NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

18 Aralık 2011

Dr. A. Murat Eren : "Yine bir bilim hırsızlığı haberi. Belki siz de alışmışsınızdır, sizlere de normal geliyordur belki bunlar artık. Değiller."

Bu sefer, içlerinde Çankaya Üniversitesi rektörü de olan bir grup akademisyenin "A simple analytical EAM model for some bcc metals" başlıklı makalesi söz konusu.

Yazarlardan birisi bir başka makaleden kopyala yapıştır yapmış, diğerleri de muhtemelen "kalabalık CV'miz sağ olsun" diyerek okumamışlar bile. T24'teki habere baksanız "adamcağızlar mağdur olmuş yazık" dersiniz.
 Fakat mağdur olan bu akademisyenler değil. Asıl mağdur olanlar, prestijli dergilere her makale gönderdiklerinde sırf Türkiye'den gönderiyor oldukları için onlarca önyargıyı aşmak zorunda kalacak olan gelecek nesil akademisyenler. Korkarım insanlar gözden kaçırdığı asıl büyük problem bu.

İntihali gerçekleştiren ve Aksaray Üniversitesi'nde bir Yrd. Doç. olan Halil İbrahim Dursun kendisini "yaptığı işin intihal olacağını düşünemediğini" söyleyerek savunmuş.

Biz bu özrü Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'ndeki skandaldan da biliyoruz. Bir şekilde akademisyenciklerimiz başka makalelerden kopyala yapıştır yapınca bunun hırsızlık olduğunu bilmiyorlar işte. Ama ÇOMÜ'nün hırsızları ilerleyen yıllarda rektör yardımcısı, doçent doktor, yardımcı doçent doktor yapıldılar.

Eh, hırsızlığın bu şekilde mükafatlandırıldığı bir ülkenin bir Aksaray Üniversiteciğindeki bir Halil İbrahim Dursuncuk nasıl anlasın yaptığının intihal olabileceğini.>>>

3 öğretim görevlisinde intihal ortaklığı (T24)

Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Güvenç, Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ergün Kasap ve Aksaray Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Halil İbrahim Dursun’un ortak imzasıyla uluslararası bir dergide yayımlanan bilimsel bir makalede bilimsel hırsızlık (intihal) yapıldığı ortaya çıktı. Rektör Prof. Güvenç, makalede yardım ettiği Dursun’un kendisini kandırdığını savundu. Güvenç’ten mektupla özür dileyen Dursun, durumun İngilizce bilgisinin yetersiz olması ve tecrübesizliğinden kaynaklandığını belirtti. Aksaray Üniversitesi tarafından açılan soruşturmada Dursun’un suçlu bulunduğu belirtildi. >>>

İntihal ortaklığı (Cumhuriyet)

İmzasının bulunduğu makalenin intihal olduğu ortaya çıkan Çankaya Üniversitesi Rektörü Güvenç makale için yardım ettiğini, kandırıldığını iddia etti
MAHMUT LICALI
ANKARA - Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ziya Güvenç, Gazi Üniversitesinden Prof. Dr. Ergün Kasap ve Aksaray Üniversitesinden Yrd. Doç. Halil İbrahim Dursunun ortak imzasıyla uluslararası bir dergide yayımlanan bilimsel bir makalede bilimsel hırsızlık (intihal) yapıldığı ortaya çıktı. Rektör Prof. Güvenç, makalede yardım ettiği Dursunun kendisini kandırdığını savundu. Güvençten mektupla özür dileyen Dursun, durumun İngilizce bilgisinin yetersiz olması ve tecrübesizliğinden kaynaklandığını belirtti. Aksaray Üniversitesi tarafından açılan soruşturmada Dursunun suçlu bulunduğu belirtildi.
Uluslararası bilimsel bir dergi olan Communications in Nonlinear Science and Numerical Simulationın Mayıs 2010 sayısında Çankaya Üniversitesi Rektörü Prof. Güvenç, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Kasap ve Aksaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dursunun ortak imzasıyla bilimsel bir makale yayımlandı.
A Simple Analytical EAM Model For Some BCC Metals adıyla yayımlanan makalede 1996da Almanyada yayımlanan başka bir makaleden intihal yapıldığının tespit edilmesi üzerine, derginin Kasım 2011 sayısında makalenin geri çekildiği duyuruldu. Söz konusu makalenin özet bölümünden kaynakçasına kadar 1996da yayımlanan başka bir makaleden büyük oranda intihal yapıldığı belirlendi.
Mektupla intihali kabul etti
Kendi imzasının da yer aldığı makalede intihal yapıldığını Ocak 2011de fark ettiğini belirten Prof. Güvenç, Dursuna yardım etmek istediğini, söz konusu makalede intihal yapıldığını bilmediğini savundu. İntihal yapılan makalenin yayımlanmasının ardından Aksaray Üniversitesinde yardımcı doçent kadrosuna atanan Dursun, olayın anlaşılmasının ardından Prof. Güvenç ve uluslararası bilimsel derginin editörlerine birer mektup yazarak intihal yaptığını kabul etti.
Dursun, Güvençe gönderdiği mektubunda, makaledeki intihal olarak nitelendirilebilecek hataları içeren ifadeleri İngilizce bilgisinin zayıflığı nedeniyle yaptığını belirterek Makaledeki ifadeleri daha önce yayımlanmış bir makaleden alıntı suretiyle kullandığımı sizden saklamış olmamın derin üzüntüsünü yaşıyorum dedi.
Yaptığı işin intihal olacağını düşünemediğini savunan Dursun, Bunun ilk uluslararası makalem olduğunu ve yetersiz İngilizcemle birlikte bu işteki tecrübesizliğimi siz de biliyorsunuz görüşünü ifade etti.
Dursun suçlu bulundu
Prof. Güvenç, 16 Mayıs 2011 tarihinde Aksaray Üniversitesi Rektörü Prof. Mustafa Acara konu hakkında soruşturma açılması istemiyle bir yazı gönderdi. Aksaray Üniversitesi Rektörü Prof. Acar, 23 Mayıs 2011 tarihinde konuyla ilgili gerekli incelemenin yapıldığını ve işlemlerin başlatıldığını bildirdi.
Soruşturma sonucunda Dursunun suçlu bulunduğu, dergi editörlerine ve Güvençe gönderdiği özür mektuplarına vurgu yapıldığı belirtildi. Soruşturmayla ilgili bilgi almak için aradığımız Aksaray Üniversitesi Rektörü Acar, telefonlarımıza yanıt vermedi.
‘Aklımın ucundan bile geçmedi’
Rektör Prof. Güvenç, Dursunun makalesi üzerinde 3 ay çalıştığını belirterek Aklımın ucundan bile ondan şüphelenmek geçmedi. 1996 yılında yayımlanan bir makaleden İngilizce bilmediği için yüzde 70-80 oranında cümleleri alıp koymuş. Bunu benden sakladıgörüşünü savundu.
İlk makalesinde intihal yaptığının ortaya çıkmasının ardından Dursunun kendi ismini izinsiz kullanarak kullandığı toplam 3 farklı makalenin yayımlanmasını durdurduğunu dile getiren Güvenç, Ben yardım ettim, başıma bu geldi. Soruşturmanın sonucunda benim suçlu olduğum belirtilirse, ben derhal mesleğimi bırakıp gidip bir köye yerleşeceğim. İnsanlara yardım etmekten bu duruma düştüğüm için son derece üzgünüm diye konuştu.

12 Aralık 2011

Prof. Dr. Haldun Güner - Profesör Dosyaları (MEDİMAGAZİN)

Pek merak ederim iş bu ‘profesör dosyaları’ ne menem şeydir diye. Kim bilir belki sizde merak edersiniz. Anlatayım, üniversitenin falan fakültesinin, falanca bölümü için profesörlük kadrosu açılır. Bölümde kadro bekleyen doçentler varsa onlar için. Yoksa dışarıdan gelecek hatırlı, torpilli, uygun görüşlü, falancanın yeğeni, bir başkasının oğlu, kızı için. Kadroya atanacak olanlarsa, zaten baştan bellidir.
Aslında, jüriler kura ile belirlenir derlerse de, sakın siz inanmayın. Önceden usulü vechile sorulur, kimleri yazalım diye. Jüri olacaklara önceden, falancanın jürisi olması için rica edilir.
Sonuçta yasal süreç işler, dosyalar jüri üyesine gönderilir. Kimi bir klasör gönderir. Kimi iki, çok nadiren de üç klasör gelir. İşin yoksa, hadi incele bir bakalım.
Yapılan çalışmalara verilecek olan puanlar bellidir belli olmasına da, bunların hesaplanması oldukça zordur. Jüri üyesinin işi mi yok, bu işlerle uğraşacak.
Burada necip milletimizin ileri görüşleri hemen devreye giriverir. Adayın yakın arkadaşları, bölümdeki kıdemli profesörler işi hallederler, hallettirirler. Profesör olacak olan aday ise boş durmayıp, puanları bir zahmet hesaplayıverir artık.
Gönderilen jüri raporları, ilk yönetim kuruluna gelir. Orada okunur mu, okunmadan onaylanır mı orasını bilemem. Genelde jüri üyelerinin tamamı olumlu görüş bildirdiklerinden, yönetim kuruluna, atama kararını bir çırpıda geçirerek onaylamak kalır. Sonrasında rektör imzalı resmi bir yazıyla adayın atandığı fakültesine bildirilir. Hepsi o kadar.
Bir kadro, bir başvuru, iki kadro iki başvuru olduğunda yönetimin işleri çok kolaydır. Ancak maalesef bu kadrolara bazen dışarıdan da başvurular da olmuyor değil. Öncesinde bu kişilere, ‘Oğlum bu kadro bölümümüzden falanca doçent için açıldı’ diye nazikçe uyarıda bulunulur. Çoğu, bunu dinler, kadroya başvurmaz. Ancak bazen dış etkenler, tavassut ve torpiller işe girdiğinde dışarıdan başvurular olursa, işler işte o zaman karışır.
Yok ‘Benim şu kadar yayınım, senin şu kadar puanın var’ hesapları işin içine girerse de, genelde düğüm üniversite idarecilerinin elindedir. Onlar ne derlerse o olur. Yayın sayısıymış, puanlama imiş, hiçbir şey orada işlemez, yönetim ne derse o olur.
Bunları herkesler biliyor. Dosyaları kimse incelemiyor. Benim derdim o değil.
Benim derdim, fakültelerde profesör odaları, doçent ve profesör dosyalarıyla, klasörlerle dolup taşıyor. Bu yüzden bazı binalar hafif depremde bile yıkılırsa hiç şaşmayın. Sebebi iş bu dosyalardır zahir. Atsan atılmaz, hepsi ‘birbirinden değerli çalışmalarla dolu’. Pişirip yemek yapmaya kalksan hiç olmaz, zira hazmı pek zordur. Satsan kimsecikler, hatta sahibi bile geri almaz. Aldık mı başımıza belayı. Çaresiz, içlerini boşalttırıp bölümün klasör ihtiyacı için kullanırsınız. Kağıtlarsa, TEMA sepetlerine giderek yine de ekstra bir işe yarar.
İşte böyledir, memleketimin profesör manzaraları. Vakti zamanı geldiğinde tüm doçentler ister üniversitede çalışsın ister çalışmasın, er ya da geç bir yerlerde profesör olur. Olamayan varsa, önce kendine bir baksın, ‘Kimin ayağına bastım’ diye. Ben böyle yazsam da aslında, pek kimse kimsenin ayağına basmaz. Üniversitelerde işler, danışıklı döğüş, usulünce yapılır gider.
İlk yıllarda, hayatımda bir kez, evet sadece bir kez, yayınlara bakıpda, negatif profesör raporu yazdım. Hay elime tükürseydim de, yazmaz olaydım. Hem aday profesör oldu hem ben düşman kazandım. İşte bu olay beni, gaflet ve dalalet uykusundan uyandırdı.
Yağma yok, şimdi akıllandım. Artık kimseye negatif yazmıyorum. Hatta elimden gelse kartvizitime, ‘İtina ile profesörlük dosyası incelenir, iki günde olumlu rapor düzenlenir’ diye yazdıracağım.
İşte arkadaşlar, böyledir üniversitelerimizde profesörlük işleri. Bütün iş, kadro açılıncaya kadardır. Kadro bir kez açıldı mı, okun yaydan çıkmasıyla hedefe varması, artık an meselesidir.
Ciddi araştırmaları olup, bu unvanı gerçekten hak eden de, başkasının yayınına ismini yazdıran da, oturup yatan da rahatlıkla profesör olur bu ülkede.
Bir kere profesör oldun mu, ister üniversitede kal ister istifa et, dışarı çık ister yan gelip yatmalara devam et, artık hiçbir şey değişmez. Aldığın unvanı, paşa gönlünce istediğin gibi kullanırsın. Beyaz gömleğine, kartvizitine, kapına, muayenehanendeki tabelana, hatta varsa katına, yatına, teknene, bile yazdırırsın. Artık sana, kimsecikler karışamaz.
‘Bizde şu kadar profesör, şu kadar doçent var’diye diye övünerek, bazıları, bunun adına, ‘üniversitelerimizin ve ülkemizin, bilimsel düzeyinin gelişip yükselmesi’ diyorlar. Kimi kandırıyorlar?

