NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın

2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

Bilim Akademisinin Sahte Belge ve İmza Üretimi Hakkındaki Açıklaması (2025) lütfen tıklayın

“Sahte Diploma Soruşturması” Hakkında Kamuoyu Bilgilendirmesi - Türkiye Barolar Birliği (2025) lütfen tıklayın

Dr. Hakan Özdener etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Hakan Özdener etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2010

Dr. Hakan Özdener - Türk Üniversitelerinin Kanayan Yarası: Bilimsel Yayın ve Çalışmalardaki Etik Problemler - 2

Bir onceki yazımızda Türk Ünıversitelerinde akademisyenler arasında mevcut olan bilimsel etiğe uymayan davranışlardan bahsetmiştik. Bugünkü yazımızın kaldığımız yerden devam edip ve çözüm için şahsi önerilerimizi sunacagız.
Bilimsel yayın ve bilimsel çalışmalardaki diğer problem, meşhur olma isteğidir. Bu yanlış özellikle basın ve yayının traj artırma hırsı ile birleşince karşımıza eşi az görülen utanç tabloları çıkmaktadır. Bunların içinde bazıları var ki ülkemizde hastaların umut ve duygularını sömürerek, bu insanları kendi muayenehanelerine çekmeyi amaçlamaktadırlar. Bazıları ise gerekli lisans ve eğitimleri olmadığı halde sahte belgeler ile kendı uzmanlık ve bilgi alanlarının dışındaki özel uzmanlık alanlarının (tüp bebek uzmanlığı) yetkilerini kullanarak meşhur olma ve toplumsal ve akademik güç kazanmayı amaçlamaktadırlar.
Diğer önemli en sık gorulen iki problem ise, birincisi “dilimleme” de denilen ve bir çalışmadan birden fazla yayın çıkarmak (örneğin insan veya hayvan deneklerden alınan kan örnekleri kullanılarak, aynı konu ile ilgili birden fazla benzer yayın çıkarmak), ikincisi ise, bilimsel yayınlarda yazarların adlarının kullanımı ve yayındaki katkılarını gösteren dizilimleri ile ilgilidir. Bunlar ise iki grupta topluyabiliriz. Çalışmada hiç bir şekilde katkısı olmayan hatta yazıyı bir kere dahi okumamış insanların (yaz beni yazayım seni ilişkisi) yazarlar arasında olması, diğeri ise çalışmayı yapan kişi veya kişilerin yayında adlarının hiç kullanılmaması veya hak ettikleri yerde olmamalarıdır. Bu özellikle tıpta uzmanlık tezleri, master ve doktora tezlerinden üretilen yayınlarda görülmektedir.
Ülkemizdeki bilimsel etik problemleri kısaca yukarıda özetledikten sonra, sorunun çözümü ile ilgili öneri ve düşüncelerimizi okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.
Bılımsel ahlaki anlayışın gelişmesi için yapılması gerekenleri , kısa, orta ve uzun vadede yapılması gerekenler olarak üç kısımda toplayabiliriz. Kısa vadede olanlar mevcut akademisyenleri kapsayan önlem ve uygulamalardır. Önceki yazımızda ve yukarıda bahsettiğimiz bilimsel etiğe uygun yanlışların yapılmasını teşvik eden ve zorlayan mevcut sistem gözden geçirilmeli ve akademik ünvanların (master, doktora ve doçentlik başta olmak üzere) elde edilmesi ilgili düzenlenmelerin gözden geçirilirken, akademik ünvanlar bireysel ve/veya toplumsal güç kaynağı ve meşhur olma aracı olmaktan çıkartılmalıdır. Bilimsel ünvanlar sadece ve sadece kişilerin bireysel akademik tercihini yansıtmalıdır. Yani akademik ünvanlar büyüklük ve küçüklük veya acemilik ve ustalık şeklinde kullanılmamalıdır. Yani bir profesör, ben profesörüm benim dediğim olur dememeli. Aynı bölümde beraber çalıştığı arkadaşlarını akademik tercihleri veya ünvanlarından dolayı küçük görüp ezmemeli ve horlamamalıdır/horlayamamalıdır. Bu konuda YÖK ve üniversitelerin yapması gereken çok şeyler vardır. Bunlar etik yaptırımlardan başlayıp, kanuni uygulamalara kadar uzanan bir dizi uygulamalardır. Tek tip akademik ünvan uygulamasına son verilip, doktora sonrası