NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

25 Ocak 2013

Y. Doç. Dr. Kaan Öztürk - Şişme dergiler, yeniden

Energy Education Science and Technology dergisinden geçtiğimiz yıl içinde bahsetmiştim. Matematik Dünyası’ndaki yazımın yayınlanmasından sonra, başka araştırmacıların da aynı rahatsızlığı paylaştığını görme imkânım oldu.
Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi bölümü hocalarından Umut Al, bilimsel yayıncılık istatistikleri konusunda çalışan en üretken uzmanlardan biri. Aynı bölümden çalışma arkadaşı İrem Soydal ile beraber yazdıkları “Dergi Kendine Atıfının Etkisi: Energy Education Science and Technology Örneği” başlıklı makaleleri geçen ay Türk Kütüphaneciliği dergisinde yayınlandı.
Al ve Soydal özenli bir analizle EEST dergisinin şaibeli işleyişini ve atıf manipülasyonunu göz önüne seriyorlar.
3 Temmuz 2012 tarihi itibariyle EEST’deki 633 adet yayına 7727 kez atıf yapılmıştır. Bu atıfların sadece 481’i EEST dışındaki dergilerden gelirken, EEST için dergi kendine atıf oranı yaklaşık olarak %94’tür. Derginin “erişilebilen” az sayıdaki makalesi incelendiğinde, genellikle atıfların grup olarak yapıldığı ve yazıların içeriğinden çok derginin etki faktörüne katkı sağlayacak nitelikte olduğu görülmektedir. Daha önceki örneklerle karşılaştırıldığında, bu durumun dergi etki faktörünü yükseltmek için uygulanan manipülatif bir yaklaşım olabileceği ve derginin her an Journal Citation Reports dışında kalma riski ile karşı karşıya bulunduğu düşünülmektedir.
Ama işin kötü tarafı şu ki, ticari kaygılarla çalışan Thomson Scientific, bir dergiyi Journal Citation Reports‘dan çıkarsa bile atıf veritabanı olan Web Of Science‘dan çıkarmıyor. Oysa Türkiye’de atama-yükseltme kriterleri ve yayın teşviki ödülleri Web of Science listelemesine dayalı.
Tekrar görüyoruz ki, bilimsel niteliği yükseltmek istiyorsak, kâr amaçlı kuruluşların sayısal göstergelerine bel bağlamaktan vazgeçmek mecburiyetindeyiz. Her dergi, her araştırmacı, her makale kendi başına değerlendirilmeli.
EEST dergilerinde yayınlanan makaleler açık erişimli değil. Kütüphanelerin abone olduğu yaygın veri tabanlarında da bulunamıyorlar. Yani evrensel bilime katkıları yok. İnternette bulunabilen bazı makaleler, EEST’nin atıfları nasıl şişirdiğini (polisiye dizilerdeki deyimle, modus operandi’sine) görmemize yardımcı oluyor.
Bu konuda Hacettepe’li araştırmacılar Umut Al ve Haydar Demirel’den çok kıymetli bilgiler aldım. Elbette hatalarımın sorumluluğu bana aittir.
Özetle durum şu: Editörler makalenin herhangi bir yerine, özellikle yuvarlak bir cümleye, pat diye 10-15 EEST makalesi referansı koyuyorlar. Referansların tam metinlerine de ulaşılamadığı için, atıfın orada yeri var mı yok mu belirsiz kalıyor.
Atıf şişirmesi yapan bütün dergilerde görüldüğü gibi, makalenin uzunluğuna göre çok fazla sayıda referans veriliyor. EEST referansları, referans listesinin sonunda arka arkaya verilmiş oluyor.
Referans vermenin bir standardı yok; referans listesi ne alfabetik sırada, ne de makale içinde anılma sırasında. Hoş, derginin formatında hiç bir şeyin standardı yok. Makalenin ortasında yazı puntosunun değiştiği bile oluyor.
Birkaç örnek:
