NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

25 Şubat 2016

Prof.Dr. Cevdet COŞKUN - Akademik Teşvik ve Bilim Etiği (GUNİDER)

Üniversitelerimizde çalışan akademisyenler için ocak ayı, akademik teşvik ikramiyesi alabilmek için, harıl harıl puan hesaplamakla geçti. İlk kez hayata geçen bu uygulama ile akademisyenler maaşlarına ek olarak, unvanlarına ve akademik üretkenliklerine bağlı olarak değişik miktarlarda ikramiye alacaklar. Mükemmeli, iyinin düşmanı yapmamak gerek; dolayısıyla eksikliklerine rağmen ben bu uygulamayı destekliyorum. Zira geçen sene akademisyenlerin maaşlarında yapılan hissedilir miktardaki iyileşmeye rağmen, ücretler hala bilim ve teknoloji alanında dünya ile yarışabilmek adına yetersiz durumdadır. 
Yıllar önce Amerika Birleşik Devletleri'nde doktora sonrası çalışmalar yaparken görmüştüm ki; aynı bölümde ve hatta aynı laboratuarda çalışan ve odaları yan yana olan iki profesörden biri diğerinin iki katı kadar kazanabiliyordu. Önce buna şaşırmıştım, ancak biraz düşününce bunun ne kadar da akıllıca bir ücretlendirme sistemi olduğunu anladım. Çalışanla çalışmayanı ayırmanın en iyi yolu belki de buydu. Ne de olsa marifet iltifata tabidir. Bundan böyle bizim üniversitelerimizde de üreten ve üretmeyen arasında bir nebze de olsa maaş farkı sağlanmış olacağı için, akademisyenler daha fazla kazanmak için daha fazla çalışacaklar. Buraya kadar iyi... 
İntihal, sahtecilik, çarpıtma...
Ancak ben olayın bir başka yönüne temas etmek istiyorum: Acaba daha fazla kazanmanın itici gücüyle daha fazla yayın yapmaya sevk edilen akademisyenlerimiz araştırma ve yayın etiği konularında ne kadar bilgili? Yapılan çalışmalar göstermiştir ki (bile-isteye yapılan ihlallerin yanı sıra) bilimsel çalışmalardaki etik ihlaller büyük ölçüde bu konudaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Peki, üniversitelerimizde Bilim Etiği dersleri zorunlu olarak okutulmakta mıdır? Maalesef hayır! Birçok üniversitede bu adla okutulan bir ders bile yoktur. Olanların çoğunda ise seçmeli olarak okutulmaktadır. Dahası, bu konuda ders verecek yetişmiş hocalarımızın sayısı da oldukça azdır. İntihal, sahtecilik, çarpıtma, duplikasyon, dilimleme, uygun olmayan atıf ve hediye yazarlık vb. ihlaller birçok araştırmacı tarafından yeterince bilinmemektedir. Üzülerek belirtmeliyim ki birçok akademisyenimiz etik ve ahlak arasındaki farkı dahi tam olarak anlayabilmiş değildir. 
Ahlak, kişinin mesleki ve kurumsal rolünden bağımsız olarak toplumun tümü için geçerli olan genel standartlar vazederken, etik, kişinin mesleki ve kurumsal rolüne bağlı olarak evrensel kurallar ortaya koyar. Bu bağlamda bilim etiği de hangi millete veya dine mensup olursa olsun tüm bilim insanları için evrensel kurallar ortaya koyar. Bu sebeple, bence üniversitelerimizde lisans ve yüksek lisans düzeylerinde bu evrensel kuralların öğretildiği Bilim Etiği ya da Araştırma ve Yayın Etiği adı altında zorunlu dersler konulmalı, bu konularda düzenlenen eğitim seminerleri ve konferanslar yaygınlaştırılmalı ve araştırmacıların konuya ilgisi en üst düzeye çekilmelidir. Aksi halde bilimsel üretimi artıralım derken aleme rezil olabiliriz. Zira on yıl kadar önce ODTÜ'de patlak veren olayın bilim alanında ülkemize bakışı ne kadar olumsuz etkilediğini hala unutabilmiş değiliz. 
Yasal boşluk doldurulmalı
Ağırlaştırılan doçentlik başvuru kriterlerinin ardından akademik teşvik yönetmeliğinin de hayata geçmesiyle, önümüzdeki yıllarda bu tür ihlallerin artması muhtemel gibi görünüyor. Eğitim sistemimizdeki eksiklikler, denetim mekanizmalarının iyi çalışmaması ve yaptırımların yetersiz kalması, akademik yükselmelerde yayınların niteliğinden çok niceliğin dikkate alınması gibi sorunlar nedeniyle üniversitelerimizde bu tür ihlallerin ortaya çıkmasına elverişli bir ortam vardır. Gerçekte ciddi etik ihlallere bugün dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile rastlamak mümkündür. Bizim gibi az okuyan toplumlarda ise okuyucu denetimi yetersiz kaldığı için bu tür olumsuzluklara daha sık rastlanmaktadır. Dolayısıyla bu süreçte özellikle YÖK, ÜAK, TÜBA ve TÜBİTAK gibi kurumlarımıza ciddi bir sorumluluk düşmektedir. Bu kurumların yöneticileri, üniversitelerdeki araştırmacıların nitelikli bilimsel araştırma yapabilmesi için uygun bilimsel ortamı sağlamakla mükelleftir. Bir tür koruyucu hekimlik! 
