NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

13 Mayıs 2013

Dr. Tansu Küçüköncü - AKADEMİK SAHTEKÂRLIK GELENEĞİNİN KİME NE ZARARI VAR?

Akademik sahtekârlık geleneğinin kime ne zararı var?  Hem de akademideki ve dışındaki hemen herkes bu gelenekten gayet hoşnutken!.. 

Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu‘nun Aralık 2009 tarihli “Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim -Yasal Çerçeve ve Uygulamalar” başlıklı raporunda [1] sonuç olarak diyor ki :

“Devletin üniversiteler üzerindeki gözetim ve denetimi”; gerek denetim ve ceza soruşturması ile ilgili mevzuat alt yapısındaki eksiklikler, gerekse Yükseköğretim Genel Kurulu, YÖK Başkanları ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu’nun uygulamaları nedeniyle Devlet adına icra edilen bir kamu hizmeti olma niteliğini tamamıyla kaybetmiştir.

Başka bir deyişle, gerek Yükseköğretim Denetleme Kurulu’nun mevcut yapısal sorunları ve denetim uygulamalarındaki eksiklikleri/hataları, gerekse ihbar ve şikâyetler hakkında YÖK Genel Kurulu, YÖK Başkanları ve üniversite rektörlerinin hukuka aykırı uygulamaları Anayasa ile öngörülen denetim olgusunun tamamıyla işlevselliğini yitirmesine yol açmıştır.

Bu husus, özellikle yükseköğretim kurum ve üst kuruluşlarının yöneticilerinin hesap verilebilirlik ile ilgili algılamalarının değişmesine neden olmuş ve böylece yükseköğretim alanı yolsuzluk ve usulsüzlüğün önlenememesine/artmasına elverişli bir “çevre” haline gelmiştir. Bu nedenle, oluşan “denetim açığı” kendisini besleyen ve bu açığı kronikleştiren bir yapıya dönüşmüş görünmektedir.”

Akademinin halini resmeden tarihteki tek resmi rapor bu. Yayınlandığı günlerde haber oldu. Bir daha anan olmadı. Yani, rapor güncelliğini aynen koruyor.

İnternetle birlikte akademik etik ihlallerinde dünyada da 15 yıldır patlama yaşanıyor. Türkiye’de akademik etik ihlalleri hep örtbas ediliyor; üstelik ortaya çıkaranlara saldırılıyor. Bilim geleneği olan ülkelerinse buna karşı sigortaları var: ortaya çıktığında örtbas etmiyorlar; son 2 yıl içinde Macaristan’da cumhurbaşkanının çalıntı doktora tezi iptal edildi, istifa ettirildi, Almanya’da 20 kadar bakan ve parlamenter ve akademisyenin çalıntı doktora tezleri iptal edildi, istifa ettirildiler, Romanya’da bakanın çalıntı doktora tezi iptal edildi, istifa ettirildi. Örnek çok [2, 3, 4].

Türkiye’den bir kadının doktora tezi, hile yaptığı için ABD’deki Columbia Üniversitesi’nce iptal edildi, ABD’de akademik etik ihlallerini inceleyen Office of Research Integrity (ORI), ABD resmi dairelerinde ve dünya genelindeki resmi ABD projelerinde çalışmasını 5 yıl yasakladı [5, 6, 7, 8, 9, 10] ; ne mi oldu: Türkiye’de ödüllendirildi, bir devlet üniversitesinde yardımcı doçent yapıldı [11, 12] ! 

Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın (Başkan, Yüksek Öğretim Kurulu – YÖK) :

“Bilimsel yayın artışında üçüncü ülke durumundayız. Geçen yıl 17′nci sıradaydık. Bu yıl sırada yükselme olacak. Layık olduğumuz seviyeye ulaşacağız. Layıkıyla yapamadığımız tek konu ise elimizdeki bilgileri teknolojiye çevirememek. Bizde 27 bin makale basılıyor.  Bunlardan patent alınan makale sayısı 85 civarında. İsrail’de 4 bin civarında makale basılıyor. Bin 500′üne patent alınıyor.” demesi üzerine Dr. Ahmet Rasim Küçükusta,”Türkiye’de bilimsel araştırma da yapılmıyor bilimsel yayın da” başlıklı yazısında bilimsel yayınlardaki artışın balon olduğunu anlatmıştı [13] :

“Ülkemizde tıbbi bilimsel yayın yapmak için gerekli laboratuvarlar da teknoloji de maddi imkânlar da ve en önemlisi bunları sağlayacak sistem de yoktur.