5 Aralık 2011

Ercüment Tunçalp - İntihal, Derleme, Çeviri (RetailNews)

Son zamanlarda etik dışı yayıncılık rekora koşuyor. Kitap kapağına adını yazan kişiye ait içinde bir tek cümle fikre rastlanmayan sözde eserler rafları süslüyor.
Bu etik dışı davranışların en ağır cezalandırılması gereken şekli intihaldir.
İntihal, sahtekarlık ve hırsızlıktır. Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılığı ise tek kelimeyle “aşırma” dır.
Zaman ve emek harcanarak hazırlanmış bilgiyi çalmak, para veya değerli bir eşyayı çalmaktan daha büyük suçtur. Ancak ne yazık ki, önemli bir cezai karşılığı yoktur ve eylemi gerçekleştiren bu yüzsüzler toplum içinde önemli makamları işgal etmeyi sürdürmektedirler.
Diyelim ki; edindiğiniz bilgiyi nereden aldığınızı belirterek kullandınız. Bunun da sınırı olmalıdır. Elbette bilimsel yayınlarda birçok kaynaktan yapılacak katkı önemli hizmettir. Ancak kitabın tamamı böyle oluşmuşsa, o kitabın ‘yazar’ı yerine ‘derleyen’i sıfatı daha çok yakışır.
Derleme yazarı yeni bir üretim yapmaz, dolayısıyla kendinden de bir şey katmaz.
Yalnız bu çalışmada bile yazarın topladığı bilgilerden çıkarttığı bir görüş açısını ortaya koyması gerekir. Yani daha önce yapılmış çalışmalardan alıntı yaparak “ortaya karışık” karma bir şeyler çıkartmak, derleme sahibi olma hakkını bile vermez.
Biz bundan vazgeçtik, birçok saygıdeğer muhterem (!) basbayağı yazarı oluyor bu tip hazırlanmış yeni eserlerin.
Gençlik yıllarımda üniversite basımevinde çalışan bir arkadaşım vardı. Ziyarete gittiğimde gözlerime inanamazdım. İngilizce kitapların tercüme edilmiş hali yanında fotoğrafları bile aynen kopyalanıyordu. Daha sonra kitap ortaya çıktığında üzerinde ‘çeviri’ yazmıyor, çeviriyi yapan hocamızın ismi ‘yazar’ sıfatıyla yer alıyordu. Yani kitabın sahibi oydu !
İş yaşamı başladıktan sonra gördük ki; bazı ticari aksesuarların bizim ülkemiz gerçekleri ile ilgisi bulunmuyordu. Bunların neler olduğunu ortaya koysam çok ilginç bulunabilir ama kitabın ve yazarın afişe olması uygun düşmez. Üstelik hepimizin yaşamına girmiş bolca örnek zaten ortada durmaktadır.
Yine de çok genel bir örnek vereyim. Tarımsal ürün pazarlama dağıtım kanalı olarak birçok kitap 6 adet ilişki çeşidini ifade etmektedir. Aynı kaynaklardan elde edilen bu bilgilerin ülkemiz gerçeği ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tarlaya, şehir haline girmeden, aracılarla konuşmadan, o güzergahlar da yaşamadan gerçeğin öğrenilmesi mümkün değildir. Benim tespit edebildiğim çok çeşitli dağıtım kanallarımızın sayısı ise 21 dir.
Kitap çeviri ise söylenecek söz yoktur, yazarını ve yaşadığı ülkeyi bağlar. Ancak yabancı yapım, yerli yapım haline gelince bütün hatalar sırıtmaya başlar.
En büyük dileğim, cezadan çok utanç duygusunun ağır basması ve caydırıcı olmasıdır.

25 Kasım 2011

İntihal olaylarında kaygı verici artış - (Milliyet)

CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın soru önergesine Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in verdiği yanıt, 2002 yılından sonra intihal iddiası ile ilgili başvurular ve uygulanan disiplin cezalarının sayısında artış olduğunu ortaya koydu.
Buna göre 2001 yılında 1 akademisyen hakkında üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası verildi. 2005’te 16 akademisyen, 2007’de 11, 2009’da 17 akademisyen hakkında intihal iddiasıyla başvuru yapıldı.
-İNTİHAL GEREKÇESİYLE VERİLEN DİSİPLİN CEZALARININ 39’U YARGIYA TAŞINDI-
CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar, YÖK Başkanlığı’na intihal iddiasıyla gelen dosyaları, verilen disiplin cezalarını, kaçının yeniden incelemeye alındığını, yeniden inceleme yoluyla disiplin cezaları kaldırılan akademisyenleri sordu.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca, 24 Ekim 2011 tarihli yazıyla soru önergesini yanıtladı.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, başkanlıklarının intihal gerekçesiyle verdiği disiplin cezalarının 39’unun idari yargıya taşındığı, 7’sinin iptal edildiği, 12’si hakkında da Disiplin Cezalarının Affına Dair Kanun kapsamında işlem yapıldığını bildirdi.
-2000-2007 YILLARINDA İNTİHAL NEDENİYLE VERİLEN CEZADAN 4’ÜNE İTİRAZ YAPILDI-
Milli Eğitim Bakanı, 2000-2007 döneminde, intihal nedeniyle verilen disiplin cezasından 4’ünün ilgililerin itirazı üzerine Kurullarınca yeniden değerlendirildiği, ancak daha önceki kararlarda herhangi bir değişikliğe gidilmediğini ifade etti.
-YILLARA GÖRE İNTİHAL İDDİASI İLE İLGİLİ UYGULANAN DİSİPLİN CEZALARI-
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, yıllara göre intihal iddiası ile ilgili başvurular ve uygulanan disiplin cezaları hakkında da bilgi verdi.
Milli Eğitim Bakanı’nın verdiği bilgiye göre, 2000 tarihinde 1 akademisyen hakkında başvuru yapıldı ve üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası uygulandı. 2001’de 1 akademisyen hakkında yapılan başvuruda üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası verildi.
-2009’da 17 AKADEMİSYEN HAKKINDA BAŞVURU YAPILDI-
2002’de intihal iddiasıyla ilgili 3 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; üniversite öğretim mesleğinden çıkarma oldu.
2003’te 10 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma, 3 alt ceza- görevinden çekilmiş sayma cezası oldu.
2004’te 6 akademisyen ile ilgili başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve 1 alt ceza- görevinden çekilmiş sayma cezası şeklinde oldu.
2005’te 16 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 6 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve 2 alt ceza-görevinden çekilmiş sayma cezası.
2006’da 9 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları 5 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma.
2007’de 11 akademisyen hakkında intihal iddiasıyla ilgili başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma.
2008’de 6 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 1 alt-ceza görevinden çekilmiş sayma cezası.
2009’da 17 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 alt-ceza-görevinden çekilmiş sayma cezası.
2010’da 9 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 alt-ceza- görevinden çekilmiş sayma cezası.
2011’de 7 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 3 alt-ceza-görevinden çekilmiş sayma cezası.

19 Kasım 2011

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta - Türkiye'de bilimsel araştırma da yapılmıyor bilimsel yayın da (ZAMAN)