Peki, bu tür olumsuzlukların önüne geçmek için neler yapılmalıdır? Öncelikle suç ve cezada kanunilik temel ilkesinden hareketle, bu alandaki yasal boşluk süratle doldurulmalıdır. Bu konuda gösterilecek müsamahadan ve merhametten maraz doğacağı unutulmamalı ve caydırıcı cezalar öngörülmelidir. Yasa, yönetmelik ve yönergelerle belirlenen hukuki çerçeve içinde suç ve suçlular iyi tayin edilmeli, çalışma barışını ve kişi hukukunu korumak için soruşturmalar gizlilik içinde yürütülmelidir. 
Yine bütün üniversitelerimizde var olan etik kurullar daha etkin çalıştırılmalıdır. Üzülerek belirtmeliyim ki, bugün üniversitelerimizdeki etik kurulların sadece adı vardır. Etkin olanların da ciddi anlamda yaptırım güçleri yoktur. Bir akademisyen tüm akademik hayatı boyunca sadece doçentlik başvuru aşamasında bu zaviyeden bir incelemeden geçmektedir. Sadece yüzeysel anlamda yapılan bu tahkikat bu tür suçların önünü almak için yeterli değildir. Rektörlerin ve dekanların sicil amirleri olarak bu konuda daha kararlı ve şeffaf olmaları gerekirken aksine bugün bazı üniversitelerimizde çok büyük yetkilerle donatılmış rektörlerimizin suça değil de suçluya bakarak muamelede ve mukabelede bulunduklarını da üzülerek görmekteyiz. 
Rapor etme hassasiyeti
Batı dünyasının karanlık bir dönem yaşadığı ortaçağlarda bir altın çağ yaşayan İslam dünyası, evrensel insani birikime yaptığı birçok katkının yanı sıra bilim etiği alanında da önemli katkılar sağlamıştır. Özellikle İslam dünyası dışında başka hiçbir medeniyette bir benzerine rastlanmayan hadis ilmi ve hadis toplama tecrübesi, Müslümanların bir şey duyduklarında ve öğrendiklerinde bunu kimden duyduklarını da belirtme/rapor etme hassasiyetini kazanmalarına yol açmıştır. Oysaki bu dönemde Batı dünyasının Judeo-Hıristiyan kültüründe birçok Müslüman alime ait eserin Batılı bilim adamları tarafından sahiplenildiği ve kendilerine ait bilimsel üretimlermiş gibi gösterildiği bugün bilim tarihi çalışmalarında ortaya konmuştur. 
Bugün bizler yeniden, bilimsel emeğin mal bulmuş mağribi gibi talan edildiği çağlarda dünyaya referans gösterme geleneğini hediye eden İslam medeniyetinin mirasçıları olarak "bir kişinin fikrini çalmakla malını çalmak arasında bir fark olmadığını" idrak edebilen yeni bir nesil yetiştirmek zorundayız.

9 Şubat 2016

Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ(*) - "Akademik etik" Türkçe sözlükten çıkartılırken: doçentlik 2016 ve WASET pirofesörleri


Aralık 2009 tarihli Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun YÖK ve üniversiteler hakkındaki raporuna göre Türkiye üniversite sistemi "yağma alanı, yağmalama alanı" ve haliyle öğretim vermekten ve bilimsel araştırma yapmaktan çok uzak. 
Yağmalanan Türkiye üniversite sisteminde doktora tezi, sadece 3-5 kişinin imzaladığı bürokratik kağıt, o kadar. Bomboş olabilir. Üfürükçü muskası gibi abuk sabuk şeyler içerebilir. İmzalayanların o branşla alakası olması gerekmez, doktora diplomalı olmaları da gerekmez, ne idüklerinin belirsiz olması da farketmez. Nasılsa "yeni YÖK" ve üniversiteler, doktora tezlerini gizler, kimsenin görmesine izin vermez. Gelişmiş ülkelerdeki akademisyenler tezleri görülsün diye uşraşırkan, görüldükçe mutlu olurken, Türkiye'de akademisyenlerin doktora tezlerini göremezsiniz, üstelik görmek isteyenlerin üzerine saldırırlar. 
Doktora diploması, sadece 1-2 kişinin imzaladığı bir başka bürokratik kağıt, o kadar. Doktora tezi gerekmez. Derslere girmek gerekmez, derslerin sınavlarına girmek gerekmez, doktora yeterlik sınavına girmek gerekmez. Nasılsa "yeni YÖK" ve Üniversiteler, doktora diplomalarının izinin sürülmesine, aslının astarının eşelenmesine izin vermez. 
Yani, durum çok kötü. Daha da kötüsü, bunları akademideki herkesin bilmesi, kimsenin gıkını çıkarmaması, tepki göstermemesi. Tepkisizlikleri sadece, bunları ortaya dökenlere acayip saldırmalarından korkmalarından değil. Tepkisizlikleri sadece, herkesin her pisliğin örtbas edileceğinden emin olmasından da değil. Tepkisizlikleri sadece, saldıranların, saldırtanların “dokunulmaz” olmasından da değil. Tepkisizlikleri sadece, kronik “koşulsuz itaat” hastalığının yaygınlığından da değil. Anadolu toplumunun en az 200 yıldır herşeye tepkisizliğinin nedeni her neyse, o daha etkili sanki. Tabi, tepkisizlik, kolayca çözülebilecek sorunları bile kısa sürede kangren haline getiriyor. 
