Prof. Dr. Ayşe Erzan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Ayşe Erzan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
7 Kasım 2011
Prof. Dr. Ayşe Erzan: "Bilimde hırsızlık yapanın üstü örtülüyor" (Hürriyet)
Prof. Dr. Ayşe Erzan, bilimin de bir raconu olduğunu belirterek, bilimsel hırsızlığın önlenmesinin iki önemli yolu olduğunu söyledi: "Tek seferde meslekten men edilmesi yaptırımı belki biraz derecelendirilmeli. Çok ağır bir yaptırım olduğu için uygulanamıyor. Ve ilköğretimden itibaren çocuklara 'bilim etiği' dersi verilmeli."
Gündemden düşmeyen bir konu intihal. Diğer adıyla bilimsel hırsızlık. Özellikle de akademisyenlerin sürekli tartıştığı ve önüne geçmeye çalıştığı bir konu. Ancak her nedense ne bir türlü engellenebiliyor ne de bunun doğru bir şey olmadığı koskoca bilim insanlarına anlatılabiliyor. İntihal'e adı karışan rektör de var, öğretim üyesi de. İntihal ile birlikte bilimde etik konusuna kafa yoran İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Erzan, geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi tarafından düzenlenen 'Bilim Etiği' gününde 'Bilim Raconu' başlıklı bir konuşma yaptı.
Racon kelimesine başka konularda alışkınız ama bilim ile racon kelimesi yan yana gelince konu daha da ilgi çekici hale geliyor. Prof. Erzan'la bu nedenle 'Bilimin Raconu'nu konuştuk.
"Bilimin en önemli raconu tıpkı diğer mesleklerde olduğu gibi dürüstlüktür" diyen Erzan, diğer kuralları ise şöyle sıralıyor: "Çalmamak, çırpmamak, haksız rekabete neden olabilecek şekilde dolandırıcılık yapmamak."
Bu çalma çırpma yöntemlerinden birinin de sık sık gündeme gelen 'intihal' olduğunu belirten Prof. Erzan, bilimsel hırsızlığın önlenebilmesi için Türkiye'de öncelikle cezai yaptırımların yeniden düzenlenmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü Erzan'a göre, ilk intihal olayında direk 'meslekten men etme' biraz da bu tür olaylarla karşılaşınca üstünün örtülmesine neden oluyor.
İntihalin üstü örtülüyor
Prof.Dr. Ayşe Erzan, izlenebilecek yolları ise şöyle sıralıyor:
"Örneğin ilk seferde kuvetli bir uyarı yapılabilir. İkincide belki daha ağır bir uzaklaştırma cezası. Ama üçüncü tekrarında meslekten men etme biçiminde, insanları biraz da öğrenmeye ve davranışlarını düzeltmeye sevk edecek yaptırımlar silsilesi olması, pratikte daha doğru sonuçlara yol açarmış gibi geliyor bana."
Prof. Erzan'a intihalin neden makaleler uluslararası dergilerde yayımlandığında ortaya çıktığını ve Türkiye'de geç farkedilmesinin nedenini sorduğumuzda ise şu yanıtı alıyoruz:
"Maalesef biz kendimize bir başkasının gözüyle baktığımızda kendimizi görebiliyoruz. Yani çalıntı makaleler uluslararası dergilerde yayınlandığında millet bunu tartışmaya başladı. Ama ondan önce de hem akademik kurullarda, hem Türkiye Bilimler Akademisi'nde bunu dert eden insanların ve üniversitelerin artık yavaş yavaş kurulmaya başlayan etik kurulların gündemindeydi her zaman bu konu. Farkediliyor elbette ama sıklıkla üstü örtülüyor. Disiplin kurullarına yansıyan ya da yansımadan üstü örtülen çok daha yaygın durumlar var. Ayrıca uluslararası makalelerde yayımlandığında yine Türkiye'den hocalar bunun ortaya çıkmasını sağlıyor, konunun üstüne gidiyor. Dediğim gibi tek seferde meslekten men etme gibi çok ağır bir yaptırımı var. Bu biraz üzerinde fazla düşünülmeden konulmuş bir uygulama gibi geliyor bana."