  • E. Taş vd., The effects of web-supported and classical concept maps on students’ cognitive development and misconception change: a case study on photosynthesisBu makalenin içinde “Overcoming misconceptions is very crucial during the learning processes of individuals. Therefore, a lot of researchers reported that traditional teaching approaches are not particularly effective at changing misconceptions [1, 56-72].” şeklinde bir referans var. Bir seferde 18 atıf yapılıyor, bunların on tanesi EEST’ye, bir kısmı da yazarların kendi makalelerine. Kaldı ki referans verilen makaleler doğrudan bu cümleyi (yani, geleneksel eğitim yaklaşımlarının yanlış kavrayışları değiştirmediğini) ispatlamıyor. Referanslar arasında “Astrofizik kavramlarını ebru sanatı ile öğretmek” veya “Kimya denklemlerini dengelemek için cebirsel ve matris yöntemlerini kullanmak” gibi başlıklar var. Torbayı doldurmak için tıkıştırılmışlar.
  • T. Ç. Akıncı vd., Coherence analysis between hydrogen flow and electricity current in fuel cellsYakıt hücrelerindeki hidrojen akışını inceleyen makalede, yazının akışına hiç uymayan bir şekilde damdan düşme bir cümle görüyoruz: “Renewable energy sources such as, solar irradiation, wind, and water flow, biogas, biohydrogen and other biofuels are particularly interesting [5, 7, 21-32].” Evet, bu 14 referansın hepsi EEST dergisinden!
  • Ö. Özyurt, Analysis of asynchronous dialogues to reveal the effect of discussions on learning programming languages by candidates of computer programmers.Internet forumlarından bahsedilen bu makalenin en sonuna şu cümle ve beraberinde bir kitlesel atıf eklenmiş: “If we take all the characteristics of ADFs into consideration, we see that these mediums are rather useful, beneficial, available and interactive sources [41-48].
    Atıf yapılan makalelerin başlıklarına bakacak olursanız alâkasız şeyler görüyorsunuz: “Social, economic, environmental and policy aspects of biofuels” (Biyoyakıtların sosyal, iktisadi, çevresel ve politik yönleri – yazan EEST’nin baş editörü), veya, “Effect of late coming during the lecture on the rate of learning performance” (orijinal başlığın saçmalığına sadık kalarak çevirirsek: Ders sırasında geç gelmenin öğrenme performansı oranına etkisi).
  • Daha güzeli de var. R. Yumrutas ve M. Unsal’ın “Modeling and performance analysis of a house heating system with a ground coupled heat pump” başlıklı makalesinde metin içi atıflar en fazla 23′e kadar gidiyor, ama referans listesinde 28 başlık sıralı. 24-28 arası referansların hepsi EEST makalelerine, ama metin içinde hiç zikredilmemişler.Amaan, Thomson Scientific’in atıf sayma sekreterleri makalenin içine mi bakıyor sanki. Uğraşma cümle uydurmaya, listeye koy gitsin.
    Bu makale bu haliyle EEST sitesindeki “Top Articles” listesinde de mevcut.
  • Dergilerin yayıncısı olan Sila Science şirketi, “Top Articles” başlığıyla bazı makaleleri açık erişime sunmuş. Geçen yaz baktığımda yoktu, herhalde yeni. Bu listeden birini alalım: “Passive cooling methods for energy efficient buildings with and without thermal energy storage – A review” (N. B. Geetha, R. Velraj)Referans listesinde 182-199 arası silme EEST makalesi (başka referanslar da var). Makalenin son iki paragrafında bu onsekiz makaleye, ikiye bölünmüş olarak, toplu atıf var. Referansların bulunduğu cümleler yine damdan düşme, ve referanslarda yine alâkasızlık var. Sözgelişi, pasif soğutma yöntemi seçiminin iklime ve yapı malzemesine bağlı olduğunu ifade eden cümlede verilen referansların bazıları:
    A new validation tool of weather forecast for engineering applications” (Mühendislik uygulamaları için yeni bir hava tahmini doğrulaması aracı),
    Nanotechnology in vehicle’s weight reduction and associated energy savings” (Aracın ağırlık azaltımında nanoteknoloji ve ilgili enerji tasarrufu),
    Renewable energy and its university level education in Turkey” (Yenilenebilir enerji ve Türkiye’de üniversite seviyesinde eğitimi).

