NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın

2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

Bilim Akademisinin Sahte Belge ve İmza Üretimi Hakkındaki Açıklaması (2025) lütfen tıklayın

“Sahte Diploma Soruşturması” Hakkında Kamuoyu Bilgilendirmesi - Türkiye Barolar Birliği (2025) lütfen tıklayın

KKTC etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KKTC etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2024

İsmail ARI - Herkes işin içinde (BirGün)

TRT Temsilcisi Karahasan’ın da tutuklandığı Kıbrıs’taki sahte diploma ve yolsuzluk skandalı tartışılmaya devam ediyor. Kıbrıs Milletvekili Talat, “Tutuklananların bazıları adadaki iktidar çevrelerine çok yakın isimler” dedi.

Kuzey Kıbrıs Milletvekili Ongun Talat, “Son yılların en büyük skandalı” olarak nitelendirilen Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi’ndeki (KTSÜ) yolsuzluk ve sahte diploma soruşturmasını BirGün’e değerlendirdi.

Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Milletvekili Talat, TRT Kuzey Kıbrıs Temsilcisi Sefa Karahasan’ın tutuklanmasına dikkat çekerek, “Bu soruşturma Şubat ayından beri gündemde. Rüşvet ve usulsüz harcama iddiaları da var. YÖK’ün Kuzey Kıbrıs muadili Yükseköğretim Planlama, Denetleme ve Akreditasyon Kurumu (YÖDAK) Başkanı ve bir üyesinin de bir bölümün açılmasına izin vermeleri karşılığında rüşvet aldıkları iddia ediliyor. Dolayısıyla bu soruşturmanın birçok boyutu var. Yıllardır da Kuzey Kıbrıs, Türkiye’nin arka bahçesidir ve bu skandalı da bundan bağımsız değerlendirmemek gerekir” dedi.

Kıbrıs için oldukça önemli isimlerin soruşturmada yer aldığını vurgulayan Talat şunları anlattı:

Geçmişte bakanlık yapan Kemal Dürüst veya Mağusa Polis Müdürü sahte diploma soruşturmasında tutuklanmıştı. Bunlar gündeme bomba gibi düşmüştü. Mesele bizim açımızdan üniversitelerin geldiği noktayı da gösteriyor. KKTC’yi yönetenlerin iddiası ‘üniversiteler bizim lokomotif sektörümüzdür’ şeklindeydi. Meclis’te komite oluşturuldu. Komitede veri toplama sıkıntısıyla karşı karşıya kaldık. Kurumların birbirinden haberi yok. Soruşturmanın üniversitenin sahibi Ece Uysal’ın şikâyetiyle başlatıldığı iddia edilse de bu bilgi hiç doğrulanmadı. Bazı tutuklamalar Kuzey Kıbrıs’taki iktidar çevrelerine çok yakın. Sefa Karahan TRT Temsilcisi olsa buradaki faaliyetleri bu TRT kimliğiyle tanınmıyor. Kendisine göre, Türkiye iktidarının çeşitli konularda bağlantı olarak kullandığı bir isim Sefa Bey. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın da koruması tutuklandı bu süreçte. Ucu kime dokunursa dokunsun soruşturma genişletilmeli.

600’DEN FAZLA SAHTE DİPLOMA

Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi, MHP Mersin Milletvekili Levent Uysal’ın eşi Ece Uysal’a ait. Kıbrıs basınında yer alan bilgilere göre, üniversitenin küçük ortağı ve Genel Sekreteri olan, tutuklanarak olarak cezaevine gönderilen Serdal Gündüz’ün, sahte not girişleri yapılarak 600’ü aşkın kişiye sahte diploma verdiğini itiraf etti.

Gazimağusa Polis Müdürü Mahmut Barış Sel, başkent Lefkoşa’da çıkarıldığı mahkemece tutuklanmıştı. Sel’in 18 Ocak 2023 tarihinde KSTÜ’nün öğrenci kayıt sistemine girişi olmasına rağmen 11 Eylül 2021’de kaydolmuş gibi gösterildiği, 1 Şubat 2023 tarihinde 9 ders notunun gelişigüzel sisteme girildiği, tez sunmadığı halde sunmuş gibi gösterilip, 19 Haziran 2023’de işletme yüksek lisanstan mezun edildiği belirtildi. Skandal dair Kuzey Kıbrıs Meclisi’nde araştırma komitesi de kuruldu.

Ayrıca soruşturmaya ismi karışanlar şöyle:

• Milletvekili Emrah Yeşilırmak

• Cumhurbaşkanlığı Koruma Birimi’nde görevli polis mensubu

• Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bakanlık Müdürü Meray Dürüst

• Eski Milli Eğitim Bakanı Kemal Dürüst

• Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı (GKK) mensubu Yarbay Özgür Alp,

•YÖK’ün Kuzey Kıbrıs muadili Yükseköğretim Planlama, Denetleme ve Akreditasyon Kurumu (YÖDAK) Başkanı Prof. Dr. Turgay Avcı ve eski yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Hasgüler

• YÖDAK Genel Sekreteri Derviş Refiker

VERİLEN DİPLOMA TÜRKİYE’DE DE GEÇERLİ

Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi 2016 yılında kuruldu. Diş Hekimliği, Tıp, Sosyal ve Beşeri Bilimler, Sağlık Bilimleri, Eczacılık ve Veteriner Fakültesi’yle eğitim veren üniversite bünyesinde iki ayrı yüksekokul bulunuyor. 2017 yılında da üniversite Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından akredite edilerek denklik aldı. Yani bu üniversitede mezun olanların diplomaları Türkiye’de de kabul görüyor, hekimlik yapabiliyorlar.

6 Mayıs 2024

Hüseyin EKMEKÇİ - Skandal tüm bir sistemi tehdit ediyor (HaberKIBRIS)

GÜZELYURT SAĞLIK VE TOPLUM BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ’NDEKİ SKANDAL TÜM BİR SİSTEMİ TEHDİT EDİYOR. SAHTE DİPLOMA İLE BÜROKRASİ VE SİYASETİ YÖNETMEK İSTEDİLER. VEKİL VAR, GAZETECİ VAR, BÜROKRAT VAR, AMİR VAR, MEMUR VAR, POLİS VAR, ASKER VAR... BU NE CÜRET?

EĞİTİM BAKANLIĞI DA… YÖDAK DA BÜTÜNÜ DÜŞÜNMEK ZORUNDADIR. OKUL YÖNETİMİ SAHTE DİPLOMA VE SONSUZ BİR PARAYLA SİYASETE YÖN VERMEYE ÇALIŞTI. YETER… KAPATIN GİTSİN…

Gerçekten bıktık. Güzelyurt Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi içerisinde kurulan çarpık düzenek artık ülke üniversite sektörünü tehdit eder bir noktaya geldi. Buna kimsenin hakkı yok. Gelinen aşamada YÖDAK radikal bir adım atmak zorundadır

Bu adım bellidir. Yargı süreci bitene kadar ilgili üniversitenin tüm faaliyetleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde askıya alınmak mecburiyetindedir. Aksi taktirde sadece bu üniversite değil ülke yüksek öğrenim sektörü ciddi bir tehdit altındadır

Üniversite sahiplerinin Türkiye iktidarına yakın Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili olması bizim sorunumuz değildir. Bu ülke 100 bin öğrenci, onlarca yurt, taşımacılık sektörü ve üniversite etrafında oluşturulan her türlü hizmet sektörüne kolayca ulaşmadı

Kimse kusura bakmasın. Siz Güzelyurt’ta, üniversite sahibi olacaksınız, her türlü fakülte iznini çok rahat alacaksınız. Kötü bir yönetim oluşturacaksınız, üniversite mali olarak soyulacak, sahte diplomalar havada uçuşacak ama hayat hiçbir şey olmamış gibi devam edecek

Oldu canım. Başka ne istersiniz? İlgili üniversite sahipleri gelinen aşamada bir bedel ödemek zorundadır. Kimse kusura bakmasın. Hiç kimse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ekonomik ve siyasi otoritesinin üzerinde değildir. İster MHP milletvekili olsun, ister AK Parti, ister CHP

Bu ülkenin 100 bin öğrenci hedefi tarihsel bir misyonun devamıdır. KKTC’de üniversite izni alacaksınız ama hiçbir sorumluluğununuz olmayacak. Bunun bir bedeli vardır. Üniversite izni almak kadar buna layık faaliyetler göstermekte son derece önemlidir

Güzelyurt Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi bu maçı kaybetti. Üniversite yönetimi, sahipleri tarafından yanlış seçildi. Yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Başlarına giydiler. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti daha fazla zarar görmeden bu saçmalığa bir son verilmesi gerekir

