamasında yatay geçiş yaptığından dolayı YETERLİK Sınavı yapılmamış. 
Özlem Uçar'ın “Engelli Çocuklarİçin Yapay Zeka Tabanlı Eğitim-Destek Araçları  Geliştirilmesi”, başlıklı doktora tezinin Zihin Engelliler Eğitimi (Özel Eğitim) konusunda olması, bir Bilgisayar Mühendisliği bölümünde önerilmemesi ve onaylanmaması gerektiği, Bilgisayar Mühendisliği konularında hiçbir şey içermemesi, başlığındaki 'Yapay Zeka' kelimelerinin tez metninde sadece 1 kez geçmesi, 'Yapay Zeka' konularına, yöntemlerine dair 1 tek bahis dahi içermemesi, İÇİNDE HİÇBİR ŞEY OLMAMASI nedenleriyle iptal edilmesi için Eylül 2013'te başvurdum. 
İptal edilmeleri için başvurduğum Trakya Üniversitesi'ndeki 24 (9 doktora, 15 yüksek lisans) Bilgisayar Mühendisliği tezinin (1996..2012) çoğu buna benzer tezler ve bir kısmının danışmanı Özlem Uçar.   
Trakya Üniversitesi'nin şahsıma hitaben örtbas yazısı (17.02.2014, sayı : 3462, imza : Yener Yörük (rektör)) (yazıda bahsedilen “OY ÇOKLUĞU İLE” alındığı ve 20.12.2013 tarihli olduğu belirtilen varlığı meçhul ne idüğü belirsiz karar, Etik Kurul'a ait olabilir) şöyle :
“........ başvuru dilekçelerinizde mevcut iddiaların değerlendirmeye esas alınacak somut   delillere dayanmaması, soyut iddialar olarak kalması nedeniyle incelemeye tabi tutulamayacağına 20.12.2013 tarihinde oy çokluğu ile karar verilmiştir.” 
YÖK'ün şahsıma hitaben örtbas yazısı (03.03.2014, sayı : 13734, imza : Şaban Halis Çalış (başkan vekili) şöyle :
.... dilekçelerinize istinaden Başkanlığımız Fen ve Mühendislik Bilimleri Etik Kurulunun 22-23.02.2014 tarihli ve 2014/01 no'lu toplantısında yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde; “İlgili başvuru bir etik ihlal iddiası içermekten ziyade doktora tezinin ve araştırma projelerinin niteliğine ilişkindir iddiaları içermektedir.
Görevi etik ihlal iddialarını incelemek olan kurulumuzun tezlerin ve projelerin niteliklerine ilişkin bir değerlendirme makamı olmadığı, bu sebeple iddiaların kurulumuzca incelenemeyeceği değerlendirilerek, kurulumuz gündeminden düşürülmesine oy birliğiyle karar verildi” yönünde karar alınmıştır.
”  
Oy birliği ile karar veren Etik Kurul, “Ömer Ziya Cebeci, Saffet Nezir, Tülay Yıldırım, İlhan İçen, Fazıl Önder Sönmez, Erol Arcaklıoğlu, Türkay Dereli, Selman Türker, ve Muammer Koç”tan oluşmaktadır. 
Örtbaslara itiraz ettim. 
YÖK'e itirazım (Nisan 2014) şöyle : 
“Özlem Uçar'ın “SAHTECİLİK”ten ibaret doktora tezinin iptal edilmesi gerekmektedir.  Özlem Uçar'ın doktora tezinin, saygınlık kaygısı olan hem ODTÜ hem Boğaziçi Üniversiteleri'nin Bilgisayar Mühendisliği bölümlerinden oluşturulacak birkaç kişilik akademik bilirkişi ekibine gösterilmesi – görüşü alınması gerekmektedir. 
Bilgisayar Mühendisliği doktora programında “Bilgisayar Mühendisliği konularında hiçbir şey içermeyen, başlığındaki 'Yapay Zeka' kelimeleri tez metninde sadece 1 kez geçen, 'Yapay Zeka' konularına, yöntemlerine dair 1 tek bahis dahi içermeyen, Zihinsel Engelliler Eğitimi (Özel Eğitim) konusunda, İÇİNDE HİÇBİR ŞEY OLMAYAN” doktora tezi verilmesi” ve bunun tez olarak kabul edilmesi, YÖK Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesi Madde-8'de açıkça belirtildiği üzere “YAPILMAMIŞ BİR ARAŞTIRMAYI YAPILMIŞ GİBİ GÖSTERMEK” türünde “SAHTECİLİK”tir ; tez danışmanı ve jürisi de aynı derecede sorumludur : 
Bilgisayar Mühendisliği doktora programında, Bilgisayar Mühendisliği konularında tez çalışması yapılması ve Bilgisayar Mühendisliği konularında tez yazılması gerekirken, Özlem Uçar, Bilgisayar Mühendisliği doktora programında, Bilgisayar Mühendisliği konularında tez çalışması yapmadığı ve Bilgisayar Mühendisliği konularında tez yazmadığı halde, bunları yapmış gibi gözükmek için “Bilgisayar Mühendisliği konularında hiçbir şey içermeyen, başlığındaki 'Yapay Zeka' kelimeleri tez metninde sadece 1 kez geçen, 'Yapay Zeka' konularına, yöntemlerine dair 1 tek bahis dahi içermeyen, Zihinsel Engelliler Eğitimi (Özel Eğitim) konusunda, İÇİNDE HİÇBİR ŞEY OLMAYAN” bir metni doktora tezi olarak vermiş, tez danışmanı ve jürisi de bu metni doktora tezi olarak onaylamıştır. 
