NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın

2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

Bilim Akademisinin Sahte Belge ve İmza Üretimi Hakkındaki Açıklaması (2025) lütfen tıklayın

“Sahte Diploma Soruşturması” Hakkında Kamuoyu Bilgilendirmesi - Türkiye Barolar Birliği (2025) lütfen tıklayın

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Kayhan Kantarlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2016

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - İntihalcilere yeni bir sığınak: Sehven İntihal (Herkese Bilim Teknoloji)

Ülkemizin bilimsel sahtecilik konulu en çok izlenen internet günlüğünün [1] arşiv bölümünde görülebileceği gibi son on yılda yazılı basın ve internet ortamında intihal başta olmak üzere 400’ün üzerinde bilimsel yolsuzluk konulu haber ve makale var; bunların neredeyse tamamında YÖK ve üniversitelerin kanıtlanmış bilimsel sahtecilik olayları karşısındaki örtbas etmeye odaklanmış yandaş korumacılığı sergilenerek eleştirilmiş  ve kınanmış.
Günlükte yalnızca 2007 yılında öğretim elemanlarının karıştığı, intihal konulu 82 haber yer alıyor. Bunlar, bilim etiğine duyarlı insanların fark edip üzerine gittikleridir. Bir o kadar da fark edildiği halde “adam sendecilik” anlayışı ile sorun olarak görülmeyen sahtecilikler olduğuna şüphe yok. Bunca bilim hırsızlığı olayında adı geçen yüzlerce kişi profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi unvanlara sahip olup, içlerinde dekanlık dahil her türlü akademik ve idari göreve atanmakta bir sakınca görülmeyen çok sayıda kişi var.

Yine aynı internet günlüğüne göre, üniversitelerdeki intihal olayları hız kesmeden devam etmekte. Bu gerçek YÖK’ün, yerlerde sürünen bilim ahlakı düzenini değiştireceğine dair en küçük bir umut vermiyor. Şöyle ki;

Danıştay ve Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin iptal kararları [2,3] nedeniyle öğretim elemanlarıyla ilgili disiplin mevzuatında doğan boşluğu gidermek amacıyla, Mayıs 2016’da TBMM’ne yeni bir yasa tasarısı sunuldu [4]. Bu tasarıda, bilim etiğine aykırı eylemler ve bunlara verilecek cezaların ne olduğu açık bir şekilde tanımlamasına ve intihalin yaptırımı olarak “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma” cezası yeniden getirilmesine karşın, intihalin gerçekleşmiş sayılabilmesi için getirilen koşullar gelenekselleşmiş görmezden gelme tutumunun devam edeceğinin işaretleri gibi.

Cezai yaptırımı, üniversite öğretim mesleğinden ya da [5] kamu görevinden çıkarma cezası olan intihal ya da aşırmacılık, AYM’nin iptali nedeniyle işlevsiz kalan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’nde [6] “bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” diye tanımlamıştı.

Evrensel bilim etiği ilkelerinden kaynaklanan bu intihal tanımı, söz konusu yasa tasarısında değiştirildi. Tasarının 2547 sayılı YÖK Yasası’nın [7] 53. maddesini değiştiren 27/b/5 maddesinde yazıldığı şekliyle intihal şu şekilde tanımlanmakta [4];

(İntihal), kasten başkalarının özgün fikirlerini, metodlarını, verilerini veya eserlerini bilimsel kurallara uygun biçimde hiç atıf yapmadan eserin bütünü dikkate alındığında önem arz edecek şekilde kısmen veya tamamen kendi eseri gibi göstermektir”.

Görüldüğü gibi disiplin yönetmeliğindeki önceki düzenlemelerde intihalin gerçekleşmiş sayılabilmesi için, evrensel tanımına uygun olarak “kaynak göstermemek” dışında başka bir koşul aranmazken, tasarıyla getirilen yeni düzenleme, intihalin gerçekleşmiş sayılması için kasten yapılmış olma yani “kaynakları bilinçli bir şekilde göstermeme” / “kasten aşırmış olma”  ve “eserin bütünü dikkate alındığında çalıntıların önem arzetmesi” gibi koşullar getirmekte.

Açıkçası tasarıdaki üniversite öğretim mesleğinden çıkarma  gibi onur kırıcı ve son derece ağır bir ceza gerektiren intihal eyleminin ne olduğunu açıklayan ifade, sanki intihali değil de intihal suçundan kurtulma ya da kurtarılma yollarını tarif etmektedir. İntihalle suçlanan bir öğretim elemanı bu tarifi uygulayıp kendisini, “sehven kaynak göstermediğini” söyleyerek, “başka eserlerden kaynak göstermeden yaptığı alıntıların çalışmasının bütünü dikkate alındığında son derece önemsiz kaldığını” ileri sürerek,  ya da yüzde yüz aşırma olan tezler ve makaleler için yapıldığı gibi, “tezimi/ makelemi başka bir eserden aldığım doğrudur, ancak  ben bunları nereden aldığımı açıkça yazdım” diyerek savunabilecek ve aklanabilecek.

Kastım yoktu, kaynakları sehven göstermedim” deme fırsatı tanınması, aşırmacılara “sehven intihal sığınağı” diyebileceğimiz bir sığınak sunmak demektir. Evrensel bilim ahlakında böyle bir şey yok. İntihalin “kasten”i, “sehven”i olmaz. İntihal, bilinçli bir eylemdir. Aşırmayı yapanın, aşırdığı eserin bir sahibi olduğunu bilmemesi olanaksızdır.

Diğer taraftan intihal tanımını, söz konusu yasa tasarısında yapıldığı gibi, “(ç)alıntılar eserin bütünü dikkate alındığında son derece önemsiz kalmaktadır” ya da “eser tamamen çalıntı olsa da, kaynaklar arasında çalıntının yapıldığı eser de vardır” türünden zorlama gerekçelerle sulandırmaya olanak veren bir anlayışın da akademik ahlak ilkeleri yönünden kabul edilmesi olanaksızdır. “Kaynak gösterilmemiş alıntıların,eserin bütününe bakıldığında önem arzetmediği, yani  çalışmanın özgünlüğünü etkilemediği, çok az sayıda olduğu, bu alıntılar olmasaydı da çalışmanın değerinin değişmeyeceği,  yazarın bunları, çalışma konusuna ne denli hakim olunduğunu göstermek için koyduğu” gibi bilimsel temeli olmayan mazeretler öne sürmek, ucu açık, soyut ve  keyfi bir yaklaşımdır.

Evrensel bilim ahlakı ilkeleri nettir. Bilimsel yayınlarda ve genel kamuoyuna dönük olarak yayınlanan her türlü makale, derleme, kitap ve benzeri yayınlarda yararlanılan başkalarına ait yayınlar kaynak olarak gösterilmedir; bilim insanı, akademik yaşamının bütün evrelerinde ve öğretim, yönetim ve akademik değerlendirmelere ilişkin görevlerde bilimsel liyakatı temel ölçüt olarak kabul eder, temel etik kurallarının dışına çıkmaz ve bu kuralların dışına çıkılmasına göz yummaz. Eğitimin eksik verilmesi, kopyacılık, akademik ilerleme ve ödül jürilerinde bilimsel liyakat ölçütlerinin dışına çıkmak, kişileri kayırmak ve benzer davranışlar kabul edilemez[8].  Bu evrensel kurallar ulusal ve uluslararası bilim kurumlarının benimsediği akademik dürüstlük ilkesinin temelini oluşturur [9].

YÖK disiplin mevzuatında değişiklik yapan söz konusu tasarıdaki sulandırılmış intihal tanımı kullanılarak  kurulacak “sehven intihal sığınağı”, intihalcileri aklamak için kullanılabilecek tek sığınak olmayacaktır. Daha önce kurulan ilk sığınak “anonim bilgi sığınağı”dır [10]. Bu sığınak bilim etiği literatürüne Doğramacı-Yazıcı Davası olarak bilinen dava dolayısıyla girmiştir. YÖK’ün ilk başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın ,  “Annenin Kitabı (1968)” isimli kitabının Amerikalı Dr. Benjamin Spock’un  kitabından aşırma olduğunu iddia eden Prof. Dr. Hasan Yazıcı hakkında açtığı davada mahkeme, Prof. Yazıcı’nın 6.000 TL manevi tazminat ödemesine hükmetmiş,  ancak bu kararı ifade özgürlüğüne aykırı bulan AİHM Türkiye’yi Prof. Yazıcı’ya  tazminat ödemeye mahkum etmiştir [11].

Söz konusu manevi tazminat davasında nihai karar olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında Doğramacı ve Spock’un kitaplarının gerçeğin aksine, bilimsel olmadığı ileri sürülerek, “bilimsel olmayan eserlerin anonim kavram ve fikirler içerdiği,  böyle anonim kavram ve fikirlerin ancak benzer şekilde-yani kaynak göstermeden-ifade edilebileceği”belirtilmiş ve intihal bu şekilde kurulan anonim bilgi sığınağı” na sokularak aklanmak istenmişti.

Sonuç olarak söz konusu yasa tasarısında intihalin gerçekleşmiş sayılmasının “kaynak göstermemek” dışında, yukarıda açıklandığı türde etik dışı koşullara bağlanması, bir anlamda şimdiye kadarki örtbas etme yöntemlerinin nasıl işlediğini göstermekte. Akademik ahlaka aykırı olan bu örtbas etme yöntemleri, tasarı aynen yasalaşacak olursa disiplin mevzuatına da yazılmış olarak adeta meşrulaştırılarak eleştirilemez kılınacak ve şikayet / dava konusu yapılmasının önü kesilmiş olacaktır. Tasarıdaki bu koşullu intihal tanımından derhal vazgeçilmelidir.