Asıl üzücü olan, yaptıklarını gerçekten “bilimsel araştırma” ve kendilerini de “araştırmacı bilim adamı” zannedenlerin olmasıdır. Felâket de buradadır ve maalesef bunların sayısı sanıldığından çok daha fazladır.”

2007′de Türkiye’deki 4 üniversiteden 1′i dekan 14 fizikçinin 65 çalıntı makalesi yurtdışında yakalandı ve yayından atıldı [14]. Yabancı basında haber oldu [15]. Yerli basında haber oldu [16]. Bunların hepsi terfi ettirildi [17]. 40 çalıntı makalesi yayından atılan, TÜBİTAK burslusuydu, o ve 29 çalıntı makalesi yayından atılan ODTÜ’dendi.

2010′da 5 yılda 200 makale sahibi olan, çok hızlı terfi ettirilen ve sürekli ödüllendirilen ve zenginleştirilen bir kadın ile 100 kadar makaledeki ortağı, çalıntı makaleleri için TÜBİTAK’tan yayın ödüllerini isteyince 10 çalıntı makaleleri yakalandı. TÜBİTAK, bunlara 5 yıl destek vermeme cezası verdi [18], fakat çalıntı makaleleri dergilerden attırması gerekirken attırmadı. Devlet üniversitesi, yayın ortağına meslekten men cezası verdi, YÖK kapattı. Özel üniversite, sadece kınama cezası verdi. Ne olduysa, 2 ay sonra sözleşmesini uzatmayarak işten attı, onunla birlikte onun 10 çalıntı makalesini ortaya çıkaran, biri bölüm başkanı 2 akademisyeni de sözleşmelerini uzatmayarak işten attı. Kadın, bir devlet üniversitesinde terfi ettirildi, son rektörlük seçimlerinde YÖK’ün rektörlük için cumhurbaşkanına önerdiği 3 isimden biriydi.

Bilimin doğasının tam tersine Türkiye’deki tezlerin yarıdan çoğu gizleniyor [17]. Binlerce akademisyenin tezi var mı yok mu, emin olma şansınız yok.

Türkiye’deki akademisyenlerin yabancı ülkelerdeki tezleri de ortada yok. Akademinin hala tepesindekilerden birisi, çok sayıda çalıntı makaleleri ortaya çıkınca, İngiltere’deki tezini uluslararası tez arşivinde erişime kapattı; makalelerinin listesini de gizliyor.

Akademisyenlerin makaleleri, makale listeleri gizli; bilgi edinme hakkıyla da sonuç alınamıyor.

Akademik etik ihlallerini bildiren başvurulara cevap bile verilmiyor, izleri sürülemiyor, gizli; bilgi edinme hakkıyla da sonuç alınamıyor. 

Dr. Haldun Güner, “Profesör Dosyaları” başlıklı yazısında profesör kadrosu başvuru dosyalarını kimsenin incelemediğini, profesör kadrolarının danışıklı döğüşle dağıtıldığını, bunları herkesin bildiğini anlatıyor:

“Ciddi araştırmaları olup, bu unvanı gerçekten hak eden de, başkasının yayınına ismini yazdıran da, oturup yatan da rahatlıkla profesör olur bu ülkede. Bir kere profesör oldun mu, ister üniversitede kal ister istifa et, dışarı çık ister yan gelip yatmalara devam et, artık hiçbir    şey değişmez. Aldığın unvanı, paşa gönlünce istediğin gibi kullanırsın. Beyaz gömleğine, kartvizitine, kapına, muayenehanendeki tabelana, hatta varsa katına, yatına, teknene, bile    yazdırırsın. Artık sana, kimsecikler karışamaz. ‘Bizde şu kadar profesör, şu kadar doçent var’ diye diye övünerek, bazıları, bunun adına, ‘üniversitelerimizin ve ülkemizin, bilimsel düzeyinin gelişip yükselmesi’ diyorlar. Kimi kandırıyorlar?” 

