TÜBİTAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜBİTAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
10 Haziran 2019
Dinçer GÖKÇE - Akademide ‘oto yıkamacı’ şoku (Hürriyet)
TÜBİTAK
tarafından incelenen 15 bilimsel derginin para karşılığı yayın anlamına
gelen ‘yağmacı yayıncılık’ yaptığı ortaya çıktı. TÜBİTAK raporunda,
dergilerin sahibi şirketin yayıncılık dışında oto yıkama, haşere ile
mücadele, organik tarım, kozmetik gibi birçok alanda faaliyet gösterdiği
kaydedildi. Rapor üzerine YÖK de üniversiteleri uyardı.
AKADEMİSYENLERİN
atama, yükseltme ve aldıkları akademik teşviklerde, yayımladıkları
bilimsel makaleler önemli bir yer tutuyor. Çok sayıda derginin de ortaya
çıkmasına yol açan bu durum, zaman zaman ‘para karşılığı yayın’
tartışmalarıyla gündeme geliyor. TÜBİTAK Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu
tarafından da konuya ilişkin kapsamlı bir inceleme yapıldığı anlaşıldı.
Kurul, şikâyete konu dergilerin imtiyaz sahibi Güven Plus Grup AŞ,
şirketin kurucusu Murat Korkmaz ile bu şirket ile aynı adreste bulunan
İstanbul Bilim ve Akademisyenler Derneği’ni mercek altına aldı. Dernek
adına yayınlanan 15 dergi ile yüzlerce makale tek tek incelendi.
BİR YILLIK YAYINLAR İNCELENDİ
Bir
yıldan fazla süren ve 15 derginin bir yıllık sayılarına ilişkin yapılan
inceleme sonrası kapsamlı rapor hazırlandı. Dergilerde makalesi
yayınlanan 55 akademisyenin ismine yer verilen raporda özetle şu
tespitler yer aldı:
-
“Dergilerde uluslararası bilim kurullarının yer aldığı belirtiliyor. Bu
kurullarda isimleri yer alan kişilerin gerçekte dergiyle bir
ilgilerinin olup olmadığı belli değil. Dergilerde görev alan kişilerin
aynı dergilerde çok sayıda yayınlarının olması etik ihlalidir.
-
Dergileri çıkaran şirketin sitesine göre, yayıncılığın yanı sıra, araba
yıkama, temizlik, ilaçlama, kozmetik, promosyon gibi işleri de yapıyor.
Bütün bu farklı işler de tek bir ofiste gerçekleştiriliyor. Bu şirketin
dergilerine başvurularda ücret alınıyor. Dergiler yoluyla düzenlenen
kongre ve konferanslarda katılımcılardan ücret alınıyor.
FARKLI UNVANLAR
-
Dergilerin yönetiminde ismi geçen bazı akademisyenler, Korkmaz’ın
eğitimi konusunda bilgi sahibi değil. Korkmaz, sahte akademik unvan
kullandı. Yazışmalarda kimi zaman “Doç. Dr.” kimi zaman ise “Prof. Dr.”
unvanı var. Korkmaz, sahibi olmadığı unvanları kullanarak çıkar sağladı.
Hakkında ‘sahtecilik’ şüphesi tespit edildi. Farklı disiplinlerdeki
dergilerde çok sayıda makalenin yazarı olarak yer aldı. Bu durum,
‘haksız yazarlık’ şüphesine yol açtı.
ŞERİF MARDİN’İ BİLE GEÇTİ
-
Korkmaz’ın 2010’da 7 makale ile başlayan serüveni 2011 yılında 23
makale, 2012 yılında 43 makaleyle devam etti. 2016 sonuna gelindiğinde
ise 261 yayınla erişilmesi zor bir rakama ulaştı. Korkmaz, 2017 ve
2018’de kendisi hakkında inceleme başlatıldıktan sonra makale yayınlama
sayısında çok ciddi düşüş oldu. Oysa dünyanın işletmecilik alanında en
üretken akademisyenlerinden biri olan Prof. Dr. Tamer Çavuşgil bile 40
yılda ancak 200 civarında makale yayınladı. Prof. Dr. Şerif Mardin ise
60 yılda yaklaşık 170 makaleye imza attı.
DERİN ETİK İHLALİ
-
Haksız yazarlık ve sahtecilik yapan Korkmaz’ın sahtecilik durumu
yargıya intikal ettirilmeli. Korkmaz’ın sahibi olduğu dergilerin yağmacı
yayıncılık açısından incelenmesi için YÖK ve Üniversitelerarası
Kurul’un (ÜAK) görüşüne sunulmalı. Dergilerin yayıncılığını bizzat
Korkmaz yürütüyor. Buna rağmen, dergilerin İstanbul Bilim ve
Akademisyenler Derneği yayın organı olarak sunulması Güven Plus AŞ ile
derneğin aynı adreste faaliyet göstermesi derin etik ihlal kuşkuları
oluşturuyor. Akademik kaygılardan ziyade çıkar amaçlı bir organizasyonun
söz konusu.
- Akademik
olarak yükselmek ve uluslararası endekslerce taranan dergilerde yayın
yapmak isteyen akademisyenler şirketin müşterileri oldu. Bu dergilerin
yayın kurulu, editör kurulu ve diğer yönetim mekanizmalarında ismi yer
alan kişiler derhal kurumlarına bildirilmeli. Etik kural ihlali çok
sayıda dergide ve birçok akademisyeni de kapsayacak şekilde
gerçekleştirilmiş.
-
Haberleri olmadan tanınmış kişiler yazar olarak eklendi. Hediye yazarlık
kapsamında eklenen isimler arasında Dr. Kazım Selçuk Tuzcuoğlu, Doç.
Dr. Murat Ercan ve Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu da var.”
ÜNİVERSİTELERE YAZI
Hazırlanan
rapor sonrası TÜBİTAK Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu gerekçeli
kararını 26 Mart’ta hazırladı. TÜBİTAK’tan Korkmaz’a gönderilen 25 Nisan
tarihli yazıda, kendisi hakkında 5 yıl süreyle yaptırım kararı alındığı
bildirildi. 3 Mayıs’ta ise TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal’ın
imzasını taşıyan yazı YÖK’e gönderildi. Yazıda, Korkmaz’ın etik ihlali
yaptığı, yayıncısı olduğu dergilerin de yağmacı yayıncılık yaptıkları
kaydedildi. YÖK Hukuk Müşavirliği de TÜBİTAK’tan gelen yazıyı,
Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı ve tüm üniversitelere gönderdi.
Yazıda “Murat Korkmaz’ın sahibi ve yazarı olduğu dergilerin, akademik
teşvik, atama ve yükseltmelerde değerlendirme dışı bırakılması...”
denildi.
YAPTIRIM NEYİ KAPSIYOR?
TÜBİTAK yönetmeliğine göre ‘haksız yazarlık’ yaptığı tespit edilen
kişilere 5 yıl süreyle yaptırım uygulanabiliyor. Yaptırım uygulanan
kişi, TÜBİTAK desteklerinden mahrum kalıyor. Murat Korkmaz’a TÜBİTAK
tarafından yapılan bildirimde “Kurumca desteklenme kararı verilen veya
yürütülmekte olan her türlü proje, burs ve etkinlik görevlerinizin
sonlandırılmasına, başvuruların kabul edilmemesine, kurum destekli yayın
ve sunum yapmamanıza karar verildi” denildi.