Özlem Uçar ve tez danışmanı ve jürisi, “YAPILMAMIŞ BİR ARAŞTIRMAYI YAPILMIŞ GİBİ GÖSTEREREK”, Bilgisayar Mühendisliği doktora programında, Bilgisayar Mühendisliği konularında tez çalışması yapılmadığı ve Bilgisayar Mühendisliği konularında tez yazılmadığı halde, bunlar yapılmış gibi göstererek birlikte “SAHTECİLİK” yapmıştır. 
“14/09/2013 tarihli .... dilekçelerinizde .... “yapılmamış bir araştırmayı yapılmış gibi göstermek” türünde “sahtecilik” iddiası olduğuna ilişkin bir ifadeye .... rastlanılmadığı, bu  kapsamda bir inceleme yapılabilmesi için yapılmamış hangi araştırmanın yapılmış gibi gösterilmeye çalışıldığının başvuru sahiplerince açıkça ve anlaşılabilir şekilde ortaya koyulması gerektiği; .... anılan Kurulca da yapılan başvurunun bir etik ihlal iddiası içermekten ziyade doktora tezinin ve araştırma projelerinin niteliğine ilişkin olduğu” yönündeki değerlendirmenin/tespitin yerinde olduğu görüldüğünden: 
.... başvurularınızın tekrar etik kurul gündemine alınması talebinizin reddine,  Engelli Çocuklar İçin Yapay Zeka Tabanlı Eğitim-Destek Araçları Geliştirilmesi” Trakya Üniversitesi, 2007 başlıklı ve bu doktora teziyle ilişkili olduklarını belirtilen araştırma projeleri hakkındaki .... başvurularınızın, ilgili mevzuat uyarınca değerlendirilmek   üzere tezin ve projelerin hazırlanmış olduğu Üniversite Rektörlüğüne gönderilmesine, karar  verilmiştir.”   
Bu karar, “zurna ya da darbuka konusunda tez vererek piyano doktorası”, “mimarlık konusunda tez vererek kalp cerrahisi tıpta uzmanlık”, “periler konusunda tez vererek beyin cerrahisi tıpta uzmanlık”, “tarih konusunda tez vererek kadın hastalıkları ve doğum tıpta uzmanlık”,  “salatalıklar konusunda tez vererek idare hukuku doktorası”, “patates baskı konusunda tez  vererek veterinerlik doktorası”, “işkembe çorbası konusunda tez vererek makina  mühendisliği doktorası”, “kızarmış karidesler için soslar konusunda tez vererek elektronik mühendisliği doktorası”, “sokak kedileri konusunda tez vererek matematik doktorası”, “tarot  falı konusunda tez vererek fizik doktorası”, “Alaattin'in sihirli lambası konusunda tez  vererek kimya doktorası”, “astroloji konusunda tez vererek biyoloji doktorası”, “fasulye konusunda tez vererek sosyoloji doktorası”, “40 ikindiler konusunda tez vererek psikoloji doktorası”, sahibi olmak gibi benzer SAHTECİLİKleri de MEŞRULAŞTIRMAKTADIR. Ki akademik sahtekarları korumak için yarıdan fazlası (150.000+ tez) gizlenen akademik tez arşivinde bunlara benzer ABUK SAHTECİLİK örnekleri çoktur !
“Zihinsel Engelliler Eğitimi (Özel Eğitim) konusunda tez vererek bilgisayar mühendisliği doktorası sahibi olmak”la bunlar arasında hiçbir fark yoktur ; hepsi ABUKtur ve SAHTECİLİKtir !
Gelişmeler duyurulacaktır.
Bu arada şuna dikkat çekmek istiyorum : akademik sahtekarlık türlerinden “intihal”e (aşırma, çalıntı ; plagiarism) kulak aşinalığı giderek yaygınlaşsa da ülkemizde “akla zarar” “uydurma (fabrication) tezler” ve bu örnekteki gibi “sahte tezler” çok daha yaygındır. Pek çok tez ise birden fazla sahtekarlık türü içermektedir.
Aldıran olmasa da : bazı ülkeleri zirveye taşıyan, “gelişmiş ülke” denmesine neden olan üniversiteler, “akademik sahtekarlık politikası”yla – her yanını kuşatan ve yağmalayan akademik sahtekar ordusuyla – güruhuyla ÜLKEMİZİ GELECEKSİZLİĞE – YOKOLUŞA SÜRÜKLEMEKTEDİR !
***
(*)  Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi  benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