Akademik sahtekârlık geleneğinin kime ne zararı var?

Dr. Kaan Öztürk “Şişme Dergiler ve Yayın Etiği İhlalleri” başlıklı yazısında bir akademik sahtekârlık türü (köşeli parantez içlerinde genel hali de verildi) üzerinden bu soruya cevap veriyor:

“Peki, anladık, birileri [kötü editörlükle kalitesiz yayınlar çıkarıyor / akademik sahtekârlık yapıyor], bilim dünyasından kopuk, kendi küçük gruplarının içinde dönüyor olabilirler. Bunun kendilerinden başka kime ne zararı var? Yüksek kalitede çalışmak isteyene engel olunmuyor. Bilim yine ilerlemeye devam eder.

Keşke böyle olsa. Ama [sayı şişirme şebekelerine dâhil olanlar / akademik sahtekârlık  yapanlar], dürüst bilimcilerle aynı kurumlarda çalışıyor, aynı kadrolar ve kaynaklar için rekabet ediyorlar.

Sayılara dayalı bir değerlendirme sisteminde, [şaibeli dergilerde bol ama boş yayınlar yapmış olanlar / akademik sahtekârlık yapmış olanlar] haksız avantaj edinerek akademik kadroları doldururlar. O zaman da nitelikli bilim yapmak isteyenler için boğucu bir atmosfer oluşur. Özellikle idari kadrolara çıktıklarında herkesi kendilerine benzetmek için gayret sarf edecekler, “uyumsuzlar” a ise rahat vermeyeceklerdir.

Elbette atama ve yükseltmelerde sadece sayılara bakılmıyor, dosyalar komisyonlarda inceleniyor. Ama inceleyenler gerçekten bütün makaleleri dikkatle okuyorlar mı, kararları yayın/atıf sayılarından ve yayınların yer aldığı derginin tesir katsayısından hiç etkilenmiyor mu? Kaldı ki, [sayı şişirmecileri / akademik sahtekârlar] kariyerlerinde yükseldikçe bu değerlendirme komisyonlarına onlar da dâhil olacaklar ve kendi benzerlerine kolaylık sağlayacaklar.

Dahası, görünüşte çok üretken ve muteber olan bu profesörler, iyi niyetli öğrencileri kendilerine çekecekler ama bu öğrencilere bilimsel araştırmanın ve makale yazmanın doğru yöntemini öğretemeyecekler. Öğrenciler sonuçta örnek aldıkları hocaları gibi olup çıkacaklar. Bunların bir kısmı gerçekle yüzleşip kariyerlerini boşa harcadıklarını fark edecek, hüsrana uğrayacaklar. Bir kısmının ise şansı yaver gidecek, kendilerine bir kadro bulacak ve sistemi yeniden üretecekler. Her iki sonuç da toplumsal bir trajedidir; insanların yeteneklerinin israf edilmesine ve bilimsel üretimin sulandırılmasına yol açar.” 

Dr. A. Murat Eren, vasıfsız akademisyenlerin çeşitli şebekeler yardımı ile başka hiçbir yerde yayınlayamayacakları makalelerini ‘yayınlanmış’ gibi göstererek akademik puan toplamalarına, ve bilim yerinde sayarken, kimi akademisyenlerin mesleklerinde yükselmelerini sağlayan bir akademik sahtekarlık türünü tanıttığı  “Bilimsel Ahlaksızlığın Gri Mecraları” başlıklı yazısında [21] bu soruya şöyle cevap veriyor:

“Türkiye’de rektör olan, rektör yardımcısı olan, rektör eşi olan, dekan olan, enstitü müdürü olan, siyasetçi olan isimlerin bilimde hırsızlıkları bir bir ortaya çıkarken, hiçbir zaman yükselme niyeti olmayan ve tek amacı bir üniversitede öğretim üyesi olmak ya da üniversitedeki bir yardımcı doçent kadrosunu yıllar boyunca elinde tutmak olan kişilerin yarattığı kirlilik aynı derecede göze batmıyor. Onlar akademik dünyanın yaşam kaynaklarını bir tümör gibi sömürerek git gide daha ciddi bir alanı kaplarken, akademinin güçlü bireylerinin bu konuya dair ilgisizliği ne yazık ki bu ahlaksız akademisyenlere güç veriyor. 