İlköğretimde önce öğretmen örnek olmalı
İntihalin önüne geçmek için özellikle doktora danışmanlarına büyük görev düştüğünü hatırlatan Erzan, öğrencilere bunun eğitiminin verilmesi gerektiğinin de altını çiziyor:
"Bunun eğitiminin de verilmesi çok önemli. Öğrencilerin mecburi ders olarak bunu mutlaka almaları gerektiğini düşüünyorum. Buna daha erken başlamak gerekiyor aslında. İlköğretimde ya da lisede bir öğrenci bir dönem tezi hazırlarken, bunu nasıl yapacağını, nasıl kaynak göstereceğini o aşamada öğrenmeli. Ve hakikaten okuldan uzaklaştırmak gibi çok ağır sonuçları olabileceğini de o zaman görüp öğrenmeli. Bununla ta doktora aşamasında karşılaşmak doğru değil."
İlköğretim ve lise öğretmenlerinin de bu konuda dikkatli olması gerektiğini belirten Ayşe Erzan, "Eğer öğretmen, öğrencilerle paylaştığı bir bilgiyi hangi siteden aldığını öğrenciye söylerse ve ödev hazırlayan öğrenciden de internetten aldığı bilgilerin kaynağını, web adresini yazmasını isterse o zaman öğrenci kaynak göstermesi gerektiği bilincine varır." Erzan'ın değindiği bir diğer konu ise özellikle öğrencilere tablet bilgisayarlar dağıtıldığı zaman bu konuda daha dikkatli olunması.
12 Şubat 2010
İntihal Tartışması (CBT)
Cumhuriyet Bilim Teknik 12.02.2010
Sayın Orhan Bursalı,
Derginizde son günlerde yer alan bir yazı da dahil olmak uzere, pek çok intihal (aşırma) tartışmasının, mugalataya, safsataya 1 sığınmadan yapılamadığını üzülerek gözlüyoruz.
Bir fikri ya da iddiayı geçersiz kılmak için akıl yürütmek veya deliller göstermek yerine, o düşünceyi dile getiren kişiye (ya da kaynağa) saldırmak, onu karalamak veya küçük düşürmeye uğraşmak, en belirgin mugalata yöntemlerinden biri. Yine çok yaygın olarak başvurulan bir başkası, bir konuda yetkin olan kişinin, yaşamın başka alanlarında da kusursuz olduğu varsayımı. İddianın, kasten veya dikkatsizce, asıl içeriğinden saptırılması ya da abartılması bir başka mugalata biçimi. Çoğu kez tüm bu yanıltmacalar bir arada, hatta başka mugalata çabalarıyla birlikte ortaya çıkabiliyor.
Dikkatli düşünme 2 alışkanlığı ve disiplini, her alanda olduğu gibi, ahlaki tartışmalarda da vazgeçilmez bir önkoşul.
Saygılarımızla,
Ali Alpar- Ayşe Erzan- Hasan Yazıcı
NOTLAR:
(1) Safsata günlük dilde çoğu kez “aslı olmayan iddia” yerine kullanılıyor. Oysa mugalataya, hatalı akıl yürütmelere, mantık ya da felsefe bağlamında “mantıksal safsata” deniyor.
(2) Orta eğitim müfredatında bu tür hatalı akıl yürütmelere karşı uyarılara yer verilmemiş. Eleştirel düşünme yöntemleri ancak üniversitede, o da çoğu kez seçmeli derslerde işlenebiliyor.
25 Eylül 2009
Prof. Dr. Ayşe Erzan - DERS KİTABI YAZIMININ ZORLUKLARI ve YAYIN ADABI ÜZERİNE (CBT)
Cumhuriyet Bilim Teknik 25.09.2009
Birçok mesleki uygulamada olduğu gibi ders kitabı yazımında da, genel kabul gören ahlaki kuralların yeterince bilinmemesi, etik eğitiminin eksikliği ve kötü örneklerin yaygınlığı, bu açığı kapatmak için özel çaba harcanmasını gerektirmektedir. Bu ancak bilim ve yayın etiği konusunda iyi örnekleri öne çıkartmak, aynı zamanda da uluslararası normlara ters düşen eksik ya da hatalı davranışları tartışmaya açmakla mümkündür.