Doktora tezi ve doktora diplomasını bu kadar değersiz hale getirenler, diğer yanda işini düzgün yapanların doktora öğrenimi görmesini engelliyor, keyfi olarak hiçbir gerekçe göstermeden bitirip diplomalarını almak üzereyken onları doktoradan atıyor. İşini düzgün yapanların ders vermesini engelliyor, onlara eziyet ediyor, fizikçiye kümeste hergün binlerce civciv ve yumurta saydırmak gibi angaryalar yüklüyor, sürgüne (örneğin fizikçiyi kümese) gönderiyor. Hiçbir fikri olmadığı halde üzerine aldığı derslere uğramamasını şikayet eden öğrencileri tehdit ediyor. Haksız yüksek not vaadiyle veya tehditle öğrencilerinden harem kuruyor. Haksız işe alma ve yükseltme vaadiyle veya tehditle akademisyenlerden, idari personelden, işçilerden harem kuruyor. Aynı anda Trakya Üniversitesi rektör yardımcısı, dekan, meslek okulu müdürü, ve Türkiye Bilimler Akademisi üyesi (YÖK kontenjanından) hem de yöneticisi olan ilahiyatçı bir kaç hafta önce “çocuk pornosu”ndan “Interpol”e yakalanmış ; üniversite ona teslim edilmiş, TÜBA ona teslim edilmiş, ilahi işler ona teslim edilmiş. Daha önce de aynı nedenle “Interpol”e yakalanan üniversite yöneticileri olmuştu. 
Dünyanın en büyük makale arşivi sitelerinden arXiv'in kurucusu ve editörü Dr Paul Ginsparg'ın Türkiye adresli akademik dergilere ve arXiv sitesindeki Türkiye adresli makalelere dair bugünlerdeki görüşü şöyle : 
Unfortunately there are many such fake journals now. We have also had a large number of articles from Turkish grad students in math  differential geometry which the moderators say are undergraduate level textbook exercises. 
(Maalesef çok sahte dergi var. arXiv'de Türk lisansüstü öğrencilerine ait çok fazla sayıda matematik, diferansiyel geometri makalesi var ve moderatörlerimiz bunların lisans      seviyesindeki ders kitabı egzersizleri olduğunu söylüyor.) 
Dr Paul Ginsparg, Ağustos 2007'de arXiv sitesinde Türkiye'deki 4 üniversiteden (ODTÜ, Çanakkale Üniversitesi, Dicle Üniversitesi, Mersin Üniversitesi) 14 Türk fizikçinin 65 çalıntı çalıntı makalesini ODTÜ hocalarının yardımıyla yakalamıştı ve yayından atmıştı. Meşhur Nature dergisi, Eylül 2007'de bu skandalı haber yapmıştı. Yerli basın ve televizyonlar da birkaç gün ilgi göstermişti. 14 intihalci fizikçinin hepsi ödüllendirildi ve yükseltildi. Gelişmiş ülkelerde çalıştığı akademik konularda oldukça bilgili ve tecrübeli anlamına gelen ve üniversite dışında pek işe yaramayan doçentlik ve profesörlük, Türkiye'de jürileri tekeline alan gurupların yandaşlarına paylaştırılan saltanat ünvanları. Üniversitede beğenisine göre taht tahtarevan kapamayanlar, üniversite dışındaki “arpalık”lara hücum ediyor.  
Doçentlik sözlü sınavları şöyle özetleniyor : juri üyeleri, beleş geçirmek istediklerine, analarının adını soruyorlar, asla geçirmek istemediklerine ise, juri üyelerinin analarının adını soruyorlar.... 
30 yıl boyunca doçentlik jürisine 1 kez çağrılan ya da hiç çağrılmayan alanında çok iyi  meşhur dürüst hocalar var. 
Diğer yanda doçent fabrikatörü yapılan, doçentlik jürilerinin vazgeçilmezi yapılan akademik sahtekarlar var. "Bağlı oldukları guruplar"ın akademide üremesi için doçentlik jürilerinin tekeli yapılıyorlar. 
Işıl Öz görüştüğü akademisyenlerin “akademik derecelendirmeler ve kadroların askeriyeden farkının olmadığını” söylediklerini belirtiyor ve “başka ülkelerde görülmeyen bir ast üst ilişkisi olduğu aşikar” diyor. 
Dr Haldun Güner  Türkiye'de nasıl profesör olunduğunu gayet güzel özetliyor ... 
2015 Nisan Dönemi Doçentlik Sınavı Başvuru Kılavuzunda “doçentlik başvurularında akademik sahtekarlıkları yakalananlar”a yine yırttıklarının müjdesi veriliyor : 
Eski yönetmelik maddesine göre verilen kararların hukuki dayanaktan yoksun  olduğu gerekçesi ile Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nca iptal edildiği, yeni Doçentlik Sınav Yönetmeliğinde bu konuda bir hüküm bulunmadığı göz önüne alınarak haklarında etik ihlal nedeni ile belirli süre doçentlik sınavına başvuramama yaptırımı uygulanan adayların bu süreler dolmadan doçentlik sınavına   başvurabileceklerine, karar verilmiştir. 