Abdullah Gül Üniversitesi'nin temel atma törenine katılan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, burada yaptığı konuşmada şunları söylüyor:
"Bilimsel yayın artışında üçüncü ülke durumundayız. Geçen yıl 17'nci sıradaydık. Bu yıl sırada yükselme olacak. Layık olduğumuz seviyeye ulaşacağız. Layıkıyla yapamadığımız tek konu ise elimizdeki bilgileri teknolojiye çevirememek. Bizde 27 bin makale basılıyor. Bunlardan patent alınan makale sayısı 85 civarında. İsrail'de 4 bin civarında makale basılıyor. Bin 500'üne patent alınıyor."
Bilimsel yayın nedir?
YÖK Başkanı'nın sözlerinde sevindirici ve üzücü kısımlar var. Önce iyiden başlayalım. Ülkemizde bir senede 27 bin bilimsel yayın yapılıyor olması gerçekten inanılmaz bir başarıyı gösteriyor. Hele de bilimsel yayın artışında dünya üçüncüsü olmamız insanı gerçekten de gururlandırıyor.
Kötü haber ise bu bilimsel yayınların pek bir işe yaramıyor olması. YÖK Başkanı bunların sadece 300'de bir tanesinin dişe dokunur yayın olduğunu belirtiyor. Miktarlarıyla övündüğümüz bu binlerce yayının çoğunun bilimin işine yaramayan, çöpe giden birtakım karalamalar olduğu ortaya çıkıyor.
Bir senede yapılan 27 bin bilimsel yayının tam olarak bilmiyorum ama çok önemli bir kısmını tıbbi bilimsel yayınların oluşturduğu söylenebilir.
Peki, tıbbi bilimsel yayın nedir, bunları kim ne için, nasıl yapar, bunların sayısı mı önemlidir, kalitesi mi? Gelin bu sorulara cevaplar arayalım. Bilimsel araştırmaların, gözlemlerin, yorumların, bilgilerin yazı haline getirilip bir dergide veya kitapta yayınlanmasına genel olarak "bilimsel yayın" adı verilir. Tıp alanındaki bilimsel yayınların çeşitleri vardır:
İşleri gerçekten ve sadece araştırma olan bilim adamlarının yayınları: Bunlar belirli alanda, birbirini izleyen, birinden alınan sonuca göre yenileri düzenlenen ve böylece zincirleme olarak giden araştırmalardır. Bu araştırmalardan biri eksik olduğunda bilim dünyasında bir boşluk olur. Bu araştırmalar sonucunda o güne kadar bilinmeyen bir şey ortaya çıkabileceği gibi doğru bilinen bir şeyin yanlış olduğu da gösterilmiş olabilir.
Ülkemizde bu manada tıbbi bilimsel yayın yapılıyor olabilir ama bunların sayısının çok az olduğu ve çoğunun da fizyoloji, farmakoloji, biyokimya gibi temel tıp bilim dallarında gerçekleştirildiği söylenebilir.
Akademik kariyer için gereken yayınlar: Yayın artışında dünya üçüncüsü olmamızı sağlayan yayınlar bu grupta yer alır. Bunlar doçent, profesör olmak isteyenler için gerekli nüfus cüzdanı fotokopisi, ikametgâh senedi, 4 adet vesikalık fotoğraf gibi evraklardandır.
Bu yayınların çoğu daha önce defalarca yapılmış olanların tekrarı, üstelik kötü bir tekrarıdır ama makale yeni bir icat veya keşif yapılmış havasında yazılır. Mesela, bu tür yayınlarda akciğer kanserinin en önemli sebebinin sigara olduğu; astımlılarda kriz sırasında bronşların daraldığı; tüberkülozun mikrobik ve bulaşıcı bir hastalık olduğu gibi sonuçlara varılır.
Hasta dosyalarının taranarak elde edilen bulgularla yapılan "retrospektif yayınlar" da bilimsel değeri olmayan çalışmalardır.
Arada bir iki tane punduna getirilmiş birbiriyle ilgisiz "hayvan deneyleri" (bu hayvanlara öyle acırım ki!) de olabilir. Bir vaka münasebetiyle hazırlanan çok sayıda "münasebetsiz" yayın da değersizdir. Bu grupta yer alan yayınların bilim dünyası için hiçbir önemi yoktur. Hatta bunları yapan kişi bile bunları bir daha okumaz. Önemli olan eksik evrakları tamamlamak, yani belirli bir yayın sayısına ulaşmaktır.
Yayın sayısını artırmak için çok sıkı işbirliği yapmak da âdettendir. Mesela 4 kişi senede ikişer yayın çıkarırsa toplamda hepsinin 8'er yayını olmuş olur. Bu tür yayınlar kişi muradına erdikten sonra birden bıçak gibi kesilir. Bilim dünyası senede 8-10 yayın yapan bu bilim adamlarına ne olduğunu merak etmez hiç.
İyi niyetle yapılan yayınlar: Akademik hayatları süresince çalışmalarını değerlendirmek, başkaları ile paylaşmak, kıyaslamak, tartışmak ve kongrelerde sunmak için yapılan iyi niyetli yayınlar da vardır. Bunlar, bilimsel yöntemlerle yapılmış olan, bazıları muteber dergilerde yayınlanma imkânı da bulan çalışmalardır.
Bu tür yayınlar mutlaka yapılması gereken "önemli" ve "gerekli" yayınlar olmakla beraber gerçek manada bilimsel araştırmalar olmayan "klinik çalışma"lardır.
Dostlar alışverişte görsün türü yayınlar: Kongrelere daha kolay katılmak, akademik çevrelere ve özellikle de ilaç firmalarına "çalışıyor" gözükmek için alelacele ve baştan savma yapılan, kimsenin okumaya bile tenezzül etmediği, çoğu kongre özet kitaplarında kalan yayınlardır. Bu tür yayınların da yekunu oldukça fazladır.
Gelelim neticeye: Tıpkı bir ülkedeki doktor sayısının değil bunların aldıkları eğitimin ve doktor kalitesinin önemli olması gibi tıbbi bilimsel yayınların da sayısı değil niteliği önemlidir:
1. Gerçek bilimsel yayın akademik ilerleme veya yayın sayısını artırmak için değil, bilimsel araştırmaların sonuçlarını tıp dünyasına duyurmak için yapılır.
2. Ülkemizde tıbbi bilimsel yayın yapmak için gerekli laboratuvarlar da teknoloji de maddi imkânlar da ve en önemlisi bunları sağlayacak sistem de yoktur.
3. Ülkemizde tamamen veya kısmen iyi niyetle yapılan ama gerçekte kimsenin bir işine yaramayan külliyetli miktarda bilimsel yayın vardır.
4. Ülkemizde akademik kariyer için yayın şartı kaldırıldığında veya ilaç firmaları biz artık kimseyi kongreye götürmüyoruz dediklerinde bu yayınların sayısı bıçak gibi kesilecektir.
5. Akademik kariyer için prosedür gereği bilimsel yayın yapılmasına kimse bir şey diyemez, hatta saygı da duymak gerekir. Eksik evrakları kanuni yollarla tamamlamak herkesin hakkıdır. Nihayetinde hepimiz de aynı yollardan geçtik.
6. Asıl üzücü olan, yaptıklarını gerçekten "bilimsel araştırma" ve kendilerini de "araştırmacı bilim adamı" zannedenlerin olmasıdır. Felâket de buradadır ve maalesef bunların sayısı sanıldığından çok daha fazladır.

11 Kasım 2011

Murat Bardakçı - Yüksek lisansın rezaleti, doktoranın sefaleti (HABERTÜRK)

GEÇENLERDE bir üniversitenin doçentlik jürisine katılan tarihçi arkadaşlar anlattılar: Anadolu'da yeni açılmış üniversitelerden birinden gelen doçent adayına konusu ile ilgili kaynakları nasıl araştırdığını sormuşlar, hazret şaka gibi bir cevap vermiş, "Google'a bakarım" demiş...
Hocalar önce şaşırmışlar, derken "Haydi evlâdım git, metodolojinin ne olduğunu Google'da biraz daha araştır ve iki sene sonra tekrar gel" deyip çaktırmışlar...
Birkaç senedir pek bir moda oldu: Adam e-mail gönderiyor, "Filânca konuda tez yapıyorum, konumla ilgili olarak hangi kaynaklara başvurmam gerektiğini bildirir misiniz?" diye soruyor. Kendini daha samimi hissedeni "Bu konuda elinizde bulunan kaynakları gönderirseniz sevinirim" diyor; tezini yahut ödevini teslim gününe kadar bilmemnesini yayıp oturmuş olanlar ise utanmayı falan bir tarafa bırakıp küstahça talep ediyorlar: "İki günüm kaldı, kaynakları hemen bildirirseniz sevinirim".
HOCA DA BİLMİYOR Kİ!
İşte, ilim merkezi üniversitelerimizin hâli... Bilim adamı adayı çalışmakla, araştırmakla ve hocaya sormakla öğreneceği kaynaklar hakkında ya Google'dan yahut e-mail'den medet umuyor!
Metod konusunda önceliği Google'a veren unvanlı akademisyenin yaptırdığı master ve doktora tezlerinin kalitesini düşünün: Fen bilimlerinde yapılan tezler hakkında bir şey söyleyemem, zira bilmediğim bir konu ama YÖK'ün internet sitesinden sosyal bilimlerle ilgili tezlere, özellikle de edebiyat ve tarih üzerine yapılan çalışmalara baktığınızda çoğunun lime lime döküldüğünü görürsünüz.
Meselâ, bir konu hakkında derinlemesine araştırma yapma, bilinmeyenleri ortaya çıkartma ve ortaya yepyeni bir eser koyma demek olan "doktora" kavramı, edebiyat alanında birkaç seneden buyana "metin yayınlama" seviyesine indi. Hocası, klasik edebiyat doktorası yapan öğrenciye birkaç asır önce yaşamış ikinci, hattâ üçüncü dereceden bir şairin divanını veriyor, "Al, bunu yayınla" diyor, öğrenci metni "h"nın altına çengel, "n"nin üzerine yay, "k"nın dibine de nokta koyarak yani transkripsiyon alfabesi ile yeni harflere çeviriyor, bir giriş, yarım sayfalık da bir sonuç ilâvesi ile bilgisayara giriyor ve buyurun size 2000'li senelere mahsus bir doktora tezi!
BİR AYDAN NE HABER?
İki hafta, haydi bilemediniz en fazla bir ay içerisinde başka bir alfabeye nakledilebilecek bir metne seneler harcatmak ve adına da "doktora" demek, ayıptır! Ama, memleketin dört bir köşesinde ortaokul açarcasına üniversite açılır ve tez hocalığı da kendi doktorasını Google vasıtası ile yapmış olan yardımcı doçente verilirse, netice böyle olur.
Yeni açılan ve hoca kadrosu zayıfolan üniversitelere tez yaptırma yetkisi verilmemesi konusu ciddî üniversite çevrelerinde birkaç seneden buyana zaten konuşuluyordu fakat çok haklı ve yerinde olan bu görüş, bir türlü hayata geçirilemedi. YÖK, yeni fakültelerin tez yaptırıp unvan verme yetkisini almak yerine başka bir uygulama başlattı, jürilerdeki akademik unvanlı hoca sayısını arttırdı ama netice hâlâ nafile ve tezlerdeki mâlûm kalitesizlik berdevam! Üstelik tez konuları ile ilgili koordinasyon da bir türlü sağlanamadı; bu işi yapacak bir merkez hayata geçirilemedi ve hâlen aynı konuda iki, üç, hattâ dört ayrı üniversitede aynı anda tez yaptırılıyor.
Doçentlik yahut profesörlük sadece kadro ile alâkalı unvanlardır, bir bilim adamının hayatı boyunca taşıyacağı tek akademik unvan "doktora"dır.
Ama bu kavram Türkiye'de artık böyle bol keseden dağıtılır hâle gelmiş olması yüzünden maalesef ayağa düşmüş vaziyettedir ve doktora yaptırma yetkisi lise ayarındaki yeni fakültelerden alınıp sadece köklü üniversitelere verilmediği takdirde tamamen yerlere serilecektir!

7 Kasım 2011

Prof. Dr. Ayşe Erzan: "Bilimde hırsızlık yapanın üstü örtülüyor" (Hürriyet)