    Ayrıca bu toplu atıf yapılan cümleler makalenin diğer kısımlarına göre çok bozuk bir İngilizceyle yazılmış. Bütün bunlar, eklemenin sonradan yayıncı eliyle yapıldığını düşündürüyor.
Bu ve benzeri dergilere yayın gönderen araştırmacıların bilmesi gereken önemli birşey var: Bu laçkalık saklı kalmıyor, herkes tarafından görülüyor. Amacınız bilime katkıda bulunmaksa, ayak oyunlarıyla yüksek tesirli gibi gösterilen ama aslında dünyada kimsenin okumadığı dergilere makale yollamayın. Daha iyi araştırma yapın ve daha iyi dergileri hedefleyin. Yok, amacınız bilim yapmak değil de sadece kadro almaksa, bilin ki değerlendirme komisyonları ve jüriler bu dergilerin nasıl şeyler olduğunu şıp diye anlıyor.
Şu haliyle bu dergiler, gerek İngilizcelerindeki özensizlik, gerek bilimsel seviyelerinin şüphe götürürlüğü, gerekse özensiz formatlarıyla hiç bir saygı uyandırmayan haldeler. Yazık. Oysa istenseydi, az bir çabayla güzel ve ciddi bir bilimsel mecra olabilirdi.
Açıkça yazılmasa da, birkaç farklı yerden, dergide makale yayınlama ücreti olarak 600 TL talep edildiği bilgisi geldi. Bu doğruysa, kolay kazanç hırsı bilimsel niteliği sürgün etmiş demektir.

24 Ocak 2013

Serdar Hiçdurmaz - Türk Akademisindeki İntihal Sorunu (Fikir Ağacı)