WASET  World Academy of Science, Engineering and Technology, yağmalanan Türkiye üniversite sisteminin ürettiği ve kendisiyle yetinmeyip dünyanın başına da bela sardığı en büyük eseri. WASET, bir sahte akademik organizasyon. WASET sitesi, dünyanın en çok vurgun yapan (yılda 2 milyon euro üzeri) akademik dolandırıcılık sitelerinden biri. Dünyanın en azılı akademik dolandırıcılarından İstanbul Aydın Üniversitesi okula hiç uğramadan doktora öğrencisi (işletme) sahte Dr/PhD Cemal Ardıl ve Fatih Üniversitesi okula hiç uğramadan doktora mezunu (2014, Elektronik Mühendisliği) kızı Ebru Ardıl ve Okan Üniversitesi okula hiç uğramadan yüksek lisans mezunu (2013, Bilgisayar Mühendisliği) ve okula hiç uğramadan doktora öğrencisi oğlu Bora Ardıl'a (Bilgisayar Mühendisliği) ait WASET sitesi. Dünyanın heryerinde her hafta yüzlerce WASET sahte akademik konferansları düzenliyorlar. Onlarca WASET sahte akademik dergileri var, bir ara 150 civarındaydı. WASET'in sahte makale indeksi de var : International Science Index (ISI) ; çok mu tanıdık geldi yoksa !? WASET sitesinde 50.000 (elli bin) civarında makale var. Makale başına “kayıt dışı” 500 euro alıyorlar. 1-2 yıldır vergisiz “off-shore” şirketlerin cenneti Birleşik Arap Emirliklerinin “en denetimsizlik garantisi” veren Ras Al Khaimah Emirliği serbest ticaret bölgesinde sahte Dr/PhD Cemal Adına kayıtlı “World Academy of Science, Engineering and Technology FZE” isimli sadece kağıt üzerinde bir şirket var. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi sahte Dr/PhD Cemal Ardıl'ı dolandırıcılıktan attıktan (Şubat 2004) sonra, Türkiye'den 100 kadar üniversite (TÜBİTAK dahil), WASET'le vurgun yaparken bir çok sahte isim de kullanan azılı dolandırıcı Ardıl ailesinin yurtdışı banka hesaplarına 500.000 (beşyüzbin) euro'dan (= bir buçuk milyon TL) fazla para gönderdi ve hala tam gaz göndermeye devam ediyor. Atılmayıp üniversitede çalışıyor olsaydı, 1 yılda “elli bin” TL'den az maaş olacaktı, atıldığı tarihten beri “altı yüzbin” TL'den az eline geçmiş olacaktı. “Elli bin” TL civarında emekli ikramiyesi alabilecekti. Fiş, fatura, makbuz falan istemeden Türkiye üniversitelerinden hesaplarına aktarılan para, “otuz” yıllık maaşından fazla, emekli ikramiyesinin “otuz” katı. YÖK'ü ve üniversiteleri ve TÜBİTAK'ı resmi olarak defalarca uyarmak hiçbir işe yaramadı, yaramıyor. Turistik (seks turizmi dahil) WASET sahte konferanslarına yüzlerce akademisyen gönderdiler, hala gönderiyorlar. Yol, yolluk, ve diğer masraflarla birlikte WASET'in Türkiye üniversitelerine maliyeti 2.5 milyon euro civarında. Yani, 1 WASET sahte konferans makalesinin maliyeti 2.500 euro (yedibin beşyüz TL = 1 akademisyenin 2 aylık maaşı). Sefa Kaplan'ın WASET'i ve azılı akademik dolandırıcı Ardıl ailesini tanıtığı yazısının başlığı, “Türk Usulü Uluslararası Bilimsel Dolandırıcılık 'Parayı Bastıranı Profesör Yapıyorlar'” idi. Parayı kendi ceplerinden de bastırmıyorlar, üniversitelerine ödetiyorlar. 
“Yeni YÖK”ün Ekim 2016'dan itibarenki “yeni doçentlik” kriterlerine göre doçent (ve ardından pirofesör) olmak için WASEt'e parayı bastıranlar, WASET sahte konferans ve sahte dergi makaleleriyle kaç puan toplayabilir? Spor Bilimleri'ne bakalım (diğerleri de aynı). 100 puan toplamak gerekiyormuş :
1. Uluslararası Makale : n x 15 --> 105 puan
(en az 20 puan almak zorunlu, üst puan sınırı yok)
Uluslararası alan endekslerinde taranan dergilerde yayımlanmış makale (x 15 puan)
Uluslararası alan indekslerinin neler olduğu belirtilmemiş. WASET sahte indeksi (ISI: International Science Index) ve WASET sahte dergilerinin doçent yapılmak için yeterli olduğu anlaşılıyor !
7 WASET sahte dergi makalesi : 7 x 15 = 105 puan ediyor.
Sahte WASET dergilerinde onlarca makalesi olanlar var Türkiye'den.
Sahte WASET konferanslarında onlarca makalesi olanlar var Türkiye'den.