Prof. Dr. Ayşe Erzan, bilimin de bir raconu olduğunu belirterek, bilimsel hırsızlığın önlenmesinin iki önemli yolu olduğunu söyledi: "Tek seferde meslekten men edilmesi yaptırımı belki biraz derecelendirilmeli. Çok ağır bir yaptırım olduğu için uygulanamıyor. Ve ilköğretimden itibaren çocuklara 'bilim etiği' dersi verilmeli."
Gündemden düşmeyen bir konu intihal. Diğer adıyla bilimsel hırsızlık. Özellikle de akademisyenlerin sürekli tartıştığı ve önüne geçmeye çalıştığı bir konu. Ancak her nedense ne bir türlü engellenebiliyor ne de bunun doğru bir şey olmadığı koskoca bilim insanlarına anlatılabiliyor. İntihal'e adı karışan rektör de var, öğretim üyesi de. İntihal ile birlikte bilimde etik konusuna kafa yoran İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Erzan, geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi tarafından düzenlenen 'Bilim Etiği' gününde 'Bilim Raconu' başlıklı bir konuşma yaptı.
Racon kelimesine başka konularda alışkınız ama bilim ile racon kelimesi yan yana gelince konu daha da ilgi çekici hale geliyor. Prof. Erzan'la bu nedenle 'Bilimin Raconu'nu konuştuk.
"Bilimin en önemli raconu tıpkı diğer mesleklerde olduğu gibi dürüstlüktür" diyen Erzan, diğer kuralları ise şöyle sıralıyor: "Çalmamak, çırpmamak, haksız rekabete neden olabilecek şekilde dolandırıcılık yapmamak."
Bu çalma çırpma yöntemlerinden birinin de sık sık gündeme gelen 'intihal' olduğunu belirten Prof. Erzan, bilimsel hırsızlığın önlenebilmesi için Türkiye'de öncelikle cezai yaptırımların yeniden düzenlenmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü Erzan'a göre, ilk intihal olayında direk 'meslekten men etme' biraz da bu tür olaylarla karşılaşınca üstünün örtülmesine neden oluyor.
İntihalin üstü örtülüyor
Prof.Dr. Ayşe Erzan, izlenebilecek yolları ise şöyle sıralıyor:
"Örneğin ilk seferde kuvetli bir uyarı yapılabilir. İkincide belki daha ağır bir uzaklaştırma cezası. Ama üçüncü tekrarında meslekten men etme biçiminde, insanları biraz da öğrenmeye ve davranışlarını düzeltmeye sevk edecek yaptırımlar silsilesi olması, pratikte daha doğru sonuçlara yol açarmış gibi geliyor bana."
Prof. Erzan'a intihalin neden makaleler uluslararası dergilerde yayımlandığında ortaya çıktığını ve Türkiye'de geç farkedilmesinin nedenini sorduğumuzda ise şu yanıtı alıyoruz:
"Maalesef biz kendimize bir başkasının gözüyle baktığımızda kendimizi görebiliyoruz. Yani çalıntı makaleler uluslararası dergilerde yayınlandığında millet bunu tartışmaya başladı. Ama ondan önce de hem akademik kurullarda, hem Türkiye Bilimler Akademisi'nde bunu dert eden insanların ve üniversitelerin artık yavaş yavaş kurulmaya başlayan etik kurulların gündemindeydi her zaman bu konu. Farkediliyor elbette ama sıklıkla üstü örtülüyor. Disiplin kurullarına yansıyan ya da yansımadan üstü örtülen çok daha yaygın durumlar var. Ayrıca uluslararası makalelerde yayımlandığında yine Türkiye'den hocalar bunun ortaya çıkmasını sağlıyor, konunun üstüne gidiyor. Dediğim gibi tek seferde meslekten men etme gibi çok ağır bir yaptırımı var. Bu biraz üzerinde fazla düşünülmeden konulmuş bir uygulama gibi geliyor bana."
İlköğretimde önce öğretmen örnek olmalı
İntihalin önüne geçmek için özellikle doktora danışmanlarına büyük görev düştüğünü hatırlatan Erzan, öğrencilere bunun eğitiminin verilmesi gerektiğinin de altını çiziyor:
"Bunun eğitiminin de verilmesi çok önemli. Öğrencilerin mecburi ders olarak bunu mutlaka almaları gerektiğini düşüünyorum. Buna daha erken başlamak gerekiyor aslında. İlköğretimde ya da lisede bir öğrenci bir dönem tezi hazırlarken, bunu nasıl yapacağını, nasıl kaynak göstereceğini o aşamada öğrenmeli. Ve hakikaten okuldan uzaklaştırmak gibi çok ağır sonuçları olabileceğini de o zaman görüp öğrenmeli. Bununla ta doktora aşamasında karşılaşmak doğru değil."
İlköğretim ve lise öğretmenlerinin de bu konuda dikkatli olması gerektiğini belirten Ayşe Erzan, "Eğer öğretmen, öğrencilerle paylaştığı bir bilgiyi hangi siteden aldığını öğrenciye söylerse ve ödev hazırlayan öğrenciden de internetten aldığı bilgilerin kaynağını, web adresini yazmasını isterse o zaman öğrenci kaynak göstermesi gerektiği bilincine varır." Erzan'ın değindiği bir diğer konu ise özellikle öğrencilere tablet bilgisayarlar dağıtıldığı zaman bu konuda daha dikkatli olunması.

3 Kasım 2011

Araştırmacı itiraf etti: Verileri uydurdum (NTV)

Makaleleri uluslararası bilimsel dergilerde yer bulan Hollandalı psikolog Diederik Stapel, yıllar boyunca araştırma verilerini "uydurduğunu" itiraf etti. 
Tilburg Üniversitesi'nde çalışan Stapel, bir bilimadamı olarak başarısız olduğunu ve yaptıklarından utandığını, ancak ağır "performans baskısının" kendisini sahte araştırmalar yapmaya ittiğini söyledi.
Bu yılın başlarında Stapel'in bazı çalışmalarını yayımlayan saygın bilim dergilerinden Science, konuyla ilgili editoryal bir uyarı yaparak, Stapel'in verilerinin güvenirliğinin kuşkulu olduğunu açıkladı.
Tilburg Üniversitesi'nin, çalışmalarıyla ilgili eylül ayında soruşturma başlatmasının ardından Stapel'in üniversitedeki görevi de askıya alınmıştı.
Science Genel Yayın Yönetmeni Bruce Alberts, yazısında "Resmi raporun, Stapel'in sahtekarlığının çapının oldukça geniş olduğunu ortaya koyduğunu" belirtti.
Hollanda gazetesi "Brabants Dagblad"a bu hafta bir açıklama yollayan Stapel, "verileri çarpıttığını" kabul ederek, davranışları nedeniyle özür diledi.
Stapel, "Bir bilimadamı, bir araştırmacı olarak başarısız oldum. Araştırma verilerini çarpıttım ve sahte araştırmalar yaptım. Sadece bir kez değil çok defa ve sadece kısa bir dönem değil uzun bir dönem bunu yaptım. Bundan utanç duyuyorum ve gerçekten üzgünüm" yazdı.
Science dergisinde nisan ayında, Stapel ve meslektaşı Siegwart Lindenberg'in ortak imzasıyla yayımlanan araştırmalardan birinde, dağınık ve düzensiz bir ortamda yaşayan insanların diğer insanlara karşı "ayrımcılık" yaptığı iddia edilmişti.

17 Ekim 2011

Ömer Dinçer'in intihali sayfa sayfa raporlandı! (soL Haber)

Üniversite Konseyleri Derneği, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in intihalini sayfa sayfa raporladı. Ayrıntılı raporu internet sitesinde yayınlayan dernek, Dinçer'in istifa etmesi gerektiğini açıkladı.
Üniversite Konseyleri Derneği AKP hükümetinin “ustalık” döneminin yeni Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in, Doç. Dr. Yahya Fidan’la birlikte yazdığı “İşletme Yönetimine Giriş (1995)” ve “İşletme Yönetimi (1996)” kitaplarında intihal yapıldığını geniş bir incelemeyle ortaya koydu ve akademik unvanının geri alınması için bir açıklama yayınladı.
Ömer Dinçer, intihal gerekçesiyle 2005 yılında YÖK tarafından öğretim üyeliğinden çıkarılma ile cezalandırılmış ve bu karara karşı Ömer Dinçer’in temyiz istemi Danıştay tarafından reddedilmişti. YÖK’ün yapısı AKP’yle daha uyumlu çalışacak şekilde değiştikten sonra 2010 yılında Yusuf Ziya Özcan başkanlığındaki YÖK öğretim üyeliğinden çıkarma kararını kaldırdı. Ömer Dinçer Milli Eğitim Bakanı olduktan sonra intihalin yeniden gündeme gelmesi üzerine “İntihal suçlamasının arkasında Ergenekon var” demişti.
ÜKD tarafından yapılan açıklamada Dinçer’in açıklamalarının aksine yapılan intihalin arkasında bilim etiğini hiçe sayan, bilim hırsızlığını kutsayan, bilimsel değerlerini umursamayan zihniyetin olduğu vurgulanıyor.
Ayrıca açıklamada 29 Aralık 2010 tarihli YÖK Müşterek İnceleme Raporu’nda her iki kitapta da bazı usul, gösterim biçimi, ifadelendirme yetersizlikleri olduğu fakat eserlerin intihal açısından değil, bilimsel yazım ve alıntı yapma kurallarına uyum kalitesi açısından değerlendirilebileceğinin belirtildiğine ve bilimsel yazım ve alıntı yapma kurallarına uyulmamasının başlı başına intihalin tanımı içinde yer aldığına işaret ediliyor.
ÜKD, Ömer Dinçer’in intihale konu olan kitabının ilgili sayfalarını, intihal yapılan Tamer Koçel’in kitabıyla karşılaştırmalı olarak internet üzerinden yayınladı. Raporda, intihal yapıldığı görülüp eşleştirilen, Dinçer'in kitabından 34 sayfa, Koçel'in kitabından ise 72 sayfa yer alıyor.
İntihal gerçekleştirilirken kullanılan dört yönteme yer veren açıklama Ömer Dinçer’in ve Yahya Fidan’ın akademik unvanlarının geri alınması çağrısıyla sonlanıyor.
(soL - Haber Merkezi)

13 Ekim 2011

Üniversite Konseyleri Derneği Yönetim Kurulu

ÖMER DİNÇER'İN AKADEMİK ÜNVANI GERİ ALINMALIDIR!

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in intihal suçu işlediğinin unutulmasına izin vermeyeceğiz. Dinçer’in YÖK tarafından aklanmış olması, intihal yaptığı gerçeğini değiştirmemektedir. Dinçer’in “İşletme Yönetimi” kitabındaki intihalleri kamuoyuyla paylaşmayı akademisyen olma sorumluluğunun bir parçası olarak görüyor, ilgili belgeleri sizlere sunuyoruz.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, bakanlığa atanmasının ardından yeniden gündeme gelen intihal suçu için “İntihal suçlamasının arkasında Ergenekon var.” demişti. Dinçer’in açıklamalarının aksine yapılan intihalin arkasında bilim etiğini hiçe sayan, bilim hırsızlığını kutsayan, bilimsel değerleri umursamayan zihniyet vardır.
Ömer Dinçer, bugüne kadar intihal konusuyla ilgili birbiriyle çelişen birçok açıklama yapmıştır. Dinçer’in açıklamalarının kafa karışıklığına yol açmasına izin verilmemelidir. Gelişmeleri özetleyecek olursak; o dönemde yardımcı doçent olan Yahya Fidan ile birlikte yazdığı iki kitap; “İşletme Yönetimine Giriş (1995)” ve “İşletme Yönetimi (1996)” intihal suçlamalarına konu olmuştur. 21 Ekim 2005 tarihinde YÖK tarafından “İşletme Yönetimi’ne Giriş” kitabında intihal yaptığı gerekçesiyle Ömer Dinçer’e öğretim üyeliğinden çıkarılma cezası verilmiş, bu karara karşı Dinçer’in temyiz istemi ise Danıştay tarafından reddedilmiştir. Böylece intihalin gerçekleştiği mahkeme tarafından da tasdik edilmiştir. Öğretim üyeliğinden çıkarma kararı beş yılın ardından 23 Aralık 2010 tarihinde YÖK Genel Kurulu tarafından kaldırılmıştır. 29 Aralık 2010 tarihli YÖK Müşterek İnceleme Raporu’nda her iki kitapta da bazı usul, gösterim biçimi, ifadelendirme yetersizlikleri olduğu fakat eserlerin intihal açısından değil, bilimsel yazım ve alıntı yapma kurallarına uyum kalitesi açısından değerlendirilebileceği belirtilmektedir.
Bilimsel yazım ve alıntı yapma kurallarına uyulmaması başlı başına intihalin tanımı içinde yer almaktadır. “İşletme Yönetimi” kitabı, Prof. Dr. Tamer Koçel’in “İşletme Yöneticiliği” kitabından blok halde intihaller içermektedir. Yazarların açıklamaları, YÖK ve bilirkişi raporları intihal gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Eğer bu açıklamalarda çarpıtma ve kötü niyet bulunmuyorsa, bilim etiği hakkında ciddi boyutlarda bir bilgi eksikliği olduğu açıktır.
Başkalarının fikirlerini, yöntemlerini, yazılarını ve şekillerini sahiplerine usulüne uygun atıf yapmadan veya gerektiğinde sahiplerinden izin almadan kullanmak olarak tanımlanan intihal (aşırma) eylemi, Dinçer ve Fidan’ın İşletme Yönetimi kitabında farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır.
Yazarlar kitaplarının bir kısmını yazarken, tamamen Koçel’in kitabından yararlanmışlar ve akademik zorunluluk olan atıfları yapmamışlardır. İntihal gerçekleştirilirken dört yöntem kullanılmıştır.
Aynen aşırma: Koçel’in yazdığı çeşitli kısımlar, bağımsız bir paragraf olarak ya da paragraf içinde bir parça olarak kelime kelime kullanılmıştır.
Değiştirerek aşırma: Kullanılan kısımdaki çeşitli terimler eşanlamlıları ya da benzer anlamlıları ile değiştirilmiş. Örneğin, “organizasyon” yerine “örgüt”, “şart” sözcüğü yerine “koşul” sözcüğü kullanılmıştır.
Kaynak göstererek aşırma: Koçel’in kitabındaki bazı kısımlar, aynen ya da küçük değişikliklerle kullanılmış ve sadece Koçel’in yararlandığı yabancı kaynaklara atıfta bulunulmuştur. Buradaki tek savunma, “biz de aynı şekilde çevirdik” olabilir. Bunun tesadüfen gerçekleşmesi neredeyse imkansız olmakla birlikte, bölümün kalan kısımlarındaki cüretkar aşırmalar, yazarların çeviri yapma zahmetine katlanmadığını akla getirmektedir.
Kitabın genelinde uygulanan bir aşırma yöntemi de yazarların birkaç yerde Koçel’in kitabına atıfta bulunması fakat geri kalan birçok yerde atıfta bulunmaması. Bu yöntemle atıf yapılmayan kısımların kendi ifadeleri olduğu kanısı güçlendirilmiş olmaktadır.
Bu verilerin ışığında Ömer Dinçer’in ve Yahya Fidan’ın akademik unvanları geri alınmalıdır.
Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur.
Bu açıklamanın ekinde Ömer Dinçer’in intihale konu olan kitabının ilgili sayfaları, Tamer Koçel’in kitabıyla karşılaştırmalı olarak sunulmaktadır.
Üniversite Konseyleri Derneği Yönetim Kurulu