“Türkiye’de neden bilim üretilmiyor?” diye sorulduğunda akla ilk gelenler arasında hırsızlık vakaları var. Fakat WASET gibi organizasyonlardan beslenerek pozisyon işgal edenler yüzünden dışarıda kalan, özel sektöre yönelmek ya da kolay yoldan bol yayın sahibi olmak arasında tercih yapmak zorunda bırakılan kimselerin “yapamadıkları bilim” pek akla gelmiyor.

Türkiye’de neden bilim üretilmiyor?” diye sorulduğunda akla ilk gelenler arasında az ödenek ve ödeneklerin bölümler arasında adaletsiz tanzimi gibi sorunlar var. Fakat WASET gibi organizasyonlardan beslenen akademisyenlerin aynı zamanda bilimin yeni neslini yetiştiren, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine sahip olan kişiler oldukları, bir noktada doktorayı bırakmak ya da bilim ahlakı anlayışlarını değiştirmek arasında tercih yapmak zorunda bırakılan öğrencilerin “olamadıkları bilim insanları” pek akla gelmiyor.” 

Dr. A. Murat Eren, “Türkiye Akademisinin Arka Sokaklarından Tez Manzaraları” başlıklı yazısında [17] ise bu soruya şöyle cevap veriyor:

“Türkiye akademisindeki tıkanıklığın sorumlusu kim? …Türkiye’nin kötü akademisi kendi kendisini finanse ediyor. Etik açıdan problemli tez ve yayınlara sahip olan tez danışmanlarının kılavuzluk etmesine     müsaade edilen ve etik açıdan problemli tezlerle mezun olan öğrenciler akademik literatürü    boş/tekrar çalışmalarla doldururken, içlerinden bir kısmı akademinin yeni neslini teşkil ederek döngüyü tamamlıyor.

Tezlere erişimin güçlüğü bu devridaimin sürmesini sağlayan en büyük problemlerden birisi. Üniversite kütüphaneleri keyfi uygulamalarla tezlere erişimi kısıtlarken, YÖK Tez Arşivi çerçevesindeki çalışmalar problemi pratikte çözmekten uzak.

Öte yandan tezlere ulaşıldığı ve intihallerin tespit edildiği durumlarda dahi yasama ve yürütmedeki tıkanıklıklar cezaları caydırıcı olmaktan çıkarıyor. Gelişmiş toplumlar bilim hırsızlığına ciddi tepkiler verirken, Türkiye’de bilim hırsızlığının failleri görevlerine sessizce  devam ediyorlar.” 

Dr. A. Murat Eren, medyanın akademik sahtekârlıklara ilgisizliğini belirtiyor [23] :

“Türkiye’de intihal iddiaları medyada yer verilmeye dahi değer görülmüyor. Yer verildiğinde ise maksat bilimsel hırsızlığın kabul edilemezliği ve bu anlayışın uzun vadede ülkeye verdiği korkunç zararı gün ışığına çıkarmak değil, siyasi karalama ya da “birilerinin kulağını çekmek“ oluyor. ”

Dr. A. Murat Eren, akademik sahtekârlık için “Suç öyle büyük ki, bunu herkese pay etmeli. Kendimizi bu suçtan tepki göstererek arındıracağız. Bu kadar büyük suçlar ancak böyle temizleniyor.”  diyor ve tavsiyelerini sıralıyor [22, 23] : 

“Üniversite Öğrencileri: Hocalarınızın CV’lerini açın, makalelerini okuyun. Hangi konferanslarda yayınlandıklarına, hangi dergilerde basıldıklarına bakın. Bir bilimsel yayını anlamak size hiçbir hocanın veremeyeceği geniş bir vizyon kazandıracak. Özgeçmişler web sayfalarının süsü olmasın. İnsanlar oraya yazdıkları şeylerin okunduğunu bilsinler. Sizler bilimsel değerlendirme katmanlarının en kalabalığı ve en etkini olan bir sonraki nesilsiniz, kendinizi hiçe saymayın. 

