NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

30 Aralık 2013

Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ* - AKADEMİK SAHTEKARLIK GELENEĞİYLE MÜCADELE İHTİMALİ KALMADI MI SAHİDEN !?...

2012 tarihli bir Danıştay üst kurul kararından 1.5 yıl kadar sonra tesadüfen haberdar olduk. Karara göre “akademik sahtekarlıklara idari ceza verilemez”. Karar, ilgili yönetmeliği iptal etmese de benzer konu tekrar önüne gelirse, işlevsiz sayacağını ilan etti ; o vakit fikir değiştirmez ise ! On yıllardır bunu niye yapmadıysa... Garip bir durum ortaya çıktı. Yönetmelik iptal edilmediği için, isteyen uygulayabilir, yerel mahkeme farklı kararlar verebilir, süre kaçıranların itiraz hakkı yanabilir, Danıştay dairesi farklı kararlar verebilir, ve üst kurula gitmeden farklı sonuçlar kesinleşebilir. 

Bilim – teknoloji – üniversite geleneği olmadığı için akademide her tür gariplik yaygın. Hak – hukuk geleneği olmadığı için, o alanda da her tür gariplik yaygın (aynı mahkemenin aynı gün aynı konudaki 2 ayrı davada birkaç dakika arayla tam ters kararlar vermesi gibi, hiçbir yasal dayanağı olmaksızın mağdur edilenler karar verilmesi için 1 yıl, kararın   gönderilmesi için 1 yıl daha bekletilirken,  akademik sahtekarların akşam üzeri mesai bitmek üzereyken aldıkları idari ceza kararını,   ertesi sabah mesainin ilk 1 saatinde iptal ettiren karar çıkartması gibi). 

Akademide maksimum teşvik ve koruma altındaki akademik sahtekarlıklar nedeniyle “nadiren” verilen idari cezalara karşı açılan davalar zaten genelde lehlerine sonuçlanıyordu.

Hatta öyle ki (“İntihal : EseriÇalınana 2.000 TL Ceza”, Orhan Bursalı, Cumhuriyet gazetesi Bilim Teknolojieki, 27.Aralık.2013) : 

“Bir yardımcı doçent, bir profesörden 40-50 sayfa çalıntı yapmış. Tabii etik kurula taşınıyor olay ve adama 1 yıl doçentliğe başvurmama cezası veriliyor. Buraya kadar iyi ve normal de, sonrası acaip : hırsızlığı yapan, eserini çaldığı akademisyeni 'itibarını zedeledi, 20.000 TL tazminat istiyorum' diyerek mahkemeye veriyor ! Yerel mahkeme bu başvuruyu haklı buluyor ve 20.000 TL değil ama 2.000 TL tazminata   hükmediyor. Tabii Yargıtay'a taşınan dava bozuluyor ve hırsızlığı yapan hırsızlığı ile kalıyor. Bilim hırsızlarının yüzsüzlüğü nerelere tırmandırdığını gösteren bu olayı okuyunca  şaşırmam mı gerekir bilemedim !” 

İdari açıdan “akademik sahtekarlık gelenekçileri”nin rahatça at koşturabilecekleri, cirit atabilecekleri anlamına gelen kararı, YÖK, ne olduysa, 1.5 yıl kadar sonra üniversitelere gönderdi, ve idari cezaların uygulanmamasını istedi. 

YÖK'ün istekleri rüzgarlara göre olsa da, onlar da kafalarına göre takılsalar da bu konu “canlarına minnet”... 
***

Aslında meydan tamamen boş kalmış DEĞİL ! Uygulamasına pek, hatta belki de hiç raslanmasa da “akademik sahtekarlıklar”a da “akademik sahtekarlıklar”ın örtbas edilmesine de adli yaptırım kapısı gayet açık, hem de sonuna kadar ; Türk Ceza Kanunu'ndaki ilgili yasa maddelerini hatırlatalım :

   DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Kamu Güvenine Karşı Suçlar
.....
Resmî belgede sahtecilik 
 MADDE 204. - 
 --> (1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, 
 iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 
 --> (2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, 
 gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya 
 --> sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi 
 üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 
 --> (3) Resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan   belge niteliğinde olması hâlinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.
Resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek 
 MADDE 205. - 
(1) Gerçek bir resmî belgeyi bozan, yok eden veya gizleyen kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesi  hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan 
  MADDE 206. - 
 --> (1) Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda   bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. ”
Dolandırıcılık 
 MADDE 157. - 
 (1) Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye 
 bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir." 
 Nitelikli dolandırıcılık 
 MADDE 158. - 
 --> (1) Dolandırıcılık suçunun; 
 .... 
 --> d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle, 
 --> e) Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak,
....
--> İşlenmesi hâlinde, 
 --> iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır. ”
 Suç işlemek amacıyla örgüt kurma 
 MADDE 220. - 
 (1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün  yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye  elverişli olması hâlinde,
--> iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Ancak,
--> örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir. 
 (2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar,
--> bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 
 ....
(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur.
--> (5) Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı  ayrıca fail olarak cezalandırılır. 
 --> (6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak  suçundan dolayı cezalandırılır. 
 --> (7) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek    yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır.
.... ”
“ DÖRDÜNCÜ KISIM
Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar 
 ....
İrtikâp 
 MADDE 250. - 
 (1) Görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya  bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar eden kamu görevlisi, 
 --> beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.  
(2) Görevinin sağladığı güveni kötüye kullanmak suretiyle gerçekleştirdiği hileli davranışlarla,  kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu
            yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi ikna eden kamu görevlisi,
            --> üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 
 (3) İkinci fıkrada tanımlanan suçun kişinin hatasından yararlanarak işlenmiş olması hâlinde,   bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Denetim görevinin ihmali 
 MADDE 251. - 
(1) Zimmet veya irtikâp suçunun işlenmesine kasten göz yuman denetimle  yükümlü kamu görevlisi, işlenen suçun müşterek faili olarak sorumlu tutulur.
 (2) Denetim görevini ihmal ederek, zimmet veya irtikâp suçunun işlenmesine imkân sağlayan kamu görevlisi, üç aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
.... 
Görevi kötüye kullanma 
 MADDE 257. -
(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da  kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da  kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi,
            birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
....
Kamu görevinin usulsüz olarak üstlenilmesi 
 MADDE 262. - 
 (1) Bir kamu görevini, kanun ve nizamlara aykırı olarak yerine getirmeye teşebbüs eden  veya terk emri kendisine bildirilmiş olduğu hâlde görevi sürdüren kimseye üç aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir. ” 
 *** 
Akademiden bahsederken, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun “Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim -Yasal Çerçeve ve Uygulamalar-” konulu “Denetleme Raporu”nu (Tarih : 14 /12/ 2009 , Sayı: 2009 / 8) illa ki hatırla(t)mak gerekiyor: 
 
“- Soyut ve genel nitelikte olmayan; kişi veya olay belirtilen ve ciddi bulgu ve belgelere dayanan ihbar veya şikâyetler hakkında soruşturma açılmamasına yönelik Başkanlık Kararları ve sair idari yöntemlerle ihbar ve şikâyetlerin sonuçsuz bırakılarak sonucundan şikâyetçilere bilgi verilmemesi ve bu suretle - 2547 sayılı Kanunun 53/c maddesi uyarınca ilk soruşturma açılmadan ihbar ve şikâyetlerin sonuçlandırılması nedeniyle- bunlar hakkında verilecek muhtemel men-i muhakeme kararlarının Danıştayca kendiliğinden yapılacak incelemenin veya şikâyetçilerin dava açma imkânının sistematik olarak engellenmiş olması 

 
- soyut ve genel nitelikte olmayan, kişi veya olay belirtilen ve ciddi bulgu ve belgelere dayanan ihbar veya şikâyetlerin; Başkanlık Kararları uygulaması ile doğrudan doğruya veya yürütülen bir takım idari bilgi alma mekanizmalarıyla elde edilen verilerle yetinilerek "soruşturma açılmasına gerek olmadığına” karar verilip sonuçsuz bırakılması, 


- ihbar ve şikâyetler hakkında YÖK Genel Kurulu, YÖK Başkanları ve üniversite rektörlerinin hukuka aykırı uygulamaları Anayasa ile öngörülen denetim olgusunun tamamıyla işlevselliğini yitirmesine yol açması 

 
- İhbar ve şikâyetlerle ilgili olarak “soruşturma açılmasına gerek görülmemiştir” şeklinde yürütülen yöntem ve uygulamanın; cari bir usul hâline gelmesi ve hukuka aykırı bir biçimde kullanılması, ihbar ve şikâyet müessesesinin işlevselliğini yitirmesine yol açması 


- ihbar ve şikâyetlerin değerlendirilmesinde yeterli etkinlik sağlanamadığı gibi söz konusu ihbar ve şikâyetlerin sonucunda verilen soruşturma açılmamasına ilişkin kararların da yargı denetiminden uzaklaştırılması ve bu çerçevede hesap verilebilirlikten uzak bir çalışma yönteminin, her seviyede YÖK’e hakim olması. Soruşturmaların hukuka aykırı sonlandırılması ve çeşitli sahtecilik fiilleri yaygınlaşması 