 “Üniversitelerinde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır.”(1)
İntihal, bir diğer deyişle bilimsel aşırma, günümüzün bilim dünyasının en önemli sorunlarından birisi. Topluma yön vermeleri ve entelektüel olmaları beklenen bilim insanlarının yapmış oldukları, “toplumsal cinayet” olarak adlandırılabilecek bu suçun ülkemizde profesyonelleşmesi ve yaygınlaşması ülkenin akademik geleceği açısından endişe verici boyutlara ulaşmış durumda. Ailesinden ve yakın çevresinden yeterli eğitimi alamamış kişilerde görülen bu iradesizlik sorununun ülkemizdeki yansımalarına bakarsak, tablonun hiç de iç açıcı olmadığını rahatlıkla görebiliriz. Ülkenin en önemli eğitim kurumlarına kadar sirayet eden bu hastalığın birçok nedeni bulunuyor. Bunların başında ise Türkiye’nin bir bilim kültürüne sahip olmaması geliyor. Üniversitelerin birer araştırma merkezi olmaktan çok diploma dağıtan meslek yüksek okullarına dönüşmesi ve kendi finansal yapılarını oluşturamayıp özerk olamamaları, siyasilerin bilim dünyasına müdahaleleri ve bilimin siyasileşmesi, bazı üniversitelerdeki işleyiş mekanizmalarının yok olmasına sebep olan ve kayırmalara yol açan ahbap-çavuş ilişkileri, bu kültürün oluşmasına engel olan belli başlı sebeplerden sadece bir kaçı. Bir diğer unsur ise Yüksek Öğretim Kurumu’nun akademisyenlere uyguladığı “kaç yayının var?” dayatması. Çünkü daha fazla akademik yayına sahip kişiler bütçeden daha fazla pay almakla kalmayıp, bilimsel konferanslara katılma önceliğine sahip oluyor daha da önemlisi akademi dünyasında daha hızlı yükselme şansına sahip oluyor. Peki, akademi dünyasında kilit bir rol oynayan ve kişiyi intihal yapmaya teşvik eden bu sihirli sözcüğün, “akademik yayının”, gerçekleştirilişi hangi şekillerde oluyor?
Ülkemizde genellikle bu yayınlar, maalesef, sahip olması gereken bilimsellikten uzak bir şekilde, alanında yapılan eski çalışmaların bir derlemesi olarak ortaya çıkıyor. Bunun en iyi kanıtı ise yapılan çalışmaların endüstriyel  sahada ne kadar başarılı olabildiğinde yatıyor. Yüksek Öğretim Kurumu eski başkanı Yusuf Ziya Özcan bir demecinde bu durumdan şöyle bahsetmekte:
“Bizde 27 bin makale basılıyor. Bunlardan patent alınan makale sayısı 85 civarında. İsrail’de 4 bin civarında makale basılıyor, 1500′üne patent alınıyor.” (2)
Şayet gerekli önlemler alınmazsa , sadece birkaç bilgisayar programı bilen ve literatürü gazetelerden takip etme olanağına sahip herkes yüksek lisans ve doktora tezi yazma yeterliliğine sahip hale gelebilir.Bu başıbozukluk ayrıca akademik unvanların ulufe gibi dağıtıldığı bir ortamıda beraberinde getirebilir.(3) Bu soruna temel olarak ise üniversitelerimizdeki bir kısım akademisyen adaylarının, yaptıkları işi sadece bir sıçrama tahtası olarak görmeleri ve bilimsel literatüre katkı yapmak yerine koltuk sevdasına düşmeleri gösterilebilir. Ayrıca öğrencilik yıllarında kısmen veya direkt olarak intihale karışmış bazı akademik danışmanların bu suça göz yummaları da bizlere kötü akademinin kendini finanse ettiği gerçeğini tüm çıplaklığıyla gösteriyor.
Sorun daha derinlemesine incelendiğinde, yönetim ve denetim mekanizmalarındaki bozukluklar aslında suçlunun, tek bir kişi veya tarafta aranmaması gerekliğini yüzümüze çarpıyor. Maalesef ülkemizde yayınlanan yüksek lisans ve doktora tezlerinin büyük bir kısmı erişime açık değil ve erişime açılmasındaki tek kıstas tez sahibinin keyfi kararları. Ülkenin saygın eğitim kurumu olarak gösterilen Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde de durum pek farklı değil. ODTÜ’de mevcut tezlerin %64.24 ü erişime kapalı durumda ki bu sayı tabela üniversiteleri olarak adlandırabileceğimiz akademik kadrosu ve öğrenci profili tam oturmamış devlet ve vakıf üniversitelerinde daha da fazla.(4)
Tüm bu anlatılanlar ışığında ülkemiz gibi herşeyin rayında gitmediği ülkelerde, fabrikasyon bilime dur diyecek ezber bozan bilim adamlarına ihtiyaç vardır. Yönetimsel olarak bir çözüm önerisi getirmek  gerekirse sorunun çözümü olarak denetimlerin sıklaştırılması ve daha katı kuralların uygulanarak cezaların ağırlaştırılması bir çıkış kapısı olarak görülebilir ancak Türkiye gibi modernizmi yakalama amacında olması gereken ülkelerin daha uzun vadede düşünmesi ve kişilerin oto-kontrol mekanizmalarını harekete geçirecek eğitim hamlelerinde bulunması gerekir. Belki de bu, bilimin ve getirilerinin önemini kavrayabilmiş bir toplumla daha kolay bir şekilde başarılabilir.
KAYNAKÇA

16 Ocak 2013

Murat Bardakçı - İlim ve yolsuzluk meğerse ters orantılıymış! (HABERTÜRK)

MESELENİN hukukî tarafını, yani suç olup olmaması konusunu bir tarafa bırakalım: Redhack'in YÖK'e yaptığı siber saldırı, bazı üniversitelerin vahim vaziyette olduğunu, bilimin falan artık bir tarafa bırakıldığını ve fakültelerin tamamen bir yolsuzluk mekânı haline geldiğini gösterdi!

