NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın

2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

Bilim Akademisinin Sahte Belge ve İmza Üretimi Hakkındaki Açıklaması (2025) lütfen tıklayın

“Sahte Diploma Soruşturması” Hakkında Kamuoyu Bilgilendirmesi - Türkiye Barolar Birliği (2025) lütfen tıklayın

meren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
meren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2012

Dr. A. Murat Eren - Türkiye’de Yayımlanmış Tezlere Ulaşmak Zor (Cumhuriyet BT)

Post-Doctoral Researcher, Marine Biological Laboratory Josephine Bay Paul Center; a.murat.eren@gmail.com, http://meren.org

Yayımlanan tezlerin bu tezlerden bir çıkarı olmayan kişilerce muntazam bir şekilde incelenmesi, literatürün kopya ve intihalden arındırılması ve bu tezleri yöneten ya da teslim eden kişilerin kazandıkları akademik unvanların geçerliliğinin yeniden değerlendirilebilmesi açısından çok önemli.
Fakat Türkiye’de yayımlanan tezlere erişmenin önünde çeşitli engeller var. Bu engellerin kime hizmet ettiği, tez arşivlerini yönetmekle sorumlu olan YÖK’ün ve kütüphanelerde bir kopyası bulundurulması gereken tezlere erişimde problem çıkaran üniversitelerin yanıtlaması gereken bir soru.
Konuya Türkiye’deki akademik problemler üzerine sık sık yazan araştırmacı Emrah Göker’in bu yazı için kaleme aldığı bir özet ile başlamak istiyorum. Bu özet, bu kısımdaki alt başlıklar anlaşılmasını da kolaylaştıracağı için önemli:
YÖK’ün birkaç yıldır kullanıma açtığı “Ulusal Tez Merkezi” portalı, dijital ortamda, Türkiye üniversitelerinde hazırlanmış yüksek lisans ve doktora tezlerine erişim için çok önemli bir hizmet oldu. Ne var ki bu web sitesinden tezlerin kısıtlı bir bölümüne erişilebiliyor. Tez yazarları izin formunda erişime kısıtlarlarsa, tezleri okumak mümkün olmuyor.
İkinci alternatif, tezlere, savunulduğu üniversitelerde, kütüphaneler aracılığıyla ulaşmak.
Burada da üniversiteden üniversiteye değişen uygulamalar var. Bazı yerlerde, yazar izin vermemişse kütüphane erişimi de mümkün olmuyor; bazı yerlerde ise keyfi biçimde tezler kütüphanenin katalog yönetiminden koparılıp, fakülte veya enstitü bünyesinde, erişime kapatılan odalarda depolanıyor.
Yüksek lisans/doktora tezlerinin ancak yazarın izniyle kamusal erişime ve çoğaltmaya açılmasında, kâğıt üzerinde, yanlış bir şey yok. Bunun, hangi bilimsel ve hukuki gerekçelerle yapıldığını kayda geçirmekle ilgili bir sorun var. Örneğin ABD’de tezlerin UMI/ProQuest Electronic Theses and Dissertations sistemine girmesi için yazarlara imzalatılan onay formunda erişimle ilgili üç seçenek var: (1) tüm dünyanın erişimine açma; (2) 5 yıl boyunca sadece tezin yazıldığı üniversitede, veya üniversitelerarası ödünç verme ile erişime açma — ki yazar neden bu kısıtlamayı talep ettiğinin formda açıklamak zorunda, açıklaması reddedilebiliyor; 5 yıl sonunda çalışma tüm dünyanın erişimine açılıyor; (3) patent nedeniyle çalışmaya erişimi tamamen 1 yıl boyunca kapatma –ki bunun için de ek bir belgeleme gerekiyor ve 1 yılın sonra erişim ilk iki seçenekten birinde mümkün oluyor. Her öğrenci, kendi kurumunda savunmasını başarıyla yaptıktan ve tez kurulu imzalarını topladıktan sonra bu formu doldurmak zorunda.
Bizde ise YÖK’ün istediği “Tezlerin Çoğaltılması ve Yayımı İçin İzin Belgesi”, kişiden herhangi bir gerekçe talep etmeden, tezin en fazla 3 yıl erişime kapatılmasına izin veriyor. 2006 öncesi tezler için erişim ise, ancak yazar formu doldurup izni verdiyse açılıyor, yoksa YÖK herhangi bir işlem yapmıyor. Fotokopi hizmeti de durdurulduğu için, 2006 öncesi tezlerde yazar kendi girişimiyle formu YÖK’e göndermemişse tek şansınız tezin savunulduğu üniversiteye gidip dedektiflik yapmak.
İki örnek verelim: Ulusal Tez Merkezi portalında Sosyoloji disiplininde en erken rastlanan doktora tezi 1985 yılından. 2005’e kadar, bu yıl dahil, 409 tez geçmiş. En erkeni 1990’da olmak üzere bunların sadece 41’inin (% 10) dijital kopyasını indirebiliyoruz. 2006’dan başlayarak “en fazla 3 yıl kısıtlama” kuralı Sosyoloji için erişimi olumlu yönde etkilemiş: 2006-2012 arası onaylanan 438 tezin sadece 10 tanesine erişilemiyor. Tüm disiplinlerde tezlere dijital erişim, 2006’dan bugüne düzeliyor diyebiliriz. Ancak toplamda bakarsak, dijital yayın izni olmayan 2006 öncesi tezler için araştırmacılar üniversitelere mahkum, ve üniversitelerin YÖK gibi standart erişim uygulamaları yok.
Üniversite kütüphanelerinin keyfi düzenlemeleri tezlere erişimi zorlaştırıyor
YÖK’te erişim izni olmayan bir teze erişim için diğer alternatif, teslim edildiği üniversitenin kütüphanesine giderek tezin bir kopyasını edinmek. Zira üniversite kütüphaneleri üniversite bünyesinde hazırlanan tezlerin bir kopyasını bulundurmak zorunda.
Dr. Dursun’un tezine erişmek için sosyal medyada yaptığım çağrılar üzerine imkânı olan birden fazla gönüllü Gazi Üniversitesi kütüphanesine giderek doktora tezinin bir kopyasını edinmek için girişimde bulundu.
Lâkin bu girişimler Gazi Üniversitesi kütüphanesi tezi vermeye yanaşmadığı için başarısızlıkla sonuçlandı. Sonuç olarak Dr. Dursun’un tezine ulaşmak mümkün olmadı. Bu elbette Dr. Dursun’un tezinde etik bir problem olduğu anlamına gelmiyor. Fakat kamuya ait olması beklenen çalışmalara kamunun erişiminin, ‘üniversitenin adının lekelenmesinden korkan’ kişilerin inisiyatifine bırakıldığı bir durumda benzeri girişimlerden bu tip sonuçlar almak şaşırtıcı olmasa gerek.
Yardım talebine yanıt verip Gazi Üniversitesi kütüphanesine gidenlerden anonim bir akademisyenin gönderdiği mesajın aşağıdaki kısmının konunun netleşmesine yardımcı olacağına inanıyorum:
"Gazi Kütüphanesi’ne gittim ve tezi incelemek ve bazı bölümlerin fotokopisini almak istediğimi söyledim. Görevli memur, derin bir sessizlikten sonra, şu an için bu tezi alamayacağımı belirtti. “Neden” diye sordum. Beni tatmin etmeyen bir açıklama getirdi: “Tezleri dijital ortama aktarma çalışmaları yapıyoruz. Bu yüzden istediğiniz tezi veremeyiz”. “Aktarma işi ne zaman biter ve bittikten sonra alabilir miyim?” dedim. Beni sorguya çekti. “Araştırmacı mısınız?”, “Hangi alanda araştırma yapıyorsunuz?”, vb. Anladım ki tezi alabilmek için başka yollara başvurmam gerekecek."
Aynı anonim hocadan birkaç ay sonra aldığım nihai yanıt ise şöyle idi:
"Araya koyduğum aracı insanlar da (o üniversitede okuyan lisans ve yüksek lisans öğrencileri) teze ulaşamadılar (…) bu konuda size yardımcı olamadığım için üzgünüm."
Benzeri hikâyeleri Tansu Küçüköncü ve bu konulardaki tetkik çalışmalarına önem veren diğer anonim akademisyenlerden dinlemek de mümkün. YÖK üzerinden ulaşılamayan tezleri üniversite kütüphanelerinden temin etmek isteyenlerin karşılaştıkları problemler ve kütüphanelerden aldıkları yanıtların bana ulaşanlarından derlediğim bir özet şöyle:
Gazi Üniversitesi:Tez fotokopisi göndermiyoruz. Sadece kütüphane içinde belli bölümlerin fotokopisi alınabilir”. Bunun da kütüphanecinin keyfine keder bir durum olduğunu yukarıdaki örnekte öğreniyoruz.
Ankara Üniversitesi:Akademik tezler kütüphane dışına ödünç verilmez. Ancak tez danışmanı veya tezi hazırlayanın izni alınarak, tezin tamamından birim içinde fotokopi çekilmesine izin verilir”.
Celal Bayar Üniversitesi: Tez hizmeti vermiyoruz”.
İstanbul Üniversitesi:Tezlerin tamamının fotokopisini isterken, araştırma yapan kişi danışmanının adını ve okul adresini bildirmelidir. Öğrenci ise, danışmanı yanında okulu, bölümü ve okul numarası da yer almalıdır. Eğer, tez fotokopisi isteyen kişinin danışmanı yok ise, İ.Ü. Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı’na, tezi ne amaçla kullanacağına dair bir dilekçe yazar. Tezin numarasını ve adını belirttiği dilekçeyi, ya kendisi teslim eder ya da faks ile iletir. İlgili şahsa banka hesap numarası, yatıracağı fotokopi + telif gideri (gönderme ücreti eklenmeden) bildirilir. Bildirilen gider, verilen banka hesabına yatırılıp dekontun kütüphanemize fakslanması (…)“. Gereksiz bürokrasi böyle devam ediyor.
Uludağ Üniversitesi: Üniversitemiz tezleri, içindekiler, kaynakça, özet ve tezin 20-25 sayfalık bölümünün fotokopisi olarak vermektedir”.
Erciyes Üniversitesi: Tezleri hiçbir şekilde ödünç ya da fotokopi olarak vermiyoruz. Sadece kütüphane içinde kullanmaya izin var”.
Ege Üniversitesi:Tez yazarı izin vermişse tamamını, eğer izin yoksa 1/3’ünü gönderiyoruz”.
İstanbul Teknik Üniversitesi: Tezlerin tamanını fotokopi olarak gönderiyorlar!
Balıkesir Üniversitesi:Tezleri ödünç vermiyoruz. Tezin fotokopisine izin veriliyor ise web sayfamızda PDF olarak erişimi bulunmaktadır”.
Niğde Üniversitesi:Tezleri ödünç vermiyoruz. Tezi yazan kişi ‘tezimi 3-5 yıl kimseye vermeyin’ türünden bir ambargo koymadıysa tezin fotokopisini ya da PDF sürümünü isteyen kişiye gönderebiliyoruz.”
Çankaya Üniversitesi: Cevap yok.
Hacettepe Üniversitesi: Cevap yok.
Görüldüğü üzere üniversite kütüphaneleri birbiri ile ilgisi olmayan keyfi uygulamalarla tezlere erişimi dilediğince kısıtlayabiliyor ya da zorlaştırabiliyor.
Sonuç olarak A üniversitesine teslim edilmiş bir teze erişim mümkün ve nispeten kolay iken, B üniversitesine teslim edilmiş bir teze erişim pratik olarak imkansız olabiliyor. Aynı kaynaktan finanse edilen üniversitelerin bünyelerinde üretilen bilgiye bu tip keyfi kısıtlamalar getirmeleri kabul edilebilir değil.
Üniversitelerce bu konuda ortak bir düzenlemeye gidilmesi ve tezlere erişimin kolaylaştırılmasının Türkiye’de akademinin geleceği için çok zaruri olduğunu düşünüyorum. Nitekim tezlere erişimin kolay ve hızlı olduğu bir ortamda etik açıdan problemli tezlerin kısa sürede ortaya çıkması sağlanabilirken, etik açıdan problemli tezlere imza atan kişilerin akademik yetkinliklerinin yeniden gözden geçirilerek kendilerinin etik anlayışına sahip öğrenciler yetiştirmelerine mani olunabilir.
YÖK arşivlerinde yayım izni olmayan tez sayısı çok fazla
Emrah Göker’in de değindiği gibi YÖK Tez Arşivi sayesinde 2006’dan sonraki tezlere erişmek nispeten mümkün. Fakat 2006’dan önce yayımlanmış tezler azımsanmayacak kadar fazla, ve hemen hepsi ‘izinsiz‘.
Teoride, Türkiye’de bugüne kadar yayımlanmış 312,368 teze YÖK Tez Arşivi üzerinden erişilebiliyor. Fakat bunlardan 163,284 tanesi, yani tüm tezlerin %52.27’si, erişime kapalı olduğu için bu rakam önemini yitiriyor.
Yandaki tabloyu YÖK Tez Arşivi’nden bu yazının yazıldığı tarihlerde elde ettiğim rakamlarla hazırladım. Tablo, YÖK Tez Arşivi’nde yer alan tezlerin geldiği üniversitelerden, ‘izinli tez / izinsiz tez’ oranı en düşük ilk 30 üniversiteyi gösteriyor.
Köklü ve eski üniversiteler bünyesindeki tezlerin büyük çoğunluğunun erişime kapalı olması bir raslantı değil. Zira 2006 yılından önce yayımlanan tez sayısı, eski üniversitelerde yenilere nazaran çok daha fazla.
Tez Arşivi’nin şu anki durumu sağlıklı, kendi kendisini düzelten ve etik konularda otokontrolü dayatan bir akademi için kabul edilebilir değil. YÖK, kendisine teslim edilen tezlerin derhal erişime açılması için izin yönetmeliğinde düzenlemeye gitmeli, akademisyenler de kendi üzerilerine düşeni yaparak YÖK’ün bu mevzuyu gündemine almasını sağlamak üzere organize olmalı.    