100 bin öğrenci hedefi, AK Parti Hükümeti’nin değil çok daha öncesinde Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hükumetlerinin hayal ettiği bir pozisyondu. İş bu noktaya varmışken, hiç kimsenin bu büyük hedefi tarumar etmesine izin veremeyiz

İlgili üniversitenin isim değiştirerek yoluna devam etmesi de bu noktadan itibaren mümkün değildir. Bu ülke yasalarla ve tüzüklerle yönetilir. Nişantaşı Üniversitesi ismi ortalıkta dolaşıp duruyor. Ülke yasalarını dolaşarak, yeni bir isimle yola devam edilmesi mümkün değildir

Bu ülke bizim. Yasalar ve tüzüklerle belli bir kural içerisinde ülke yönetmek hükümetin boynunun borcudur. YÖDAK devletten büyük değildir. Siyasi baskılara boyun eğmez. Gereğini yapar. Bu saçma oyuna bir son vermek gerekmektedir. Bu ülkeyi seven bir gazeteci olarak talebim nettir

Üniversite vakit kaybetmeden kapatılmalıdır. Öğrencileri ülkemizde faaliyet gösteren diğer üniversitelere kayıt yapabilecek şekilde güvence altına alınmalıdır. Artık yeter. Bu kadar saçmalığı kaldıracak ne ekonomik ne de siyasi gücümüz vardır. YÖDAK derhal gereğini yapmalıdır

Son tutuklanan şahıs siyasetin yıllardır koruduğu ve kolladığı, semirttiği gazetecidir. Milletvekili var, bürokrat var, memur var, asker var, polis var, bakan sekreteri var, gazeteci var. KKTC vatandaşı var, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı var… Bu utanç yeterlidir

Hiç vakit kaybetmeden, KKTC devleti gereğini yapmak zorundadır. Kötü bir yönetime emanet edilen, kaynakları sömürülen, sahte diploma üzerinden siyaset ve bürokrasiye yön vermeyi murad eden bu yapı bedel ödemek zorundadır. Güzelyurt Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi derhal kapatılmalıdır

YÖDAK güç göstererek gereğini yapmak zorundadır. Bu irade geriye kalan tüm üniversitelerimizi kurtaracak, bu ülkede işini tam yapmayan herkese gözdağı verecektir. Sadece Güzelyurt’taki üniversite değil, diğer üniversiteler de gerekli dersi çıkaracaktır


Cenk MUTLUYAKALI - TRT temsilcisi Sefa Karahasan tutuklandı: Kuzey Kıbrıs ‘sahte diploma’ batağında (DİKEN)

‘Üniversiteler ülkesi‘ olarak tanıtılan Kuzey Kıbrıs ‘sahte diploma’ batağında. Şu ana dek tek bir üniversitede sürdürülen ve üst düzey isimlerin de tutuklandığı soruşturma başka üniversitelere de yayılabilir.

İstese tek günde alırmış!

Güzelyurt’ta bulunan Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi’nde (KSTÜ) ortaya çıkan sahte diploma skandalında mahkemeye çıkarılan son isim TRT Kıbrıs Temsilcisi Sefa Karahasan. Dün gözaltına alınan Karahasan bu sabah tutuklandı.

Mali polis, ‘sahte belge düzenlenme‘ suçlamasıyla tutuklanan Karahasan’ın, “İstesem tek günde de diploma alırdım” yönünde gönüllü ifade verdiğini belirtti.

Mali polisin Güzelyurt Kaza Mahkemesi’ndeki ifadesine göre Karahasan, diplomasına yönelik düzenlemeleri, hükümsüz tutuklu olarak cezaevinde bulunan KSTÜ’nün küçük ortağı ve genel sekreteri Serdal Gündüz’le birlikte yaptığını söyledi. Mahkeme, zanlı aleyhindeki soruşturmanın sürdürülmesi için üç gün tutukluluk emri verdi.

Karahasan, eski cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay’a yakınlığıyla biliniyor.

Üst düzey tutuklamalar

Soruşturmanın merkezindeki KTSÜ, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Mersin Milletvekili Levent Uysal’a ait. Uysal, soruşturmanın kurumun başvurusu üzerine başladığını öne sürmüştü.

Para karşılığı lisans, yüksek lisans ve doktora alınması’ şüphesiyle başlatılan soruşturma, ‘insan kaçakçılığı‘ şüphesiyle genişletildi.

Bugüne kadar eski eğitim bakanından cumhurbaşkanı koruma polisine, Yükseköğretim Planlama, Denetleme ve Akreditasyon Kurumu (YÖDAK) başkanı ve üyelerinden bir yarbay ve polis müdürüne, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müdüründen Kooperatif Şirketler mukayyidine kadar onlarca isim tutuklandı.

14 günde dört yıllık diploma!

Birçok kişinin derse dahi girmeden lisans ya da yüksek lisans diplomaası, hatta doktora aldığı ortaya çıktı. Bir hostesin 14 günde, dört yıl eğitim almış gibi üniversite diploması aldığı, özel kalem müdürü bir başka şüphelinin ise kayıt yaptırdığı gün okuldan mezun olduğu, dört yılda alınması gereken 61 dersi de birkaç dakikada tamamladığı bugüne kadar ortaya saçılan bilgiler arasında.

Halen cezaevinde bulunan KSTÜ’nün küçük ortağı ve genel sekreteri Serdal Gündüz’ün 600’ü aşkın kişiye sahte diploma verdiğiniitiraf ettiği de Kıbrıs Türk medyasına yansıdı.

KIBRIS gazetesine göre 600’ü aşkın diploma polis ve askeri personelin yanısıra birçok devlet memuru ve çeşitli meslek gruplarından kişilere usulsüzce dağıtıldı.

23 aktif, 12 ön izinli üniversite

Kıbrıs’ın kuzeyinde bugüne kadar 36 üniversiteye izin verildi, 23 üniversite aktif olarak eğitim verirken, 12 ön izinli yükseköğrenim kurumu da sırasını bekliyor.

Son dönemde üniversite enflasyonu kadar ‘öğrenci izni’yle adaya gelen kontrolsüz nüfus ve yabancılar da gündemden düşmüyor.

Üniversiteleri denetleyen başkan da tutuklandı!

Tutuklular arasındaki Prof. Dr. Turgay Avcı Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) Kuzey Kıbrıs muadili YÖDAK’ın başkanlığını yürütüyordu. Eski yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Hasgüler de tutuklu. Avcı’nın üniversitenin tıp fakültesi açma sürecinde 10 bin dolar, Hasgüler’in ise 4 bin dolar rüşvet aldığı öne sürülmüştü. Her iki isim de söz konusu suçlamayı reddetti.

Avcı soruşturma üzerine istifasını verdi.

Kimler tutuklandı?

Bugüne kadar tutuklanan isimler şöyle:

  • Serdal Gündüz, KSTÜ’nun küçük ortağı ve genel sekreteri
  • Kemal Dürüst, eski bakan, üniversitenin mütevelli heyeti başkan vekili
  • Çelebi Ilık, Kooperatif Şirketler mukayyidi
  • Mahmut Barış Sel, Mağusa polis müdürü
  • Meray Dürüst, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müdürü 
  • Doç. Dr. Serdal Işıktaş, rektör yardımcısı
  • Amir Shakerifard, Uluslararası Ofis direktörü
  • Şerif Avcil, polis müfettiş muavini
  • Özgür Alp, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nda yarbay
  • Prof. Dr. Turgay Avcı, YÖDAK başkanı
  • Prof. Dr. Mehmet Hasgüler, YÖDAK başkan yardımcısı
  • Derviş Refiker, YÖDAK genel sekreteri
  • Bengü Gazitepe, eski Türk Hava Yolları (THY) çalışanı
  • Muhittin Özsağlam, Çalışma ve Güvenlik Bakanlığı’nın eski özel kalem müdürü
  • Remziye Seven, içişleri bakanı sekreteri
  • Sefa Karahasan, TRT Lefkoşa temsilcisi, KSTÜ’nün mütevelli heyeti üyesi

Örtbas çabası mı?

Soruşturmalar sürerken KKTC Başbakanı Ünal Üstel’in başsavcıyla özel bir görüşme yapması da ülkede gündem olmuştu.

Tepkiler üzerine başbakanlık, ‘rutin bir görüşme yapıldığını, Üstel’in üst düzey devlet yetkilileriyle bu tür görüşmeleri düzenli olarak yürüttüğünü’ açıklamıştı.