23 Eylül 2014

Prof. Dr. Hasan Seçen - Aşırma ve Kendinden Aşırma: Her Yazarın Bilmesi Gerekenler

Bilimsel topluluk, aşırma ve kendinden aşırma probleminden geniş ölçüde kaygı duymaktadır. “Aşırma ve Kendinden Aşırma: Her Yazarın Bilmesi Gerekenler” başlıklı makalede St. John Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Miguel ROIG, kısıtlı İngilizce’ye sahip olan yazarların karşılaştıkları zorluklara odaklanarak bu iki ihlali ve bunların çeşitli tezahürlerini ele alıyor.
Biochemia Medica dergisinde (2010;20(3):295-300) “Plagiarism and self-plagiarism: What every author should know” başlığıyla yayımlanan   makalenin Türkçe çevirisinin web sayfamızda yayımlanması için  yazar ve dergi  editöründen izin alınmıştır. Bu vesileyle  sayın Prof. Dr. Miguel ROIG ve  M. Sc. Vesna Supak SMOLCIC‘e  çok teşekkür ederim. H.Seçen
Makaleyi okumak için TIKLAYINIZ.

19 Eylül 2014

Ömer Erbil - Harvard mezunu arkeolog mobbinge isyan etti:
Namert korkaklar! (RADİKAL)

Mardin Artuklu Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Güner Coşkunsu facebook duvarından kendisine uygulanan mobbinge isyan etti. Coşkunsu kişisel duvarına şöyle yazdı: “Usulsüzlüklere, yolsuzluklara, haksızlıklara, nepotizme, anti bilimselliğe, intihale, her türlü kadrolaşmaya (ajanlar dahil olmak üzere), bölücülüğe, fişlemeye, kısacası kurumsal ahlaksızlığa karşı duran, gerekli yasal işlemleri talep eden veya uygulayan akademisyene mobbing yapmanın yanında aba altından sopa gösterenlerden veciz sözler: - Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin...”  
Harvard arkeoloji bölümü mezunu Güner Coşkunsu bir süredir Mardin’de yağmalanan sit alanlarına karşı tek başına mücadele veriyor, kültür varlıklarının korunması için ciddi tehditler alıyordu. Buna rağmen susmamış, haksızlıklara dur demek için elinden geleni yapmıştı. Mardin Müzesi’nde yaşanan usulsüzlükleri dile getirdiği için Müze Müdürü Nihat Erdoğan’ın küfürlü tacizlerine maruz kalmış, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verdiği şikayet dilekçelerinden de bir sonuç alamamıştı. Erdoğan’ın küfür ve hakaret dolu mesajları adli soruşturma konusu olduğundan yayınlamıyoruz.
Gelelim Coşkunsu’nun isyanına. Facebook sayfasında kişisel duvarında paylaştığı o isyanın noktasına virgülüne dokunmadan veriyorum:  
“Önümdeki bir dosya dolusu rezalet belgeyi yeniden incelerken dışa vurmak istediğim düşüncelerimden bir özet:  
Mardin'de çok kanunsuzluk var, çok. Neyse ki arkalarında kollektif aptallıkları sonucu suçlarına dair epey somut kanıt bıraktıkları için dokunulmaz olduklarını sanan o gafil kuklalar ve kuklaların ipini tutan büyük kuklalar bir gün adaletin hükmünden kaçamayacaklar. Bu ülkeyi sahipsiz, akademisyeni (bu ünvanı hakeden akademisyenlerden bahsediyorum, zira gerisi de zaten kukla) aciz sanıyorlar. Usulsüzlüklere, yolsuzluklara, haksızlıklara, nepotizme, anti bilimselliğe, intihale, her türlü kadrolaşmaya (ajanlar dahil olmak üzere), bölücülüğe, fişlemeye, kısacası kurumsal ahlaksızlığa karşı duran, gerekli yasal işlemleri talep eden veya uygulayan akademisyene mobbing yapmanın yanında aba altından sopa gösterenlerden veciz sözler:  
- Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin...
- Hay Allah sizin doçentliğiniz hala bizlerin elinde, değil mi? (herkes alanındaki namert ve satılmış doçentlik jüri üyelerinin kim olduğunu, kimlerin eline kırbacı alarak jüriyi kontrol etmeye çalıştığını bilir.) 
- Bakanlık'taki ahbaplarım kazı ve yüzey araştırması başvurularında çok etkin. Sahi neden hala başvurularınız onaylanmadı? (Bakanlığın adını kullanarak tehdit savurma cüreti ve Bakanlığın öcü olduğunu inandırmadaki başarı sadece korkakların ve kölelerin hakim olduğu toplumumuza özgü bir durum olsa gerek) 
 - Bölüm Başkanlığı görevinizin ve iş sözleşmenizin yenilenmesi de yaklaşıyor...
- Böyle yapmaya devam edersiniz herkes geçimsiz ve deli olduğumuza daha çok inanacak, yalnız kalacaksınız (bildiğiniz malum kitlesel sistematik algı yönlendirme taktiği. Dedikodudan beslenen ve önyargıdan kurtulamamış sorgulama yeteneği gelişmemiş toplumlardaki popüler bir silah) 
- Aman hocam, yakınlarınız sizi bir köşede ölü bulmasın... Onca emeğiniz ve Harvard diplomanız da boşa gitmesin (Harvard'ın adı bile bazı hassas bünyelilerde bir çeşit biyolojik tolerans sorununa sebep oluyor, çölyak hastalığı gibi bir şey) 
- Maaazallah bir köşede ayağınıza kurşunu yemiyesiniz (şehrin her karış sit alanını ranta satan bir arkeolog da aynı tehdidi yapmıştı)... 
 Haydi oradan namert korkarlar! 
Bendeki yürek ve zeka sizde olsa zaten böyle pespaye yollara muhtaç olduğunuzu düşünmezdiniz. Hepiniz çirkin eylemleriniz ve ardınızda bıraktığınız somut suç delillerinizle tarihe kayıt olarak düşüldünüz. Elbet bir gün kitaplar sizi yazacak, haberler sizden bahsedecek, bilimsel platformlarda berbat örnekler olarak kullanılıp çatır çatır eleştirileceksiniz (karalama, iftira ve dedikodudan bahsetmiyorum. Hiç sevmediğiniz ve mahrum kaldığınız bilimsel eleştiri yeteneğinden bahsediyorum). Aldığınız ahlar hep ayağınıza dolanacak. Ve tarih sizi affetmeyecek ağalar, sultanlar!

