NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

26 Aralık 2014

Dr. Tansu Küçüköncü (*) - TÜBİTAK doktora diploması İPTAL EDİLEN bursiyerden yurtdışı doktora sonrası bursunu geri ödemesini istedi

TÜBİTAK'ın yurtdışı doktora sonrası bursunu geri ödemesini istediği bursiyeri, Ahmet Yıldırım.

İptal edilmesi için rapor ettiğim çok sayıda tezden 1'i olan Ahmet Yıldırım'ın “% 100 ÇALINTI” doktora tezini ve doktora diplomasını Ege Üniversitesi'nin İPTAL ETTİĞİNİ, doktora tezinin danışmanı Turgut Öziş'e KINAMA cezası verdiğini, ve Ahmet Yıldırım vakasındaki ilginç detayları önceki yazılarımda anlatmıştım.

Özellikle Ege Üniversitesi, YÖK, ve ilgili diğer kuruluşlar, Ahmet Yıldırım vakasında yapmak zorunda olduğu işlemleri yapmamakta direndiği, örtbas çabasını sürdürdüğü için Ahmet Yıldırım vakası henüz kapanmış değil :

Örneğin, Ahmet Yıldırım'ın 5-6 yılda yayınladığı 120'den fazla SCI makalesinden sadece 1'i, 1 akademik aktivist tarafından yayından attırılabildi (RETRACTION) ; Ege Üniversitesi ve YÖK, bunları yayından attırması gerektiği halde kılını kımıldatmıyor, bir çoğu Ege Üniversitesi Matematik bölümünde ve diğer üniversitelerin matematik bölümlerinde akademik personel olan ortak yazarlarının gıkı çıkmıyor.

Örneğin, Ege Üniversitesi ve YÖK'e göre Ahmet Yıldırım hala istifa edip ayrılmış saygın bir “yardımcı doçent” ; doktora diplomasını iptal ettikleri halde doktora diplomasına bağlı olan “yardımcı doçent”liğini iptal etmemekte direniyorlar ; devamında yardımcı doçent olarak aldığı maaşları geri ödemesini istememekte direniyorlar, verdiği derslerle– danışman veya jüri üyesi olarak imzaladığı lisansüstü tezlerle ilgili yapmaları gerekenleri yapmamakta direniyorlar, hileli doktora teziyle yardımçı doçent olmasının ceza yaptırımı kısmına el sürmemekte direniyorlar.

Yapması gerekenleri yapsalar, bu tür şeylerin yaygınlığı ortaya dökülmeye başlayacak, tepkiler artacak, belki istifaya zorlanacaklar. Bir sorunu çözebilmek için önce sorunun varlığını kabul etmek ve detaylarını ortaya koymak gerekiyor. Sorunu örtbas ederek çözüm şansı vermiyorlar, sorunun devam etmemesi için de kıllarını kımıldatmıyorlar, aksine sürmesi için herşeyi yapıyorlar. 

ABD'deki University of South Florida yöneticileri, Ahmet Yıldırım'ın Ağustos 2011 – Ağustos 2012 arasında 1 yıl süreyle karşılıksız TÜBİTAK bursuyla orada Matematik – İstatistik bölümünde bulunduğunu bildirdi.

TÜBİTAK ise 22 Ağustos 2011 ile 22 Mayıs 2012 arasında 9 ay burslu olduğunu bildirdi.

TÜBİTAK sitesinde yazdığına göre ABD için aylık burs tutarı 2.500 usd ; gidiş-dönüş yol giderlerini TÜBİTAK karşılıyor, uçak biletlerini TÜBİTAK alıyor. Bu durumda, TÜBİTAK'ın Ahmet Yıldırım'dan geri ödemesini istediği toplam burs tutarı, yasal faizi hariç, 24.000 usd'den (= 58.000 tl) fazla.

Ahmet Yıldırım'ın akademik sahtekarlık dosyaları, ilk kez 2010'da doktorasını bitirir bitirmez doçent olmak için başvurmasıyla açılmış. TÜBİTAK bursuna başvurduğunda bile hakkındaki soruşturmalar aleyhine sonuçlanmaya başlamış. Buna rağmen, bu durumu TÜBİTAK'a bildirilmemiş, TÜBİTAK da sormamış. Üstelik Ege Üniversitesi, 1 yıllığına ABD'ye gitmesine de izin vermiş ve muhtemelen maaşını ödemeye de devam etmiş. Ege Üniversitesi Mart 2012'de Ahmet Yıldırım'ı “kendi istifa etmiş” (müstafi) sayarak işten atmış, TÜBİTAK'a yine haber vermemiş. Ahmet Yıldırım, Ege Üniversitesi'nden atıldıktan sonra 2 aydan fazlası karşılıksız TÜBİTAK bursuyla bedava olmak üzere 5 ay daha ABD'de kalarak akademik tatil yapmaya devam etmiş. TÜBİTAK bugüne dek Ahmet Yıldırım'ın durumu hakkında hiçbir işlem yapmamış.

Doktora diploması iptal edilen Ahmet Yıldırım'ın TÜBİTAK'tan aldığı doktora sonrası yurtdışı bursuyla ilgili 02 Ağustos 2014 tarihli başvuruma TÜBİTAK'ın bana gönderdiği cevap (01 Ekim 2014, sayı : 184488, imza : İsmal Kurul (hukuk hizmetleri başkanı)) şöyle :

Yrd. Doç. Dr. Ahmet YILDIRIM, 2219 Yurt Dışı Doktora Sonrası Araştırma Burs Programı kapsamında 2010 yılı 2'nci döneminde 9 ay burs almaya hak kazanmıştır. Bursunu 22.08.2011 tarihinde kullanmaya başlamış olup, 22.05.2012 tarihinde Türkiye'ye dönmüştür. Burs programı kapsamında doktora mezuniyet şartını sağlayarak başvuru yaptığı ve başvuruda kişinin doktora tezi değil araştırma önerisi talep edildiği için, kişinin doktora ini incelenmesi gibi bir durum mümkün olmamaktadır.”

TÜBİTAK'ın yukarıdaki cevabına itirazım üzerine TÜBİTAK'ın bana gönderdiği cevap (22 Aralık 2014, sayı : 246282, imza : İsmal Kurul (hukuk hizmetleri başkanı)) ise şöyle :

"Yrd. Doç. Dr. Ahmet YILDIRIM'ın mecburi hizmet koşulunu yerine getirmemesi sebebiyle, 30/10/2014 tarih ve 724 sayılı Bilim İnsanı Değerlendirme ve Destekleme Kurulu kararıyla tarafına verilen bursun Yüklenme Senedi ve Müteselsil Kefalet Senedi hükümlerine göre geri alınmasına karar verilmiştir. İlgili karar 14/11/2014 tarihimde bursiyere bildirilmiştir.
Ayrıca talebiniz Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu'nca (AYEK) incelenmek üzere Kurumumuz Bilim Kurulu Sekreterya'sına iletilmiştir.”

TÜBİTAK yazılarına göre de “doktora diploması iptal edilen” Ahmet Yıldırm, hala yardımcı docent.

Ege Üniversitesi'ndeki bir başka “% 100 ÇALINTI” doktora tezi (Bilgisayar Mühendisliği) ile ilgili yazışmalar da devam etmektedir.

Gelişmeler duyurulacaktır.

Yeri gelmişken, yolun başındaki tecrübesiz araştırmacılara, özellikle lisansüstü öğrencilere bir uyarıda bulunayım :


“Şu tezi – kitabı – makaleyi olduğu gibi araklayıp getiriver”, “verileri – sonuçları uyduruver gitsin”, “hileli tezini hemen jüriye onaylatayım, sana hemen akademik kadro ayarlayayım”, “hileli makaleyi hemen SCI dergide yayınlatayım, egzotik ülkedeki ne idüğü belirsiz konferansa hemen kabul ettireyim gidip tatil yap-a(y/l)ım”, “yakalansan da sana hiçbir şey olmaz, ben seni korurum, bana zaten bir şey olmaz, ben dokunulmazın” benzeri “arsız” önerilerle veya bin türlü tehditle hileli akademik tez yazmanızı isteyen, ortak veya onun için hileli makale – kitap yazmanızı isteyen, var olup olmadığını bilmediğiniz – nereden nasıl elde edildiğini bilmediğinizi verileri kullanarak çalıştığını görmenize izin vermediği – kendi geliştirdiğini iddia ettiği yazılımlarla sizin tez çalışmanızın sonuçlarını ürettiğini iddia edip bunlarla tezinizi bitirmenizi isteyen “kaşarlı” akademik sahtekar hocalardan – danışmanlardan uzak durun – kaçın, onlara sakın kanmayın, ve sizi hileye zorladıklarını özellikle YÖK'e ve gerekirse Cumhurbaşkanlığına rapor edin.

Hoca – danışman, zorlamadıkça – teşvik etmedikçe – göz yummadıkça, çömez öğrencinin – araştırmacının hile yapmaya kolay kolay cesaret edemeyeceği, hocanın – danışmanın, öğrencisini – araştırmacısı tanıyacağı, kapasitesini – ne yapıp yapamayacağını bileceği, çalışmalarından sorumlu olduğu – kontrol etmesi gerektiği, gayet iyi bilinir.

Çömez öğrencinin – araştırmacının bile çoğu durumda hocanın – danışmanın “kaşarlı” akademik sahtekar olup olmadığını kolayca anlayabileceği, gayet iyi bilinir.

Tepkisizliğe aldanıp da sanmayın ki kimse yapılan akademik sahtekarlıkları, nasıl olsa farketmez ; yapılanları – yapanları gören – gözetleyen, ve ne zaman ne tepki vereceği belli olmayanlar, eksik olmaz.

“Kaşarlı” akademik sahtekar hoca – danışman, “Türkçe düzgün cümle kurmaktan bile aciz olması”, “usturuplu hile yapmayı becerememesi”, “bedava uşak kullanmak işine gelmesi”, ve en önemlisi “yakalandığında, suçu üzerine yıkacak bir günah keçisi ihtiyacı” gibi nedenlerle çömezleri kullanmak, çömezlerin sırtından maksimum haksız çıkar sağlamak ister. Yakalandıklarında önce herşeyi örtbas etmeyi dener ; beceremezse, çömezin üzerine yıkar, en az zararla yırtmasını sağlamaya çalışır ; beceremezse, çömezi satıverir, kendi en az zararla yırtmaya çalışır. Yani, yaptıkları hocanın – danışmanın yanına kar kalsa da ve hiç bir şey olmamış gibi sefa sürmeye devam etse de kabak patladığında özellikle çömez öğrencinin – araştırmacının başına patlar – patlatılır.