 
- Rektörler hakkındaki ihbar ve şikâyetler ile ilgili olarak 2547 sayılı Kanun uyarınca ilk soruşturma açmak veya ihtiyaç duyulması hâlinde Yükseköğretim Denetleme Kuruluna inceleme yaptırmak yerine, genellikle “işleme koymama” mahiyetinde tutum ve davranışlar ve idari tasarruflarda bulunulmasının yaygın bir şekilde kullanılması, 


- Cumhuriyet Savcılıkları tarafından 2547 sayılı Kanunun 53/c maddesinde öngörülen ceza soruşturma usulünün uygulanması için YÖK’e gönderilen görevsizlik kararları ve yazılarla ilgili olarak anılan Kanun hükümlerinin tatbik edilmesi gerekirken, -çoğu durumda Yönetmeliğe aykırı olarak Yükseköğretim Denetleme Kuruluna soruşturma veya incelemeye sevk edilmeksizin- söz konusu karar ve yazıların şikâyet edilen üniversite rektörüne gönderilmesi ve rektörün cevabi yazısı esas alınarak “soruşturmaya mahal bulunmadığı” şeklinde Başkanlık Kararları ihdas edilmesi, 

 
- Sayıştay, Maliye Bakanlığı ve Kamu İhale Kurumundan somut, kişi veya olay belirtilen ve ciddi bulgu ve belgelere dayanan suç duyuruları ve soruşturma açılması talepleri üzerine doğrudan 2547 sayılı Kanunun 53/c maddesine göre soruşturma açılması yoluna gidilmeyerek taleplerin sürüncemede bırakılması veya söz konusu yazıların şikâyet edilen üniversite rektörlerine gönderilmesi ve rektörlerin yeterli açıklama getirmeyen cevabi yazılarının da bahsi geçen kurumlara gönderilmesiyle yetinilmesi ve ısrarla ilk soruşturmanın açılmasından imtina edilmesi, 


- bazı durumlarda, somut, kişi veya olay belirtilen ve ciddi bulgu ve belgelere dayanan suç duyuruları ve soruşturma açılması talepleri üzerine doğrudan 2547 sayılı Kanunun 53/c maddesi uyarınca ilk soruşturmaya başlanılması gerekir iken konunun Yükseköğretim Denetleme Kuruluna “inceleme” görevi olarak verilmesi, - bazı durumlarda, Yükseköğretim Denetleme Kurulunca düzenlenen; denetim standartları açısından önemli eksiklik ve hatalar içeren ve soruşturma açılmasına gerek bulunmadığına hükmedilen inceleme raporlarına istinaden YÖK Başkanlarınca soruşturma açılmamasına karar verilmesi, 

 
- Yükseköğretim Denetleme Kurulunca yazılan Raporlarda soruşturma açılması istenilen az sayıdaki durumlarda dahi raporda varılan sonucu değiştirecek nitelikte herhangi bir kanıt bulunmaksızın/gösterilmeksizin hukuka aykırı bir biçimde YÖK Başkanlarınca soruşturma açılmasına gerek olmadığına dair kararlar verilmesi Muhbir ve şikâyetçinin kimliği gizlenmeksizin, ihbar ve şikâyet konusu iddiaların idari araştırma kapsamında haklarında ihbar ve şikâyette bulunulan kişilere/rektörlere/üniversitelere gönderilmesi suretiyle muhbir ve şikâyetçilerin kimlik bilgilerinin ifşa edilmesi biçiminde hukuka aykırı işlemler yapılması, 


- İhbar ve şikâyetler sonucunda alınan “soruşturma açılmamasına yönelik” Başkanlık Kararları ya da hıfza kaldırma kararlarının; muhbir ve müştekiler ile Cumhuriyet Savcılıklarına gönderilmeyerek sadece dosyasında muhafaza edilmesi suretiyle itiraz ve dava açma hakkının ortadan kaldırılmasına yol açan hukuka aykırı idari işlemlerde bulunulması, yükseköğretim alanının yolsuzluk ve usulsüzlüğün önlenememesine / artmasına elverişli bir “çevre” hâline gelmesi ” 
Akademi, bu kadar karanlık hale nasıl getirilebildi ? : “Memur dokunulmazlığı” sayesinde ;  “Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvafakat”, 40 kadar ülkede ve 40 kadar ABD eyaletinde çıkartılan bu konudaki yasalar ile ülkemizin en büyük uluslararası sorunu olan “Büyük Sürgün”den 2 ay önce Osmanlı İmparatorluğu'nu 1. dünya savaşına sokan ve milyonlarca can kaybı ile imparatorluğun resmen sona ermesine neden olan cunta hükümetince hazırlandı, 17.Şubat.1915'te kanul edildi, 09.Mart.1915'te resmi gazetede yayınlandı. 04.Aralık.1999'a dek aynen kullanıldı. Karanlıklar ile milyonların insan hakları arasındaki delinmez zırh oldu. Günümüzde 4 milyon kişi bu zırhın arkasındadır. Ergenekon ve Balyoz davalarında bu zırh, 90+ yıl sonra ilk kez delinebildi. 
 ***
Bir yanda akademide dokunulmaz akademik sahtekarlar saltanat sürerken, diğer yanda dokunulmazlık zırhı zayıf, yargılanmasına izin verilmiş “gariban” sayılabilecek bir memur hakkındaki bir mahkeme kararı ile bitirelim (çok korktuğu için detayları gizleyerek) : 
“Dava konusu (2012) : muhtarın bir işlem için aldığı 5 TL'nin üzerini 1.85 Tl eksik iade ettiği iddiası 
 Suç : görevi kötüye kullanmak 
 Belge : yok 
 Tanık : yok 
 Dayanak : şikayetçi ve şikayetli beyanları 
 Karar (sulh ceza mahkemesi ; kesinleşti : 2013) :
1.a. Sanığın görevi kötüye kullanma suçunu işlediği ... subuta erdiğinden, .... TCK.nun  57/1. maddesi uyarınca .... takdiren ALTI AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,  
1.b. .... 1/6 indirim yapılarak ALTI AY HAPİS CEZASI İLE   CEZALANDIRILMASINA,
1.c. Sanığın mahkum olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar ....sürekli, süreli veya geçici kamu görevinin üstlenilmesinden, seçme ve seçilme ehliyetinden  ve diğer siyasi hakları kullanmaktan,  velayet hakkından, vesayet veya kayyumluğa kayyumluğa ait hizmetleri yapmaktan, vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya  denetçisi olmaktan,  bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi meslek ve sanatı kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra  etmekten YOKSUN BIRAKILMASINA ; ancak .... koşullu salıverme tarihinden itibaren kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyumluk yetkileri açısından yasaklamanın    kaldırılmasına,
 1.d. .... sanığın duruşmadaki davranışları gözönünde bulundurularak yeniden suç          işlemeyeceği hususunda mahkememizce kanaata varıldığından .... HÜKMÜN   AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA,
 1.e. .... sanığın 5 YIL DENETİM SÜRESİNE TABİ TUTULMASINA, DENETİM   SÜRESİNİN TAKDİREN HERHANGİ BİR HÜKÜMLÜLÜK BELİRLENMEDEN     GEÇİRİLMESİNE,
 1.f. .... denetim süresi içerisinde kasten yeniden bir suç işlenmediği takdirde açıklanması  geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın DÜŞMESİNE,
 1.g. .... denetim süresi içerisinde kasten yeniden bir suç işlenmesi halinde açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanacağı hususunun ihtaratına, (ihtar edildi), 
 2. Yargılama giderlerini oluşturan 2 tebligat gideri 14 TL'nin sanıktan tahsiline, dair, sanığın ve katılanın yüzüne karşı, .... verilen karar açıkça okunup anlatıldı. ”
Bir akademik sahtekarın, akademik sahtekarlıkla tek bir seferde elde ettiği haksız kazancın (proje, danışmanlık, yöneticilik, rüşvet, vd) milyonlarca TL – usd – euro olabildiğini, ve bunların hep örtbas edildiğini özellikle belirtelim !...
Ülkenin  hiçbir yerinde (akademik işe girme – yükselme, akademik projeler) akademik denetimin neredeyse hiç olmadığını, olma ihtimali belirdiğinde “akademik sahtekarlık gelenekçileri”nce tehdit olarak algılandığını ve anında var güçleriyle saldırarak kökten yok etmek için ellerinden geleni artlarına koymadıklarını, kötülüklerinin sınırı olmadığını, ve tahminlerin çok ötesinde kalabalık ve karanlık – tehlikeli olduklarını, karşıt gözükenlerin akademik sahtekarlıkta kanka olduklarını ekleyelim !...