alınan akademik ünvanların sosyal hayat vitrininde şöhret kazanılması amacı ile kullanılmaması ve etkisinin azaltılması için bilimsel etik konseyinin yetkisi içine girmelidir. Ayrıca akademik ünvanların ve akademik çalışmaların akademik hayatta ve toplum içinde kullanılması ile ilgili düzenlemeler yapılmalıdır. Yani bir bilimsel çalışmanın sonuçlarını abartarak/değiştirerek, kendı bireysel reklamı amacı ile kullanılması sadece etik olarak değil kanuni yaptırımlarla de engellenmelidir. Burada ünvan sahibinin tüm başarı ve hakları korunurken, bu ünvan adı altında arkadaşları ve diger insanları bu ünvanı kullanarak maddi ve manevi ezilmesi, yönlendirilmesine musade edılmemelidir. Bu ve benzer tedbirlerin alınması akademisyenler üzerindeki bir an önce doçent, profesör olma gibi akademik ve sosyal baskıların kalkmasına vesile olabilir, bu da bilimsel çalışmalardaki yapılan yanlışların azalmasına vesile olabilir. Diğer önemli nokta ise üniversitelerin bilimsel yazı yardım merkezleri kurulmasıdır. Bu merkezler, dil problemi yaşayan öğretim üyelerinin kullanacağı şekilde olmalı ve yazılarında “ödünç iyi ingilizce” alma mazeretinden kurtulmalıdır. Bu uygulama bugün dünyanın bir sürü ülkesinde başarı ile uygulanmakta ve ülkedeki bilimsel çalışmaların herhangi bir etik problemle karşılaşmadan yayınlanmasını sağlamaktadır.
İkinci olarak, orta vadede alınması gereken önlemler ise, akademisyenlerin bilimsel çalışmalardaki alt yapı, teknik imkanlar ve finansal sorunlarının çözümüne yönelik çalışmaların hızla devlet ve üniversiteler tarafından yapılmasıdır. Yani bir akademisyenden bilimsel çalışma ve yayın beklenildiği ortamda yeterli fiziksel alt yapı sağlanmış olmalıdır. Örnek olarak diyebiliriz ki, nükleer fizikçi bir öğretim üyesinden onun akademik ilerlemesini uluslar arası çalışma ve yayınlar yapmasını ile olacağını söyleyip, onu laboratuvar olmayan bir üniversiteye verdiğinizde, onünde fazla seçenek bırakmıyorsunuz. Bütün akademisyenlerin aynı yolu kullanarak doçent, profesör olması gerekmiyor ama herkesin ciddi bilimsel çalışmalarda bulunması ve bilim ahlakına sahip olması gereklidir.
Üçüncü olarak, uzun vadede alınması gereken önlemler ise gelecek nesillerin yetiştirilmesidir. Bu problemin kesin çözümüne yönelik çalışmadır. Gelecek nesiller yüksek etik ve ahlaki değerler ile donatılmalıdır. Daha ilk okula bile başlamadan bilimsel çalışmanın zevki ve bilim ahlaki değerleri öğretilmelidir. Örneğin ilk ve orta eğitimde imtihanlarda kopya çekimi ülkemizde yaygın bir uygulama olup, bunun azaltılması bile ülkemizde gelecek nesil akademisyenlerinin daha kaliteli ve güvenilir yayınlar yapmasına vesile olabilir. Bu da ülkemizin bilimsel arenada uluslararası saygınlığının artmasına neden olur. Yani bu problemin en köklü çözümü gelecek nesillerin yüksek değerlere sahip olarak yetiştirilmesidir. Devlet ve kurumları bilimsel fiziksel alt yapının düzeltilmesi için çalışırken, aynı zamanda bilimsel etik problemlerin köklü ve kalıcı şekilde çözümü için gelecek nesillerin bilimi ve bilim yapmayı seven ve bilimsel etik değerlere sahip olarak yetiştirilmesine de özen göstermesi gerekmektedir.
Ülkemizdeki bu problem diğer bir sürü problemde olduğu gibi çözülmeyecek problem değildir. Kişi odaklı problemdir, yani aynı işi yapan kişilerin bir kısmı yanlış yolu seçerken, diğerleri ise sıkı şekilde bilimsel etiği uygulamaktadır. Önemlı olan bu ikinci grubtaki bilim adamlarımızın sayısını artırmak ve diğerlerinide ters yöne ileten eksiklikleri düzeltmektir. Bu yanlış hareketı bilerek ve isteyerek yapan bilim adamlarını cezalandıracak etik ve kanuni mekanizmaların kurulması gerekmektedır.