Üstel’e yakınlığıyla bilinen bazı kişilerin sahte diploma sürecinde etkin rolü olduğu Kıbrıs Türk medyasında çok konuşuldu, ancak bu yönde herhangi bir resmi açıklama ya da tutuklama yapılmadı.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, sahte diploma alan ancak kullanmayan kişilerin affedilmesini sağlayacak bir ‘pişmanlık düzenlemesi‘ önerdi. Tatar’ın önerisi, suça karışmış kişileri aklama formülü olarak değerlendiren hukuk çevrelerince tepki ve eleştiriyle karşılandı.

2011’den sonra ‘patlama’

Kıbrıs’ın kuzeyinde ilk üniversite 1979’da ‘Yüksek Teknoloji Enstitüsü‘ adıyla kuruldu. Şimdiki adı Doğu Akdeniz Üniversitesi.

Resmi rakamlara göre 1979’dan 2011’e kadar Kıbrıs’ın kuzeyindeki toplam üniversite sayısı altıydı.

1997’ye kadar Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ), Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ), Lefke Avrupa Üniversitesi (LAÜ) ve Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ) olmak üzere sadece dört üniversiteye izin verildi.

2003’te Türkiye ile KKTC arasında imzalanan anlaşma kapsamında ODTÜ Kalkanlı’da kampüs açtı.

2011’e kadar başka üniversite açılmasına izin verilmedi, ancak bu yıldan sonra tam bir patlama yaşandı ve sekiz yılda 28 üniversiteye ön izin verildi.

Üniversitelerden üçü Türkiye ile imzalanan protokoller sonrasında, 10’u Türkiye’den girişimcilerce kuruldu.

199 ülkeden 79 bin 801 öğrenci

YÖDAK verilerine göre Kuzey Kıbrıs’ta 199 farklı ülkeden 79 bin 801 öğrenci eğitim görüyor.

Bu öğrencilerden 7 bin 887’si KKTC, 39 bin 916’sı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, 31 bin 998 öğrenci ise diğer ülkelerden.

6 bin 733 öğrenci kayıtlarda ‘pasif öğrenci’ olarak geçiyor.

29 Mart 2024

Gözde BEDELOĞLU - Kıbrıs'taki sahte diploma soruşturması durduruldu mu? (BirGün)

Yaklaşık iki aydır Kıbrıs'ın kuzeyi 'sahte diploma ve yolsuzluk' skandalıyla çalkalanıyor. 
MHP Mersin Milletvekili Levent Uysal'ın eşi Ece Uysal'ın kurduğu Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi'nde (KSTBÜ) yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanıp serbest bırakılan üniversitenin Genel Sekreteri Serdal Gündüz'ün ifadesine göre, sahte not girişleri yapılarak 600'ü aşkın kişiye sahte diploma verilmiş. 
Kademe ve maaş artışı için yüksek lisans diploması alanların arasında polis, asker ve devlet memurlarının adı geçiyor. Ayrıca KKTC Meclisi'ndeki bazı milletvekillerinin diplomalarının da şaibeli olduğu söyleniyor. Soruşturmaya ismi karışanlar arasında Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın yakın koruması polis Şerif Avcil, okulun mütevelli heyeti başkan yardımcısı ve eski bakan Kemal Dürüst, eski bakanlık müdürü Meray Dürüst, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı mensubu Yarbay Özgür Alp, Ulusal Birlik Partisi (UBP) vekili Emrah Yeşilırmak, TRT Kuzey Kıbrıs temsilcisi Sefa Karahasan, Polis Müdürü Barış Sel, Yükseköğretim Planlama, Denetleme ve Akreditasyon Kurumu (YÖDAK) Başkanı Prof. Dr.Turgay Avcı, YÖDAK Genel Sekreteri Derviş Refiker ve YÖDAK eski üyesi Prof. Dr. Mehmet Hasgüler var. Polisin elinde yüzlerce kişilik bir liste olduğu konuşuluyor. 

∗∗∗

Sahte diploma, Kıbrıs ve Türkiye'de ilk kez gündeme gelen bir konu değil. Birgün'ün Serhat Boztaş imzalı 24 Eylül 2010 tarihli haberinde, TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu'nun sözleriyle “sahte diploma ve denklik belgeleriyle mimarlık yetkisi kullanan organize bir sahtekarlıkla karşı karşıya olunduğu” aktarılmıştı. Muhcu, sahte diplomalar ile odaya kayıt yaptıran şahısların ortak özelliğinin ellerindeki diplomaların KKTC'deki üniversitelere ait olduğunu söylemiş ve durum ortaya çıkana kadar mimarlık hizmeti sunup mimari projelerin altına imza attıklarına dikkat çekmişti. 

Türkiye, bu ciddi soruna rağmen Kıbrıs'ın kuzeyinde ard arda üniversite açılmasını teşvik etmiş ve KKTC hükümetlerinden yatırımcılara arazi tahsisi ve vergi indirimleri gibi imtiyazlar sağlanması istenmişti. 2016 yılında MHP'li Levent Uysal'ın eşi Ece Uysal tarafından kurulan KSTBÜ'ye 2017'de YÖK tarafından denklik verildi. KTSBÜ mezunlarının diplomaları Türkiye'de kabul görüyor ve tıp fakültesi mezunları hekimlik yapabiliyor.

∗∗∗

T.C hükümeti olayın aciliyetini tesbit etmiş ve KKTC hükümeti de sahte diploma skandalıyla ilgili çözümü 'ana vatanın' desteğinde görmüş olacak ki YÖK heyeti YÖDAK ile birlikte teknik çalışmalar yapmak üzere Kıbrıs'a gitti. Küçücük adaya neden bu kadar çok üniversite açıldığı ya da yıllardır süren sahte diploma sorununa neden ilgi gösterilmediği tartışmalarına hiç girmeye gerek duymadan, eski Başbakan ve UBP milletvekili Faiz Sucuoğlu, adada çok fazla denetimsiz üniversite izni verildiğini, bazılarının tabela üniversitesi şeklinde kaldığını, bir nevi olaya ticari açıdan bakıldığını söyledi ve ekledi “bu diplomaları terfi için kullanalar ayrı ama bir de hiç bir yerde kullanılmamış diplomalar için ayrı bir şey yapmak lazım, çünkü iş farklı boyutlara gidecek gibi görünüyor ve bu büyük bir zarar verecektir.” 

Haliyle insan merak ediyor; okullar neden denetimsiz bırakıldı, YÖDAK yetkisiz bir kurum mu yoksa yetkisizleştirilmiş bir kurum mu, sahte diploma alıp kullanmayanlar da suç işlemiş olmuyor mu, işin gideceği farklı boyut ve zarardan kasıt nedir ve bu sadece ticari açıdan bakılan olayda kara paranın izi var mı?

Kıbrıs'taki Avrupa Gazetesi'nin 25 Mart Pazartesi günü yayınladığı haberin başlığında söylendiği gibi yoksa “tutuklamalar buraya kadar mı”? Polisin elinde yüzlerce kişinin adının geçtiği uzun bir liste olduğu söylenirken YÖK'ün devreye girmesiyle konu kapandı mı? KKTC hükümeti operasyonların daha ileriye götürülmemesi için Ankara'yla mı anlaştı?

∗∗∗

Gelin filmi biraz başa saralım. 2022'de, YÖDAK üyesi Prof. Dr. Hasret Balcıoğlu'nun diplomasının sahte olduğu ortaya çıktı. YÖDAK, başkan Turgay Avcı dahil tüm üyelerden ve üniversite rektörlerinden diploma ve transkript belgelerini istedi. Ancak Avcı, Prof. Dr. Mehmet Hasgüler başkanlığında görevlendirilen araştırma heyetine, not dökümünü içeren transkriptini sunmadı. Konu, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın “ben gördüm, diploma gerçek” deyip onaylamasıyla kapandı. Turgay Avcı'nın mühendis olarak çalışabilmesi için meslek odasına kayıt yaptırması zorunluyken herhangi bir kayda rastlanmaması da şüpheleri artırdı. 

Yine Avrupa Gazetesi'nde dün yer alan diğer bir habere göre KKTC üniversitelerinden Türkiye'deki bazı üst düzey yetkililere de hakkı olmayan ünvanlar verildi. Bunlardan biri, Mehmet Hasgüler'in ortaya çıkardığı, Türkiye'nin eski Tokyo büyükelçisi Umut Arık'a ait. Arık, Japonya'da kendisine verilen 'onursal doktora' ile Kıbrıs'taki Lefke Avrupa Üniversitesi'nden önce yardımcı doçentlik ardından doçentlik aldı. Üniversite, YÖDAK'ın doçentliğin iptal edilmesi yönündeki talebini reddetti. Bunun üzerine polise giderek şikayetçi olan ve Arık tarafından tehdit edildiğini iddia eden Hasgüler'in çabası sonuç verdi, Arık'ın doçentliği iptal edildi.