Ülkemizde pek çok konuda Türkçe ders kitabı yazımı henüz gereksinimin çok gerisinden gelmekte ise de, bu doğrultuda önemli bir çaba gözlenmektedir. Türkiye Bilimler Akademisi’nin uluslararası standartlara uygun Türkçe ders kitabı yazımını (ve çevirisini) teşvik için koymuş olduğu ödül[1] bu doğrultuda daha iyi tanıtılması gereken özendirici bir adımdır.
Ülkemizde pek çok konuda Türkçe ders kitabı yazımı henüz gereksinimin çok gerisinden gelmekte ise de, bu doğrultuda önemli bir çaba gözlenmektedir. Türkiye Bilimler Akademisi’nin uluslararası standartlara uygun Türkçe ders kitabı yazımını (ve çevirisini) teşvik için koymuş olduğu ödül[1] bu doğrultuda daha iyi tanıtılması gereken özendirici bir adımdır.
Bilimin ve bilim yayıncılığının doğası gereği, varılacak olan konsensüs dinamik bir karakter taşıyacaktır. Fotokopi makinesinin ya da dijital ortamın getirdiği “kolaylık”lardan sonra, internet kaynakları devrinde de hâlâ bundan yirmi yıl önce geçerli olan yönergelerle yetinemeyeceğimiz aşikârdır. Uluslararası paylaşım kanallarının açık tutulması sayesinde, varılan oydaşımların evrensel normlara yakınsamaları ve birlikte evrilmeleri imkânı doğacaktır. Türkiye Bilimler Akademisi Bilimsel Araştırmada Etik ve Sorunları (2002) [2] ve Bilim Etiği El Kitabı (2008) [3], yayın ahlakı alanında kaynak kitaplardır.
Türkiye’de akademik yaşamda hukuki tanımlamalar ve yaptırımların dışında, sivil hukukun [4] bağlayıcılığı ve gerekliliğine dair bir düşünce yeterince oluşmamıştır. Üniversite “afları,” akademik kararların sık sık yargıya taşınması bunun bazı örnekleridir. Bu nedenle, bilimsel yayın etiği ile fikri mülkiyet hukuku arasında her ülkede mevcut olan gerilim bizde daha sancılı bir biçimde ortaya çıkmaktadır. “İntihal” sözcüğü yasalarda tanımı yapılmış bir kavram değildir.[5] Buna karşın, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Madde 71’in 2.-5. fıkralarında,
“Başkasına ait esere, kendi eseri olarak ad[ını] koy[mak] ….,
“Bir eserden kaynak göstermeksizin iktibasta bulun[mak] ..[ve]
“Bir eserle ilgili olarak yetersiz, yanlış veya aldatıcı mahiyette kaynak göster[mek]” cezaya tabi kılınmıştır.
YÖK Yönetici, Öğretim Üye ve Yardımcıları Disiplin Yönetmeliği’nin (1998 yılında getirilen değişiklikte yer alan) Madde 11/a-3 paragrafında ise, “Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” derken yine intihal anlatılmaktadır. Bilim Etiği El Kitabı’nda Prof. Dr. Ünal Tekinalp’in karşılaştırmalı yazısında hem Avrupa Birliği ülkeleri hem de Türkiye hukukunda intihal ile ilgili uygulamaların barındırdığı çelişkilere de yer verilmektedir. [5]
Ders kitabı yazmak özellikle zor bir iştir. Ders kitabı bir “eğitim amaçlı derleme ya da seçki”[6] değildir. Kendi içinde bir bütünlüğü ve sistematiği vardır. Hem belli bir disiplinin üyeleri tarafından yaygın olarak bilinen konuları özgün bir biçimde işlemeyi, hem de bir dizi teorik ve ampirik bilgiyi eksiksiz olarak aktarabilmeyi gerektirir. Örneğin katı hal fiziği ya da kimya gibi, deneysel bilgiler de içeren konularda, başkalarının daha önce yapmış olduğu ölçümlere ya da hesaplara dayanan sonuçların da verilmesi gerekebilir. Bunların hepsinin yazar tarafından ölçülmüş ya da hesaplanmış olması beklenemez; bu değerlerin doğruluğunun güvencesi ise, nereden alındıklarının (el kitabı, monografi, makale ) açık olarak belirtilmiş olmasıdır. Sadece, çok sıklıkla kullanılan, herhangi elkitabında bulunabilecek sabitler, ya da kolayca hesaplanabilecek bazı değerler bu kuralın dışında kalırlar. Bu tür kuralların uygulanmasında her zaman uluslararası düzeyde meslek içi oydaşımlarla ortaya çıkan bir makuliyet payı bulunur.[7]
Bilimsel bilginin geleneksel/ popüler bilgilerden[8] bir farkı vardır: Bilimsel bilgi, “herkes” (yani o konunun uzmanı herkes) tarafından biliniyor bile olsa, hiçbir zaman “anonim” değildir, kaynağı bilinir veya araştırılınca bulunabilir. Bilimsel bilginin ayrılmaz bir özelliği, onun bir ya da bir grup bilim insanının sorumluluğu altında yayınlanmış olmasıdır –bu özellik hem o bilginin doğruluğuna ilişkin bir sorumluluk, hem de yazarlığa ait haklara işaret eder.