TEZLERE ERİŞİM GÜÇLÜĞÜNE GÜNCEL ÖRNEK
Yukarıda bahsedilen erişim güçlüklerinin pratikte nasıl sonuçlar doğurduğuna bir örnek vermek istiyorum.
Yandaki ekran görüntüleri Dr. Halil İbrahim Dursun’un (Aksaray Üniversitesi), Dr. Ziya Burhanettin Güvenç (Çankaya Üniversitesi (2011 itibarı ile Çankaya Üniversitesi rektörü kendisi)) ve Dr. Ergün Kasap (Gazi Üniversitesi) ile 2009 yılında kaleme aldığı makaleden. Makale, yayımlandığı derginden birkaç ay önce çıkarıldı. Son ekran görüntüsünde derginin olaya dair yaptığı utanç verici duyuruyu görebilirsiniz:
Özet kısmından sonuç kısmına kadar diğer makalenin aynı olan bu yayının yazarı Dr. Halil İbrahim Dursun Aksaray Üniversitesi Fizik Bölümü’nde yardımcı doçent kadrosu ile akademik hayatına devam ediyor.
Dr. Dursun doktorasını Gazi Üniversitesi’nde, yukarıdaki makalenin de yazarlarından olan Dr. Ergün Kasap danışmanlığında yapmış. Dr. Kasap’ın, Dr. Dursun ile gerçekleştirdiği bu intihalden yola çıkarak Dr. Dursun’un Dr. Kasap danışmanlığında hazırladığı doktora tezinde de benzer bir problemin olup olmadığını merak etmek her vatandaş için bir hak ve bana kalırsa her bilim insanı için neredeyse bir sorumluluk.
YÖK’ün tez arşivine bağlanarak Dr. Dursun’un tez bilgilerine ulaşmak mümkün. Bununla beraber YÖK, teze “çoğaltma ve yayım için izin belgesi” olmadığından ötürü erişim izni vermiyor.
Devlet üniversitelerinde yazılan doktora tezlerinin sahipleri, bu tezlerde kullanılan verilerin elde edilmesi için yapılan araştırmalar ve doktora tezlerini yöneten danışmanların masrafları neredeyse tamamen devlet tarafından, yani halktan alınan vergiler ile finanse edilirken, yine bir devlet kurumu olan YÖK’ün 2004 yılında yazılmış bir doktora tezine erişimi güçleştirmesine makul bir gerekçe bulmak çok güç.
Fakat netice olarak Dr. Dursun’un doktora tezine YÖK üzerinden erişmek mümkün değil.


Gelecek hafta: Türkiye’de Bilim Hırsızlığına Net Tepkiler Verilmiyor

Dr. A. Murat Eren - Türkiye’den tez manzaraları: Öğrenciler ve danışmanları (Cumhuriyet BT)

Bu yazıda kimseyi herhangi bir suçla itham etmek ya da rencide etmek gibi bir gayem yok. Yazı içerisinde ismi geçen kişilerin bir kısmı gerçek anlamda mağdur kişiler. Dolayısıyla yazı içerisinde yer alan isimlere önyargı ile yaklaşmak son derece yanlış bir davranış olur.
Muhtemelen ele alınan her örneğin bir savunması vardır. Yazıda karşı tarafın görüşlerine yer verilmediği için, hikayenin tamamını bilmiyor olduğunuz gerçeğini lütfen göz ardı etmeyin ve yazara güvenerek şüpheciliği elden bırakma hatasına düşmeyin.
Yazıda yer alan tez ve raporların çok büyük bir kısmı sizlere Dr. Tansu Küçüköncü ve çeşitli anonim kişilerin üstün gayretleri sayesinde ulaşıyor. İtinalı çalışmaları ve kararlılıklarından Küçüköncü ve anonim akademisyenlere, yazıda yer alan tezlerden üç tanesini inceleyen anonim denetçilere ve hukuki konulardaki desteğinden ötürü Serkan Köybaşı’ya teşekkür ederim.
Yazının bu kısmında gündeme getireceğim örneklerin her birisi akademik açıdan problemli bir durum teşkil ediyor. Her biri aynı şiddette olmayan bu problemler, şiddetinden bağımsız bir biçimde örnek olarak vereceğim tezlerin danışmanlığını yapan kişiler ve bu tezlerin altına imza atan tez komitelerinin çeşitli seviyelerdeki sorumsuzluklarının bir sonucu. Ne yazık ki burada ele alacağım tezlerin buz dağının görünen kısmı olduğunu iddia etmenin yanlış olmayacağını düşünüyorum. >>>
A. Murat Eren,  
Post-Doctoral Researcher, Marine Biological Laboratory Josephine Bay Paul Center;

7 Temmuz 2011

Dr. A. Murat Eren - Türkiye’nin Akademik Problemleri Nasıl Çözülür?