∗∗∗

O halde akla takılan bir diğer soru şu; bu iki örnek ile sahte diploma konusuna ciddiyetle yaklaştığı anlaşılan Prof. Dr. Mehmet Hasgüler nasıl oldu da KSTBÜ'de başlayan soruşturmaya dahil edildi? 

Hasgüler, üniversite bünyesinde açılan tıp fakültesine verilen 'hızlandırılmış' izin için rüşvet almakla suçlanıyor. Suçlamayı reddeden Hasgüler, iznin YÖDAK'tan önce hükümet tarafından verildiğini ve bunun kanıtının da KSTBÜ'de çalışan iki akademisyenin Bakanlar Kurulu tarafından tıp ve eczacılık fakültesi temsilcileri olarak ilan edildiği karar olduğunu belirtiyor. Tutuksuz yargılanan Mehmet Hasgüler adadaki sahte diploma skandalıyla ilgili cevapsız bırakılan sorular olduğunu söylüyor ve ciddi iddialarda bulunuyor. Kıbrıs ve Türkiye dışında hangi ülke vatandaşlarına ve ne kadar diploma satıldı? Hasgüler'e göre skandal KSTBÜ ile sınırlı değil, şu an soruşturmaya dahil edilmeyen başka üniversiteler de var ve bunlar Türkiye'deki bürokratlara, daire başkanlarına doktora verdi. Görevdeyken YÖDAK olarak, YÖK, YÖDAK ve Eğitim Bakanlığı'ndan izinsiz açılan lisans ve yüksek lisan programlarını durdurduklarını söyleyen Hasgüler oralardan kaç kişinin sahte diploma aldığının araştırılması gerektiğini belirtiyor. 

Polisin içinde bu diplomaları alanların sayısı kaç? Kaç tane ordu mensubu, müsteşar, müdür bu yolla  barem yükseltti? İddia edildiği gibi İran ordusuna da diploma satıldı mı? Cevap bekleyen bunun gibi daha pek çok soru varken Türkiye'nin krize el koyması soruşturmada sona gelindiğinin bir işareti mi, göreceğiz.

28 Mart 2024

Ulaş BARIŞ - Sahte diploma skandalı basit bir olay değildir…(KIBRIS POSTASI)

Geçen gün yazdığım köşe yazısı kimi çevrelerde büyük yankı uyandırmış. Orada yazdığım en önemli şey, diploma soruşturmasını sürdüren Polis Genel Müdürü 1.Yardımcısı Ahmet Beşerler’in görev süresinin dolacağı ancak bu sürenin uzatılması için 6 ay önce bir önerge sunulduğu üzerineydi. Yine benim iddiam, bu görev süresinin hükümetin ayak sürümesi sonucu uzatılmadığı şeklindeydi. Sebebini de onun titizliğinden hoşlanmayanlar olması şeklinde vermiştim.

Nitekim uzatılmadı da.

Geçen akşam itibarıyla polisin genel müdürü yardımcıları yaş haddinden emekliye sevk edildi. Beşerler’in yerine soruşturmayı yönetecek olan kişinin de aynen onun gibi titizlikle çalışacağını düşünüyorum. Tabii ki bunu zaman gösterecek.

Ancak bu diploma işinin sadece polis bacağı yok. Tüm sorumluluk polise yüklenemez.

İşin içinde hükümetten tutun da üst düzey bürokrasi, asker, akademisyenler Türkiye hatta İran’a kadar uzanan geniş bir profil ağı var.

Bütün bunları araştırmak sadece polisin değil ayrıca savcılığın da üzerine düşmektedir. Hadi hükümet demeyeyim ama özellikle de meclisteki muhalefetin bu konunun takipçisi olmak boynunun borcudur.

Elbette basın da kamuoyunu aydınlatmak için sorumluluğunu göstermelidir. Tabii yalan yanlış teyitsiz bilgileri yayarak değil.

Fakat tüm bu dediklerimin dışında işin bir de YÖK ayağı vardır.

Bildiğiniz üzere YÖK’ten üst düzey bir heyet, ortaya saçılan skandalın büyümesi üzerine hafta başı adaya geldi. Bu geliş, bizimkilerin daveti üzerine filan olmadı. Bunu da geçen gün yazmıştım ve iddiamın arkasında duruyorum.

İşte bu heyet son 3 gündür çeşitli üst düzey toplantılara katılmış.

Denilen o ki YÖK Başkan Vekili, YÖDAK’ın yeni başkanı, yine YÖK’ten üst düzey bir kişi ve Türkiye Büyükelçisi önemli bir toplantı yapmışlar.

Aldığım duyuma göre Kıbrıslı Türkler adına YÖDAK’ın yeni başkanı değil, elçi konuşmuş. Normaldir, yeni başkan daha ‘toydur’ diye böyle olmuştur herhalde demek isterdim ama bu hep olan bir şey zaten.

Buna takılmadan toplantıda ele alınanlara bakacak olursak, KKTC’de bulunan toplam 22 üniversiteden 17 tanesi YÖK’e akredite. Diğer 5 tanesi ise değil.

Ortaya atılan fikirlerden bir tanesi bu 5 üniversiteyi ve diğer 17 üniversitenin akredite edilmemiş tüm bölümlerini YÖK’e akredite etmek şeklinde olmuş.

Böylece YÖK’ün sistemine kayıtlı olacak bu kurumların vereceği tüm diplomalar kontrol altına alınabilecekmiş. Yani sistem içinde bir KKTC alanı yaratılacakmış, bunun için serverde bir yer kiralanacakmış.

“Mış” diyerek konuşuyorum çünkü bu konuda henüz resmi bir açıklama yok.

Ama bu iki kurum arasındaki ilişkilerin geçmişine bakarsak kimi imza edilen protokollere pek uyumladığını açıkça görebiliyoruz.

Mesela 25 Haziran 2014 tarihli gazetelere bakarsak şöyle bir haber görürüz: “YÖK, Kıbrıs’taki üniversiteleri de denetleyecek.”

O zaman şu an geldiğimiz duruma bakarsak ya bu denetimler yapılmadı ya da yapılmaya gerek duyulmadı.

Öte yandan yine YÖDAK’ın, YÖK’ê bağlı özerk bir kurum olan Yükseköğretim Kalite Kurulu (YÖKAK) arasında 30 Temmuz 2021’de imza edilen protokolün amacı üniversitelerin kalitesini daha da ileriye taşımak olarak açıklanmış.

Geldiğimiz durumda para karşılığı 1 günde alındığı iddia edilen diplomalar ve YÖDAK üst düzeyi hakkında da rüşvet iddiaları havada uçuşuyor. İleriye taşınan kalite bu herhalde!

Yine geçtiğimiz Eylül ayında Ankara’da YÖK Başkanının katılımıyla, YÖKAK’ta bir toplantı yapıldı. Orada da gündemin önemli maddelerinden bir tanesi KKTC üniversitelerinin akredite problemleriydi. Toplantı sonrası yapılan açıklamada bunun kısa sürede çözüleceği söylendi ama o konuda herhangi bir gelişme yaşanmadı.

Aynen geçen yıl Ağustos’ta YÖDAK Başkanının, YÖK Başkanına yaptığı ama beylik açıklamalarında öteye gidemeyen Ankara ziyareti gibi…

En son dün, yapılan üst düzey görüşmelerin ardından bizzat YÖK tarafından yapılan açılamada, yine aynı beylik lafları edildi. Ama bizim bu laflara karnımız çoktan toktur...

Yani kısacası, YÖK, KKTC üniversitelerinin ileriye gitmesi için pek fazla bir şey yapmamıştır diyebiliriz.

Hatta bence, KKTC’nin gelişen üniversite sektörünün Türkiye’de son dönemde mantar gibi büyüyen üniversite sektörü için büyük bir rakip olarak görülmektedir.

Bugün YÖK, KKTC üniversitelerini Türkiye’den gelen öğrenciler için ciddi manada burs vermeye zorlamaktadır. Bu burslar yüzde 75’lere kadar varmaktadır!

Bu gerçeği defalarca söylemiş ve yazmış birisi olarak, KKTC’nin yerli öğrencileri, gelinen noktada Türkiye’den gelen öğrencilerden daha fazla okul harcı ödemektedir. Eğer dünyada bunun başka örneği varsa söyleyin de bilelim!