Kayhan Kantarlı,
EÜ emekli öğretim üyesi, TÜMÖD İzmir Temsilcisi / kayhankantarli@gmail.com

Kaynaklar
[1] https://plagiarism-turkish.blogspot.com.tr; 
[2] http://kayhankantarli.blogspot.com.tr/2013/12/intihal-yaptirimsiz-kaldi.html;
[3] www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2015/04/20150407-15.pdfİ;
[4] http://www2.tbmm.gov.tr/d26/1/1-0721.pdf;
[5]http://kayhankantarli.blogspot.com.tr/2014/01/intihalin-cezasi-bundan-boyle-kamu.html;
[6] www.yok.gov.tr/web/guest/mevzuat;
[7]http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.2547&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch;
[8]http://web.archive.org/web/20080828053732/http://www.tuba.gov.tr/duyuru.php?id=41;
[9] http://bilimakademisi.org; 
[10] “İntihal iddialarına karşı bir sığınak: Anonim Bilgi”, Kantarlı K., Bilim ve Gelecek Dergisi, 68-72, Temmuz 2009; http://plagiarism-turkish.blogspot.com.tr/2009/08/prof-dr-kayhan-kantarl-intihal.html;
[11]www.radikal.com.tr/turkiye/aihm-33-yillik-intihal-tartismasina-noktayi-koydu-1191058/

21 Mayıs 2016

Prof Dr Kayhan Kantarlı - BİLİM AHLAKI ENKAZINI RANTA DÖNÜŞTÜRMEK
( ALAKARGA 1132.sayı )

Uyguladığı görmezden gelme/örtbas etme tutumuyla, bilimsel hırsızlık (intihal) başta olmak üzere her türlü bilimsel sahteciliği sıradan bir olay haline getiren YÖK sistemindek bilimsel ahlak çöküşü, sistemin işbilir sözde bilim insanları tarafından muazzam bir kirli kazanç pazarı yarattı. Pazardaki alıcı sayısı, akademik yükseltmelerin ve son zamanlarda buna ek olarak düşük öğretim üyeleri maaşlarını yükseltmek için bulunan akademik performans formülünün bilimsel yayınların niteliği değil niceliği temelinde işlemesi sayesinde hızla yükseliyor. Pazarda kolayca müşteri bulan malın ne olduğu malum…sahte konferans ve 20 gün de yayınlama sözü vermek gibi ahlak sınırlarını zorlayan bilimsel dergiler [1]. Bazı mallara verilmeye başlayan TÜBİTAK desteği ise pazarın cazibesini daha da arttırmaktadır [2].   
Bu güne kadarki deneyimler ve yaşanan gerçekler YÖK’ün, yerlerde sürünen bu bilim ahlakı düzenini değiştireceğine dair en küçük bir umut vermiyor. YÖK her ne kadar hazırladığı ve parlamentoya sunulan yasa tasarısında [3], bilim etiği ihlallerini ve bunlara verilecek cezaların ne olduğunu açık bir şekilde tanımlamasına ve intihalin yaptırımı olarak “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma” cezasının yeniden getirmesine karşın, tasarıda bilimsel sahtecilikler için söz konusu olmaması gereken zaman aşımı maddelerinin bulunması ,uygulamada yine örtbas etme ve görmezden gelme taktiğinin devam edeceğini işaretleri olarak karşımıza çıkıyor.   
İster üniversite öğretim mesleğinden, ister kamu görevinden çıkarma cezası olsun bilimsel hırsızlık suçu için böylesi ağır yaptırımların ardında yatan amaç "caydırıcılık"tır. Ancak bir cezanın caydırıcılığı her şeyden önce “örtbas etme” yi dışlayan, yandaşlık kaygılarından arınmış, tarafsız bir soruşturma yapılıp yapılmamasına bağlıdır. Açıkçası ceza var ama, hırsızlık örtbas edilip uygulanmıyorsa caydırıcılık yoktur. Sonuçta akademik ahlak yoksunluğu azalacağına daha da artar. Öyle ki ortalık bu ahlaki çöküntüyü, müşteri bulmakta hiç bir zorlukla karşılaşmadan ranta dönüştüren sahte bilimsel kongre, dergi ve sahte tez pazarlarından geçilmez olur.   
YÖK’den umudunu kesen bazıları ise bilim ahlakının kurtulması için bu pazarda “bağımsız bir Ulusal Bilim Etiği Kurulu” kurulması için imza masası açmaya kalkarlar. Ancak, 6 aydır kurulu olan bu masaya o kadar az insan yanaşır ki on binlerce akademisyenin dolaştığı pazarda imza sayısı başlangıçta atılan imzalarla 500’e bile ulaşmaz [4] .

Kayhan Kantarlı
Emekli Öğr. Üyesi
TÜMÖD İzmir Temsilcisi

20 Nisan 2014

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - TEZ PAZARLARI

Bu yazıyı 17 yıldır yılmadan yürüttüğü, örnek aldığımız bilim ahlakı mücadelesini AİHM 'nin  YÖK'ün ilk Başkanı'nın kitabıyla ilgili olarak verdiği kararla taçlandıran değerli bilim insanı Prof. Dr. Hasan Yazıcı'ya mücadeleye devam edeceğimizin kararlılık ifadesi olarak  ithaf ediyorum.
SUSMAYIN İSYAN EDİN !
YOKSA SİZ TEZİNİZİ PAZARDAN MI ALDINIZ ?
Üniversitelerdeki bilimsel hırsızlığının artık sıradan bir olay sayılması, intihal yapanların YÖK başkanı, YÖK üyesi, rektör, dekan… olabilmesinden başka,  bir üniversitenin doktora tezini aşırmacılıkla hazırladığı ortaya çıkan sözde bilimcinin 5 yılda ürettiği yüzlerce yayınla dünya ikincisi olmasının bile hazmedilmesi sonunda bilim ahlakı tamamen ortadan kalktı ve  sistem sonunda kendi pazarını kurdu.  Bu pazarın çalıntı eşyaların satıldığı bit pazarından hiç bir farkı yoktur. 

HER ŞEY ALENİ 
Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve Üniversiteler gözlerinin önünde kurulan bu pazarın derhal kapatılıp, hem alıcılar hem de satıcılar hakkında gereğinin yapılmasını sağlamak yerine  duruma göz yummakla pazarın  her gün biraz daha genişlemesini teşvik etmektedir.
PİYASACI ÜNİVERSİTE
İşte üniversitelerde piyasa modeli budur ! Eğitim üzerinden para kazanmak için bilim hırsızlığı pazarları bile kurulabiliyor. Model üniversiteyi bir kanalizasyon çukuruna dönüştürmüştür, her yerden pis kokular yükselmektedir.

DEVLETİN BU PİSLİĞİ TEMİZLEME GÜCÜ YOKSA O ZAMAN YAPACAĞI TEK ŞEY VARDIR; 
"ÜNİVERSİTELER MÜLGADIR YASASI" ÇIKARMAK...
TIPKI ATATÜRK'ÜN 1933 de YAPTIĞI GİBİ..

Açıkçası
- YA BİLİMSEL HIRSIZLIK PAZARLARI, YA DA ÜNİVERSİTELER KAPATILMADIR!
- İNTERNET YASAKLARI DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNE DEĞİL, BİLİMSEL HIRSIZLIK PAZARLARINA GETİRİLMEDİR!
Rezaletin  içeriği hakkında daha fazla söze gerek yok… her şey ortada. İsteyen daha fazlasını bazılarını aşağıda belirttiğim kaynaklardan öğrenebilir.

Son söz:
ÜNİVERSİTELERİNDE BİLİMSEL HIRSIZLIĞIN DOĞAL KARŞILANDIĞI BİR ÜLKENİN ELBETTE TÜM YAŞAM ALANLARI SOYULACAKTIR * ! 

Kaynaklar:
 
Her şey aleni   
http://www.tezprojemerkezi.com/, http://www.turkiyetezmerkezi.com/
http://www.aciltez.com/master-tezi-hazirlama.html
http://www.aciltez.com/doktora-tezi-hazirlama.html

Parayı Ver Tezini Yazdır 
http://www.avrupagazete.com/egitim/52549-parayi-ver-tezini-yazdir.html

TEZ elden mezuniye
http://www.venharhaber.com/haberler/turkiye-siyaseti/tez-elden-mezuniyet-h5940.html
 
5 milyon liralık sektör: TEZ 
http://www.ajanskamu.com/haber/5-milyon-liralik-sektor-tez_h58194.html
 
7 bin lira veren ‘doktor’ oluyor 
http://www.milliyet.com.tr/7-bin-lira-veren-doktor-oluyor/gundem/detay/1869665/default.htm?ref=OtherNews
 
10 bin liraya tez yazılır 
http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2014/03/11/10-bin-liraya-tez-yazilir

Tez Pazarı ise adeta...
http://www.furkanhaber.com/tez-pazari/
 
ELEŞTİREL BİR YAZI: Uygun fiyata tez yazılır
http://anchebout.wordpress.com/2012/02/06/uygun-fiyata-tez-yazilir/

30 Ocak 2014

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - YÖK'TEN ÜNİVERSİTELERDE İNTİHALİ YOK EDECEK (?) KARAR

İNTİHAL’İN  CEZASI BUNDAN BÖYLE “KAMU GÖREVİNDEN ÇIKARILMAK!” 

YÖK, Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin (ÖEDY) 22 maddesinde değişlik yaptı ve intihali de "kamu görevinden çıkarma cezası" kapsamına soktu. Yapılan değişiklikler 29 Ocak 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.  

Bilindiği gibi bu değişikliklerden önce intihal suçunun ÖEDY’deki yaptırımı “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası” idi. Ancak Danıştay’ın 20 Eylül 2012 tarihli kararıyla bu ceza “2547 sayılı YÖK Yasası ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda Yasası’nda bu cezaya ilişkin bir düzenleme bulunmadığı” gerekçesiyle hukuka aykırı bulunmuştu. Danıştay’ın bu kararından sonra YÖK yeni bir düzenleme yapmayınca intihal suçu yaptırımsız kalmıştı  (bu konuda geniş bilgi

İntihal’in yaptırımsız kalması ve YÖKün 15 aydır hiçbir önlem almaması öğretim üyeleri tarafından tepkiyle karşılanmış ve başta Bilim Akademisi olmak üzere çok sayıda öğretim üyesi derneği kamuyouna yaptıkları açıklamalarda YÖK’ü, “Danıştay’ın söz konusu kararı ile doğan boşluğu doldurmak üzere gerekli yasal düzenlemeyi acilen yapmaya” çağırmışlardı. 

Beklenen yasal düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın Disiplin Suçları bölümüne üniversitelere özgü olarak intihal suçunu ve bu suçun yaptırımını tanımlayan bir fıkra eklenmesiydi. 

Ancak YÖK daha radikal bir karar alarak Danıştay kararı nedeniyle uygulanamaz hale gelen “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma” cezasını yürürlükten kaldırdı ve intihal suçunu “kamu görevinden çıkarma cezası” kapsamına soktu. 

Bu duruma göre üniversitelerde araştırma ve yayınlarında intihal yaptığı kanıtlanan öğretim elemanları bundan böyle üniversiteden atıldıkları gibi başka hiç bir kamu kurumunda da görev yapamayacaklar.  

BU YAPTIRIM BİLİM HIRSIZLIĞINI BİTİR Mİ? 

İster üniversite öğretim mesleğinden, ister kamu görevinden çıkarma cezası olsun bilimsel hırsızlık suçu için böylesi ağır yaptırımların ardında yatan amaç "caydırıcılık"tır. 

Ancak bir cezanın caydırıcılığı her şeyden önce “örtbas etme” yi dışlayan, yandaşlık kaygılarından arınmış, tarafsız bir soruşturma yapılıp yapılmamasına bağlıdır. Açıkçası ceza var ama, hırsızlık örtbas edilip uygulanmıyorsa caydırıcılık yoktur. Sonuçta bilimsel hırsızlık azalacağına daha da artar. Tıpkı bu güne kadar olduğu gibi. 


Sözün özü; 


Sırtını dekan, rektör, YÖK üyesi ya da YÖK başkanı gibi bir makam sahibine dayamışsan aşır aşırabildiğin ve çık akademik kariyerin basamaklarını hızla profesörlüğe, yetmedi dekanlığa, rektörlüğe ve hatta bakanlığa kadar... 

  
Not: 
Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle “yönetim görevinden ayırma” ve “görevinden çekimiş sayma” cezaları da Danıtaştay’ın bu cezaları da aynı gerekçeye dayanarak aldığı “hukuka aykırılık” kararları nedeniyle yürürlükten kaldırıldı ve ayrıca bir çok maddede de değişiklikler yapıldı. 