Kitabı indirmek için tıklayınız!

18 Eylül 2011

Dr. Çağrı Yalgın - Atıflar sizi aldatabilir

Bilimsel makalelerin bir özelliğinin önceki çalışmalara atıf yapmak olduğundan, bunun da çoğunlukla metin içinde dipnotlarla yapıldığından daha önce ayrıntılarıyla bahsetmiştim. Bu durum, makaleyi yazan araştırmacıları kaynaklarını belirtmeye, gözden geçirmeye, yeniden değerlendirmeye zorlar. Zira okuyucular da o kaynakları açıp orada ne yazdığına bizzat bakabilir.
Ama birçok okuyucu atıfları kontrol etmeye zahmet etmediğinden, atıfların lâyığıyla verilmediği, hattâ sırf bilimsellik görüntüsü katsın diye metnin içine ilgisiz atıfların serpiştirildiği de olur (Şekil 1). Hattâ Elsevier yayınevi işi hakemli dergiye fiziksel olarak benzeyen ama aslında Merck şirketinin broşüründen başka bir şey olmayan bir dergi çıkarmaya kadar götürmüştü.
Ama işin içinde her zaman kötü niyet olması gerekmez. İyi niyetle de hata olabilir.
Doğruluğunu anlamak için atıf verilen kaynağı iki açıdan değerlendirmek gerekir: (1) Bu kaynakta yazılanlar doğru mu? (2) Bu kaynakta yazılanlar doğru yansıtılmış mı?

Soru 1: Bu kaynakta yazılanlar doğru mu?
Bu noktayı iki açıdan değerlendirebiliriz:
Kaynağın niteliği.— Yayınlayacağı makaleyi hakem denetimi gibi bilimsel sınamalardan geçirmemiş, hattâ bilimsel yaklaşımı benimsemediği çok belli kaynaklara verilmiş atıflar, benim en sık rastladığım sorun.
Doğru kaynak nedir? Bu çok uzayabilecek bir tartışma; ama şurası muhakkak ki mutlak bir bilgi kaynağımız aslında yok. Bilimsel yayınlar genelde hakemli bilim dergilerindeki makaleleri kaynak gösterirler, bilhassa bunların en prestijlilerindekileri... Bunlarda hatalar daha azdır, çünkü bunlar yayından önce titizlikle denetlenmiştir. Ama bunlar arasından da hatalı veri ya da yorum taşıyanların çıktığını gördük ve göreceğiz.
Bir de çok bariz ideolojik, dini önyargılarla ya da pazarlama kaygısıyla yazılmış kaynaklar vardır ki en iyisi bunlardan sakınmak.
Verilerin sonuca katkısı.— Atıf verilen kaynakta sunulan gözlem ve deney verileri, bazen oradaki iddiaları ya yeterince, ya da hiç desteklemez. Çünkü uygun bir yöntem kullanılmamıştır, ama buna rağmen fazlasıyla kesin neticeler verilmiştir. Buna karşı uyanık olmamız, verileri sorgulamamız gerekir: Yazarlar, iddialarını sınamaya yönelik uygun yöntemlerle deney ve tahlilleri yapmışlar, sonuçları dürüstçe yorumlamışlar mı? Yoksa üstünkörü bir çalışmanın abartılmış sonuçlarını mı görüyoruz?
Kendi politikam, kaynak olarak kullanabileceğim bir makaleyi dikkatle ve şüpheyle okumaya, onun mantıklı olup olmadığını anlamaya çalışmaya dayanıyor. Aynı şey aslında bilimsel makaleler kadar haberler için de geçerli.
Bizzat okumadığım hiçbir yazıyı kaynak olarak göstermiyorum.

Soru 2: Bu kaynakta yazılanlar doğru bir şekilde yansıtılmış mı?
Yukarıda bahsettiğim hallerde, gösterilen kaynakların bilimsel açıdan geçerliğini sorguluyorduk. Ancak kabahat, gösterilen kaynakta değil de o kaynağa atıf yapanda olabilir.
Yani kaynağa atıf yapan yazar, kaynak aldığı makalenin neticelerini yanlış anlamış ya da yanlış yansıtmış, çarpıtmış olabilir. Bunu ancak o kaynağı okuyup hakkıyla değerlendirerek anlayabilirsiniz. Bunun kasten mi yanlışlıkla mı yapıldığını kestirmek ise çok zor.
Konuyla ilgisiz onlarca kaynağın verildiği hallere ise daha bir şüpheyle yaklaşabiliriz. Meselâ İngiliz Kiropraktik Derneği, aslında hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir uygulamayı savunmak için 29 makaleye atıf yapan bir duyuru yayınlamış, ancak dikkatle incelendiğinde bunların çoğunun kiropraktikle uzaktan yakından ilgili olmadığı, gerisinin de düşük nitelikli çalışmaları tarif ettiği anlaşılmıştı.
İki noktaya daha dikkat etmek lâzım:
Kaynağın güncelliği.— Bazen bir çalışmanın verileri, daha sonra başka çalışmaların ışığında yeniden yorumlanır.  Bu yüzden araştırmak gerekir: Atıf verilen bu kaynağın yorumu hâlâ geçerli mi? Yoksa bu çalışmanın verileri, başka yeni verilerin ortaya çıkmasıyla geçersiz kılınmış ya da yeni bir mânâ kazanmış olabilir mi?
Başka kaynaklar.— Özellikle bir ürünü satmak isteyenler, veya dini, ideolojik önyargılarla yazanlar, ele aldıkları konu hakkındaki birçok makale arasından yalnızca kendi çıkar ve görüşlerini destekleyenleri kaynak olarak gösterir, işine gelmeyenleri göz ardı eder. Hattâ birçok zaman o ihmal edilmiş makaleler aslında daha üstün yöntemlerle yapılmış, daha nitelikli çalışmalar olur. Bu tür seçicilik bilim ahlâkına sığmayan bir davranıştır.

Sonuç
Demek oluyor ki bir metinde gösterilen atıf, o kaynaktaki bilgiyi doğru yansıtmak zorunda olmadığı gibi, o kaynaktaki bilginin de doğru olduğunu göstermez.
Yani bir atıfın size söyleyebileceği tek şey, o yazarın o bilgiyi o kaynaktan aldığını beyan etmiş olduğudur. O kadar. Atfedilen kaynakların güvenilirliğini, doğruluğunu ve konuyla bağlantısını araştırmak size kalmış.
Bu zor gelebilir. Zira insan olarak bize hep doğruyu gösteren bir kaynak ararız; bu bazen bir kişi olur, bazen bir kitap. Ancak asırların tecrübesi hiçbir bilgiyi veya kaynağı olduğu gibi kabul etmememiz gerektiğini göstermiştir.
Bu nedenle, özellikle sağlığınızı, cüzdanınızı veya dünya görüşünüzü etkileyecek kararları alırken, okuduğunuzun dayanaklarını didikleyerek incelemeniz menfaatiniz icabıdır!

12 Eylül 2011

Parayla tez yazılır! (NTV)

Bilimsel tez çalışmaları yazımı internet kullanımının da yaygınlaşmasıyla bir sektöre dönüştü. 5 bin ile 20 bin TL arasındaki parayı gözden çıkaran, makale, yüksek lisans ve doktora tezini 'Uzman ekiplere' hazırlatırken, Yüksek Öğretim Kurumu sorumluluğun tez jürilerine ait olduğunu söyledi.
 
İZMİR - Türkiye'de zaman zaman 'intihal' (Başkalarının fikirlerini kendine ait gibi kullanma) tartışmasına sahne olurken, bunun ticari furya haline geldiği ortaya çıktı. Hatırı sayılır bir ekonomik büyüklüğe ulaştığı tahmin edilen ve adeta sektör haline gelen tez yazımı, internetteki çok sayıda 'tez yazımı sitesi' ile meşruluk kazanıyor. 

DHA'nın haberine göre; internet sitesi yetkilileri, tez fiyatının çeşitli kriterlere göre belirlendiğini söyledi. Tezin yüksek lisans mı, doktora mı olduğu, yabancı kaynak kullanılması, anket yapılıp yapılmaması, fiyatı en fazla etkileyen kriterleri oluşturuyor.

3 BİN TL'NİN ALTINDA TEZ YAZILMIYOR
Tez yazımları çoğunlukla 8 haftadan az zaman kaldıysa kabul edilmezken tez danışmanı ile yapılan tüm görüşmelerin aktarılması isteniyor. Diğer yandan çoğu tez yazımcısı 1000 TL'nin altında ödev, 3 bin TL'nin altında tez kabul etmiyor ve tez yazım fiyatı 20 bin TL'yi bulabiliyor. Alınan bilgilere göre daha çok özel üniversite öğrencileri ile aynı zamanda çalışan kişilerden bu yola başvuranlar oluyor.

400 KİŞİLİK UZMAN EKİP
Pazarlık aşamasından sonra işin başında ücretin yüzde 20'si, tez taslağının hazırlanmasından sonra yüzde 20'si, tez tamamlandığında ise yüzde 60'ı veriliyor. Diğer yandan tez danışmanı hocaya bu durumdan bahsetmemek gerektiği sık vurgulanırken, aranan çoğu kişi 200 farklı konuda 300-400 kişilik uzman kadrolarla bu işi profesyonel yaptığını, 'Güven ilişkisi' kurulması halinde referans bile verebileceklerini söyledi.