Ve paçasını “kaşarlı” akademik sahtekar hocaya – danışmana kaptıran çömez öğrenci – araştırmacı, aslında ruhunu şeytana sattığını, ömür boyu arınamayacağı bir pisliğe battığını farkettiğinde artık iş işten geçmiştir.

(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

24 Aralık 2014

Y. Doç. Dr. Kaan Öztürk - Tez fabrikaları

Cennet vatanımızdaki iş kalitesi hiç bir zaman gelişmiş ülkelerdekinin yanına bile yaklaşamıyor, ama sahtekârlık numaralarını hızla ithal edip benimsemekte üstümüze yok.
Conilerin “essay mill” dediği sahtecilik şirketleri bizde de mevcut uzun zamandır. ABD’de bu şirketler genellikle, lise ve üniversite seviyesinde düzenli olarak verilen araştırma ödevlerini para karşılığı hazırlama “hizmeti” veriyorlar. Bizim eğitim sistemimizde araştırma ödeviyle falan zaman kaybedilmediği için bu iş alanı kapalı. O yüzden, yüksek lisans ve doktora tezlerine saldırmış durumda buradaki şirketler.
Sahtekârlığa gayet açık bir pazar var zaten. Emeksiz yemek isteyen de çok, zahmete girmeden ünvan edinmek isteyen de.
CV’de güzel durur diye tırışkadan bir yüksek lisans, hatta doktora yapmak istiyorsunuz, ama bütün gün çalışıyorsunuz, e akşamları da yeni çıkmış filmleri izlemeniz lazım. Siz de insansınız, yazık. O zaman başkası sizin yerinize yazsın tezi, siz alın ünvanınızı. Parasıyla değil mi?
Mesela şöyle bir şirket imdadınıza yetişir:
İntihal garantisi veren tez yazma şirketi
“İntihal garantisi” — Evet, orası doğru.
Link vermiyorum özellikle; sahtekârlara kolaylık sağlama niyetim yok. Zaten “benimle dalga geç” diye bağıran bir site. “İntihal garantisi” vermeleri harika mesela. Aslında “özgün yapıyoruz, kes yapıştır yapmıyoruz” demek istemiş, ifade etmeyi becerememiş (bir de buna akademik tez yazdıracaklar). Ama istemeden doğruyu söylemiş, çünkü böyle bir hizmeti aldığınızda buz gibi intihal yapıyorsunuz.
Bitirme ödevi, yüksek lisans tezi, hatta doktora tezi yazıyorlarmış. Sitede şöyle diyor:
AKADEMİSYENLER TARAFINDAN DOKTORA TEZİ HAZIRLANMAKTADIR.
Çalışan veya zamanı olmayanlar için oldukça uygun ve hızlı olarak hazırlanmaktadır.
Hazırlanan projeler İNTİHAL (Türk Dil Kurumu: Aşırma) garantilidir.
Telefon – Mesaj – Whatsapp – Mail yolu ile aklınıza takılan veya öğrenmek istediğiniz konuları sorabilirsiniz.
Konunuzu belirlemediyseniz, konu seçiminde yardımcı olabiliriz.
Hipotez oluşturulur, yazılır size sadece okula teslim etmek kalır.
Okulun yazım kuralları göz önünde bulundurularak hazırlanmaktadır.
İnternetteki tez yazım sitelerinden alacağınız rakamlardan cok daha uygundur.
Konu seçimi onlardan, hipotez onlardan, araştırıp yazmak da onlardan. Anahtar teslim tez. Size sadece okula götürüp vermek kalıyor. Tez savunmasından nasıl geçeceğiniz size kalmış; o kadarını da becerin artık.
Söylemek zorunda kalmak acı veriyor ama söylemeliyim, çünkü anlamayan pek çok insan olduğu belli: Başkasına yazdırılan tezle akademik ünvan veya geçer not elde etmek ahlaksızlıktır. Dersten aldığınız not, okuldan aldığınız diploma, o işi bildiğinizi gösteren bir belgedir. Kendiniz öğrenmeyip başkasının yaptığı işle diploma alıyorsanız sahtekârsınız, o kadar.
Ama ben yine kendim öğrendim. Başkası yapmış olabilir araştırmayı, ben oradan okudum öğrendim.” Hadi ordan, yazılmış teze şöyle bir göz atmakla hiç bir şey öğrenmediniz! Kaldı ki, bitirme ödevlerinin ve tezlerin amacı bir konuyu öğrenmek değil, o konuyu araştırmayı öğrenmektir. Tezini hakkıyla yapan birisi başka bir konuyu da araştırıp öğrenir kolaylıkla. Sahtekâr bunu yapamaz.
Hele doktora! Doktora çalışmasının tek amacı, bir problemi incelemek ve kimsenin bilmediği özgün bilgi çıkarmaktır. Araştırmacılığın çıraklığıdır doktora çalışması. Doktora tezinizi bir başkası yazdıysa, doktor ünvanı size değil ona aittir.
Ama ben çalışıyorum, zamanım yok.” O zaman doktora yapmayıverin. Doktora tam zamanlı bir iştir. Yemek yapmaya zamanınız yoksa dışarıda yersiniz, temizlik yapmaya zamanınız yoksa temizlikçi tutarsınız. Ama doktora yapmaya zamanınız yok diye, parayla tez yazdıramazsınız. 
Bir açıdan içim rahat aslında, çünkü dişe dokunur bir iş çıkmaz bunlardan. Düşünsenize, kabul edilebilir bir tez üretmek için yıllar boyu çalışıyor insanlar. Yazması bile aylar sürüyor, ince ince düşünerek. Oradaki gölge yazar, alacağı üç kuruş için çok mu didikleyecek sanıyorsunuz? Alacak İngilizce metni, otomatik çeviri programlarına koyacak, çıkan zırvaları duvarda tezek kurutur gibi patpat koyacak arka arkaya. 
Tezek kurutma duvarı
Elinize verilen tez ve ekleri (temsili).
Psikolog Dan Ariely, ödev üretme şirketlerinden kaygılanan akademisyenlerden biri olarak bir deneme yapmış. Dört değişik şirkete belli konuda araştırma ödevi ısmarlamış. Konu da, ironik olarak, kandırma ve aldatma çeşitleri. 12 sayfalık ödev için 150$-216$ arası ücretleri de peşin ödemişler.
Sonuç tam bir hüsran (öğrenciyseniz elbet)! Ariely gelen ödevlerin tamamen zırvalıktan ibaret olduğunu söylüyor. Kaynaklar saçma sapan, referans tarzı tutarsız, dili çok bozuk, paragraflar arası uyum yok, hatta yazılan şeylerin konuyla ilgisi bile yok.
Sonuç Ariely’nin içini rahatlatmış. Gönderilen yazı o kadar berbat ki, bu hizmetleri kullanan bir öğrencinin bir daha aynı hatayı yapmayacağını düşünüyor. Dahası, metinde intihal edilmiş pek çok kısım tespit etmiş. Bunu şirkete bildirdiğinde, şirket onu (bir öğrenci sanarak) durumu okula bildirmekle tehdit etmiş! Tüketici hakları filan hikaye yani.
Düşünün bakalım, on sayfalık ödevde bu kadar baştan savmalık yapılıyorken, teziniz iddia ettikleri gibi okula teslim etmeye hazır halde mi olacak?
Ama akademik sahtekârlığı yapabilecek tıynette olanlar, berbat bir metni bile utanmadan tez diye verebilecek pişkinlikte olabilirler. Burada tez danışmanına ve jüri üyelerine görev düşüyor. Danışmanın görevi, öğrencisine yol göstermek ve ilerleyişini adım adım takip etmektir. “Git hazırla gel” deyip tez süresinin sonuna kadar yüzüne bakmazlık yapamaz, saçma sapan bir metni de sebebi ne olursa olsun kabul edemez. Sahtekârlık yapan öğrencinin çalışmasını kabul eden hoca aynı sahtekârlığı yapmış sayılır.
Ezberden değil, tecrübeden konuşuyorum. Karşıma sahtekârlık ürünü bitirme tezi de geldi, yüksek lisans tezi de. Getiren öğrencinin sızlanmalarına bakmadan geri çevirdim. Çeşitli seviyelerdeki idarecilere gittiler, belgeleri önlerine atıp ağızlarını kapattım. Akademik ahlakınız da kalmadıysa, hiç bir şeyiniz kalmamış demektir.
Aynı şey tezi değerlendiren jüri üyeleri için de geçerlidir. “Nasılsa danışmanı okumuştur” diye hiç bakmadan onay verme hakkınız yok. Siz saksı olarak değil, tarafsız bir göz olarak orada bulunuyorsunuz. Sahtekârlık tespit ettiğinizde gözlerine sokma, tutanağa geçirtme, şerh koyma, reddetme sorumluluğunuz var. Bölüm içindeki ayak oyunları ve entrikalar size mesleki şerefinizi unutturmamalı.
Bu sahtekârlığı bir şekilde yutturup doktorasını alan birinin öğretim üyesi olduğunu hayal edin. Bilimsel çalışma nasıl yapılır bilmediği için bütün hayatını hile hurdayla geçirecek, safsata yayacak, öğrencilerin aklını çamurlu ayaklarıyla ezecek.
Bir tezin sahtecilikle yazıldığı ortaya çıktığında sadece öğrenciye değil, danışmana ve jüri üyelerine de ağır bir ceza verilmesi, sahtekârlığın azalması için şart. Şimdi, eskaza bir intihal yakalansa “haberim yoktu” deyip çıkıyorlar işin içinden. 
Birkaç yıl önce bu meselelerden bahsetmek bir anlam taşıyordu. Oysa şimdi, “operasyon var, paraları sıfırla” diye telefonuna korkuyla fısıldayan bir sesin sahibinin ülkenin en büyük makamına taşındığı bir ülkedeyiz. Bu ortamda akademik ahlaktan bahsetmek Titanik batarken yatak örtülerini düzeltmek kadar anlamlı ancak.
Biz yine de not düşelim. Biz göremesek de torunlarımız görür belki ülkenin medenileşmesini.