Bu maddelerle ilgili olarak, örneğin bakınız>>>

11 Aralık 2013

BİLİMSEL HIRSIZLIĞIN CEZALANDIRILMADIĞI ÜNİVERSİTE ÇÖKMÜŞTÜR

BASIN AÇIKLAMASI 2
Değerli Basın mensupları öncelikle belirtmeliyim ki; aşağıda ikinci kez açıkladığım olay YÖK’ün sıradan bir “görevi ihmal” olayı olmayıp, Ülkemiz için uluslararası bilimsel saygınlıktaki düşkünlüğümüze son noktayı koyan bir sorumsuzluk örneğidir. Olay, bazı gazetelerde yer bulmuş olmasına karşın sorumsuzluk ve sessizlik maalesef aynen devam etmektedir. Bu sorumsuzluğa karşı çıkarak gerekli önlemlerin alınmasını talep etmenin hepimiz için bir yurttaşlık görevi saydığımdan olayı bir kez daha dikkatinize getiriyorum. 
LÜTFEN BU REZALETİ GÖRÜN VE ÜLKEMİZİN BİLİM NAMUSUNA SAHİP ÇIKMA ADINA  GEREKLİ SORGULAMAYI KAMUOYU ADINA YAPIN!
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 15 ay once Eylül 2012 de aldığı bir kararda “Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nde intihal/bilimsel aşırma suçunun yaptırımı olarak yer alan üniversite öğretim üyeliğinden çıkarılma cezasının, 2547 sayılı YÖK Yasası ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda bu cezaya ilişkin bir düzenleme bulunmadığı” gerekçesiyle hukuka aykırı olduğuna hükmetmiştir (*). YÖK, 15 aydır kararda belirtilen hukuka aykırılığı giderecek herhangi bir yasal düzenleme girişiminde bulunmadığından bu kararla birlikte yaptırımsız kalan bilimsel aşırmacılık üniversitelerde serbest hale gelmiştir.

Evrensel bilim etiği ilkelerine gore “bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” diye tanımlanan intihal yani bilimsel aşırmacılık, en ağır yaptırımla cezalandırılması gereken yüz kızartıcı akademik bir suçtur. Bu evrensel ilke ülkemizde de aynen kabul görmüş olup YÖK Yasası’na göre çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nde karşılığını bulmuştur. Bu yönetmelikte araştırma ve yayınlarında bilimsel aşırma suçu işleyenlere “üniversite öğretim mesleğinden çıkarılma” cezası verilmesi ön görülmüştür. 

Fakat caydırıcı olması beklenen bu ağır yaptırım, YÖK’ün hiç bir döneminde tarafsız ve bilimsel bir anlayışla uygulanmadığından amacına ulaşamamıştır. Aşırmacılık başta olmak üzere herhangi bir bilimsel yolsuzluğa bulaşmış yandaş öğretim elemanlarının korunması nedeniyle cezai yaptırım çoğu kez kağıt üzerinde kalmıştır. 

YÖK ve üniversite rektörleri, evrensel bilim ahlakı normlarına sahip çıkıp intihal başta olmak üzere her türden bilimsel yolsuzluğun üzerine gidip cezai yaptırımları tarafsız ve ödünsüz bir şekilde uygulayacak yerde, yandaşlık anlayışıyla hareket ederek bir çok bilimsel yolsuzluğu örtbas etmişler, bununla da kalmayıp kanıtlanmış bilimsel aşırmacılıklarına karşın çok sayıda öğretim üyesi bölüm başkanlığından dekanlığa ve senato üyeliğine kadar çeşitli yönetim görevlerine atanıp ödüllendirilmiştir. Hatta bunlardan bazıları TÜBA gibi saygın (olması gereken) üst düzey bilim kurumlarına bile kabul edilmişlerdir.

On yıllardır YÖK düzenindeki bilim ahlakı çöküşünün ibret verici örneklerine tanık olunmaktadır. Türk fizikçilerinin 2007 yılında dünyanın en saygın bilim dergisi Nature’da manşet olan toplu intihal olayının sorumlularından hiç biri cezalandırılmamıştır.
http://arxiv.org/new/withdrawals.aug.07.html 
Bu olaydan belki de daha dramatik olanı bir üniversitemizin, doktora tezi intihal olduğu ortaya çıkınca üniversiteden atılan bir öğretim üyesinin yabancı dergilerde 5 yıl içinde yaptığı 300 den fazla (!) sözde bilimsel yayın sayesinde dünyanın ilk 500 üniversitesi içine girmenin yanında, “matematik ve bilgisiyar bilimleri dalı”nda Harvard’ı bile geride bırakarak dünya 2.si olmasıdır. Şaibeli olduğu olduğu ortaya çıkan bu derecelerin övünç nedeni sayılıp rektör tarafından üniversitenin reklam aracı olarak kullanılması ise bilim ahlakı anlayışındaki pişkinliğimizin dorukta olduğunu işaret etmektedir.
Yabancı bilim otoritelerinin de farkında olduğu bu manzara karşısında ülkemizde akademik ahlak ve bilim etiğinden söz edilemeyeceği açıktır. Bu yüzden ülke olarak uluslararası bilimsel saygınlığımız yerlerde sürünmektedir.

Durum böyleyken üniversitelerdeki bilimsel aşırma suçlarının meslekten çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin olarak Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun yönetmelikteki bu yaptırımı yasal dayanağı bulunmadığı gerekçesiyle hukuka aykırı saymasından kaynaklanan ve bilimsel hırsızlığın yaptırımsız kalmasına yol açan boşluğun kapatılması için YÖK’ün herhangi bir adım atmaması ve bu şekilde ortaya çıkan intihal serbestliğinin sürüp gitmesine göz yumulması bilim namusunu katleden bir sorumsuzluktur. 

Söz konusu Yüksek Yargı kararınıdan sonra YÖK Başkanlığı derhal harekete geçip kararda belirtilen yasal dayanaksızlığı giderecek bir yasal düzenleme yapması için Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM nezdinde girişimde bulunması gerekirken 15 aydır böyle girişimde bulunmamıştır. Bu ağır bir görevi ihmal suçu demektir. YÖK bu görevini yapmadığı gibi tam tersi bir uygulama yapmış ve üniversite rektörlüklerine gönderdiği 15 Nisan 2013 tarihli genelge (*) ile söz konusu yargı kararı yönünde işlem yapılmasını, yani intihal suçuyla soruşturma geçirenler varsa bunlara meslekten çıkarma cezası verilmemesini istemiştir. 

YÖK’ün bu genelgesine göre şu anda herhangi bir üniversitede yapılmakta olan intihal soruşturmasında intihal suçu sabit bulunan bir öğretim üyesi hiçbir suç işlememiş gibi görevine devam edebilmektedir. Ve yeni bir yasal düzenleme yapılmadıkça da bu rezalet sürüp gidecektir. 

Öğretim elemanlarının ve rektörlerin intihal suçunu yaptırımsız ve serbest bırakan bu sonuç karşısında sessiz kalmalarını anlamak olanaksızdır. Herkes durumdan adeta memnundur. Bu duruma en başta isyan etmesi gerekenler çalıp çırpmadan bilim yapan dürüst öğretim elemanlarının değilmidir? En azından onların bu rezalete karşı çıkmaları gerekmezmi? Gerçek bilim insanlarının bilim namusunun yok olması karşısında sırça köşklerine kapanıp “bana dokunmayan yılan” hesabı içinde susması bilime yapılmış en büyük ihanettir.

Ülkemizin bilimsel saygınlığına son darbeyi vuran bu sorumsuzluğa derhal son verilmelidir. Bilim ahlakına değer veren meslek kuruluşları başta olmak üzere tüm öğretim üyelerini bilimsel aşırmacılığı yücelten bu durumu reddetmeye ve Milli Eğitim Bakanı ve Muhalefet Partileri’nden Cumhurbaşkanı’na kadar ilgili tüm makamları, bilim insanı olmanın olmazsa olmaz koşulu olan “bilim ahlakı”nı yeniden yaşama geçirmek üzere göreve davet ediyorum.  

Bilinmelidir ki;
"ÜNİVERSİTELERİNDE BİLİMSEL HIRSIZLIĞIN DOĞAL KARŞILANDIĞI BİR ÜLKENİN ELBETTE TÜM YAŞAM ALANLARI SOYULACAKTIR" 

Kamuoyuna duyurulur. Saygılarımla. 

Prof Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi
e-mail:kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473

6 Aralık 2013

İNTİHAL YAPTIRIMSIZ KALDI ! - ÜNİVERSİTELERDE BİLİMSEL AŞIRMACILIK ARTIK SERBEST!

BASIN AÇIKLAMASI
Evrensel bilim ahlakı normlarına uymak, bilim insanları için olmazsa olmaz bir zorunluluk olup intihal/bilimsel aşırmacılık utanç verici ve yüz kızartıcı bir suçtur. Bilimsel aşırmacılığın, hafife alınarak örtbas edildiği ve yaptırımsız bırakıldığı bir ülkede çağdaşlıktan söz edilemeyeceği gibi o ülke bilim dünyansın saygın üyeleri arasında asla kabul göremez. Çağdaş ülkelerde bilimin namusunu bilimsel aşırma yapanlardan koruyan cezai yaptırım ise, sahip olunan akademik ünvanın geri alınarak üniversite öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmaktır. Ortaya çıkarılan bilimsel aşırmacılıklar her ne kadar çoğu kez örtbas edilse de bu yaptırımı ülkemizde benimsemiştir.

YÖK Yasası’na göre çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’ne göre “bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” intihal yani bilimsel aşırma suçu oluşturur ve cezai yaptırımı da “üniversite öğretim mesleğinden çıkarılmak” tır. Bu intihal tanımı uluslararası olarak da kabul edilmiş bir tanımdır.


YÖK sisteminin, öğretim elemanlarının bilimsel yayınlarının değerlendirilmesinde, nitelik ilkesini terkedip niceliğe değer vermesiyle birlikte yayın sayılarında görülen göreceli artışa karşın üniversitelerimizde gözlenen intihal olaylarının hızla arttığı yadsınamaz bir gerçektir.

Öyleki intihal olayları, yaygınlık ve sayısı bakımından giderek üniversitelerimizin en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. Sorunun büyüklüğü karşısında Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin 11. maddesine 1998 yılında eklenen bir fıkra ile intihal, öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmayı gerektiren yüz kızartıcı bir eylem olarak tanımlanmıştır. Fakat caydırıcı olması beklenen bu ağır yaptırım, YÖK’ün hiç bir döneminde tarafsız ve bilimsel bir anlayışla uygulanmadığından amacına ulaşamamıştır. Aşırmacılık başta olmak üzere herhangi bir bilimsel yolsuzluğa bulaşmış yandaş öğretim elemanlarının korunması nedeniyle yaptırım çoğu kez kağıt üzerinde kaldığından yara kanamaya devam etmektedir.

Durum böyleyken Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 15 ay önce aldığı ve kamuoyunun ilk kez bu açıklamayla öğreneceği bir karar, intihal suçunu tamamen yaptırımsız bırakmıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Eylül 2012 de aldığı bu kararda “Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nde intihal suçunun yaptırımı olarak yer alan üniversite öğretim üyeliğinden çıkarılma cezasının, 2547 sayılı YÖK Yasası ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda bu cezaya ilişkin bir düzenleme bulunmadığı” gerekçesiyle hukuka aykırı olduğuna hükmetmiştir (*).