Zaman içinde o bilim dalının temel unsurları arasına girmiş teorik gelişmeler ya da buluşların orijinal kaynaklarına, bir ders kitabı hatta bir makale yazarken referans vermek mutlaka gerekli görülmeyebilir (yüz, yüz elli yıl önceki orijinal kaynaklara pratikte ulaşmak da zordur).
Bir ders kitabında alanın temel konularının sunuluşu sırasında asıl kaynak gösterilmesi gereken yerler, bu konuların güncel olarak işlendiği, tüm uzmanlarca otoriteleri kabul edilmiş, yaygın olarak kullanılan, yazarın kendisinin de bir aşamada mutlaka yararlanmış oluğu ders kitaplarıdır. Her bilim dalının bir dizi öncülünün üzerinde yükselen, sürekliliğe sahip bir yapı olduğunun öğrenci tarafından algılanması ve gerektiğinde başvurabileceği başka kaynaklardan haberdar edilmesi, ders kitaplarının genel bir kaynakçaya sahip olmalarını da zorunlu kılar. Aksi, bilim ve yayın etiği kadar, eğitim etiğine de aykırıdır.
Genel kaynakçanın dışında, herhangi bir kitaptan belli bir anlatım biçimi, örnek vs. aynen kullanılmış ise, bunun belli edilmesi ve sayfa göstererek atıfta bulunulması gerekir. Ders kitabı yazımının bir zorluğu, insanın meslek yaşamı boyunca çok yerde rastlamış olduğu anlatım ve ifade biçimlerinden kendini koruyabilmesinde yatmaktadır. Zira, ülkemiz kanunları olsun, Avrupa ülkelerinde geçerli Fikri Mülkiyet Yasaları olsun, bilginin içeriğinden “serbestçe yararlanma”yı esas almalarına karşın, yayınlanmış bir ifade biçiminin kendisini, yani sözcüklere dökülüşünu koruma altına almaktadırlar [5]. Bu nedenle, bir ders kitabı yazarken bir açıklama biçiminin, bir problemin ya da çözümün, farkında olmadan aklınızda kalmış bir formülasyon olup olmadığını kontrol etmek gerekir.
Ders kitaplarında genel bir bibliografyanın ötesinde, özel olarak referans verilmesi, hatta kaynak gösterilse bile ancak yayıncının izniyle kullanılması mümkün olan, bir olayı ya da olguyu örneklemek için çekilmiş fotoğraflar, çizilmiş olan resimler, deney sonuçları ya da tablolar gibi başka unsurlar da vardır. Bu unsurlar, konunun genel anlatımının dışında, çoğu kez teknisyenlerin özgün emeği ile üretilen eserlerdir ve bizim ülkemizin de taraf olduğu telif hakları anlaşmaları ile korunurlar. Ancak şekillerin, herkes tarafından yeniden çizilebilecek kadar basit olduğu ve ek veri gerektirmediği durumlarda, kullanılmaları serbesttir.[5] Buna karşın, bir başka kaynakta mevcut bir şekil ya da tablonun uyarlanarak kullanıldığı durumlarda bile, çoğu kez kaynak gösterilir.