Bu yazıyı başlıktaki soruya net bir yanıt vermeye çalışmaktan ziyade bu konuda bir tartışma başlatmak ümidiyle yazıyorum. Uzun yazı için affınıza sığınıyorum. Konu uzun, kısaltmak gerçekten çok güç oluyor.
Başlamadan evvel bir not: Türkiye’deki akademik problemlerin ciddiyeti hakkında daha önce okuma fırsatı yakalayamamış olanlar dilerlerse mevzunun öncesi için bu yazıdan da referanslar verilen ilk iki yazıya göz gezdirebilirler:
Son olarak pratik bir bilgi: yazı içerisindeki ‘***’ işaretleri yazıyı kısımlara ayırıyor. Elbette yazının tamamını okumanız öncelikli temennim olurdu, fakat ilginizi yitirdiğiniz anda bir sonraki kısıma atlayabilirsiniz. Bu yazının geniş kapsamlı ‘Türkiye’de akademinin durumu‘ temalı yazılarımın sonuncusu olmasını ümit ediyorum. Umuyorum, bundan böyle bu mevzuların takibini gayriresmi ve anonim bir akademisyen insiyatifi olan Akademi Takip ekibi üstlenecek. Akademi Takip ekibinin amacı ve iletişim bilgileri bu yazının sonunda yer alıyor.
***
6 ay kadar önce, Çanakkale’de gerçekleşeceği duyurulan II. Uluslararası Bilişim Konferansı’na ve bir devlet üniversitesinin bu konferansa sponsor olmasına dair eleştirilerimi dile getirdiğim “İmece Usulü Bilim Cinayeti Konferansları” isimli yazımın ardından birçok eleştiri ve destek mesajı aldım.
Eleştirilerin en büyüğü elbette kofenransın organizatörleri olan Dr. Ali Okatan, Dr. Bekir Karlık ve Dr. Servet Senyücel’den geldi.
Kaleme aldıkları eleştiri yazısı Bianet’te de yayınlanan yazımın sonuna ekli (bağlantıya tıkladıktan sonra sayfada ‘tekzip’ kelimesini ararsanız doğrudan eleştirilerin yer aldığı bölüme erişebilirsiniz):
Yaşananlara ve ortadaki probleme dair dengeli bir fikir edinmek için vakit ayırıp bu tekzip yazısını okumanızı rica ediyorum. Akademik hayatın içinde yer alan iki profesör ve bir doktorun imzasını taşıyan bu yazının size Türkiye’deki probleme dair tahmin ettiğinizden çok daha geniş bir perspektif kazandıracağına inanıyorum.
Konferansa dair dile getirdiğim iddialarla ilgili tekzip yazısı böyle. Bununla beraber, mevzu Internet’te -çoğunlukla blog’lar üzerinden- son derece sağlıklı, neredeyse tamamen kendiliğinden gelişen ve bundan sonra da devam etmesini umduğum türden bir koalisyona vesile oldu. Tarihe not düşmek ve olayların tamamını takip etmeye çalışanların işini kolaylaştırmak adına geçtiğimiz aylarda yayınlanan belli başlı yazıların bir kısmını listelemek ve bağlantılar vermek istiyorum:
  • Bir Ülkenin Beyni Nasıl Felç Edilir“, Emre Sevinç (Belçika’daki Antwerp Üniversitesi’nde Analist ve Yazılım Geliştirici olarak faaliyet gösteren Emre Sevinç’in Türkiye’deki akademik problemlere dair, konuya hakim olmayanların da anlayabilmesini kolaylaştıracak yazısını orijinal olarak Bilim ve Gelecek Dergisi için yazmıştı)(Sevinç, daha sonra konferans organizatörlerinden Bekir Karlık’ın bir makalesini de irdeledi: “Bir Okurun Beyni Nasıl Felç Edilir).
  • Dünyadaki Bilimsel Yayın Değerlendirme Metotlarıyla Türkiye’deki yayınların değerlendirmesi. Akademik Kariyer: Amaç mı, Sonuç mu?“, Dr. Nihal Engin Vrana (Strasbourg Üniversitesi’nde araştırmacı olarak faaliyet gösteren Dr. Vrana, yazısında Türkiye’nin akademik dünyadaki yerini rakamlarla irdeliyor, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine ne yapmamaları gerektiğine dair uyarılarda bulunuyor).
  • Bekir Karlık’ın Makalesinin İncelemesi“, Anonim (Çanakkale’deki konferansın organizatörlerinden olan Bekir Karlık’ın, önceki yazı içerisinde eleştirdiğim makalesini insiyatif alarak inceleyen ve tarafsız görüşlerini paylaşan, anonim bir hakem) (verdiğim bağlantı bana e-posta yoluyla ulaştırılmıştı).
  • Burası Kurtlar Akademisi, burada yılda…“, Burak Cop (Cop, NTVMSNBC.com için kaleme aldığı yazısında gelişmeleri özetleyip, önemli olanın tabela üniversiteler açmanın değil, üniversite kurmanın olduğuna işaret ediyor).
  • Problem sistem, ona sataşmalı“, Işıl Öz (Amerika’dan yayın yapan Turkish Journal için kaleme aldığı haberde Işıl Öz çok önemli bir boşluğu dolduruyor ve konu ile doğrudan ilgisi olmayan akademisyenlerin olan bitene dair görüşlerini alıyor. Haber içerisinde Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden Dr. Lale Akuran, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden Dr. Ceyhun Burak, ABD Ulusal Matematik Enstitüsü’nden Dr. Erol Akçay’ın yanı sıra Harvard Üniversitesi ve San Diego Üniversitesi’nden isim vermeyen akadmeisyenlerin konu üzerine görüşleri var).
  • ÇOMÜ’de Bir Konferans: Akademinin Hali Ahvali“, soL Haber (sol Haber gelişmeleri tek bir perspektife yerleştirip tartışmanın daha geniş bir kitleye ulaşmasına vesile oluyor, aynı zamanda bu haber olayların kısa bir özeti vazifesini de görebilecek içerikte).
***
Konferansa dair tartışmaların sürdüğü dönemde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi rektörü olan Dr. Ali Akdemir’in onursal başkanlığı yoluyla konferansın arkasında duran Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, tüm bu yaşananlara rağmen tek bir açıklama dahi yapmadığı gibi, konferans duyurusunu sunucularından kaldırmayı bile düşünmedi.
Bana yöneltilebilecek eleştirilerden birisi, henüz gerçekleşmemiş bir konferansı, konferansı düzenleyen kişilerin akademik çehrelerinden yola çıkarak eleştiriyor olmam olabilirdi. Bu davranışım bana büyük bir utanç olarak geri dönsün isterdim. Fakat konferansta hiçbir sürpriz yaşanmadı. Konferans Çanakkale’de duyurulduğu tarihte gerçekleşti. Gerçekleşmesinin üzerinden aylar geçen konferansta sunulan bildiriler şöyle dursun, konferansa katılanların isim listesine ulaşmak dahi halen mümkün değil. Zira konferansın web sayfası konferanstan bir gün önce nasıldı ise halen öyle duruyor. Muhtemelen alan adı kirasını ödeme vakti geldiğinde o da kaybolup gider (06/07/2011 tarihi itibarı ile nasıl göründüğünü şuraya sakladım).
***
Konferansın bilimsel içeriğine dair konferansın sayfasından bilgi almak mümkün olmadığı için konferans esnasında ne olduğu bir muamma. Önceki yazıda da iddia ettiğim gibi, vergilerle ayakta duran bir devlet üniversitesinin desteği ile gerçekleşen bu konferans hakkında daha çok bilmeye hakkımız var. Bu bağlamda konferansta neler olduğuna dair iki ayrı kişinin izlenimlerine yer vermek istiyorum.
İlki Özgür Üzden‘den. Kendisi konferansa dair yazıyı okuduktan sonra konferansı yerinde görmek istemiş. Bana gönderdiği izlenimleri şöyle:
"Murat, sana Çanakkale Deniz Müzesi’ndeki izlenimlerimi bildiriyorum. Konferansın şu anda nerede yapıldığı belli değil. Deniz müzesi girişinde nöbet tutan askere Deniz Müzesi Konferans Salonu’nun yerini sorduğumda beni salona doğru yönlendirdi. Sonrasında arkamdan  bir komutan seslendi ve “Bilişim Konferansı’na gelmişsiniz sanırım” diyerek beni etkinlik hakkında bilgilendirmeye başladı. Öğrendim ki konferans artık üniversite kampüsünde yapılacakmış. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin iki adet kampüsü var (Anafartalar ve Terzioğlu Kampüsü). Haliyle hangi kampüste olacağını sordum. Aldığım cevap “bilmiyorum” oldu. Üstüne, “Konya’dan da bir hocamız geldi, burada bekliyor şu anda, haber bekliyor heralde” dedi. Bu sırada iki genç hanımefendi “Bilişim Konferansı için geldik” diyerek Deniz Müzesi dış kapısından içeri girdiler ve aynı açıklamaları dinlediler. Yağmur altında, Bilişim Konferansı izleme hevesiyle yürüyerek gidip ıslandığım Deniz Müzesi’nden ayrılıp eve dönmek üzere minübüse bindim."
Konferansın ikinci gününe dair izlenimlerini günlüğünde kaleme alan Dr. Necdet Yücel ise şöyle diyor:
"Öncelikle Çanakkale gibi küçük bir kentte Bilişim Konferansı yapılması sık rastlanılan bir olay değil. Hele ki uluslararası olanına ben daha önce hiç rastlamamıştım. Böyle seyrek yapılan bir organizasyonda Çanakkale’nin tek üniversitesinin Bilgisayar Mühendisliğinden, Bilgisayar Öğretmenliği Bölümünden, Enformatik Bölümünden veya Bilgi İşlem Daire Başkanlığından kimsenin yer almıyor olması da ayrıca kayda değer bir durumdu bence.