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, intihal suçunun yaptırımı olan meslekten çıkarma cezasına ilişkin olarak verdiği bu kararla, bilim insanları için yüz kızartıcı bir suç olan intihal/ bilimsel aşırmacılık suçu fiilen yaptırımsız kalmıştır. Bu yaptırımsızlık, herhangi bir yasal düzenleme yapılmadıkça intihal yapmanın hukuken serbest olması demektir.
 
Öğretim Üyeleri Disiplin Yönetmeliği 547 sayılı YÖK Yasası gereğince çıkarıldığından, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun cezanın kanuniliği (yasalara dayanması) ilkesi yönünden aldığı bu karar tartışmaya açıktır.

Bu durumda YÖK’ün yapması gereken kararda belirtilen yasal dayanaksızlığı giderecek bir yasa çıkarılması için Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM nezdinde girişimde bulunmaktır. Ancak YÖK yüksek yargı kararının alındığı Eylül 201 den bu güne kadar böyle bir girişimde bulunmamıştır. YÖK’ün Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun söz konusu kararını üniversite rektörlüklerine bildirmek için gönderdiği (15 Nisan 2013 tarihli) yazıya ilişkin olarak geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi’nin resmi internet sitesinde yayınlanan, rektörlük genelgesi (*) bu durumu doğrulamaktadır. 


YÖK Başkanlığı, disiplin yönetmeliğindeki öğretim üyelğinden çıkarma cezasının söz konusu yargı kararıyla uygulanamaz hale gelmesiyle doğan yasal boşluğu gidermeye yönelik bir girişimde bulunmamakla görevi ihmal suçu işlemiştir. YÖK’ün üniversitelere gönderdiği 15 Nisan 2013 tarihli genelgede (*)intihal iddiası ile açılan soruşturmalarda yargı kararı doğrultusunda işlem yapılması” istendiğinden bu ihmal, bilimsel aşırmacılık suçu işleyenlerin söz konusu yüksek yargı kararının alındığı Eylül 2012 den bu yana 15 aydır cezalandırılamaması sonucunu doğurmuştur. YÖK’ün bu genelgesine göre şu anda herhangi bir üniversitede yapılmakta olan intihal soruşturmasında intihal suçu sabit bulunan bir öğretim üyesi hiçbir suç işlememiş gibi görevine devam edebilecektir.

Diğer yandan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bu kararına göre, öğretim elemanlarına intihal suçu nedeniyle geçmişte verilmiş öğretim üyeliği mesleğinden çıkarma cezalarının tümü “hukuken yok hükmünde sayılma” durumuna gelmiştir.

Bu güne kadar bilimsel aşırmacılık nedeniyle üniversiteden atılan öğretim elamanlarına görevlerine geri dönme ve atıldıkları tarihten bu güne kadar olan maaş ve her türlü maddi haklarını talep etme olanağı doğmuştur. Böyle bir uygulama devletin trilyonlarca liralık zarara uğratılması bir yana yüz kızartıcı bir bilimsel yolsuzluk olan intihalin ödüllendirilmesi demektir. Bu durum çağdaş bir ülkede bir örneği asla görülemeyecek olan bir skandaldır.

İlgili makamları, görevini ihmal ederek üniversitelerdeki bilimsel ahlak anlayışının tamamen çökmesine neden olacak bu skandala yol açan YÖK Başkanı hakkında gereğini yapmaya davet ediyorum.

Üniversitelerde işlenen bilimsel aşırmacılık suçlarının yaptırımsız kalması sonucunu veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun bu kararı ile doğan yasal boşluğun sürüp gitmesine izin verilemez. Yasama organı gerekli yasal düzenlemeyi acilen yapıp, bilimsel yolsuzluk yapmaya niyetlenenleri daha da cesretlendirecek bu duruma bir an önce son vermelidir.

Kamuoyuna duyurulur. Saygılarımla.

Prof Dr. Kayhan KANTARLI

Ege Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi 
e-mail:kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473

(*) Açıklamada kaynak olarak Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu hararı ile bu kararı içeren İstanbul Üniversitesi Rektörlük ve YÖK genelgelerine aşağıdaki şu adresten ulaşılabilmektedir. Söz konusu karar ve genelgelerin yer aldığı dosya ayrıca ekte gönderilmiştir.

7 Temmuz 2011

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - Demokratik Kitle Örgütleri ve Basınımız’a Çağrı

Konu: İntihal nedeniyle Öğretim Üyeliği mesleğinden çıkartılmış olan Ömer Dinçer’in MEB’na atanması
Yazdığı ders kitabında intihal yaptığı iddiasıyla YÖK tarafından öğretim üyeliği mesleğinden çıkartılma cezası verilen ve bu cezaya karşı açtığı iptal davası Ankara 1. İdare Mahkemesi tarafından verilen “intihal gerçekleşmiştir” kararıyla reddedilen Ömer Dinçer’in Milli Eğitim Bakanı olması bilimsel değerlere indirilmiş ağır bir darbedir.
Bilindiği gibi intihal suçu işlediği kanıtlanmış olduğu halde hakkında işlem yapılmayarak ya da yapılsa bile aklanmış gösterilen öğretim üyeleri, bırakın akademik olarak yükseltilip bilim doktoru, doçent, profesör yapılmayı, bilim ahlakına meydan okunurcasına atandıkları bölüm başkanı, dekan, rektör, YÖK üyesi gibi akademik makamlarda görev yapmalarında bir sakınca görülmemektedir. Hatta ülkemiz de saygın bilim insanları topluluğu olarak bilim ahlakı değerlerini topluma benimsetmeye çalışan TÜBA’nın bile evrensel bilim etiği ilkelerini hiçe saydığı ortaya çıkan bazı üyelerini koruduğu ve haklarında hiç bir işlem yapmadığı bilinen bir gerçektir.
Bilim etiğini fütursuzca ihlal edenlerin ödüllendirilmesi anlamına gelen bu uygulamalar, hiç şüphesiz ülkenin dürüst bilim insanlarının yükseltmeye çabaladığı bilimsel saygınlığına sürülen bir leke olmanın yanında, aşırma yaparak kısa zamanda yükselmek isteyenler için son derece özendirici olmuştur. Bilimsel çalışmalarında intihal yaptığı saptananların sayısı son yıllarda hızla artmıştır. O kadar ki “2009 Nisan dönemi Doçentlik başvuru dosyalarında 100 den fazla intihal ve diğer tür bilimsel yolsuzluk tespit edildiği” bizzat zamanın Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) Başkanı tarafından ifade edilmiş ve başkan ülkemiz üniversite tarihinde bir ilk olarak ÜAK toplantısında rektörlere bilim etiği konferansı vermek durumunda kalmıştır.
Yine bilinmektedir ki, bilimsel yolsuzlukların yaptırımsız bırakılmasından kaynaklanan söz konusu özendiricilik etkisinde en büyük katkı, intihal nedeniyle öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmasına ve intihali yargı kararıyla kesinleşmesine karşın Ömer Dinçer’in Başbakanlık Müsteşarlığına devam etmeyi ve sonra da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak atanmayı kabul etmekle bizzat Sayın Dinçer tarafından yapılmıştır. Ömer Dinçer adı, bu bakımdan bilim etiği literatüründe özel bir yere sahiptir.
Durum böyle iken sayın Ömer Dinçer’in şimdi de bilimsel ve etik değerlerin savunulmasında sağlam bir kale olması gereken Milli Eğitim Bakanlığı’nın başına getirilmesi son derece yanlış ve esasen can çekişmekte olan bilim ahlakına vurulan öldürücü bir darbe olup, örnekleri çağdaş ülkelerde görüldüğü gibi toplumun şiddetle reddetmesi gereken bir tasarruftur. Etkili bir karşı duruşu yukarıda belirtilen etik dışı uygulamalara kucak açmış durumda olan üniversitelerden beklemek boşunadır. Bu nedenle görev, en başta bilim ve eğitim-öğretim örgütleri olmak üzere bilimden, bilimsel dürüstlükten kısacası temiz toplumdan yana olan tüm demokratik kitle örgütlerinindir.
Bu nedenlerle, bilim etiğine değer vermediği yargı kararlarıyla kesinleşmiş bir kişi olarak Sayın Ömer Dinçer’i, başlıca görevi “bilimsel değerleri topluma benimsetmek” olan Milli Eğitim Bakanlığı gibi bir görevi kabul etmesinin bilim ve eğitimin geleceğine yönelik sakıncalarını görerek bu görevden çekilmeye çağırırken, bireysel olarak yaptığım bu çağrının yetmeyeceğinin bilincinde olarak tüm demokratik kitle örgütlerini ve değerli basınımızı göreve ve sonuç alınıncaya kadar sorunun takipçisi olmaya davet ediyorum.
Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Em. Öğretim Üyesi

