NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

8 Ekim 2021

Prof. Dr. S. Rıdvan KARLUK - “Torpilsiz Liyakata Dayalı Bilim Olmadıkça Türkiye Asla İlerleyemez”

Yukarıdaki başlık Nobel ödülü  sahibi Prof. Dr. Aziz Sancar’a aittir. Acaba Türkiye’de bu tespit ne kadar geçerlidir? Bence tamamen doğru bir teşhistir. Önce, uzun yıllardan bu yana dilimizde yer alan ve günlük hayatın içerisinde sıklıkla kullanılan kelimelerden biri  olan “liyakat” ne demek, bunu açıklamakta yarar var. 

Liyakat, Arapça’dan  Türkçe'mize girmiştir. TDK'ye göre, liyakat  bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk durumudur. Ehli olmak, iş bilir  anlamları  vardır. Liyakat göstermek bir işte başarılı olmaktır.  Liyakat sahibi;  başarılı, erdemli, yetenekli kimse anlamındadır. Liyakatsizlik  ise  başarısız, yeteneksiz, deneyimsiz  demektir.

Şimdi can alıcı soruya gelelim. Acaba üniversitelerimizde liyakata dayalı bir sistem var mı? Eğer profesör olmak için aşağıdaki  9 kriter yeterli  ise ve de  bu kriterleri YÖK uygun görüyorsa, söylenecek söz kalmamıştır. Merak ettiğim husus, YÖK’ün sözü edilen 9 kriter hakkındaki görüşüdür. Bu yazı kaleme alındığında YÖK’e yöneltilen bu soruya cevap verilmemiştir. Belki de  cevap verilmeyecektir.  Şimdi,  yaşanan iki örneği paylaşmak istiyorum. Son kararı da sizlere bırakıyorum.

Önce, bir vakıf üniversitesinde YÖK mevzuatı yok sayılarak yapılan bir atamaya değineceğim.

Ankara’da bir vakıf üniversitesinde (X) açılan bir kadroya iki başvuru yapılmıştır. Başvuru sahiplerinden biri  olan A kişisi “Y” üniversitesinde uzun yıllar görev yapmıştır. “X” üniversitesi    YÖK mevzuatını yok sayarak  3 bilim jürisini  A  adayının yıllarca görev yaptığı “Y” üniversitesinden seçmiştir. “Y” üniversitesinden seçilen 3 jüri üyesi de açılan kadronun “bilim” alanından değildir.

Bu seçim  hukuk dışıdır. Çünkü, “Profesörlük kadrosuna başvuran adayların…, en az üçü başka üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsünden olmak üzere ilan edilen kadronun BİLİM … alanı ile ilgili en az beş profesör… bir ay içinde seçilir” hükmü  görmezden gelinmiştir. Eski arkadaşları olan A kişisi hakkında aşağıda yer alan 9  mevzuat dışı  kriteri esas alan jüri üyeleri,  bu  kişi hakkında olumlu rapor yazmışlardır.

Bu süreçte Danıştay 8. Dairesi’nin “Aynı bilim ve sanat alanının belirlenmesinde akademik örgütlenme  (anabilim dalı)  esas alınır” kararı dikkate alınmamıştır. E. 2010/5235, K. 2010/5843, K.t. 05.11.2010) Danıştay 8. Dairesi’nin 27.09.2010 tarih ve 2010/3384 Esas No, 2010/4726 kararı da yok sayılmıştır.  “X  Üniversitesi Öğretim Üyeliği Kadrolarına Yükseltme Ve Atama İçin Başvuru Ölçütleri” ne de uyulmamıştır. Üstelik bir jüri üyesi iktisatçı değil, maliyecidir. (Mali Hukukçu) Bu üye  atanmayan aday hakkında önce olumlu rapor yazmış, daha sonra   raporunu değiştirerek TCK kapsamında suç işlemiştir. (görevi kötüye kullanma)

Liyakat için en  önemli kriter, adayların eserlerine yapılan atıflardır. Fakat jüri bu atıfları yok saymıştır. Atanmayan  A adayının eserlerine yapılan atıflar 2.160 iken,  atanan adayın eserlerine  yapılan atıflar   461’dir Fark: 1,699 h-endeksi ise 437’ye karşı 73’tür.  Fark: 364.

Daha vahimi aşağıdadır. Atanan  adayın eski üniversitesinden özellikle seçilen  3 bilim jürisi üyesinin  eserlerine yapılan toplam atıf sayısı, atanmayan adayın  dörtte biri bile değildir: 301+40+14=355. Fark: 1,699-355=1,344.