Öğleden sonra benim katıldığım üç konuşmanın yapıldığı oturumlarda sadece sekiz (8) kişi vardı. Bunların üçü konferansın düzenleyicileri, ikisi konuşmacı (bir konuşmacı iki sunum yaptığı) ve geri kalan üçü de daha önce sunum yapmış kişilerdi. Herkes İngilizce konuşuyordu. Bize (konferansa iki kişi gittik) nezaket gösterip Konya şekeri ikram ettiler. İlk gün çok yoğun katılım olduğunu söyleyerek konferans programı veremediklerinden (web adresinde de konuşmacılar bulunmuyor) kimleri dinlediğimi hatırlayamıyorum. Bu nedenle sunumların kalitesi hakkında bir şey yazamam uygun olmaz ama tahmin edebileceğiniz gibi olumlu bir şey yazacak olsaydım bu engel olmazdı bana. Bu oturumların ardından bir de biyoenformatik konusunda workshop yapılacağını söylediler, biz de daha fazla duramayıp çıktık.
Bence hem üniversiteler hem de YÖK kararlarını gözden geçirip ulusal/uluslararası konferans katılımlarının akademik yükselmelerde hiç katkısının olmaması yönünde bir karar alırsa çok yararlı bir iş yapmış olur."
Dilerim Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde ikamet eden ve bu yazıyı okuyan akademisyenler üniversitelerinin nerede hata yaptığını doğru tespit edip, yönetim ile iletişimlerini güçlendirerek bu tür içeriksiz konferansların üniversitelerinin adını kullanmasına mani olurlar.
***
Ne yazık ki hiç istemediğim bir biçimde Türkiye’de akademik ahlaksızlığa dair yaptığım çıkışların birçoğu Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde yaşananlar ile sınırlı kaldı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin akademik etik konusunda istikrarsız bir çizgi tutturduğu biliniyor. Misal, aşağıdaki kısa rapor Akademi Takip ekibinin soL Haber’e gönderdiği kısa bir tarihçe:
"2007 yılında aralarında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen ve Edebiyat Fakültesi’nin eski dekanı İhsan Yılmaz’ın da bulunduğu bir grup akademisyen intihal yapmakla suçlandılar. Makaleleri elektronik makale arşivi ‘arXiv’den (http://arXiv.org) çıkartıldı. O günlerde intihal ile suçlanan akademisyenlerin ilk açıklamaları “yazdıklarımız orijinal, bizimkilerden sonra yazılan makalelerden alıntı yaptığımız iddia ediliyor” şeklinde idi. ÇOMÜ Etik Kurulu, makalelerin giriş kısımlarının başka makalelerden birebir kopyalandığını belgelemesine rağmen bu durumun makalelerin orijinalliğini etkilemeyeceğine karar vererek suçlanan akademisyenleri kurum içinde akladı. Türkiye, dünyanın en saygın bilim dergilerinden birisi olan Nature’da bu olaylar ile gündeme geldi. Bu gelişmenin ardından İhsan Yılmaz, Nature dergisine yazdığı cevapta “intihal yapmadıklarını ama iyi İngilizceyi ödünç aldıklarını” ifade edecek, bundan sadece birkaç ay sonra da Physical Review D’de yayınlanan bir makalesini yoğun intihal yaptığını kabul ederek ve özür dileyerek dergiden geri çekecekti. ÇOMÜ ile ilintili haberler 2008 yılında Chin. Phys. Lett. dergisinin editörünün ÇOMÜ’deki akademisyenlerin iki makalesini dergiden çıkarttığını duyurması ile devam etti. Pramana dergisi ise intihal ile suçlanan yazarların düzeltme (erratum) yayınlamalarını istedi. Bu olayların yaşandığı dönemde olanlarla çeşitli seviyelerde ilgili kişilerden henüz doçent olan İsmail Tarhan ve Hüsnü Baysal profesörlüğe yükseltildikten sonra ÇOMÜ içerisinde çeşitli yönetim kademelerinde görevlendirildiler. Sezgin Aygün, Melis Aygün ve Can Aktaş doktoralarını bitirerek Yardımcı Doçent oldular. 2011 yılı itibarı ile İsmail Tarhan Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü ve Rektör Danışmanı, İhsan Yılmaz ise Döner Sermaye İşletmesi Müdürü ve Rektör Yardımcısı olarak görev yapıyor. ÇOMÜ, birincil örnek olmasa da, akademik olarak tatsız olaylara karışmış kişilerin nasıl bir kurumu omuzlayan kişiler hale gelebildiğine güncel bir örnek teşkil ediyor."
Tüm bunlar bir kenara, bu problemlerin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ile sınırlı olduğunu ya da o üniversitedeki herkesin bu problemlerin bir parçası olduğunu düşünmek, muhakkak çözüme hiçbir katkısı olmayan, sığ ve kolaycı bir bakış açısı olur. Bu problemlerden ne yazık ki hiçbir üniversite muaf değil. Sizleri çok fazla üzmek ve ümitsizliğe kapılmanıza sebep olmak istemiyor olsam da iki küçük örnek ile dikkatlerin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde yoğunlaşmasının ne kadar yanlış olduğunu göstermek istiyorum.
***
İlk örnek Trakya Üniversitesi’nden. Aşağıdaki ekran görüntüsü 1996 yılında Trakya Üniversitesi’nde Dr. Mesut Razbonyalı (danışman), Dr. Şaban Eren ve Dr. Cavit Tezcan tarafından imzalanmış olan Türkçe bir doktora tezinin giriş sayfası:
Bu okuduğunuz sayfanın Türkiye’de verilmiş bir doktora tezinin giriş sayfası olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. Bununla beraber objektif bir bakış açısı, tezin giriş kısmındaki bu özensizliğin tezin “özgünlüğüne” ve “bilimsel içeriğine” dair fikir vermiyor olabileceğini düşünülebilir. Lakin bu da aynı tezin kaynakça kısmının tamamı:
Doktora yapmış olanların burada neyin sıradışı olduğunu gördüğünü tahmin ediyorum. Zira içerikli bir doktora çalışmasının içinde, literatürde 11′den fazla yayından destek almasını gerektirecek iddialar olması beklenir. Bu bağlamda kaynakçanın cılızlığı bir kenara, 1996 yılında bilgisayar alanında teslim edilmiş bu doktora çalışmasının kaynak olarak göstermeye değer bulduğu en yeni yayının 1991 yılından kalma olması (ki 1991 diğer referanslara göre epey güncel), çalışmanın kendi zamanının güncel literatürüne ne derece hakim olduğunun bir göstergesi.
Bir doktora tezinin girişinde yer alan Türkçe’nin seviyesi ve tezin içeriğinin ciddiyetine dair fikir veren kaynakça, bu tezi imzalayan komitenin en iyi ihtimalle onu bir kez olsun dikkatle okumadığını gösteriyor.
Tezin sahibinin bir önemi yok. Çünkü çok daha önemli şeyler var. Önemli olan böylesi bir tez ile dahi doktor ünvanı alınabiliyor olması. Önemli olan bu teze onay veren kişilerin doktora verme yetkisine sahip olmaları.
Trakya Üniversitesi de bu ülkenin, akademik sayılabilecek eleştirilere ilk kısımda bağlantısını verdiğim tekzip yazısında olduğu şekliyle yanıt vermeyi, bir konferansta 7 yayın birden yapmayı, hiçbir akademik katkısı olmadığı halde sırf bölüm başkanı olduğu için bölümden çıkan makalelere ismini koydurmayı içine sindirebilecek doktor ve profesörlerin yetişmesine imkan veren üniversitelerinden birisi.
****
Yüzeyde farklı görünse de temelde aynı noktadan beslenen akademik problemlere dair bu yazıda vereceğim ikinci örnek ise Fırat Üniversitesi’nden.
Aşağıda yer alan grafiği Fırat Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi olan Dr. Cevdet Emin Ekinci’nin sayfasından aldığım ekran görüntüleri ile hazırladım. Grafiği incelediğinizde, Dr. Ekinci’nin uluslararası hakemli dergilerde yaptığı 8 yayının 7 tanesinin “E-Journal of New World Sciences Academy” isimli bir dergide yer aldığını göreceksiniz. Enteresan olan ise Dr. Ekinci’nin uluslararası yayınlarının neredeyse tamamını yaptığı “E-Journal of New World Sciences Academy” isimli derginin yayın yönetmeninin kim olduğu:
Bir bilim insanının yayınlarını, yöneticiliğini kendisinin yaptığı bir dergide yapması ve sonrasında bu yayınları özgeçmişinde “uluslararası yayın” olarak listelemesi etik açıdan başlı başına korkunç bir durum, fakat işin o boyutu bir kenara, “uluslararası yayın” olarak listelenen yayının kendisine bakınca, yayının uluslararası olan tek kısmının bir paragraflık özeti olduğuna ve geri kalanının Türkçe olduğuna şahit olmak son derece üzücü. Zira bu durum, bu yayınları özgeçmişinde listeleyen kişilerin kadrolarına onay veren kişileir için bu özgeçmişlerde yer alan bilgilerin doğruluğunun ya da geçerliliğinin pek bir önem arz etmediğini gösteriyor.
Dr. Ekinci’nin en önemli eseri yukarıda bağlantısını verdiğim makalesinde bahsettiği sözde yeni bilim dalı ‘biyoharmoloji‘. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Dr. Fehmi Yazıcı’nın “biyoharmolojinin diğer mühendislik alanlarında da kullanılması gereken bir bilim dalıolduğunu iddia ettiği, uluslararası bir çalışma olduğu iddia edilmesine rağmen son cümlesi “bu yeni meslek dalı bilime ve insanoğluna hayırlı uğurlu olsun” olan bir makale ile ortaya atılmış bu fikrin Türkiye akademisinde ne kadar gündem oluşturabileceği ve ne kadar ciddiye alınabileceği hakkında şu Google araması biraz olsun fikir veriyor.