12 Şubat 2010

Prof.Dr.Kayhan Kantarlı - BİLİM AHLAKI, KORUNMASI SCI YILDIZLARINA BIRAKILAMAYACAK KADAR KUTSAL BİR DEĞERDİR

Not: Bu mesajın alıcıları Ekim 2005 deki "Bilim Etiğine Saygı Çağrısı" na imza veren ülke genelindeki yaklaşık 600 öğretim elemanıdır. Mesajın Üniversitelerin kanayan yarası "araştırma ve yayın etiği" nin nasıl kurumsallaştırılabileceği sorusuna yanıt aramak ve bulmak durumunda olan tüm meslakdaşlarımıza ulaşması önem taşımaktadır, bu nedenle "akademisyen arkadaş" adres listelerinize dağıtarak katkılarınız ricasıyla.
Türkiye Üniversiteleri'nin Değerli Öğretim Elemanları,
"Bir çoğunuzun okumuş olabileceği gibi, TÜBA Şeref Üyesi Sayın Prof. Dr. Bahattin Baysal 22.01.2010 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji (CBT) Dergisi’nde yayınlanan "Üç Nokta Üç Görüş", başlıklı yazısının “SCI dergilerindeki yayın sayısı kendisininkinden az olan öğretim üyelerinin, YÖK düzeninin yerlerde sürünür hale getirdiği bilim ahlakına sahip çıkma haklarının olmadığı” gibi sorumluluktan uzak bir anlayışla kaleme aldığı üçüncü bölümünde şahsıma karşı haksız ve gerçek dışı suçlamalarda bulunup sizler önünde küçük düşürmek istemişlerdir.
CBT Editörü Sayın Orhan Bursalı, Profesör Baysal'ın söz konusu yazısıdaki suçlamalarının yanıltıcı olduğunu belgelere dayalı olarak yanıtlama zorunluluğum nedeniyle, Sayın Baysal'ınkinden çok daha uzun olan yanıtımı bu günkü CBT de (12 Şubat 2010) yayınlamışlardır. Gösterdiği anlayış nedeniyle kendisine huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Sayın Baysal'ın yazısı ve yazıdaki suçlamalarına bu günkü CBT de verdiğim yanıtı, kaynak gösterdiğim web sayfalarındaki belgeleri de incelemeniz dileğiyle bilgilerinize sunuyorum.
Değerli meslekdaşlarım,
1) Prof. Baysal'ın TÜBA şeref üyesi ve "hocaların hocası" payesine ulaşmış bir bilim insanı olarak aşağıdaki yazısında yaptığı “fakültesinin (önceki) dekanını 10 yıldır intihal suçu ile itham ettiğim” şeklindeki haksız suçlaması, yanıtımı okuyunca sizlerinde açıkça göreceğiniz gibi herşeyden önce bu konudaki gerçekleri ve dolayısıyla TÜBA'nın bilim ahlakı konusundaki çelişkilerini CBT okurlarından gizleme gayretinin bir sonucudur. Bu çelişkinin en önemli göstergelerinden biri, yazısında söz ettiği dekanın başka eserlerden aldığı alıntıları kullanarak tek bir kaynak göstermeden yazdığı 450 sayfalık Kimya kitabı için, 2002 de TÜBİTAK’a yaptığım suç duyurusundan 6 yıl sonra, kendisinin de içinde bulunduğu bazı TÜBA üyelerinin “yazar tek bir kaynak göstermemekle ayıp etmişse de bu alıntılar intihal değil, birçok kitapta bulunan anonim bilgidir” anlamında verdikleri-ayıplanan fiil dolayısıyla aslında intihal iddiamın haklılığını teslim eden- raporlarla aklanmış gösterildikten sonra TÜBA asil üyesi seçilmesidir.
Aşağıdaki yanıtımda sayın Baysal'a bu konuda akılcı/bilimsel bir ricada bulundum. Bu ricamın karşılanması halinde hem kendilerinden, hem de yazısında söz ettikleri (önceki) dekandan CBT okurları ve sizler önünde özür dileyeceğimin bilinmesini isterim.
2) CBT okurları ve sizler Profesör Baysal'ın söz konusu yazısında, yazıları okumadığı için "intihal ihbarcılığı" yaptığım gerekçesiyle küçük görüp yok saydığı iki SCI yayınımı, yanıtımda kaynak gösterdiğim web sayfalarından indirip okuduktan sonra, bu yazılarda "ihbarcılık yapmak değil,12 yıldır yayından düşürülemeyen bu yazılarla literatüre geçmiş ve ayrıca TÜBİTAK tarafından verilen ceza dolayısıyla yargı kararıyla kesinleşmiş bilimsel yolsuzlukların" açıklandığını görecek ve bu yolsuzlukların sorumlularından biri olan öğretim üyesinin dekan atandığını öğreneceksiniz. Sayın Baysal’ın bu gerçek karşısında ne düşüneceğini bilemem; ancak, bilimsel yolsuzlukları litaratüre geçmiş ve TÜBİTAK’tan aldığı etik cezası yargı kararıyla tescil edilmiş bir öğretim üyesinin dekan atanmasını masaya yatıran bir yazı yazarak, bilim etiğini yerlerde süründüren YÖK düzeninin yöneticiler ittifakına iyi bir “bilim ahlakı dersi” vermek isteyeceğini hayal ediyorum.
Sevgi ve Başarı Dilaklerimle
Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü
Bornova, 35100 İzmir
e-mail: kayhankantarli@gmail.com, kayhan.kantarli@ege.edu.tr
Tel: (0232)-3884000/2380
________________________________
Prof. Dr. Bahattin Baysal’ın Yazısı:
Üç Nokta Üç Görüş
8 Ocak 2010 günlü CBT dergisinde yayımlanan 3 yazı üzerindeki görüşlerimi size ulaştırmak istiyorum. Bahattin Baysal
Son 6 ayda, rahmetli Erdal İnönü ile birlikte yıllar önce Türkçeye çevirdiğimiz “Kuantum Mekaniğine Giriş” adlı klasik bir kitabın TÜBA tarafından desteklenen baskı işleri ile verdiğim uğraşı, sözünü edeceğim üç konuda daha ayrıntılı yazılar hazırlamamı engelliyor.
1 – İlk konu Prof. Celal Şengör’ün makalesindeki bir saptama ile ilgili: “Fransız ihtilali faciası”, “Fransız ihtilali felaketi” sözleri yazıda geçiyor. Oysa, “Fransız İhtilali” yeryüzünde bütün özgürlüklerin kaynağı olarak bilinen evrensel bir halk destanıdır. Kimya bilimi kurucusu A. Lavoisier de bu ihtilalde giyotine gönderilmiştir. Ancak birtakım elitlerin kurban edilmesi bu devrimin yüceliğini silemez. Evrensel kültüre ters düşen bir yaklaşım! “1917 Rus Devrimi” de 20. yüzyılın en güçlü halk ihtilalidir. Gazi Mustafa Kemal’in “Anadolu Devrimi” tüm mazlum ülkelerin ışık kaynağı olmuştur. Çin’deki Mao’nun “Kültür Devrimi” için öğücü bir söz söyleyecek bir insanın olabileceğini düşünmüyorum.
2 – Prof. Dr. Altan Onat her yıl Türkiye’de üretilen bilimsel yayın sayıları üzerinde yararlı makaleler yayımlar. Son dört yılda yayın sayıları artışında bir duraklama olduğunu saptıyor. Nedenleri üzerinde bir görüşü yok! Oysa, 2009 yılında, yayımlanan 24.197 yayına, Türkiye’de yayımlanan dergilerdeki yazıların SCI’de yer alması önemli bir katkı sağladı. Kesin bir sayı vermek kolay değil. Ben bu katkıyı, 100 dergi X 50 makale = 5000 olarak tahmin ediyorum.
Görülüyor ki, gerçekte, makale sayısında önemli bir azalma var. Bunun nedeni, 19 Temmuz 2007 günlü Nature dergisinde yayımlanan “Türk fizikçilerinin aşırma töhmetinin” bilimsel yayın dünyasına yansımasıdır. Türkiye’den yayına sunulan birçok makalenin incelenmeden iade edildiğini biliyorum. Gerçi, 16 Kasım 2009 günlü TÜBA konferansında Türkiye adresli yayınların genellikle niteliksiz makaleler olduğunu ayrıntılı olarak açıklamıştım!
3 – Bir üçüncü konu var ki açıklamadan geçemeyeceğim. Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, 40 yıldır Ege Üniversitesi Fizik Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştığını yazdı. SCI’de (4) makalesi olduğu görülüyor. Bu makalelerin ikisi Azerbeycanlı fizikçilerin makaleleri. Onları dergilere, “daha önce yayınlanmış makaleler olarak” ihbar ediyor. SCI bunları da Kantarlı’nın makalesi olarak gösteriyor. Kantarlı özetle 2002 ve 2009 yıllarında iki küçük makale yayınlamış. 40 yılda (2) küçük makale yayınlamış bir fizikçi, TÜBİTAK Bilim Ödülü almış, 200 kadar makalenin yazarı olan fakültesinin dekanını (10) yıldır “intihal” suçu ile itham ediyor.
__________________________________________________
Kayhan KANTARLI'nın Prof. Dr. Bahattin Baysal’a Yanıtı:
TARTIŞMA-EDİTÖRE MEKTUP
Baysal’ın suçlamalarına yanıt
Kayhan Kantarlı, Ege Üniversitesi Öğretim üyesi, mailto:kayhankantarli@gmail.com
1. Hangi Sorumluluk Kimin? Prof. Dr. Bahattin Baysal’ın 22.01.2010 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji (CBT) Dergisi’nde yayınlanan Üç Nokta Üç Görüş başlıklı yazısında [1], “SCI dergilerindeki yayın sayısı kendisininkinden az olan öğretim üyelerinin, YÖK düzeninin yerlerde sürünür hale getirdiği bilim ahlakına sahip çıkma haklarının olmadığı” gibi bir anlayışla, şahsımı kamuoyu önünde küçük düşüren haksız suçlamalarını reddediyorum.
Baysal, kendisiyle aynı unvana sahip olan öğretim üyelerinin, diğer tüm akademik-mali hak ve sorumlulukları gibi, bilim ahlakına sahip çıkma konusunda da aynı mesleki sorumluluk altında olduklarını bilmiyor olamaz. Ayrıca ÜAK Doçentlik Etik Komisyonu’nun yıllarca başkanlığını yapmış olması, kendisine bu konuda daha fazla bir sorumluluk yüklemiştir.
2. Anonim Bilgi Operasyonu: Baysal’ın şahsıma karşı yıllar önce yaptığı küçük düşürme girişimini, yazısında tekrarlaması, aslında isabetli oldu. Yazısında söz ettiği dekanın başka eserlerden aldığı alıntıları kullanarak, tek bir kaynak göstermeden yazdığı 450 sayfalık Kimya kitabı için 2002’de TÜBİTAK’a yaptığım suç duyurusundan 6 yıl sonra, “yazar tek bir kaynak göstermemekle ayıp etmişse de, bu alıntılar intihal değil, birçok kitapta bulunan anonim bilgidir” anlamında raporlar verildikten sonra, TÜBA üyesi seçildi.
Bu gerçeklere karşın, konuyla ilgili uyuşmazlığımızı çözmek ve bana, hem kendisinden hem de (önceki) dekandan özür dileme fırsatı yaratmak için Baysal’dan rica ediyorum: “Yayın etiğinde önemli bir gelişme” yazımda belirttiğim [2], TÜBA’nın, Türkçe yazılmış Üniversite Ders Kitapları için istediği yayın etiği taahhütnamesini [3], lisans öğrencileri için yazdığı Kimya kitabı ile ilgili olarak, TÜBA üyesi (önceki) dekanımıza da imzalatsın ve yayınlasın.
3. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz: Baysal SCI’ye giren bilimsel dergilerdeki (okumadığı anlaşılan) iki yayınımı yok hükmünde sayıyor [1]. Bu suçlama, Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” sözlerinin değerini gösteriyor. Sayın Baysal’a öncelikle internetten açıklamalı tercümesiyle birlikte indirebilecekleri [4] bu yazıları öneriyorum.
Okurlar, SCI’ye giren Çekoslovak ve Polonya Fizik dergilerinde yayınlanmış bu iki yazıda, Profesör Baysal’ın dediği gibi “Azerbeycanlı fizikçilerin makalelerinin daha önce yayınlanmış makaleler olduğu” gibi bir ihbarda bulunduğumu değil, “mensubu olduğum EÜ Fen Fakültesi Fizik Bölümündeki bazı öğretim üyelerinin, Azeri bir Profesörle birlikte bu dergilerde yayınladıkları üç (sözde) bilimsel makalede yaptıkları bilimsel yolsuzlukları, kanıtlara dayalı olarak açıkladığımı” görecekler.
Bu iki yazı, başvurum üzerine, ilgili dergi editörlerinin soruşturma açıp, yazarların bu makalelerine kabul raporu veren hakemlere incelettikten ve yazarların savunmasını aldıktan sonra yayınlanmıştır. Adı geçen yazarların söz konusu makalelerindeki intihal ve bilimsel kandırma içeren yolsuzlukları, literatüre geçmiştir. Bunun dışında, Üniversite ve YÖK bu olayı örtbas etmeye çalışsa da, TÜBİTAK, bu makaleleri nedeniyle açtığı soruşturmada, yazarlara, kurumun desteklerinden üç yıl mahrumiyet cezası verdi. Bu cezanın iptali için açılan davaların reddedilmesiyle, söz konusu bilimsel yolsuzluklar yargı kararlarlarıyla da kesinleşti. Bu yolsuzlukların hem bilimsel hem de hukuksal olarak tescil edildiği, YÖK ve EÜ Rektörlüğü’nce bilinmesine karşın, intihali kesinleşen makalelerin yazarlarından bir öğretim üyesi, geçen yıl fakültemize dekan olarak atandı [5].
Son olarak: Evet, meslek yaşamımın dörtte birini aşan bu son döneminde, tüm üniversitelerde ve özellikle de genç öğretim elemanları arasında hızla yükseldiği fark edilen bilim etiği yoksunluğunun aşılması için yürütülen akademik mücadeleye, yazı, konferans, bildiri, imza kampanyası ile katkı vermeye çalıştım. Bu benim için mesleki sorumluluktu.
Bu süreçte, SCI’ye giren yabancı dergilerde beş, hakemli ulusal dergilerde üç olmak üzere toplam olarak ancak sekiz bilimsel makale yayınlamış; biri uluslararası, on biri ulusal toplantıda olmak üzere toplam on iki bilimsel bildiri sunmuş; çoğu Cumhuriyet Bilim Teknik, Bilim ve Ütopya, Bilim ve Gelecek dergilerinde olmak üzere bilim, eğitim ve bilim etiği konulu on dört popüler bilim yazısı yazabilmişim [6]. Son 12 yıllık bu dönem öncesinde gerçekleştirdiğim bilimsel etkinliklerimi ise, isteyenler aynı web sayfasındaki [6] kişisel akademik bilgilerim arasında görebilir. 40 yıllık akademik yaşamımda yapabildiklerimden onur duyuyorum.
Kaynaklar:
[1]Baysal B., CBT, sayı 1192, s.15(2009);
[2]Kantarlı, K., CBT, sayı 1190, s.14 (2010)
[3]http://www.tuba.gov.tr/userfiles/file/files_tr/oduller/Taah%C3%BCtname.doc
TÜBA Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser Ödülleri Taahhütnamesi: http://www.tuba.gov.tr/index.php?id=403
[4]http://sci.ege.edu.tr/~kantarli/
[5]www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=26138; http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=10648548
[6]http://akademik.ege.edu.tr/Akademik/Bilgiler/Bilgi01.asp?adi=KAYHAN&soyadi=KANTARLI&ksn=04.0 0624