‘O YAZARLAR PROFESÖR DOÇENT OLDU’
-
Murat Korkmaz, Hürriyet’e yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Bana
verilen 5 yıllık cezaya karşı hukuki süreç başlatacağız. Haksız alınmış
bir karar. Bizim dergilerimizde makaleleri yayımlanan bazı
akademisyenler doçent oldu bazısı ise profesör. Her dergi yılda 3-4 sayı
çıkıyordu. Her dergide onlarca yazar yer aldı. Bu, yüzlerce belki de
binlerce akademisyeni ilgilendirir. Bu durum onlar için de kötü. Olumsuz
etkilenebilirler. Ben şirketi kurdum ama sonra hissemi devrettim.
Sigortalı çalışanım. Yayıncılık dışında emlakçılık da yapıyoruz.
Dergicilikten para kazanamadık. Şirketin toplam 4 çalışanı var.”
ŞİRKETTEN YÖK’E YANIT
-
YÖK yazısının bütün üniversitelere gönderilmesine, dergilerin imtiyaz
sahibi Güven Plus Grup AŞ adına tepki gösterildi. Şirket adına noter
yoluyla YÖK’e gönderilen 31 Mayıs tarihli yazıda özetle şöyle denildi:
“Rektörlükler eli ile tüm üniversite personeline hakkımızda gönderilen
yazı kişilik ve özlük haklarına aykırı. TÜBİTAK sadece Murat Korkmaz’a 5
yıl süreyle ceza verdi. Bu durum, derneği ve şirketi bağlamıyor.
Şarlatan ve yağmacı olarak adlandırılan dergilerin hiçbiri ücretli
değil. Dergilerin bilimsel yönetimi tamamen ilgili editörlerine ait…
Dergilerin, etik ihlal ve yağmacı dergi sınıfına alınması, editör, yazar
ve hakem heyetlerini de zan altında bırakıyor.”
15 Eylül 2015
Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ (*) - Ahmet Yıldırım Ege Üniversitesi'ne geri döndü
% 100 ÇALINTI matematik doktora tezi iptal edilen 125 SCI makale sahibi Ahmet Yıldırım Ege Üniversitesi'ne, Gediz Üniversitesi Makina mühendisliği doktora öğrencisi olarak geri döndü.
Türkiye akademisini kuşatan dokunulmaz akademik sahtekarlar için çok sevindirici. Dokunulmazlıkları bir kez daha gösterildi.
Ahmet Yıldırım'ın tek kaynaktan blok halde “% 100 ÇALINTI” matematik doktora tezi, akademik sahtekarlığın dibidir ve daha ötesi yoktur.
Ahmet Yıldırım'ın adını Ege Üniversitesi Matematik Bölümü' nün internet sayfasında Uygulamalı Matematik araştırma görevlisi şeklinde görebilirsiniz.
Ahmet Yıldırım, TÜBİTAK doktora sonrası araştırma bursuyla Amerika'dayken Mart 2012'de Ege Üniversitesi'nce “istifa etmiş” sayılarak işten atılmış. Atıldıktan sonra 2-3 ay daha TÜBİTAK bursuyla Amerika'da kalmış. Ahmet Yıldırım'ın “istifa etmiş” sayılarak işten atılmasının iptal edilerek geri döndüğü anlaşılıyor. Geri dönmesinin detaylarına dair belgelere ulaşabilirsek paylaşırız.
2013 sonlarında, 2012 tarihli bir Danıştay üst kurul kararından ve buna dayanarak YÖK'ün tüm üniversitelere gönderdiği (30 Eylül 2013) “akademik sahtekarlıklara ceza vermeyin” yazılarından tesadüfen haberdar olunmasının ardından “akademik sahtekarlıkların serbest hale gelmesi” basında da tartışılmıştı.
Tepkiler üzerine YÖK, yönetmelik değişikliği ile bu sorunu çözdüğünü duyursa da inandırıcı bulunmamıştı. Ahmet Yıldırım'ın atıldığı Ege Üniversitesi'ne geri dönebilmesi de YÖK'ün sorunu çözmediğini gayet açıkça gösteriyor.
Geri dönmesiyle birlikte Ahmet Yıldırım'a Mart 2012'den itibaren maaşlarının (kaba hesapla 110.000 TL'nin üzerinde) faiziyle birlikte toptan ödenmesi gerekiyor.
Ege Üniversitesi ve YÖK, her aşamada direnç gösterdiği ve yapması gerekenleri yapmadığı için Ahmet Yıldırım, geri dönebildi.
Kitapta, makalede, sci makalede, tezde akademik sahtekarlık (intihal vd) yapılması, birbirinden farklı durumlar. Bunlar sayesinde haksız işe girilmesi, akademik kadro ve etiket edilmesi, daha da farklı.
Ahmet Yıldırım, “% 100 ÇALINTI” matematik doktora tezi vererek matematik doktora diploması elde etti. SAHTE doktora diploması, sahte belge. Diğer sahte diploma türleri ile bunun arasındaki fark, çok daha profesyonelce olması. Nitekim Ege Üniversitesi, Ahmet Yıldırım'ın SAHTE doktora diplomasını iptal etti. Fakat Ahmet Yıldırım hakkında sahte belge sahibi olması nedeniyle disiplin işlemi yapması gerekiyordu, yapmadı ; ceza işlemi yapması gerekiyordu, yapmadı ; yardımcı doçent olarak işe başlatılmasını iptal etmesi gerekiyordu, etmedi ; SAHTE doktora diploması ile yardımcı doçent kadrosu elde etmesi nedeniyle disiplin işlemi yapması gerekiyordu, yapmadı ; ceza işlemi yapması gerekiyordu, yapmadı ; ısrarla yapmamakta direndi.
Ege Üniversitesi internet sitesindeki akademik personel bilgilerine göre Ahmet Yıldırım, bir yardımcı doçent.
Ahmet Yıldırım'ın, çoğuna doktora öğrencisiyken 4 günde 1 sci makale hızıyla sahip olduğu, 125 kadar sci makalesi var ; Ege Üniversitesi, bunları yayından attırmayla (retraction) uğraşmamak için ısrarla direndi ; Ahmet Yıldırım'ın 1 tek ÇALINTI sci makalesi yayından attırılabildi, onu da akademik aktivistler attırdı.
Danışman Turgut Öziş'in en başından beri Ahmet Yıldırım'ı ÇALINTI doktora tezi vermeye yönledirdiği, yani Ahmet Yıldırım'ın başını onun yaktığı, o kadar açıktı ki, buna rağmen Ege Üniversitesi, uzun süre hiçbir şey yapmamakta direndi ; ardından “kınama” cezası ile geçiştirdi.
Ege Üniversitesi'nin Ahmet Yıldırım'ın tek kaynaktan blok halde “% 100 ÇALINTI” doktora tezini inceleyip iptal etmesi, nasıl olduysa (!?) 2.5 yıl sürmüş (16/06/2010 .. 10/12/2012). Alman aktivistler, 150'den fazla ÇALINTI doktora tezini internette duyurup rapor etti. Bunlardan 30 kadarı, 2 hafta ile 6 ay arasında değişen sürede iptal edildi.