8. Bilimsel Toplantı : 4 x 3 --> 10 puan
(en az 5 puan almak zorunlu, en fazla 10 puan)
Uluslararası bilimsel toplantıda sunulan alanında bilime katkı sağlayan bildiri (x 3 puan)
4 WASET sahte konferans makalesi : 4 x 3 = 12 --> 10 puan ediyor.
5. Atıflar : n x 2 + m x 1 --> 100 puan
(en az 6 puan almak zorunlu, üst puan sınırı yok)
WASET sahte dergi makalelerinden (WASET sahte indeksindeler (ISI : International Science Index)) WASET sahte dergi makalelerine ve WASET sahte konferans makalelerine yapılan atıflarla (x 2 puan) ve her gün yağmur sonrası mantar gibi internet sitelerinde yenileri türeyen yerli malı dergilerden WASET sahte dergi makalelerine WASET sahte konferans makalelerine yapılan atıflarla (x 1 puan) 100 puan toplanabilir.
Yani, WASET sahte konferans ve sahte dergi makaleleriyle 215 puan toplanabiliyor. Doçent yapılmak için 100 puan toplamak yeterliymiş.
WASET benzeri yerli malı ve yabancı akademik sahtekarlık düzeneklerinden alınabilen puanlarla da aynı şekilde doçent olabilmek mümkün.
Her gün yağmur sonrası mantar gibi internet sitelerinde yenileri türeyen ne idüğü belirsiz yerli malı dergilerdeki en az 6 makaleden atıf almak zorunluymuş.
TÜBİTAK ULAKBİM indeksindeki dergilerde 3 makale sahibi olmak gerekiyormuş (24 puan getiriyor). TÜBİTAK ULAKBİM indeksindeki dergiler hakkında fikir sahibi olmanız için önce TÜBİTAK'ın kendi dergilerine bakalım. TÜBİTAK Elektrik'in yayından atmadığı ÇALINTI bir makale. 5 yıldan eski hileli makaleleri yayından atmazlarmış. Bekir Karlık'ın çok sayıdaki ÇALINTI makalelerinden biri. Bekir Karlık, TÜBİTAK Elektrik'in hakemlerinden ; yani, dergide hangi makaleyi yayınlayacaklarını ona soruyorlar. 
TÜBİTAK ULAKBİM indeksindeki dergilere bir başka örnek verelim. Başvurum üzerine SCI'den atılmış bir dergi : Mathematical & Computational Applications. Derginin sahibi Mehmet Pakdemirli, TÜBA üyesi (TÜBİTAK kontenjanından).  Bekir Karlık, en başından beri derginin editörü, yani dergide hangi makaleyi yayınlayacaklarına Mehmet Pakdemirli ile birlikte o karar veriyor. Editör Bekir Karlık bu dergide kendi ÇALINTI makalelerini yayınlıyor. Editör Bekir Karlık bu dergide yayınlamış makaleleri ÇALIP kendi adıyla başke yerlerde yayınlıyor (örnek-1 , örnek-2 ). Bekir Karlık'ın son makalesi de ÇALINTI ve UYDURMAydı ve yayınlandıktan bir ay sonra yayından atıldı .
Bekir Karlık, doçentlik jürilerinin aranan ismi, vazgeçilmezi ; jüri üyesi Mehmet Korürek'in danışman olduğu Özcan Kuyucu'nun İTÜ'deki yüksek lisans tezinden ÇALDIĞI doktora tezi rapor edildikten sonra bile defalarca doçentlik jürisi üyesi yapıldı.
TÜBİTAK ULAKBİM indeksine hangi dergilerin alınacağına birkaç kişilik birkaç kurul karar veriyor. Birkaç yıl önceki kurullardakilerin üyelikleri gerekçe söylemeden bitirildi. Birkaç yıl kurullar boş kaldı. İndeksteki dergilerin sayısı göze batmayacak düzeydeydi. Yakın zaman önce yeni kurul üyeleri geldi ve gelmeleriyle birlikte indekse eklenen dergilerin sayıları patladı gitti. Öncelikle kurul başkanlarının üniversitelerinin dergilerini ekliyorlar ; bazıları yeni ortaya çıkmış ve az sayıda makale içeren dergiler, artık onlardaki makale sayıları da patlayıp gidecek. TÜBİTAK ULAKBİM indeksine eklenen dergilerin 1-2 yıldır yayında gözükmesi yeterli.
“Yeni YÖK”ün yeni doçentliği, “akademik sahtekarlıklar”a itiraz imkanını sıfırlayacak yasa çıkarttırmak üzere olduklarını açıklamalarıyla gayet uyumlu
“Yeni YÖK”, bir yanda artık doçentlik başvurusu haricindeki “akademik sahtekarlıklar”a, ki herşey kapalı kapılar ardında gizli olduğu için bunu doçentlik jürisinde olmayanların farkedebilmesi de mümkün değil, ki bunlar da hep örtbas ediliyor, el sürmeyeceği yasa çıkarttırmaya çalışırken, diğer yanda Türkiye'de jürileri tekeline alan gurupların yandaşlarına paylaştırılan saltanat ünvanları olan ve üniversite dışında da ayağa düşürülen doçent, ve buna bağlı olarak pirofesör, yapmada tekel olmayı elinden bırakmak istemiyor.
Dışarıdan doçent olabilmek kaldırılmış gibi gözükse de Türkiye Tabipler Birliği'nin açıkladığı “hülle tıp profesörleri” (adım atmadıkları şehirlerde öğrencisi, binası, tabeladan başka hiçbirşeyi olmayan tıp fakültelerinde pirofesör yapılan ve “arpalıklar”a tepeden konanlar) listelerini ve çok sayıda benzerlerinin bilgilerinin gizlendiğini belirttiklerini hatırlarsanız, pratikte herşey mümkün.