Dünyanın hiçbir üniversitesinde ve Türkiye’deki 207 üniveristede aralarında bu kadar fark bulunan aday atanmaz, atanamaz eğer gerçekten atamalarda liyakat söz konusu ise.

Önceki YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, 11 Şubat 2021 tarihinde "Akademide son günlerde yapılan atamalarda liyakat ve ehliyetin gözetilmediği, bu hususunda toplumsal vicdanı rahatsız ettiği yönünde dikkate alınması gereken şikayetler var. Bununla ilgili önümüzdeki haftalarda bazı kararlar alacağız" demiştir. YÖK Başkanlığı görevini devreden Yekta Saraç'ın yönetimini değerlendiren Dr. Serdar Tekin, "Akademik liyakat normları ağır bir erozyona uğramış durumda" derken çok haklıdır.

Yeni YÖK Başkanı sayın Prof. Dr. Erol Özvar, akademik performans odaklı bir yönetim anlayışıyla çalışacaklarını  açıklamıştır: "Akademik performans odaklı idare anlayışının yanı sıra hiç şüphesiz yükseköğretim kurumlarının üzerine düşen eğitim-öğretimde kalitenin artırılması, araştırma geliştirme faaliyetlerinin en yüksek düzeye çıkması  konusunda YÖK olarak üzerimize düşen  çalışmaları  en iyi şekilde yerine getirmeye çalışacağız."

Sayın Başkan “Akademik performans odaklı bir yönetim” anlayışı ile kalitenin arttırılması üzerinde durmuştur ama YÖK’e iletmiş olduğum hukuk dışılıklar konusunda  şimdiye kadar bir işlem yapmamıştır. Bu durumda  “akademik performans odaklı yönetim anlayışı”  nasıl gerçekleşecek, üniversitelerde kalite   nasıl arttırılacaktır?

“Akademik performans odaklı idare anlayışı”nın söz konusu olmadığı bir diğer örnek, Anadolu’daki bir üniversitede yaşanmıştır: "Üniversitelerinde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır." Bu görüşe katılmamak mümkün değildir. Dönemin  YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. İzzet Özgenç,  “Z” kişisi  hakkında  "….” eserinde İNTİHAL YAPTIĞI kanaatinin oluştuğu belirtilmiştir" diyerek, gereğinin yapılmasını ilgili Anadolu’daki üniversiteden  talep etmiştir.

Bu talebinin gerisinde, alanında uzman 6 öğretim üyesinin "intihal yapılmıştır" kanaatinin oluştuğuna ilişkin raporları vardır.  Üniversite  Rektörlüğü 23.01.2009 tarihine YÖK´e yazmış olduğu yazıda şu ifadeyi kullanmıştır: "Kitap 2000 yılında basıldığından ceza verme yetkisi ZAMAN AŞIMINA UĞRADIĞINDAN herhangi bir ceza verilmesinin de mümkün olamayacağı düşünülmektedir."
Açıkçası intihali kabul etmiş ama bu suçu aklamak için zaman aşımını gerekçe göstermiş. Utanılacak bir savunma! Oysa intihal (bilimsel hırsızlık) suçlarında zaman aşımı 3 Haziran 2005 tarihinde kaldırılmıştır.

Bu gelişmeler,  YÖK’e ve  ilgili üniversitenin  Dekanlık ve Rektörlük makamına bildirilmesine rağmen hiçbir işlem yapılmaması, yeni  ve eski YÖK Başkanlarının “liyakat” açıklamalarının “suya yazılan yazı” olma ötesinde bir anlamının olmadığını ortaya koymaktadır.  Bu gelişmeler sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğuna ilişkin maddesinin  yürürlükte olup olmadığı sorusu zihinlerde yer etmiştir. 

Yukarıdaki iki örnek dikkate alındığında, Nobel ödülü  sahibi Prof. Dr. Aziz Sancar’a hak vermemek mümkün mü? Bu durumda  üniversitelerimizin  11. Kalkınma Planı’nda yer alan 2023 hedeflerine,  yozlaşan bir akademi dünyası ile ulaşmanın  mümkün olmadığını eski bir DPT mensubu olarak açıklamak isterim.