Nasıl ama !?...
***
* Dr. Tansu KÜÇÜKÖNCÜ: ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği mezunudur, ODTÜ Felsefe'de yüksek lisans yaptı, ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği'nden resmi kayıtlı olarak 10 yüksek lisans - doktora dersi aldı, Ankara İstatistik'te doktora yaptı. Bilişsel bilim (= cognitive science ; insan aklının işleyişini anlamaya yönelik) konularında (özellikle görme, işitme, konuşma, algılama, düşünme - akıl yürütme) çalışmaktadır. 28 Şubat 1997 darbesi mağduru akademisyendir ; 2001 başından beri “akademik sahtekârlık gelenekçileri” ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

DOKTORA TEZİ YAZIM KILAVUZU  (Hazırlayan : Dr. Tansu Küçüköncü)

23 Aralık 2013

Bilim Akademisi Yönetim Kurulu’nun İntihal Konusunda Duyurusu

Danıştay’ın intihal ile ilgili son yorumu yaygın ve derin bir ahlaki ve bilimsel sorun olan intihal konusuna çarpıcı bir biçimde dikkat çekmiştir . Mevcut yasa ve yönetmeliklerin Danıştay’ca yapılan bu yorumuna göre intihal yapanlar üniversite öğretim üyeliğinden çıkarılamayacaktır . 
İntihal başkalarının eserlerinden alınan unsurları, çalıntı bilgileri , kendi eseri olarak sahiplenmektir. Intihalin ahlaki açıdan hırsızlık veya sahtekarlık yoluyla çıkar edinmekten farkı yoktur . Üniversitelerde, eğitim ve bilim dünyasında , bilgi vermek iddiasındaki her türlü yayında bilginin doğruluğu, kökeni ve sahipliği konusunda sahteciliğin yaptırımsız kalması genç nesillerde ve toplumda ahlak standartlarını düşürür . Sahteciliğin bilgi alanında olması da bu ortamda yetişen gençlerin mesleki yetkinliklerine , dolayısıyla da toplumun üretkenliği ne ve refahına olumsuz etki yapar . 
Tıpkı maddi alandaki yolsuzluklar gibi intihal de ciddiyetle, açıklıkla ve hakkaniyetle izlenmeli, intihal yapanların sorumlulukları ünvan, konum ve bağlantılarına bakılmaksızın ele alınmalı, ceza ve yaptırımlarla karşılanmalıdır . Yargı mevcut yasa ve yönetmelikleri yorumlarken intihalin yaptırımsız kalacağı sonucuna ulaşıyorsa üniversiteler ve YÖK bunu aynen kabul etmek yerine intihal konusunda etkili ve adil bir yasal düzenleme için çalışma yapmalı, önerilerini en kısa zamanda Yasama ve Yürütme organlarına iletmeli ve kamuoyu ile paylaşmalıdır. Üniversiteler akademik dürüstlük ve intihal konusunda ilkelerini açık şekilde duyurmalıdırlar . Siyasi partileri ve milletvekillerimizi bu konuda açık ve adil düzenlemeleri gerçekleştirmeye çağırıyoruz

17 Aralık 2013

Rıfat Okçabol - İntihal suç değilse! (soL)

YÖK Ekim 2005’te, AKP’nin o zamanki Başbakanlık Müsteşarı Prof. Dr. Ömer Dinçer’e, yazdığı kitapta intihal yaptığı gerekçesiyle, “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası” vermişti. Çünkü intihal, üniversitede ve bilim dünyasında, akademik ahlak (etik) açısından en büyük suç. İntihal, bir başkasının çalışmasını, o kişiye atıfta bulunmadan (referans vermeden) aşırmak, kendi üretimiymiş gibi sunmak oluyor; hırsızlığın kibarcası yani! AKP’nin “Batıda ne varsa alıyoruz” dediği ülkelerde, kamu görevlisi, adı bir yolsuzluğa karıştığında ya da biriminde toplumu sarsan yanlış bir şeyler olduğunda görevinden istifa ediyor. İntihal yaptığı ortaya çıkan da, örneğin Almanya’nın eğitim bakanı ve Macaristan’ın Cumhurbaşkanı gibi, görevinden ayrılıyor. İntihal cezasına ne Dinçer aldırmıştı, ne AKP, ne de AKP’liler! Tam tersine AKP, Dinçer’i ödüllendirmiş, önce milletvekili, sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, daha sonra da Milli Eğitim Bakanı bile yapmıştı!
Ne yazık ki, intihal olayı bir tek Dinçer ile sınırlı değil; her yerde var ve saptaması da ayrı bir akademik ahlak konusu. AKP’nin intihale aldırmaması gibi, intihal saptandığında, “yazıktır” ya da “bizdendir” düşüncesiyle aldırmayan akademisyenler de var.
ANAP döneminde 1980’lerde piyasacı küreselleşme dalgasıyla başlayan “köşe dönme” eğilimi, 1990’ların sonlarından itibaren üniversiteye de sıçramıştı. Akademik yükseltmelerde uluslararası dergilerde yayın koşulunun getirilmesi, kiminin akademik yükselme konusundaki bireysel hırsı, kimilerinin de üniversitede kadrolaşma hırsı, insanları bir an önce doçent/profesör olma yollarını aramaya itmişti. Benzer durum tüm dünyada da görülüyordu. Pekin’den New York’a kadar son 10 yılda akademik sahtekârlıkta büyük bir artış izleniyordu (bkz. Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 25 Ağustos 2006). Bu nedenle uyduruk hakemli dergiler de türedi. İki yıl içinde, biri 28 bir başkası da 40 araştırma makalesi yayımlayanlar da ortaya çıktı. Saygın sanılan dergilerde bile bir makalenin yayımlanması için, dergi editörlerinden makale yazarına, “Benim de adımı yazar olarak eklersen yazını dergide yayımlarız” gibilerinden teklifler de gelmeye başladı. Saygın dergiler de saygınlık kaybı başladı. Hatta uluslararası bir matematik dergisi, saygınlığını korumak adına, Türk öğretim üyelerinin aşırma (intihal) içeren makalelerini yayımladıkları için, 2007’nin yaz aylarında okurlarından özür dilemek zorunda bile kaldı.
Dinçer, YÖK kararının iptali için Ankara 1. İdare Mahkemesi’ne dava açmış, ancak mahkeme, Ocak 2008’de, “İntihal eylemi gerçekleşmiştir, Üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir” diyerek davayı reddetmişti. Yine de Türkiye’de intihal konusunda akıl-almaz bir olay yaşanmış, AKP’lileşen YÖK, mahkeme kararını hiçe sayıp intihal olmadığına da karar verip Aralık 2010’da Dinçer’e verilen cezayı kaldırmıştı!
Şimdilerde de intihal konusunda yine aklı-almaz bir haber çıktı. Meğer Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, bir intihal davasında, daha önce intihal konusunda mahkemelerce verilmiş kararlar yokmuşçasına, 2547 sayılı yükseköğretim ve 657 sayılı Devlet Memurları yasalarında intihale verilecek cezaya ilişkin bir madde olmadığı gerekçesiyle, 15 ay kadar önce intihal olayını hukuka aykırı bulmamış!
Nerden baksanız, “Buyurun buradan yak” derler ya, o misal! Geçmişte kimbilir kaç kişi intihal yaptıkları nedeniyle ceza aldılar, idari mahkemeler bu kararları onayladı. O zamanlar suç sayılan intihal, şimdi suç olmaktan çıktı! Danıştay’daki yeni kadrolaşma sonucu mu böyle oldu, yoksa gerçekten hukuksal bir boşluk mu var, anlamak zor.
Bir boşluk varsa, neden Danıştay ilgilileri uyarmıyor? Neden ilgililer ve YÖK bir şeyler yapmıyor? Bilinmiyor!
2010’da da Dinçer’in intihalini yok sayan, son bir yıl içinde öğrenci yönetmeliğini iki kez değiştirdiği halde 15 aydır bu intihal konusuna aldırmayan YÖK’ün tutumu, bu kurulun da intihali suç saymadığını gösteriyor.
Oysa akademik ahlak konusunda intihalin domino etkisi bulunuyor. Çünkü akademik yaşamdaki ahlaksızlık intihalle sınırlı değil: Masabaşı yayım, bilimsel yanıltma, disiplinsiz ve düzensiz araştırma gibi pek çok sahtekarlık var. İntihalin suç olmadığı yerde bu tür sahtekarlıklar kolay kolay suç sayılır mı? Bu tür sahtekarlıklar, kadrolaşma hırsı içinde olanlar için sevap bile sayılabilir!