Ahmet Yıldırım, doktora tezinin iptal edilmesi süreci başladığında “doktora sonrası araştırma bursu” için TÜBİTAK'a başvurmuş ; Ege Üniversitesi, TÜBİTAK'a doktora tezini iptal etmek üzere olduğundan bahsetmemiş, ve gitmesine izin vermiş, ve yurtdışındayken maaşını tam olarak ödemiş (kaba hesapla 27.000 TL'den fazla). Ahmet Yıldırım, 2-3 ayı Ege Üniversitesi'nden atıldıktan sonra olmak üzere, 9 ay TÜBİTAK yurtdışı doktora sonrası bursuyla Amerika'da kalmış.
TÜBİTAK, uzun süre hiçbir şey yapmamakta direndi ; ardından “mecburi hizmet yapmadığı” gerekçesiyle bursu (kaba hesapla 37.500 usd (= 110.000 TL'den fazla) faiziyle birlikte Ahmet Yıldırım'dan Amerika'dan dönmesinden 2.5 yıl sonra geri istedi.
TÜBİTAK Yurt dışı doktora sonrası araştırma bursu, adından da açıkça anlaşıldığı üzere ilk koşul “doktora diploması”na sahip olmak. TÜBİTAK, “nitelikli dolandırıcılık” nedeniyle Ahmet Yıldırım hakkında savcılığa şikayetçi olmamakta ısrarla direndi.
TÜBİTAK'a göre, sonradan, üstelik bursun süresi dolmadan, iptal edilen “% 100 ÇALINTI” doktora tezi ve doktora diploması ile, üstelik iptal edilme süreci başladıktan sonra hileyle haksız TÜBİTAK bursu almak “ETİK İHLALİ DEĞİL” !
Mehmet Çelik (TÜBİTAK başkan vekili) imzalı yazıda (04 Haziran 2015, sayı : 114119, Hukuk Hizmetleri Başkanlığı'na hitaben) aynen böyle yazıyor :
“Konu : Etik ihlali inceleme sonucu
.... Dr. Tansu KÜÇÜKÖNCÜ'ye ait dilekçeler, TÜBİTAK Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu (AYEK) tarafından değerlendirilmiştir.
Konu, Ege Üniversitesi Rektörlüğü'nden gelen ek bilgiler ve raportör görüşleri de dikkate alınarak Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu'nca incelenmiş “Dr. Tansu KÜÇÜKÖNCÜ'nün Ahmet YILDIRIM hakkındaki şikayeti kapsam dışı olduğundan konunun işlemden kaldırılmasına” karar verilmiştir.”
TÜBİTAK Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu Yönetmeliği'nin “Kapsam” başlıklı 2. maddesi şöyle: “Kapsam MADDE 2 - (1) Bu Yönetmelik;
a) Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumuna desteklenmek üzere önerilen, sonuçlananlar da dâhil Kurum tarafından desteklenen veya Kurum birimlerince yürütülen projeler ile diğer destek, teşvik ve ödül faaliyetlerine ilişkin veya bunlarla ilgili,
b) Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu tarafından yayımlanmış veya Kuruma yayımlanmak üzere gönderilmiş bulunan her türlü yayınla ilgili,
c) Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunun iş ve değerlendirme süreçlerinde yer alan panelist, moderatör, hakem, raportör, danışman, izleyici, editör gibi görevlilerin bu görevlerinden kaynaklanan etik konularının değerlendirilmesi ile ilgili iş ve işlemleri kapsar.”
TÜBİTAK ve Etik Kurulu ve kaynaklarının kullanımına dair yorumu, okuyucuya bırakalım.
Burs başvuruları reddedilen gayet düzgün akademisyenlerin bulunduğunu ve TÜBİTAK'a karşı dava açmak zorunda kaldıklarını hatırlatalım.
Ahmet Yıldırım'ın TÜBİTAK burslusu olarak bulunduğu University of South Florida adresli çok sayıda sci makalesi olmakla birlikte, bunlar arasından TÜBİTAK'tan burs aldığından bahseden yok.
Ahmet Yıldırım, TÜBİTAK'ın geri ödemesini istediği “doktora sonrası araştırma bursu” nu, ödedi mi? ödeyecek mi? yoksa “% 100 ÇALINTI” matematik doktora tezi “İPTAL EDİLMİŞ” araştırma görevlisi olarak artık Ege Üniversitesi Matematik bölümünde çalışarak mı ödeyecek? MEÇHUL.
Yukarıda anlatılanlardan sonra “% 100 ÇALINTI” matematik doktora tezi İPTAL EDİLEN Ahmet Yıldırım'ın İzmir'deki Özel Gediz Üniversitesi Makina Mühendisliği bölümünde doktora öğrencisi olabilmesinde şaşılacak bir şey yok. Doktora programı Manisa Celal Bayar Üniversitesi'yle ortak kurulmuş, hocaların yarısı oradan.
Mühendislik birikimi “sıfır” olan Ahmet Yıldırım, “bilimsel hazırlık” aşamasına tabi tutuldu mu? doğrudan doktoraya mı başlatıldı? diploması iptal edilen Ege Üniversitesi Matematik doktora programında aldığı dersler, buradaki dersler yerine sayıldı mı ? MEÇHUL.
Ahmet Yıldırım'ı, burada doktora programına kimler aldı? buradaki doktora tez danışmanı kim? MEÇHUL.
Ahmet Yıldırım, Amerikan Columbia Universitesi'ndeki “UYDURMA” kimya doktora tezi İPTAL EDİLEN Gebze Teknik Üniversitesi'nin favori akademik sahtekar yardımcı doçenti Bengü Sezen'in yolundan gitmeye çalışıyor.
Akademik sahtekarlık, Türkiye akademisinin resmi politikası olarak gayet aleni bir şekilde uygulanıyor. Akademik sahtekarlar korunuyor, teşvik ediliyor, ödüllendiriliyor. Akademik sahtekarların tekerine çomak sokanlara ise eziyet ediliyor, saldırılıyor. Kısaca, Türkiye akademisi, buraya çöreklenen veya uzaktan buradakilerle iş çeviren yabancılar dahil, akademik sahtekarlar için cennet, dürüstler içinse cehennem.
Yukarıdaki hikayesinden tahmin edebileceğiniz gibi, Ahmet Yıldırım, sıradan bir akademik sahtekar değil. “Ahmet Yıldırım kimlerdendir ki sıradan değildir”in cevabı, Ahmet Yıldırım, Turgut Öziş, İzmir Gediz Üniversitesi ve Makina Mühendisliği, Manisa Celal Bayar Üniversitesi ve Makina Mühendisliği, TÜBİTAK ve kısmen Ege Üniversitesi, bunların kesişiminde. Keşisimi farketmek zor değil. Biraz daha iz sürerseniz, o “kimler” arasında Ahmet Yıldırım gibilerin çok olduğunu, akademik sahtekarlığın, yayılma ve etkili pozisyon kapma politikalarının temelini oluşturduğunu, bu konuda “diğer kimler”den biraz önde olduklarını görürsünüz.
Türkiye akademisiyle iyice özdeşleşen Ahmet Yıldırım'ı yaz yaz, bitmeyecek.
Türkiye akademisi, aynı tas aynı hamam dibe doğru gittikçe Ahmet Yıldırım'ı yazmaya devam etmek gerekecek.
(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.