21 Mart 2010

Dr. Hakan Özdener - Türk Üniversitelerinin Kanayan Yarası: Bilimsel Yayın ve Çalışmalardaki Etik Problemler

Bugünkü yazımızda ülkemizde bilimin gelişmemesine neden olan engellerin birisi belkide en önemlilerden olan ve Türkiye çıkışlı yayınlara uluslararası alanda duyulan güvensizliğin (en azından temkinli yaklaşılışın) ana nedenlerinden olan “bilimsel çalışma ve yayınlarda” yaygın ve sistematik olarak yapılan hırsızlık ve aşırmacılık ve kopyacılık ve uydurma ve çarpıtma nın nedenleri ve bunların düzeltilmesi için yapılması gerekenleri ele alacağız.
Ülkemizdeki bilimsel etik problemleri iki kısımda inceleyebiliriz. Birincisi, tıp doktorlarının uzmanlık bitirme tezleri başta olmak üzere, master ve doktora öğrencilerinin tez veya bitirme projelerini yaparken, çoğu zaman tez öğrencileri tarafından gerçekleştiren ama tez yönetileri tarafından bilinen ve bilerek ve sistemli olarak göz yumulan bilimsel hırsızlıklar ve çarpıtmalar ve uydurmacılıktır. İkincisi ise genelde akademik çalışma yapan ve akademik hayatının başında olan öğretim üyelerinin, akademik yükselme kaygusu ile yaptıkları sürekli dergilerde basılan yayınlarda yapılan bilimsel etiğe ve zaman zamanda kanunlara bile aykırı olan davranışlardır. Bunlarda kendi aralarında aşağıda inceleyeceğimiz gibi çok çeşitli ve çok amaçlıdır.
Bu yazımızda, konuyla az çok ilgili herkesin yakından bildiği internette arama motorlarına türkçe veya ingilizce olarak “ bilimsel hırsızlık, Türkiye ve plagiarism and Turkey” yazdığınızda karşınıza çıkabilecek şahıs ve üniversite adlarını tekrarlamak yerine problemin derinliği, sebebleri ve çözüme katkısı olabileceğine inandığım düşüncelerimi paylaşacağım.
Ne yazık ki ülkemizdeki bilimsel hırsızlığın her türlüsü ilk okul düzeyinden, üniversitedeki profesöre hatta rektörlere ve YÖK başkanının eserlerinde kadar yaygın şekilde yapılmaktadır ve en kötüsü ise bu son derece normal davranış olarak algılanmakta ve değişik şahsi yorumlarla kişiler kendilerinin haklılığını (!) savunmaktadırlar. Bu olayların ülkemizdeki yaygınlığı ve dozu o kadar fazla ki, bu yüzden ülkemizde bulunan bilimsel etiğe bağlı, her türlü hürmete layık değerli bilim insanlarımız, hak ettikleri uluslararası saygınlığı ve tanınmayı elde edememektedirler. Ayrıca, hak ettikleri akademik ilerlemede bilimsel etiği uymayan arkadaşlarının gerisine düşmektedirler. Bir müddet sonra bu insanlar bir çeşit kenara çekilmekte ve/veya oyun dışında kalmaya zorlanmaktadırlar. Bu durum ise ülkemizdeki bilimin kalitesini kısır döngü içinde daha da düşürürken, bilimsel ahlaksızlık normal ve yükselmek için olması gereken bir karakter olarak kabul görmektedir. Bunun en güncel örneği 2007 yılında ortaya çıkarılan ve tüm dünyada geniş yankılar uyandıran, ülkemizdeki birden fazla üniversite öğretim