NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

26 Şubat 2024

Eray ÖZER - Akademiden dolandırıcılık hikayeleri (T24)

Eğer ihbar kendisinden daha düşük pozisyonda bir akademisyenden geliyorsa hemen karşı saldırı başlatıyorlar. İtibarsızlaştırma, ihbarı yapanın akademik çalışmalarının mercek altına alınması, davalar ve hatta cinayet!

Bugün size bir dolandırıcılık türünü anlatmak istiyorum. Ama bu defa işin içinde güzellik merkezleri, sosyal medya fenomenleri yok. Şatafatlı hediyeler, “kitsch” kılık kıyafetler, pırlantalar, çil çil altınlar, ortalığa saçılan dolarlar yok.

Aksine olay son derece ciddi mecralarda geçiyor, failler son derece saygın isimler ve sonuçları itibarıyla sadece maddi kayıplar değil, zaman zaman insan sağlığı gibi parayla satın alınamayacak değerde kayıplar verilebiliyor.

Evet, akademide cereyan eden bir dolandırıcılık türünden, bilgi dolandırıcılığından söz etmek istiyorum.

Geçenlerde içinde yanlış bilgi, intihal yahut yanlış veri hesaplaması bulunan makaleleri tespit eden ve bu makalelerin ya bizzat yazarları ya da yayınlandığı derginin editörleri tarafından geri çekilmesini sağlayan “Retraction Watch” (Geri Çekme İzleme) isimli kuruluş 2023 yılı raporunu açıkladı.

Rakamlar inanılmaz. 2023 yılında 10 binden fazla makale içeriğinde yer alan bilgilerde hata olduğu için geri çekilmiş. Nature dergisinde yer alan bir başka çalışmaya göre bu rakam 2013 yılında sadece bin imiş. 2022’de ise 4 bine ulaşarak rekor kırmış. Fakat sayı geçen yıl gördüğünüz gibi katlanarak artmış.

“Gerçek rakam 100 bin olmalı”

Fakat asıl ilginç ve bir yandan da korkutucu olan uzmanların gerçek rakama dair tahminleri… The Guardian’da yer alan bir başka makaleye göre 10 bin aslında buzdağının sadece görünen yüzü. Olması gerekenin 10’da biri… Evet, konunun uzmanları gerçekten geri çekilmesi gereken makale sayısının 100 binin üstünde olduğunu söylüyor.

Yılda 100 binden fazla bilimsel makale bilerek ya da bilmeyerek (ancak masum hataların oranının yüzde 20’yi geçemeyeceğini söylüyor uzmanlar) insanları kandırıyor, bilim dünyasını manipüle ediyor ve hatta hiç de nadir rastlanmayan durumlarda insan sağlığını kötü etkileyecek bazı sonuçları bilimsel gerçek gibi bizlere sunuyor.

Peki bunu niye yapıyorlar? Bir kere her şeyden önce bilimsel yayın yapmaları gerekiyor. Terfi için, akademik statülerini yükseltmek için, üniversite değiştirmek için veya eğitimlerini tamamlamak için…

En temel motivasyon bu. Kısa yoldan akademinin kendilerinden talep ettiği içeriği üretmek… Yayın yapmak… Doçent olabilmek, profesör olabilmek, doktorayı tamamlayabilmek… Akademiyi bilginin üretildiği yer olmaktan çıkarıp altta kalanın canının çıktığı bir kariyer merkezine çevirmenin doğal sonucu da diyebiliriz aslında.

Midjourney ile üretilen fare görseli

O hayalleri süsleyen akademik kariyere ulaşmanın kestirme yolları çeşitli… En çok faydalanılan yöntem, yukarıda gördüğünüz örnekte olduğu gibi yapay zekânın nimetlerinden faydalanmak...

Metinden görsel üreten yapay zekâ uygulaması Midjourney ile üretilen bu fare görseli, beraberindeki saçma sapan terimlerle birlikte saygın “Frontiers in Cell and Developmental Biology” dergisinde yayımlandı. Xinyu Guo’ya ait makale sözde hakem kontrolünden iki hafta gibi kısa bir sürede geçti, derginin editörü de tüm bu abukluğun ne hikmetse farkına varmadı.

Makalenin görselleri pek tabii ki kısa sürede sosyal medyaya düştü ve alay konusu oldu. Fakat hikâye her zaman böyle eğlenceli şekilde son bulmayabiliyor. Retraction Watch’un bir de “Top 10” listeleri var. Mesela makaleleri en çok geri çekilen akademisyenlerin listesi de burada yer alıyor.