Araştırma Görevlileri, Yüksek Lisans Öğrencileri, Doktora Öğrencileri: Lütfen yayın yaptığınız dergi ve konferanslara dikkat edin. Sırf özgeçmişiniz kalabalık görünsün diye emin olmadığınız organizasyonlara üye olmayın. Yayınlarınızı onları hak eden dergilerde ve konferanslarda yapın, size aksini yaptırmaya çalışan hocalar ile çalışmayın. Sesinizi çıkarın. 

Öğretim Üyeleri: Lütfen arada bir konfor bölgenizi terk edin ve bölümünüzdeki, diğer üniversitelerin benzer bölümlerindeki insanları gözden geçirin. İster anonim ister aleni kimliklerinizle blog’lar açın, başka yayınları kritik edin. Türkiye’de peer-review sürecini dergi ve konferans komitelerinin üzerinde bir anlayış haline gelmesine ön ayak olun. 

Geriye Kalan Herkes: Biliyorum, artık ne ile uğraşacağınızı siz de şaşırdınız. Fakat bu ülkedeki bir sorununun herhangi bir diğer sorun ile tamamen ilgisiz olduğunu iddia etmek yanlış olurdu. Bilim dünyası içerisinde bu konulara dair nicedir rahatsız olan birçok isim var. Diliyorum ilerleyen aylarda, yıllarda daha gür sesler duyacağız. Siz bu sırada bu olanları çevrenize anlatın. Gerekiyorsa yöneticilerden hesap sorun. Bizleri yalnız bırakmayın. Sizin desteğiniz gerçekten önemli. Zira sizin olmadığınız durumda, bunların hiçbir anlamı yok.”[17] :

“Sevgili akademisyenler, öğrenciler, ve tüm aktivistler,

Akademinin içine düştüğü kısır döngüyü kırmak için üzerinize ne tür bir sorumluluk düştüğünü çok iyi tahlil etmelisiniz.

Türkiye akademisinin ihtiyacı olan seferberliğin öğrencileri ve toplumu intihalin tehlikeleri konusunda bilinçlendirmekten yasama ve yürütmedeki problemleri gür bir tonla dile getirmeye, bilim hırsızlığı vak’alarını ortaya çıkarıp, açıkça eleştirmekten bu eleştirilerin toplumun geri kalanına ve gerekli mercilere ulaşmasına ön ayak olmaya kadar geniş bir yelpazeye dağılmış olan kalemlerinden herkesin payına bir şeyler düştüğüne inanıyorum.

Neredeyse herkesin sorumsuzluğu ile tıkanan akademide kalıcı bir reform, ancak hemen herkesin sorumluluk alması ile mümkün.”

Akademik sahtekârlıklar konusunda görüşü sorulan Dr. Yücel Kanpolat’ın (Başkan, TÜBA) cevabı [24]:

“TÜBA her şeyin jandarmalığını yapamaz”. 

Dr. Yücel Altunbaşak (Başkan, TÜBİTAK) [25] :

“Yayın sıralamasında 10 yılda 8 basamak birden yükselen Türkiye, yeni dönemde yayınların kalitesine odaklandı. Kaliteli yayın sayısının arttırılması için bilim insanlarına 5 bin liraya   kadar teşvik vereceğiz” dedi.

Dibi delik bardağa döktüğünüz suyu istediğiniz kadar arttırın, içinde su tutamazsınız. Akademik etik ihlalleri geleneği, örtbas geleneği sürdükçe, akademisyenler dokunulmaz oldukça, akademik tezler bile gizlendikçe, akademiye aktarılan kaynakları arttırmak da aynı hesap.