YAYIN ADABI GELİŞİYOR
Ülkemizde yayın adabı tüm aksaklıklara karşın gelişmektedir ve giderek uluslararası normları yakalayacağı muhakkaktır. Bu değişim süreci içinde, yanlışlarda ısrar etmek yerine, bunların tasfiyesine katkıda bulunmak gerekir. Ancak açık kalplilikle girişilen yaygın bir tartışma süreci sonunda bilimsel kamuoyu kendi içinden ürettiği kurallar üzerinde bir oydaşıma varabilir, sürekli bir fakirlik/mağduriyet edebiyatı ile özel mazeretlerin arkasına sığınmaktan vazgeçebilir ve bunun getirdiği güvenle kendi bahçesini temizlemeye girişebilir. Öğrencilerimize bu konuda iyi örnek olmamız ve ileriye dönük olarak da yeni standartların oluşturulması ancak böyle mümkündür.
[1] http://www.tuba.gov.tr/index.php?id=403
[2] Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Etiği Komitesi (2002), Bilimsel Araştırmada Etik ve Sorunları, Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları 1, Ankara.
[3] A. Erzan, ed. (2008), Bilim Etiği El Kitabı, TÜBA Bilim ve Düşün Dizisi 17, Ankara.
[4] Belli bir mesleğin ya da kurumun üyelerinin onayladıkları gönüllü olarak kendilerini tabi kıldıkları ve meslektaşlarının bu çerçevede yaptıkları değerlendirmelere saygı duydukları bir ahlak ya da kurallar dizgesini kastediyorum. Açıktır ki bu kurallar yasalarla çelişemezler.
[5] Ünal Tekinalp (2008), “Bilim Etiğinin Hukuki Cephesi,” A. Erzan, ed., Bilim Etiği El Kitabı, TÜBA Bilim ve Düşün Dizisi 17, Ankara.
[6] Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Madde 34, 35.
[7] Örneğin ışığın hızını “bilimsel notasyon”da virgülden sonra iki basamaklı bir sayı olarak belirtirken atıf gerekmez ama bilinen en yüksek kesinlik derecesinin ne olduğu tabi ki atıf gerektiren bir bilgidir.
[8] Bir radyo programında ya da bilimsel bir metinde, popüler bir türkünün ya da örneğin bir halk ilacının, geleneksel veya “anonim” olmasına karşın onu derleyen kişinin ve bu eseri/bilgiyi ona aktarmış olan kişinin belirtilmesi, özellikle antropologların giderek üzerinde titizlikle durdukları iyi uygulamalardandır.
Ayşe Erzan, Türkiye Bilimler Akademisi üyesi, Prof. Dr., Fizik Bölümü, İstanbul Teknik Üniversitesi, erzan@itu.edu.tr
3 Aralık 2007
Prof. Dr. Ayşe Erzan - Bilim etiği üzerine (ARIyorum-İTÜ Gazetesi)
Dün, ‘olur o kadar,’ ‘bize bu kadarı yeter,’ ‘bizde imkanlar ancak buna elveriyor,’ ‘kimse farketmez zaten’ diyerek ve örtbas edilerek ‘idare edilen’ bilim ahlakı alanında, köklü bir atılım yapmak gerekiyor.
Ülkemizde bilimsel ve teknolojik üretimin, dünya genelindeki tempoyu yakalayamasa da, hızla arttığı, bilim teknoloji alanının kabuk değiştirdiği yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Genç bilim insanları, bilim ve teknoloji alanında daha üretken, daha kendine güvenli, iddialı ve daha rekabetçi bir çığır açmış bulunuyorlar. Ülkemizdeki bilim etiği bilgisi ve uygulamasının bu düzeyin gerisinde kalması tüm bilim camiası için çok derin ve sancılı sorunlar yaratmakta, bu çabalara da köstek vurmaktadır. Dün, “olur o kadar,” “bize bu kadarı yeter,” “bizde imkanlar ancak buna elveriyor,” “kimse farketmez zaten” diyerek ve örtbas edilerek “idare edilen” bilim ahlakı alanında, köklü bir atılım yapmak gerekiyor.