194 makalesi ‘sorunlu’ çıkan Alman tıpçı

Listenin ilk sırasında Alman bir anestezist yer alıyor: Joachim Boldt. Joachim Bey’in -şaka yapmıyorum- tam 194 makalesi geri çekilmiş. Hayır, bir akademisyenin 194 makalesi olmasına mı şaşalım, artık akademik hayatında kaç tane makale yazdıysa bunların 194’ünde sorun yaşanmasına mı?

İşin şakaya gelmeyecek kısmı ise şu: Sayın Boldt 1990 ile 2009 arasındaki yayınlarında kan ikamesi bir ürünün ne kadar da hayat kurtardığına dair kanıtlar sunmuş, ancak sonrasında bu ürünün ölüme veya akut böbrek yetmezliğine sebebiyet verebileceği ortaya çıkmış.

Organize işler bunlar…

Bu akademik dolandırıcılık meselesinin “organize” bir yanı da var. Yani her seferinde kendinize uydurma bir makale üretmek için bizzat uğraşmanız gerekmiyor. Parasını ödeyerek işi “ehline” bırakabiliyorsunuz. Üstelik hakemli bir dergide yayınlanma garantisini de alarak…

Organize kısım iki koldan ilerliyor: Birinci kol -bunlara “kâğıt fabrikası” deniyor- para karşılığı akademik görünümlü makaleler üretiyor. Ücreti karşılığında sağlanan hizmette kâğıt fabrikaları makalenin sonuç kısmında istenilen sonucu verecek datayı üretiyor ve bu hayali data üzerinden makaleyi oluşturup “müşteriye” hazır bir şekilde teslim ediyor.

İkinci kol ise gerçekten dizisi çekilebilecek kadar tuhaf. Yine aynı organize çetenin bir parçası olarak bazı isimler dergilere hakem olarak yazılıyor. Bu bazen sahte akademik kimlikler yaratılması, bazen dergilerin editörlerinin rüşvetle satın alınması yoluyla gerçekleşiyor. Yani bu “fabrikalar” resmen içeriye “ajan” sokuyor ve bu ajanların uydurma makaleyi okumadan kabul etmesini sağlıyor.

Çok manyakça değil mi?

Son bir noktanın daha altını çizerek yazıyı bitireyim istiyorum. Peki neden 100 bin makale geri çekilmesi gerekirken buzdağının görünen ucunda sadece 10 bini tespit edebiliyoruz? Akademisyenler kendilerine yönelik sahtecilik iddialarına çok ama çok sert tepki veriyor. Özellikle de suçlularsa…

Eğer ihbar kendisinden daha düşük pozisyonda bir akademisyenden geliyorsa hemen karşı saldırı başlatıyorlar. İtibarsızlaştırma, ihbarı yapanın akademik çalışmalarının mercek altına alınması, davalar ve hatta cinayet!

Cinayete varan akademik ‘true crime’

Evet, inanması güç ama iş ihbar sahibini öldürtmek için kiralık katil tutmaya kadar gidiyor. 2006 yılında Bangladeş’te yaşanan olayda Rajshahi Üniversitesi’nde doçent olan Mia Muhammed Muhiddin, 11 makalesinin 10’unda intihal ve çarpıtma tespit eden Prof. Syed Tahir Ahmed’i adam tutarak öldürtüyor.

Uzun süren yargı sürecinin ardından Bangladeş yasalarına göre ölüm cezası verilen iki kişi, intihalci akademisyen Mia Muhammed ve cinayeti işleyen diğer isim, aradan geçen 17 yılın ardından geçen yılın ortalarında asılıyor!

Tüketirken tükeniyoruz

Tüm bu olup bitene biraz dışarıdan bakmaya çalışıyorum. Aklım beni yine daha önceki yazılarda vurgulamaya çalıştığım o noktaya çıkarıyor:

Bilgi çağını hiç böyle planlamamıştık!

Tüm dünyanın bilgisini telefon kabloları üzerinden birbirine bağlarken… Bir metnin bir bölümünü kopyalamayı kolaylaştırmak adına “copy-paste” tuşlarını icat ederken… Yapay zekâ dil modelleriyle tüm makalelerin saniyeler içerisinde hemen her dile çevrilmesini sağlarken…

Fakat ne olduysa oldu, bilginin en çok olduğu yerde cehalet, paylaşımın en yoğun olduğu yerde hırsızlık aldı başını gitti.