Türkiye akademisi bu problemlerin normal sayıldığı bir halde iken, uluslararası hiçbir tarafı olmayan yayınlar üniversitelerin resmi özgeçmiş sayfalarında uluslararası yayınlar statüsünde listeyebiliyorken, hiçbir tetkikten geçmemiş yayınlar “yeni bilim dalı” diye çeşitli mecralarda insanlara sunulabiliyorken, yeni yetişen akademisyenlerin kalbur üstü dergilerde yayın yapmalarını, dünya kalitesinde araştırmalar yürütmelerini, hakemlerin tenkitlerini ciddiye almalarını nasıl bekleyebiliriz, bilemiyorum.
Verilebilecek çok fazla örnek var. Fakat yukarıda verdiğim iki örneğin dertlerin sadece Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ile sınırlı olmadığı gibi, Türkiye’de bilimin belkemiği olan “tenkit ve doğrulama” adımının tamamıyla es geçilmesi ile dahi akademide yer bulunabildiğinin birer göstergesi olmaya yeteceğini tahmin ediyorum.
***
Peki benim amacım nedir? Önceki yazıları neden yazdım? Bu yazıyı neden yazıyorum? Ne olmasını, neyin değişmesini bekliyorum?
Açıkçası bu sorulara yanıt vermek benim için de çok kolay değil. Fakat bu kısımda makul bir yanıt bulmaya vermeye gayret edeceğim.
Geçtiğimiz aylarda üniversiteye giriş sınavı ile ilgili ortaya atılan şifre iddialarını, bunu takiben ÖSYM hesabına gündeme gelen diğer skandallar ve hepsinin üstüne üstüne bir de bilimsel hırsızlık yaptığı ortaya çıkan Dr. Ali Demir’in istifa etmeyişi, Türkiye’de istifa çıtasının ne kadar yüksek olduğunun, bilimsel hırsızlık yaptığı belgelenmiş olan Dr. Ömer Dinçer’in -son derece ironik bir şekilde- Eğitim Bakanı olarak atanması, “yanlış yapmış da olsa bizdendir” anlayışının vardığı noktanın belki de en güncel örneklerinden birisi. Dolayısıyla bu yazıları yazarken motivasyonlarımdan birisi ismini andığım insanları utandırmak ya da karalamak değildi. Yoldan çıkmış akademisyenleri utandırmanın mümkün olmadığının aşikar olması bir yana, Dr. Ali Demir’ler görevlerine devam ederken, Dr. Ömer Dinçer’lere bakanlıklar teslim edilirken, nispeten küçük kuyuları zehirleyen isimlerin peşine “akademinin selameti için” düşmek naiflik olurdu. Velhasılı, bireylere yoğunlaşacak kadar vaktimiz ve enerjimiz olduğuna inanmıyorum. Bizler, bu ülkeden yetişmiş olan genç akademisyenler ve onlardan medet uman halk olarak, yalnız ya da ümitsiz dahi hissetsek geleceğe bakmak ile yükümlü olduğumuza inanıyorum. Sanırım bu yazılar ile yapmaya çalıştığım bir şey, akademinin durgun gölüne çakıl taşları atan akademisyenlerin yanında yer almak arzusu idi.
Türkiye’de intihal iddiaları medyada yer verilmeye dahi değer görülmüyor. Yer verildiğinde ise maksat bilimsel hırsızlığın kabul edilemezliği ve bu anlayışın uzun vadede ülkeye verdiği korkunç zararı gün ışığına çıkarmak değil, siyasi karalama ya da “birilerinin kulağını çekmek“ oluyor. Misal, Dr. Dinçer ataması ile ilgili bu günlerde basında yer alan haberlerin birçoğunun altında, “işte bu da bir başka hatası” iması ile laiklik ile iligili görüşlerine yer verilişi, medyanın, laiklik konusunda Dr. Dinçer’e katılanların onun intihali ile barışmasına sebep olan taraflı ve zararlı tutumuna bir örnek. Türkiye’de yaşananların tam tersi niteliğinde bir olay ise geçtiğimiz aylarda Almanya’da yaşandı. Almanya’da federal savunma bakanı olan, 2009 yılında Angela Markel’i geride bırakarak Almanya’nın “en popüler siyasi sima” koltuğuna oturan Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezinde intihal yaptığının ortaya çıkmasının ardından halk tarafından sevilen, siyasi açıdan parlak bir devlet adamı olmasına rağmen çok kısa bir süre içerisinde istifa etti. Bundan kısa bir süre sonra bir diğer Alman siyasetçi olan Silvana Koch-Mehrin de doktora tezinde intihal yaptığının ortaya çıkmsı ile beraber “dilerim istifam partimin yeni bir yönetim ile taze bir başlangıç yapmasını kolaylaştırır” diyerek istifa edecek ve Almanya’nın hatasını kabul etme ve geri adım atma olgunluğuna sahip kişiler tarafından yönetildiğini bize hatırlatarak utandıracaktı. Bu olayların ikisinde de, İnternet üzerinden organize olan, intihallerin ortaya çıkması ve duyulması için çaba sarf eden blog yazarlarının ve anonim akademisyenlerin payı büyük idi. Türkiye’de de benzer bir anlayışın yerleşmesinin önünde bir engel göremiyorum. Kimse istifa etmeyecek dahi olsa en azından problemlerin bir arşivini tutmak, biriken belgeleri gerektiğinde yetkili mercilerin görüşlerine sunmak, halkı bilgilendirmek, etik açıdan problemli davranışların ebediyen saklanamayacağı sinyalini verirken yeni yetişen nesillerin bu tür eğilimlere karşı bağışıklık kazanmasını sağlamak için çalışmanın mümkün olabileceğini düşünüyorum. Bu yazıları yazmaktaki bir diğer amacım da sizlerle bu konuda aynı sayfada olup olmadığımızı görmek arzusu idi.
Geçtiğimiz aylarda tahmin ettiğim kadar yalnız olmadığımı(zı), birçok kişinin birçok konuda aynı sayfada olduğunu fark ettim. Olumsuz tepkilerin yanında gerek gazeteciler ve akademisyenler, gerekse sosyal medyadan son derece cesaret verici tepkiler geldi. Bu bağlamda en azından benim neslim için problem ‘yalnızlık‘tan ziyade ‘örgütsüzlük‘ gibi görünüyordu. Eğer bir araya gelirsek sesimizi yeterince çıkarabileceğimize, sesimizi yeterince çıkarabilirsek daha kalabalık bir öğrenci kitlesine ulaşabileceğimize, ve bu öğrenci kitlesinin doğru olanın bir parçası olmaya hazır olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bu yazılar ile yapmaya çalıştığım bir diğer şey de, toplu bir arayışın, toplu şekilde hareket etmenin önemine dikkat çekebilmek idi sanırım.
Tüm bunların yanında, akademik sorunların takibi ve sözcülüğü kimsenin tek başına kaldırabileceği bir sorumluluk olmadığının farkındayım. Üstüne üstlük, isimlerin yıpranmaya müsait olduğunu ve bir ağırlığı olmadığını, davaların isimlerle ilişkilendirildiği durumda isim ile beraber davanın da yıprandığını, dolayısıyla önemli olanın isimlerden ziyade istikamet ve fikirler olması gerektiğine iananıyorum.
Bu konularda bu sayfalardan daha fazla yazmak istemeyişimin sebebi de bu. Bundan sonra geri adım atacak ve elimden geldiği kadarı ile Akademi Takip ekibine yardımcı olmaya çalışacağım. Sizi de yazının sonunda hakkında bilgi vereceğim Akademi Takip ekibinin çalışmalarını takip etmeye davet ediyorum. Dilerim Akademi Takip ekibi zaman içerisinde Türkiye’deki akademik problemler ile nasıl savaşılacağı konusunda yetkin akademisyenlerin buluştuğu güvenilir bir kaynak olmayı başarabilir.
***
Sizlere veda ederken aşağıdaki noktalara kısaca değinmek istiyorum:
  • Geçtiğimiz aylar boyunca bu yazının başında bağlantısını verdiğim yazılarda ortaya atılan iddiaların ardını araştıran, akademik e-posta listelerinde bu konuları gündeme getiren, olumlu olumsuz görüş ve eleştirilerini ulaştıran, bu uzun yazıları okumaya vakit ayıran ve başkalarının da okumasına vesile olmak üzere yazıları çevresi ile paylaşan herkese teşekkür ederim.
  • 6 ayı aşkın süredir yapılanmakta olan Akademi Takip insiyatifinin yöneticisi ya da sözcüsü değilim. Bu insiyatif ile tek ilişkim şu anki katılımcılarından birisi olmam ve yoğunluğum müsaade ettikçe destek olmayı arzu etmem.
  • Kimse Akademi Takip’in üzerine aldığı sorumluluğun bilincinde olan, kişileri dikkatsizce suçlama hatasını yapmayacak, iddialarının ardını akademik bilgiler ile dolduracak bir ekip olduğu garantisini veremez. Bu yüzden sizlere de büyük bir sorumluluk düşüyor.
*** *** ***
Akademi Takip nedir? Amacı ne olacak? Bilgi akışı nasıl gerçekleşecek?
Tek cümle ile,
Akademi Takip, yurt içi ve dışındaki gönüllü akademisyenlerden oluşan, Türkiye’nin akademik sıkıntılarını belgelemeyi hedefleyen anonim ve gayriresmi akademisyen insiyatifidir.
Akademi Takip’in güncel amaçlarından birkaçı şöyle:
  • Akademik yolsuzluklar ve etik ihlâllerine yönelik ansiklopedik bir başvuru kaynağı oluşturmak.
  • Araştırma etiği, yayın sahtekârlıkları, intihal, sahte çalışma gibi akademik suçların tarifini yapmak.
  • Yolsuzluk iddialarının akademik olarak araştırılması, tespit edilenlerin belgelenmesi, gerekli mercilerin haberdar edilmesinde rol oynamak.
  • Akademik yolsuzlukların ifşa edileceği bir kaynak oluşturmak.
  • Evrensel araştırma ahlâkı prensiplerinin benimsenmesi ve yaygınlaşması için çalışmak.
Akademi Takip ekibinin tüm çalışmaları aşağıdaki adresten duyurulacak:

Aşağıdaki e-posta adresi ise Akademi Takip ekibi ile bağlantıya geçmek için tek adres:
akademi.takip@gmail.com
Yukarıdaki e-posta adresini araştırılmasını istediğiniz konuları ya da önerilerinizi anonim bir şekilde iletmek için kullanabilirsiniz.
Eğer akademisyen iseniz ve Akademi Takip ekibinin bir parçası olarak çalışmalara anonim bir şekilde destek olmak istiyorsanız, yukarıdaki e-posta adresini Akademi Takip ekibi ile bağlantıya geçmek için kullanabilirsiniz.

6 Şubat 2011

ÇOMÜ'de bir konferans: Akademinin hali ahvali
(soL - Bilim)

Akademisyen A. Murat Eren, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde yapılacak bir konferansa dair rezaleti kaleme almıştı. Eren'in iddiaları bir süredir tartışılıyor. Olaya biraz dikkatli bakınca ise, rezalet olanın sadece bu konferans değil, Türkiye'deki yüksek öğretim sisteminin tümü olduğu görülüyor.
A. Murat Eren’in kişisel blogunda yayınladığı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) sponsorluğunda gerçekleşecek olan bir konferansa dair kaygılarını kaleme aldığı yazısı geçtiğimiz günlerde internet portallarında yer almıştı. ÇOMÜ’de önümüzdeki Nisan ayı içerisinde ikincisi gerçekleştirilecek olan “Uluslararası Bilişim Konferansı” ve arkasındaki isimlerin geçtiği söz konusu yazıda dile getirilen ÇOMÜ'nün bu konferansa neden sponsor olduğu sorusuna henüz doyurucu bir cevap verilmiş değil.
A. Murat Eren, bir süredir Türkiye’deki akademik sorunlara dikkat çekmek üzere araştırmalarda bulunuyor. Kişisel blogunda yayınlanan ilk yazısının ardından NTV Bilim dergisi ve Hürriyet’te haberleştirilen konu, BirGün Kitap eki içerisinde de daha ayrıntılı bir şekilde yer almıştı. Geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı ikinci yazısında, özellikle ÇOMÜ’nün ev sahipliği yapacağı II. Uluslararası Bilişim Konferansı’nı ele alan A. Murat Eren, ilgili kurumlarca derhal inceleme başlatılması gereken iddialara yer verdi. ÇOMÜ rektörünün onursal başkanlığını yaptığı ve ÇOMÜ tarafından duyurusu yapılan konferansa dair üniversiteden herhangi bir açıklama gelmezken konferans organizatörlerinden Servet Senyücel, ÇOMÜ.TV adresinde yayınlanan ve OdaTV.com çalışanlarına gönderilen bir yazı ile A. Murat Eren’in şahsını eleştirmek ve hakkında suç duyurusunda bulunacakları tehdidinde bulunmakla yetindi.
Son derece ciddiyetsiz bir üslupla yazılan ve söz konusu iddialara doğrudan cevap vermekten uzak olan yazıda, A. Murat Eren ile ilgili asılsız suçlamalar da yer aldı. Lisansını ve yüksek lisansını Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği programında tamamlayan ve aynı kurumda araştırma görevliliği de yapan A. Murat Eren’in, ABD’de sahte biyoloji doktorası yaptığı iddia edilerek YÖK’ün etik kurulu göreve çağrıldı. Yazıda iddia edildiği gibi bilgisayar mühendisliğinde lisans derecelerini tamamlayan araştırmacıların, biyoloji doktorası yapmasının önünde etik ve de bilimsel bir engel olmamasına karşın; A. Murat Eren’in zaten biyoloji değil, bilgisayar bilimleri alanında doktora yapıyor olması, hem yazıyı yazanların basit bir özgeçmiş taramasından aciz olduğu hem de bir suçluluk psikolojisi içerisinde olduğu izlenimini uyandırdı.
İmece Usulü Bilim Cinayeti Konferansları
A. Murat Eren’in, “İmece Usulü Bilim Cinayeti Konferansları” başlığıyla yayınladığı yazıda yer alan iddialar oldukça ciddi. Onursal başkanı ÇOMÜ rektörü Prof. Dr. Ali Akdemir, konferans komitesi eş başkanları ise Prof. Dr. Bekir Karlık ve Prof. Dr. Ali Okatan olan “Uluslararası Bilişim Konferansı”nın ikincisi, Nisan 2011 ayında ÇOMÜ’de gerçekleştirilecek. Konferans komitesi eş başkanlarının bilimsel geçmişlerini inceleyen A. Murat Eren, Karlık’ın neredeyse her yıl üniversite değiştirdiğini, Karlık’a ait rasgele incelediği makalelerden birinin bir profesörün imzasını taşıyamayacak kadar vasat olduğunu ve de bu makalenin International Journal on Graphics, Vision and Image Processing isimli bir bilimsel dergide yayınlandığını belirtiyor. Bu derginin The International Congress for Global Science and Technology (ICGST) organizasyonu bünyesinde yer aldığını belirttikten sonra, Google arama motoru ile “ICGST” ve “WASET” (*) anahtar kelimelerini beraber arattıran Eren, geri dönen çok sayıda sonuca ve bu sonuçların büyük bir kısmının hem WASET hem de ICGST ile ilişkisi olan bilim insanlarının sayfalarından geldiğine dikkat çekiyor.
Önce Bahçeşehir, sonra Haliç Üniversitesi’nde görev yaptıktan sonra Karatay Üniversitesi’nde Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi dekanı olan konferansın ikinci eş başkanı Prof. Dr. Ali Okatan ise “mucit profesör” olarak tanınıyor. Özgeçmişine bakıldığında çok sayıda bilimsel çalışması olduğu görülen Okatan’ın, aynı konferansta yayınlanmak üzere ilk yazarının kendisi olduğu (yani kendi yürüttüğü 7 ayrı çalışmaya dair) 7 makale birden bildirdiği, WASET bünyesindeki konferanslarda ise toplam 13 yayını olduğu da göze çarpıyor.
(*) Nedir bu WASET?
WASET (Dünya Bilim Mühendislik ve Teknoloji Akademisi) kısaca, bünyesinde onlarca sözde bilimsel dergi ve konferans barındıran, sözde bilimsel yayınları kabul edip yayınlayan ancak bunu hiçbir akademik tetkike tabi tutmayarak yapan ve akademisyenlerin hızlı yoldan yayın sahibi olmalarını sağlayan bir organizasyon, Enformatika isimli bir başka sahtekar organizasyonun halefi. Matematik Dünyası dergisinin 74. sayısında (2007) H. Ökkeş’in yazdığı yazıyla foyası ortaya çıkan kurum kapansa da, içeriğini olduğu gibi WASET adı altına taşıyarak faaliyetlerine devam ediyor. Eren’in de acı bir şekilde dile getirdiği üzere, yapılan yayın sayısının göz önünde bulundurulduğu bir yükselme sistemine sahip olan akademide, ciddi bilimsel çalışmalarla ve zorluklarla yayın üretmeye çalışan bilim insanlarının yenen hakları karşısında YÖK, TÜBİTAK ve TÜBA’nın, en çok da rektörlük seçimleri yaklaşmakta olan ÇOMÜ rektörü ve rektör adaylarının, kendilerinin bu konferanslara olan katkılarını tespit etmek üzere soruşturma başlatması gerekiyor. WASET’te, organizasyonun iç yüzünü bilmeden dergi ve konferanslarında yayın yapanlar olabileceği için bilim camiasında bu bilginin duyurulması önemli bir hal alıyor.
Prof. Dr. Karlık’ın sözkonusu makalesi için uzmanlar ne dedi?
“İmece Usulü Bilim Cinayeti Konferansları” yazısında, A. Murat Eren’in Uluslararası Bilişim Konferansı’nın komite eş başkanlarından Prof. Dr. Bekir Karlık’ın özgeçmiş listesinden rasgele bir makale seçerek incelemesi üzerine, ÇOMÜ.TV adresinde kendisinin bu makaleyi değerlendirebilecek bilgi birikimine sahip olmadığı iddia edilmişti. Turkish Journal’dan Işıl Öz, yaptığı haberde Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Lale Akarun, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Ceyhun Burak Akgül ve ABD Ulusal Matematik ve Biyoloji Sentezi Enstitüsü’nde doktora sonrası araştırmacı olarak bulunan Dr. Erol Akçay’ın, söz konusu yayın ile ilgili değerlendirmelerine yer verdi.
Prof. Dr. Akarun’un görüşü A. Murat Eren’inkinden farklı olmadı. Alanında çok iyi bilinen bir algoritmanın isminin makalenin özet kısmında, yani daha en başında yanlış yazılmış olması nedeniyle makalenin hiçbir bilimsel değerlendirmeden geçmemiş olduğu izlenimini edinen Akarun, bildiride kötü bir İngilizce kullanıldığını, bildirinin geri kalanının da hiçbir tutarlı tarafı olmadığını ve bir hakemin önüne gelse kısa sürede reddedileceğini söylüyor.
Öz’ün haberinde görüşlerini bildiren diğer bir akademisyen Dr. Ceyhun Burak Akgül de, Akarun ile benzer şekilde, çalışmanın elektrik ya da bilgisayar mühendisliği 4. sınıf öğrencisi için bile vasat olduğunu belirterek, her meslekte olduğu gibi bilimde de iyiler, kötüler ve çirkinlerin bulunabileceğini ekliyor.
Dr. Erol Akçay ise Eren’in yazısının Türkiye’deki akademik çarpıklıklara dikkat çektiğini ve kendisine verilen tepkilerin de bu çarpıklıklardan beklenilecek cinsten olduğunu söylüyor. Amerika’da da özensiz ve kalitesiz çalışmaların sunulabileceği dergiler ve konferanslar olduğunu ekleyen Akçay, bu gibi yerlerde yayınları bulunanların akademide yükselmesinin Amerika ve Avrupa’da mümkün olmadığını belirtiyor.
Sistem sorunlu, çözüm ne olabilir?
Öz’ün haberinde sorunun sistemde olduğuna dikkat çeken akademisyenler, A. Murat Eren’inki gibi kişisel çabaların önemini vurguluyorlar. Akçay, bir grup akademisyenin dünya standartlarında işler yapmak için çabalarken, Eren’in bahsettiği akademisyenlerin ve öğrencilerinin intihal ürünü ya da sahte yayınlarla kadroları doldurduklarını söylüyor. Öğretim üyelerinin de sisteme güveni olmadığını, nicelikten çok niteliğin önemli olmadığı bir ortamda bu gibi olayların arkasının kesilmeyeceğini belirten akademisyenler, vergi mükelleflerinin cebinden çıkan paraları sahte araştırmalarla kapıp yiyen sahtekârlar karşısında öğrencilerden, ailelere, toplumun tüm kesiminin tepkili ve duyarlılık sahibi olmasını bekliyorlar.
Türkiye’de bilimin başı olması gereken TÜBİTAK’ın Başkanı Prof. Dr. Nüket Yetiş’in bilimsel makale arşivini merak ederek araştıran Öz şöyle anlatıyor:
“Prof. Dr. Yetiş'in, belli kriterleri karşılayan düzgün dergileri kapsayan ISI Web of Science'da, 1981'deki ilk yayınından bu yana geçen son 30 yılda sadece 4 yayını ve 5 atıfı var. Aldığım bu sonuç, Prof. Dr. Yetiş’in Tübitak Başkanı seçildiğinde, Nature’ın yaptığı haberi anımsattı. Nature, Yetiş’in atamasının politik olduğunu yazmıştı:
www.nature.com
En saygın bilim dergilerinden olan Nature'da yayımlanan mektuplar da bilimsel yayın sayıldığı için, Prof. Dr. Yetiş'in bu mektuba cevaben yazdığı haber de onun Web of Science yayınlarından sayılıyor. Yani Türkiye'de bilimin başındaki kişi, esasında son 30 yılda Web of Science'a girebilecek sadece 3 bilimsel makale yazmış ve bunların hiçbirinde ilk yazar değil. Türkiye'de doçentlik ön şartı olarak “Web of Science'da yer alan, “en az biri adayın birinci isim olduğu özgün araştırma makalesi niteliğinde olmak koşuluyla, doktora tezinden üretilmemiş en az 3 makale” şartı arandığından, bu yayınlarla Türkiye'de doçent bile olmak imkansız: http://www.uak.gov.tr/” Haberin geri kalanı için buraya tıklayınız.
ÇOMÜ’de geçmişte neler olmuştu
Son zamanlarda iyice artan, görüldüğü gibi aslında çok zor olmasa da ilgili kurumların görevlerini düzgün yerine getirememeleri nedeniyle takibi iyice zorlaşmış olan, bilimsel ahlaksızlık ve intihal olaylarının takibi için bir grup bilim insanı bir araya gelerek tecrübelerini ve araştırmalarını paylaştıkları bir ekip oluşturdular. Türkiye'deki akademik sıkıntıları irdeleyip toplumsal bilinç oluşturmak adına çalışmak üzere bir araya gelmiş olan Akademi Takip insiyatifinin anonim bir üyesi, ÇOMÜ’de geçmişte yaşananları şöyle özetliyor:
2007 yılında aralarında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen ve Edebiyat Fakültesi'nin eski dekanı İhsan Yılmaz'ın da bulunduğu bir grup akademisyen intihal yapmakla suçlandılar. Makaleleri elektronik makale arşivi 'arXiv'den (http://arXiv.org) çıkartıldı. O günlerde intihal ile suçlanan akademisyenlerin ilk açıklamaları "yazdıklarımız orijinal, bizimkilerden sonra yazılan makalelerden alıntı yaptığımız iddia ediliyor" şeklinde idi. ÇOMÜ Etik Kurulu, makalelerin giriş kısımlarının başka makalelerden birebir kopyalandığını belgelemesine rağmen bu durumun makalelerin orijinalliğini etkilemeyeceğine karar vererek suçlanan akademisyenleri kurum içinde akladı. Türkiye, dünyanın en saygın bilim dergilerinden birisi olan Nature'da bu olaylar ile gündeme geldi. Bu gelişmenin ardından İhsan Yılmaz, Nature dergisine yazdığı cevapta "intihal yapmadıklarını ama iyi İngilizceyi ödünç aldıklarını" ifade edecek, bundan sadece birkaç ay sonra da Physical Review D'de yayınlanan bir makalesini yoğun intihal yaptığını kabul ederek ve özür dileyerek dergiden geri çekecekti. ÇOMÜ ile ilintili haberler 2008 yılında Chin. Phys. Lett. dergisinin editörünün ÇOMÜ'deki akademisyenlerin iki makalesini dergiden çıkarttığını duyurması ile devam etti. Pramana dergisi ise intihal ile suçlanan yazarların 'düzeltme' (erratum) yayınlamalarını istedi. Bu olayların yaşandığı dönemde olanlarla çeşitli seviyelerde ilgili kişilerden henüz doçent olan İsmail Tarhan ve Hüsnü Baysal profesörlüğe yükseltildikten sonra ÇOMÜ içerisinde çeşitli yönetim kademelerinde görevlendirildiler. Sezgin Aygün, Melis Aygün ve Can Aktaş doktoralarını bitirerek Yardımcı Doçent oldular. 2011 yılı itibarı ile İsmail Tarhan Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü ve Rektör Danışmanı, İhsan Yılmaz ise Döner Sermaye İşletmesi Müdürü ve Rektör Yardımcısı olarak görev yapıyor. ÇOMÜ, biricil örnek olmasa da, akademik olarak tatsız olaylara karışmış kişilerin nasıl bir kurumu omuzlayan kişiler hale gelebildiğine güncel bir örnek teşkil ediyor.
A. Murat Eren kimdir?
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde Bilgisayar Mühendisliği Programında lisans ve yükseklisans derecelerini tamamlayan A. Murat Eren, ÇOMÜ'de araştırma görevlisi ve Tübitak'ta da araştırmacı olarak görev yaptı. ABD'de University of New Orleans'ta halen Bilgisayar Bilimleri alanında doktorasını sürdürmekte, Childrens Hospital New Orleans'ta metagenomiks ve mikrobiyal ekoloji alanında araştırma yapmaktadır. Pardus'un geliştirilmesine de katkı koyan A. Murat Eren aynı zamanda bir Evrim Çalışkanı.