13 Aralık 2013

D. Çiğdem Sever - Üniversitede disiplin hukuku ve bir Danıştay kararı (muhalefet şerhi)

İntihal üzerinden belli aralıklarla bir Danıştay kararı gündeme geldi, ama karara erişme şerefine bir türlü nail olamadığımızdan anlayamamıştık meseleyi. Olsa olsa gazetelerde Danıştay intihali suç olmaktan çıkardı, üniversitelerde intihal serbest mealinde çeşitli haberler gördük. (Yakın tarihlilerden 7 Aralık Sol' da Danıştay suç olmaktan çıkarıldı ve daha temkinli bir başlıkla içerik bk. açıklamalar içerse de Agos’un 12 aralık tarihli “İntihal artık suç değil mi?” başlıklı haberleri örnek verilebilir.) Haberden yargı kararı öğrenmeye/anlamaya çalışmak da dünyada her hukukçuya tanınan bir “ayrıcalık” değildir onu da buradan söylemeden edemeyeceğim, ama başarabilirsem konuyu dağıtmayacağım..
İstanbul Üniversitesi YÖK tarafından konuyla ilgili gönderilen yazıyı internet sitesine koyunca mesele anlaşıldı. İdari Dava Daireleri Kurulunun 8. Daire kararını bozma kararı söz konusu olan. (E. 2007/1815, K. 2012/1218) Gazetelerde Danıştaya o kadar yüklenilen bu karar disiplin hukuku ve özgürlükler bakımından son derece önemli ve neredeyse bütün öğrenci disiplin hukukunun hukuka aykırılığını tescil eder nitelikte. (Kararın Danıştayca yayımlanmamasını buradan mı okumak gerek acaba?)
Önce bazı ön bilgiler: Ceza hukuku ve disiplin hukuku farklı alanlardır ve bu yüzden iki kere cezalandırma yasağı uygulanmaz. Yani bir eylem hem suç, hem disiplin suçu olarak cezalandırılabileceği gibi amaç ve tanımları farklı oluğundan suç olup disiplin suçu olmayabilir ya da tersi. Bunu dememin nedeni intihal suç olmaktan çıkarılıyor mu sorusunun yanlış olması; disiplin cezası olmaması suç olmadığı anlamına gelmez.
İkinci ve bu kararı önemsememe neden olan mesele ise Türkiyede öğrenciler üzerinde baskı aracı ve önemli bir hak ve özgürlük sınırlandırması anlamına gelen disiplin suç ve cezalarının yasayla düzenlenmesi gereği. İnternete düşen bu karardaki gerekçe kısaca şöyle: Yükseköğretim Kanununda YÖKe disiplin konusunda düzenleme yapma yetkisi veren madde Devlet Memurları Kanununa atıf yapıyor. Suçların ve cezaların yasallığı ilkesi gereğince -ki mahkeme burada Anayasa Mahkemesine de atıf yapıyor- yönetmelikle kanunda hiç bulunmayan bir suç ve ceza ihdas edilemez. Söz konusu karara göre, intihal DMKda yer almadığından bu maddeye göre verilen disiplin cezası da hukuka aykırı hale gelmiştir. Yani, kararda ilgili yönetmelik maddesine dava açılmadığından sadece ilgili işlem iptal edilmişse de yönetmeliğin hukuka aykırılığı bu şekilde saptanmış ve bu yönetmelik maddesine göre yapılan her işlemin de hukuka aykırı olduğu belirtilmiş olmaktadır. YÖK yazısında yer alan ama siteden de erişilemeyen ikinci karar (İDDK, E. 2007/1018, K. 20012/1333) ise Günday'ın İdare Hukuku kitabının son baskısında bir dipnotta yer alıyor ve açıklamadan o kararın da yönetim görevinden ayırma şeklinde bir disiplin cezasının kanunda bulunmamasına dayandığı anlaşılıyor. (İfadelerimden anlayacağınız gibi, Türkiyede hukukçu olmak yargı kararı istihbaratçılığı ve torba kanun vb. değişikliklerin kodlarını çözebilme gibi meziyetleri gerektirir ve bu yüzden teori çalışmak lükstür bu ülkede! Dağıtmayacağım demiştim devam ediyorum…)
Gelelim öğrenci disiplin hukukuna: Öğretim elemanlarından farklı olarak bir kanuna atıf yapılmamış, tek bir maddede (54. md) genel ifadelerle suç tipleri ve tamamına karşılık belli disiplin cezaları “söylenmiştir”(düzenlenmiştir demiyorum özellikle). Danıştay kararındaki akıl yürütmeyi burada uyguladığımızda durum daha da çarpıcı: Bu defa sadece yönetmeliğin kanuna aykırılığı sorunu değil, aynı zamanda kanunun anayasaya uygunluğu sorunuyla da karşılaşırız. Önce ilkinden başlarsam örneğin kanunda bildiri dağıtma suçlardan sayılmadığından bu yöndeki 7 Kasım tarihli değişiklik açıkça kanuna aykırıdır. Aynı değişiklikte yer alan ve soruşturma sırasında yükseköğretim kurumuna alınmama şeklindeki “tedbir” de hiç kanunda yer almaz. İkinci aşama ise kanunun anayasaya aykırılığı sorunudur. Birkaç hatırlatmayla başlayalım: Bir anayasadaki en önemli hükümlerden biri temel hak ve özgürlüklerin kanunla ve ölçülülük ilkesine uygun biçimde sınırlandırılabilmesi (13. md) ve yasama yetkisinin devredilememesidir (7. md). Cezalara özel de bir güvence getirilmiş ve cezaların yasallığı ayrıca (38 md) düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesinin 38. maddeyi disiplin suçları bakımından uyguladığını da not düşelim. İkinci bir tartışma ise kanundaki bir düzenlemenin hukuki belirliliği içermesi meselesi. Yükseköğretim Kanunundaki hüküm bu koşulu da karşılamaz. Kanun hangi suça karşılık hangi cezanın verileceğini içermediği için kanunla ve ölçülü düzenlemeyi içermez. (Neyi düzenlemiş ve neyi ölçeceğiz?) Çünkü hem suç hem de cezanın kendisi bir hak ve özgürlüğün sınırlandırması anlamına gelebilecektir. (örneğin bildiri dağıtma suçu ifade özgürlüğünün, uzaklaştırma cezası eğitim hakkının sınırlandırılmasıdır ve ölçülülük ancak terazinin iki kefesine bir şeyi koymakla ölçülür vb…)
İkinci olarak kanundaki düzenleme “öğrencilik onur ve sıfatı”, “yükseköğretim mensuplarının şahıslarına saygı dışı davranış” gibi son derece belirsiz suç tipleri düzenlemiştir ve belirlilik bakımından tartışılmalıdır. (Bu yıl Anayasa Mahkemesinin Avukatlık Kanunundaki “meslekte bağdaşmayacak tutum ve davranışları” ibaresini iptal ettiğini de hatırlayalım. E. 2012/116, K. 2013/32.)
Muhtemelen şimdi iki soruyla karşı karşıyayız: Öğretim elemanları disiplin işleri ne olacak? Bu kararların birer bozma kararı olduğunu belirteyim ve hafiyelik de bir yere kadar tabii, yani karar düzeltmeye başvuruldu mu sonra ne oldu bilemiyoruz. YÖKün sitesinde ve e-mevzuatta Danıştayın iptal kararı belirtilmediği gibi yeni bir düzenleme gündemi de yok gibi. Yani bekliyoruz… İkinci soru ise 7 Kasımda yapılan Öğrenci Disiplin Yönetmeliği değişikliğiyle ilgili açılan davada Danıştay ne karar verecek? Türkiyede hukukçular hukuki metinleri dahi bulmak için böylesi çaba harcarken kahinlik, hatta önceki kararlara bakıp kıyasla vs. akıl yürütmelerle tahmin de yapamazlar elbet, zaten bunlar birbirinden pek de bağımsız olmasa gerek…
Not: Güncel Hukukun Kasım sayısının dosya konusu disiplin meselesiydi ve Üniversitelerde Disiplin Soruşturmaları: Öğrencilerin İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü kitabının yazarlarının (linkten indirilebilir) yazılarına ayrılmıştı. Önemli bir çalışma…
Bir de -dayanamadım- son not: Şimdi baktım, Danıştayın sitesinde 12949 karara erişilebiliyormuş; bazı yıllarda sadece bir dairenin 10000′lerde esas numarası olduğunu ve Danıştayın 1868′den beri var olduğunu da söyleyeyim. Daha bir şey demeyeceğim…

12 Aralık 2013

Emre Can DAĞLIOĞLU - İntihal artık suç değil mi? (AGOS)