Sistem neyi bir ürüne dönüştürdüyse, neyi önümüze mebzul miktarda sunduysa eş zamanlı biçimde onun içini de boşalttı.

Şimdi artık derya deniz kütüphanelere saliseler uzakta daha az okuyor, binlerce filmlik arşivlerin yanında daha az izliyor, milyonlarca şarkılık veritabanlarının arasında daha az dinliyoruz.

Her şey o kadar “çok” ki… Yoruluyoruz. Yoruldukça paylaşmak yerine araklıyor, öğrenmek yerine tüketiyoruz.

Ya da aslında tükettiğimizi sanırken tükeniyoruz…

Bilemedim.

24 Şubat 2024

Ulaş BARIŞ - Yüzsüzlük her yerde… (KIBRIS POSTASI)

Eski eğitim bakanı Kemal Dürüst, sahte diploma skandalı kapsamında tutuklandı ve dün mahkemeye çıkartıldı. Mahkemede olguları aktaran polis, Dürüst’ün “Sahte Belge Düzenleme, Sahte Belgeyi Tedavüle Sürme, Sahtekarlıkla Para Temini ve Sahte Belge Düzenlenmesini Tahrik Etme” suçlamalarıyla karşı karşıya olduğunu belirtirken, mahkeme 3 gün tutukluluk kararı verdi.

Mahkemede polisin verdiği bilgilere göre, üniversiteye 6 faklı şirketten 19 adet fatura kesildiği ancak bunun karşılığında üniversiteye hiçbir mal ve hizmet alınmadığının belirlendiğini belirtildi.

Bu faturaların toplamının 926 bin TL olduğunu, 19 faturadan 3’ünün de Kemal Dürüst’ün oğlu ve kızına ait House Hayvancılık Zirai LTD adına kesildiğinin belirlendiğini aktaran polis, bu 3 faturanın toplam değerinin de 165 bin TL olduğunu kaydetti.

Polis ayrıca, 77 bin TL’lik bir fatura olduğunu ve bunun bir alüminyum şirketine kesildiğini, ardından da bu şirketin aynı dönemde Kemal Dürüst’ün hesabına 60 bin TL aktardığını belirlediklerini söyledi.

Kemal Dürüst’ün oğlu ve kızına ait şirketi yönettiğini, evinde ve ofisinde aramalar yapıldığını, birçok belge- evraka el konulduğunu söyleyen polis, Dürüst’ün arabasında yapılan aramada ise teklif formları ve çek yaprakları bulunarak emare olarak alındığını aktardı.

Geçmiş dönemlerde tam 5 kez bakanlık yapan, daha da vahimi giriş cümlesinde belirttiğim gibi 2 dönem eğitim bakanlığı yapan Kemal Dürüst’ün dün yapılan mahkemesinde ortaya konulan bulgular bunlar.

Ülkenin en önemli marka değerlerinden bir tanesi olan üniversitelerin getirildiği durum, ortaya çıkan yıkım, yaşanılan itibar kaybını belki bugün tam olarak hissedemiyoruz.

Ama eminin, eski eğitim bakanının da karıştığı bu skandal, üniversite kurumlarımız için çok büyük tehlikedir ve acısını ilerleyen günlerde daha iyi anlayacağız.

Öte yandan bu ülkenin kurucu partisi olduğuyla sürekli böbürlenen UBP’nin mensubu olan Dürüst’ün siyasi hayatı 7 Ocak 2018 seçimlerinde meclis dışı kalmasıyla bir nevi bitmiş gibi duruyordu.

2022 seçimlerinde geri döneceği söylenen ancak bu gerçekleşmeyen Dürüst hakkındaki iddialar aslında yıllardır konuşuluyordu.

Özellikle son bakanlığı döneminde hakkında ortaya atılan iddialara gündeme gelen Dürüst, siyasi yaşamının ardından Güzelyurt’ta kurulan üniversitenin başında hayatına mutlu mesut devam ediyordu.

Ancak bu mutluluk Kudret Özersay’ın gündeme getirdiği, bir gazeteci gibi patlattığı bomba haberle birlikte bitmiş gibi görülüyor.