Dünyada “bilim” diye bir şey gelişirken yüzyıllarca buna ilgisiz kalınmış, “bilim geleneği” nden habersiz topraklardayız. Bilim denen şey dünyada özellikle “üniversite” denen yerlerde gelişiyor. Ülkemizde 1960′larda 5 kadar, 1970′lerde 10 kadar, 1986′da bir vakfa ait ilk örneğin eklenmesiyle 29 olan, 3′ü hariç doğru düzgün akademisyeni olmayan, her daim “siyasi arena” olan, üniversitelerin sayısı, yağmur ertesi fışkıran mantarlar gibi, 1992′de 1 gecede 24 (1′i vakıf) tane daha eklenmesiyle yaklaşık olarak 2′ye katlandı. Derme çatma bir binanın girişine bir tabela asmak, boş bir arsaya bir tabela dikmek yeterli : “üniversite” !.. Bunların akademisyen açığını azaltmak üzere yurtdışına doktoraya gönderilenlerden 4.000′den fazlasının, yani çoğunun, bursları 1997′de “keyfi” olarak kesildi. 2003′teki sayı 76 iken, 2013′te 170 oluvermiş. Öyle üniversiteler ki, binası yok, hocası yok, tezler ortada yok, lisans diplomasından önce 1-2 yıl içinde doktora diploması dağıtmaya başlıyorlar, kime, nasıl dağıttıkları meçhul.

Bir yandan meydanı boş bulan her meslekten “sahte diploma” lılar da [26..28] üniversitelerde [29,30] ve her yerde cirit atıyor. Lise mezunları üniversitelerde profesör kadrosunda çalıştırılıyor [31]. Hastasınız, “sahte diplomalı” lise mezunu bir doktora, dişçiye tedavi olmak ister misiniz ?! 10 yıl yapan var, yıllarca yapan var, karı koca yapan var, plastik cerrah bile var [32], tekrar tekrar yakalanıp tekrar tekrar yapan var, internette karşınıza çıkacak örnek çok. Tabi, sahte diplomalı olmayıp, kırık bacağınıza platin yerine tornacıda yaptırdığı demiri takacak bir ortopedi profesörüne de denk gelebilirsiniz ve yine sakat kalabilirsiniz ya da ölebilirsiniz [30].

Akademik çevrelerde dünyaca birlikte en çok iş yapılan, en meşhur Türkiye kökenli bilim adamı kim, biliyor musunuz ? Hemen düzelteyim : o kendini doktoralı bilim adamı olarak tanıtsa da, onun öyle olduğunu sanmak on binlerce müşterisinin işine gelse de bunlar doğru değil. Türkiye’de onun ve çocuklarının yurtdışı banka hesaplarına para gönderip akademisyenlerini onun ayağına göndermeyen üniversite neredeyse yok. Niye mi para gönderiyorlar; birlikte ne iş mi yapıyorlar ? [24] :

“Hayli şık, içeriğiyle de göz dolduran bir site WASET: Uluslararası hakemli dergilerle bağlantılar, neredeyse her branşta düzenlenen uluslararası konferanslar… Ancak biraz araştırınca, sitenin makalenizi uluslararası dergilerde yayımlanmış gibi, sizi de katılmadığınız uluslararası konferanslara katılmış gibi gösterdiğini öğreniyorsunuz. Parayı bastıran da bunları CV’sine ekleyip doçent veya profesör oluyor.”

O, bu sitenin sahibi, siteyi kızı ve oğluyla birlikte işletiyor. Sitelerinde 30.000′den fazla makale var; makale başına 500 Euro alıyorlar. O, 2002′den beri Türkiye akademisinin akademik dünyaya en büyük katkısı; aynı zamanda Türkiye akademisinin özeti. “Yolsuzluk ve usulsüzlüğün artmasına elverişli akademi” den [1] farklı bir şey çıkmasını beklemiyordunuz herhalde, değil mi !?.. 

KAYNAKLAR :





[5] Reports Detail A Massive Case Of Fraud (“Raporlar İnanılmaz bir Sahtekârlık Olayını Detaylandırıyor“) (William G. Schulz)

[6] A Puzzle Named Bengü Sezen (“Bengü Sezen İsminde bir Bulmaca“) (William G. Schulz)

[7] The Sezen Files – Part I: New Documents (“Sezen Dosyaları – Kısım I: Yeni Belgeler“) (Paul Bracher)

[8] The Sezen Files – Part II: Unraveling the Fabrication (“Sezen Dosyaları – Kısım II: Uydurmayı Gizlemek“) (Paul Bracher)