8 Ocak 2010

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - AŞIRMACILIKTA SONA DOĞRU

Türkiye Üniversiteleri'nin Değerli Öğretim Üyeleri,
(Not: Sınırlı sayıda öğretim üyesine gönderebildiğim bu mesajı, içeriğinde ele alınan bilim etiği ile ilgili gelişmelerin tüm öğretim eleamanları tarafından öğrenilmesi yönünden, gerek lisans üstü öğrencileriniz gerekse üniversitenizdeki/başka üniversitelerdeki arakadaşlarınıza olabildiğince yayılması, şüphesiz toplumda etik bilinci oluşturma çalışmalarına önemli bir katkı olacaktır.)
Bilindiği gibi intihal (aşırmacılık) üniversitelerin YÖK düzeninde kangrene dönüşmüş kanayan bir yarasıdır.YÖK ve Üniversiteler bu yaranın tedavisinde bazı önlemler (YÖK disiplin yönetmeliğinde intihalin meslekten çıkarılmayı gerektiren bir disiplin suçu olarak tanımlanması ve üniversitelerin etik ilkeler ilan etmesi gibi) almış gözükseler bile bunların kağıt üzerinde kaldığını, intihal yapanlara taraftarlık anlayışı ile yaklaşılarak korunmaya alındıklarını, hatta anabilim dalı başkanlığından dekanlığa kadar uzanan akademik görevlere atanarak "intihal yapsaydı hiç dekan atarlarmıydı?" sorusuna,bizlerin "atamazlardı" yanıtı vereceği varsayılarak suçsuz gösterilmek istendiklerini biliyoruz.
Ancak bu yüz kızartıcı sürecin sona ereceği umudunu veren güzel gelişmeler olmaktadır. Yöneticilerin Bilime, bilim insanlığının saygınlığına ihanet demek olan bu tutumlarına karşı yıllardır dolaylı ya da doğrudan yürütülen "akademik ahlak" mücadelesi nihayet meyvelerini vermeye başlamıştır. Ders kitapları bağlamında çok net ve açık bir (everensel) intihal tanımı içeren ilk meyvenin ne olduğu aşağıda ki yazıda ele alınmıştır. İlk bakışta özel olarak TÜBA'nın Ders Kitabı yazarları ödülüne aday olanları ilgilendiriyor gözükse de, bu meyvenin giderek hem üniversite, hem TÜBA ve hem de TÜBİTAK ortamıının tüm arenalarında hazmedilmesi, sevindirici bir gelişme olarak kaçınılmazdır.
Kitap ya da bilimsel makele olsun tüm öğretim üyesi yazarların ve tabiiki üniversite ve araştırma kurumları yöneticilerinin, yazıda değinilen taahhütnamedeki, ilk defa bu açıklıkta ifade edilen koşulların "uymaları gereken hukuksal ve ahlaki" kurallar olarak öğrenmesi bile şimdiden büyük bir kazançtır.
Bu meyveyi veren ağacı sulayanlara hepimiz teşekkür borçluyuz.
İyi okumalar
Sevgi ve saygılar
Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi


DERS KİTABI YAYIN ETİĞİNDE ÖNEMLİ BİR GELİŞME

Cumhuriyet Bilim Teknik 08.01.2010
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üniversite düzeyinde telif ya da çeviri uluslararası standartlarda Türkçe ders kitabı yazımını teşvik etmek amacıyla 2008 yılında “TÜBA Üniversite Ders Kitapları Ödül Programı” adıyla çok değerli bir girişim başlattı. 2010 yılı programına ait duyuru ve başvuru koşullarına kurumun web sayfasından ulaşılabiliyor.
Kayhan Kantarlı, Ege Üniversitesi Fizik Bölümü, kayhankantarli@gmail.com
TÜBA’nın bu ödül programıyla ilgili başvuru koşulları arasında, ödül için başvuran yazardan/çeviri editöründen talep edilen bir de taahhütname var. Taahhütnamede, kitabın yazımında/çevrilmesinde yayın etiği kurallarına ve telif haklarına uyulduğunun beyan edilmesi istenmektedir [1]. Ülkemizdeki araştırma ve yayın etiği sorunlarının çözümüne önemli katkısı açıından bu yüz güldürücüdür.
TÜBA’yı böyle bir taahhütname istemeye götüren nedenin, birçok meslekdaşımızın yazdığı ders kitaplarında yayın etiği ve telif hakları kurallarına uymamasından kaynaklanan etik sorunların, üniversitelerin başlıca “akademik dürüstlük” sorunu haline gelmesi olduğuna hiç şüphe yok. Bilim ve Yayın Etiği’nden sapmaların, Türk bilim insanlarının ulusal ve uluslararası saygınlığını tartışılır hale getiren boyutlara ulaştığını gösteren işaretler çoktur. Bu durumun başlıca sorumlusu ise YÖK ve üniversite yöneticilerinin, bilim ahlakı-akademik dürüstlük gibi, mesleğimizin en önemli değerleri karşısındaki ilkesiz, içtenliksiz ve korumacı tutumu olduğunu açıktır.
Hepimizin kınamamız gereken bu ayıplı tutum, bilimsel yayınların niceliği karşısında niteliği ve bilim ahlakına uyulmasını savunan akademisyenler tarafından Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi başta olmak üzere, popüler bilim dergileri ve sempozyum, konferans ve panel gibi platformlarda yıllardır tartışılıyor. Bu tartışmalara katılanların başlıca amacı, evrensel etik kodlara dayalı, akademik toplumca üzerinde uzlaşılmış bir “bilim, eğitim, yayın ve akademik yönetim etiği anlayışı”nın, tüm üniversitelerde yaygınlaşmasını, benimsenip uygulanmasını sağlamaya çalışmak olmuştur.
TÜBA’nın “Ders kitapları Telif ve Çeviri Eser Ödülleri” dolayısıyla adaylardan istediği taahhütnamenin içerdiği koşullar, bu tartışmalara katılanların, yayın etiğinin ders kitabı cephesinde hem YÖK mevzuatındaki etik kurallar ve hem de Fikir ve Sanat Eserleri Yasası (FSEY) bağlamında yerleşmesini önerdikleri evrensel anlayışla [2] oldukça iyi örtüşmektedir.
Bu taahhütnamede, ödüle aday gösterilecek yazardan/çeviri editöründen uyması istenen koşullar şöyle: “Kitapta yer alan/alacak olan ve başka kaynaklardan temin edilen tüm görsel malzemeler (fotoğraf, re-sim, grafik, illüstrasyon, harita, çizim vb.) için telif haklarını ya da izinlerini almış olmak ve bu görsellerin kaynağına ilişkin bilgileri ayrıntılı biçimde göstermiş olmak”. Görüldüğü gibi bu koşullar, FSEY’ye uyma kuralı yanında en ağır bilim etiği ihlalini oluşturan intihal(=aşırma) tanımına da hiç kimsenin itiraz edemeyeceği çok net bir hukuksal-bilimsel açıklık getiriyor.
Aslında TÜBA bu taahhütnamenin temelini oluşturan “bilim insanları için evrensel bilim ahlakı ilkeleri”ni yıllar önce yayımladığı Bilim Etiği Kamuoyu Duyurusu’nda (2002) [3] ilan etmişti. Bu ilkeler aşırmacılığı yasakladığı gibi, başkalarının eserlerinden aşırma yapan kişilerin kayrılmasının da gerçek bilim insanlarının sorumluluğu ile bağdaşmadığını açıkça vurgulamaktadır.
Bu bağlamda TÜBA, ders kitapları ödülüne aday olan kitap yazarlarından söz konusu taahhütnameyi istemekle, şüphesiz kamuoyuna ilan ettiği bu ilkelerin gereğini yapmıştır. Böylece örneğin, yararlanılan tek bir kaynağın bile gösterilmediği ders kitapları ile ilgili yayın etiği soruşturmalarında bilirkişilerin, başka eserlerden kaynak göstermeden yapılan alıntı ve uyarlamaları intihal iddialarından bağışık kılabilmek için kurmaya çalıştıkları [4]“anonim bilgi sığınağının çürük temelleri, tüm bilim kurumlarına da örnek oluşturacak şekilde yıkılmış olmaktadır.
TÜBA’nın istediği yayın etiği taahhütnamesiyle, onca yıllık “toplumda bilim etiği oluşturma çabaları”nın amacına ulaşmaya başladığını görmek umut verici, son derece önemli bir gelişmedir.

4 Ağustos 2009

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - İNTİHAL İDDİALARINA KARŞI BİR SIĞINAK: ANONİM BİLGİ

Bilim ve Gelecek,
Sayı 65 - Temmuz 2009

Yazıya başlarken son 30 yıldır toplum olarak uğratıldığımız etik değerler erozyonunda, başka kurumlardan çok daha önemli olarak üniversitelerin yeri hakkında kısa bir durum saptaması yapmakta yarar var.

Yaklaşık otuz yıldır 1980 askeri rejiminin ürünü olan YÖK yasası ve bu yasayla üniversitelere getirilen aşırı yetkilerle donatılmış, katılımcılık ve ortak akıl oluşturmaktan uzak bir yönetim anlayışı ile yönetilen üniversiteler, ülkenin sorunlarına çözüm arama ve önerme sorumluluklarını kaybettiler. Hukuku ve kendi varlık nedeninin temelini oluşturan bilimsel değerleri dışlayan bu yönetim anlayışı sonucunda, topluma örnek ve yol gösterici olması gereken üniversitelerimiz bu sorumluluklarına yabancılaştı.