26 Aralık 2014
Dr. Tansu Küçüköncü (*) - TÜBİTAK doktora diploması İPTAL EDİLEN bursiyerden yurtdışı doktora sonrası bursunu geri ödemesini istedi
TÜBİTAK'ın yurtdışı doktora sonrası bursunu geri ödemesini istediği bursiyeri, Ahmet Yıldırım.
İptal edilmesi için rapor ettiğim çok sayıda tezden 1'i olan Ahmet Yıldırım'ın “% 100 ÇALINTI” doktora tezini ve doktora diplomasını Ege Üniversitesi'nin İPTAL ETTİĞİNİ, doktora tezinin danışmanı Turgut Öziş'e KINAMA cezası verdiğini, ve Ahmet Yıldırım vakasındaki ilginç detayları önceki yazılarımda anlatmıştım.
Özellikle Ege Üniversitesi, YÖK, ve ilgili diğer kuruluşlar, Ahmet Yıldırım vakasında yapmak zorunda olduğu işlemleri yapmamakta direndiği, örtbas çabasını sürdürdüğü için Ahmet Yıldırım vakası henüz kapanmış değil :
Örneğin, Ahmet Yıldırım'ın 5-6 yılda yayınladığı 120'den fazla SCI makalesinden sadece 1'i, 1 akademik aktivist tarafından yayından attırılabildi (RETRACTION) ; Ege Üniversitesi ve YÖK, bunları yayından attırması gerektiği halde kılını kımıldatmıyor, bir çoğu Ege Üniversitesi Matematik bölümünde ve diğer üniversitelerin matematik bölümlerinde akademik personel olan ortak yazarlarının gıkı çıkmıyor.
Örneğin, Ege Üniversitesi ve YÖK'e göre Ahmet Yıldırım hala istifa edip ayrılmış saygın bir “yardımcı doçent” ; doktora diplomasını iptal ettikleri halde doktora diplomasına bağlı olan “yardımcı doçent”liğini iptal etmemekte direniyorlar ; devamında yardımcı doçent olarak aldığı maaşları geri ödemesini istememekte direniyorlar, verdiği derslerle– danışman veya jüri üyesi olarak imzaladığı lisansüstü tezlerle ilgili yapmaları gerekenleri yapmamakta direniyorlar, hileli doktora teziyle yardımçı doçent olmasının ceza yaptırımı kısmına el sürmemekte direniyorlar.
Yapması gerekenleri yapsalar, bu tür şeylerin yaygınlığı ortaya dökülmeye başlayacak, tepkiler artacak, belki istifaya zorlanacaklar. Bir sorunu çözebilmek için önce sorunun varlığını kabul etmek ve detaylarını ortaya koymak gerekiyor. Sorunu örtbas ederek çözüm şansı vermiyorlar, sorunun devam etmemesi için de kıllarını kımıldatmıyorlar, aksine sürmesi için herşeyi yapıyorlar.
ABD'deki University of South Florida yöneticileri, Ahmet Yıldırım'ın Ağustos 2011 – Ağustos 2012 arasında 1 yıl süreyle karşılıksız TÜBİTAK bursuyla orada Matematik – İstatistik bölümünde bulunduğunu bildirdi.
TÜBİTAK ise 22 Ağustos 2011 ile 22 Mayıs 2012 arasında 9 ay burslu olduğunu bildirdi.
TÜBİTAK sitesinde yazdığına göre ABD için aylık burs tutarı 2.500 usd ; gidiş-dönüş yol giderlerini TÜBİTAK karşılıyor, uçak biletlerini TÜBİTAK alıyor. Bu durumda, TÜBİTAK'ın Ahmet Yıldırım'dan geri ödemesini istediği toplam burs tutarı, yasal faizi hariç, 24.000 usd'den (= 58.000 tl) fazla.
Ahmet Yıldırım'ın akademik sahtekarlık dosyaları, ilk kez 2010'da doktorasını bitirir bitirmez doçent olmak için başvurmasıyla açılmış. TÜBİTAK bursuna başvurduğunda bile hakkındaki soruşturmalar aleyhine sonuçlanmaya başlamış. Buna rağmen, bu durumu TÜBİTAK'a bildirilmemiş, TÜBİTAK da sormamış. Üstelik Ege Üniversitesi, 1 yıllığına ABD'ye gitmesine de izin vermiş ve muhtemelen maaşını ödemeye de devam etmiş. Ege Üniversitesi Mart 2012'de Ahmet Yıldırım'ı “kendi istifa etmiş” (müstafi) sayarak işten atmış, TÜBİTAK'a yine haber vermemiş. Ahmet Yıldırım, Ege Üniversitesi'nden atıldıktan sonra 2 aydan fazlası karşılıksız TÜBİTAK bursuyla bedava olmak üzere 5 ay daha ABD'de kalarak akademik tatil yapmaya devam etmiş. TÜBİTAK bugüne dek Ahmet Yıldırım'ın durumu hakkında hiçbir işlem yapmamış.
Doktora diploması iptal edilen Ahmet Yıldırım'ın TÜBİTAK'tan aldığı doktora sonrası yurtdışı bursuyla ilgili 02 Ağustos 2014 tarihli başvuruma TÜBİTAK'ın bana gönderdiği cevap (01 Ekim 2014, sayı : 184488, imza : İsmal Kurul (hukuk hizmetleri başkanı)) şöyle :
“Yrd. Doç. Dr. Ahmet YILDIRIM, 2219 Yurt Dışı Doktora Sonrası Araştırma Burs Programı kapsamında 2010 yılı 2'nci döneminde 9 ay burs almaya hak kazanmıştır. Bursunu 22.08.2011 tarihinde kullanmaya başlamış olup, 22.05.2012 tarihinde Türkiye'ye dönmüştür. Burs programı kapsamında doktora mezuniyet şartını sağlayarak başvuru yaptığı ve başvuruda kişinin doktora tezi değil araştırma önerisi talep edildiği için, kişinin doktora ini incelenmesi gibi bir durum mümkün olmamaktadır.”
TÜBİTAK'ın yukarıdaki cevabına itirazım üzerine TÜBİTAK'ın bana gönderdiği cevap (22 Aralık 2014, sayı : 246282, imza : İsmal Kurul (hukuk hizmetleri başkanı)) ise şöyle :
"Yrd. Doç. Dr. Ahmet YILDIRIM'ın mecburi hizmet koşulunu yerine getirmemesi sebebiyle, 30/10/2014 tarih ve 724 sayılı Bilim İnsanı Değerlendirme ve Destekleme Kurulu kararıyla tarafına verilen bursun Yüklenme Senedi ve Müteselsil Kefalet Senedi hükümlerine göre geri alınmasına karar verilmiştir. İlgili karar 14/11/2014 tarihimde bursiyere bildirilmiştir.
Ayrıca talebiniz Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu'nca (AYEK) incelenmek üzere Kurumumuz Bilim Kurulu Sekreterya'sına iletilmiştir.”
TÜBİTAK yazılarına göre de “doktora diploması iptal edilen” Ahmet Yıldırm, hala yardımcı docent.
Ege Üniversitesi'ndeki bir başka “% 100 ÇALINTI” doktora tezi (Bilgisayar Mühendisliği) ile ilgili yazışmalar da devam etmektedir.
Gelişmeler duyurulacaktır.