Ders verme puanlanırken Türkiye akademisinde herşey hileli, keyfi ve gizli kapaklı olduğu için kiminin asistan olarak girdiği dersler yeterli sayılırken, kiminin sayılmayacak yurtdışında asistan olarak çalışan kimi "öğretim elemanı" olarak çalışmış sayılırken, kimi sayılmayacak.
28 Şubat darbesi dönemindeki vahşiliklere benzer şekilde, 28 Şubatçı akademi yöneticileri en büyük eziyeti öğretim görevlisi ve okutman, uzman kadrosundakilere yaparken, bu sefer öğretim görevlileri avantajlı (ders verdikleri için), bu sefer akademinin amele kadrosu asistanlar hedef tahtasında. Arkasında kimse olmayan ve yöneticilere yalaklanmayan asistanlara eziyet edilecek, istifaya zorlanacaklar.
DOI denen şeyin düzgün çalışan birşey olmadığını, çok hata olduğunu, ve SCI'de olup DOI kullanmayan, DOI benzeri diğer no'ları da kullanmayan çok dergi olduğunu da belirtelim.
“Yeni YÖK”ün “yeni doçentlik”i neler getiriyor, neler götürüyor ? :
  • TÜBİTAK ULAKBİM indeksinde dergi patlaması ve tabii ki dergileri seçen kurullara yakın olanlar ; yani, TÜBİTAK ULAKBİM indeksindeki dergileri tekelinde bulunduranlarla arası iyi olmayanların işi çok güçleşiyor,
  • TÜBİTAK ULAKBİM indeksindeki dergilerde makale yayınlama ücretlerinin patlaması (ücretsizken bir kaç yüz dolar olmak, birkaç on TL iken bin dolara fırlamak gibi) ; tabi bu ücretler, kendilerinden olmayanlar için,
  • herkesin ne idüğü belirsiz yerli malı dergilerin kucağına itilmesi, 
  • her gün yağmur sonrası mantar gibi internet sitelerinde yenileri türeyen yerli malı dergilerin ve “yerli malı uluslararası konferans” düzenleyenlerin patlaması,
  • herkesin sahte akademik organizasyon WASET'in kucağına itilmesi,
  • herkesin WASET benzeri sahte konferans düzenleyicisi ve sahte akademik dergi yayıncısı ve sahte makale indeksi işleten akademik dolandırıcıların kucağına itilmesi, 
  • sahte konferans ve sahte dergi makalelerinin patlaması,
  • yerli malı dergilerle bağlantılı “atıf çeteleri”nin patlaması,
  • akademik sahtekarlıkların her türlüsünün patlaması,
  • "Türk sahte bilimi"nin (Turkish pseudo science) patlaması,
  • Türkiye üniversitelerinde nükleerden matematiğe satılmadık diploma kalmamıştı, artık hala kalmışsa satmayan üniversite de kalmayacak, sadece zorluk dereceleri ve fiyatları farklı (satılık diplomaların dünyanın her yanından öncelikli müşterileri : her türlü musibet 3-kağıtçı, her türlü musibet örgüt - mafya üyesi, her türlü musibet istihbaratçı),
  • dürüst akademisyenlerin Türkiye akademisinde kökünün kurutulması ; zaten  barındırılmıyordu, yaşatılmıyordu ; yerli malları bir yana onlarla birlikte yağmalamak üzere buyur edilen ve bastacı edilen Türkiye üniversitelerindeki yabancı 3-kağıtçılar bile onların 3-kağıtlarına tepki gösteren nadir yerli dürüst hocaları aşağılıyordu.
Sahte konferanslar, sahte dergiler, ve atıf çeteleri hakkında “Plagiarism Turkish” sitesinde çok sayıda yazı bulunmaktadır.
“Akademik sahtekarlık”, Türkiye üniversite sisteminin yazılı olmayan resmi politikası olduğu için üniversiteler hep akademik sahtekarların hakimiyetinde. Dünyada akademik sahtekarların en güvenli limanlarından Türkiye üniversiteleri, korsan yatağı gibi. “Yeni YÖK”ün eskisinden farkı şu, “artık kağıt üzerinde de herşey serbest (!)” ; kağıt üzerinde “akademik sahtekarlık yasakmış” gibi gözüktüğü için örtbas etmeye uğraşmaya devam etmek istemiyorlar.
“Yeni YÖK”ün koro şefliğinde Türkiye üniversitelerinin WASET doçentleri, WASET pirofesörleri “yaşasın akademik sahtekarlık (!) yaşasın akademik sahtekarlık (!) yaşasın akademik sahtekarlık (!)” naralarıyla dünya biliminin başına bela olmaya geliyorlar ; atalarının yüzyıllardır katkı yapmadan izlediği, beğenmeyip kendilerinden uzak tuttuğu, dünyanın 4.000 yılda bugünlerde getirdiği, yanlış yolda ilerleyen bilimi düzeltmeye geliyorlar ; WASET dolandırıcıları İstanbul Aydın Üniversitesi doktor adayı sahte Dr/PhD Cemal Ardıl, kızı Fatih üniversitesi doktoru Ebru Ardıl, ve oğlu Okan Üniversitesi doktor adayı Bora Ardıl yanlarında davul zurna çalarak onlara eşlik ediyor. 