1 Şubat 2011

Kadir Boğaç Kunt - HELAL OLSUN!

Başlık hakkında çok düşündüm. Önce “Destek mesajıdır!” diyeyim dedim. Sonradan fikrim değişti, doğrudan “Ahmet Murat Eren’e destek mesajıdır!” diye yazdım. Uygunsuz olur düşüncesiyle yazdığımı sildim. “Adın Anılsın Murat Eren”, dua gibi. Bunu da beğenmedim. Nihayetinde “Helal Olsun!” da karar kıldım. Öncelikle, çok sevdiğim öğretim üyesi biyolog bir kardeşimin lafı vardır, onu zikredeyim; “Bizdeki etik etik değil, eksik etekdir” der. Bugün bir kez daha idrak ettim bunu.
Efendim, olaylar zinciri Ahmet Murat Eren’in geçtiğimiz günlerde kişisel ağ sayfasında “İmece Usulü Bilim Cinayeti Konferansları” başlıklı bir yazı kaleme almasıyla başladı (buradan). Kahramanımız aynı başlıklı yazısında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde, 27-29 Nisan 2011 tarihlerinde düzenlenecek olan “Uluslararası Bilişim Konferansı” nı irdeliyor ve bence de haklı olarak konferansa dair bir takım eleştirilerde bulunuyordu. Olay 28 Ocak günü, Ahmet Murat Eren’in bu yazısının Odatv.com haber sitesinde “Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde Skandal” başlığıyla yayınlanmasıyla (buradan) yükselişe geçti ve dün Çomü.tv ağ sayfasında “Ahmet Murat Eren hakkında Suç Duyurusu” başlıklı bir başka yazının kaleme alınmasıyla zirve yaptı (buradan).
Şimdi yazılanlar ortada. Ahmet Murat Eren ortaya bir sav atmış. Savını bulgularla desteklemiş ve bir sonuca varmış. Doğru ya da yanlış; fikirlerini dürüstçe, korkusuzca nazik bir üslupla kaleme almış. Böylesi bir hadiseden sonra onun yazısında adı geçen kişi ya da kişilerin yapması gereken, ona onun üslubuyla yanıt vermeleriydi. Yanılmış olabilir, yanlış yorumlamış olabilir, hata yapmış olabilir… Ona hakaretler yağdırmak hele hele “Sayın Murat Eren [...], sizin bizim makaleyi anlayacak kapasiteniz olduğunu zannetmiyorum.” diye başlayan bir cümleyle savunmaya geçmek; onun haklılığını, düşünen beyinlerde perçinlemekten öteye geçmez. Bir yazı alırsın kaleme, onun savlarını teker teker çürütürsün. Bilim adabı bunu gerektirir. Eğer yazdıklarının hakaret içerdiğini düşünüyorsan şahsen “suç duyurusunda” bulunursun. Hukuk verir kararını.
Elbette Çomü.tv ağ sayfasında yazılanlar, Ahmet Murat Eren’in eleştirdiği kişi ya da kişilerce kaleme alınmamış. İşin en vahim yanı kimin tarafından yazıldığı meçhul. Şahsen yazının altında bir imza göremedim. Ağ sayfasının künyesinde yazan şu; “Çomü.tv, Çanakkale Kent Konseyi WebVizyon Çalışma Grubu tarafından oluşturulmuş Üniversitemizi Tanıtım Portalıdır”. Şimdi soruyorum… İthamlara maruz kalanlar varken, bu portala mı düşer Ahmet Murat Eren hakkında suç duyurusunda bulunmak? Onu afişe etmek.
Ve seviyesizliğin had safhası…
"Şimdi biz sana soruyoruz Sen kimsin Ahmet Murat Eren. Sen hiçbir bilgin olmadan Biyoloji alanında doktora yapmaya başlamışsın. Bu etik değil. Öğrenciliğin ve akademisyenliğin sırasında biyoloji ile ilgili hiçbir bilgin yok. Kendinde itiraf ediyorsun hiçbir bilgiye sahip olmadan mezun oldum diye. O zaman Senin Amerika’daki üniversiten para ile diploma veren bir üniversite öyleyse. O zaman oradaki akademisyenlerde para karşılığı her şeyi yapıyorlar demektir."
Farklı bir daldan gelen şahsın “Biyoloji” alanında doktora yapmaya başlamasının neresi etik değil? Bilim hiç kimsenin tekelinde değildir! Bir insan bırakın doktora yapmayı, biyolog olmadan, Biyoloji lisans eğitimi almadan da çok başarılı bir biyolog olabilir. Bilim tarihi bunun sayısız örnekleri ile doludur. Kaldı ki Ahmet Murat Eren, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Biyoloji bölümünden mezun olsaydı da sizin verdiğiniz listedeki derslerden hiç bir şey anlamayacaktı.
Bu böyle sürer gider … Bunca tartışmaya neden olan yazıyı ilk okuduğumda da yazarına hak vermiştim. Sonrasında yapılan yorumlar, söylemler, aba altından sopa göstermeler yazarın haklılığını, en azından arı kovanına çomak soktuğunu ispatlar nitelikte. Son söz olarak şunları söylemek istiyorum… Yazdıklarından dolayı Ahmet Murat Eren’e acımasızca saldıranlar, bel altından vuranlar. Hele hele lafı “gittiğin yerde kal” demeye getirenler. Ne Ahmet Murat Eren Bruno’dur. Ne de Türkiye, ortaçağ İtalya’sıdır. Bu ülkede hala dürüst, onurlu, bilimin evrenselliğine ve cumhuriyetin getirdiklerine yürekten inanan bilim adamları olduğunu asla unutmayın. Dün “Paul Langevin” ı sırtlarında taşıyıp, Alpleri aşırtan Fransız partizanların ruh ikizleri; “Hocamın atının sıçrattığı çamur elbiseme süstür” diyen büyük dehanın dölleri, henüz Anadolu topraklarında tükenmedi. Bu böyle biline!
Not: Ahmet Murat Eren ile hiç bir tanışıklığım yoktur ve bu yazıyı şayet sonuna kadar okuduysanız lütfen bir kaç yıl evvel yazdığım Hocam başlıklı şu kısa yazıyı da okuyunuz. KBK…