Yeri gelmişken, yolun başındaki tecrübesiz araştırmacılara, özellikle lisansüstü öğrencilere bir uyarıda bulunayım :
“Şu tezi – kitabı – makaleyi olduğu gibi araklayıp getiriver”, “verileri – sonuçları uyduruver gitsin”, “hileli tezini hemen jüriye onaylatayım, sana hemen akademik kadro ayarlayayım”, “hileli makaleyi hemen SCI dergide yayınlatayım, egzotik ülkedeki ne idüğü belirsiz konferansa hemen kabul ettireyim gidip tatil yap-a(y/l)ım”, “yakalansan da sana hiçbir şey olmaz, ben seni korurum, bana zaten bir şey olmaz, ben dokunulmazın” benzeri “arsız” önerilerle veya bin türlü tehditle hileli akademik tez yazmanızı isteyen, ortak veya onun için hileli makale – kitap yazmanızı isteyen, var olup olmadığını bilmediğiniz – nereden nasıl elde edildiğini bilmediğinizi verileri kullanarak çalıştığını görmenize izin vermediği – kendi geliştirdiğini iddia ettiği yazılımlarla sizin tez çalışmanızın sonuçlarını ürettiğini iddia edip bunlarla tezinizi bitirmenizi isteyen “kaşarlı” akademik sahtekar hocalardan – danışmanlardan uzak durun – kaçın, onlara sakın kanmayın, ve sizi hileye zorladıklarını özellikle YÖK'e ve gerekirse Cumhurbaşkanlığına rapor edin.
Hoca – danışman, zorlamadıkça – teşvik etmedikçe – göz yummadıkça, çömez öğrencinin – araştırmacının hile yapmaya kolay kolay cesaret edemeyeceği, hocanın – danışmanın, öğrencisini – araştırmacısı tanıyacağı, kapasitesini – ne yapıp yapamayacağını bileceği, çalışmalarından sorumlu olduğu – kontrol etmesi gerektiği, gayet iyi bilinir.
Çömez öğrencinin – araştırmacının bile çoğu durumda hocanın – danışmanın “kaşarlı” akademik sahtekar olup olmadığını kolayca anlayabileceği, gayet iyi bilinir.
Tepkisizliğe aldanıp da sanmayın ki kimse yapılan akademik sahtekarlıkları, nasıl olsa farketmez ; yapılanları – yapanları gören – gözetleyen, ve ne zaman ne tepki vereceği belli olmayanlar, eksik olmaz.
“Kaşarlı” akademik sahtekar hoca – danışman, “Türkçe düzgün cümle kurmaktan bile aciz olması”, “usturuplu hile yapmayı becerememesi”, “bedava uşak kullanmak işine gelmesi”, ve en önemlisi “yakalandığında, suçu üzerine yıkacak bir günah keçisi ihtiyacı” gibi nedenlerle çömezleri kullanmak, çömezlerin sırtından maksimum haksız çıkar sağlamak ister. Yakalandıklarında önce herşeyi örtbas etmeyi dener ; beceremezse, çömezin üzerine yıkar, en az zararla yırtmasını sağlamaya çalışır ; beceremezse, çömezi satıverir, kendi en az zararla yırtmaya çalışır. Yani, yaptıkları hocanın – danışmanın yanına kar kalsa da ve hiç bir şey olmamış gibi sefa sürmeye devam etse de kabak patladığında özellikle çömez öğrencinin – araştırmacının başına patlar – patlatılır.
Ve paçasını “kaşarlı” akademik sahtekar hocaya – danışmana kaptıran çömez öğrenci – araştırmacı, aslında ruhunu şeytana sattığını, ömür boyu arınamayacağı bir pisliğe battığını farkettiğinde artık iş işten geçmiştir.
(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.
İptal edilmesi için rapor ettiğim çok sayıda tezden 1'i olan Ahmet Yıldırım'ın “% 100 ÇALINTI” doktora tezini ve doktora diplomasını Ege Üniversitesi'nin İPTAL ETTİĞİNİ, doktora tezinin danışmanı Turgut Öziş'e KINAMA cezası verdiğini, ve Ahmet Yıldırım vakasındaki ilginç detayları önceki yazılarımda anlatmıştım.
Özellikle Ege Üniversitesi, YÖK, ve ilgili diğer kuruluşlar, Ahmet Yıldırım vakasında yapmak zorunda olduğu işlemleri yapmamakta direndiği, örtbas çabasını sürdürdüğü için Ahmet Yıldırım vakası henüz kapanmış değil :
Örneğin, Ahmet Yıldırım'ın 5-6 yılda yayınladığı 120'den fazla SCI makalesinden sadece 1'i, 1 akademik aktivist tarafından yayından attırılabildi (RETRACTION) ; Ege Üniversitesi ve YÖK, bunları yayından attırması gerektiği halde kılını kımıldatmıyor, bir çoğu Ege Üniversitesi Matematik bölümünde ve diğer üniversitelerin matematik bölümlerinde akademik personel olan ortak yazarlarının gıkı çıkmıyor.
Örneğin, Ege Üniversitesi ve YÖK'e göre Ahmet Yıldırım hala istifa edip ayrılmış saygın bir “yardımcı doçent” ; doktora diplomasını iptal ettikleri halde doktora diplomasına bağlı olan “yardımcı doçent”liğini iptal etmemekte direniyorlar ; devamında yardımcı doçent olarak aldığı maaşları geri ödemesini istememekte direniyorlar, verdiği derslerle– danışman veya jüri üyesi olarak imzaladığı lisansüstü tezlerle ilgili yapmaları gerekenleri yapmamakta direniyorlar, hileli doktora teziyle yardımçı doçent olmasının ceza yaptırımı kısmına el sürmemekte direniyorlar.
Yapması gerekenleri yapsalar, bu tür şeylerin yaygınlığı ortaya dökülmeye başlayacak, tepkiler artacak, belki istifaya zorlanacaklar. Bir sorunu çözebilmek için önce sorunun varlığını kabul etmek ve detaylarını ortaya koymak gerekiyor. Sorunu örtbas ederek çözüm şansı vermiyorlar, sorunun devam etmemesi için de kıllarını kımıldatmıyorlar, aksine sürmesi için herşeyi yapıyorlar.
ABD'deki University of South Florida yöneticileri, Ahmet Yıldırım'ın Ağustos 2011 – Ağustos 2012 arasında 1 yıl süreyle karşılıksız TÜBİTAK bursuyla orada Matematik – İstatistik bölümünde bulunduğunu bildirdi.
TÜBİTAK ise 22 Ağustos 2011 ile 22 Mayıs 2012 arasında 9 ay burslu olduğunu bildirdi.
TÜBİTAK sitesinde yazdığına göre ABD için aylık burs tutarı 2.500 usd ; gidiş-dönüş yol giderlerini TÜBİTAK karşılıyor, uçak biletlerini TÜBİTAK alıyor. Bu durumda, TÜBİTAK'ın Ahmet Yıldırım'dan geri ödemesini istediği toplam burs tutarı, yasal faizi hariç, 24.000 usd'den (= 58.000 tl) fazla.