Öte yandan, yeterli gelir elde edemeyen bir üniversite ne yapar? Gider kendine yeni Pazar arar. Sonra ne olur? Fırsatçılar devreye girip insan kaçakçılığı düzeneği kurar! İşte Afrika pazarının geldiği nokta da budur!

Başka ne yapar? Aha böyle sahte diploma verip para kazanarak kötü yola düşer!

Yani kısacası, sahte diploma meselesi öyle sadece bir skandal olarak düşünülmemelidir.

Hele de “aha gene biz yönetemedik” filan gibi zırvalıklara hiç gelmemeliyiz. İlla ki çürük yumurtalar vardır ama konu başkadır.

Çünkü ortada bir ‘yönetememe’ sorunundan çok ‘yönettirmeme’ işi vardır.

Kendi kendini yöneten ve ayakları üzerinde duran bir devlet özgür olur, bağımsız olur.

KKTC gibi AİHM kararlarında dahi alt yönetim olarak sayılan bir devletin böyle bir lükse sahip olamayacağını herkes bilmelidir.

Bilmeyen de eninde sonunda anlayacaktır…

10 Mart 2024

Dr. Umut ÖZKALELİ - SAHTE DİPLOMA HİKAYESİNDE İKİ ADAM (KıbrısTIME)

Ada yarısında sahte diplomadan başka bir şey konuşulmuyor ama aslında sahte diploma ile ilgili gerekli hiçbir şey söylenmiyor.

Ben memleketinden uzak, 12 senedir sürgünde yaşayan “gerçek doktoralı” bir akademisyenim. Sürgünüm çünkü “köklü ve gerçek” denilen üniversitelerimizde sahte diploma ve intihal (fikir hırsızlığı) olduğunu Amerika’dan döndükten sonra tespit ve deşifre ettim.

İntihalciler ve sahteciler tarafından dava edildim. O zaman dava arkadaşım da kabul ettiğim birini avukatım olarak tuttum. Avukatımın ihanetine uğradım ve mahkeme sisteminin “katkıları” ile “usul hukukuna” uygunsuz dava dosyalanmasından dolayı intihal delilleri sunulmadığı için hiç açılmaması gereken bir dava aleyhime açılabildi. İntihalciler ve sahteciler beni “kişisel itibara saldırı” suçlaması ile mahkemeye götürünce üniversiteleri ve YÖDAK “konu mahkemede” diyerek diploma ve yayınlarını incelemedi. Bu size tanıdık geldi mi? Gelmediyse az sonra benzeşme göreceksiniz. Sabredin. Ben bu mücadele sırasında işsiz bırakılıp yurt dışından davalara getirilirken, 7 uzun yıllık mahkeme sürecindeki bütün intihalciler ve diploma sahtecileriüniversitelerdenada yarısında maaş çekti. Beni uçağa binip gelmeye zorladılar, “dava günü kaçırılamaz” dediler ama davayı açanlar hiç bir seferde gelmeyerek davayı erteletebildiler.

Sahtecinin sahteci olduğunu kanıtlamam için başını bile çevirip bakmayan akademisyenler, siyasetçi akademisyenler, temiz toplumcular ve YÖDAK tek bir söze asıldı: “konu mahkemelik, karışamayız”. Yedinci yılda bugün kelepçe ile gördüğünüz Mehmet Hasgüler YÖDAK üyesi olarak konu ile ilgilendi, Japonya ile iletişime geçti ve beni dava eden kişinin ortada bir diploması olmadığını açığa çıkardı. Bunun için polise kendisi suç duyurusunda bulundu.

Sahteciye kelepçe takılmadı. Fotoğrafları boy boy sosyal medyada gezdirilmedi.

Bugün “sahte diplomaların peşini bırakmayacağız” diyen Kudret Özersay’ın partisinden milletvekilliğine aday gösterdiği bir başka şahıs geçtiğimiz dönemlerde YÖDAK üyeliğine getirildi. Bu şahsın lisanssız DAÜ’de doktora yaptığı haberlere yansıdı ancak “istifa” etti denildi ve konu kapandı.

Onun da kelepçeli fotoğrafları boy boy her gazetede lanse edilmedi. Olayın sonu da nasıl geldi bilmeden gündemden düşürüldü. Özersay bu konuda hiçbir açıklama yaptı mı? Sorumluluk aldı mı? Ben açıklama görmedim, yaptıysa iletilmesini isterim. O şahsa ne olduğunu da açıklasa halka bir hizmet daha etmiş olur. Tedavüle sahte diploma sürmesi veya hak ettiğinin üzerinde payeler alması suç teşkil etmiyor mu? Üzerine gidilmeyi hak etmiyor mu?

Aylardır, YÖDAK başkanı, YÖDAK yasalarına uygun üniversite onaylı transkript (ders dökümü-4 yıl boyunca hangi dersleri aldığı) gösterememektedir. Bunu gündemde tutan yine Mehmet Hasgüler’dir. YÖDAK başkanının diploma denkliğini ortaya koyamamasına cevabı ne oldu? Hasgüler’e “dava açtı”. Mahkemelerde hiç olmaması gereken bir dava ile iş sürüncemeye girdi. Bana yapıldığı gibi. İntihal, diploma onaylama meselesi mahkemede “hakaret davası” açılarak üzeri örtülebilecek bir mesele değilken, “konu mahkemede” denilerek göz ardı edildi. Basdiş meselesi ilk patladığı anda da tutuklandı haberi yapılınca Avcı “yasal işlem” başlatacağını söyleyerek  dava tehdidi ile kendi haklılığını kendince yeniden kanıtladı. Dava açmak kişileri haklı pozisyona sokmamalı ama ada yarısında bu durum gelenekselleşmiş.

YÖDAK Başkanına “cila” atan gazeteciler diploma fotoğrafı çektiler ve kesin üsluplarla “diplomayı gördüklerini” tescillediler.

Hasgüler geçtiğimiz günlerde polisin önünde açıklama yaptı. Avcı’nın transkriptinin (not dökümünün) önemini kamuoyu ile paylaştı. Mahkemeye not dökümü sunamayan YÖDAK başkanının açtığı davayı ya da YÖDAK başkanlığınıda sürdürebilmesi artık kamuoyunda sessizlikle karşılanamayacak bir hal aldı.

Derken olay bir anda “basdiş” üzerinden rüşvete dönüverdi. Rüşvet önemlidir ama yetkinlik isteyen, eğitimi ile makam tutması gereken birinin bir okulu bitirip bitirmemesi de daha az önemli değildir. Önemliz olsaydı “sahte diploma” konusu üzerinden Özersay bu kadar gündem yaratmazdı. Basdiş kamuoyu gündemine gelirkenden, tüm kamuoyunun aklına durgunluk verecek şekilde Avcıüniversitesini denetlediği Dürüst’ten basdişi aldığını kabul etti ve sanki kimin ödediği değil hangi hesaptan ödediği önemliymiş gibi yaparak bunu önemsizleştirmeye çalıştı. Ama aslında suçunu kamuyu önünde kabul etti. Ardından Avcı tutuklandı haberi geldi, sonra yalanlandı. Kamuoyundaki tepki hızla artarken beklenen tutuklama geldi.

Tutuklama geldi mi? Gerçekten Avcı'yı tutuklu gördünüz mü? Kelepçeli fotoğraflarına baktınız mı?

Gördüğünüz tek kelepçeli fotoğraf Avcı’nın diploma gösteremediğini aylarca uğraşla inkar edilemez bir kabule taşıyan Hasgüler’inki oldu. “İkisinin”birden tutklandığını dinlediniz ama çoğunlukla yalnızca Hasgüler’in fotosunu gördünüz. Avcı’nın fotosu kelepçeli Hasgüler yanına yerleştirildiğinde de kalantor ceketli resmi konuldu. Bu iki adamın resmedilişi manipülatif bir zihin oyunu.Ya yalnızca bir suçlu ya biri suçlu biri takım elbiseli suçlanmamış yan yana duran iki adam imgesi kafanıza kazındı. “Bir suçlu var” denildi size. Şu an zihninizde yer eden “suçlu” not dökümü gösterememiş, basdişi mideye indirmiş YÖDAK başkanı değildir.Şu an zihninizdeki tek suçlu benim davamdaki sahteciyi açığa çıkarmış ve YÖDAK başkanının not dökümünü veremediğini kamuoyuyla paylaşan Hasgüler’dir. 