üyesinin ve doktora öğrencilerinin katıldığı tesbit edilen fizik bilim dalında yapılan bilimsel ahlaksızlığıdır. Bu işin boyutunu anlatmak için sadece şu örneği vermek yeterli olur diye düşünüyorum. Bu akademisyenlerin içinde olan bir doktora öğrencisinin 40’a yakın uluslararası yayını vardı. Bunların hepsi uluslararası ortamdan çekildi ve kişiler tüm dünyaya bilimsel hırsız olarak tanıtıldı, Tabiki ülkemiz ve her türlü saygıya layık bilim adamlarımız da bundan nasiblerini aldılar ve alacaklar. Diğer çarpıcı bir örnek ise, doçentlik imtihanına hazırlanan yardımcı doçentlerin dosyalarında gorülen çarpıklıklardır. Bilimsel hırsızlığa zemin hazırlıyan ve ülkemizdeki akademisyenleri bilimsel alanda yanlış yola yiten bu sistemin/uygulamanın değiştirilmesi genç akademisyenleri kendilerinde uzun vadede öz güven yitimi ve bilimsel davranış bozukluğunu geliştirmesini engelliyecektir. Bunu şu şekilde örnekleyebiliriz. Yardımcı doçent olan akademisyenin doçent olabilmesi için girmesi gereken ilk sınav yayınların yeterliliğidir. Genelde tıp fakültesi öğretim üyelerine mahsus olmak üzere, 3-4 yıllık bir yardımcı doçentin yayın dosyasındaki yazılı ve sözlü tebliğler hariç basılmıs yayınlarının sayısı 20-40 arasında değişmektedir. Bu yayınların çoğu adayın arkadaşları ile ortaklaşa yaptığı ve çoğu zaman kendisinin bile içeriğini bilmediği yayınlardır. Hatta bu yayınların bir kısmında yazarın adının yazılmasını hak edeceği hiç bir katkısı ve emeği yoktur. Aday yine yayınlarının diğer kısmında ise, o çalışmaları hiç bilmeyen ve hiç bir katkısı olmayan diğer akademisyenlerin adı yazdığını görürsünüz. Yani herkesin karşılıklı rızasına ve bilgisine dayalı “yaz beni, yazayim seni” anlayışı ve uygulamasının tipik bir uygulaması gerçekleşmektedir. İşin en acı yanı ise Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) dahil olmak üzere, doçentlik jürisinde bulunan profesörlerde bunun böyle olduğunu bilmektedirler. Hiç kimse 3-5 yıllık yardımcı doçentlik süresinde sen bu kadar yayını nasıl yaptın diye sormaz ama jüri üyeleride böyle bir dosyayı bekler ve ister. Çünkü doçentlik şartnamesi de bunu teşvik etmektedir. Bilimsel olarak çok kısıtlı şartlara sahip olan ve herşeyden daha önemlisi ilkokuldan itibaren, asistanlık süresi dahil olmak üzere eğitim hayatında hiç veya çok az bilimsel çalışma yapabilmiş akademisyenden bir anda içi son derece kaliteli ve hemde belli sayıda akademik yayınlar ile dolu dosya istenmektedir. Bu bilimsel alt yapı eksikliği üzerine yoğun olarak çalışma temposu ve sosyal ve akademik çevre baskısıda etkilenince akademisyen bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü yolu mübah görmektedir. Bundan sonra bilimsel etik kurallarına uymayan her türlü davranış şekli normal sıradan bir davranış şekline dönüşmektedir.