19 Kasım 2013 tarihinde İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörlüğü’nden, üniversitenin tüm birimlerine gönderilen resmi yazıyla birlikte ilgili yönetmelikte “Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” olarak tanımlanan intihalin suç olmaktan çıkarıldığı tartışmaları başladı.
İÜ’nün ilgili yazısında yer alan ifadelere göre, ‘Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı Ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’nce 11. maddenin (a) bendinin 3. fıkrasında, intihalin cezasının “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma” olarak tanımladığı belirtilerek, bu fiil ve cezanın üst kanunlarında yer almadığına dikkat çekiliyor.  
Dayanağı Danıştay kararı
Bu yazının dayanağı, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun Eylül 2012’de aldığı karar. 2005 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesiyken, intihal yaptığı tespit edilen Kamil Can Bulut tarafından ‘meslekten çıkarma’ cezasına karşı açılan davanın sonucunda, 16 kurul üyesinde 15’inin oyuyla Bulut’un itirazı haklı bulunmuş. Kararın gerekçesi ise, “2547 sayılı YÖK Yasası ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda bu cezaya ilişkin bir düzenleme bulunmaması.”
Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) 15 Nisan 2013 tarihinde tüm üniversite rektörlüklerine gönderdiği yazıda, üniversitelerden “yargı kararları doğrultusunda işlem tesis etmeleri” isteniyor. Bu bağlamda, daha önce intihal suçundan ötürü üniversiteden uzaklaştırılan akademisyenlere geri dönüş yolu açılmış oluyor. 
‘İntihal disiplin suçu değildir’ anlamına gelmez
Bu konu hakkında, görüşlerine başvurduğumuz Avukat Başak Purut, “İlgili kararın mahkemenin ‘İntihal disiplin suçu değildir’ dediği anlamına gelmediğini" belirterek, esas meselenin ‘intihalin disiplin suçu olduğunu usulüne uygun şekilde mevzuatta belirlenmesi olduğunu’ dile getirdi. Mevcut şartlar altında “yönetmeliğin kanuna aykırı gözüktüğünü” söyleyen Purut, mahkemenin verdiği kararın, “kanuni dayanağı bulunmayan bu gibi yönetmelik hükümlerine göreverilmiş cezaların mahkemelerce kanuni dayanağı olmaması nedeniyle iptal edilme zorunluluğu” sebebiyle haklı sayılabileceğini ekledi. 
‘Yüz kızartıcı suç olarak da değerlendirilebilir’
Fakat diğer yandan Purut,şu noktanın altını çiziyor: “Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesinde, ‘Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak’ da bir devletmemurluğundan çıkarma cezasını gerektiren hal. Devlet memuru olan üniversite öğretim üyelerinin intihal durumlarında, bu çerçevede işlem yapılabilmesi de bu durumda ihtimal dâhilinde olacaktır.” Ayrıca Purut, bu durumun “kanun koyucunun ilgili disiplin yönetmeliğinin hükümlerine dayanak teşkil edebilecek nitelikte bir maddeyi 2547sayılı Yükseköğretim Kanunu’na eklemesi”yle nihai çözüme kavuşturulabileceği görüşünde. 
‘Etik kurullar, bu konuda güçlendirilmeli’
Emrah Göker (Sosyolog)
Şu anda etik kurullar, başlayacak araştırmaların, ‘mahremiyet’ gibi konuları ihlal edip etmediği üzerinden etik inceleme yapıyor. Hırsızlık konuları da bu kurullara getirilebilir. Ama şu haliyle bu kurulların ciddi yaptırım gücü yok. Üniversitelere bu kurulları yaptırımla donatacak, etik meselelerde sadece ön değerlendirme değil, süren araştırmaların takibini de yapacak, intihal konusunda değerlendirmeleri gerekçelendirip yönetime yaptırım önerecek ama otonom bir şekilde güçlendirilmesini arzu ederdim. 
‘İntihal, akademik etik açısından yaptırıma bağlanmalı’
Doç. Gül Okutan Nilsson (İstanbul Bilgi Üniversitesi Fikri Mülkiyet Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü)
Bu meselede, “Danıştay intihali suç olmaktan çıkardı” demek doğru değil. İntihal,Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hükümlerine göre, eser sahibinin mali ve manevi haklarının ihlalidir ve hem maddi ve manevi tazminat, hem de hapis ve adli para cezası yaptırımına bağlanmıştır. Ancak tabii intihalin mutlaka akademik etik açısından da bir yaptırıma bağlanması ve bu konuda kanuni düzenleme yapılması da gerekir. 
‘İntihal disiplin suçu değil, alenen suç’
Prof. Tayfun Akgül (Elektrik Elektronik Mühendisleri Enstitüsü Etik Kurulu Üyesi)
İntihal disiplin suçu değil, alenen suçtur. Fakat bu mahkeme kararıyla epey kafa karıştırıcı durumlar ortaya çıkabilir. Örneğin, TÜBİTAK’ın Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu geçersiz hale gelecek veya kurum açtığı Teşvik Programları’na başvuran çalışmaların “uydurma, çarpıtma, aşırma, dublikasyon, dilimleme gibi uluslararası etik kurallara aykırı hususlar içermediğine” dair verilen taahhüdün hiçbir geçerliliği kalmayacak. İntihal suçuna bulaşan insanların da, bu tür destek ve teşviklerden yararlanabileceği gibi bir yol açılması da çok feci olacaktır.

Özgür Aydın - Minareyi çalan kılıfını hazırlar ( soL )

Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin 11’inci maddesinin 3’üncü fıkrasında, “bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” olarak tanımlanan “intihal”, diğer adıyla “bilimsel aşırma”, üniversite öğretim mesleğinden veya kamu görevinden çıkarılma nedeni sayılıyor.
Böyle sayılıyor sayılmasına ama caydırıcı bir yaptırım gibi görünse bile aslında hiçbir anlam ifade etmiyor. Yasada yer almayan bir suçu yönetmelikle tanımladığınızda, mahkemelerin iptal kararları da kaçınılmaz hâle geliyor. Geçenlerde, Ege Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof Dr. Kayhan Kantarlı, kamuoyuyla Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun aldığı bir kararı paylaştı. Kurul’un 15 ay önce aldığı karara göre, öğretim mesleğinden veya kamu görevinden çıkarılma cezasının “2547 sayılı YÖK Yasası ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda bu cezaya ilişkin bir düzenleme bulunmadığı” gerekçesiyle hukuka aykırı olduğu bildirilmiş.
Kısacası ortada bir suç tanımı varken, bir suç tanımlanırken, tanımlanan suçun yaptırımı ortadan kaldırılmış oluyor. Yani artık intihal serbest! 15 aydır YÖK bu konuda sessiz. Ortaya çıkan yasal boşluğu gidermeye yönelik her hangi bir girişimde bulunmuyor. Bu hukuk skandalı karşısında yaptığı tek şey, üniversitelere bir genelge göndererek “intihal iddiası ile açılan soruşturmalarda yargı kararı doğrultusunda işlem yapılmasını” istemek oluyor.
Evet, şimdiki durumda, intihal suçu sabit bulunan bir öğretim elemanı hiçbir suç işlememiş gibi görevine devam edebilecek, intihal suçu nedeniyle mesleğinden çıkarma cezası almış olanlar görevlerine geri dönebilecek. Kısacası, öğretim elemanlarına intihal yapma “hakkı” tanınmış, hatta özendirilmiş oluyor. Peki, bunu hocası değil de öğrenci yaparsa? İşte o zaman, öğrencinin yaptığı suç kapsamına giriyor. Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin 7. maddesinin (f) fıkrasına göre, “seminer, tez ve yayınlarında intihal yapmak”, yükseköğretim kurumundan bir yarıyıl için uzaklaştırma cezasını gerektiren disiplin suçları arasında yer alıyor. Yani hocası için reva görülen bu durum, öğrencisi için ciddi bir suç olarak değerlendiriliyor.
***
Elbette yaşanan bu durum, her türlü ahlaki ve etik değeri hiçe sayan AKP hukukunun bir sonucu olarak tezahür etmiştir. Ancak bunun, basit bir “yasal boşluk” durumunun ötesinde olduğunu da belirtmek gerekir. Bilimsel bilgi üretiminin teknolojiye girdi sağlayacak biçimde sığlaştırıldığı, sermaye birikimine yönlendirilemeyen, piyasa değeri olmayan bilimsel bilginin değersizleştirildiği üniversitelerde, intihalin suç sayılması söz konusu sığlaştırmaya, değersizleştirmeye önemli bir engel oluşturuyor. Özgün olmak gibi bir derdi olmayan bu türden teknoloji taşıyıcılığı, “daha önce üretilmiş düşüncelerin dil yapısını değiştirerek kullanılması” olarak bilinen bir başka intihal türüne zemin hazırlıyor.
Diğer yandan, akademisyeni, puan toplamak için kısa zamanda pek çok makale yazabilme yeteneği olan makinelere dönüştüren süreç için de intihalin suç sayılması önemli bir engel. Aksi takdirde, ODTÜ’deki intihal skandalından anımsayacağımız gibi, aşağı yukarı iki yıl içinde bir araştırmacının 40, diğerinin de 28 makale yayımlaması olanaklı olur muydu? İntihalin suç olmaktan çıkarılması, makale yazma makinelerinin sınırlarını zorlamayacak artık!
Kısacası “yasal boşluk” olarak ifade edilen bu durum, aslında AKP’nin bilim politikasına çok da iyi hizmet ediyor. Yani yaşadığımız şey, minareyi çalanın kılıfını da hazırlamasıdır aslında.

11 Aralık 2013

BİLİMSEL HIRSIZLIĞIN CEZALANDIRILMADIĞI ÜNİVERSİTE ÇÖKMÜŞTÜR

BASIN AÇIKLAMASI 2
Değerli Basın mensupları öncelikle belirtmeliyim ki; aşağıda ikinci kez açıkladığım olay YÖK’ün sıradan bir “görevi ihmal” olayı olmayıp, Ülkemiz için uluslararası bilimsel saygınlıktaki düşkünlüğümüze son noktayı koyan bir sorumsuzluk örneğidir. Olay, bazı gazetelerde yer bulmuş olmasına karşın sorumsuzluk ve sessizlik maalesef aynen devam etmektedir. Bu sorumsuzluğa karşı çıkarak gerekli önlemlerin alınmasını talep etmenin hepimiz için bir yurttaşlık görevi saydığımdan olayı bir kez daha dikkatinize getiriyorum. 
LÜTFEN BU REZALETİ GÖRÜN VE ÜLKEMİZİN BİLİM NAMUSUNA SAHİP ÇIKMA ADINA  GEREKLİ SORGULAMAYI KAMUOYU ADINA YAPIN!
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 15 ay once Eylül 2012 de aldığı bir kararda “Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nde intihal/bilimsel aşırma suçunun yaptırımı olarak yer alan üniversite öğretim üyeliğinden çıkarılma cezasının, 2547 sayılı YÖK Yasası ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda bu cezaya ilişkin bir düzenleme bulunmadığı” gerekçesiyle hukuka aykırı olduğuna hükmetmiştir (*). YÖK, 15 aydır kararda belirtilen hukuka aykırılığı giderecek herhangi bir yasal düzenleme girişiminde bulunmadığından bu kararla birlikte yaptırımsız kalan bilimsel aşırmacılık üniversitelerde serbest hale gelmiştir.