3 Eylül 2014

Ekrem Sakar - İlim Camiasındaki Usûlsüzlüklerden ve Ahlâksızlıklardan Bir Demet: Tarihin Kara Kitabı (Heyula.net)

İnsanların ve toplumların ahlâkları olduğu gibi mesleklerin de ahlâkları vardır. Ahilik teşkilâtının hâkim olduğu zamanlarda bu çok belirginken kapitalizmin dünya ekonomisindeki egemenliğiyle birlikte gayriinsanî kazançların meşrulaşması, akabinde ahlâkın yerine ikamet ettirilmeye çalışan ve günümüzde anlamca farklılık kazandığı iddia edilen etik mefhumunun ithal edilmesiyle ahlâk meselesinin iyiden iyiye müphemiyet kazanması, ennihayet postmodern zamanlarda değerlerin alt üst olması neticesinde meslek ahlâkı diye bir şeyin varlığından söz edemez duruma geldik. “Birçok mesleği anlamak mümkün de ilim dünyasında nasıl ahlâksızlık olur?” diye düşünenler olabilir. İlim camiasında yaşanan ahlâksızlıkların başında intihal1 gelir. Bilgisayar ve internet vasıtasıyla dokümanlara çabucak ulaşmanın verdiği rahatlığın üstüne ülkemizde bu emek hırsızlığının takip edilmemesi ve ciddiye alınmaması, intihalin cazibiyetini gittikçe artırmıştır. İlim dünyasındaki ahlâksızlıkların bunun haricinde başkasına/başkalarına yaptırılan çalışmayı/çalışmaları kendi imzasıyla neşretmek, eş-dost yardımıyla bir takım kadrolara yerleşmek, muhtelif bahanelerle işgâl edilen yerin hakkını vermemek gibi bir hayli türü vardır. Bunların eleştirisi ise ekseriyetle şifahî olarak yapılır. Tespit ettiklerini kâğıda dökmeye niyetlenenler, “yazacaksın da eline ne geçecek?”, “böyle gelmiş böyle gider, sanki bir şey değişecek!”, “başına iş alırsın!” gibi caydırıcı tepkilerle karşılaşır. Mamafih bunlara kulak asmayarak ve her türlü düşmanlığa göğüs gererek çarpıklıkları göstermeye çalışan ilim adamları az da olsa çıkmıştır.