TÜRKİYE’DE BİLİMSEL DERGİ REZALETİ

Anadolu Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nazmi Kozak tarafından hazırlanan Türkiye Akademik Dergiler Rehberi-2014 başlıklı bir kitap yayınlandı. Detay Yayıncılık tarafından basılan kitapta ülkemizde halen yayınlanmakta olan 1679 bilimsel / akademik derginin bilgileri yer alıyor.
Türkiye Akademik Dergiler Rehberi-2014 başlıklı kitabı hazırlayan Anadolu Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nazmi Kozak, bu alandaki ilk kitabını 1997 yılında Başkent Üniversitesi’nde görev yaparken yayınladığını, daha sonra her beş yılda aynı araştırmayı yeniden gerçekleştirdiğini söyledi.
Prof. Dr. Kozak, bu çalışma ile Türkiye’de yayımlanan bütün bilimsel/akademik dergilerin eksiksiz bir envanterini ortaya çıkarmanın yanı sıra, dergiler ve dolayısıyla ülkemizdeki bilimsel gelişmeyi de incelemeyi amaçladığını vurguladı.
Hazırladığı kitabın üniversitelerdeki öğretim üyelerinin bilimsel/akademik dergilerle ilgili ihtiyaç duydukları bilgileri sağlamasını umduğunu söyleyen Prof. Dr. Kozak, dünyada benzeri olmayan bu araştırma dizisinin ileride Türk bilim tarihini yazacaklar için de katkı sağlayacağını düşündüğünü belirtti.
Bilimsel dergilerin yarısı sosyal alanda
Prof. Dr. Nazmi Kozak tarafından hazırlanan Türkiye Akademik Dergiler Rehberi-2014 başlıklı kitapta yer alan bilgilere göre bilimsel/akademik dergilerin yüzde 50,8’i (861 dergi) sosyal bilimler alanlarında yayınlanıyor.
Sağlık bilimleri yüzde 25,4 (430 dergi), teknik bilimler yüzde 7,9 (154 dergi) ve matematik ve fen alanlarında yayınlanan dergilerin oranı ise yüzde 4,7 (79 dergi).
Bilimsel/akademik dergilerin yüzde 43,4’ü (736 dergi) Türkçe-İngilizce olmak üzere iki dilli yayınlanıyor. Türkçe yayınlanan dergilerin oranı yüzde 30,5 (517 dergi), dergilerin yüzde 14,7 (249 dergi) ise İngilizce yayınlanıyor (249 dergi).
Araştırma sonuçlarına göre bilimsel/akademik dergilerin yalnızca yüzde 22,8’i (387 dergi) kağıda basılı olarak yayınlanıyor. Öte yandan, bilimsel dergilerin yüzde 49,3’ü (835 dergi) hem kağıda basılı ve hem de online ortamda yayınlanırken, dergilerin yüzde 19,2’si (325 dergi) tümüyle online ortamda yayınlanıyor.
En fazla dergi Ankara’ da
Araştırma bulgularına göre en fazla bilimsel/akademik dergi Ankara’da (511 dergi) yayınlanırken, Ankara’yı 459 dergi ile İstanbul izliyor. En çok bilimsel/akademik derginin yayınlandığı diğer iller şu şekilde sıralanıyor:
İzmir (75 dergi), Konya (43 dergi), Elazığ (27 dergi), Bursa yüzde (26 dergi), Isparta (25 dergi), Eskişehir (25 dergi), Erzurum (22 dergi), Sakarya (20 dergi), Malatya (16 dergi), Diyarbakır 17, Mersin (16 dergi) ve Antalya (15 dergi) dergi. Bu arada 62 derginin ise yayımladığı yer belirlenemedi.
İstanbul Üniversitesi 56 dergi ile önde
Bilimsel/akademik dergilerin yüzde 43,5’i üniversitelerce yayınlanırken, yayınevleri tarafından yayınlanan dergilerin oranı yüzde 15,5, derneklerin oranı yüzde 19,4 ve özel kişilerin oranı ise yüzde 4,2 şeklinde sıralanıyor.
En çok dergi 56 dergi ile İstanbul Üniversitesi tarafından yayınlanırken, bu üniversiteyi sırasıyla 44 dergi ile Ankara Üniversitesi, 30 dergi ile Hacettepe izliyor. En çok bilimsel dergi yayınlayan diğer üniversiteler ise şu şekilde sıralanıyor:
Gazi Üniversitesi (29 dergi), Süleyman Demirel Üniversitesi (24 dergi), Selçuk Üniversitesi (20 dergi), Dokuz Eylül Üniversitesi (19 dergi), Marmara Üniversitesi (18 dergi), Atatürk Üniversitesi (17 dergi), İnönü Üniversitesi (13 dergi), Cumhuriyet Üniversitesi (12 dergi), Ege Üniversitesi (12 dergi), Fırat Üniversitesi (11 dergi) ve Düzce Üniversitesi (10 dergi).
Bilimsel dergi alanı bütünüyle denetimsiz
1997 yılından bu yana bilimsel/akademik dergiler konusunda beşer yıllık aralıklarla dört ayrı araştırma gerçekleştirilen Prof. Dr. Nazmi Kozak, bilimsel dergi yayımcılığının dergi sayısının artmasıyla denetimi zor bir alan haline geldiğini açıkladı.
Bilimsel dergi yayını ile ilgili uygulamaların Türkiye ve dünyada akademik çevrelerin iç denetimine bırakıldığı açıklayan Prof. Dr. Kozak, 2002 yılından sonra bilimsel makalelere akademik yükseltmelerde yüklenen işlevin bu alandaki keyfiyetin inanılmaz boyutlara ulaşmasına yol açtığını söyledi.
Bilimsel süreli yayıncılık alanında ULAKBİM tarafından 1990’ların başından itibaren Türk Tıp Dizini ile başlayan önemli birtakım çalışmaların yapıldığını, ancak bu çalışmaların dergiler üzerindeki yaptırım gücünün kapsadıkları dergilerle sınırlı kaldığını açıklayan Prof. Dr. Kozak, bilimsel dergilerin nitelikleri ilgili olarak akademik yükseltmelerde görev alan jüri üyelerine önemli bir sorumluluk düştüğünü belirtti.
Herkes kendi kuralını kendi koyuyor
Prof. Dr. Kozak, “Günümüzde bilimsel dergi çıkarmak o kadar kolaylaştı ki; bir domain satın alınarak, bir hosting kiralanarak herkes bilimsel dergi çıkarabiliyor artık. Çok da ucuza geliyor.
İstediğiniz adı verebiliyorsunuz, “uluslararası dergi yayınlıyorum” diyerek bütün makaleleri Türkçe yayımlayabiliyorsunuz. Adı İngilizce, yayımlanan bütün makaleleri Türkçe olan pek çok “uluslararası dergimiz” var.
Hatta durum öyle boyutlara ulaştı ki, biri çıkıp dergisinin ilk sayısına “Yıl 5, Sayı 1” diyebilir; bunu denetleyen ne bir kimse var, ne de bir otorite. Uluslararası dergi olmanın ölçütleri nedir? Uluslararası makale olmanın ölçütleri nedir? Belli değil.
Herkes kendi kuralını koyuyor. Elbette bilimsel yayıncılık teamüllerine uyan pek çok online dergi var; bunları ayırmak lazım. Bilimsel dergilerin niteliği konusunda bütün sorumluluk akademik yükseltme jürilerinde; haliyle her bir jüri üyesinin alanıyla ilgili bütün bilimsel/akademik dergiler konusunda ayrıntılı bilgiye sahip olamaması, sorunu içinden çıkılmaz kılıyor.
Örneğin ülkemizde sosyal bilimler alanında 861 bilimsel/akademik dergi yayınlanıyor, dolayısıyla sosyal bilimlerin herhangi bir alanındaki bir akademisyenin bütün bu dergiler hakkında bilgili olması beklenemez.
17 yıldır bilimsel/akademik dergicilik alanında araştırmalar yapan biriyim, Türkiye’deki bilimsel/akademik dergilerin tamamı hakkında bilgim var diye düşünürken, bir bakıyorum, bana gelen bir doçentlik jürisinde o zamana kadar hiç rastlamadığım bir dergiyi görüyorum.
Bilimsel yayıncılık alanında 2000’li yılların başından itibaren bilimsel teamüllere pek de dikkat etmeyen dergilerin sayısı artmaya başladı. 2000’li yılların ortasından sonra online dergi sayısında hızlı bir artış yaşandı.
Bilimsel dergilerin internet ortamında cüzi giderlerle online yayımlanabilmesi, bu alanda denetimi bütünüyle ortadan kaldırdı. O nedenle, özellikle online bilimsel dergiler üzerine birtakım kuralların getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Mevcut online dergilerin bir bölümünün internet sayfalarında irtibat adresi olarak bir tek e-posta adresi var; posta adresi yok, telefonu yok, nerede yayımlandığı belli değil, ISSN’si yok, hatta yayıncısı bile belirtilmeyen pek çok dergi var.
Bir kişi çok sayıda online derginin editörü olarak görünebiliyor, nasıl zaman bulup bu kadar çok sayıda hakemli dergide editörlük yapabiliyorlar, anlamak çok zor. Bu tür dergilerin hakem-denetimli olma koşullarını hakkıyla yerine getirdikleri hakkında ciddi kuşkularım var.”
Arkadaşlık siteleri “indeks” diye gösteriliyor
Tarandıkları indekslere göre bilimsel dergilere atfedilen değeri (puanı) elde etmek için yanlış veya bilimsel etik kurallarına uygun olmayan pek çok uygulama olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Kozak,
“Bu konuda öyle örnekler var ki, güler misiniz, ağlar mısınız? Örneğin bir arkadaşlık sitesi olan “FriendFeed”i, herkesin bildiği “Google Scholar”ı, “PHD Library”ı, bir dergi rehberi olan “Ulrich’s Periodical Directory”ı “indeks” gibi gösteren çok sayıda bilimsel dergi var.
Üniversite kütüphanelerinin internet adreslerini yazıp bunu “indeks” olarak gösteren dergiler var. Bu türden o kadar çok sayıda örnek var ki, saymakla bitmez.
Kütüphanelere bilgi bankası içeriğinde “makale pazarlayan” veri tabanlarında yer almayı “uluslararası dergi” olmalarının “ispatı” olarak “indeks” gibi gösteren öyle çok dergi var ki!
Atıf indeksi, alan indeksi ve veri tabanı kavramları içinden çıkılmaz bir şekilde karışmış/karıştırılmış vaziyette. Özellikle alan indeksi konusu büsbütün kontrol dışı bir uygulama; neredeyse her dergi “uluslararası alan indeksi”ni kendi belirliyor.
Bütün bu indekslerin ve veri tabanlarının listesine Türkiye Akademik Dergiler Rehberi-2014 başlıklı kitabımda ayrıntılı bir tablo olarak yer verdim. Daha başka nelerin alan “indeksi” gibi gösterildiğini görmek isteyenler kitabın ekinde 14 sayfadan oluşan tabloyu inceleyebilirler.”