Bilimde dürüstlük, bilimin tanımı içinde yer alır, onun kurucu unsurlarından biridir, onsuz olunamaz. Bilim ahlakı, insanların dürüst ve her zaman gerçeklere saygılı olmaları, hakkaniyetli olmaları, hakettiğinden fazlasına tamah etmemeleri diye özetlenebilecek çok temel hasletlerden oluşmakta. Ama modern dünyada, bunları söylemenin yetmediği deneylerle sabit. Herkesin öğrenciliği sırasında bilim etiği eğitimi alarak, mesleklerini icra ederken, araştırma ve yayın yaparken karşılaştıkları her somut durumda uygulanacak kuralları ayrıntıları ile bilmesi gerekiyor. Aşırmanın, sahteciliğin, tahrifatçılığın tanımının kimsenin, “ben buradaki usulu bilmiyordum” diyemeyeceği biçimde tanımlandığı bir dünyada, yine de karşımıza çıkabilecek ihlalleri, kurumsal olarak büyük bir titizlikle takibetmek ve cezalandırılmalarını sağlamak gerekiyor. Burada nasihatin yetmediği de, uluslararası deneylerle saptanmış bir gerçek. Demek ki, başta üniversiteler olmak üzere bilim kurumlarına iki önemli görev düşüyor: 1) Bilim etiği eğitimini, üniversitede verilen eğitimin ayrılmaz bir parçası kılmak ve 2) etik ihlallere göz yummamak, bunların bürokrasinin çatlakları, dolambaçları arasına sığınmasına müsaade etmemek. Türkiye Bilimler Akademisi de bilim etiği eğitimi konusunda üzerine düşeni daha enerjik bir biçimde yapmaya çalışıyor.
(http://www.tuba.gov.tr/files_tr/bilimseletik.php)
Ülkemizde, etik kuralları bilmemenin yanında, bilim etiği ihlallerinin altında yatan, başta da değindiğim önemli bir unsur daha olduğunu düşünüyorum. Yetersizliğin veri olarak kabul edildiği, “biz zaten ancak bu kadarı becerebiliriz” e teslim olunduğu bir ortamda, başkalarının fikri ürünlerine saygısızlık alabildiğine yaygın. Zira bu fikri ürünlerin nasıl bir emek karşılığı elde edildiğine dair, ancak insanların kendi pratiklerinden doğabilecek, muhayyile olabildiğince kısır. Bu yaklaşım, derslerde kopyacılığı mazur göstermek için öne sürülebildiği gibi, makaleden ders kitabına, hatta popüler kitap yazımına kadar her türlü aşırmaya kılıf olarak kullanılabiliyor. Bu nedenle, bir araştırmacı çıkıp “ben makalemde aslında yeni ve orijinal şeyler yaptım, ama giriş kısmından bazı paragrafları başka bir makaleden olduğu gibi çekmekte bir sakınca görmedim, bunlar nasılsa genel geçer laflar,” diyebiliyor, örneğin. Buna karşı, özgüvenimizi, hamaset yaparak değil de, bilim ve teknolojinin her alanında gerçek ve anlamlı ürünler çıkartarak yeniden inşa etmemiz, her türlü şarlatanlığa hayır dememiz gerekiyor. Örneğin bir İTÜ’nün, “Erke Dönengeçi” gibi bir ucubeyi kamuoyunda resmen teşhir etmesi gerekiyor. Bilim dürüstlük kadar eşitler arasında eleştiriye dayanır. Eleştiri ve özgür düşünce, bilimin ve bilim etiğinin diğer, olmazsa olmaz kurucu unsurudur.
Prof. Dr. Ayşe Erzan
Fizik Bölümü, İTÜ
Ülkemizde bilimsel ve teknolojik üretimin, dünya genelindeki tempoyu yakalayamasa da, hızla arttığı, bilim teknoloji alanının kabuk değiştirdiği yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Genç bilim insanları, bilim ve teknoloji alanında daha üretken, daha kendine güvenli, iddialı ve daha rekabetçi bir çığır açmış bulunuyorlar. Ülkemizdeki bilim etiği bilgisi ve uygulamasının bu düzeyin gerisinde kalması tüm bilim camiası için çok derin ve sancılı sorunlar yaratmakta, bu çabalara da köstek vurmaktadır. Dün, “olur o kadar,” “bize bu kadarı yeter,” “bizde imkanlar ancak buna elveriyor,” “kimse farketmez zaten” diyerek ve örtbas edilerek “idare edilen” bilim ahlakı alanında, köklü bir atılım yapmak gerekiyor.