11’nci Kalkınma Plan  hedefleri arasında ekonomik hedeflerin yanında çok önemli bir hedefi daha vardır: “Dünya akademik başarı sıralamaları 2023 itibariyle Türkiye’den en az 2 üniversitenin ilk 100’e ve en az 5 üniversitenin de ilk 500’e girmesi sağlanacak.”    ODTÜ Enformatik Enstitüsü URAP Başkanı Prof. Dr. Ural Akbulut  Türk üniversitelerinin dünya genel sıralamalarındaki durumu  hakkında  şu yorumu yapmıştır: 

“… son 4-5 yılda çok sayıda üniversitemizin sıralamalardaki yükselme hızı düştü. Bazı üniversitelerimiz ise gerilemeye başladı. Bunun nedenleri, yayın sayılarımızın diğer ülkeler kadar hızlı artmayışı ve saygın dergilere yönelmek yerine etki değeri en düşük dergilere yönelmiş olmamızdır. Üniversitelerimizin bilimsel makale sayısı 2010’dan bu yana sürekli arttı. Ancak bu artış sırasında, etki değeri en yüksek dergilerde çıkan makalelerin sayısı artırılamadığı için ilk 500’deki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır.  (http://tr.urapcenter.org)

Prof. Akbulut “ilk beş yüzdeki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır” diyerek çok önemli bir tespitte bulunmuştur. Eğer vakıf ve devlet üniversitelerindeki profesör atamalarında yukarıda yer alan 9 kriteri YÖK  uygun buluyorsa, Türk üniversiteleri değil ilk 500’e,  ilk 1,500’e bile giremez. Kriterlerin   uluslararasında bilimsel hiçbir değeri olmamasına rağmen profesör atamalarında  “sözde” kriterlere göre  atama yapılabilmektedir. Sayın  Akbulut bunun sebebini şöyle açıklamaktadır:

Ancak bu artış sırasında, etki değeri en yüksek dergilerde çıkan makalelerin sayısı artırılamadığı için ilk 500’deki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır.

Bu şu demektir: Eğer profesör olacak aday “genç, dinamik ve yetkin”  olursa profesör ataması yapılacak, değilse atanmayacaktır. Sanki üniversiteye olimpiyatlarda Usain Bolt gibi 100 metre koşacak atlet alınacak! Adayın bilimselliği  ve yayınlarına yapılan atıflar hiç önemli  olmayacak! Bu  şartlar altında 2023 yılındaki hedefe ulaşmak güzel bir hayal olmaktan öte bir şey değildir.

5 Ekim 2021

Prof. Dr. Doğan Göçmen - Liyakatsizlik Akademiyi Çürütüyor (Akademik Akıl)

Son günlerde akademi ve üniversiteler gündemde. Gündemde olmalarının nedeni, ülkemizin veya insanlığın karşı karşıya olduğu bir soruna ilişkin ürettikleri çözüm, hastalıklara karşı geliştirdikleri ilaçlar veya tedavi yöntemleri, keşifler veya buluşlar değil. Nedir üniversitelerimizin yeniden kamuoyunun gündemine gelmesinin nedeni? Sayıştay raporlarına ve basına yansıyan liyakatsizliğe örnek teşkil eden görevlendirmeler ve atamalardır.

Eski YÖK başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, bu yılın başlarında akademide “yapılan atamalarda liyakat ve ehliyetin gözetilmediği, bu hususun da toplumsal vicdanı rahatsız ettiği yönünde çok yoğun ve dikkate alınması gereken şikayetler” olduğuna dikkat çekmişti. Böylelikle akademide liyakatsizliğin ve ehliyetsizliğin yaygın bir sistem olduğu en üst yükseköğretim mercisi tarafından kabul edilmiş olmaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki YÖK’ün o zamandan beri “yükseköğretim sisteminde daha şeffaf ve liyakat odaklı istihdamına imkan” sağlamak için yaptığı çalışmalar durumu iyileştirmeye yönelik herhangi bir değişiklik yaratmamıştır. Üniversitelerde “öğretim üyeliği istihdamı sürecinin daha şeffaf, nitelik, liyakat ve ehliyet esaslı olarak yürütülmesi mümkün” olmamıştır.

Toplumumuzda akraba kayırmacılığı (nepotizm), eş-dost kayırmacılığı (kronizm), siyasal kayırmacılık (partizanlık) toplumumuzda had safhaya ulaşmıştır. Toplumsal yaşamın her alanında adam kayırmacılığı, iltimas, torpil bir nevi erdem olarak algılanıyor. Torpil yapanlar ve yapılmasını isteyenler, liyakat sahibi olanların haklarına tecavüz edildiğini sıkça görmezden gelirler. Bu durum yaygın bir şekilde toplumsal normallik olarak kanıksanmış durumdadır. Derslerde dahi öğrencilerin “bırakalım ahlakı, erdemi! Toplumda dayınız veya amcanız yoksa bir şey olmanız veya bir şeye ulaşmanız mümkün değildir” dediğine şahit oluyoruz.