Ali Birinci’nin Tarihin Kara Kitabı adlı çalışması, mezkûr ahlaksızlıklara dair yaptığı tenkitlerini bir araya topladığı bir kitap. Bir tarihçi olarak tarih sahasında yapılanları konu edinmekle birlikte yer yer edebiyat alanına da giren Birinci’nin bu kitabı mevzuyu her ne kadar tarih sahası ile sınırlasa da; muhtevası, üslubu ve metodolojisiyle, diğer alanlarda müşahede edilen bozuklukların ifşa edilmesi açısından örnek teşkil etmektedir. Zaten kitabın alt başlığı “Tarihçiliğimizde Usûl ve Ahlâk Meseleleri” olduğundan, bu çalışmanın bir veya birkaç kişiyi hedef alan sathî bir eleştiriden çok, misaller üzerinden giderek ilim camiasında yaşanan tefessühü mevzubahis eden bir vesika olduğunu anlamak pek de güç olmasa gerektir. 


Giriş Niyetine” adı verilen ilk bölümde Birinci’nin, tesbitlerini ayrı başlıklar altında topladığını görüyoruz. Ecnebi lisanlarda yazılan kitapların intihal edilerek telif bir çalışma gibi sunulması, önceki yazıların başlıkları değiştirilerek yepyeni bir çalışma olarak takdim edilmesi, adam yetiştirme edebiyatı adı altında üniversitelerdeki dostluk münasebetleri, makam peşinde koşanların yaptıkları adaletsizlikler, öğrencisine kendi kitabını sattırmak isteyenler, havadan sudan mevzularla geçen derslerden ders ücreti alınması, adam kullanarak akademik unvanların istismar edilmesi, yayınevlerinin satış amacıyla yaptıkları yalancılıklar, gibi pek çok soruna değinilmiş. Bunlara örnek olması için bazı ilim(!) adamlarından ve yaptıkları kabahatlerden de söz edilmiş. Kitapta Sadettin Kocatürk, M.Kayahan Özgül, Sadık Yalsızuçanlar, Mehmet Temel, Ahmet Kartal, Cemal Kurnaz, Mustafa Tatçı, Abdurrahman Güzel, Cemal Kutay, Mertol Tulum, Ahmet Akgündüz, Yılmaz Öztuna, Hakkı Dursun Yıldız, Enver Behnan Şapolyo vs. birçok isim Birinci’nin kaleminden nasibini almış. İşin güzel tarafı, ekler kısmında yapılanların belgesi fotoğraflanarak kitaba ilâve edilmiş. Meselâ bir intihal söz konusuysa, nerelerin hangi kitaptan ç/alıntılandığı sağlı sollu gözler önüne serilmiş. Böylece okuyucunun anlatılan hadiseye bizzat şahit olması sağlanmış. Bu bölümde Ali Birinci, altı çizilecek epey cümle sarf etmiş. İşte onlardan bazıları: “Makamlar için ehliyet ve liyakat değil, itaat ve sadakat ve hatta zaman zaman da hamakat aranmaktadır”, “Adam yetiştirme edebiyatı üniversitelerimizdeki en abes sohbetlerden biri ve belki de birincisidir”, “Araştırmaların yapılması değil, artık araştırmaların araştırılması ve ifade edilen teknik ile nakledilmesi ilim ve ahlâkı için bir felâkettir”, “Yapılmayan dersler ve bilhassa beş-on dakikalık sohbet şeklinde yapılan doktora ve yüksek lisans dersleri için haksız ders ücretleri almak, profesörlerin üzerlerine aldıkları derslere asistanları ve yeni ismiyle araştırma görevlilerini vekâleten derslere sokmaları...”, “Bilhassa köy menşeli ilim adamlarının kazanç hırsından kurtulamadıkları ve gündemlerindeki birinci maddenin para kazanmak olduğunu ifade etmek gerekir”... 