"ALINTILAMA TİTİZ, ÇALIŞMA ÖZGÜN"
Bütün bunlar internet sitelerinde 'Danışmanlık' olarak isimlendirilse de telefonla ulaşılan kişiler, tezin tamamının aynı zamanda akademisyen olan 'Uzman kadrolara' yazdırılabileceğini rahatlıkla ifade ediyor. İnternet sitelerinde mutlaka "Yazım hizmetimiz alıntılama konusunda çok titiz olup kaynakçada belirtilen içerik haricinde alıntılama yapılmamakta ve size yüzde 100 özgün bir çalışma sunulmaktadır" uyarısı yapılıyor ve "Bugüne kadar yurtiçi ve yurtdışından binlerce kişiye bu hizmetin verildiği" vurgulanıyor.

"YÖK BİLİYOR AMA BİR ŞEY 'YAPAMIYOR"
YÖK yetkilileri, bu konuda yasal düzenleme olmadığı için Kurumun bir yaptırımının olamayacağını, 'Dışardan tez yazdırma' konusundan kendilerinin de bilgi sahibi olduğunu, ancak işin enstitülere ve tezlerin jüri üyelerine düştüğünü söylemekle yetindi.

YILDIZ: EYVAHLAR OLSUN
Söz konusu duruma çok şaşırdığını belirten Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Genel Başkanı Ünsal Yıldız, ortada çok ciddi bir bilim ahlakı sorununun olduğunu, ancak bunun YÖK ile birlikte sorgulanması gerektiğini vurgularken, "Ama gerçekten 'Eyvahlar olsun' demek gerekiyor. Oluşturulmuş olan YÖK sisteminin geldiği noktayı da görüyoruz" dedi.

"ADI İNTİHALLE GEÇEN İNSANLAR MI ÇÖZECEK?"
Yıldız, ÖSYM, YÖK, Rektörlük gibi kurumların başındaki insanların bile intihal tartışmalarıyla gündeme geldiğini de hatırlatarak, şunları söyledi:
"Bu durumu, mevcut siyasal koşullar yaratmaktadır. YÖK de bunun en önemli sürdürücüsüdür. Bu durumda bu problemi, basında adı intihalle geçen insanların çözmesi mümkün müdür? Bu konu sadece cezai yaptırımlarla da çözülemez. Sorun eğitimin ticarileştirilmesidir."

TEZ YAZMA TARİFESİ
Yüksek Lisans (Sosyal Bilimler) 3.000-10.000 TL
Yüksek Lisans (Fen Bilimleri) 3.000-10.000 TL
Doktora (Sosyal Bilimler) 5.000-15.000 TL
Doktora (Fen Bilimleri) 5.000-20.000 TL
Anket çalışması, SPSS gibi program kullanımı varsa +1000-2.500 TL
Yabancı literatür kullanılacaksa; + 1500-2.500 TL

2 Eylül 2011

İrfan O. Hatipoğlu - Üniversitelerde intihal üzerine (CBT)

Akademik topluluk içinde intihal (aşırma/hırsızlık) ağır bir suç olarak algılanmaktadır. Nasıl bir insanın parasını, değerli bir eşyasını çalmak ne kadar suçsa, bilgiyi izinsiz, kendi ürünün gibi sunmakta aynı şekilde değerlendiriliyor. Aslına bakarsanız başkasının ürettiği bilgiyi sahiplenme parayı, bir değerli eşyayı çalmaktan daha büyük suç oluşturur.
Bilginin üretilmesi, değerlendirilmesi uzun süreli/ortak çalışma ve emek gerektirir. Aynı zamanda üretildiği andan itibaren kamunun ortak malıdır. Bu nedenle üretilen bilgiyi sahiplenmenin hırsızlık yanında etik/ahlaki boyutu da bulunur.
Ülkenizde intihal olayları –yapanın konumuna göre- gündeme getirilir ve tartışılır. Oysa üniversitelerimizde intihal yaygındır. Yaygın olması da üniversitelerimizin genel durumunu ile yakından ilgilidir. Ülkemizde toplam 165 adet üniversite vardır. Bunların 87 tanesi 2007 yılından sonra kurulmuş genç üniversitelerdir. Üniversitelerimizde 2003 yılında 1.5 milyon olan öğrenci sayısı bugün 3.5 milyona, 70 bin olan öğretim elemanı sayısı da 105 bine yükselmiştir. Sayısal verilerden anlaşılacağı gibi üniversitelerimiz kısa zamanda kurum, öğretim elemanı ve öğrenci sayısı olarak büyük oranda artmıştır. Özellikle son üç yıl içerisinde üniversiteler açılırken evrensel üniversite açma ölçütleri yerine, siyasal iktidarın istenci dikkate alındı.
Ülkemizin tüm illerinde açılan yerel üniversitelerin fiziki yapıları, eğitim teknolojileri ve öğretim elemanlarının nitelikleri açısından ciddi sorunları vardır. Değişik sorunlar içinde boğulan yerel üniversite rektörleri akademik anlamda yaşanan sıkıntıyı hafifletmek ve kurumdaki egemenliğini güçlendirmek için bilimsel nitelikleri bakmadan “yandaşlık” özeliklerini öne çıkararak akademik kadroyu tamamlama yoluna gitmişlerdir.
İkinci aşama olarak akademik unvanlı (Prof, Doç) öğretim üyesi sayısını arttırmak içinde hayali projeler üretilmiş, tamamlanmış gösterişmiş ve yapmadığı çalışmaya/yazımına katkı koymadığı makaleye isim eklenmiş, hayali yayınlar yaptırılarak, başka bir değişle “on orijinal makale oku on birincisini yaz” anlayışı özendirilerek intihal olaylarının kapısı aralanmıştır.
Üniversitelerde intihal olaylarının artmasında ana nedenlerden birisi akademik yükselme ölçütleridir. 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasasına göre kimlerin kaç makale, kaç araştırma, kaç bildiri, kaç kitap ile Yardımcı Doçent, Doçent ve Profesör olarak atanacağı belli değildir. Konu tamamen oluşturulacak jürinin inisiyatifine bırakılmıştır. Kurulan jüriler atanacak öğretim elemanının ünvanına göre değişse de rektörlerin tavrına göre karar alırlar. Hazırlanan raporlar da daha çok objektif ölçütler yerine supjektif ölçütler içerir. Bu nedenle öğretim elemanları yayın sayısını arttırmak için intihal başata olmak üzere ahlakı değerleri yok edici çalışmalara yönelmektedirler.
Öğretim elemanlarını intihale saptıran etkenlerden biriside yerel üniversitelerde bilimsel çalışma yapmanın mümkün olmamasıdır. Anılan üniversitelerde fiziki yapı, laboratuar, yetişmiş yardımcı eleman ve diğer altyapı eksiklilikleri vardır. Öğretim elemanlarının ders yükü nedeniyle çalışmaya zamanları yoktur. Yerel üniversitelerin akademik geçmişleri, entelektüel hava olmadığından çalışma/araştırma kültürü de gelişmemiştir. Saydığımız olumsuzluklara karşın yerel üniversitelerde çalışan akademisyenler yükselme ölçütlerini yerine getirmek için daha fazla makale, kitap yazma ve araştırma yapma gereksinimi duyuyorlar. Bu duygulara üniversite üst yönetiminin özendirmesi, hoşgörüsü de eklenince intihal olayının önüne geçilemiyor.
Üniversitelerde intihal olaylarının önlenebilmesi için yeni bir üniversite yasası hazırlanmalıdır. Bu yasa ile üniversiteler iki ana gruba ayırmalıdır. Birinci grup üniversiteler araştırma üniversiteleri olarak tanımladığımız, ağırlıklı olarak lisansüstü (yüksek lisans, doktora) eğitimi verenler. İkinci grup üniversiteler lisans eğitimi veren, eğitim ağırlıklı üniversiteler olmalıdır. Akademik unvan almak ve araştırma yapmak isteyen öğretim elemanları da araştırma üniversitelerinde çalışmalarına yapmalıdır.
Böylelikle öğretim elemanları yükselme kaygısı nedeniyle intihal başta olmak üzere onurlarını zedeleyici girişimlere yönelmekten kurtulabilirler.
İRFAN O. HATİPOĞLU-Mustafa Kemal Üniversitesi (iohatip@hotmail.com)

27 Temmuz 2011

Prof. Dr. İlter Turan - Vicdan muhasebesi yapmayınca haksızlıklar tabiileşiyor (ŞALOM)

>>> Siz kendi tecrübenizden örnekler üzerinde düşünürken, ben izninizle mesleğim olan akademik alandan örnek vereyim. Bilim dünyasında zaman zaman intihal dediğimiz olayla karşılaşılır. Manası, başkasının yazdığını, kaynağını göstermeden sanki siz yazmış gibi sunmak, böylece kendinizi yayın yapmış gibi göstermektir. Aynı futbolda olduğu gibi, burada da maksat rekabetçi bir ortamda diğerlerinin önüne geçmektir. İntihal yaptığı anlaşılan kişinin cezalandırılması gerekir. Ama öyle olmaz, fakültelerdeki klikler ve kamplar, vicdan muhasebesi yapmak ve ahlakiliği ön plana almak yerine, kendi intihalcisini savunur, başkasının intihalcisini suçlar. İntihal yaptığı kesinleşen ve ceza alanlara da bir şey olmadığı, her partimizin intihalci milletvekillerine sahip olmasından anlaşılmaktadır.  Ne yapmış olursa olsun, kendi takımımızı, kendi adamımızı tutmak, yaptıklarını vicdan süzgecinden geçirmemek, toplumda haksızlıkları tabiileştiriyor, böylece herkesi işini haksızlık yaparak yürütmeye davet ediyor. Bu da toplumun dokusunu bozuyor, zedeliyor.>>>

23 Temmuz 2011

Birbirinden ayrılması zor iki durum: Aşırma ve Duplikasyon (ANA. KAR. DER.)