Kaynak: Milliyet

22 Aralık 2014

Prof. Dr. İzge Günal - Sir Cyril Burt Kimdir? ( İleriBilim )

Bilim tarihi bana göre çok heyecanlı bir serüvendir. Tıpkı bir polisiye gibi okunur öykülerin çoğu. Tamam, ortada bir cinayet yoktur ama bilinmeyen her şey de en az onun kadar heyecan vericidir. Hele bir de toplumsal yapıyla ilişkisi kurulursa, “toplumsal içerikli” roman tadında olur.
Elbette bu işin tadını kaçıranlar da çıkar. Tıpkı şikenin açık hal almasıyla futbolun tadının kaçması, seyirci sayısının azalması gibi. Burada kast ettiğim akademik yolsuzluk yapanlar; değişik dürtülerle deney yapmadan uydurma sonuçlar yayınlayanlar, deneyi yapıp istemedikleri sonuçları saklayıp sadece işlerine gelenleri yayınlayanlar, başkasının yaptığı çalışmayı aşıranlar….. Bunlara da bilim serüvenin şaklabanları gözüyle bakmak gerek, onlara da gereksinim var; diyalektik çok açık: doğrunun olduğu yerde yanlış da vardır.
Gelelim Sir Cyril Burt’e. Cyril Burt zamanın en önemli psikologlarından biri. Doğumu 1883, ölümü 1971. Bu süre içerisinde psikoloji alanında ulaşılabilecek en üst noktaya çıkmış, ödüller almış, en büyük enstitülerin yöneticisi olmuş, dünyanın en saygın dergilerinde editörlük yapmış ve sir unvanı almış. Bir Nobel’i eksik ama çalıştığı alanda bu ödülü almak hemen hemen olanaksız. Tüm bu saygınlığı elde etmesinin nedeni Burt’ün ikizlerin zekâ kat sayıları üzerinde yaptığı çalışmalar ve bunlardan çıkarttığı sonuçlar. Burt, tek yumurta ikizleri üzerinde yaptığı çalışmalarla zekânın kabaca yüzde 75 genetik, yüzde 25 de çevresel faktörlere bağlı olduğunu göstermiş. Bunu yaparken aynı ortamda büyüyen ikizlerle, farklı ortamlarda büyüyenleri karşılaştırmış. İlk çalışmasını 21 çift ikiz ile yaptıktan üç yıl sonra denek sayısını arttırıp 30 çifte, bundan sekiz yıl sonra da 53 çifte çıkmış.
Bundan sonra yukarıda bahsettiğim saygınlık ve ödüller gelmeye başlamış. Sir unvanı da bu çalışmalar nedeniyle verilmiş. Gündüz Vassaf Burt’ün bulgularının İngiliz işçi sınıfı çocuklarının da işçi olmasını zekâlarının düşüklüğüne bağladığını, Kraliçe’nin de tam da bu nedenle kendisini sir unvanıyla “taltif” ettiğini yazar. Esas mesele Burt öldükten sonra başlar. İki dikkatli araştırıcı Burt’ün tüm makalelerinde ikizlerin zekâ katsayısının beraber büyüyenlerde 0,994, ayrı büyüyenlerde ise 0,771 olduğunu görürler. Olgu sayısı ne kadar artarsa artsın bu oran değişmemektedir. 21 çiften 53 çifte çıkmasına karşın, yüzde 150’nin üzerinde artış olmasına karşın sonuçlar virgülden sonra üçüncü basamağa dek hiç değişmemiştir: 0,994 ve 0,771! Bu olamaz mı? Elbette olabilir ama neredeyse piyangoda büyük ikramiyeyi dört kez üst üste kazanma olasılığı kadardır. Hele bir de ara çalışma olan 30 çiftlik seride de hiç değişmediği düşünülürse, gerçekten olanaksız olduğu anlaşılır. Sonrasında çalışmada zekâ ölçümü yapılan ikizlere de bir türlü ulaşılamaz. Anlaşılır ki, Burt bu çalışmaları hiç yapmamış, düpedüz uydurmuştur!
Araştırmalar derinleştikçe başka uydurmalara da ulaşılır. Örneğin bir yazısında bahsettiği konunun ayrıntılarının daha önce yayınlanmış bir tez çalışmasında olduğunu söylerse de bu teze de asla ulaşılamaz! İddiaları doğrulamak için Burt’ün yazılarında ismi geçen ve kendisine yardımcı olan Miss Conway ve Miss Howard’a ulaşılmaya çalışılır. Ancak bu isimde birileri yakın çevresinde ve çalıştığı hiçbir kurumda bulunamaz! Dahası, Cyril Burt’ün editörlüğünü yaptığı bir psikoloji dergisinde Conway ve Howard isimleri kitap eleştirmeni olarak sık sık yazılar yazmıştır. Tahmin edilebileceği gibi bu eleştirmenler(!), Burt’ü övüp, onun görüşlerine karşı çıkanları sert bir biçimde eleştirmektedir. Burt dergi editörlüğünü bıraktıktan sonra bir daha asla bu eleştirmenlerden dergiye yazı gelmez!
Akla gelen soru şu: Neden yıllar boyu kimse bunların farkına varmadı? Bence birileri farkına vardı. Vardı ama olasılıkla kendisine güvenemediğinden kaygılarını dillendiremedi. Dedim ya, bilim tarihinde hep olumlu örnekler yoktur; Cyril Burt ve benzeri gibiler de az değildir. Arada bir yurtdışından ve Türkiye’den yolsuzluk öyküleri anlatacağım. Anlatacağım ki, unutulmasınlar. Anlatacağım ki, hile yapanlar bu ve benzeri köşelerde isimlerinin geçmesi korkusunu yaşasınlar. (17. 12. 2014)

20 Aralık 2014

Dr. Tansu Küçüköncü (*) - Bilimadamı nedir, ne değildir?