Avcı tutukluluk gün sayısına bile itiraz etmemiş. Neden etsin? Hastaneden “kalp krizi” riskini dinlenerek atlatacağını biliyor. Hasta olduğu için acaba sorgulaması da mı ertelenecek? Öyleyse bu “herkese eşit muamele” ilkesini koruyacak mı? Yoksa sistem bize sorgulanacak bir adam verdiği için öfkemizi tatmin etmiş olarak “dokunulmazlarına” dokunmamaya devam mı edecek? Bir yandan sistemde “dokunulmayan”kalmayacak diye bir siyasi alkış koparken öte yandan her zamanki gibi gerçekten korunması gerekenlere yolu uzananlar da korunacak mı?

Hasgüler suç işledi ise suçu sağlıklı, güvenilir, ikna edici şekilde ispatlanırsa ancak ceza çekmeli. Gazetelerin önemli bir kısmı hali hazırda “rüşveti aldı” diye başlık atıyor. Bu malum online yayın grupları sizeşu an sadece şüphe olan birşeyi“kesinleşmişişlenmis suç” olarak aktarıyor. Kesinleşmiş bir karar varmış gibi bir ifade kullanılıyor. Kıbrıslılığı da yetmedi, Hasgüler’e “suçu ispatlanan dek masum” karinesi için bağıran bir kişi bile yok. O da şimdi mahkeme süreci yaşamadan “suçlanan” yabancılar gibi kendi ülkesinde. Çünkü karşısındaki “daha arkalı”. Temiz toplumcular da dahil kimse “hüküm vermeyelim” demiyor. Benim için tanıdık. İspatı kolay olan intihalde “mahkeme kararı yok konuşamayız” demişlerdi, bunda bir kişi bile “suçu ispatlanana dek masumdur” demeye gerek görmüyor. Neden? Geçtiğimiz aylarda itibarlı doktorlarımız için mahkeme sürecini bekleme çağrısı bile yapmadan “masum” ilan edenler çoğunluktaydı.“Zengin dokrolarımız suç işlemez” diye yazılar bile yazılmıstı. Hasgüler zengin degildir, bisiklete biner, “zadegan” değil işçi ailesinden gelir. Acaba o yüzden mi sorumsuzca yazılan yazılarla Hasgüler'i yargılanmadan suçlu ilan edebildiler? Acaba ondan dolayı mı “masumiyet karinesi” hatırlatan kimsecikler yok ortada? Toplumdan bir kesime de sosyal medya üzerinden hakaret ettirdiler. Hem de Avcı’nın pek de ispatlı suçunun imgesi üzerinden yaptılar bunu. Avcı’nın ispatlı itiraflı suçu (basdişi aldım dedi) Hagüler’de vücut buldu ve  ona yansıtılarak Avcı’nın yerine kendisini koyuverdiler. Öfkeler kusuldu, Avcı’nın kamuoyunu rahatsız eden durumu Hasgüler’e yansıtılarak vakumlandı.

Ama ya not dökümünü hali hazırda gösteremeyen ve “basdişleri aldım, tüh Kemal bana neden okul hesabından vermiş” diyerek suçunu itiraf etmiş Avcı? Ona bir gün bile kelepçe takılacak mı? Peki ya aniden hastane yatağından rüşvetten aklanmaya giderse? Diploma denkliğini konuşmaya dönecek miyiz? Ya da aldığını itiraf ettiği basdişleri? Çünküşu anki tutuklama sebebi basdişler değil. Ondan dolayı kendisine dava okunacak mı?Yoksa “haksız yere stres çekmekten” devlet bir de kendisine tazminat mı ödeyecek?

Peki ya not dökümleri? O konuşulmaya devam edecek mi?

Sahteciliği ortaya çıkaran, suçu kanıtlanmamışla, basdişi yediğini itiraf eden ve mahkemeye not dökümünü aylardır sunamayan arasında kelepçelenen kim ona bakın.

Baktınız mı?

Düşün ada yarısı düşün!

24 Şubat 2024

Ulaş BARIŞ - Yüzsüzlük her yerde… (KIBRIS POSTASI)

Eski eğitim bakanı Kemal Dürüst, sahte diploma skandalı kapsamında tutuklandı ve dün mahkemeye çıkartıldı. Mahkemede olguları aktaran polis, Dürüst’ün “Sahte Belge Düzenleme, Sahte Belgeyi Tedavüle Sürme, Sahtekarlıkla Para Temini ve Sahte Belge Düzenlenmesini Tahrik Etme” suçlamalarıyla karşı karşıya olduğunu belirtirken, mahkeme 3 gün tutukluluk kararı verdi.

Mahkemede polisin verdiği bilgilere göre, üniversiteye 6 faklı şirketten 19 adet fatura kesildiği ancak bunun karşılığında üniversiteye hiçbir mal ve hizmet alınmadığının belirlendiğini belirtildi.

Bu faturaların toplamının 926 bin TL olduğunu, 19 faturadan 3’ünün de Kemal Dürüst’ün oğlu ve kızına ait House Hayvancılık Zirai LTD adına kesildiğinin belirlendiğini aktaran polis, bu 3 faturanın toplam değerinin de 165 bin TL olduğunu kaydetti.

Polis ayrıca, 77 bin TL’lik bir fatura olduğunu ve bunun bir alüminyum şirketine kesildiğini, ardından da bu şirketin aynı dönemde Kemal Dürüst’ün hesabına 60 bin TL aktardığını belirlediklerini söyledi.

Kemal Dürüst’ün oğlu ve kızına ait şirketi yönettiğini, evinde ve ofisinde aramalar yapıldığını, birçok belge- evraka el konulduğunu söyleyen polis, Dürüst’ün arabasında yapılan aramada ise teklif formları ve çek yaprakları bulunarak emare olarak alındığını aktardı.

Geçmiş dönemlerde tam 5 kez bakanlık yapan, daha da vahimi giriş cümlesinde belirttiğim gibi 2 dönem eğitim bakanlığı yapan Kemal Dürüst’ün dün yapılan mahkemesinde ortaya konulan bulgular bunlar.

Ülkenin en önemli marka değerlerinden bir tanesi olan üniversitelerin getirildiği durum, ortaya çıkan yıkım, yaşanılan itibar kaybını belki bugün tam olarak hissedemiyoruz.

Ama eminin, eski eğitim bakanının da karıştığı bu skandal, üniversite kurumlarımız için çok büyük tehlikedir ve acısını ilerleyen günlerde daha iyi anlayacağız.

Öte yandan bu ülkenin kurucu partisi olduğuyla sürekli böbürlenen UBP’nin mensubu olan Dürüst’ün siyasi hayatı 7 Ocak 2018 seçimlerinde meclis dışı kalmasıyla bir nevi bitmiş gibi duruyordu.

2022 seçimlerinde geri döneceği söylenen ancak bu gerçekleşmeyen Dürüst hakkındaki iddialar aslında yıllardır konuşuluyordu.

Özellikle son bakanlığı döneminde hakkında ortaya atılan iddialara gündeme gelen Dürüst, siyasi yaşamının ardından Güzelyurt’ta kurulan üniversitenin başında hayatına mutlu mesut devam ediyordu.

Ancak bu mutluluk Kudret Özersay’ın gündeme getirdiği, bir gazeteci gibi patlattığı bomba haberle birlikte bitmiş gibi görülüyor.

Elbette konu mahkemelik, masumiyet karinesi diye bir şey var ama Dürüst’ün konusu aslında şahsi bir meseleden öte ülkede gelinen durumun çarpıcı bir başka göstergesidir. O durum, Kıbrıs adasının kuzeyinde zorla kurdurulan düzenin tamamen çirkefe battığı gerçeğidir.

Hasbelkader içinde yaşadığımız bu düzenin etik değerlerden uzak, yozlaşmış, rüşvet ve yolsuzluğa batmış durumu kuşkusuz ne şimdiki zaman, ne de gelecek için güven vermemektedir. Şüphe yok ki geçmişte de durum aynıydı.

Dün sabah birlikte sunduğumuz programda Canan Onurer’in de vurguladığı gibi bu çirkefi ne hamaset nutukları, ne kahramanlık türküleri ne de dünyanın en büyük bayrağına sahip olmamız örtmektedir.

Bugün milliyetçi duygularını büyük bir hezeyanla Beşparmak dağlarına çizenlerin dini imanı para, daha fazla para, güç ve statükonun devam ettirilmesidir.

Bunun için de her yol mübahtır, her türlü filmi çevirme farzdır.

Uluslararası hukuktan kopuk bir düzenin hukuku, gerekli denetim mekanizmalarından yoksun yapısı eninde sonunda çürümeye mahkumdur. Nitekim devletin en tepelerinde görev yapmış kişilerin bu pervasızlığı, hukuktaki bu çürümenin varlığını bilmeleri ve buna güvenmeleridir.