Hadisenin yaşanmasından sonra üniversitelerde yöneticilik yapan birkaç dostumla konuştum. Yüksek öğretim kurumlarında bu gibi işlerin artık vak'a-i âdiyeden olduğu konusunda hepsi hemfikirdi. Ama vurguladıkları bir husus vardı: Yolsuzluk iddialarının tamamının doğru olmadığını, üniversite yönetimine yani rektör ve çevresine muhalif olan hocaların senelerden buyana karalama kampanyasına giriştiklerini, karalamanın en kolay yolunun da ihalelerde yolsuzluk yapıldığı iddiasından geçtiğini söylüyorlardı.


Anlayacağınız, Redhack'in ele geçirip yayınladığı yolsuzluk belgelerinin bir kısmı iftiradan ibaretti, gerçekle bir alâkaları yoktu ama geri kalan iddialar maalesef doğru idi!
Bu durum üniversitelerin daha fazlasını söylemeye dilin ve kalemin varmadığı bir hâle düştüğünü göstermesi bakımından utanç verici olmaktan da öte bir vaziyettir!

YOLSUZLUK VE İNTİHAL
İhalelerde, özellikle de tıp fakültelerinin bünyesinde yapılan alımlarda dönen işler, bazı rektörler ile dekanların müteahhit firmalarla ilişkileri, üniversite yöneticiliğinin bu şekilde bir menfaat merkezi hâlini alması, öncelikle tek birşeyi gösteriyor: Bilimsel seviye ile yolsuzluk arasında ters orantı olduğunu, akademik eğitimin kalitesinin yerlerde sürünmeye başlaması ile beraber maddiyat hırsının zirveye çıktığını!


Ama, rezaletler sadece maddî alanda kalsa gene iyi; işin bir de akademik namus ve etik ile alâkalı tarafı da var: Başkasının eserini hiç utanmadan ve sıkılmadan çalıp üzerine kendi ismini koyarak yayınlamak demek olan "intihal" dediğimiz iş de artık haddi aşmış! Bilimsel hırsızlığı ortaya çıkartılan hoca hakkında komisyonlar kuruluyor, yürütme olduğu iddia edilen yayın satır satır inceleniyor, soruşturmayı yapan diğer hocalar unvanlı hırsıza hangi cezaların verilmesi gerektiği konusunda rapor üstüne rapor yazıyorlar ama netice koskoca bir sıfır! Hırsızlığın en aşağı seviyesi olarak mutlaka duyurulması gereken intihal, yapanın yanında kâr kalıyor.


Bunun böyle olduğunu, basında intihal hadiseleri üzerinde en fazla yazmış kişilerden biri olarak gayet yakından biliyorum. Son 15 sene içerisinde yirmiden fazla intihal konusunu gündeme getirdim, üstelik bunların bazıları uluslararası alanda yapılmış ve Türkiye'nin akademik şerefini lekelemiş hırsızlıklardı ama sadece ikisinden netice alabildim. Diğer hırsızlar zamanın YÖK başkanlarının "Bu adam bizdendir" diye kayırmaları ve türlü türlü bürokratik uzatma oyunlarıyla ceza falan almadılar ve akademik basamaklarda utanmazca yükseldiler!


Sonuca ulaştırdığımı söylediğim intihal rezaletleri ise öyle hırsızın üniversiteden kapıdışarı edilmesi ve akademik kapının suratına kapatılması ile falan neticelenmedi; iş yüzsüzlere sadece birkaç ay kademe ilerlemesi cezası verilmesi yahut unvan dağıtan jürinin yeniden toplanması gibisinden basit kararlarla güya halledildi, o kadar!

İSTATİSTİK MERAKI
Bütün bu maddî ve etik yolsuzlukların sebebi, 1990'lardan itibaren akademik alanda istatistikî büyümeye, yani üniversite diplomasına sahip olanların sayısını arttırmaya merak salmamız ve eğitimin kalitesine artık hiçbir şekilde önem vermememizdir. Eninde-sonunda mutlaka diploma alacak olan öğrenci sayısı arttıkça üniversiteler hantallaşmış, hantallaştıkça yolsuzluğun her çeşidi artmış, gelir getiren fakültelerin döner sermayelerinden üniversite yöneticilerine ödeme yapılması âdeti de işin tuzu-biberi olmuştur.