Elbette konu mahkemelik, masumiyet karinesi diye bir şey var ama Dürüst’ün konusu aslında şahsi bir meseleden öte ülkede gelinen durumun çarpıcı bir başka göstergesidir. O durum, Kıbrıs adasının kuzeyinde zorla kurdurulan düzenin tamamen çirkefe battığı gerçeğidir.

Hasbelkader içinde yaşadığımız bu düzenin etik değerlerden uzak, yozlaşmış, rüşvet ve yolsuzluğa batmış durumu kuşkusuz ne şimdiki zaman, ne de gelecek için güven vermemektedir. Şüphe yok ki geçmişte de durum aynıydı.

Dün sabah birlikte sunduğumuz programda Canan Onurer’in de vurguladığı gibi bu çirkefi ne hamaset nutukları, ne kahramanlık türküleri ne de dünyanın en büyük bayrağına sahip olmamız örtmektedir.

Bugün milliyetçi duygularını büyük bir hezeyanla Beşparmak dağlarına çizenlerin dini imanı para, daha fazla para, güç ve statükonun devam ettirilmesidir.

Bunun için de her yol mübahtır, her türlü filmi çevirme farzdır.

Uluslararası hukuktan kopuk bir düzenin hukuku, gerekli denetim mekanizmalarından yoksun yapısı eninde sonunda çürümeye mahkumdur. Nitekim devletin en tepelerinde görev yapmış kişilerin bu pervasızlığı, hukuktaki bu çürümenin varlığını bilmeleri ve buna güvenmeleridir.

Bir demokrasinin en temel prensibi güçler ayrılığı ilkesidir. Bu bilindiği üzere yürütme, yasama ve yargı olarak tanımlanır.

Bir ülkede yasama ve yürütme bu kadar yozlaşmışken, hukuk dışına taşmışken, o ülkenin yargısının bundan etkilenmeyeceğini düşünmek tam bir saflıktır. Nitekim romantik sol çevrelerin pek bir sevdiği ‘yargı son kalemizdir’ söylemi bu çerçevede saflıktan öteye gidemez.

Dediklerim elbette adaleti kendine yol edinmiş yargı mensupları için geçerli değildir, onları tenzih ederim.

Çünkü siyasi çürüme denilen şey esasen genel bir çürümeye emaredir ve bunun en önemli sebebi toplumun buna çanak tutmasıdır.

Kusura bakılmasın ama Dürüst gibiler bakanken ondan “kıyak” isteyen insan sayısı eminim ciddi miktarlardadır. Kendine kıyak istemek demek, kısacası yasa dışı bir şey istemek demektir. Bu kıyağı isteyenler, karşılığında gidip oy vermekte, diyetini ödemektedir.

Hal böyle olunca, toplumu böyle olan siyasetçi, işleri kendine yontma noktasında bir sakınca görmemektedir. Yani ortada karşılıklı bir çıkar ilişkisi vardır ve bunun gibi ortaya saçılmayan rezillikler gizli kaldığı sürece kazan-kazan pozisyonu oluşur. Yani “gör beni, göreyim seni.”

Dolayısıyla yaşananlara şaşırmıyorum. Bunlar içinde yaşadığımız sahte düzenin doğallığındaki gelişmelerdir. Maalesef toplum buna geçit vermektedir.

Rezillikler ve sahtelikler artık kötülüğün sıradanlaştığı bir yere varmıştır.

Vasatlık, fırsatçılık, adam kayırmacılık ve en önemlisi yüzsüzlük her yerdedir.

Bu düzen yıkılmadan, uluslararası hukuka geri dönmeden hiçbir şey olmayacaktır.

Bunu son yaşanılan rezilliklerden sonra daha da iyi anlıyoruz…

18 Şubat 2024

OZAN ÖMER KADÜKER - Yolsuzluk doktorası! Asistanlarının yayınlarına böyle çöküyorlar (Milliyet)

Kısa yoldan yükselmek isteyen bazı akademisyenler, hiçbir katkı sunmamalarına rağmen asistanlarının yayınlarına ismini yazar olarak ekletiyor. Kimi ise ‘sen benim ismimi yaz ben de senin ismini yazarım’ diyerek ‘makale kardeşliği’ yapıyor...

Akademik teşvik sistemine göre akademisyenler, yayın yaptıkça ve atıf aldıkça puan alıyor, bu puanla da maaşları artıyor.