İyi seyirler Türkiye ! İyi uykular ! Rüyanda “yeni YÖK”ün, nükleer enerji maceranda başına ne belalar açacağını göresin !
(*)  Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi  benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

1 Şubat 2016

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - Taha Akyol’un “Bilimin Neresindeyiz?” Sorusuna Cevaptır (Sakarya Gazetesi))

Hürriyet Gazetesi’nde Taha Akyol’un 21 Ocak 2016 tarihli yazısının başlığı “Bilimin Neresindeyiz?” idi. Sayın Akyol yazısında “Bilimde İran Türkiye’yi geçti” yorumunda bulunmuştur. Bunun sebeplerini kendi açısından açıklamıştır. Saygı duyarım. Ama Türk üniversitelerinde bilimsel hırsızlık (intihal) yaparak yükselen öğretim üyelerine değinmemiştir. Fakat, 22 Ocak 2016 tarihindeki “Üç Ülkede Bilim” başlıklı yazısında üniversitelerde “Liyakat, akademik ahlak ve akademik özgürlük egemen olmalıdır” diyerek üniversitelerimizde bilimsel hırsızlıklara dikkati çekmiştir.
Eğer bir ülkede bir eski YÖK Başkanının AİHM kararıyla intihal yaptığı tespit edilmiş ise, doğal olarak bilimde İran’ın Türkiye’yi geçmesi normaldir. Çünkü İran üniversitelerinde bilimsel hırsızlık yaparak yükselen öğretim üyesi yoktur.
Bilimsel hırsızlık ağır bir suç olduğu için üniversitelerimizde bu suça karışanlara hoşgörü gösterilmemelidir. Çünkü gerçek bilim insanı çalmaz, çaldırmaz. Çalanlar ile de mücadele eder. Bu mücadelesinde ona köstek olmak isteyenler de çıkabilir. Gerçek bilim insanı hırsızlıkları örtmeye çalışanlarla mücadele eder ama Türkiye’de hırsızların yaptıklarını açığa çıkarmaya çalışanların önü kesilmeye çalışılır.
Nasıl yapsam da bu işi örtsem ya da örtülmesine katkıda bulunsam diye çabalayanlar, maalesef Türk üniversitelerinde hırsızlarla mücadele edenlerden daha çoktur. İşin örtülmesine çalışanlar eğer yaygınlaşırsa, o ülkede gidiş kötüdür. “Üniversitelerde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır” özdeyişini hiçbir zaman unutmamak gerekir.
İntihal genelde bilinçli olarak hızla yükselmek amacıyla yapılır. Bilgi çalmak ile simitçiden simit çalmak arasında fark yoktur. İlki çok daha tehlikelidir. Çünkü, bilgi çalıp yükselenlerin bu alışkanlıkları genç nesillere kötü örnek olur.
İntihal, Türkiye’de bilimin gelişmesinin önündeki en büyük engeldir.
Türkiye’de bilim insanımızın çoğu intihal ile karşılaştıklarında korkup çekinirler. Yasal haklarının da farkında değildirler. Bu durum bilim hırsızlarını cesaretlendirmekte ve eylemelerini hiç korkmadan gerçekleştirmelerine imkan sağlamaktadır. Bir akademisyen en az 30-50 arasında ulusal ve uluslararası yayın ile kendisini kabul ettirmişken, intihalciler çok daha fazla yayın yapmalarına rağmen bilim dünyasında hiç tanınmazlar.
Hırsızlık yapan öğretim üyeleri şikayet olması durumunda hemen komplo girişiminde bulunurlar. Ciddi bilim insanları pozitif enerji veren, ilkeleri olan, hoşgörülü iken, intihalciler daha çok yavuz hırsız davranışı içindedirler. Türkiye’nin güvenilir intihal (plagiarism) konulu internet portalının arşiv bölümünde   son on yılda yazılı basın ve internet ortamında 402 adet intihal ve bilimsel sahtecilik konulu haber ve yazı yer almıştır.
Bu haber ve yazıların tamamında YÖK ve üniversitelerin bilimsel sahtecilik olayları karşısındaki örtbas etmeye odaklanmış sorumsuzluğu eleştirilmektedir. Plagiarism internet portalında
2007 yılında öğretim üyelerinin karıştığı intihal konulu 82 haber ve yazı vardır. İntihal olayında adı geçen çok sayıda kişi profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi unvanlara sahip olup, içlerinde her türlü akademik ve idari görevlere atanan öğretim üyesi bulunmaktadır (http://plagiarism-turkish.blogspot.com.tr). 
Bu duruma engel olabilmek için bağımsız bir Ulusal Bilim Etiği Konseyi kurulmalı, intihal ve bilimsel sahtecilik suçlarını bu Konsey ele almalıdır. İntihal ve bilimsel sahtecilik suçlarının soruşturulması üniversitelere değil, kurulacak Konsey’e devredilmelidir.
Üniversiteler ve YÖK Konsey’in aldığı kararları uygulamakla sorumlu olmalıdır. Konsey’in oluşumu, çalışma yöntemleri, bilimsel etiğe aykırı eylemlerin ve de üniversite yöneticileriyle YÖK'ün Konsey’in kararlarını uygulama sorumluluklarının neler olacağı belirlenerek yasal bir düzenleme yapılmalıdır. Aksi takdirde üniversitelerde bilimsel sahtecilikler önlenemez.