Bir demokrasinin en temel prensibi güçler ayrılığı ilkesidir. Bu bilindiği üzere yürütme, yasama ve yargı olarak tanımlanır.

Bir ülkede yasama ve yürütme bu kadar yozlaşmışken, hukuk dışına taşmışken, o ülkenin yargısının bundan etkilenmeyeceğini düşünmek tam bir saflıktır. Nitekim romantik sol çevrelerin pek bir sevdiği ‘yargı son kalemizdir’ söylemi bu çerçevede saflıktan öteye gidemez.

Dediklerim elbette adaleti kendine yol edinmiş yargı mensupları için geçerli değildir, onları tenzih ederim.

Çünkü siyasi çürüme denilen şey esasen genel bir çürümeye emaredir ve bunun en önemli sebebi toplumun buna çanak tutmasıdır.

Kusura bakılmasın ama Dürüst gibiler bakanken ondan “kıyak” isteyen insan sayısı eminim ciddi miktarlardadır. Kendine kıyak istemek demek, kısacası yasa dışı bir şey istemek demektir. Bu kıyağı isteyenler, karşılığında gidip oy vermekte, diyetini ödemektedir.

Hal böyle olunca, toplumu böyle olan siyasetçi, işleri kendine yontma noktasında bir sakınca görmemektedir. Yani ortada karşılıklı bir çıkar ilişkisi vardır ve bunun gibi ortaya saçılmayan rezillikler gizli kaldığı sürece kazan-kazan pozisyonu oluşur. Yani “gör beni, göreyim seni.”

Dolayısıyla yaşananlara şaşırmıyorum. Bunlar içinde yaşadığımız sahte düzenin doğallığındaki gelişmelerdir. Maalesef toplum buna geçit vermektedir.

Rezillikler ve sahtelikler artık kötülüğün sıradanlaştığı bir yere varmıştır.

Vasatlık, fırsatçılık, adam kayırmacılık ve en önemlisi yüzsüzlük her yerdedir.

Bu düzen yıkılmadan, uluslararası hukuka geri dönmeden hiçbir şey olmayacaktır.

Bunu son yaşanılan rezilliklerden sonra daha da iyi anlıyoruz…

6 Eylül 2018

REYHAN OKSAY: Akademi dünyasında deprem: Sahte bilim dergileri Parayı veren makalesini bastırıyor! (HBT)


2013 yılından bu yana dünyada 400 binden fazla– yalnızca Almanya’da 5.000-bilim insanının makalesi uyduruk "bilim”dergilerinde yayımlandı.. Türkiye’den akademisyenler arasında da bu uyduruk dergilerde sözde bilimsel makale bastıranlar var.. 
Dünyadaki off-shore vergi cennetlerini ve yasa dışı yatırım faaliyetlerini ortaya çıkartan Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (International Consortium of Investigative Journalists-ICIJ), şimdi gözünü sahte bilim üreten PREDATÖR adı konan dergilere dikti. Konsorsiyum, sahte-bilim yayıncılığı yapan belli başlı 5 dergide basılan 175.000 bilimsel makaleyi inceledi.
Sonuç: ICIJ, 2013 yılından bu yana dünyada 400 binden fazla - yalnızca Almanya’da 5.000- bilim insanının makalesinin bu dergilerde yayımlandığı keşfetti.
Bu araştırmayı yürütürken dünyanın dört bir yanındaki 18 haber ajansı ile işbirliği yapan ICIJ’ın elde ettiği sonuçlar, Alman gazetesi Süddeutsche Zeitung’da yayımlandı.

Bilim insanları nasıl tuzağa düşürülüyor?  
Predatör (yırtıcı-Bknz Kutu-1) dergileri çıkartan girişimciler, bilim insanlarına tek tek e-mail yolu ile ulaşıyorlar. Makalelerinin basılması karşılığında çok yüksek ücretler talep ediyorlar. 
Uluslararası peer-review* standartlarını (hakem heyetince incelenmesi) göz ardı eden dergiler, makaleleri birkaç gün içinde basıyorlar.
Olabildiğince fazla sayıda makaleyi, olabildiğince kısa süre içinde yayımlama ve makale sayısını hıza arttırma baskısı altındaki bilim insanları, hedeflerindeki pozisyona hızla ulaşmak için bu yola başvurmaktan çekinmiyor. Hatta tercih ediyor. Kaldı ki bu dergilerde ilaç ve sigara sanayilerinde, çevre koruma örgütlerinde çalışan üst düzey yöneticilerin de makalelerinin yayımlandığı görülüyor. ICIJ’ın raporlarında yer alan bazı ifadeler şöyle:
“Uzmanların veya profesyonel editörlerin görüşlerini almak gibi bir sürece de gerek görmeyen bu dergiler, şirketlerden makalelerini basmak için yüksek ücretler talep ediyorlar. İlaç şirketi CEO’larının ve iklim değişikliğinin insan eliyle tetiklendiği iddiasını kabul etmeyen siyasilerin makalelerini en ufak bir etik kaygı gütmeden kabul ediyorlar.”                                                                                                                                       
Yanda gördüğünüz bu ilan, bu yılın başlarında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi kampus  kapısının hemen dışında bir ağaca iliştirilmiş. Profesyonel intihalci ve başkası hesabına tez yazıcılar, üstelik intihal raporlu (yani bunları yakalayan yazılımları atlatabilen demek istiyorlar) tez vs satışı ile ilgili. Bir üniversitede (Ege) müşteri ararken başka bir üniversitenin (Bilkent) adını da kullanıyorlar. Bu ÇOK yaygın bir uygulama. Prof Dr. Ali Alpar üniversite kampusları içinde, ya da üniversiteye ait e-posta listeleri üzerinden ilan ve satış yapılırsa, aslında üniversitelerin buna el koymaları gerektiğine dikkat çekiyor. Ve öte yandan kamusal alanda bu tür hırsızlık ve sahtekârlık gibi yasalarca suç sayılan işler için ilan verilmesi suçtur ve savcıların harekete geçmesi beklenir. 

Kaynağı belli olmayan çalışmalar
ICIJ’la birlikte hareket eden Fransız gazetesi Le Monde’da yayımlanan bir habere göre bu dergilerdeki makalelerin bazılarının kaynağı bile belli değil. Bir keresinde Journal of Integrative Oncology isimli dergide yayımlanan bir makalede, propolis olarak bilinen ve arıların kovanı birarada tutmak için ürettiği bir salgının, rectum kanserinin tedavisinde kemoterapiden bile etkili olduğu belirtilmiş. 
Bu çalışmanın sahte olduğu ve araştırmacıların varolamayan bir araştırma merkezinde çalıştıkları, Le Monde muhabirleri tarafından sonradan tespit edildi. Muhabirler dergiyi bu makale ile ilgili soru yağmuruna tutunca, makale internetten silindi. Ancak arşivlerde makalenin izini sürmek mümkün. 
Le Monde’un sorguladığı derginin adı OMICS. India Express isimli Hint gazetesine göre bu sahte bilim platformu şu anda ABD Federal Ticaret Komisyonu tarafından soruşturuluyor. Aynı gazete, Hindistan’da bu tür “çakma” dergi sayısının en az 300’ü bulduğunu ileri sürüyor. Bunlar makale başına yazarından 30 dolar ile 1.800 dolar arası ücret talep ediyorlar. OMICS, Haydarabad kentinde faaliyette bulunuyor. 
Soruşturma sonucunda derginin tek bir odada, tek bir görevli tarafından, tek bir bilgisayarda azırlandığı tespit edildi. Yayınlar yalnızca internet üzerinden yapılıyor ve yayınlanmadan önce en ufak bir editoryal incelemeye tabi tutulmuyorlar. 
İnternette yayın yapan bu dergiler yeni değil. 2013’ten bu yana üniversiteler ve araştırma enstitüleri bunlara karşı sürekli uyarılmaktalar. Kaldı ki bu dergilerde yazılarını yayımlayan bilim insanlarının sayısı da sürekli artıyor. Şu anda dünyada en çok adı duyulan sahte bilim platformlarının başında OMICS, IOSR Journal ve Science domain geliyor.