Ahmet Yıldırım'ın akademik sahtekarlık dosyaları, ilk kez 2010'da doktorasını bitirir bitirmez doçent olmak için başvurmasıyla açılmış. TÜBİTAK bursuna başvurduğunda bile hakkındaki soruşturmalar aleyhine sonuçlanmaya başlamış. Buna rağmen, bu durumu TÜBİTAK'a bildirilmemiş, TÜBİTAK da sormamış. Üstelik Ege Üniversitesi, 1 yıllığına ABD'ye gitmesine de izin vermiş ve muhtemelen maaşını ödemeye de devam etmiş. Ege Üniversitesi Mart 2012'de Ahmet Yıldırım'ı “kendi istifa etmiş” (müstafi) sayarak işten atmış, TÜBİTAK'a yine haber vermemiş. Ahmet Yıldırım, Ege Üniversitesi'nden atıldıktan sonra 2 aydan fazlası karşılıksız TÜBİTAK bursuyla bedava olmak üzere 5 ay daha ABD'de kalarak akademik tatil yapmaya devam etmiş. TÜBİTAK bugüne dek Ahmet Yıldırım'ın durumu hakkında hiçbir işlem yapmamış.
Doktora diploması iptal edilen Ahmet Yıldırım'ın TÜBİTAK'tan aldığı doktora sonrası yurtdışı bursuyla ilgili 02 Ağustos 2014 tarihli başvuruma TÜBİTAK'ın bana gönderdiği cevap (01 Ekim 2014, sayı : 184488, imza : İsmal Kurul (hukuk hizmetleri başkanı)) şöyle :
“Yrd. Doç. Dr. Ahmet YILDIRIM, 2219 Yurt Dışı Doktora Sonrası Araştırma Burs Programı kapsamında 2010 yılı 2'nci döneminde 9 ay burs almaya hak kazanmıştır. Bursunu 22.08.2011 tarihinde kullanmaya başlamış olup, 22.05.2012 tarihinde Türkiye'ye dönmüştür. Burs programı kapsamında doktora mezuniyet şartını sağlayarak başvuru yaptığı ve başvuruda kişinin doktora tezi değil araştırma önerisi talep edildiği için, kişinin doktora ini incelenmesi gibi bir durum mümkün olmamaktadır.”
TÜBİTAK'ın yukarıdaki cevabına itirazım üzerine TÜBİTAK'ın bana gönderdiği cevap (22 Aralık 2014, sayı : 246282, imza : İsmal Kurul (hukuk hizmetleri başkanı)) ise şöyle :
"Yrd. Doç. Dr. Ahmet YILDIRIM'ın mecburi hizmet koşulunu yerine getirmemesi sebebiyle, 30/10/2014 tarih ve 724 sayılı Bilim İnsanı Değerlendirme ve Destekleme Kurulu kararıyla tarafına verilen bursun Yüklenme Senedi ve Müteselsil Kefalet Senedi hükümlerine göre geri alınmasına karar verilmiştir. İlgili karar 14/11/2014 tarihimde bursiyere bildirilmiştir.
Ayrıca talebiniz Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu'nca (AYEK) incelenmek üzere Kurumumuz Bilim Kurulu Sekreterya'sına iletilmiştir.”
TÜBİTAK yazılarına göre de “doktora diploması iptal edilen” Ahmet Yıldırm, hala yardımcı docent.
Ege Üniversitesi'ndeki bir başka “% 100 ÇALINTI” doktora tezi (Bilgisayar Mühendisliği) ile ilgili yazışmalar da devam etmektedir.
Gelişmeler duyurulacaktır.
Yeri gelmişken, yolun başındaki tecrübesiz araştırmacılara, özellikle lisansüstü öğrencilere bir uyarıda bulunayım :
“Şu tezi – kitabı – makaleyi olduğu gibi araklayıp getiriver”, “verileri – sonuçları uyduruver gitsin”, “hileli tezini hemen jüriye onaylatayım, sana hemen akademik kadro ayarlayayım”, “hileli makaleyi hemen SCI dergide yayınlatayım, egzotik ülkedeki ne idüğü belirsiz konferansa hemen kabul ettireyim gidip tatil yap-a(y/l)ım”, “yakalansan da sana hiçbir şey olmaz, ben seni korurum, bana zaten bir şey olmaz, ben dokunulmazın” benzeri “arsız” önerilerle veya bin türlü tehditle hileli akademik tez yazmanızı isteyen, ortak veya onun için hileli makale – kitap yazmanızı isteyen, var olup olmadığını bilmediğiniz – nereden nasıl elde edildiğini bilmediğinizi verileri kullanarak çalıştığını görmenize izin vermediği – kendi geliştirdiğini iddia ettiği yazılımlarla sizin tez çalışmanızın sonuçlarını ürettiğini iddia edip bunlarla tezinizi bitirmenizi isteyen “kaşarlı” akademik sahtekar hocalardan – danışmanlardan uzak durun – kaçın, onlara sakın kanmayın, ve sizi hileye zorladıklarını özellikle YÖK'e ve gerekirse Cumhurbaşkanlığına rapor edin.
Hoca – danışman, zorlamadıkça – teşvik etmedikçe – göz yummadıkça, çömez öğrencinin – araştırmacının hile yapmaya kolay kolay cesaret edemeyeceği, hocanın – danışmanın, öğrencisini – araştırmacısı tanıyacağı, kapasitesini – ne yapıp yapamayacağını bileceği, çalışmalarından sorumlu olduğu – kontrol etmesi gerektiği, gayet iyi bilinir.
Çömez öğrencinin – araştırmacının bile çoğu durumda hocanın – danışmanın “kaşarlı” akademik sahtekar olup olmadığını kolayca anlayabileceği, gayet iyi bilinir.
Tepkisizliğe aldanıp da sanmayın ki kimse yapılan akademik sahtekarlıkları, nasıl olsa farketmez ; yapılanları – yapanları gören – gözetleyen, ve ne zaman ne tepki vereceği belli olmayanlar, eksik olmaz.
“Kaşarlı” akademik sahtekar hoca – danışman, “Türkçe düzgün cümle kurmaktan bile aciz olması”, “usturuplu hile yapmayı becerememesi”, “bedava uşak kullanmak işine gelmesi”, ve en önemlisi “yakalandığında, suçu üzerine yıkacak bir günah keçisi ihtiyacı” gibi nedenlerle çömezleri kullanmak, çömezlerin sırtından maksimum haksız çıkar sağlamak ister. Yakalandıklarında önce herşeyi örtbas etmeyi dener ; beceremezse, çömezin üzerine yıkar, en az zararla yırtmasını sağlamaya çalışır ; beceremezse, çömezi satıverir, kendi en az zararla yırtmaya çalışır. Yani, yaptıkları hocanın – danışmanın yanına kar kalsa da ve hiç bir şey olmamış gibi sefa sürmeye devam etse de kabak patladığında özellikle çömez öğrencinin – araştırmacının başına patlar – patlatılır.
Ve paçasını “kaşarlı” akademik sahtekar hocaya – danışmana kaptıran çömez öğrenci – araştırmacı, aslında ruhunu şeytana sattığını, ömür boyu arınamayacağı bir pisliğe battığını farkettiğinde artık iş işten geçmiştir.
(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.