Kitabın dikkat çekici diğer bölümü “İlim, Üniversite ve Köylülük” adını taşıyan ikinci bölüm. Burada söylenenler kadar Ali Birinci hocanın, akademik camiada yaşanan vakalara ciddiyetini kaybetmeden mizahî bir üslupla yaklaştığı nazarıdikkatimizi celbediyor. Örneğin akademik unvanlara ve makamlara ulaşmada dört usûl bulunduğunu söyleyen yazar bunları ka usûlü, ku usûlü, ka-ku usûlü ve ku-ka usûlü olarak gruplandırmış. Ka (kalem’in ka’sı) usûlü kalemiyle bir yere gelenlerin yolu olup te-ka (temiz kalem) ve ki-ka (kirli kalem) olarak ikiye ayrılır. Ku (kulis’in ku’su) usûlü, kulis ile meselelerin halledildiği, siyasî ve dinî cemaatleri kullanarak himaye edilme ve kayırılma yoluyla makam elde edenlerin yolu. Ka-ku ise ağırlıklı olarak kalem ve biraz da kulis yoluyla bir yerlere gelme yoludur ki bu, en az başvurulan ama başarıya daha çabuk ulaştıran bir yoldur. Ku-ka ise bir öncekinin aksine kulisin ağırlıklı olduğu bir yoldur ve en çok başvurulan usûl budur. Üniversitelerin diploma imalathanesi haline geldiğinden dem vuran yazar, hocaların da adam akıllı kitap okumamalarına ve türlü bahanelerle beklenen miktarda yayın yapmamalarına sitem etmektedir. Üzerine yazılı olan derse asistanını sokan ve ders ücretini kendisi alan hocalar için ise güzel bir lâfı var: “İki şeyin vekâleti olmayıp bizzat ifa edilmesi gerekir. Bunlardan birisi hocalık diğeri ise kocalıktır”. İlim hayatında köylülüğün hüküm sürdüğünü defaatle belirten yazar, “Herkes kendi menfaatini, içi çoktan boşaltılmış kavramlarla süsleyerek muhataplarının hakkını hiç dikkate almadan, hayatının mihveri haline getirmekte ve çevresine takdim etmektedir” diyerek başkalarını ve işgal edilen makamı umursamaksızın kendi menfaatini gütmenin bir köylülük olduğunu, “İlim hayatının bir irfan ve zarafet meydanı olduğu yolundaki hüsnizan çok yaygın bir yanlıştır. Bu hayata girenlerin pek azı istisna tabiat ve huy değiştirmedikleri de sade bir beşerî gerçektir” açıklamasıyla bu zihniyetin ilim dünyasında da sürdürüldüğünü ibraz etmiş. >>> 

İlke Kızmaz - Yeni Türkiye'nin akademisi (İleri Haber)

Aslında bu yazı çok kişisel gibi görünen bir olayı anlatıyor. Ancak bu "kişisel" olay AKP Türkiye'sinde akademinin hal-i ahvaline iyi bir örnek teşkil ediyor. Hemen konuyu aktarayım;

İlk sayısı henüz yayınlanacak olan taze bir dergiye (UHMAD- Uluslararası Hakemli Müzik Araştırmaları Dergisi) yazdığım bir makaleyi yolluyorum. Zaten halk dansları alanında bilimsel yayın kabul eden çok az sayıdaki dergiye -ki bunların çoğu ücret almaktadır- yayınlarını kabul ettirmek meşakkatli bir iştir. Hele bir de ezberin dışından konuşuyorsanız daha da meşakkatli.

Akademisyenler bilir; güvencesiz çalışma ortamında, özellikle üzerlerine bir çok angarya iş yığılan asistanların kendi alanlarında yayın çıkarmaları çok zahmetli ve yorucudur. Bu zorlukların üstesinden geliyorsunuz ve bir dergiye makalenizi yolluyorsunuz. Buraya kadar süreç normal işliyor. Makaleniz değerlendirmeye alınıyor. Bir kaç mizanpaj düzeltmesi talebi geliyor. Düzeltiyorsunuz. Ve yolluyorsunuz. Rutin işler. Ve nihayetinde makalenizin onaylandığı ve yayınlanacağı mailini alıyorsunuz. Emeğinizin karşılığını almış olmanın ve bildiklerinizi akademi ile paylaşıyor olmanın verdiği haz ile iyi hissediyorsunuz. Normalde hikayenin burada bitmesi gerekiyordu. Fakat öyle olmadı.