Prof. Dr. Fatma Suna Kıraç
Aşırma=intihal olayı, yazılarda başka araştırmacıların çalışmalarını atıf yapmadan kendisinin gibi göstererek yayınlamak ya da yayınlanmış bir yazıdan beğendiği bölümleri, resim ve şekilleri izinsiz alıp kendi yayınında kullanmaktır. Bu durum, yalnız yazıdaki tüm cümle veya bölümü değiştirmeksizin kes-yapıştır eylemini kapsamayıp, bir yazının amaç ve sonuçlarının başka çalışmada farklı kelimelerle anlatılması durumunu da kapsamaktadır (1-5).
Sox ve ark. (1) kaynak hakkında yanlış bilgi verilmesini de aşırma olarak nitelendirmiştir. Yayın etiğinde aşırma, tekrar yayın olayından daha tehlikeli durum olarak kabul edilmektedir.
Yayınların okuyucuya hızla ulaştığı elektronik çağda aşırma işlemi daha kolay duruma gelmiştir. Genellikle yabancı dilde yayın yazma yetersizliği nedeni ile yabancı dildeki yayınların beğenilen cümle yapılarının yazarlar tarafından hiç değiştirilmeksizin kendi yazdığı cümle gibi kullanılmasına sık rastlanmaktadır.
Bilimsel yayınlarda aşırma olayı içinde incelenen diğer bir durum “Self plagiarism” olayıdır. Burada bir yazarın daha önce yayınlanmış kendi yazısından alıntı(lar) yapması söz konusudur; tekrar yayından daha az önemlidir fakat yine etik ihlali söz konusudur (4, 6).
Bilinçli yapılan bilimsel yanıltma, her ne şekilde olursa olsun, kabul edilemez bir durumdur. Uluslararası veya ulusal indekslerde yer alan dergilerde yayınlanan yazılardaki bilimsel yanıltma olaylarının saptanması mümkün olmasına karşın indekslenmeyen dergilerdeki yanıltma olaylarının saptanması oldukça güçtür. Türkiye kökenli yayınlarda son yıllarda uluslararası medyaya yansıyan olaylar ne yazık ki yadsınamaz düzeydedir (2, 3).
İki önemli etik ihlali konusu, aşırma ile duplikasyon olaylarının birbirinden ayrımı oldukça zordur (6). Özellikle iki yazının yazarlarının tamamı veya bir kısmı aynı ise, ayırım daha güç olmaktadır. Bazı yayınlarda iki durumun ayırımı için benzerlik yüzdelerine bakılması önerilmekle birlikte, COPE orana dayalı ayırımı önermemektedir. Son MedicRes toplantısında (25-27 Mart 2011, İstanbul) klasik yöntemlerin kullanıldığı çalışmalarda, yöntem kısmının benzerliğinin kabul edilebilir olduğu vurgulandı. Ancak, amaç-bulgular ve tartışma kısımlarındaki benzerliklerin kabul edilemez olduğu, bilimsel yanıltma olarak işlem yapılması gerektiği belirtildi (4, 6, 7).
Günümüzde akademik yükseltme kriterleri bilimsel yanıltma olaylarının artışına önemli katkıda bulunan bir faktör olarak etkisini sürdürmektedir. Bilimsel “temizlenmeyi” sağlamak için editörler yanı sıra okuyuculara da sorumluluk düşmektedir. Dergi editörleri bilimsel yanıltma saptadıkları yazıyı ret etmeli veya yayınlandıktan sonra saptandı ise geri çekmelidirler. Okuyucular da saptadıkları aşırma olayını ilgili dergi editörüne bildirmelidir (1, 2, 7). Bilimsel yanıltma durumunda geri çekme olayı yalnız yayınlanan yazılarda değil kongre bildirileri için de geçerli bir uygulamadır (8). Ancak, genellikle geri çekme (retraction) işleminden kaçınılmaktadır.
COPE ve ICJME kurallarını uygulayan dergi editörleri bilimsel kirlenmeyi önlemek için aşırma saptadıkları yayını geri çekmek ve okuyucuyu bilgilendirmek zorundadır (1, 4, 7, 9). Burada, kendi karşılaştığımız iki olayı aktarmak istiyorum.
İlk olayda, yazar A ve B tarafından X dergisinde olgu sunumu yayınlandıktan 5 yıldan daha uzun bir süre sonra, Y dergisinde yazar C ve D tarafından aynı olgu sunumu yayınlanıyor. Birkaç ay sonra Y dergisinin Editörü tarafından durum fark edilerek yazı geri çekiliyor (retraksiyon). Derginin ilk sayısında aşırma (İntihal=Plagiarism) yayın olayı hakkında okuyucular yazılı olarak bilgilendiriliyor. Y dergisinde yayınlanan olgu sunumu incelendiğinde genel bilgiler ve tartışma kısmının hemen hemen tamamının daha önce farklı yazar grubu tarafından X dergisinde yayınlanan olgu sunumu ile benzer olduğu görülmektedir.
İkincil olarak sunulan olgunun fizik muayene bulguları, tanısal görüntüleme yönteminde elde edilen bulgular, uygulanan işlem ve işlem sonrası izlem de orijinal yayınla birebir örtüşmektedir. Kaynaklarda ilk yayınlanan olgu sunumuna atıfta bulunulmamış olması, aşırma olayının bilinçli yapıldığını ve bilimsel yanıltmayı gizleme çabasını desteklemektedir. Yapılan incelemede iki yayın yazar grubunun daha önce aynı merkezde çalıştıklarına dair bilgiye ulaşılamadığı için sonuçta olay aşırma=plagiarism olarak kabul edilerek dergi editörü ve yayın kurulu tarafından geri çekilmiştir.
İkinci olayda bir yazar grubu tarafından hazırlanan olgu sunumu Z dergisinde yayınlandıktan 2 yıl sonra aynı olgu aynı resimlerle farklı yazarlar tarafından T dergisinde yayınlanıyor. İlk yayında yer alan yazar, ikincil dergi editörüne durumu bildiren mektup yazıyor. Editör ve dergi yayın kurulu tarafından yapılan inceleme sonucunda her iki yayında sunulan olgunun ve resmin aynı olduğu saptanıyor. Olay ayrıntılı olarak incelendiğinde belli bir süre aynı kurumda birlikte çalışan yazarların birbirinden habersiz olarak olguyu yayınladıkları sonucuna varılıyor. Sonuçta, olay tekrar yayın=duplikasyon olarak kabul ediliyor. İlk yayının sorumlu yazarına olayın ayrıntısı hakkında bilgi veriliyor. T dergisi yayın kurulu bilinçsiz yapılan yanıltma olduğuna karar vererek Editör tarafından herhangi bir işlem yapılmadan olay kapatılıyor.
Sunulan olaylarda tanımlanan intihal= aşırma=plagiarism ve duplikasyon, daha önce de belirttiğimiz gibi, yayın etiğinin önemli ve tahmin edilenden daha sık karşılaşılan konularıdır. Metaanaliz çalışmalarında aşırma %1.6 ve duplikasyon %4.7 oranında rapor edilmiştir (5). Daha önceki yayınlarda belirtildiği gibi iki olayın birbirinden kesin ayrımı güçtür (6). İndekslenen dergilerdeki yayınlarla elektronik ortamda karşılaştırma yapmayı sağlayan programlar (Crossref vb.) aşırma ve duplikasyon olaylarının saptanmasında editör ofisine faydalı olmaktadır. Ancak, program yardımı ile yapılan karşılaştırma yanında mutlaka manuel kontrol yapılması önerilmektedir. Bizim de uyguladığımız COPE bilimsel yayın etiği kuralları her iki durumda benzer uygulamaları önermektedir (9, 10). Duplikasyon olayı daha önceki sayılarımızda tartışıldığı için burada aşırma olayında yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır (11, 12).
Aşırma olayı şüphesi veya varlığı durumunda editörlere öneriler
Aşırma olayı yayın öncesi veya yazı yayınlandıktan sonra saptanmış olabilir. COPE olayı sonuçlandırma konusunda editörlere önerilerde bulunmaktadır (7, 9, 10). Buna göre, yayın öncesi aşırma olayından şüphelenildi veya yayınlandıktan sonraki aşamada aşırma saptandı ise, Editör yazının ilk yazarı ile iletişim kurarak olay hakkında duyduğu üzüntüyü dile getirir. Yazardan olay hakkında açıklama ister. Aşırma olayının genç tecrübesiz yazarlarda benzer yayın veya yayınlardan “kes-yapıştır” yöntemi kullanılarak yazının hazırlanması sonucu oluşabileceği, özellikle yabancı dilde hazırlanan yazılarda, göz önünde bulundurulmalıdır.
Eğer bilinçli yapılmış aşırma olayı olmadığı kanaatine varılırsa, tecrübesiz yazara yayın etiği konusunda eğitim verilmesi önerilmektedir. Aşırma olayı yayın öncesi saptandı ise, Editör yazardan birebir örtüşen kısımları değiştirmesini ister. Gerekli değişiklikler yapılarak benzerlikler giderildiği takdirde yazı ret edilmeksizin yayınlanabilir. Yayın sonrası saptanan bilinçsiz aşırma olayında ise COPE, ilk yayın yazarlarından özür mektubunun dergide yayınlanmasını ve editör yazısında istenmeyen olaya değinilmesini önermektedir.
Eğer aşırma olayının bilinçli olarak yapıldığı saptanırsa Editör, sorumlu yazar ve yazıda ismi bulunan tüm yazarlar ile doğrudan iletişim kurmalı ve belirlenen kısa süre içinde açıklama istemelidir. Aynı zamanda yazarların kurumu ile iletişim kurulmalı ve inceleme istenmelidir. İlk derginin Editörüne de durumu bildiren mektup yazılmalıdır. Sonuçta, yazının aşırma nedeni ile geri çekildiği ilk yayına atıfta bulunarak okuyuculara duyurulmalıdır (1, 9, 10, 13).
Yurtdışında saptanan aşırma olayı akademik unvan ve yetkilerin geri alınmasına kadar giden yaptırımlarla sonuçlanabilmektedir. Yakın zamanda Almanya’da ortaya çıkan aşırma olayı suçlanan bakanın istifası ile sonuçlanmıştır. Yurdumuzda ise, bilimsel yanıltma durumlarında yaptırımlar yeterince uygulanmamaktadır. Ne yazık ki, aşırma yaptığı kanıtlanan akademisyenlerin önemli akademik ve idari görevlerde yer aldığı da bilinmektedir.
Tüm bilimsel yanıltma olaylarının azaltılması için etik konusunda her düzeyde eğitim yapılmalıdır. Araştırmacı adayları ve genç araştırmacılara kendi hipotezlerinden ürettikleri çalışmalardan yayın yapmalarının ve yayınlarında çalışma sonuçları ile görüşlerini kendi cümleleri ile okuyucuya aktarmalarının önemi anlatılmalıdır.
Çok yayın değil kaliteli ve ahlaklı yayın yapılmasının önemli olduğu görüşünün yeni yetişen akademisyenlere benimsetilmesi için çaba sarf edilmeli ve örnek olunmalıdır (2, 3).

Kaynaklar
1. Sox HC, Rennie D. Research misconduct, retraction, and cleansing the medical literature: lessons from the Poehlman case. Ann Intern Med 2006; 144: 609-13.
2. İnci O. Bilimsel yayın etiği ilkeleri, yanıltmalar. Yanıltmaları önlemeye yönelik öneriler. Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık-2009.
3. Töreci K. Tıpta yayın etiği (bizden de örneklerle). ANKEM Derg 2010; 24( Sayı 1’e Özel Ek):1-41.
4. Wager E. Ethical publishing: the innocent author’s guide to avoiding misconduct. Menopause Int 2007; 13: 98-102.
5. Martinson BC, Anderson MS, de Vries R. Scientists behaving badly. Nature 2005; 435: 737-8.
6. COPE cases 2003/ 03-22; 2006/ 06-10 and 2010/ 10-18. 
Available at: URL:http://www.publicationethics.org/cases
7. Wager E. Good publication practice. In: MedicRes International Conference on Good MEdical Research, 25-27 March 2011, İstanbul, Turkey.
8. Retraction for the 2010 AHA Scientific Sessions abstract (14426). Circulation 2011; 123: p e415.
9. Wager E, Barbour V, Yentis S, Kleinert S. Retractions: Guidance from the Committee on Publication Ethics (COPE). retraction guidelines. Croat Med J 2009; 50: 532-5.
10. Committee on Publication Ethics (COPE): Guidelines on Good Publication Practice Available at:
URL: (http://www.mco.edu/lib/instr/libinsta.html; http://www.publicationethics.org.uk).
11. Kıraç FS. Bilimsel yanıltma olayında yayın sonlandırma süreci: Önemli ve tartışmalı bir konu. Anadolu Kardiyol Derg 2011; 11: 79-80.
12. Kıraç FS. Bilimsel yanıltma: Tekrar yayınların tanımı, çeşitleri ve olası sonuçları. Anadolu Kardiyol Derg 2011; 11: 174-8.
13. COPE cases 2003/ 03-11; 2004/ 04-04; 2006/ 06-24; 2007/ 07-05 and 2001/ 01-28 in http://www.publicationethics.org/cases

Kıraç FS.
Aşırma ve duplikasyon
Anadolu Kardiyol Derg 2011 Ağustos 1; 11(5): 000-000
doi:10.5152/akd.2011.115

12 Temmuz 2011

Dr. Cüneyt Ülsever - TÜRKÜN BİLİMLE İMTİHANI (OdaTv)