Bu sebeple YÖK’ün hazırladığı yeni Yükseköğretim Disiplin Yasası Taslağı ile personele ilişkin tüm disiplin işlemlerini yürütme ve karar alma yetkilerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir.
Yasa taslağında, bilimsel çalışmalarda ciddi sorun haline gelen araştırma ve yayın etiği ihlallerine ceza verilmesi hükmü yer almıştır. Türkiye’de geçmişte bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlalleri yasa ile disiplin suçu olarak düzenlenmediğinden, ihlallere disiplin cezası verilebilmesi mümkün olmuyordu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2012 yılında bilim hırsızlığı yapan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmalarının yasal dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir.
Karar uyarınca YÖK'ün üniversitelere gönderdiği (19 Kasım 2013) akademik sahtekarlıklara ceza vermeyin yazısından sonra bu düzenlemenin yapılması yerindedir. Çünkü, YÖK Yasası’na dayanarak çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin 11’nci maddesinin 3’ncü fıkrasına göre intihal yapan öğretim üyesi üniversite öğretim mesleğinden çıkarılıyordu.
Anayasa Mahkemesi’nin 14 Ocak 2015 tarihinde verdiği ve üniversitelerdeki disiplin cezalarına ilişkin düzenlemenin YÖK tarafından yapılması hükmünü iptal etmesinden sonra doğan boşluğu yeni disiplin yasa tasarısı ile ortadan kaldırma girişimi önemli bir hukuki boşluğun giderilmesi açısından önemlidir. Fakat, YÖK’ün açıkladığı yasa tasarısında rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemlerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir. Çünkü, “benim hırsızım iyidir” zihniyeti son bulmazsa, üniversiteler özellikle intihal olaylarını örtbas etme eğiliminden kolay kolay vazgeçmezler.
Anadolu Ajansı 22 Şubat 2011 tarihinde, Türkiye’de intihal ile suçlanan bazı öğretim üyelerine örnek olacak bir haber yayınlamıştır: “Doktorasında intihalle suçlanan Almanya Federal Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezini tamamladığı Bayreuth Üniversitesi'nden akademik unvanının geri alınmasını istedi.”
Alman Bakan’ın doktora tezinde bilimsel hırsızlık yapıp yapmadığı henüz oluşturulan bir bilimsel kurul tarafından tespit edilmemesine rağmen doktor unvanını ortaya çıkan iddialar karşısında kullanmayacağını belirtmesi, onurlu bir davranıştır. Fakat aynı onurlu davranışın Türkiye’de görülmesi mümkün değildir. Metin Münir bu durumu şöyle tespit etmiştir: “Çünkü bizde intihal akademik hayatın doğal bir parçası sayılır. Çocuğun ağlaması veya futbolcunun tükürmesi gibi. İntihal yapanın, ender haller dışında, akademik unvanı geri alınmaz.
Mine Kırıkkanat bu konuda şu yorumu yapmıştır: "Türkiye’nin 87 yıllık Cumhuriyet tarihi, düzmece doçentlik tezi iptal edilemeyen ya da edilmesine rağmen doçentlikle kalmayıp profesörlüğe kadar yükselen ve kovulması gerekirken ülkenin kaderine hükmeden sahtekârlarla dolu. Hatta son zamanlarda, ülkedeki ‘en hakiki mürşit’, sahtecilik. Her alanda, her düzeyde, öylesine yaygın bir mürşide kavuştuk ki, artık hakikiymiş numarası bile yapmıyor, sahtekârlık.”
Gazeteci ve tarihçi Murat Bardakçı’nın 12 Mart 2008 ve 2 Ekim 2015 tarihli yazılarındaki tespitlere katılmamak mümkün değildir: “Üniversitelerin intihal olayları karşısında ne kadar sessiz kaldıklarını kendi yazdıklarımın neticesinden biliyordum. Akademik hırsızlık olayıyla karşılaşan yönetim bu işi genellikle örtbas etme yolunu tercih ederdi; zira ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali vaziyetler söz konusuydu.
Seneler boyunca yazdığım ve belgeleriyle ortaya koyduğum dünya kadar intihal hadisesi önce YÖK, ardından da rektörlükler yahut dekanlıklar sayesinde örtbas edilmiş, sadece tek bir intihalciye birkaç aylık ceza verilmiş, hemen ardından o ceza da affedilmişti.
Yine de geçenlerde gönderilen ve şimdiye kadar eşine-emsâline rastlamadığım bir intihalden bahsetmeden edemeyeceğim: Unvanlı hırsızın biri, Amerikalı bir fizikçinin 1955’te yayınladığı makalesini 2000’li senelerde almış, Türkçe’ye çevirmiş ve kendi adıyla neşretmişti! Yani, teknolojinin bu kadar hızlı geliştiği bir devirde kendisinden de yaşlı bir makaleyi çalmış, hırsızlığı farkedilince fakültesine şikâyet edilmiş ama açılan soruşturmadan sonuç çıkmamıştı!”
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel yolsuzluklardan arındırılmış eserler üreten öğretim üyelerinin sayısı artmalı, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır. Bu yapılmadığı sürece Türkiye’de bilimin gelişmesi mümkün olmaz ve Türkiye İran’ın gerisinde kalmaya devam eder.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.