“Bilim için bir felaket”
Almanya’da bu konuda yürütülen araştırmanın sonuçları gerçekten korkutucu. Kamu finansmanından yararlanan binlerce Alman bilim insanı, çalışmalarını bu sahte dergilerde en ufak bir uzman görüşüne başvurulmadan yayımlamış bulunuyor. Bir uzmana göre bu durum “bilim için bir felaket”. Gündeme yeni düşen bir medya raporuna göre Alman üniversitelerinden ve diğer yükseköğretim kurumlarında çalışan yaklaşık 5.000 bilim insanı çalışmalarını bu dergilerde yayımlamış. 
Sahte bilim dergilerini çıkartan yayımcılar kendilerine gönderilen makaleleri ellerine ulaştıktan birkaç gün içinde yayımlayabiliyorlar.
Alman gazetelerinde çıkan bir habere göre Bayer gibi dev bir ilaç şirketinin gönderdiği makaleler bile bu tür dergilerde yayımlamış. Üstelik yazarları da şirketin üst düzey görevlileri.
Tütün şirketleri de sigaranın sağlık üzerindeki etkileri konusunda bu dergileri kullanmayı tercih etmiş. Tabi ki amaç sigaranın iddia edildiği kadar zararlı olmadığını bilimsel! olarak kanıtlayan yanıltıcı araştırmaları olabildiğince yaymak.

Rektörü bile tuzağa düşürmüşler
Süddeutsche Zeitung, bu dergilerde çalışmaları yayımlanmış önde gelen Alman bilim insanlarının, gerçeği öğrendiklerinde ne büyük bir şok yaşadıklarına dikkat çekiyor. Bremen Üniversitesi rektörü Bernd Scholz-Reiter’in 13 makalesinin bu çakma dergilerde yayımlanmış olması, sahtekârlığın boyutlarını net olarak gözler önüne seriyor. Rektörün gazeteye verdiği demeç de ilginç: “Bu yayınların ciddiyetinden en ufak bir kuşku duymadım. Kaldı ki makalelerim oralarda basılmış olsa bile kalitesinden ve bilimselliğinden bir şey kaybetmiş değil.” 
Gazete, ayrıca, konuyla ilgili haberinde Nobel Ödülü’ne layık görülmüş saygın bir bilim insanının da bu dergilerde yazısının yayımlanmış olduğuna işaret ediyor. Fakat bu kişinin adı gizli tutuluyor. 
Heidelberg Üniversitesi’nden psikolog Joachim Funke, dergi sahiplerinin göz göre göre başvurduğu bu sahtekârlığı şiddetle eleştiriyor ve şu değerlendirmede bulunuyor: “Bu gelişmeler bilime çok büyük zarar veriyor. Zira dünya kamuoyunun bilime güveni erozyona uğruyor; neyin hakiki, neyin sahte olduğu konusunda çok büyük bir kafa karışıklığı yaşanıyor.”
 

Türkiye’nin çakma dergi konusundaki büyük başarısı: WASET
The Guardian gazetesinde 10 Ağustos tarihinde Predatör Yayımcılar: Sahte bilim üreten dergiler başlığı altında yer alan bir haberde, dünyada belli başlı 5 predatör dergide 175.000 bilimsel makalenin yayımlandığı belirtiliyor. Yalnızca İngiliz üniversitelerinde son 5 yıl içinde 5.000’den fazla bilim insanı makalelerini OMICS ve WASET üzerinden yayımlamış.
Gazete, kısa adı WASET olan Turkish World Academy of Science, Engineering and Technology isimli çakma- uyduruk bilim platformunun dergilerinde yayımlanan makalelerin geleneksel “kontrol ve denge” mekanizmalarına tabi tutulmadığını yazıyor; tam tersi kendilerine ulaştırılan her şeyi, bedelinin ödenmiş olması kaydıyla, yayımlıyorlar. 
Alman gazeteci Eckert ve ekibi geçen yıl bir Türk ailesi tarafından yönetilen uyduruk bilim kurumunun yaklaşık 4 milyon dolar kâr ettiğini tahmin ediyor. Bu kurumun adı WASET. Eckert’in soruşturmasında ana hedeflerden biri olan WASET, ilk bakışta yasal bir örgüt görüntüsünde. Web sitesinde dünyanın dört bir yanında binlerce konferans ilanı yer alıyor. Hatta bunların zaman çizelgesi 2031 yılına kadar uzanıyor. Ayrıca “açık erişimli”, “hakemli araştırma dergisi 2018 yılı için 183 bilimsel etkinlik düzenlemiş ve 58.669 bireysel sunuma yer verilmiş. Yani her etkinliğe 320 konferans düşüyor. Derginin sahtekârlığını iyice ortaya çıkartmak için Eckert ve ekibi WASET’e bir makale gönderiyor. Makale kabul ediliyor ve hatta övgüyle karşılanıyor. İşin “acıklı” kısmı makalenin MIT öğrencileri tarafından espri olarak tasarlanmış bir yazılımdan yararlanılarak yazılmış olması. Makalenin içeriği tahmin edildiği gibi tek kelimeyle “çöp”tür. Derinlere inildikçe Eckert, derginin Cemal Ardıl, kızı Ebru ve oğlu Bora tarafından yönetildiğini ortaya çıkartıyor. Dergi 2007 yılından bu yana faaliyettedir. Kaba bir hesapla yalnızca 2017 yılında 4.1 milyon dolar kazandıkları tahmin ediliyor. ABD’den yaklaşık 3.000 makale Stanford, Yale, Columbia ve Harvard gibi saygın üniversitelerden gönderilmiş.

http://www.daserste.de/information/report/
*Peer-review:Yayın öncesi aşamadaki bilimsel makalelerin konunun uzmanlarınca değerlendirilmesi anlamına gelir.
Çakma (Preditör - yırtıcı) dergi nedir?

Özellikle makale 2010 yılında Amerikalı bir kütüphaneci Jeffrey Beall, açık erişimi olan ve makaleleri hakem görüşü almadan yayımlayan dergilere bu adı verdi. Bu dergilerin merkezleri genellikle Hindistan ve Nijerya gibi Asya ve Afrika ülkelerinde bulunuyor. Ancak Batılı ülkelerde iş yapıyorlarmış izlenimi yaratıyor. Bu dergilere yazı gönderenler genellikle gelişmiş ülkelerin bilim insanları.  
Benzer şekilde bu yayıncılar, yalnızca dergi çıkartmıyor, sahte akademik konferanslar da düzenliyorlar. Bilim dünyasının saygın isimleri (Nobel Ödülü alanlar da dahil) sık sık, çok sayıda konferans davetleri alıyorlar.

Bu konferansların aslında bilimsel bir değeri ve ciddiyeti yok. Ne oturum başkanlığı ne de sunumlar aslında gerçekleri yansıtmıyor.

23 Temmuz 2018 itibariyle tespit edilen sahte bilim dergilerinin1sayısı 1317. Ayrıca bu dergileri gerçek bilim dergilerinden ayırt etmek o kadar da kolay değil; isimleri bile aynı alanda saygı gören “hakiki dergilere” çok benziyor.

Beall açık erişim yayıncılığını genel olarak eleştiriyor ve tespit edebildiği dergileri “Beall Listesi” adı altında internette yayınlıyor. Ancak geleneksel “hard copy” yayımcılığın sahtekârlığı önlediğine inanıyor.

Açık erişim, çakma dergi yayımcıları için bulunmaz bir fırsat yaratıyor. Zira bu ticari kafalı girişimcilerin tek hedefi olabildiğince fazla kâr etmek. Dolayısıyla kendilerine ulaşan makaleleri ince eleyip sık dokumak yerine, tümünü yayımlamakla daha fazla para kazanacaklarını keşfetmiş bulunuyor.

Geçen yıl Alman gazeteci Svea Eckert ve küçük ekibi, bu yeraltı şebekelerinin foyalarını ortaya çıkartmak üzere kolları sıvamışlar. “Inside the Fake Science Factory-Sahte bilim Fabrikası’nın İçerisinde” adını verdikleri belgeselde,
akademisyenlerin dışında ilaç, tütün ve çevre koruma kurumlarından da makalelerin gönderildiği belirtiliyor.

Sanayiden gelen makalelerin tek bir amacı var. Kamuoyunu yanıltmak ve ürünlerini satmak. Örneğin bilimsel olarak yararı kanıtlanmamış ve otoriterlerce onaylanmamış kanser ilaçlarının kemoterapiden daha yararlı olduğunu savunan makaleler yaşamsal tehlike saçıyor.

Bu konuda çok başarılı bir araştırmacı gazetecilik örneği sergileyen Alman gazeteci Eckert bu dergilerin bilime yaptığı kötülüğü şöyle dile getiriyor: “Bu dergiler bilime duyulan güveni sarsıyor. Sanki birileri akademi ünyasını sinsi sinsi zehirliyor ve bunu o kadar usturuplu yapıyorlar ki kimse ne olup bittiğini fark etmiyor. Elinize aldığınızda makale gerçek bir bilimsel çalışmaya benziyor, ama aslında çöp kadar bile değeri yok.” 

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.