Biraz detay ile okuyucuyu sıkma riskini göze alıyorum. Bilimsel yayınların ISSN numaraları vardır. Böylece yayınınız resmi bir künyeye sahip olur. Bir de WOS (Web of Science) diye bir numara vardır. Bu numara da üniversitelerin sizin makalenizi tanıyıp, yayın listenize eklemenizi sağlar. Dedim ya, dergi henüz taze. Dolayısıyla web sayfasına baktığımda ISSN veya WOS numaralarını göremiyorum. Doğal olarak bana bu konuda yardımcı olması için dergi editörüne bir mail atıyorum. Editör yeni bir dergi oldukları için ISSN'in henüz alınmadığını bir kaç ay içinde alınacağını söylüyor. Ben de ISSN alındığında makalemin üzerinde sayının görünüp görünmeyeceğini soruyorum. İlginç bir şekilde "zaten görünüyor" cevabını alıyorum. Tekrar bakıyorum. Ama göremiyorum. Ve biraz da uzatmış olmanın verdiği mahcubiyet ile özür dileyerek bu numarayı göremediğimi söylüyorum. Aldığım cevap ibretlik: "sizin istediğiniz nedir allah aşkına. kısaca derdini anlatırmısın bana." (yazım hataları beyefendiye aittir) Bunu bana ünvanı Doçent olan bir akademisyen yazıyor. Hayret ediyorum. Sinirleniyorum. Ve beyefendiye üslubunu düzeltmesi konusunda bir ricada bulunuyor ve derdimi tekrar anlatmaya koyuluyorum. Kritik nokta işte tam da burası. Aldığım cevap bu yazıda anlatmak istediğim şeyin temelini oluştuyor. Aynen şöyle; "şöyle yapalım. ben sistemden makalenizi iptal ediyorum. siz istediğiniz bir dergide makalenizi yayınlayınız. böylece siz de biz de sıkıntı yaşamayalım." Düşünün. Hakemli bir derginin editörü/veya yayın yönetmeni sorduğunuz haklı (haklı olmayabilirdi de) sorulardan yılmış olacak, makalenizi iptal ediveriyor. Resmen size atarlanıyor anlayacağınız. Bu kadar kolay! Hay hay diyorum. Öyle yapalım. Beyefendiye bu kadar agresif olacaklarsa bu işi yapmamasını öneriyor ve bu kaba davranışını teşhir edeceğimi söylüyorum. O da alaylı bir dille dilediğimi yapabileceğim cevabını veriyor. İçi rahat. Çünkü biliyor. Burası artık Yeni Türkiye. Hukuk yok. Adalet yok. Bilim yok. Emek yok. Herkes dilediği gibi at koşturabiliyor.

Hikaye burada da bitmiyor. Hemen akabinde dergide bir tekzip yayınlanıyor. Tekzipde makalemin kullandığım aşağılayıcı üslup nedeniyle yayından kaldırılmış olduğu ilan ediliyor. Fakat bana gelen mailde makalemin talebim üzerine yayından kaldırıldığı ve yazışmalarımızın bir üst yazı ile YÖK, Üniversiteler arası kurul ve bağlı bulunduğum üniversitenin rektörlüğüne iletileceği bildiriliyor. Tamamen gerçekdışı olan bu tekzipi düzeltmeleri ricası ile ve bahsi geçen derginin yayın ilkelerinin[1] 14. maddesine istinaden hakem raporlarının tarafıma iletilmesini talep eden bir mail yolluyorum. Aldığım cevap daha da korkunç;

"Daha fazla muhatap olmak istemiyorum. Devam ederseniz hukuki haklarımı kullanır olayı farklı boyuta taşırım. Mağduriyetiniz söz konusu ise sizde gerekli hukuki haklarınızı savunursunuz. Ben gerekli kurumlara konuyu resmi olarak yarın bildireceğim."

Beyefendi bir anda hukuku hatırlayıveriyor. Ve yaptığı usulsüzlüğü hukuk yoluyla korkutarak örtbas edeceğini düşünüyor. Anlayacağınız nereden tutsanız elinizde kalacak bir vaka. Bu maile bir cevap yazmıyorum. Öyle çekindiğimden falan değil. Beyefendi olayı farklı boyutlara taşımaktan bahsetmiş ya, ben de öyle yapıyorum ve sırf beyefendinin gönlü olsun diye olayın boyutunu değiştiriyorum. Ama beyefendiye verdiğim teşhir sözünü buradan tutuyorum. Bu beyefendinin adı Doç. Dr. Hakan Murat Korkmaz. Kendisi bu mailleri yazarken asistanı olduğum bölüm başkanı hocamı arayıp beni şikayet etmekten ve yazışmalarımızı bağlı bulunduğum kurumun dekanına/müdürüne göndermekten de geri kalmıyor. Tam bir "hem suçlu hem güçlü" durumu.

Uzun bir zamandır bir çok akademisyen akademinin hal-i ahvali konusunda yazıp çiziyor. Mücadele ediyor. Ben de bir süre öncesine kadar mücadelesi ile ses getirmiş İTÜ Asistan Dayanışmasının bir neferi olarak kimi zaman bunları yazdım, söyledim. Daha dün bir bakanın lafıyla GDO'lu pirinci tespit eden bilim insanı görevinden alınmış, Berkin Elvan'ı andı diye bir akademisyen cezalandırılmıştır. Yüzlerce akademisyen ise mobbing altında bilim üretmeye çalışmaya devam etmektedir.