Bilimadamı, bilimkadını, biliminsanı, bilimci, özellikle yazının icadından beri 4.000 yılı aşkın süredir, “doğanın işleyişi”nin keşfedilmesine katkıda bulunandır.
Yalan söylememesi, doğruyu – gerçeği söylemesi, güvenilmesi beklenendir, bilimadamı.
Bilime dair bilmesi beklenenler ya da bildiğini iddia ettikleri hakkında yalan söylediği, doğruyu – gerçekği söylemediği anda güvenilirliğini yitirendir ve bilimadamlığı sona erendir, bilimadamı.
Sahtekarın, dolandırıcının, hırsızın zıt anlamlısıdır, bilimadamı.
Çok zor olunandır, bir yalanla, bir hileyle, bir sahtekarlıkla kendini bitirendir, bilimadamı.
Kendini bitirdiği anda özür dilemesi – kovulmayı beklemeden çekip gitmesi, bilimle ilgili işlere el sürdürülmemesi – ortamlarda bulundurulmaması gerekendir, bilimadamı.
300 yılı aşkın süre önce rönesansta öldürülme riskine aldırmayıp dik durararak “doğanın işleyişi”ne dair ulaştığı bilgileri söyleyerek, paylaşarak kilise engelini aşandır, bilimadamı.
Çalıştığı konulardaki bilgilerini gizlememesi, yalan bilime karşı galip kılınmaya çalışıldığında susmaması, 3-maymunu oynamaması, korkmaması – ne pahasına olursa olsun boyun eğmemesi – dik durması – cesur olması beklenendir ve bunu yapmadığında güvenilirliğini yitirerendir ve bilimadamlığı sona erendir, bilimadamı.
Söyledikleri “sorgulanamaz – eleştirilemez – yanılmaz – değişmez – kesin kutsal doğru” olmayandır, bilimadamı.
Uzaydan gelme değildir, dünyalıdır, homo sapiens türündendir, bilimadamı. Çalışmalarını tekrar tekrar kontrol etmesi ve hata yapmaması beklense de, dikkatsizlikle hata yapabilendir, bilimadamı. Hatası ortaya çıkınca düzeltmesi ve özür dilemesi, hatasını kimseye zarar vermeden başkalarından önce kendi farketmesi beklenendir, bilimadamı.
Siyasetin keyfine uymaya zorlandığında boyun eğdiğinde kendini bitirendir, bilimadamı.
Ömür boyu zaman – emek – masraf ile çoğu zaman ancak bir arpa boyu yol alabilendir, bilimadamı.
Akla uygun – kabul edilebilir yol – yordam izlemesi, çalışmalarının ispatlanabilmesi – yanlışlanabilmesi, tekrarlanabilmesi beklenendir, bilimadamı.
Bilimin – bilimsel yöntemin – bilimsel düşünmenin ne olduğunu bilmesi beklenendir, bilimadamı.
İçinde yer aldığı ve katkıda bulunmaya çalıştığı bilim kulvarını – disiplinini çok iyi bilmesi beklenendir, bilimadamı.
Koşulsuz itaat edilmesi değil, şüphe elden bırakılmadan yolundan gidilmesi beklenendir, bilimadamı. Bilgisi yetmediği yerde kendini geliştirilmesi beklenendir, bilimadamı.
Dünyanın ortak mirası olan, büyük ölçüde tüm dünya ile paylaşılan, tüm dünyanın katkısına açık olan, doğanın işleyişine dair bilgilere katkıda bulunandır, bilimadamı.
Doğanın işleyişine dair bilgilere herkes katkıda bulunabilse de, bu katkıyı daha önce başkalarının zaten yapıp yapmadığını bilmesi – söylemesi, onu anması beklenendir, bilimadamı.
Bilgisine değer verilmesi gerekendir, bilimadamı.
Doğanın işleyişine dair bilgilere herkes katkıda bulunabilse de, üniversite öğretiminin, lisansüstü öğretimin, özellikle doktora öğretiminin bilgi birikimini arttırarak, bakış açısını – ufku genişleterek bunu kolaylaştırması beklenir.
Düzgün çalışmaları, dünyaca meşhur eden, bir tek hileli çalışması, sonunu getiren ve dünyaya madara edendir, bilimadamı.
Şeffaf olması, diplomaları – özellikle doktora diploması – tezleri – özellikle doktora tezi – çalışmaları – kitapları – makaleleri gizlenmemesi – tüm dünyanın gözü önünde olması beklenendir, bilimadamı. Diplomalarını – tezlerini – kitaplarını – makalelerini gizleyenin olması imkansız olandır, bilimadamı !
Ülkemizde akademik tez arşivinin yarıdan çoğunun, 150.000'den fazla tezin, gizlendiğini – sansürlendiğini – erişimin engellendiği, binlerce akademik tezin hiçbir şekilde izine bile ulaşılamadığını, diplomaların halinin ise çok daha beter olduğunu hatırlatalım. Kitap ve özellikle makalelerden ise bahsetmeye bile gerek yok.
Toplumun dünyanın gerisinde kalmamasını, ileri gitmesini sağlaması beklenendir, bilimadamı.
Düzgün çalışması için toplumun sahip çıkması, hile yaptığında yakasına toplumun yapışması beklenendir, bilimadamı.
Düzgün çalışmadığında toplumda hiçbir çivinin tutmayacağı, toplumda hiçbir çivi tutmamışsa nedenidir, bilimadamı.
Bilim dışı ile yanyana geldiğinde bilgisinin farkını göstermesi, kolayca ayırt edilmesi, ve böylece tercih edilmesi beklenendir, bilimadamı.
İnsanın doğada varlığını sürdürebilmesini, neslini devam ettirebilmesini sağlayandır, bilimadamı.
Teknolog, teknoloji adamı, teknoloji kadını, teknoloji insanı, bilimi gündelik yaşama uyarlayandır. Bilimadamı, teknolog olabilir, fakat çoğu teknolog, bilimadamı değildir.
Akademisyen, üniversitenin ilgi alanına giren konularda çalışmalar yapandır.
Bilimadamı, akademisyen olabilir, fakat çoğu akademisyen, bilimadamı değildir.
Üniversite öğretmeni, üniversite öğretim elemanı, üniversitede bilgilerini öğrencilere aktarandır.
Bilimadamı, üniversite öğretmeni olabilir, fakat çoğu üniversite öğretmeni, bilimadamı değildir.
Profesör – doçent – yardımcı doçent – vb, ülkemizde “DOKUNULMAZ” – “ne halt ederse etsin DOKUNULMAZ” akademik bürokrasinin saltanat ünvanlarıdır, özellikle de doçent ve profesör ; kapıkullarına ulufe gibi ölçüsüz dağıtılır; 1 gece önce lise mezunu olanların bile ertesi güne profesör olarak uyandığı olur.
Bilimadamı, profesör – doçent – yardımcı doçent – vb olabilir, fakat ülkemizde çoğu profesör – doçent – yardımcı doçent – vb, bilimadamı değildir; üstelik, bilimin – bilimsel yöntemin – bilimsel düşünmenin ne olduğundan habersizdir ve bunlar, düşman belledikleri bilim ve bilimadamı için en tehlikeli gruptur; çevrelerinde bilimadamı barındırmazlar, nefes almasına izin vermezler, ayağını kaydırırlar, kuyusunu kazarlar, boğazlarlar, parçalarlar.
Refah seviyesi yüksek ülkelerle refahtan habersiz ülkeler arasındaki farktır, bilimadamının bilgisine verilen değer.
Var yok satılarak can pahasına ulaşılmaya çalışılan göç alan ülkelerle, can hıraş kaçılan göç veren ülkeler arasındaki farktır, bilimadamının bilgisine verilen değer.
Gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki kapanması artık mümkün olmayan farktır, bilimadamının bilgisine verilen değer.
Akademik sahtekarlığın gelenekleştiği – kurumsallaştığı – ülke poltikası haline geldiği toplumlarda, yetişebilmesi – nefes alabilmesi – var olabilmesi mümkün olmayandır, bilimadamı.
Bilimadamının yetişemediği – var olmadığı yerde, yetişebilmesi – var olabilmesi imkansız olandır, teknolog.
Bilgisine değer vermeyen toplumların “GELECEKSİZLİK”ten başka şansı olmayandır, bilimadamı !
(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

17 Aralık 2014

YÖK’te Yeni Dönemin Adı: Çalıyor Ama İyi Yazıyor!

Cumhurbaşkanlığı resmi web sayfasında yer alan 9 Aralık tarihli bir duyuruyla, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi İzzet Özgenç‘in YÖK Üyeliği`ne atandığı bilgisi kamuoyuyla paylaşıldı. Hakkındaki intihal (bilimsel hırsızlık) iddialarına rağmen İzzet Özgenç`in bu makama atanmış olmasının, türlü yolsuzluk iddialarının üzerinin örtüldüğü ve bu iddialar karşısında toplumun tepkisizleştirilmeye çalışıldığı bugünlerde çok anlamlı olduğunu belirtmek isteriz.
İzzet Özgenç Hakkındaki Bilimsel Hırsızlık (İntihal) İddiaları Neydi? Nasıl Sümen Altı Edildi?
Uzun yıllar YÖK Yürütme Kurulu Üyeliği ile YÖK Başkan Vekilliği yapan ve siyaset sahnesinde tanınmış bir isim olan İzzet Özgenç`in, 1997 yılında hazırladığı doçentlik çalışmasının intihal olduğuna dair kapsamlı bir rapor bulunmaktadır. Söz konusu raporda şu değerlendirmeye yer verilmiştir: 
"Üç kez reddedildikten sonra kabul edilen intihale konu tezin esasını Almanya`nın Osnabrück Üniversitesi`nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Hans Achenbach`ın 1974 yılında Berlin`de yayımlatılmış bulunan "Historische und dogmatische Grundlagen der strafrechtssystematischen Schuldlehre" isimli eseri oluşturmaktadır. İzzet Özgenç`in toplam 132 sayfa olan doçentlik tezinin "doktrinel orijinallik" taşıyan ilk elli sayfası doğrudan Achenbach`ın eserinden kaynak belirtilmeden aktarılmıştır. Burada kullanılan 290 referansın 202 adedi doğrudan ve sıralı bir biçimde Achenbach`ın eserini takip etmektedir. Seksen sayfalık genel raporda ve ekinde sunulan aşırma atıf aktarım listesinde de görüleceği üzere Özgenç`in intihal fiili sabittir."
Söz konusu iddialarla ilgili bilgi ve belgeler, 25 Şubat 2010 günü, sendikamızca doğrudan dönemin Yükseköğretim Kurulu Başkanı Yusuf Ziya Özcan`a sunulmuş, iddiaların doğru olup olmadığı kanıtlanıncaya değin o dönem YÖK Yürütme Kurulu Üyesi olan İzzet Özgenç`in istifasının istenmesinin bilimsel dürüstlük açısından zorunlu olduğu, iddialarla ilgili gerekli araştırmanın ivedilikle başlatılması ve sonucu hakkında sendikamızın bilgilendirilmesi istenmiştir. Konuyla ilgili kamuoyuna yapılan açıklamalar ise iddiaların üzerini örtmek ve konuyu geçiştirmek dışında bir amaç taşımamıştır.
Bununla da yetinilmemiş ve İzzet Özgenç, hakkındaki bilimsel hırsızlık iddialarına rağmen 2012 yılında, kurulacak olan Türk-Alman Üniversitesi`ne YÖK tarafından birinci sırada rektör adayı olarak önerildiği haberi, basın-yayın organlarında yer almıştır. Ancak sendikamızın yürüttüğü mücadele sonuç vermiş, İzzet Özgenç rektör yapılmamıştır. Yaşananların ardından Bezmialem Üniversitesi`nin Mütevelli Heyeti`nde yer alan İzzet Özgenç, hakkındaki iddialar yeniden yok sayılmış ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yeniden YÖK Üyeliği görevine atanmıştır.  
Dolayısıyla bugün Yüksek Öğretim Kurulu`nda, akademi için en büyük suç sayılan "bilimsel hırsızlık" (intihal) fiilini işlemiş olduğu iddia edilen bir kimse görev yapmaktadır. Ayrıca bizler biliyoruz ki İzzet Özgenç, başta Terörle Mücadele Yasası, Türk Ceza Yasası ve Ceza Muhakemesi Yasası olmak üzere, ceza hukukunun temel alanlarındaki düzenlemelerin hazırlık aşamasında doğrudan söz sahibi olmuştur. Yani bugünün mimarlarından da biridir!
Eğitim Sen olarak, hakkında hırsızlık iddiaları olanların topluma hesap vermekten imtina etmelerini ve buna rağmen önemli makam, mevkilere getirilmelerini kabul etmiyoruz. Ayrıca üzülerek belirtiyoruz ki bu duruma da hiç alışamıyoruz!
Söz konusu atamayı gerçekleştiren Recep Tayyip Erdoğan`a soruyoruz:  
· "Geziciler" 1997 yılından bugünü görerek, İzzet Özgenç`i ve sizin iktidarınızı zor durumda bırakmak için "telekinezi" yöntemiyle bu iddiaların altyapısını hazırlamış olabilir mi? 
· Yoksa var olduğu iddia edilen intihal, "büyük bir komplonun" ürünü bir "montaj" mı?
· Malumunuz Avrupa, ABD yayın sayısı bakımından Türkiye`den çok önde. Gerçekleştirdiğiniz söz konusu atama, Türkiye üniversitelerinde yayın sayısını artırmak için geliştirdiğiniz yeni bir stratejinin parçası mı? 
·  "Yeni Türkiye"nin "Yeni Üniversiteleri"nde, "çalıyor ama iyi yazıyor" dönemi mi başlatıyorsunuz? 
Eğitim Sen olarak, konunun takipçisi olmayı sürdüreceğimizin ve her türlü hırsızlığa, yolsuzluğa olduğu gibi bilimsel hırsızlığa karşı da mücadelemizi yürütmekten asla geri adım atmayacağımızın bilinmesini istiyoruz.  
İntihal raporunu görmek için tıklayınız.
ŞUBE YÜRÜTME KURULU

14 Aralık 2014

Dr. Tansu Küçüköncü (*) - Bilim – Teknoloji Nedir, Ne Değildir ?