Yine aynı dönemde, hukuku ve etik değerleri önemsemeyen siyasi yaklaşımların topluma benimsetmeyi başardığı “bireysel çıkarcılık” demek olan “işini bil, köşeyi dön” anlayışı, ne yazık ki bu anlayışa şiddetle karşı çıkması gereken üniversitelerde bile taraftar bulabildi. Fakültelerin tüzel kişiliğinin kaldırılarak dekanların birer daire başkanı, öğretim elemanlarının ise emir kulu sıradan memurlar durumunda olduğu bu düzen içinde üniversiteler bireysel çıkar sistemine öylesine uyum sağladılar ki, üniversiteyi üniversite yapan bilimsel değerlerin “akademik köşe dönme”aracı olarak kullanılması ve bu amaçla görülmedik bilimsel sahtecilik ve intihal örnekleri sergilenmesi gittikçe yaygınlaşan sıradan bir davranış haline geldi.

“Yoldan çıktılar”suçlamasıyla üniversiteleri merkezden (siyasi) kontrol için kurulan YÖK, her türlü yetki elinde olmasına karşın bu yetkilerini, öğretim üyesi kıyımı ve üniversitelerin ticarethaneye dönüştürülmesinde hiç tereddütsüz sonuna kadar kullanırken, üniversitelerde yaşanmaya başlanan etik değerler çöküntüsünün önlenmesinde ve “eğitim-araştırma ve yayın” etkinliklerinde üzerinde uzlaşmaya varılmış, evrensel olarak geçerli etik kodlar tanımlayıp bunların üniversitenin tüm unsurlarınca beninsenmesine öncülük etmekteki sorumluluklarını yerine getirmedi. Bu gerçeğin en önemli göstergesi, ülkemizdeki “Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği” anlayışının evrensel olarak geçerli olan anlayışla bütünleşmekten henüz çok uzaklarda olduğunu gösteren olaylarda bir azalma değil artış yaşanıyor olmasıdır. Bu artışın kitlesel ve organize bir boyuta ulaşması sonunda ülkemiz üniversitelerinde yaşanan aşırmacılık olayları batıdaki saygın bilim dergilerinde haber [1] ve "Il caso 'ring' turco - Türk (intihal) Zinciri” [2] başlığı altında doktora tezlerinin tartışma konusu olmaya başlamıştır.

YÖK sistemi, sistemin kuruluşundan gelen doğası gereği “yandaş korumacılığı”anlayışını sürdürebilecek olanakları elinde tutmak istediğinden, bilim ahlakının korunması ve yüceltilmesinde kendisini ve üniversite yönetimlerini bağlayan bir sorumluluk tanımı yapmaya da yanaşmamıştır. YÖK’ün bu konuda yaptığı tek düzenleme, "Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği" ne 1998 yılında eklediği bir fıkradır. Yapılan bu eklemeyle "bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi gösterme"eylemi yani intihal üniversite öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmayı gerektiren bir suç olarak tanımlanmıştır [3].

İntihal olaylarını siyasi, kişiye özel taraflı durumlar dışında örtbas etmeye odaklanmış bir sistemin getirdiği bu yaptırımın gerçekçi olmadığı, yönetmelikte yazıldığı şekliyle hafif-ağır demeden her tür intihale uygulanacağını çağrıştırmasıyla daha ilk günden belli olmuştu. İntihalin bir disiplin suçu olarak ele alınmasındaki iyi tanımlanmamış bu yaklaşım ne yazık ki hafif, fakat çok daha onursal olan uyarma/kınama gibi etkili olabilecek yaptırımları da bir çırpıda ortada kaldırmış, sonunda ne kadar hafif olursa olsun cezalandırılması gereken intihalin uygulamada, adeta hoş karşılandığı şekilde yaptırımsız kalmasına neden olmuştur.

Açıkçası, YÖK ve üniversite yönetimlerinin söz konusu “yandaş korumacılığı” nadayanan etik dışı tutum ve yaklaşımları sonucu, en caydırıcı olabilecek bir yaptırım, bilim ahlakının korunmasında en küçük bir etki yaramatadığı gibi tam tersine, bilim etiği tartışmalarını bir kaos ortamına sürüklemiştir. Yaratılan kaos ortamının temelinde intihal eyleminin ne olduğu, hangi tür alıntılara nasıl yaklaşılacağı hakkında evrensel bilim etiği ilkeleri ve fikri mülkiyet hukukuna dayanan bir anlayış birliğinin sağlanamamış olması yatmaktadır. Bilim etiği tartışmalarının içine sokulduğu kaos ortamı gücünü şimdiye kadar sistemin “örtbas etme” yaklaşımından alıyorken, bu gün artık bir intihal davası nedeniyle bilim etiği literatüne girmiş olan “anonim bilgi” kavramından beslenmektedir.

Anımsanacağı gibi, YÖK eski Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, yazarı olduğu “Annenin Kitabı (1968)” isimli kitabının Dr. Benjamin Spock’un “Baby And Childcare (1946)” isimli kitabından aşırma/intihalolduğunu iddia eden Prof. Dr. Hasan Yazıcı aleyhinde tazminat davası açmış, altı yıl devam eden yargılama süreci sonunda son sözü söyleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (YHGK) verdiği kararla, dava profesör Doğramacı lehine sonuçlanmıştı. YHGK’nun 10.05.2006 tarih ve E. 2006/4-230, K.2006/288 sayılı gerekçeli kararı özet olarak, “Profesör Doğramacı'nın ‘Annenin Kitabı’ adlı eserinin bilimsel olmadığı; bilimsel olmayan eserlerin anonim kavram ve fikirler içerdiği, böyle anonim kavram ve fikirlerin ancak benzer şekilde ifade edilebileceği...... kaldı ki günümüzde de kaynak verilmeden alıntı yapılmaması-yani yapılırsa intihal sayılacağı- kuralının daha çok bilimsel nitelikli kitaplar için geçerli olan bir zorunluluk olduğu"gerekçesine dayanmaktadır [4].

Akademik çevrelerde halen devam etmekte olan eleştiri ve tartışmalara yol açan bu karar bilim etiği literatürüne yeni bir kavramsal anlayış kazandırmıştır. Bu anlayışın yapılan eleştirileri önemli kılan “bilimsel eser nedir?” ve “intihal nedir?” sorularıyla ilgili iki cephesi vardır. Birinci cephede, iki bilim insanı tarafından yazılan ve bilimsel bilgi içeriği nedeniyle birer bilimsel eser olduğu açık olan Doğramacı ve Spock’un kitaplarının, tıp öğrencilerine değil de, annelere yönelik isimler taşımasına bakılarak “bilimsel olmadığının” öne sürülmüş olması sorunu bulunmaktadır. Hiç şüphesiz, Profesör Doğramacı’nın itiraz etmeyip kabullenmesi, yargı kararındaki bu nitelemenin doğru ve eleştirilemez olduğu anlamına gelmez.

Her iki kitabın da hasta bebekleri okuyup üfleyerek ya da örneğin kabızlık sorununu sinameki otu suyunu içererek tedavi etmek gibi, halk arasındaki nesilden nesile aktarılmış bilim dışı bilgilerin derlenmesine değil, zamanın tıp literatüründe uzun yıllar boyunca oluşan bilimsel bilgi birikimine dayandığına hiç bir bilim insanının itirazı olmaması gerekir. Bu gerçek bir yana, YHGK kararının “eserin bilimselliği” cephesinin, yapılmakta olan eleştirilere haklılık kazandıran yönü, “intihalin yalnızca bilimsel eserleri ilgilendirdiği, bilimsel olmayan eserlerde ise başkalarının bilimsel olmayan eserlerinden kaynak gösterilmeden yapılan alıntıların intihal sayılamayacağı” ifade edilen değerlendirmesinin 5846 no’lu Fikir ve Sanat Eserleri Yasası (FSEY) ile çok açık bir çelişki oluşturmasıdır. Çünkü, FSEY fikri mülkiyet hakları yönünden korunacak eserler arasında “bilimsel olan-olmayan” gibi bir ayırım yapmamıştır [5].

Fikri Mülkiyet Hukuku uzmanı Prof. Dr. Ünal Tekinalp’in söz konusu YHGK kararında yer alan “eser” kavramı bağlamındaki tespit ve değerlendirmesi şöyledir [6]. “Anılan karar, olaya gerekli noktadan, yani ‘eser’ kavramından değil, ‘el kitabı’ndan yaklaşmıştır. Bu yanlıştır. Kanun, 1/B hükmünde bir fikri ürünün eser olabilmesi için sahibinin hususiyetini taşımasını yeterli görmüştür. ‘Hususiyet’ kelimesi ile geniş anlamda ‘uslup’ kastedilmiştir. Orijinallikten kasıt da fikrin işleniş şekli, fikri çabanın ifade edilişi ve yaratıcı çabanın eser sahibine özgü bir şekilde somutlaşmasıdır. Bir el kitabı da eser olabilir; bir ürüne el kitabı olduğu için eser değildir denilemez.”

Doğal olarak Tekinalp’in bu tespit ve görüşleri, bir eser yaratılırken daha önce yazılmış başkalarına ait eserlerden yararlanılamayacağı anlamına gelmez. Kaldı ki, örneğin ister tıp öğrencilerine yönelik bir ders kitabı, ister çocuk sağlığı için annelere ya da diyelim şeker hastalarının eğitimine yönelik olarak yazılmış bir el kitabı olsun, bilimsel bir eserin konuyla ilgili bilimsel bilgi birikiminin yer aldığı başka eserlerden yararlanmadan yazılabileceğini kimse iddia edemez. Böyle bir iddiada bulunulması “o eserde yer alan bilimsel bilginin, eserin sahibi tarafından keşfedildiği” gibi olağan dışı bir anlam taşır.

Ancak bilimsel olsun ya da olmasın, bir eseri yazarken başka eserlerden yararlanma özgürlüğü, tüm hak ve özgürlük alanlarında olduğu gibi kuralsız ve sınırsız değildir. Bu nedenle FSEY’nın “İktibas serbestisi” başlıklıklı 35. maddesi söz konusu yararlanma özgürlüğünü bir kurala bağlamıştır. İktibas (alıntı) serbestisi bir eserden, eser sahibinin iznine gerek kalmaksızın, fakat kaynak göstermek koşuluyla alıntı yapma hakkıdır [6, 7]. Alıntı yapma hakkının kaynak gösterilmeden kullanılması, FSEY ‘na göre hapis ya da para cezası gerektiren bir suç oluşturur. Bu suçun üniversite öğretim üyeliği mesleği dolayısıyla yazılan ders kitabı gibi bir eserle ilgili olması halinde ise eylem, ayrıca bilim etiğinin korunmasına yönelik olarak disiplin yönetmeliğinin kapsamına da girer ki, yukarıda belirtildiği gibi öğretim elemanları disiplin yönetmeliğinin en ağır akademik suç olarak tanımladığı intihal eylemi için öngördüğü ceza ise öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmaktır [3].