Herkes bir şeye, hatta bir çok şeye takar. Benim de çeşitli takıntılarım var. Takıntılarımdan birisi bilimdir. Bilim adamlarının çalışmalarını, hatta hayatlarını okumak, buluşlarından haberdar olmak bana büyük keyif verir.
Yerli-yabancı gezdiğim her şehrin, eğer varsa, üniversitesini de ziyaret etmeye bayılırım.
Tarihi kampüslerde içimi bir huşu duygusu kaplar.
Ben bilimin sadece bilim adamını değil toplumları da şekillendirdiğini düşünürüm. Bilimsel düşünmeyi/metodolojik akıl kullanmayı öğrenmiş adamla bilimsel ünvaları olsa bile bir hödük arasındaki farkı anında tespit ederim.
Televizyonlarda tuttuğu tarafı haklı çıkarmak için bilgiyi ağzında sakız niyetine çiğneyen gazeteci/yazar/üniversite hocası bir sürü insanı seyrederken bazen sinirden çatlar, bazen de bu insanların alay edilmekten başka hiçbir şeye layık olmadıklarını düşünürüm.
Bu açıdan bakıldığında Hükümet ilan edilirken gözden kaçan veya görmezden gelinen bir bakan ataması beni yakından ilgilendirdi.
Başbakan, Milli Eğitim Bakanlığı’na Ömer Dinçer’i atadı!
Ömer Dinçer kim?
2 kitabında intihal (bilim hırsızlığı) yaptığı için YÖK tarafından bütün bilimsel ünvanları elinden alınan (Ekim 2005) ve YÖK’ün bu kararı  Ankara 1. İdare Mahkemesi tarafından da onaylanan kişi! -Ocak 2008- (Mahkeme, Dinçer’in YÖK’ün intihal kararına ilişkin yaptığı itirazı reddetmiştir.)
İntihal yaptığı Mahkeme kararı ile tespit eidlmiş kişi!
Nedir intihal?
Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek.
Basit dille yazalım: Bir başkasının fikrini aşırmak/araklamak/çalmak!
 ***
Ömer Dinçer’in Yahya Fidan ile yazdığı iki kitap var. İkisiyle de ilgili intihal iddiaları içeren raporlar mevcut. Ama, Prof. Dr. Tamer Koçel’den aşırma yapılan kitap (‘İşletme Yönetimi’) ile ilgili intihal iddiası zamanaşımına uğradığı için bu kitap hakkında bir işlem yapılamadı. Ama diğer kitap (‘İşletme Yönetimine Giriş’-6. baskı- Kasım 2003) zamanaşımına uğramadan (zamanaşımı Kasım 2005’te işlerlik kazanıyordu) hakkında intihal kararı verildi.(Ekim 2005)
Karar bir ay geç alınsa idi, bu kitap da işlem göremeyecekti.
Zamanında bazı bilim adamları söz konusu kitabı irdelemişlerdi. Kanaatlerine göre, eğer kitapta intihal yapılan sayfalardaki cümleler kırmız kalemle, intihal yapılmayan cümleler yeşil kalemle çizilse, intihal yapılan bölümler o kadar çoktu ki, kitapta kırmızı sayfalar yeşil sayfalardan nerede ise fazla çıkacaktı!
Ben zamanında konunun üzerine elimden geldiğince gitmiştim. 30.05.2005, 17.05.2007 ve 12.05.2009 tarihlerinde Hürriyet’te yazdığım yazılarda Ömer Dinçer’e sorular da sormuş ama bir türlü cevap alamamıştım.
Hiç unutmam, Ömer Dinçer kendisini savunurken, kitapta intihal yapıldığını bilmediğini, zira kapağında yazar olarak adı geçtiği halde kitabı kendisinin yazmadığını, asistan Yahya Fidan’in yazdığını, kendisinin ise kitaba çok satsın diye ismini verdiğini söylemişti.
Bugün Bakan olan, zamanında “prof.” ünvanı bile taşımış bir kişi genç asistanını satmaktan çekinmemiş, üstelik “yazmadığın, hatta okumadığın bir kitaba hangi ahlaki değere dayanarak yazar sıfatı ile imza attın?”, sorusu ile karşılaşmaktan da imtina etmemişti.
 ***
İntihal yapmış kişi Batı’da insan arasına çıkamaz, çünkü bilime saygı duyulan ülkelerde başkalarının fikirlerini çalan kişi “yüz kızartıcı suç işlemiş” bir kişidir.
Nitekim Batı’da tanıdığım bilim adamlarına ülkemizde bir intihalcinin Bakan yapıldığını söylediğimde ya bana inanmıyorlar, ya da acaba yanlış mı anladık diye sözlerimi tekrar ettiriyorlar.
 ***
İşin bir diğer acıklı yönü basınımızın geçen hafta Bakan atamaları yapıldıktan sonra bu konu üzerinde hemen hiç durmamış olmasıdır!
“Yandaş basını” hadi anlayalım, giderek magazinleşen “candaş basın” da konuyu görmezden geldi!
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!”
Ben sadece Milliyet Gazetesi ve Zaytung.com adlı web gazetesinin konuyu irdelediklerini gördüm.
Hazin!
 ***
Ülkeler vardır siyaseti bilimin emrine verirler!
Ülkeler vardır, bilimi siyasetin emrine verirler!
Ben ülkemin ikinci tür ülke olmasından utanç duyuyorum.
YÖK Başkanı Özcan’ın ifadesi ile “Bizde (yılda) 27 bin makale basılıyor. Bunlardan patent alınan makale sayısı 85 civarında. 4 bin civarında İsrail’de makale basılıyor. 1.500’üne patent alınıyor.”
Patent bilimsel bir buluşa, üretime artı değer katacak yeni bir uygulamaya verilir.
YÖK Başkanı’nın bu sözleri “laf çok ama iş yok” diye de algılanabilir.
Bir konferansta da Almanya’dan çok twitter (lak lak yapılan internet ortamı) kullanıcısına sahip olduğumuzu ama Wikipedia’ya (kullanıcılar tarafından bilgi yüklemesi yapılan internet ortamı) katkımızın Almanya’dan kat be kat geride olduğunu duymuştum!
 ***
61. Hükümet eğitimin başına bir intihalciyi getirerek bilime ne kadar saygılı olduğunu yedi düvele ilan etmiştir.
Şimdi merak ediyorum.
Kopya çektiği savı ile Disiplin’e verilen bir öğrenci kendini savunurken:
“Ama Bakan’ımız da yapıyor!” dese Milli Eğitimin saygın öğretmenleri o öğrenciye ne cevap verecek?
___________________________________________________________

  HÜRRİYET GAZETESİNİN 11 ŞUBAT 2004'TE MANŞETTEN YAYINLADIĞI HABER
Özür dileten intihal
 http://dorduncukuvvetmedya.com/3706-intihal-kampanyasinin-perde-arkasi.html
Başbakanlık Müsteşarı Prof. Dinçer'in 1995 yılında Yard. Doç. Yahya Fidan ile yazdığı "İşletme Yönetimi" kitabının birçok bölümünün intihal (çalıntı) olduğu ortaya çıktı.
İntihalin Prof. Tamer Koçel'in "İşletme Yöneticiliği" kitabından yapıldığı anlaşıldı. Akademik çevrelerdeki eleştiriler üzerine Prof. Ömer Dinçer Prof. Koçel'den özür diledi ve kitabı yayından çekti.
Laiklik karşıtı konuşmaları tepki çeken Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in, Yrd. Doç. Fidan'la birlikte yazdığı kitabın birçok bölümünün Prof. Koçel'in kitabından çalıntı olduğu ortaya çıktı. Dinçer, skandalın ortaya çıkması üzerine Koçel'den özür dileyerek kitabı yayından kaldırdı.

Başbakanlık Müsteşarı Prof. Ömer Dinçer'in, Yard. Doç. Dr. Yahya Fidan'la birlikte kaleme aldığı ve Beta Basım Yayım tarafından 1996'da basılan ‘İşletme Yönetimi’ isimli kitabın, Prof.Tamer Koçel'in yine aynı yayınevi tarafından 1995'te yayımlanan ‘İşletme Yöneticiliği’kitabından intihal (çalıntı) olduğu belirlendi. Prof. Koçel'in kitabındaki bazı bölümler, kaynak gösterilmeden ve çok küçük değişiklerle aynen aktarılmış. Söz gelişi, Prof. Koçel'in kitabının 1995'te yapılan 174. sayfasında yer alan ‘Sistem Yaklaşımının Temel Kavramları’ ile ilgili paragraflar, Dinçer ile Fidan'ın kitabının 160. sayfasında çok küçük değişikliklerle tekrarlanıyor:

RÖTUŞ YAPILMIŞ

Prof. Tamer Koçel: Sistem ve Alt Sistemler: ‘‘(...) Örneğin bir işletmenin organizasyon yapısı sistem olarak ele alınırsa, personel seçme, yetiştirme, terfi, maaş ve ücret yönetimi, eğitim ve geliştirme, şikayetler vb. konularla personel yönetimi faaliyetleri birer alt sistem oluşturacaklardır. Yine aynı endrüstri dalındaki diğer rakip işletmelerle birlikte, o endrüstri dalının alt sistemini oluşturacaktır. Endrüstri dalları ise, daha büyük bir sistem olan ülke ekonomisinin, alt sistemleridir. Bu durumu şekildeki gibi göstermek mümkündür.’’

Prof. Dinçer-Yard. Doç. Fidan: Sistem ve Alt Sistemler: ''(...) Örneğin organizasyon bir sistem olarak ele alınırsa, eleman seçme, yetiştirme, terfi, maaş ve ücret yönetimi, eğitim ve geliştirme, şikayetler vs. ile ilgili personel yönetimi faaliyetleri birer alt sistem olacaklardır. (...) O endrüstri dalındaki diğer rakip firmalarla birlikte, o endrüstri dalının alt sistemini oluşturacaktır. Endrüstri dalları ise, daha büyük sistemin, ülke ekonomisinin, alt sistemleridir. Bu durumu aşağıdaki Şekil 11'deki gibi göstermek mümkündür.''

KİTAP PİYASADA YOK
Kültür Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Taner Koçel, Prof. Ömer Dinçer-Yard. Doç. Yahya Fidan imzalı kitap piyasaya çıktığında intihal iddialarının akademik çevrelerde bir hayli konuşulduğunu söyledi. Prof. Koçel, Prof. Dinçer'in kendisini arayarak özür dilediğini ve kitabı piyasadan çektiğini belirtti. Beta Basım Yayım da, kitabın uzunca bir süredir piyasada olmadığını vurguladı.

Yayınevi aynı
Prof. Dr. Ömer Dinçer ile Yard. Doç. Yahya Fidan'ın yazdığı ‘İşletme Yönetimi’ adlı kitap ve bu çalışmada birçok bölümü intihal edilen Prof. Dr. Tamer Koçel'in ‘İşletme Yöneticiliği’ kitabı, Beta Basın Yayım tarafından basılmış.

AKP ideoloğu da özür dilemişti
AKP'nin yeni ideolojisini anlatan ve Dr. Yalçın Akdoğan tarafından yazılan ‘Muhafazakar Demokrasi’ adlı kitabın da, Dr. Bekir Berat Özipek'in, ‘Muhafazakarlık/Akıl, Toplum, Siyaset’ adlı doktora tezinden intihal olduğu ortaya çıkmıştı. Konunun tartışılmaya başlaması üzerine Dr. Akdoğan, Yeni Şafak Gazetesi'ndeki köşesinde özür dilemişti.
Hürriyet. 11 Şubat 2004 

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.