28 Ocak 2011

A. Murat Eren - İmece Usulü Bilim Cinayeti Konferansları

Bu yazı ise nispeten aşağıdan yukarıya (bottom-up) bir bakış açısı sunma hedefi güdüyor: Bir konferans, bu konferansı organize edenler, onlara yardım edenler, sponsor olup destek verenler, hepimizin bunun bir parçası oluşumuz.
Bazı suçlar vardır, o kadar büyüktürler ki, aslında ortada bir suçlu yoktur. Bilimin bu gün içinde olduğu duruma ister tepeden aşağı, ister aşağıdan yukarı bakın fark etmeyecek: Bilime karşı işlenen suç o kadar büyük ki, neredeyse bir suçlu yok. Bu kadar büyük suçlar için bir ya da birkaç kişinin ismini öne atıp onları suçlamayı, kavga dövüş çıkarmayı, çözüme hiçbir katkısı olmayan, iki yüzlü bir davranış olarak görüyorum. Nasıl ki ikinci dünya savaşında yaşananlar için yalnızca Adolf Hitler’i ya da yalnızca Nazileri ya da yalnızca Almanları suçlamak ırkçılığın ve ayrımcılığın sonuçlarından alınacak dersi tamamen kaçırmaya sebep oluyorsa, bu problemleri irdelerken de isimlere yoğunlaşmak benzer bir isabetsizliğe yol açıyor bence.
Suç öyle büyük ki, bunu herkese pay etmeli. Kendimizi bu suçtan tepki göstererek arındıracağız. Bu kadar büyük suçlar ancak böyle temizleniyor.
Bu bağlamda bunlar benim acizane tavsiyelerim:
Üniversite Öğrencileri: Hocalarınızın CV’lerini açın, makalelerini okuyun. Hangi konferanslarda yayınlandıklarına, hangi dergilerde basıldıklarına bakın. Bir bilimsel yayını anlamak size hiçbir hocanın veremeyeceği geniş bir vizyon kazandıracak. Özgeçmişler web sayfalarının süsü olmasın. İnsanlar oraya yazdıkları şeylerin okunduğunu bilsinler. Sizler bilimsel değerlendirme katmanlarının en kalabalığı ve en etkini olan bir sonraki nesilsiniz, kendinizi hiçe saymayın.
Araştırma Görevlileri, Yüksek Lisans Öğrencileri, Doktora Öğrencileri: Lütfen yayın yaptığınız dergi ve konferanslara dikkat edin. Sırf özgeçmişiniz kalabalık görünsün diye emin olmadığınız organizasyonlara üye olmayın. Yayınlarınızı onları hak eden dergilerde ve konferanslarda yapın, size aksini yaptırmaya çalışan hocalar ile çalışmayın. Sesinizi çıkarın.
Öğretim Üyeleri: Lütfen arada bir konfor bölgenizi terk edin ve bölümünüzdeki, diğer üniversitelerin benzer bölümlerindeki insanları gözden geçirin. İster anonim ister aleni kimliklerinizle blog’lar açın, başka yayınları kritik edin. Türkiye’de peer-review sürecini dergi ve konferans komitelerinin üzerinde bir anlayış haline gelmesine ön ayak olun.
Geriye Kalan Herkes: Biliyorum, artık ne ile uğraşacağınızı siz de şaşırdınız. Fakat bu ülkedeki bir sorununun herhangi bir diğer sorun ile tamamen ilgisiz olduğunu iddia etmek yanlış olurdu. Bilim dünyası içerisinde bu konulara dair nicedir rahatsız olan birçok isim var. Diliyorum ilerleyen aylarda, yıllarda daha gür sesler duyacağız. Siz bu sırada bu olanları çevrenize anlatın. Gerekiyorsa yöneticilerden hesap sorun. Bizleri yalnız bırakmayın. Sizin desteğiniz gerçekten önemli. Zira sizin olmadığınız durumda, bunların hiçbir anlamı yok.

8 Ocak 2011

Akademi ve İntihal - AHLAKSIZLIĞIN TÜRKİYE ÇEHRESİ (BirGün - kiTaP)

Baybars Külebi, Alper Hançerlioğlu, A. Murat Eren, Togan Kafesoğlu
BirGün - kiTaP, Yıl:4, Sayı:92, Sayfa:19-27, 8 Ocak 2011
İnternet devriminin yarattığı imkanlar, bilgiye ulaşım ve fikri mülkiyet haklarını çağımızın önemli çatışma alanlarından biri haline getirmiş durumunda. Ülkeler yerelinde ifade ve bilgiye erişim özgürlü­ğünü tehdit eden internet yasakları ve benzeri kısıtlayıcı mevzuatlar çevresinde gelişen bu tartışma, daha büyük boyutta da WikiLeaks'in yarattığı uluslararası ku­tuplaşmada kendini göstermekte.
Üniversitelerdeki bilgi üretim döngü­sünün tıkanıklık gösterdiği noktaları in­celeme altına aldğımız bu araştırma dos­yasında, bulgularımızı büyük dönüşümde halkın çıkarlarının gözcülüğünü yapma sorumluluğunu üzerine almış olan öğ­renciler, akademisyenler, aydınlar, sivil toplum kuruluşları, yasama organında fa­aliyet gösteren seçilmişler ve yürütme ka­demesinde faaliyet gösteren sorumlular ile paylaşmak istedik. Dosya, Türkiye'nin yükseköğretim politikasının yarattığı at­mosferde yetişen araştırmacı profilinin ne gibi çarpıklıklara yol açtığını farklı açılardan ve derinlikli olarak inceliyor. Bi­limde ahlaksızlık olarak tanımlanabile­cek bu çarpıklıklardan hususi olarak inti­hal (aşırmacılık, fikri hırsızlık) ve vasıfsız yayınlara eğiliyoruz.
İlk bölümde intihalin kurumsal ve ya­sal tanımları Türkiye özelinde nelerdir, bunlardan bahsedeceğim. Yasalar ve yö­netmelikler çerçevesinde tanımların yanı sıra, Devlet Denetieme Kurulu'nün intihal raporunun bilimde ahlaksızlığın denetlenmesinin önündeki en önemli engelin YÖK olduğundan bahsetmesi, intihal sorununun yapısal ve kurumsal boyutlarını ortaya koymakta.
İkinci bölümde birinci yazıda kurulan arkaplanın üzerine, intihale dair bir du­rum çalışması ile devam ediyoruz. Alper Hançerlioğlu bu bölümde, uluslararası bilim camiasında yankı bulmuş, 2007 yı­lında Türkiyeli fizikçilerin adının karıştığı intihal skandalinin geçmişini özetliyor, üniversitelerimizin ve bilim kurumlarımı­zın bu olaya karşı verdiği kararlardan ve vesile olduğu olumlu gelişmelerden bah­sediyor. İntihalin nedenlerinin aslında atama kriterleri ve yarışmacı bir bilim or­tamında diğer insanların önüne geçmek olduğuna atıfta bulunan bu yazının he­men ardından bu konuyu daha derinle­mesine inceleyen A. Murat Eren'in yazısı geliyor. Akademik atama ve bilimsel de­ğerlendirme kriterlerinin yayın sayısına endekslenmesinin zararları ve bu sistemin kısa ve uzun vadedeki sakıncaları tartışan Eren, konuya çok önemli ve orijinal bir durum çalışması olan WASET organi­zasyonu üzerinden eğiliyor. Daha önce kendi bloğunda ve NTV Bilim'de yayın­lanmış bu yazının kapsamlı bir halini biz­lere sunarak bilimde ahlaksızlığın ana akım medyada irdelenmesi konusunda bize yeni bir mevzi açıyor.
Dördüncü ve son bölüm ise, mevcut yasal çerçeve ve önceki yazılarda sayılan bilimde ahlaksızlık örneklerinden yola çı­karak bu durumlarla nasıl başa çıkıldığı­na odaklanıyor, ve ileriki mücadelelerde neler yapılabileceğini tartışıyor. Haliha­zırda başarıya ulaşmış olan mücadele şekilleri bize bilimde ahlaksızlığın çözümü­nün üniversitede sendikal örgütlenme ve bilgiye ulaşım olanakları ile doğrudan il­gili olduğunu gösteriyor. Genel bir çerçe­veden bakıldığında, intihal ve bilimdeki ahlaksızlık, şu an bir çok alanda sürege­len bilgiye erişim çatışması ile organik olarak bağlantılı.
Bolonya süreci bahanesiyle üniversite­lerinin bütçelerinin kısıldığı, üniversitede üretilen bilginin kamunun denetiminden çıkarılarak, "refah için bilim" aldatmacasıyla piyasanın güdümüne sokulmaya çalışıldığı, ancak aynı zamanda bilginin dolaşımının intemetin katılımcı yapısı sayesinde demokratikleştiği ve yeni dire­niş mevzilerinin oluştuğu şu dönemde, üniversite işleyişinin tekrar gündeme gelmesi şaşırtıcı değil. Bizler, özgün bi­limsel bilgi üretiminin farklı kulvarların­da faaliyet gösteren genç akademisyenler olarak ana akım medyanın yalnızca magazin kısmına ilgi gösterdiği bu güncel çelişkiyi, bu araştırma dosyasıyla günde­me taşımayı ve tarihe bir not olarak düş­meyi borç bildik.
Bu dosya içerisinde yer alan araştır­maların sonuçları intihalin aslında fik­ri mülkiyetin doğal bir arızası olduğu­nu gösteriyor. Bilgiyi çalınabilir, fasonlaştırılabilir yapan da, bilimsel araştır­mayı akademik rant sağlamak için araçlaştırıp bir meta haline getiren de yükseköğretim sisteminin ta kendisi­dir. Üniversitede üretilen bilginin, te­mellük edilen saklı bir mal olarak değil de umumi bir fikir olarak erişime açıl­ması, denetleme olanaklarını kendili­ğinden geliştirecektir.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.