Bilimde dürüstlük, bilimin tanımı içinde yer alır, onun kurucu unsurlarından biridir, onsuz olunamaz. Bilim ahlakı, insanların dürüst ve her zaman gerçeklere saygılı olmaları, hakkaniyetli olmaları, hakettiğinden fazlasına tamah etmemeleri diye özetlenebilecek çok temel hasletlerden oluşmakta. Ama modern dünyada, bunları söylemenin yetmediği deneylerle sabit. Herkesin öğrenciliği sırasında bilim etiği eğitimi alarak, mesleklerini icra ederken, araştırma ve yayın yaparken karşılaştıkları her somut durumda uygulanacak kuralları ayrıntıları ile bilmesi gerekiyor. Aşırmanın, sahteciliğin, tahrifatçılığın tanımının kimsenin, “ben buradaki usulu bilmiyordum” diyemeyeceği biçimde tanımlandığı bir dünyada, yine de karşımıza çıkabilecek ihlalleri, kurumsal olarak büyük bir titizlikle takibetmek ve cezalandırılmalarını sağlamak gerekiyor. Burada nasihatin yetmediği de, uluslararası deneylerle saptanmış bir gerçek. Demek ki, başta üniversiteler olmak üzere bilim kurumlarına iki önemli görev düşüyor: 1) Bilim etiği eğitimini, üniversitede verilen eğitimin ayrılmaz bir parçası kılmak ve 2) etik ihlallere göz yummamak, bunların bürokrasinin çatlakları, dolambaçları arasına sığınmasına müsaade etmemek. Türkiye Bilimler Akademisi de bilim etiği eğitimi konusunda üzerine düşeni daha enerjik bir biçimde yapmaya çalışıyor.
(http://www.tuba.gov.tr/files_tr/bilimseletik.php)
Ülkemizde, etik kuralları bilmemenin yanında, bilim etiği ihlallerinin altında yatan, başta da değindiğim önemli bir unsur daha olduğunu düşünüyorum. Yetersizliğin veri olarak kabul edildiği, “biz zaten ancak bu kadarı becerebiliriz” e teslim olunduğu bir ortamda, başkalarının fikri ürünlerine saygısızlık alabildiğine yaygın. Zira bu fikri ürünlerin nasıl bir emek karşılığı elde edildiğine dair, ancak insanların kendi pratiklerinden doğabilecek, muhayyile olabildiğince kısır. Bu yaklaşım, derslerde kopyacılığı mazur göstermek için öne sürülebildiği gibi, makaleden ders kitabına, hatta popüler kitap yazımına kadar her türlü aşırmaya kılıf olarak kullanılabiliyor. Bu nedenle, bir araştırmacı çıkıp “ben makalemde aslında yeni ve orijinal şeyler yaptım, ama giriş kısmından bazı paragrafları başka bir makaleden olduğu gibi çekmekte bir sakınca görmedim, bunlar nasılsa genel geçer laflar,” diyebiliyor, örneğin. Buna karşı, özgüvenimizi, hamaset yaparak değil de, bilim ve teknolojinin her alanında gerçek ve anlamlı ürünler çıkartarak yeniden inşa etmemiz, her türlü şarlatanlığa hayır dememiz gerekiyor. Örneğin bir İTÜ’nün, “Erke Dönengeçi” gibi bir ucubeyi kamuoyunda resmen teşhir etmesi gerekiyor. Bilim dürüstlük kadar eşitler arasında eleştiriye dayanır. Eleştiri ve özgür düşünce, bilimin ve bilim etiğinin diğer, olmazsa olmaz kurucu unsurudur.
Prof. Dr. Ayşe Erzan
Fizik Bölümü, İTÜ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
!
Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke
Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?
.....................................................................
...
...
...
* Rastgele Yazılar
.