[9] The Sezen Files – Part III: And What of Sames? (“Sezen Dosyaları – Kısım III: Ya Sames?“) (Paul Bracher)




[13] Dr Ahmet Rasim Küçükusta, “Türkiye’de bilimsel araştırma da yapılmıyor bilimsel yayın da”, Zaman gazetesi, 19 Kasım 2011


[15] Brumfiel, G. “Turkish physicists face accusations of plagiarism”. Nature, 2007. 449(7158):8



[18] TÜBİTAK Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu kararı, 09 Ocak 2010, toplantı sayısı : 182, AYEK sayısı : 001   

[19] Dr Haldun Güner, “Profesör Dosyaları”, Medimagazin internet sitesi,  12 Aralık 2011

[20] Dr Kaan Öztürk, “Şişme Dergiler ve Yayın Etiği İhlalleri”, Matematik Dünyası, 2012-II, s. 69-75





[25] “İkinci maaş TÜBİTAK’tan : TÜBİTAK, bilim insanlarına yayın başına 5 bin liraya kadar teşvik verecek”, Hürriyet, 2 Mayıs 2013

[26] “Mimarlar Odası: “Sahte Diploma ve Denklik Belgeleri ile Mimarlık” Yetkisi Kullanan Organize Bir Sahtekarlıkla Karşı Karşıyayız.. !”, 23 Eylül 2010,


[27] “37 sahte inşaat mühendisi : Sahte mimarların ardından şimdi de sahte inşaat mühendisleri ortaya çıktı”, Cumhuriyet gazetesi, 01 Ekim 2010

[28] “EMO’dan Sahte Mühendis Uyarısı”, 19 Nisan 2011,


[29] “Sahte Diplomalı Akademisyen Şoku !!! : UKÜ’den doktora diploması sahte olan Ayşe Başel’e uzaklaştırma…”, 31 Mayıs 2012, “Kıbrıs Son Dakika” internet haber sitesi

[30] “Sahte hocayı hırsı yakmış”, Hürriyet gazetesi, 10 Ocak 2013

[31] “Ordinaryus Sahtekar”, Sabah gazetesi, 03 Şubat 2011  

[32] “Sahte Diploma ile Plastik Cerrahlık. Yok Artık…”, “Haber Kıta” internet haber sitesi, 10 Mayıs 2013

[33] “Bacağına takılan sanayi demiri hayatını kararttı”, Zaman gazetesi, 23 Oca 2011

 Dr. Tansu KÜÇÜKÖNCÜ: 28 Şubat 1997 darbesi mağduru akademisyendir; 2001 başından beri “akademik sahtekârlık gelenekçileri” ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

9 Mayıs 2013

Dr. Sinan KORUKLUOĞLU - Sahte kongreler ve sahte dergiler! (Medimagazin)