Evrensel bilim etiği ilkelerine gore “bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” diye tanımlanan intihal yani bilimsel aşırmacılık, en ağır yaptırımla cezalandırılması gereken yüz kızartıcı akademik bir suçtur. Bu evrensel ilke ülkemizde de aynen kabul görmüş olup YÖK Yasası’na göre çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nde karşılığını bulmuştur. Bu yönetmelikte araştırma ve yayınlarında bilimsel aşırma suçu işleyenlere “üniversite öğretim mesleğinden çıkarılma” cezası verilmesi ön görülmüştür. 

Fakat caydırıcı olması beklenen bu ağır yaptırım, YÖK’ün hiç bir döneminde tarafsız ve bilimsel bir anlayışla uygulanmadığından amacına ulaşamamıştır. Aşırmacılık başta olmak üzere herhangi bir bilimsel yolsuzluğa bulaşmış yandaş öğretim elemanlarının korunması nedeniyle cezai yaptırım çoğu kez kağıt üzerinde kalmıştır. 

YÖK ve üniversite rektörleri, evrensel bilim ahlakı normlarına sahip çıkıp intihal başta olmak üzere her türden bilimsel yolsuzluğun üzerine gidip cezai yaptırımları tarafsız ve ödünsüz bir şekilde uygulayacak yerde, yandaşlık anlayışıyla hareket ederek bir çok bilimsel yolsuzluğu örtbas etmişler, bununla da kalmayıp kanıtlanmış bilimsel aşırmacılıklarına karşın çok sayıda öğretim üyesi bölüm başkanlığından dekanlığa ve senato üyeliğine kadar çeşitli yönetim görevlerine atanıp ödüllendirilmiştir. Hatta bunlardan bazıları TÜBA gibi saygın (olması gereken) üst düzey bilim kurumlarına bile kabul edilmişlerdir.

On yıllardır YÖK düzenindeki bilim ahlakı çöküşünün ibret verici örneklerine tanık olunmaktadır. Türk fizikçilerinin 2007 yılında dünyanın en saygın bilim dergisi Nature’da manşet olan toplu intihal olayının sorumlularından hiç biri cezalandırılmamıştır.
http://arxiv.org/new/withdrawals.aug.07.html 
Bu olaydan belki de daha dramatik olanı bir üniversitemizin, doktora tezi intihal olduğu ortaya çıkınca üniversiteden atılan bir öğretim üyesinin yabancı dergilerde 5 yıl içinde yaptığı 300 den fazla (!) sözde bilimsel yayın sayesinde dünyanın ilk 500 üniversitesi içine girmenin yanında, “matematik ve bilgisiyar bilimleri dalı”nda Harvard’ı bile geride bırakarak dünya 2.si olmasıdır. Şaibeli olduğu olduğu ortaya çıkan bu derecelerin övünç nedeni sayılıp rektör tarafından üniversitenin reklam aracı olarak kullanılması ise bilim ahlakı anlayışındaki pişkinliğimizin dorukta olduğunu işaret etmektedir.
Yabancı bilim otoritelerinin de farkında olduğu bu manzara karşısında ülkemizde akademik ahlak ve bilim etiğinden söz edilemeyeceği açıktır. Bu yüzden ülke olarak uluslararası bilimsel saygınlığımız yerlerde sürünmektedir.

Durum böyleyken üniversitelerdeki bilimsel aşırma suçlarının meslekten çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin olarak Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun yönetmelikteki bu yaptırımı yasal dayanağı bulunmadığı gerekçesiyle hukuka aykırı saymasından kaynaklanan ve bilimsel hırsızlığın yaptırımsız kalmasına yol açan boşluğun kapatılması için YÖK’ün herhangi bir adım atmaması ve bu şekilde ortaya çıkan intihal serbestliğinin sürüp gitmesine göz yumulması bilim namusunu katleden bir sorumsuzluktur. 

Söz konusu Yüksek Yargı kararınıdan sonra YÖK Başkanlığı derhal harekete geçip kararda belirtilen yasal dayanaksızlığı giderecek bir yasal düzenleme yapması için Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM nezdinde girişimde bulunması gerekirken 15 aydır böyle girişimde bulunmamıştır. Bu ağır bir görevi ihmal suçu demektir. YÖK bu görevini yapmadığı gibi tam tersi bir uygulama yapmış ve üniversite rektörlüklerine gönderdiği 15 Nisan 2013 tarihli genelge (*) ile söz konusu yargı kararı yönünde işlem yapılmasını, yani intihal suçuyla soruşturma geçirenler varsa bunlara meslekten çıkarma cezası verilmemesini istemiştir. 

YÖK’ün bu genelgesine göre şu anda herhangi bir üniversitede yapılmakta olan intihal soruşturmasında intihal suçu sabit bulunan bir öğretim üyesi hiçbir suç işlememiş gibi görevine devam edebilmektedir. Ve yeni bir yasal düzenleme yapılmadıkça da bu rezalet sürüp gidecektir. 

Öğretim elemanlarının ve rektörlerin intihal suçunu yaptırımsız ve serbest bırakan bu sonuç karşısında sessiz kalmalarını anlamak olanaksızdır. Herkes durumdan adeta memnundur. Bu duruma en başta isyan etmesi gerekenler çalıp çırpmadan bilim yapan dürüst öğretim elemanlarının değilmidir? En azından onların bu rezalete karşı çıkmaları gerekmezmi? Gerçek bilim insanlarının bilim namusunun yok olması karşısında sırça köşklerine kapanıp “bana dokunmayan yılan” hesabı içinde susması bilime yapılmış en büyük ihanettir.

Ülkemizin bilimsel saygınlığına son darbeyi vuran bu sorumsuzluğa derhal son verilmelidir. Bilim ahlakına değer veren meslek kuruluşları başta olmak üzere tüm öğretim üyelerini bilimsel aşırmacılığı yücelten bu durumu reddetmeye ve Milli Eğitim Bakanı ve Muhalefet Partileri’nden Cumhurbaşkanı’na kadar ilgili tüm makamları, bilim insanı olmanın olmazsa olmaz koşulu olan “bilim ahlakı”nı yeniden yaşama geçirmek üzere göreve davet ediyorum.  

Bilinmelidir ki;
"ÜNİVERSİTELERİNDE BİLİMSEL HIRSIZLIĞIN DOĞAL KARŞILANDIĞI BİR ÜLKENİN ELBETTE TÜM YAŞAM ALANLARI SOYULACAKTIR" 

Kamuoyuna duyurulur. Saygılarımla. 

Prof Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi
e-mail:kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473

7 Aralık 2013

İntihal suç olmaktan çıkarıldı! ( Gazete soL)

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, bilim hırsızlığı yapan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmalarının yasal dayanaktan yoksun olduğuna hükmetti. Bir anlamda intihali serbestleştirdi.
Türkiye’de pek çok üniversitede, özellikle son yıllarda intihal vakaları artıyor. Danıştay ise bilim hırsızlığı yapan intihalcileri cesaretlendirecek bir karara imza attı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, intihal nedeniyle üniversiteyle ilişiği kesilen öğretim üyesine verilen cezayı haksız buldu.

Hemen harekete geçen YÖK, üniversitelere bir genelge göndererek, bundan sonra yapılacak işlemlerin Danıştay kararına uyularak gerçekleştirilmesi talimatı verdi.

YÖK Yasası’na dayanarak çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin 11’inci maddesinin 3’üncü fıkrasında yapılan düzenlemeye göre, “bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek”, üniversite öğretim mesleğinden veya kamu görevinden çıkarılma nedeni sayılıyordu; ancak Danıştay’ın, 2012 yılında aldığı kararla bunu suç olmaktan çıkardığı ortaya çıktı.
Yasal dayanak yokmuş
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 15 ay önce aldığı bir karar, intihal suçunu tamamen yaptırımsız bıraktı. Kurul’un, Eylül 2012’de aldığı kararda “Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nde intihal suçunun yaptırımı olarak yer alan üniversite öğretim üyeliğinden çıkarılma cezasının, 2547 sayılı YÖK Yasası ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda bu cezaya ilişkin bir düzenleme bulunmadığı” gerekçesiyle hukuka aykırı olduğuna karar verdiği ortaya çıktı.
Kurul, böylece bilim insanları için yüz kızartıcı bir suç olan intihal/bilimsel aşırmacılığın suç olmadığına hükmetti.
YÖK: Ceza vermeyin
Öğretim Üyeleri Disiplin Yönetmeliği 547 sayılı YÖK Yasası gereğince çıkarıldığından, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun cezanın kanuniliği ilkesi yönünden aldığı karar sonrasında, YÖK de yasal boşluğu gidermek amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM nezdinde herhangi bir girişimde bulunmadı. Üstelik, 15 Nisan 2013 tarihli bir yazıyla rektörlüklere bildirdi. YÖK’ün üniversitelere gönderdiği genelgede “intihal iddiası ile açılan soruşturmalarda yargı kararı doğrultusunda işlem yapılması” istendi. Bu genelge, intihal suçunu işleyen öğretim üyelerine herhangi bir işlem yapılmamasını istemek anlamına geliyor.
YÖK’ün genelgesi, 19 Kasım 2013 tarihinde İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet tarafından ilgili birimlere bildirildi.
Eski cezalar yok hükmünde
Diğer yandan, Kurul’un bu kararına göre, öğretim elemanlarına intihal suçu nedeniyle geçmişte verilmiş öğretim üyeliği mesleğinden çıkarma cezalarının tümü “hukuken yok hükmünde sayılma” durumuna geldi. Bugüne kadar bilimsel aşırmacılık nedeniyle üniversiteden atılan öğretim elamanlarına, görevlerine geri dönme ve atıldıkları tarihten bu güne kadar olan maaş ve her türlü maddi haklarını talep etme olanağı doğdu.
‘İntihalcileri cesaretlendirecek’
Ege Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, bilimsel yolsuzluk yapmaya niyetlenenleri cesaretlendireceğini söyledi. Kantarlı, yaptığı açıklamada yetkilileri, görevini ihmal ederek üniversitelerdeki bilimsel ahlak anlayışının tamamen çökmesine neden olacak bu skandala yol açan YÖK Başkanı hakkında gereğini yapmaya davet etti. Kantarlı, yasama organının da gerekli düzenlemeyi acilen yapıp yasal boşluğu doldurması gerektiğine dikkat çekti.
‘Böyle bir ceza ve fiil yok’
Dava, 2005 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesiyken bir kitabında intihal tespit edilen Kamil Can Bulut tarafından açılmıştı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, kararında “davacıya verilen üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası ve bu cezayı gerektiren fiil 2547 sayılı Yasa’da da böyle bir ceza ve fiile yer verilmemiştir. Bu durumda, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası ve bu cezayı gerektiren disiplin suçunun Yasal dayanağının bulunmadığı anlaşıldığından, dava konusu edilen düzenlemede ve bu düzenlemeye dayanılarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir” dendi. Karar, Halide Ayfer Özdemir’in karşı oyuna rağmen başkanvekili ve 15 üyenin oyuyla alındı.