Bilim, özellikle yazının icadından beri 4.000 yılı aşkın süredir, “doğanın işleyişi”ne dair keşfedilenlerdir.
Yalan” olmaması, “doğru”yu – “gerçek”i göstermesi, güvenilmesi beklenendir, bilim.
Sahtekarlar, dolandırıcılar, hırsızlar el sürdüklerinde, ellerinde patlayandır, bilim.
Yalancının mumunu yatsıda söndürendir, bilim.
Yalanla, dolanla, sahtekarlıkla yürümesi imkansız olandır, bilimdir.
Aristo'nun “doğanın işleyişi”ne dair yorumlarını “sorgulanamaz – eleştirilemez – yanılmaz – değişmez – kesin kutsal doğru” kabul eden kilise engeline takılarak 1.000 yılı aşkın süre ilerlemesi engellenendir, bilim. Bu dönemde kilisenin kapsama alanı dışındaki çağdaşların da pek ilerletemedikleridir, bilim.
Özellikle rönesansta kilise engeli aşılalı beri 300 yılı aşkın süredir sürekli ilerleyendir, bilim.
Sorgulanamaz – eleştirilemez – yanılmaz – değişmez – kesin kutsal doğru” değildir, bilim.
Rusya'da Stalin döneminde Lysenko (Lısenko) vakası örneğindeki gibi siyasetin keyfine uymaya zorlandığı rotada da ilerleyemeyendir, bilim.
Yan gelip yatarak”, “rüyaya yatarak”, “rüyadaki ak sakkallı dededen” öğrenme yöntemlerine yer vermeyendir, bilim.
Ben yaptım oldu”, “Alaattin'in sihirli lambasının cini, ne istediysem benim için yaptı” gerçekleştirme yöntemlerine yer vermeyendir, bilim.
Ömürlerce zaman – emek – masraf ile çoğu zaman ancak bir arpa boyu yol alabilendir, bilim.
Akla uygun – kabul edilebilir yol – yordam izlemesi, ispatlanabilmesi – yanlışlanabilmesi, tekrarlanabilmesi beklenendir, bilim.
Koşulsuz itaat edilmesi değil, sorun çıkarmadan işe yaradıkça yolundan gidilmesi beklenendir, bilim. Sorun çıkan – işe yaramadığı yerlerde geliştirilmesi beklenendir, bilim.
Din haline getirildiğinde ilerlemesi imkansız olandır, bilim.
İktidar kavgasının silahı haline getirilmedikçe dinle kavga etmesi gerekmeyendir, bilim.
Dünyanın ortak mirası olan, büyük ölçüde tüm dünya ile paylaşılan, “tüm dünyanın katkısına açık olan”dır, bilim.
Katkıda bulunabilecek herkesin “engellenmemesi”, aksine önününün açılması, desteklenmesi, teşvik edilmesi gerekendir, bilim.
Katkıda bulunabilene değer verilmesi gerekendir, bilim.
Düzgünse dünyaca meşhur eden, hileliyse dünyaya madara edendir, bilim.
Şeffaf olması, tüm dünyanın hakemlik edebilmesi beklenendir, bilim.
Toplumun dünyanın gerisinde kalmamasını, ileri gitmesini sağlaması beklenendir, bilim.
Düzgün olması için toplumun sahip çıkması, toplumun hile katanların yakasına yapışması beklenendir, bilim.
Düzgün olmadığında toplumda hiçbir çivinin tutmayacağı, toplumda hiçbir çivi tutmamışsa nedenidir, bilim.
Bilim dışı” ile yanyana geldiğinde farkını göstermesi, kolayca ayırt edilmesi, ve böylece tercih edilmesi beklenendir, bilim.
İnsanın doğada varlığını sürdürebilmesini, neslini devam ettirebilmesini sağlayandır, bilim.
İnsanla diğer canlılar arasındaki farktır, bilim. 
Teknoloji, bilimin gündelik yaşama uyarlanmasıdır.
Yaşamı kolaylaştırması beklenen, fakat bir yandan da yaşamı zorlaştırandır, teknoloji.
Üretenleri üretmeyenlere karşı çok avantajlı hale getirendir, bilim – teknoloji.
Üretene patent hakkı ödenmesini gerektirendir, teknoloji.
Üretene bedeli ödenmeden elde edilemeyendir, teknoloji.
Bir tuşa basınca nasılsa herşey halloluyor” sanılmasını sağlayıp bilim öğrenme – ilerletme zahmetini ortadan kaldıran değildir, teknoloji ; aksine bilim öğrenmeyi – ilerletmeyi zorun kılan, “bir tuşa basınca herşeyi halledenleri olduran”dır, teknoloji.
Refah seviyesi yüksek ülkelerle refahtan habersiz ülkeler arasındaki farktır, bilim – teknoloji.
Var yok satılarak can pahasına ulaşılmaya çalışılan “göç alan ülkeler”le, can hıraş kaçılan “göç veren ülkeler” arasındaki farktır, bilim – teknoloji.
Gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki “kapanması artık mümkün olmayan” farktır, bilim – teknoloji.
Akademik sahtekarlık”ın gelenekleştiği – kurumsallaştığı – ülke poltikası haline geldiği toplumlarda, üretilmesi – yeşerebilmesi – nefes alabilmesi – var olabilmesi mümkün olmayandır, bilim.
Bilimin üretilmediği – var olmadığı yerde, üretilebilmesi – var olabilmesi imkansız olandır, teknoloji.
Değer vermeyen – üretmeyen toplumların “GELECEKSİZLİK”ten başka şansı olmayandır, bilim ! 

(*)  Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi  benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

9 Aralık 2014

İntihal iddiasıyla 5 yıl hapis talebi (Milliyet)

Musa Kesler
Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) tarafından, İran asıllı ABD’li bir profesörün kitabından intihal yaptığı belirlenen Prof. Dr. Mazlum Uyar hakkında 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
İntihal olayı, Prof. Ahmad Kazemi Moussavi’nin YÖK Etik Kurulu’na ve Marmara Üniversitesi’ne gönderdiği şikayet dilekçesiyle ortaya çıkmıştı. George Washington Üniversitesi’nde “İslam Hukuku” dersleri veren Moussavi, dilekçesinde Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde görevli Prof. Dr. Uyar’ın “Religious Authority in Shiite Islam” adlı kitabından bölümleri kendisini referans vermeden kullandığını öne sürmüştü. YÖK ve ÜAK yaptığı incelemede intihali tespit etti ve Uyar’ın unvanları iptal edilerek ‘yardımcı doçent’ seviyesine indirildi. Savcılığın başlattığı cezai soruşturma da tamamlandı. İddianamede dava konusu iki kitaptaki bilgilerin birbiriyle örtüştüğü belirtildi. Savcılık, Uyar’ın “Fikri ve Sınai Haklar Kanunu”na aykırı hareket edip, ‘intihal’ yaptığını belirterek 5 yıla kadar hapis cezası talep etti. Uyar, savcılıkta suçlamaları kabul etmedi. Ancak YÖK ve Marmara Üniversitesi tarafından hazırlanan raporlar iddianamede delil olarak gösterildi

5 Aralık 2014

Dr. Tansu Küçüköncü (*) - Üniversite – Üniversite Öğrencisi – Üniversite Mezunu Nedir, Ne Değildir ?

Üniversite, özellikle rönesanstan beri 300 yılı aşkın süredir, dünyanın ortak mirası olan “bilimsel bilgi”nin artmasına katkıda bulunulması ve yeni nesillere aktarılması beklenen başlıca yerdir. 
Asla “yalan” söylememesi – üretmemesi, dürüst – güvenilir olması beklenen yerdir, üniversite.
Sahtekarların, dolandırıcıların, hırsızların kapısından içeri girememesi beklenen yerdir, üniversite.
“Bilim, bilimsel, bilimsel bilgi, bilimsel yöntem, bilimsel düşünce” denince, ve bunları karşıtlarından, yani “bilim dışı, bilimsel olmayan”dan, ayırmak isteyince referans alınması beklenen yerdir, üniversite.
Toplumun dünyanın gerisinde kalmamasını, ileri gitmesini sağlaması beklenen yerdir, üniversite.
Mobbingin – işkencenin–zulmün kapısından içeri girememesi beklenen yerdir, üniversite. Yöneticilerin–hocaların, kendisine işi düşen hocalardan–çalışanlardan–öğrencilerden harem kuramaması beklenen yerdir, üniversite.
Kapılarının tüm toplumdan öte, tüm dünyaya açık olması beklenen yerdir, üniversite.
Çevresini kale surlarının – dikenli tellerin – bariyerlerin kuşatmaması, girişini deli dumrulların kapamaması – geleni geçeni haraca bağlayamaması – hesap soramaması beklenen yerdir, üniversite.
Şeffaf olması, tüm dünyaya hesap verebilmesi beklenen yerdir, üniversite.
Üniversitede dünyanın ortak mirası olan “bilimsel bilgi”nin özellikle aktarılması beklenendir, üniversite öğrencisi.
Yaşı icabı kanı deli olan lisans öğrencilerinin “bilimsel bilgi – yöntem – düşünce” ye toplumda verilen değeri öğrendiği yerdir, üniversite.
Üniversite öğrencilerinin kendilerine aktarılacak “bilimsel bilgi”yi öğrenmek için var güçlerini ortaya koymaları beklenen yerdir, üniversite.
Üniversite öğrencilerinin, bunu yaparken kendilerini farklı yönlerde de geliştirmeye çalışmaları beklenen yerdir, üniversite.
Üniversite öğrencilerinin kendilerine aktarılması beklenen “bilimsel bilgi”, doğru düzgün ya da hiç aktarılmadığında, bunun sorumlusu olan hocaların – yöneticilerin yakasına yapışıp hesap sormaları beklenen yerdir, üniversite.
İçi boş diplomayı değil, kendisine aktarılması beklenen “bilimsel bilgi”yi hedeflemesi beklenendir, üniversite öğrencisi.
Özellikle bazı ülkelerdeki çok yoğun görülen örneklerin aksine, vücudunu satmaması beklenendir, üniversite mezunu.
Ruhunu satmaması beklenendir, üniversite mezunu.
Üniversitede kendilerine aktarılan “bilimsel bilgi”yle ne yapacağını pek bilemeyen, fakat farkında olmadan kendi kendine öğrenmeyi öğrenendir, üniversite mezunu.
Üniversitede kendilerine aktarılan “bilimsel bilgi”yi iyi öğrenmiş olması, onları kullanarak işini düzgün – iyi yapması beklenendir, üniversite mezunu.
Ufku geniş olması, toplumun dünyanın gerisinde kalmamasına, ileri gitmesine katkıda bulunması beklenendir, üniversite mezunu.
Nükleer santral faciasından sonra radyasyona maruz kalan çaylarda yaptığı ölçümleri halka doğru aktarıp içmemelerini önermesi beklenen yerdir, üniversite.
Nükleer santral faciasından sonra yöneticilerin televizyonda içtiği çayların, ölçümleri temiz çıkan, radyasyona maruz kalmamış farklı çaylar olduğunu halka aktarması beklenen yerdir, üniversite.
Teknik öğretmenlik bölümünde onlarca nükleer doktora tezinin, nükleerle alakası olmayan jürilerce onaylanmaması beklenen yerdir, üniversite.
Zehirli atıklara maruz kalan su kaynaklarında yaptığı ölçümleri halka doğru aktarıp içmemelerini – kullanmamalarını önermesi beklenen yerdir, üniversite.
İşini düzgün yapması için toplumun sahip çıkması, işini düzgün yapmadığında sorumlularının yakasına yapışması beklenen yerdir, üniversite.
İşini düzgün yapmadığında toplumda hiçbir çivinin tutmayacağı, toplumda hiçbir çivi tutmamışsa nedeni olan yerdir, üniversite.
Refah seviyesi yüksek ülkelerle refahtan habersiz ülkeler arasındaki farktır, üniversite.
Var yok satılarak can pahasına ulaşılmaya çalışılan “göç alan ülkeler”le, canhıraş kaçılan “göç veren ülkeler” arasındaki farktır, üniversite.
Gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki “kapanması artık mümkün olmayan” farktır, üniversite.
(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