Denetim konusunda üniversitelerde son haftalarda konuşulanlar doğru ise ve hazırlanan yeni YÖK tasarısı ile denetleme kurulları kaldırılırsa, yolsuzluk ve intihal rezaletlerinin daniskasını asıl o zaman göreceğiz!

12 Ocak 2013

Yüzde 90 intihale 'temiz sicil' indirimi (BirGün)

ONUR EREM

RedHack dün de Pamukkale Üniversitesi’ndeki intihal skandalının belgelerini yayınladı. Üniversitenin hazırladığı soruşturma raporuna göre akademisyen Harun Kemal Öztürk’ün bir yayınının yüzde 90’ının intihal olduğu belirlendi. Belgeye göre Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Harun Kemal Öztürk’ün yayını hakkında açılan soruşturmada, yayının yüzde 90’ının 1977 yılında basılan “Kömür ve sıvı yakıt ile çalışan ısıtma tesislerini kullanacaklar için kurs kitabı” adlı yayından çalındı.


YÖK disiplin yönetmeliğine göre bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının, tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek meslekten atılma nedeni. Ancak aynı yönetmelikte “Geçmiş hizmetleri sırasında çalışmaları olumlu olan ve iyi derecede sicil alan öğretim elemanları için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir” maddesi de yer alıyor.

Belgeye göre, soruşturmayı yürütenler Öztürk'ün bu maddeden yararlanmasına karar verdi. Böylece Öztürk'e meslekten çıkarma yerine “görevinden çekilmiş sayma” cezası verildi. Üniversite Rektörü Hüseyin Bağcı da bu kararı imzalayarak 22 Ekim 2012'de YÖK'e gönderdi. Soruşturma şu an YÖK' tarafından inceleniyor. Eğer bu ceza onaylanırsa Öztürk Pamukkale Üniversitesi'nden istifa etmiş gibi muamele görecek ve başka üniversitelerde çalışabilecek.

Konuyla ilgili görüştüğümüz Harun Kemal Öztürk ise yaptığının intihal olamayacağını söyledi. “Kapıcılara açtığımız kursun sonunda dağıttığım bir kitabı bilimsel makale olarak nitelendirmek doğru değil. Profesörlük dosyama koyduğum şeylerin bilimsel yayın olma zorunluluğu yok, televizyon konuşmalarımı da koyabilirim” dedi. Öztürk ayrıca kitabın sonunda kaynakça belirttiğini, ama bunun soruşturmayı yürütenler tarafından kasıtlı olarak dikkate alınmadığını iddia etti. Öztürk, konuyla ilgili şikayeti yapan kişinin de bunu husumet ile yaptığını söyledi. RedHack'in yayınladığı belgelerde, şikayeti yapan Doç. Dr. Nazım Usta'nın yazdıkları da yer alıyor. Buna göre Öztürk, Usta'nın profesörlüğe atanmasına dava açtı ve mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. Üniversite Rektörlüğü bu kararın iptali için dava açsa da talepleri reddedildi. Öztürk bu davanın ardından kasıtlı olarak soruşturma açıldığını, eğer YÖK cezayı onaylarsa dava açacağını ifade etti.

7 Ocak 2013

Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın - MAKALE PAZARI (Medimagazin)

Bilimsel yayın, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de, her türlü akademik unvanın kazanılmasında, üniversiter sistem içerisinde öğretim eleman ve üyelerinin ilerletme ve yükseltmelerinde en önemli ölçüt olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında, dünyadaki üniversitelerin ilmi sınıflaması yapılırken, yine “web of Science” veri tabanı tarafından taranan dergilerde yayımlanan makaleler dikkate alınarak, bağımsız kuruluşlarca sıralama yapılmaktadır.