6 Aralık 2013

İNTİHAL YAPTIRIMSIZ KALDI ! - ÜNİVERSİTELERDE BİLİMSEL AŞIRMACILIK ARTIK SERBEST!

BASIN AÇIKLAMASI
Evrensel bilim ahlakı normlarına uymak, bilim insanları için olmazsa olmaz bir zorunluluk olup intihal/bilimsel aşırmacılık utanç verici ve yüz kızartıcı bir suçtur. Bilimsel aşırmacılığın, hafife alınarak örtbas edildiği ve yaptırımsız bırakıldığı bir ülkede çağdaşlıktan söz edilemeyeceği gibi o ülke bilim dünyansın saygın üyeleri arasında asla kabul göremez. Çağdaş ülkelerde bilimin namusunu bilimsel aşırma yapanlardan koruyan cezai yaptırım ise, sahip olunan akademik ünvanın geri alınarak üniversite öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmaktır. Ortaya çıkarılan bilimsel aşırmacılıklar her ne kadar çoğu kez örtbas edilse de bu yaptırımı ülkemizde benimsemiştir.

YÖK Yasası’na göre çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’ne göre “bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” intihal yani bilimsel aşırma suçu oluşturur ve cezai yaptırımı da “üniversite öğretim mesleğinden çıkarılmak” tır. Bu intihal tanımı uluslararası olarak da kabul edilmiş bir tanımdır.


YÖK sisteminin, öğretim elemanlarının bilimsel yayınlarının değerlendirilmesinde, nitelik ilkesini terkedip niceliğe değer vermesiyle birlikte yayın sayılarında görülen göreceli artışa karşın üniversitelerimizde gözlenen intihal olaylarının hızla arttığı yadsınamaz bir gerçektir.

Öyleki intihal olayları, yaygınlık ve sayısı bakımından giderek üniversitelerimizin en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. Sorunun büyüklüğü karşısında Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin 11. maddesine 1998 yılında eklenen bir fıkra ile intihal, öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmayı gerektiren yüz kızartıcı bir eylem olarak tanımlanmıştır. Fakat caydırıcı olması beklenen bu ağır yaptırım, YÖK’ün hiç bir döneminde tarafsız ve bilimsel bir anlayışla uygulanmadığından amacına ulaşamamıştır. Aşırmacılık başta olmak üzere herhangi bir bilimsel yolsuzluğa bulaşmış yandaş öğretim elemanlarının korunması nedeniyle yaptırım çoğu kez kağıt üzerinde kaldığından yara kanamaya devam etmektedir.

Durum böyleyken Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 15 ay önce aldığı ve kamuoyunun ilk kez bu açıklamayla öğreneceği bir karar, intihal suçunu tamamen yaptırımsız bırakmıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Eylül 2012 de aldığı bu kararda “Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nde intihal suçunun yaptırımı olarak yer alan üniversite öğretim üyeliğinden çıkarılma cezasının, 2547 sayılı YÖK Yasası ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda bu cezaya ilişkin bir düzenleme bulunmadığı” gerekçesiyle hukuka aykırı olduğuna hükmetmiştir (*).

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, intihal suçunun yaptırımı olan meslekten çıkarma cezasına ilişkin olarak verdiği bu kararla, bilim insanları için yüz kızartıcı bir suç olan intihal/ bilimsel aşırmacılık suçu fiilen yaptırımsız kalmıştır. Bu yaptırımsızlık, herhangi bir yasal düzenleme yapılmadıkça intihal yapmanın hukuken serbest olması demektir.
 
Öğretim Üyeleri Disiplin Yönetmeliği 547 sayılı YÖK Yasası gereğince çıkarıldığından, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun cezanın kanuniliği (yasalara dayanması) ilkesi yönünden aldığı bu karar tartışmaya açıktır.

Bu durumda YÖK’ün yapması gereken kararda belirtilen yasal dayanaksızlığı giderecek bir yasa çıkarılması için Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM nezdinde girişimde bulunmaktır. Ancak YÖK yüksek yargı kararının alındığı Eylül 201 den bu güne kadar böyle bir girişimde bulunmamıştır. YÖK’ün Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun söz konusu kararını üniversite rektörlüklerine bildirmek için gönderdiği (15 Nisan 2013 tarihli) yazıya ilişkin olarak geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi’nin resmi internet sitesinde yayınlanan, rektörlük genelgesi (*) bu durumu doğrulamaktadır. 


YÖK Başkanlığı, disiplin yönetmeliğindeki öğretim üyelğinden çıkarma cezasının söz konusu yargı kararıyla uygulanamaz hale gelmesiyle doğan yasal boşluğu gidermeye yönelik bir girişimde bulunmamakla görevi ihmal suçu işlemiştir. YÖK’ün üniversitelere gönderdiği 15 Nisan 2013 tarihli genelgede (*)intihal iddiası ile açılan soruşturmalarda yargı kararı doğrultusunda işlem yapılması” istendiğinden bu ihmal, bilimsel aşırmacılık suçu işleyenlerin söz konusu yüksek yargı kararının alındığı Eylül 2012 den bu yana 15 aydır cezalandırılamaması sonucunu doğurmuştur. YÖK’ün bu genelgesine göre şu anda herhangi bir üniversitede yapılmakta olan intihal soruşturmasında intihal suçu sabit bulunan bir öğretim üyesi hiçbir suç işlememiş gibi görevine devam edebilecektir.

Diğer yandan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bu kararına göre, öğretim elemanlarına intihal suçu nedeniyle geçmişte verilmiş öğretim üyeliği mesleğinden çıkarma cezalarının tümü “hukuken yok hükmünde sayılma” durumuna gelmiştir.

Bu güne kadar bilimsel aşırmacılık nedeniyle üniversiteden atılan öğretim elamanlarına görevlerine geri dönme ve atıldıkları tarihten bu güne kadar olan maaş ve her türlü maddi haklarını talep etme olanağı doğmuştur. Böyle bir uygulama devletin trilyonlarca liralık zarara uğratılması bir yana yüz kızartıcı bir bilimsel yolsuzluk olan intihalin ödüllendirilmesi demektir. Bu durum çağdaş bir ülkede bir örneği asla görülemeyecek olan bir skandaldır.

İlgili makamları, görevini ihmal ederek üniversitelerdeki bilimsel ahlak anlayışının tamamen çökmesine neden olacak bu skandala yol açan YÖK Başkanı hakkında gereğini yapmaya davet ediyorum.

Üniversitelerde işlenen bilimsel aşırmacılık suçlarının yaptırımsız kalması sonucunu veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bu kararı ile doğan yasal boşluğun sürüp gitmesine izin verilemez. Yasama organı gerekli yasal düzenlemeyi acilen yapıp, bilimsel yolsuzluk yapmaya niyetlenenleri daha da cesretlendirecek bu duruma bir an önce son vermelidir.

Kamuoyuna duyurulur. Saygılarımla.

Prof Dr. Kayhan KANTARLI

Ege Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi 
e-mail:kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473

(*) Açıklamada kaynak olarak Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu hararı ile bu kararı içeren İstanbul Üniversitesi Rektörlük ve YÖK genelgelerine aşağıdaki şu adresten ulaşılabilmektedir. Söz konusu karar ve genelgelerin yer aldığı dosya ayrıca ekte gönderilmiştir.