En son örneğini de sayın Prof. Dr. Naci Görür hocamızın açıklamalarında görüyoruz. AKP'nin yeni Türkiye'sinde akademilerin içinin nasıl boşaldığını, bilim üretilen kurumların nasıl çürümeye başladığını gözlemleyebiliyoruz. Bizim örneğimizde de görüldüğü üzere bilimsel yayınların yayınladığı dergilerin önemli makamları birileri tarafından işgal edilmiş, keyfi uygulamalarla akademisyenlerin emeği gasp edilir hale gelmiştir. Şimdi bahsini ettiğim derginin yönetim ve hakem kurullarını oluşturan saygıdeğer bilim insanları da zan altındadır. Ya bu keyfiliğe ve ciddiyetsizliğe dair bir kelam edecekler, ya da bu çürümenin bir tarafı olacaklar. Merakla ve biraz da ümitsizce bekliyorum.

Tabi ben de bu merakla bu Hakan Murat Korkmaz adlı zatı muhteremi biraz internette araştırdım. Ve bir de gördüm ki meğerse bulaştığım kişinin yakın geçmişinde benzer olaylar da yaşanmış. Bakınız, akademikpersonel.org adlı sitede bir kadın akademisyenin Hakan Murat Korkmaz hakkındaki iletisini de aynen aktarıyorum;

"7-8 Aralık tarihileri arasında Kadir Has Üniversitesi "Kadına Yönelik Şiddete Multidisipliner Yaklaşımlar Kongresine" bildiri ile sözlü sunum yaparak katıldım.


Kongreden sonraki hafta bir mail aldım. Hakan Murat Korkmaz (kongre Yürütme Kurulu Başkanı) Kongre'de bildiri sunmuş bir kadın akademisyenin, gayet üslubuna dikkat ederek kongreye yönelik eleştirilerini yazdığı bir metni eleştirerek bu kadın hakkında hukuki sürecin başlatılacağını, bu eleştirisinden dolayıda kongreden çıkarılacağını yazmıştı mailde. ben ve yaklaşık 5 akademisyen bu duruma tepki gösterdik. Çünkü eleştirilerde hakaret, aşağılama yoktu. kongredeki eksiklikler ve gerçekten de bir kongrede olmaması gereken davranışlar dile getirilmişti. Ve ben ilk defa bildiri sunmuş, kongre ücreti ödemiş birinin kongreden çıkarıldığını duyuyorum. Maillerden öğrendik ki başka bir Kadın Akademisyen daha benzer bir tutumla, kongrede simgesel şiddete maruz kalmış.

Daha sonra bu mailleşmeler devam etti ve en sonunda bu simgesel şiddete ben de maruz kaldım. Kongre ücretimin iade edildiğini gördüm, yani bende eleştirilerimi dile getirdiğim için, bildiri sunduğum bu kongreden çıkarılmıştım. Bütün bunların üzerine Hakan Murat Korkmaz, hakaret içeren mail atarak resmen yıldırma amaçlı bana ve üç kadın akademisyene Mobing uyguladı.
" [2] (yazım hataları ileti yazarına aittir)

Görüyorsunuz ki akademi bunlara kalmış durumdadır. Etikten, emeğe saygıdan, nezaketten bihaber bu insanlar akademinin bu çürümüş ortamını yaratmaktadırlar. Yeni Türkiye'de akademi birilerinin çiftliğine dönüşmüştür. Keyfilik tüm devlet kurumları gibi akademilerde de hüküm sürmektedir. Sorgulama ve bilimsel merakın yerini biat ve itaat almıştır. Dilediğinde kimseye hesap vermeden emeğinizi bir çırpıda çöpe atabilen, hatta sizi işinizden edebilen küçük tiranlıklar kurulmuştur. Ve hırsızların iktidarında alabildiğine pişkinlik aynı zamanda bir akademik kimlik de kazanmıştır.

Ama bir yandan da biliyoruz ki, Haziran Direnişine damgasını vurmuş bir gençlik geliyor. Tek umudumuz bu gençlikte. Onlar AKP'nin yarattığı bu karanlığı dağıtacaklar. Üniversiteleri tekrar bilim yuvalarına döndürecekler. Bizi bu karanlığa mahkum bırakmayacaklar. Ve diliyorum ki hocaları da bu gençlerden ders alacak. Onlar da artık seslerini çıkaracak, bu karanlıkta gençlere ışık olacaklar.

Ve ben her gün biraz daha kararan bu ortamda makalemi yayınlayabilecek temiz kalmış bir dergi bulma umuduyla yoluma devam ediyorum.

ilkekizmaz@gmail.com

[1]http://www.uhmadergisi.com/?sayfa=icerik&tur=icerik&kategori=yayin-ilkeleri&icerik=yayin-ilkeleri

[2]http://www.akademikpersonel.org/ales-akademik-personel-ve-lisansustu-egitimi-giris-sinavi/34021-kadina-yonelik-siddet-kongresinde-siddete-maruz-kalmak.html

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.