Öğretim üyelerinin ilmi kaliteleri, uluslararası bilimsel platformda yıllara göre yaptıkları araştırmalara, yayınlara, bu yayınlara yapılan atıflara ve yayınlarının neşredildiği dergilerin impakt değerlerine göre hesaplanan kişisel “H faktörü”ne göre belirlenir. Her ne kadar ülkemizde yardımcı doçent, doçent ve profesör unvanlarının kazanılmasında “H faktörü” çoğunlukla dikkate alınmasa da, gelişmiş ve muasır medeniyet seviyesini yakalamış, uluslararası, şahsiyet sahibi üniversitelerin olmazsa olmaz değerlendirme ölçütü özelliğini taşımaktadır.

Kanaatime göre, akademik unvanların kazanılması bir yana, üniversitelerin akademik idari makamlarına, müdür, dekan ve rektör atamalarında da, başkaca istenen şartlar yanında, “H faktörü” de önemli bir ölçüt olarak dikkate alınmalıdır.

Dünyadaki üniversiteler arasında ilk 500 içerisine girmek yarışında gayret sarf edilirken, üzülerek belirtmeliyim ki, bilim insanlarının dayanılmaz yükselme arzusunu fark eden bazı yerli ve yabancı (uyanık) yayın kuruluşları para ile makale yayınlama politikası geliştirerek bir “pazar” oluşturmuşlardır!

Aslında, tarih boyunca her zaman, her ülkede belli oranlarda olan bu bilimsel yayın ahlak kurallarının ihlali, günümüzde olduğu gibi gelecekte de olacaktır. Zira, 865-922 tarihleri arasında yaşamış olan Ebubekir Razi Eyvanî, konunun hassasiyetine binaen, problemi fark etmiş ve “Bir kantar ilim, bir okka edebe muhtaçtır.” vecizesi ile bu “pazar”a daha o zamandan parmak basarak, konuyu harikulade bir şekilde özetlemiştir.

Bu makale pazarı genellikle, yetersiz eğitim, hızlı yükselme isteği, meşhur olma arzusu (Hollywood sendromu), saygınlık kazanma ihtirası, maddi-manevi kazanç temini ve bazı ruhsal hastalıklara duçar olma gibi sebeplerle, kıdemli-kıdemsiz, genç-yaşlı bazı bilim insanlarını tahrik etmektedir. Bu kişiler ilim ahlakını bir tarafa bırakıp, “Ne kadar para, o kadar yayın” dellallığını kendilerine ilke edinir hale gelmiştir.

Aşırma, çarpıtma, uydurma, çoklu yayın yapma, bölerek neşretme, çıkar gayesi gütme ve yağmalama gibi birçok ilmi makale ahlakını hiçe sayan faktörler bir yana, maalesef birçok ülkede, “etki değeri”(!) çok düşük olan bazı dergilerde büyük ücretler karşılığında, sipariş ile de yayın(!) yapan ve yaptıran şaibeli kuruluşlar cirit atmaktadır.

Her ne kadar TÜBİTAK ve TUBA, bu makale pazarının ve ahlaksızlığının önüne geçmek için çeşitli faaliyetler sürdürüyorsa da, özellikle bilim ahlakına sahip, kişilikli bilim adamlarının, üniversitelerin, YÖK ve ilgili diğer kurum ve kuruluşların bu hususta ileri derecede hassas davranmaları gerekmektedir.

Bilimsel jürilerde görevlendirilen jüri üyeleri “H faktörü” dâhil olmak üzere, ilmi objektif ölçütler eşliğinde çok iyi bir seçime tabi tutulmalıdırlar ve bu bilim adamlarının da, yardımcı doçent, doçent ve profesör adayları hakkında verdikleri kararlarda ileri derecede hassas olmaları, bu “makale pazarı”nın da farkında olarak, ahlaklı bilimin ışığı altında, hakkı teslim etmek adına ince eleyip sık dokumaları şarttır.

Kitab-ı Müstakbel “HİCRAN” dan bir rubâîmizi paylaşalım.

VÂVEYLÂ DÜŞTÜ
Son perde, bir dilbere, gönül mübtelâ düştü.
Ne tâlihmiş benimki, mukaddes belâ düştü.
Tam cevrine alıştım derken, çöktü bir zulmet,
Yıkılası hâneye, yine vâveylâ düştü.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.