25 Kasım 2013

Enis MERİÇ - Wikipedia’dan Kopyala-Yapıştır Akademik Tez Yazmak (RADİKAL Blog)

YÖK'ün son yıllarda uygulamaya koyduğu ÖYP programı akademik alımlarda dahada yaygınlaştı. Bu programa katılmak isteyen öğrencilerde aranılan kriter % 60 ALES puanı, % 25 Diploma Not Ortalaması, % 15 Yabancı Dil sınavında alınan puan. MEB'in öğretmen atamasına benzer bir uygulama haline gelmiş bu programı ele alalım. Bu programa alımlara göre iki türlü katılma şartı bulunuyor; lisans mezunu olmak veya yükseklisans programına cari alımdan kabul edilip öğrenim görüyor olmak. Bu programa herkes kendi branş alanından başvurabiliyor. Yani istediğiniz alanda yükseklisans & doktora yapamıyorsunuz.

Akademik alımlarda ALES kriteri bilimsel çalışma hayatına atılmak için önemli bir kritermidir ? Kişinin akademik araştırma yeteneğini değerlendirmenin ALES sınavı ile ne gibi bir alakası var? Kişinin akademik kariyeri bir ALES sınavınamı bağlı ? ÖYP kriterlerine bakacak olursak bir öğrencinin üniversite hayatında gördüğü akademik öğreniminin, araştırma yeteneğinin ve bilimsel çalışmalarının akademik alımlarda hiçbir etkisi bulunmuyor. Varsa yoksa tek önemli kriter ALES. Cari alımlarda bazı üniversitelerin yaptığı bilim sınavı YÖK'ün denetiminde hiçbir kontrole ve denetime tabi olmadığı için bu sınavların adaletli yapılıp yapılmadığı konusuda büyük soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Cari alımlardada önemli kriter yine ALES sınavı. ALES notu yüksek olan daha öncelikli durumdadır. Üniversite yaptığınız bilimsel projelerin, araştırmaların ÖYP alımlarında hiçbir önemi bulunmuyor. Gerçi bunların bazı yerlerin cari alımlarındada bi önemi bulunmadığına yer yer şahit oluyoruz.

Neden "akademik araştırma yeteneğine" dayalı olarak alım yapılmıyor ? Neden Bilim sınavına ve Yabancı Dil sınavına öncelik verilmiyor ?

ÖYP programı yaygınlaşmaya başladı ve yine tek büyük kriter ALES. Artık üniversiteler akademik alımlarda bilimsel projelerde, akademik araştırmada başarılı olanları değil, ALES'den yüksek puan alanları alıyor. Öğrencinin bilim ile olan imtihanının bilimsel araştırmaya duyduğu ilginin yeteneğin hiçbir önemi yok. Bu uygulamalar ileride bilimsel araştırmalara, bilimsel gelişmişliğe büyük bir darbe vuracaktır. ÖYP ile akademik hayata katılan fakat akademik araştırma yeteneği bulunmayan onlarca ÖYP öğrencisinin akademik tez hazırlama aşamasında yaptığı bir uyanıklıktan bahsedeceğim. Gerçi bu uyanıklık ÖYP programı öncesi yıllarada dayanıyor, gelenek halini almış fakat ÖYP programının bu uyanıklığa daha büyük zemin hazırlayacağını düşünüyorum.

Üniversite hayatı boyunca bir akademik makale dahi okumamış, akademik araştırmanın ne olduğunu dahi bilmeyen onlarca öğrenci ÖYP programı ile akademik alımlarda yükseklisans programına kabul ediliyor, bu öğrenciler tez hazırlama aşamasında akademik kaynaklarla daha yeni yeni tanışıyor. Akademik makale yazma uslübunu bilmiyor, kaynak taraması yaparken elektronik kütüphanelere nasıl ulaşıcağını bilmiyor, açık erişim kaynaklarını bilmiyor, "google kitap" hizmetini bilmiyor. Bildikleri iki şey var; Birisi Wikipedia ve YÖK'ün kabul edilmiş tezleri yayınladığı Ulusal Tez Merkezi. Tez-makale yazmak için çok uyanıkça ve pratik bir uygulama.

Birinci aşamada yükseklisans tezi hazırlamak çok basit; "Wikipedia'dan kopyala-yapıştır yaparak tez yazmak". Şu ana kadar incelediğim yükseklisans tezlerinin hemen hemen çoğunda Wikipedia'den kopyala-yapıştır yapılıp kaynak gösteriliyor. Bunu örtülü bir şekilde doktora tezlerinde bile görüyorum. Neredeyse 10 tezin 8'i böyledir. Bu kısım iki aşamalıdır; Birinci kısım ilgili konu üzerinde Wikipedia'nin linkini dipnotda kaynak olarak göstermek. Bu en acemice olanıdır. Tezi yazan hiç düşünmezmi bu linkte yer alan yazıyı kaynaklarıyla beraber kim yazmış ? Bu yazılarda atıf yapılan kaynaklar doğrumu ? Sayfa numaraları doğru mu ? Bahsedilen konular o kaynaklarda geçiyor mu ? Hem neden "armut piş ağzıma düş" misali bir alıntı yapılıyor? Bu bilimsel anlayışa etik mi? Bu uyanıklık değil mi? Bugün Wikipedia'nın Türkçe ve yabancı dil kaynaklarını, Google Translate vasıtasıyla kullanan bir kişi bu şekilde çok rahat yükseklisans tezi hazırlayabilir. Genellikle çoğu kişi böyle yapıyor. Hazır bul, kopyala yapıştır teze wikipedia linkini kaynak göster, yabancı dilde wikipedia yazılarını google translate ile çevirt anlaşıldığı kadarıyla düzelt teze aktar dipnotada doğrudan Wikipedia'nın linkini koy. Bu uyanıklığın birincisi aşamasıdır, ikinci aşamasınıda birazdan bahsedeceğim.

Peki bir öğrenci neden böyle bir hataya düşer ? Bu öğrencinin tez danışmanı buna hiç ses çıkarmıyormu ? Tezi kabul eden jüri heyeti bunu görmüyormu tezi incelemiyormu ? Tez danışmanının bunu görüpte sesini çıkarmaması zaten ayrı bir skandal. Öğrenci tez aşamasına kadar akademik araştırmanın ne olduğunu bilmediği ve akademik araştırma yeteneği olmadığı için uyanıklık yapmak daha kolayına geliyor. İkinci araklama malzemesi YÖK'ün Tez Merkezinden kendi tez konusuyla alakalı geçmiş dönemlere ait yükseklisans, doktora tezlerinden kopyala-yapıştır yapmak. Bu da en yaygın olan intihal biçimlerindendir. Bunu anlaşılmayacak bir biçimde yapanlarda var. Cümlelerde kelime değişiklikleri yaparak araklamak. Wikipedia'dan kopyala-yapıştır yaparak linkini kaynak göstermemek gibi..

İkinci kısma gelelim. Wikipedia'da yazılan çoğu yazının doğru yada yanlış bir kaynağı vardır. Bazıları bu yazıların kaynağına gider bulur araştırır doğrular. Tez yazmaya başlamadan önce bibliyografyalardan akademik çalışmalardan sorgulayarak çalışmaya başlamak yerine Wikipedia'daki kaynakların peşine düşüp tez yazanlar var. Google Books hizmeti bu açıdan büyük bir fırsat. Wikipedia'daki ISBN kodunu takip et ve kitaba online eriş sayfa numarasını doğrula ve teze kopyala-yapıştır. Bu bilimsel araştırma etiğinede uygun değildir. Emek harcamadan araştırmadan kestirmeden sonuca ulaşmak. Bu metodu kısmende olsa doktora çalışması yapanların uygulaması muhtemeldir. Uygulamaya müsait bir metod. İncelediğim daha doğrusu zaman buldukça bakabildiğim bazı doktora tezlerinde kaynağı belli olmayan ama Wikipedia'da yayınlanmış semboller, resimler, imgeler yer almaktadır. Bu sembolün kaynağı nedir? Sorusuna cevap vermeden doğrudan kullanılmış. Her ne olursa olsun Wikipedia'yı takip ederek tez yazmak çok kolay bir uygulama. Bu uygulamalar ile akademik makale yazmakta çok kolaya indirgenmiş oluyor. Gördüğüm kadarıyla bu yükseklisans tezlerinde epeyce yaygınlaşmış. Bazı Doktora tezlerinde bile Wikipedia'yı kaynak gösterenler gördüm. Bazıları profesyonel davranarak Wikipedia'dan çalıp, anlaşılmaması için kaynağını göstermiyorlar. Wikipedia yükseklisans, doktora tezi hazırlayan öğrencilere büyük kolaylık sağlamış durumdadır. Akademik araştırma yeterliliğine sahip olmayan kişilerin intihale yönelmesi son yıllarda dahada yaygınlaştı. Bilinçli ve bilinçsizce yapılan intihallere karşı hiçbir disiplin önlemi alınmıyor. Birde işin yetersizlik tarafı var. ÖYP programı akademik araştırma verimliliğine gölge düşürecek bir uygulamaya sahip. Akademik alımlarda öncelikli olması gereken şart ALES gibi Türkçe-Matematik sınavı değil, bilimsel yeterliliktir. Bu süreç düzelmezse Türkiye'de yeni bir bilim anlayışı değil geçmişten günümüze tekrarlanan bir bilim anlayışı hakim olacak ve intihalci geleneğin varlığına şahit olacağız.

Enis MERİÇ
enismerc@gmail.com

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.