Hızlı şekilde yükselmek isteyen bazı öğretim üyeleri ise çözümü hiçbir katkısı olmamasına rağmen asistanlarının yayınlarına yazar olarak ismini yazdırmakta buluyor. Bazıları da ‘sen benim ismimi yaz ben de senin ismini makaleme yazarım’ diyerek birbirleriyle ‘makale kardeşliği’ yapıyor. Bu nedenle hak etmediği, hiçbir emek harcamadığı halde haksız yere yazar olan yüzlerce akademisyen var.

20 yıldır akademik etik dersleri veren Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şenol Kantarcı konuyla ilgili şunları söyledi: “Asistanlarının yayınlarına kendileri yazmış gibi isimlerini ekletiyorlar. Yani adeta çöküyorlar. Asistanlar ise Yeterlilik Sınavı’nı geçemem, tezimi bitirtmezler korkusuyla kabul etmek zorunda kalıyor. Bu durum özellikle Sosyal Bilimler alanında yaygın. Bunu yaparak bölüm başkanlığına, dekanlığa hatta rektörlüğe ulaşan akademisyenler bile var.”

Konuyu Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nden Kürşad Yılmaz, “Bilimsel Araştırmalarda Haksız Yazarlık ile İlgili Nitel Bir Araştırma” başlıklı çalışmayla ele aldı. Yılmaz’ın görüştüğü 49 akademisyenden 16’sı, hak etmediği halde herhangi birini yayınlarına yazar olarak eklediğini belirtti. 5 akademisyen ise hak etmediği halde bir yayına ismini eklendiğini kaydetti.

Araştırması hakkında bilgi veren Yılmaz, “Akademisyenlerin yarısına göre alanlarında haksız yazarlık uygulamaları yaygın olarak yaşanmakta. En sık yaşanan haksız yazarlık biçimleri karşılıklı yazarlık, armağan/konuk yazarlık, onursal yazarlık ve hayali yazarlık’ biçimleridir. Bazı alanlarda tez danışmanını, bölüm başkanını vb. makaleye eklemek bir kültür haline gelmiş. Bunu yapmayanlar tabi ki mobbinge uğrayabiliyor” diye konuştu.

Akademik teşvik sisteminin nitelikten çok niceliği öncelediğini aktaran Yılmaz, “Akademik teşvik sisteminde, akademisyenler atıflardan 30 puan alabiliyorlar ve karşılığında belirli bir ücret alınıyor. Araştırmamda da akademik teşvik sistemi, haksız yazarlığın sebeplerinden biri olduğu ortaya çıktı” ifadelerini kullandı.

HUKUKA AYKIRI, 2 YILA KADAR HAPİS CEZASI VAR

Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Aras Türay ise şu bilgileri verdi: “Çalışmaya herhangi bir katkı sağlamayan akademisyenin eserin yazarlarından biriymiş gibi adını eklemesi hukuka aykırı. Yasada suç olarak düzenlenmiş, karşılığında 6 ay ilâ 2 yıl hapis cezası öngörülmüştür. Maddi ve manevi tazminat davası açma imkânı da mevcut. Mağdur olan kişinin, 6 ay içinde şikâyetçi olması gerekmekte. Emek hırsızlığının temelindeki bu ahlaki yozlaşmayı yaygın ve bir anlamda doğal hale getiren cezasızlık olgusudur. Başkasının eserine adlarını ekleyenler, aslında kendisinden güçsüz ve güvencesiz konumda bulunan meslektaşlarının herhangi bir başvuru yapmayacağına güvenmektedir.

MOBBİNG KORKUSU

Yayınlarına başkasının ismini yazmak zorunda kalanlar ise şunları söyledi:

Doktora öğrencisiyim, hocam makale yazıp bana verirsen seni geçireceğim dedi. Mecburen verdim. Ancak beni dersten geçirmedi. Neden geçmediğimi sorduğumda ise “Bir tane daha yaz ver, dersi geçersin” dedi.

Sosyal bilimler alanındayım. Danışman hocaların bazıları, öğrencilerine baskı kurarak makaleye ismini yazdırıyor. Bunu yapmazsanız mobbinge uğrayabilirsiniz.

Araştırma görevlisiyim. Hocam çalışmama katkı sağlamadı ama eklemek zorunda kaldım. Kariyerine yeni başlayan akademisyenler için bu konularda seçim şansı olmuyor.

Bazı hocaları tanınırlıkları bulunduğu için çalışmalara ekleyenler de var. Böylelikle makale kabulünde zorluk yaşamayacaklarını düşünüyorlar.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.