YHGK’nun söz konusu dava hakkında verdiği kararın sonucu olarak gelişen yeni kavramsal anlayışın, “intihalin anlamı” ile ilgili olan ikinci cephesi işte tam bu noktada kendini göstermektedir. Kararda “….bilimsel olmayan eserlerin anonim kavram ve fikirler içerdiği, böyle anonim kavram ve fikirlerin ancak benzer şekilde-yani kaynak göstermeden- ifade edilebileceği” belirtilmiştir. Kararın bu cephesi, intihal suçlaması ile karşılaşan kişilere ne yazık ki, bu ifadeleri kolayca saptırarak intihal suçlamasından kurtulabilme kapısını açmıştır. Yani bu değerlendirme, kanıtlara dayanan intihal iddialarının boşa çıkarılarak sorumluların haksız yere aklanmasını sağlayabilecek bir nitelik taşımaktadır.

Türk Dil Kurumu’nun (TDK) Büyük Türkçe Sözlük’üne göre “anonim” kelimesi “adı sanı bilinmeyen, yazanı-yapanı, söyleyeni bilinmeyen (eser)” demektir [8]. Sahibi belli olan ve FSEY’ndaki eser tanımı kapsamına giren fikir ve sanat ürünlerinin, örneğin bir ders kitabının “sahibinin hususiyetini taşıdığı” kabul edildiğine göre, böyle bir eserden yapılan alıntıların “anonim kavram ve bilgiler” diye nitelendirilemeyeceği açıktır. Dolayısıyla alıntılar için yasada belirtilen kaynak gösterme zorunluluğu eser tanımı ile birlikte ele alınmalıdır. Bu açıdan bakıldığında örneğin, yazarı belli olan bir kitaptaki hiçbir anlatım, sunum, formül, şekil, tablo, grafik vb., “anonim bilgi” kavramı içine sokularak yasanın koruma alanı dışına çıkarılamamalıdır, bunları kaynak göstermeden kullanmak FSEY’na aykırıdır ve bazı durumlarda “yasaklanmış iktibas oluşturur [6].

Fakat, YHGK’nun verdiği karar, bir talihsizlik olarak böyle bir dışarlamayı olanaklı hale getirmiş bulunmaktadır. Bu durumun sonucu olarak, yazdığı bir kitapta başkalarına ait kitaplardan şekil, tablo, grafik vb. ni kaynak göstermeden ve hatta kitapların iç kapaklarındaki telif hakkı (copyright) uyarısını yok sayıp yayınevinden izin almadan kullandıkları için intihal suçlamasıyla karşılaşanlar, şimdi artık bu karardan esinlenerek rahatça “kitabımda tek bir kaynak göstermediğim doğrudur, ancak intihal gerekçesi olarak öne sürülen alıntılar bir çok kitapta bulunan anonim bilgilerdir, dolayısıyla intihal sayılmaz” diyebilmektedir. İddialar üzerine yaptırılan incelemelerde raportör görevi verilen bazı saygın bilim insanları ise saptırılmış bu savunmayı, bilimsel tarafsızlık ilkesinin yıkımı pahasına daha da ileri götürerek, “iddia konusu alıntıların anonim bilgiler olduğu, böyle anonim bilgilerin alıntılandığı eserlerin kaynak göstermemenin mübah olduğu, aslında lisans kitaplarında kaynak gösterilmeyebileceği, kaynak gösterme zorunluluğunun daha çok yüksek lisans kitapları için geçerli olduğu” şeklindeki, değerlendirmeleri rahatça yapmaya başlamışlardır.

Söz konusu YHGK kararı öncesinde pek görülmemiş bir olgu olan “anonim bilgi” sığınağı o kadar abartılı hale getirilmiştir ki, örneğin intihal iddialarına konu olan eserin, lisans ders kitabı gibi bilimselliğinin su götürmez olduğu bir durumda, YHGK kararında yapılan, “bilimsel nitelikli kitaplar için kaynak gösterme zorunluluğu vardır” vurgulaması bile, iddiaları mutlaka anonim bilgi sığınağına sokabilmek amacıyla görmezden gelinerek, “kitabın esas olarak herkese malolmuş (anonim) bilgiler içerdiği, dolayısıyla kaynak gösterilmeyebileceği” gibi dürüstlük ve tarafsızlığın egemen oluğu bir akademik yaşamda asla yeri olmayan zorlama görüşler ileri sürülebilmektedir.

İntihal suçlamasıyla karşılaşanların savunmalarında, bilim insanlarının ise bilirkişi sıfatıyla hazırladıkları raporlarda yaptıkları, anonim bilgi sığınağını çatırdatan ibret verici bir zorlama ise, “kopyala-yapıştır” yöntemiyle intihal edildiği orijinal kitapta alt yazı ya da başlığında hem kaynak gösterilmiş, hem de kitabın yayıncısından izin alındığı notu düşülmüş özel şekil ve tabloların dahi anonim bilgi sayılarak ağzına kadar dolmuş olan sığınağa sokulmak istenmesidir.

İddia ve şikayet edilen intihalin gerçekliği konusunda, her öğretim üyesinin mesleği gereği bilmek ve öğrenmek durumunda olduğu evrensel bilim etiği ilkeleri ve ilgili yasal mevzuat bağlamında tarafsız olarak değerlendirip görüş bildirmek üzere görevlendirilen bilim insanlarının, intihal suçlamasının muhatabı olan kişileri korumak amacıyla sahiplenebildiği, bilim insanı sorumluluğuyla asla bağdaşmayan böylesi etik dışı yaklaşımların halk arasındaki adı “işi kitabına uydurmak” tır.

Bilimsel çalışmalarının bilim dünyasındaki etkisi nedeniyle uluslarası saygınlık kazanmış bazı bilim insanlarının benimsediği “işi kitabına uydurma” ilkesi ile bu saygınlığı kazanmış bilim insanlarını çatısı altında toplayan bilim akademilerinin ortak değeri olan aşağıdaki iki ilkesi[9]arasındaki çelişkinin takdiri ve değerlendirilmesi okuyuculara aittir:

(i) Bilimsel yayınlarda ve genel kamuoyuna dönük olarak yayınlanan her türlü makale, derleme, kitap ve benzeri yayınlarda yararlanılan başkalarına ait yayınlar kaynak olarak gösterilmedir;

(ii) Bilim insanı, akademik yaşamının bütün evrelerinde ve öğretim, yönetim ve akademik değerlendirmelere ilişkin görevlerde bilimsel liyakatı temel ölçüt olarak kabul eder, temel etik kurallarının dışına çıkmaz ve bu kuralların dışına çıkılmasına göz yummaz. Eğitimin eksik verilmesi, kopyacılık, akademik ilerleme ve ödül jürilerinde bilimsel liyakat ölçütlerinin dışına çıkmak, kişileri kayırmak ve benzer davranışlar kabul edilemez.

Evrensel bilim etiği kodlarında yeri olmayan ve ayrıca FSEY’ndan da taşan “anonim bilgi kavramı” ile inşa edilen sığınağın -her türlü bilimsel ve etik çelişkiyi göze almak pahasına- ders kitabı gibi bilimsel eserlerle ilgili intihal iddialarına kadar genişletilmek istenmesi, ülkemizde can çekişmekte olan bilim etiğinin kurtuluşu yönünden son derece endişe vericidir. Anonim bilgi sığınağı YHGK’nun söz konusu kararından alınan ilhamla bilimsel kitapları da içine alacak kadar genişletmeye çalışanların, ülkemizdeki bilim etiği çalışmalarının tartışmasız öncüsü durumunda olan uluslararası saygınlığa sahip kurumlarımızın üyeleri arasından da çıkması nedeniyle bu endişe bir umutsuzluğa dönüşmekle karşı karşıyadır.

Anonim bilgi sığınağının, kurulduğu günden bu güne evrensel bilim etiği ilke ve normlarının ülkemizde de geçerli olması için değerli çalışmalar yapan, bilim insanları için etik kodları tanımlayıp ilan eden, kitaplar yayınlayan konferans ve sempozyumlar düzenleyen, ülkenin uluslararası saygınlığı tartışılmaz seçkin bilim kuruluşlarının bazı üyelerince de benimsenmesi kabul edilebilecek bir olgu değildir. Bu kuruluşlarımızın bilim etiği normlarını öncelikle kendi içinde gözetmesini beklemek haksızlık olmaz sanırım.

Gidişin, anonim bilgi sığınağını bilimsel kitaplardan sonra, bilimsel makalelerdeki intihal ve sahtecilikleri de içine alacak şekilde genişletilmesine doğru olduğu açıktır. YÖK sisteminin akademik yükseltmelerde “nitelik önemli değil, yeter ki çok yayın yap” ilkesi(zliği) devam ederken bu sığınağın, daha çok intihalcinin sığacağı şekilde iyice genişletilmesi gerekebilecektir.

Bu gidiş karşısında, bilim ahlakının geride bırakıldığı olguların giderek artacağı kuşkusuzdur. Çok yazık… Bakalım kimin aklı daha önce başına gelip bu gidişe son vermek üzere, Akademia’nın saygınlığını korumak isteyecek? Yoksa YÖK, ÜAK, TÜBİTAK ve TÜBA gibi ilgili kurumlar ve bu kurumların “bilimin ahlaki değer sınırları içinde” işletilmesinden sorumlu olan makamlar, felaketin burada açıklanan boyutları karşısında da bir önlem almayıp şimdiye kadar olduğu gibi yine susacaklar mı? Yoksa “en iyisi sıfırdan başlamalı ve bunun için de 76 yıl öncesine dönüp ‘Üniversiteler Mülgadır’ yasası çıkarılmalıdır!” demek zorunda mı kalacağız?

Hayır, bu kadar karamsar olmak haksızlık olur. Unutmayalım ki ülkemiz akademik yaşamında bilim ahlakının egemenliğini sağlamaktan sorumlu kurumlar yalnızca yöneticilerinden ibaret değildir. O kurumlar,“etik olmazsa bilim de olmayacağını” mesleklerinin en kutsal değeri olarak içselleştirmiş bilim insanları sayesinde ayakta kalabilmektedir. Onlar hiç şüphesiz yaşanmakta olan ve içinde “intihal serbestliğini barındıran” felaket karşısında sessiz kalmayacak ve sonuçsuz kalması yalnızca aşırmacıların işine gelen bu tartışmalarda yerlerini koruyarak bilimsel dürüstlüğe yeniden can vermeyi başaracaklardır.

Kaynaklar:

[1]http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/419787.asp
[2]http://www.fedoa.unina.it/2317/
[3]http://www.yok.gov.tr/content/view/458/183/lang,tr
[4]Yazıcı, H., Cumhuriyet BT Dergisi, sayı 1007, 21 (2006)
[5]http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/957.html
[6]Tekinalp Ü, “ Bilim Etiğinin Hukuki Cephesi”, Bilim Etiği Elkitabı Ed.A. Erzan, TÜBA yayınları, 75-84 (2008);
[7]Çağlayan, R., http://www.e-akademi.org/makaleler/rcaglayan-1.htm;
[8] http://tdkterim.gov.tr/bts
[9] http://www.tuba.gov.tr/duyuru.php?id=41

Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü
Bornova, 35100 İzmir
e-mail: kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-630 1473
EGE ÜNİVERSİTESİ

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.