Yükseköğretim kurularında da durum pek farklı değildir. Yüksek lisans ve doktora programlarına gireceklerin listesi büyük oranda daha sınavlar ilan edilmeden bilinmektedir. Öğrenciler lisans öğrenimi döneminde yüksek lisans ve sonrasında doktora programına alınma sözü verilerek bir nevi müritleştirilmektedir. Sıkça “eşten-dosttan” gelen öneriler doğrultusunda programlar doldurulmaktadır. İşlerin önceden yapılan anlaşmalara göre istendiği gibi gitmesi için gerekli jüriler önceden belirlenmiştir. İlgili programlar için oluşturulan jürilerde hep aynı kişiler görevlendirilmektedir. Bazı kişiler ise bu jürilerden ısrarla uzak tutulmaktadır. Bu nedenle yüksek lisans programına alınmış öğrenciler arasında bilgisayarda “tırnak” işaretini hangi tuşa basarak elde edebileceğini bilmeyenlerin olduğunu görmek şaşırtmamaktadır.

Farklı seviyelerde akademik kadrolara yapılacak atamalarda önceden belirlenen kişi veya kişileri başarılı göstermek için her türlü tezgâh kurulur, dolaplar çevrilir, oyunlar oynanır. Allem kallem ile akademik kadrolara atananların verdiği dersler, yazdığı makaleler, verdiği konferanslar nasıl olabilir? Akademide bilgi, erdem, liyakat, yetenek ve beceri sahibi olmayan insanların görev yaptığına dair kanaatin giderek daha çok yaygınlaşması bir rastlantı değildir.

Akademisyenler arasında üç “akademisyen” tipi olduğu ileri sürülebilir. Bunların bazılarına tüm liyakat kuralları çiğnenerek unvan verilir. Amaç onları “bir şey” yapmaktır. Bir şey yapmak için akademik unvan verilen akademisyenler bunlar. Bazıları “bir şey” olmak için unvan almaya çalışır. İkinci tiplemeye dâhil olanların amacı iyi bir akademisyen veya bilim insanı olmak değildir. Onlar “bir şey” olmak istemektedirler. Bunun için ise, ısrarla bir şey yapılmak istenmedikleri için, bazı akademik yetenekler geliştirmek zorunda olduklarını hissederler. Arzuladıkları akademik unvana veya herhangi bir idari mevkiye kavuştukları andan itibaren de tüm akademik çalışmaları bir tarafa bırakırlar. Bazıları ise bir şey oldukları için akademik unvan almaya çalışır. Asıl akademik çalışma bu sonuncular tarafından yapılır. İkinci gruptakiler ciddi akademisyen olabilir. Fakat bunun için onlarda tersine dönmüş olan amaç-araç ilişkisinde köklü değişim olması gerekmektedir. Bu sıklıkla olmaz. Bunlar, genellikle birinci gruptakilere yaranmaya çalışarak bir şey olmak ister. Birinci gruptaki akademisyenler son yıllarda ne yazık ki çoğunluğu oluşturmaktadır. Bu bakımdan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın akademide liyakate dayalı bir örgütlenme yerine sadakate dayalı bir hiyerarşinin hâkim olduğuna dair gözlemi son derece yerindedir. Akademide liyakatsizliğin artmasının ve öğretim seviyesinin hızla düşmesinin nedeni budur ve sadakate dayalı bir hiyerarşik ilişkiler ve örgütlenme sürdüğü sürece başta türlü olması da mümkün değildir.

Sonuç nedir? Sonuç bu uygulamaların yol açtığı bugünkü gelinen durumdur. Bu durum son yıllarda akademide rektör, dekan, bölüm başkanı gibi idari mevkilerde görevlendirme yapılırken önceden uygulanan “aday belirleme seçimleri” tamamıyla ortadan kalkığı için, liyakatsizlik tam anlamıyla bir sisteme dönüşmüştür. Örneğin herhangi bir göreve atanan kişi, atamadan sorumlu olan kişinin hoşuna gidebilir. Fakat bu kişinin göreve atandığı kurum içinde insan olarak, akademisyen olarak, ahlaki kişilik olarak herhangi bir ağırlığı olmayabilir. İdareci olarak becerileri son derece sınırlı olabilir. Bu durum ise akademiyi tam anlamıyla çökme ve çürüme durumuna sürüklemektedir. Bu duruma çare, liyakate dayalı akademik ilişkisellik, akademik özgürlük ve bilimsel özerklik ilkesinin uzlaşmaz bir şekilde yeniden tesis edilmesiyle mümkün olacaktır.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.