17 Temmuz 2012
Işıl Öz - 'Türkiye'nin ihtiyacı olan büyük bir akademik devrim' (T24)
Akademisyenler TÜBİTAK'ın çalışmalarını ve Türkiye'deki akademik yapıyı değerlendirdi
Türkiye’deki beyin göçünü tersine çevirmek adına TÜBİTAK’ın düzenlediği, “Yurt Dışındaki Türk Bilim İnsanları Kurultayı” sonrası Türkiye’deki bilimsel altyapının eksikliği yine gündeme geldi. Türkiye’yi geliştirmek ancak problemlerin içine atılmakla başlar diyen bilim insanları var elbette ama TÜBİTAK’ın bu girişimini temelsiz bulanlar çoğunlukta. İletişimde olduğum birçok akademisyene sordum:
Türkiye’de bilim insanlarının çalışma evrenini nasıl değiştirmeli ki dünyanın her köşesinden (sadece Türkiyeli değil) bir çok bilim insanı Türkiye’de olmak istesin?
Sonuç, Türkiye’de akademik yükseltme sorunları, akademi-endüstri işbirliksizliği, akademilerin özerk olamayan bütçeleri, akademik yapılanma sorunları, öğrenme çıktılarına dayalı öğretim süreçleri çerçevesinde Türkiye’deki akademik sorunlara değindik.
Akademisyenlerin T24'e açıklamaları şöyle:
Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr Lale Akarun, bilim dünyasındaki atılımların, kurumsal birikim ile mümkün olduğunu düşündüğünü söyledi: “Bir araştırma kurumu inşa edeceksiniz,bu kurum kendi araştırma kültürünü yaratacak, öğrenci kitlesini yetiştirecek, çalışma, araştırma kültürünü ve ekibini oluşturacak. Projeler alacak, laboratuvarlar kuracak. Bu aşamaya geldikten sonra, bu kuruma yapılan her tür destek, katlanarak fayda yaratır. Örneğin, yurtdışında başarılı bir bilim insanı, bu şekilde çalışan bir kurumun, ve kendisine uygun bir ekibin içine katılırsa, (kurum değiştirmekten dolayı kısa bir verimlilik kaybına uğrasa da), verimli olarak çalışmayı sürdürebilir, ve geldiği yerde de fark yaratır. Ancak, yeni kurulan bir kuruma çok başarılı bir bilim insanını da getirseniz, fazla bir şey yapamayacağını düşünüyorum. Evet, bilgisi görgüsü sayesinde, bu kurumun şekillenmesinde çok önemli katkısı olabilir; ama yurtdışındaki araştırma verimliliğini sağlayamaz, ve araştırmasını aynı hızla ilerletemez.”
Prof. Akarun sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’de, 40-50 senelik (yerine göre daha fazla) birikime dayanan araştırma üniversiteleri var, sayıları 10 kadar. Bunları, başarılı olamadılar deyip bir kenara bırakıp, sil baştan yeni kurumların daha başarılı olacağını sanmak bir hatadır diye düşünüyorum. Tabii ki Türkiye gibi büyük bir ülkeye 8-10 araştırma üniversitesi az; sayının artması gerekiyor. Ancak eski kurumları devreden çıkartmadan, ve hatta onların desteği ile yeni üniversiteler kurmaya çalışmak, bana daha sağlam bir yaklaşımdır gibi geliyor. TÜBİTAK’ın bir süredir önceliği, araştırma desteklerini tabana yaymak. Yani, destek bütçesinin çoğunu 8-10 araştırma üniversitesine değil, tüm üniversitelere eşit paylaştırmak. Bu politikayı başarıyla uyguluyor; yeni üniversitelere de çok faydası oluyor. Ancak, yeni üniversitelerin yerleşmiş araştırma üniversitelerinin düzeyine ulaşması çok zaman alacaktır; öte yandan yerleşmiş kurumların hızını kesmek, ülke için çok zararlı olacaktır.”
Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mutlu Binark: “Genel olarak iki alt başlıkta yanıtlayabilirim sorularınızı; ilki Türkiye’de akademi ve özgün bilimsel araştırma sorunu. Mevcut üniversite sisteminde ister devlet ister vakıf üniversiteleri olsun, öğrencilerin eleştirel bir mesafe ile yaşamı, disiplinleri sorgulayan bir bilgi birikimi ile öğrenim sürecinde varolmaları temel amaç olarak görünmemekte. Hali hazırda “aktarmacı” bir eğitim sistemi hakim. Bu nedenle teori ve pratik arasında büyük bir uçurum gözlemleniyor. Çeşitli disiplinlerin kuramsal ve kavramsal çerçeveleri, ilkeleri yaşam deneyimi ile kesiştirilmiyor; derslikler “yaşam”la temas etmiyor. Üstelik, üniversite eğitiminin yaşam boyu ve yaşamın içinde olduğu nosyonundan ne yazık ki uzağız. Bu sorunun bir diğer ayağını da özgün ve nitelikli bilimsel araştırma sorunsalı geliştirmek ve bunun için araştırma zamanı temin etme sorunu oluşturuyor. Kanımca, bu noktada her türlü disiplinde TÜBİTAK çeşitli destek araştırma programları ile devreye olumlu bir destekleyici olarak girebiliyor. Üniversitelerde akademisyenlerin “aktarmacı” konumunun kökten bir şekilde “araştıran ve sorgulayan” misyonuna evrilmesi gerekli. Ancak burada sorumluluk TÜBİTAK’tan çok yüksek öğrenim kurumlarının kendisinde ve atama-yükseltme kriterlerinin halihazırdaki koşullarında...”
TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Merkezi’nde Uzman Araştırmacı Yard. Doç. Dr. Sevgi Zübeyde Gürbüz: “Sistem değişmedikçe, ne Türkiye’de insan yetişir, ne de insan dönmek ister. Sistem dediğim sadece ezberciliğe dayalı ilköğretim sistemimiz değil: Teknoloji geliştirmeye yönelik bir düzgün sistemimiz yok. Üniversiteler araştırma için güveniliyor ama tek başına yeterli değil. Fonlama mekanizmalar zayıf. ABD’deki sistemle ayrıntılı bir kıyas yapmış olsam ne kadar eksik kaldığımız ve kendi kendimize zarar verdiğimiz belli olur. ABD’de hem projelendirme güçlü hem de yeni mezunlar iş ortamında yetiştiriliyor. Bak Türkiye'de bu da yok. Belli bir birikimle ben Türkiye'ye geldim, ama benim bilgimden faydalanabilecek bir sistem yok, Gidiyorum sağa sola yalvarıyorum şunu bunu yapalım diye. Çok acı bir durum. ABD’den gelen herkes Türkiye'de ekmek bulur da bizim aradığımız sadece para değil, mesleğimizi en iyi bir şekilde icra edebilmek. Eğer insanlar mesleklerine hakkıyla yapabileceklerine inansalar çok daha kişi döner...ve çok daha hızlıca kalkınırız. Olay sadece akademisyenler değil tabii, genel araştırmacılar. Yoğun dönüş eğitim sıkıntısını da haffifletir çünkü böylece tahta oturmuş bağnaz hocalar barınamaz...”
TÜBİTAK’a sert eleştiri…
“Dünya bilim coğrafyasında pek esamesi okunmayan bir ülkenin gittikçe politik manipülasyonlara alet edilen bir kurumu olarak özetliyorum ben TÜBİTAK’ı. Elbette bir şekilde o kurumla bağlantılı dünya çapında bilimcileri tenzih ederek. Mesele asla tek tek başarılı insanlar değil, kurumsal olarak iyice garipleşti ve ülke olarak da Türkiye’nin pek bir bilimsel yeri yok.” dedi bilişsel bilimler dalında yüksek lisans yapmış, halihazırda yurtdışında uzay ve havacılık sektöründe çalışan bir isim.