Tıp dünyasında sahte dergi ve kongrelerde inanılmaz bir artış yaşanıyor. Bilimsel itibarı yüksek kongre veya dergilerin küçük nüanslarla sahteleri yapılıyor. Kongre isimlerindeki bir tire (-) bile önemli hale geliyor!
 “Entomology-2013” isimli bir konferansta konuşma yapmak üzere davet edilen bilim adamları, böcekler üzerinde çalışan bilim adamlarının ileri gelen derneklerinden birine sunum yapmak üzere seçildiklerini düşünmekteydiler.
Ancak yanıldıklarını zor yoldan öğrendiler. Akıllarındaki itibarlı ve bilime adanmış kongrenin adında ufak bir fark vardı: “Entomology 2013” (tire olmadan). Özel konuşmacı olarak kaydoldukları kongreye davet e-posta yoluyla yapılmıştı, davet sahibi yayınları inceleyen akademisyenler değildi.  Sunum yapmayı kabul edenlere daha sonra bu ayrıcalık için ağır bir ücret tahakkuk ettirildi, öz geçmişini şişirmek isteyen ve ödeme yapan herkes podyumda boy gösterdi.
Entomoloji Cemiyetine e-posta yazan bilim adamlarından biri “Zannediyorum aldatıldık.” diyerek hislerini ifade etmişti.
Bu bilim adamları, psödo-akademiya diye adlandırılan ve itibarlı başlıkları olan kongreler ve bunlara sponsor olan dergilerle tamamlanan paralel bir dünyaya düşmüşlerdi. Bu dergiler ve toplantıların pek çoğu iyi bilinen yayınlar ve toplantılar ile benzer isimlere sahiptiler.
Stanford Üniversitesi Dekanı ve taklitleri bulunan “Clinical Trials” adlı derginin editörü olan Prof. Dr. Steven Goodman, akademik yayınların bedava erişilebilmesi amaçlı hareketin temsil ettiği bu fenomeni “açık erişimin karanlık yanı” olarak tanımlıyor.
Bilimsel yayıncılık mesleki topluluklar ve tamamen abonelik ücretlerine dayalı kurumlar için geleneksel iş modelinden kişilerin çalışmalarını internet üzerinden açık erişimli yayımlatmak için kendileri ödemesi modeline kaydığından beri bu dergi ve konferansların sayısı patlama yaptı.
Açık erişim başlangıcını yaklaşık on yıl önce yaptı ve “Bilim Halk Kütüphanesi” tarafından yayımlanan ve iyi bilinen, danışman incelemesi sonucunda yayımlanabilen yazıların olduğu dergilerin bu akıma girmesi ile hızla yaygın katılımcı kazandı. Bu makaleler PubMed gibi itibarlı veri tabanlarında, kalitelerinden dolayı listelenmekteydi.
Fakat bazı araştırmacılar, ücret karşılığı herhangi bir şeyi yayımlayan çevrim içi dergilerin hızla çoğalmasına karşı ikaz etmekteler. Uzman olmayan kişilerin internet üzerinden yaptıkları araştırmalarda güvenilir araştırmaların ıvır zıvırdan ayırt edilmesinin zorluğuna dikkat çekiyorlar. Prof. Dr. Goodman, birçok kişinin dergi evrenini bilmediğini ve başlığından bir derginin gerçek mi, taklit mi olduğunu ayırt edemeyeceğini söylüyor.
Araştırmacılar ayrıca, üniversitelerin akademisyenlerin öz geçmişlerini değerlendirirken yeni zorlukla karşılaştıklarını belirtiyorlar. Listelerindeki yayınlar gerçekten zorlu dergilerde mi, yoksa taklitlerinde mi yayınlanmış? Bazı akademisyenler ise bu dergilerin editöryal kurullarında yanlışlıkla görev almayı kabul ettikten sonra kurtulmalarında yaşadıkları zorlukları ifade ediyorlar.
Bu fenomen, en zor yayın kabul eden ve en saygın dergilerden biri olan “Nature”ın dikkatini çekmiş. Dergi, yakın zaman önce yayımladığı bir basın bülteninde tartışmaya açık  yayıncıların sayısındaki artışa dikkat çekerek, bunların kara listeye alınmasını veya belli standartlara sahip açık erişimli dergiler için bir beyaz liste yapılmasını tartışmaya açmış durumda. Ayrıca, bir dergi veya yayımcıya çalışma göndermeden önce neler yapılması gerektiğine dair bir kontrol listesi de yayımlamış.
Denver’daki Colorado Üniversitesindeki araştırmacı kütüphaneci Jeffrey Beall, “yağmacı açık erişimli dergiler” adını verdiği bir kara liste oluşturmuş. 2010 yılında listesinde 20 yayımcı varken, günümüzde 300’den fazla yayımcı var. Tahminine göre bugün 4 bin kadar yağmacı dergi mevcut, bu sayı açık erişimli dergilerin yüzde 25’ini oluşturuyor. Bu dergilerin yaptığını “kolay para, az iş, başlangıç için düşük bir bariyer” olarak tanımlıyor.
“Beall Listesi” olarak bilinen listedeki dergiler ücretleri web sitelerinde genellikle ilan etmiyorlar ve çalışma dergiye gönderilene kadar yazarlara bilgi de vermiyorlar. Akademisyenleri makale göndermeye ve editöryal kurullarda olmaları için e-postalarla davet ediyorlar. Ancak bu yayımcılar, yayımladıkları çalışmaların danışman incelemesinden geçtiğini ve yaptıkları işin meşru ve etik olduğunu iddia ediyorlar.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.