Türkiye deki bilimsel açmazın diğer ciddi boyutu ise, özellikle tıp doktorlarının ihtisas sonunda hazırlamak zorunda oldukları ihtisas bitirme tezleri başta olmak üzere, master ve doktora tezlerindeki bilimsel etiğe uymayan davranışlardır. Bunların içinde en masum hatalardan tutunda yapılmamış deneylerin yapılmış gibi gösterilmesi ve deneylerden elde edilen sonuçların, çalışma anlamlı hale gelmesi, tezi kısa kesmek, yayın çıkarmak ve benzer amaçlar için, çarpıtılmasına kadar çok yaygın uygulamalar mevcuttur. Bunların bir kısmından belki tez sorumlusunun haberi olmaya bilir ama bu işlere genelde en hafif ifade ile tez sorumlusu akademisyen göz yumar hatta teşvik etmektedir. Bunu yaparken her zaman geçerli bir sebeb ve mazeret hazır olarak bulunmaktadır.
Diğer ciddi bilimsel hırsızlık sebebi ise, master ve doktora bitirme tezlerinde karşılaşılan davranışlardır. Bunların en bariz olanı ise, yapılmamış deneyleri kağıd üzerinde yapılmış göstermek ve veya istatistiksel olarak anlamlı olmayan ve çok az sayıda denekle yapılmış çalışmalardaki sayıları bilerek ve sistemli olarak anlamlı hale getirmektir. Bir başka deyişle ise, bir sıçan kullanılarak yapılmış deneyden elde edilen sonucu sanki 10-20 sıçan kullanarak yapılmış gibi takdim etmekdir. Bu tür tezlerde kullanılan hayvan sayısı ile gercekte kullanılan çok farklı olup, yapıldığı iddia edilen deneylerin belli bir kısmı yapılmadan sanki yapılmış gibi gösterilmektedir. Oysaki ne tezi yapanın nede tezin yapıldığı enstitütinin böyle bir akademik alt yapısı mevcuttur. Tüm bu hareketlerin altında akademisyenin ve akademik kuruluşunun bilimsel alt yapısı ve kaygusu olmaması yatmaktadır. Bunun çözümünün tek yolu ise, yeni gelen nesillere ana okulundan itibaren bilimsel çalışma zevki, lezzeti ve ahlakının öğretilmesidir. Düşünün hepimiz tüm eğitim hayatımız boyunca çalışkan öğrencilere verilen takma isimler “inek, ot” gibi alçaltıcı isimlerdir. Kopya çekmek son derece yaygın bir davranış olup, iyi kopya çeken öğrenciler arkadaşları arasında itibar sahibi olmaktadır. Bu şekilde yetişen çocukların hangi bilimsel ahlakı ve davranışı geliştirmesini beklersiniz. O öğrencilerin ilerde akademik hayatlarında da bu yolu seçmiyecekleri son derece şüphelidir. Bilimsel çalışmanın her türlüsü, her alanı, sabır, büyük emek, özen ve yaptığınız işe, başta araştırmacının kendi kendisine ve kullandığı tüm araç ve gereçlere saygı ister. Buda bitirme tezlerini yaparken öğrenilecek birşey değil ama uygulunacak kazanılmış davranıştır. Bu davranışta ana okulu sırasından başlayıp tüm eğitim hatta hayat boyunca öğrenilecek harekettir.
Bu problemin çözümü ile ilgili görüşlerimizi bir sonraki yazımızda ele alacağız.



!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.