10 Kasım 2014

Dr. Tansu Küçüköncü (*) - Akademik Sahtekarlık Nedir, Ne Değildir ?

Akademik sahtekarlık, hak etmeksizin akademiye kapağı atmak, oraya çöreklenmek, orada yükselmek, orayı yağmalamak, orada ele geçirilen avantajlarla akademi dışında da hak etmeksizin pozisyonlar elde etmek ve yağmalamayı sürdürmek için yapılan her tür sahtekarlıktır.
Akademik sahtekarlık, kendinin veya çıkar ilişkisinde bulunulan kişilerin hak etmeksizin özellikle lisansüstü diploma (doktora, yüksek lisans vb) sahibi olması için yapılan her tür sahtekarlıktır :
Hileli akademik tezler, hileli akademik tez jürileri, var olmayan akademik tezler, gizlenen – sansürlenen akademik tezler, hileli etik kurullar, hileli öğrenci kaydı, gerekli aşamaları hileyle atlatmak, resmi onaylı sahte diploma, sahte diploma vd.
Ülkemiz üniversitelerinde bunların hepsi sıradan, son derecede yaygın, çekinmeksizin aleni yapılıyor, ayıplanmıyor, aksine teşvik ediliyor, ödüllendiriliyor, korunuyor, ortaya döküp itiraz edenlere eziyet ediliyor. Diğer bazı türlerin daha yaygın olduğu pek bilinmese de ortalıkta en çok bahsedilen tür olması nedeniyle “intihal”e akademi dışında da kulak aşinalığı giderek artmakta. 
Akademik sahtekarlık, hak etmeksizin özellikle akademik etiket (doçent, profesör gibi) ve kadro (doçent, profesör vd) sahibi olmak için yapılan her tür sahtekarlıktır:
Hileli makaleler (dergi - konferans) – kitaplar, var olmayan makaleler (dergi – konferans) – kitaplar, gizlenen – sansürlenen akademik özgeçmişler, hileli akademik kadro ilanları, hileli dergiler, hileli konferanslar, hileli atıflar, hileyle etiket (doçent, profesör gibi) ve kadro  vermek. 
Akademik sahtekarlık, düzgün akademik çalışma yapabilecek bilgi birikimine sahip olanın, ara sıra ya da bir yerden sonra, hırs, açgözlülük, ortamın elverişli olması gibi nedenlerle bir şekilde yoldan çıkıp hileli yollara sapıp, genelde “ya tutarsa” deyip şansını denemesidir. Ülkemizde kendini “buğday ambarına düşmüş aç tavuk” sanmaya başlayan ve kısa sürede “ruhunu şeytana satan” vasıfsızların tercihi akademik sahtekarlıktır. “Vasıfsız” derken, genelde iyi bir lise öğrencisinin o alandaki temel bilgi birikimine bile sahip olmayan fakat “uçuş serbest” gidenler, tepki görmedikçe uçtuklarına kendileri de inanan ve gerçeklik algısını tamamen yitirenler kastediliyor.

Hileyle diploma – akademik kadro sahibi olanın, hem kılıfına uydurmak hem bu kısır döngüyü devam ettirmek için ders veriyor – öğrenci yetiştiriyor görünmesi gerek, fakat olmayan bilgi birikimiyle bunları yapabilmesi mümkün değil, ne yapacak ? Ülkemiz üniversitelerinde çok yaygın olduğu üzere “derslere hiç uğramaksızın not verecek”, “dersleri alakasız konularla 'uçuş serbest' geçiştirecek”, “derslere genelde kendi gibi bir asistanı gönderecek”. Genelde öğrenciler bunu yadırgamayacak, hatta sevinecek, itiraz ettiklerinde ise dersin hocası, bölümdeki diğer bazı hocalar ve bölüm – fakülte – üniversite yönetimince tehdit edilecekler – sindirilecekler – püskürtülecekler.
  

Kılıfına uydurmak ve bu kısır döngüyü devam ettirmek için “ders veriyor – öğrenci yetiştiriyor görünme” gereğini azaltmak ve daha çok kazanmak gerek, ne yapacak ? Yöneticilik kapacak, yükselecek, para musluklarının başına geçecek. 
Vasıfsızlara saltanat alanı sağlamak için bölüm açılması, vasıfsızların bölüm kadrolarına doldurulması, vasıfsızların tekelindeki bölümlere, 1-2 hocalı olsa bile, doktora programı açma izni bile verilmesidir, akademik sahtekarlık. 
Vasıfsızların ele geçirip yağmaladığı üniversitelerde işini düzgün yapan dürüst akademisyenlere tahammül edilememesi, yaşama şansı verilmemesidir, akademik sahtekarlık. 
Devam edelim, biraz daha açalım : Hileyle diploma – akademik kadro sahibi oldu – yapıldı ; üniversiteyi yağmaladı, yetmedi, ne yapacak ; akademi dışında da hak etmeksizin pozisyonlar elde etmek ve yağmalamayı sürdürmek için uğraşacak ; iş üretilmeyen, hesap sorulmayan, mesaisi az, kazancı yüksek pozisyonlara, resmi kurumlara, arpalıklara yönelecek. 
Akademideki çürümenin logaritmik olarak hızlanması, gelenekselleşmesi ve normal kabul edilmesi, benimsenmesidir akademik sahtekarlık.
Dünyada juristokratken, parlamenterken, bakanken, cumhurbaşkanıyken doktora tezi iptal edilen ve istifa eden örnekler var.
Akademik sahtekarlık, internetle birlikte dünya genelinde yaygınlaşan bir sorundur.
Türkiye'deki tablo : KORKUNÇ !
Dünyadaki örneklerde, Türkiye'de alışılagelenin aksine, akademik sahterkarlıklar örtbas edilmediği gibi, akademik sahterkarlıkları ortaya döken resmi raporlar gizlenmeyebiliyor ve resmi internet sitelerinde yayınlanabiliyor – dünyaya duyuruluyor !
Danıştay'ın 1980'lerdeki bir kararında üniversite sınavında kendi yerine başkasını kişinin üniversiteye kaydını iptal ettirmemesi, yerine sınava soktuğu kişiye ceza verdirmemesidir, akademik sahtekarlık.
Hileli tezler - makaleler nedeniyle verilen cezaların 1 saate çıkartılan mahkeme kararlarıyla iptal edilmesidir, akademik sahtekarlık.
Yurtdışında yayından atılan 40 ve 29 makalenin sahiplerine verilen cezaların bile mahkeme kararıyla 2 ayda iptal edilmesidir, akademik sahtekarlık.
Danıştay üst kurulunun “ceza verilemez” dediği, bu duyurulurken tüm akademiye “ceza vermeyin” diye emredilen şeydir, akademik sahtekarlık.
Ülkemizde “karşı çıkanlara” – “karşısında tehdit olarak görülenlere” sınırsız eziyet edilmesi, yıllarca mahkemelerde süründürülmesi, hayatlarının kaydırılmasıdır, akademik sahtekarlık.
“Akademik tez – makale – yayın listesi” “bilgi edinme hakkı” isteği başvurularında bile “gizli, yasak” kararları verilmesidir, akademik sahtekarlık.
Üniversitelerde ders veriyor gözüken – gösterilen hocaların bile ne idüğünün bilinmesine izin verilememesidir – gizlenmesidir, akademik sahtekarlık.
30'lu yaşlardaki lise mezunu kadını 2000'li yıllarda “ordinaryus profesör” diye üniversitede çalıştırmak ve reklamını yapmaktır, akademik sahtekarlık.
Böyle üniversitelerden, böyle hocalara teslim edilerek mezun edilenlerin, o alanda güvenilir bilgi sahibi olmalarının, düzgün iş üretebilmelerinin beklenmesinin anlamsız olmasıdır, akademik sahtekarlık.
Uluslararası rüşvet – yolsuzluk – çürüme vb raporlarında başa güreşmenin kaçınılmaz olmasıdır, akademik sahtekarlık.
Akademide her türlü “musibet yapının – gurubun kadrolaşması”nın temeli – ana unsuru – kilidir, akademik sahtekarlık.
Akademi dışındakilerin kendinden olanlar yapınca görmek – duymak – konuşmak istemediği, sadece kendinden olmayanlar yapınca ilgilendiği, fakat homurdanmaktan öte tepki göstermediği şeydir, akademik sahtekarlık.
Akademideki gırtlak gırtlağa oldukları sanılan gurupların örtbas etmede anında hemfikir oldukları şeydir, akademik sahtekarlık.
Ortopedi profesörünün platin yerine saniyede tornacılara yaptırdığı demiri hastasının bacağına takıp hastasını öldüremeyip sakat bırakmasıdır akademik sahtekarlık.
İnşaat mühendisliği profesörlerinin depremde ağır hasar görüp yıkılmak üzere olan binalara sağlam raporu satmasıdır akademik sahtekarlık.
Öldürülen kişileri intihar etmiş gibi göstermek için kurşun kafatasına ensesinden girip suratından çıktığı halde, şakağından girip öteki şakağından çıkmış diyen otopsi raporu yazmaktır akademik sahtekarlık.
Amerikalı meşhur çocuk doktorunun çok meşhur kitabını İngilizceden Türkçeye çevirtip kendi yazmış gibi yayınlayan intihalciye 50 yıldan uzun süre ülkemiz üniversitelerini teslim etmek ve o intihalcinin adını dünyada ilk ve tek örnek olarak bir üniversiteye vermektir akademik sahtekarlık.
Yapanlardan ve çanakdaşlarından başkasına fayda getirebilecek bir şey değildir, akademik sahtekarlık.
Öyle sansalar da tepki göstermeyip seyirci kalanların, orta – uzun ve hatta bazen yakın vadede zararlarından kurtulabilecekleri – paçayı yırtabilecekleri bir şey değildir, akademik sahtekarlık.
Ülkeyi – toplumu, “batmaktan – yok olmaktan” başka bir yere sürükleyebilecek bir şey değildir, akademik sahtekarlık !
İyi “seyir”ler Türkiye !...
(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