3 küsür senedir Türkiye’de yaşamadığının altını çizdi ve “pek çok akademisyen ve gazeteci hapiste, yıllardır yargılanıyorlar, bunun üzerine daha fazla bir şey demeye korkuyorum, Türkiye’ye ailemi ziyarete gittiğimde başıma bir iş gelmesin diye. İnsanların bir gece ansızın alınıp götürülmedikleri, yıllarca yargılamaya maruz kalmadıkları bir yerde bilim ile uğraşmak daha makul diye düşünüyorum.” diye ekledi.
Bologna süreci konusunda ise bakın neler söyledi: “AB coğrafyasında dahi işler yavaşça rayından çıkmaya başladı, serbest piyasayı akademiye hakim kılmaya çalışıyorlar. Hollanda gibi bilim yuvası yerlerde bile ödenek gibi sözde gerekçeleri bahane edip üniversitedeki geometri departmanlarını kapatmaya kalktılar, Anvers Üniversitesi’nde benzer skandalvari durumlar yaşandı yakınlarda. Üzüntüm o ki Türkiye AB’nin kuyruğuna takılıp pek çok hatayı bu şekilde meşrulaştıracak.”
Kısaca, sosyal refahı yüksek bir ülkede, belli bir hayat standardını yakalamış, dünya standartlarında bilimsel üretim yapan başarılı bilimcilerin Türkiye’ye gitmesi için şu anda ufukta en ufak bir sebep göremediğini belirtti, hayatının ilk 33 senesini Türkiye’de geçirmiş, İTÜ ve Boğaziçi’nde okumuş ve özel bir üniversitede ders vermiş bir insan olarak…
'Nasıl olduğun değil, nasıl göründüğün önemli...'
“Bologna sürecinin iki etkisi oldu” dedi başka bir akademisyen ve ekledi: “Biri olumlu, üniversite içindeki her kurum ve birey “ben ne yapıyorum”u bir kez sorguladı. Öğrenim çıktıları, ders çıktıları, program çıktıları ve birbirlerini destekleyen domino taşları gibi örüldü sonuçta. Bir programdan mezun olan kişide aranan kriterlere göre tüm programlar gözden geçirildi. Bu daha önce var olan bir programı kopyala yapıştır hale getiren bölümler için önemli bir fırsattı “biz ne yapıyoruz”, “akademik yaşamın neresinde hangi eksiği kapatıyoruz” ve “bizim farklılığımız nerede” sorularını sormak için önemli fırsatlar sundu. Tabii ki bu fırsatları görebilmek, değerlendirebilmek ve bir avantaja çevirebilmek için Bologna sürecindeki evreleri ve bu sürecin üniversite yapısı içindeki tüm birey ve kurumlara getirdiği yükümlülüklerin çok iyi bilinmesi gerekiyordu.”
Dezavantaj da burada yatıyor sanırım…
Öyle, bir çok kurum ya da birey henüz süreci bilmeden, kulaktan dolma bilgilerle bu çıktıları ve programları hazırlamaya başladı. Böyle olunca da sadece görüntüde olan ama içeriği boşaltılmış öğrenim çıktıları tasarlandı, Programlar sanki bu çıktılar yerine getiriliyormuş gibi planlandı. Böyle olunca da günümüz postmodern dünyasına oldukça uygun bir yapı ortaya çıkıvermiş oldu. Nasıl olduğun değil, nasıl göründüğün önemli... Bununla birlikte tüm akademik birimlere yıllık, beş yıllık, on yıllık planlar yapma gerekliliği getirildi. Birbirleriyle bağlantılı olarak çalışan bu sistemde birimler kendilerine hedefler koydu ve bu hedefleri gerçekleştirebilmek için çalışmalar yapıldı. Kimi zaman hedefler gerçekten içi dolu olarak yerine getirildi, kimi zamansa hedefleri yerine getirebilmek için göstermelik etkinlikler, projeler ortaya kondu. Özetle, ölçülebilir olma sorusunun yanıtı hep nicelik olarak arandı. Kaç makale yazdın, kaç etkinlik yaptın, kaç konferans düzenledin, kaç bildiri yayınladın, kaç öğrenci projesi gerçekleştirdin... Bu soruların yanıtlarının hep nicel veriler ile ölçülmeye başlanmasıyla birlikte ortaya konan performansların niteliği ciddi oranda düştü. Çünkü ne yapılırsa yapılsın bu etkinlikler, etkinlik hanesine sadece artı 1 değer kazandıracaktı. Değerlendirmeler de hangi yoğunlukta ya da kalitede değil, kaç kere, kaç tane ile sınırlı. Doçentlik sınavları, profesörlük atamaları, yrd. doç atamaları hep puanla. Sayı tutturmayla. Nitelik ne kadar önemli tartışılır. 10 puan olmasın, 3 puan olsun ama özgün olsun.
‘Türkiye’de akademi özgür değil…’
Mevzuya dair son söz ise ABD’nin Massachusetts eyaletindeki Marine Biological Laboratory’de doktora sonrası araştırmacı statüsü ile faaliyet gösteren Dr. A. Murat Eren’in: “Türkiye akademisinin büyük bir değişime ihtiyacı olduğu bir gerçek. Fakat bu değişim yurt dışından dönecek bilim insanları eliyle başlatılabilecek gibi görünse de, akademik kadrosu gücü elinde bulunduran siyasi otoritenin ‘kadrolaşma’ eğilimleri doğrultusunda şekillenen bölümlerde yer etmiş kültürün bu değişime karşı ortaya koyacağı direnç ile başa çıkmak, “bilim insanı” olmaktan farklı meziyetler gerektiriyor. Akademinin bugünkü noktaya gelmesinin sebebi intihallerden, bütçe sıkıntılarından ya da vizyonsuzluktan daha derin: Türkiye’de akademi özgür değil. Bir nehir gibi coşkuyla akması gereken akademi, Türkiye’de siyasetin ifade özgürlüğüne çektiği setlerle oksijensiz baraj göllerine dönmüş vaziyette. Bugün gördüğümüz akademi de işte bu seçilim baskısının bir sonucu. Hem Türkiye, hem de ABD’deki bilim camiasını tanıyan birisi olarak ABD ya da Avrupa nehirlerinden alınıp bu göllere salınacak akademisyenlerin çok büyük bir kısmının boğulup gittiğini hayal etmek benim için zor değil.
Türkiye’nin ihtiyacı olan büyük bir akademik devrim; ama akademi hakkında görüş bildirirken ismini saklamak zorunda hisseden akademisyenler ya da akademinin problemlerini anlamaktan uzak siyasetçilerin değil, bu problemlerin en doğrudan etkilediği kitle olan öğrencilerin öncülük ettiği, akademiyi otoriteye bağlı köklerinden kurtaracak, önündeki setleri yıkarak akademiye bağımsızlığını kazandıracak bir devrim. İmkansız duyuluyor olmalı. Bu inanın yurt dışından dönecek bilim insanlarının Türkiye’de bir şeyleri değiştirebilme ihtimalinden daha olası.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
!
Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke
Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?
.....................................................................
...
...
...
* Rastgele Yazılar
.