27 Ekim 2014

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - Üniversitelerde Etik İhlalleri ve İntihaller Arttı mı? (Sakarya Gazetesi)

İstanbul Üniversitesi Etik Kurulu tarafından düzenlenen Üniversitelerarası Etik Platformu Toplantısı (İntihal) 17 Ekim tarihinde İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü Konferans Salonu’nda gerçekleştirilmiştir.
Dr. Hakan Ertin, Rainer Brömer ve Dr. İlhan İlkılıç’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen Etik Toplantısı’nda Debora Weber-Wulff genel tartışmayı yönetmiştir. Alman Etik Kurulu’na atanan ilk Müslüman üye olan İlhan İlkılıç, Alman Meclis Başkanı Norbert Lammert tarafından bu göreve 2012 yılında getirilmişti. 
Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın intihal yaptığını iddia ederek konuyu AİHM’ye götüren Prof. Dr. Hasan Yazıcı, İntihal Olgusunun Dile Getirilebilme Boyutu konusunda bildiri sunmuş, Prof. Dr. Sevtap Metin Hukuk Felsefesi Açısından İntihali açıklamış, Mustafa Kıcalıoğlu Türk Hukukunda İntihal konusuna örnekler vermiştir. Prof. Dr. Tayfun Akgül ise Fen Bilimlerinde İntihal gerçeğine değinmiştir. 
Prof. Dr. Semih Gemalmaz , “intihal yaparak ödüllendirilmeler hıza geldi” diyerek toplantının kısa bir özetini yapmıştır.
İntihal (bilimsel hırsızlık) günümüz yüksek öğretiminde giderek yaygınlaşmaktadır. Daha da kötüsü, intihal yaptığı “gerçek bilirkişi” raporları ve de “yargı kararları” ile kesinleşmiş olan intihalciler, sanki bu bilimsel ahlaksızlığın muhatabı değillermiş gibi utanmadan ve sıkılmadan, yüzleri kızarmadan aramızdadırlar.
Günümüzde çeşitli mesleklerin yürütülmesinde esas alınan değerlerin başında etik ilkeler gelmektedir. Üniversitelerimizde öğretim üyeliği etiği, bilim alanında doğru davranışlara ulaşmak için gerekli olan ilkelerdir.
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel hırsızlıklardan arındırılmış eserler üreten, bilimsel yolsuzluğa bulaşmamış öğretim üyelerinin sayısı artmalıdır.
Üniversitelerimiz, toplum nezdinde itibarlarının düşmemesi ve saygınlıklarını yitirmemeleri için içlerindeki “çürük elmaları” ayıklamalıdırlar. Çünkü sepetteki bir çürük elma, bir süre sonra tüm elmaların da çürümesine yol açar.
Üniversitelerimizde etik ihlallere karşı tüm kesimlerin duyarlı olmaları ve bu ihlalleri yapanlarla mücadele etmeleri gerekir. Aksi takdirde Türk üniversitelerinin dünyanın ilk 1000 üniversitesi arasına girmesi hiçbir zaman mümkün olamaz.
Türk yüksek öğretimi, etik olmayan davranışlarda bulunarak bilimsel hırsızlık (intihal) yapan öğretim üyelerinden arındırılmalıdır. Bunun için üniversitelerimizde etik ihlallerinin üzerine gidilmeli, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır.
Türk yüksek öğretim sisteminde intihalciler ile onlara destek verenlerin sayısı yaygınlaşırsa, o ülkede gidiş kötüdür.
Bir çeşit bilimsel yolsuzluk olan intihal bir tür sahtekarlıktır, bilinçli olarak hızla yükselmek amacıyla yapılır. Ciddi bir akademik suçtur. Gizlilik içerisinde yürütülür, ortaya çıkarılması güçtür.
Bu sebeple etik değerlere saygılı öğretim üyeleri, meslek onurunu korumak amacıyla etik dışı uygulamalarda bulunanlara karşı hoş görülü yaklaşmamalı, onları ortaya çıkarmak için çaba harcamalıdırlar.
“Benim hırsızım iyidir” anlayışı ile hareket etmek, üniversitelerimizde bilim etiğinin yaygınlaşması önündeki en büyük engeldir.
Üniversiteler, kendi içlerindeki hırsızlıkların genelde ortaya çıkmasını istemezler. Çünkü bu durum üniversite için bir prestij kaybına yol açtığı için üstü örtülmeye çalışılır. Eğer üstü örtülmez ve de kamuoyuna açıklanırsa, o üniversiteyi öğrencilerin tercih etmeleri zora girer.
Türk üniversitelerinin dünya üniversiteleri arasındaki yerinin yükselmesi, başkalarının ürettiklerini çalarak yaptıkları yayınlar ile gerçekleşemez. Bu bilinç toplumumuzda yaratılamadığı ölçüde, hırsızlıklar da devam eder gider.
Türkiye’de bilimsel hırsızlıklarla yeterince mücadele edilmemekte,“Üniversitelerde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır” özdeyişi görmezden gelinmeye çalışılmaktadır.
Tarihçi yazar Murat Bardakçı’nın intihal konusundaki şu tespiti çok doğrudur:“İntihal kelimesi, sözlüklerde genellikle ‘başkasının eserini kendisininmiş gibi gösterip yayınlama’ şeklinde açıklanır ama bence düpedüz hırsızlıktır, üstelik hırsızlığın en pespaye şeklidir. Sıradan bir hırsız paranızı, malınızı yahut bir başka kıymetli eşyanızı çalan kişidir ama intihalde fikrinizin, düşüncenizin ve emeğinizin üzerine oturulması söz konusudur. Zira, intihalci sizin için çok daha kıymetli olan bir şeyi, aylarınızı, hattâ bazen senelerinizi sarf ederek verdiğiniz eseri, düşüncenizi ve göz nurunuzu çalmıştır ve bunun kıymetinin parayla, pulla, fiyatla, vesaireyle ölçülmesi mümkün değildir. İntihalin, hırsızlığın ve sahtekârlığın en aşağılık biçimi olmasının sebebi işte budur.” (Bardakçı, 2008)
Murat Bardakçı, Türkiye’de intihallerin nasıl örtbas edildiğini şöyle açıklamaktadır: “Akademik hırsızlık olayıyla karşılaşan yönetim bu işi genellikle örtbas etme yolunu tercih ederdi; zira ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali vaziyetler söz konusuydu. Seneler boyunca yazdığım ve belgeleriyle ortaya koyduğum dünya kadar intihal hadisesi önce YÖK, ardından da rektörlükler yahut dekanlıklar sayesinde örtbas edilmiş, sadece tek bir intihalciye birkaç aylık ceza verilmiş, hemen ardından o ceza da affedilmişti.”(Bardakçı, 2008)
Yazar, İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi’nde gerçekleştirilen Bilim ve Etik Paneli’nde üniversite yönetimlerinin intihal suçunu işleyen akademisyenleri koruduğunu da öne sürmüştür.
Panel’de konuşan Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nurettin Bilici, bilim hırsızlığı yapan birçok akademisyenin görevine devam ettiğine ve de üniversitede yükseldiğine dikkati çekmiştir. İntihallerin yeterince yargıya taşınmadığını vurgulayan Bilici’nin bu konudaki tespiti şöyledir:
“Bazı akademisyenler üniversitede kolay yükselme arzusunda olduklarından bunun için de yazması uzun sürecek makaleleri makaslayarak ve seri üretim yapmaktadırlar.”
Üniversitelerde çalışarak ve hakkıyla doçent olanlarla, kolay yolu seçip intihal yaparak doçent olanlar arasında mutlaka bir ayırım yapılmalıdır. Aksi halde öğretim üyelerine bu durum kötü bir örnek oluşturur ve bunlardan bazıları da bu örnekten hareketle intihal yaparak yükselme yoluna sapabilirler. Bu durum, Türk yüksek öğretiminin kalite açısından çökmesi anlamına gelir.
Hırsızlık yapanlar anayasamıza göre milletvekili seçilemediklerine göre, bilimsel hırsızlık yaptıkları YÖK tarafından tescil edilmiş ve haklarında kesinleşmiş yargı kararları da bulunan öğretim üyelerinin üniversitelerde doçent, profesör olmaları mümkün olmamalıdır.
Bilimsel hırsızlık bir çeşit kopya olduğu için kopya çeken öğrenciye verilen cezadan çok daha fazlasını hırsızlık yapanlara vermek gerekir ki, balık baştan kokmasın.
Fransız yazar Henri Barbusse’nin dediği gibi gerçeği söyleyenler hiçbir zaman susmak zorunda değildir. Bunlar, susmak zorunda olmamalılar ki, bilimsel hırsızlık yaparak yükselmek isteyenlerin önü kesilsin.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.