NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

25 Kasım 2011

İntihal olaylarında kaygı verici artış - (Milliyet)

CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar’ın soru önergesine Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in verdiği yanıt, 2002 yılından sonra intihal iddiası ile ilgili başvurular ve uygulanan disiplin cezalarının sayısında artış olduğunu ortaya koydu.
Buna göre 2001 yılında 1 akademisyen hakkında üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası verildi. 2005’te 16 akademisyen, 2007’de 11, 2009’da 17 akademisyen hakkında intihal iddiasıyla başvuru yapıldı.
-İNTİHAL GEREKÇESİYLE VERİLEN DİSİPLİN CEZALARININ 39’U YARGIYA TAŞINDI-
CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar, YÖK Başkanlığı’na intihal iddiasıyla gelen dosyaları, verilen disiplin cezalarını, kaçının yeniden incelemeye alındığını, yeniden inceleme yoluyla disiplin cezaları kaldırılan akademisyenleri sordu.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca, 24 Ekim 2011 tarihli yazıyla soru önergesini yanıtladı.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, başkanlıklarının intihal gerekçesiyle verdiği disiplin cezalarının 39’unun idari yargıya taşındığı, 7’sinin iptal edildiği, 12’si hakkında da Disiplin Cezalarının Affına Dair Kanun kapsamında işlem yapıldığını bildirdi.
-2000-2007 YILLARINDA İNTİHAL NEDENİYLE VERİLEN CEZADAN 4’ÜNE İTİRAZ YAPILDI-
Milli Eğitim Bakanı, 2000-2007 döneminde, intihal nedeniyle verilen disiplin cezasından 4’ünün ilgililerin itirazı üzerine Kurullarınca yeniden değerlendirildiği, ancak daha önceki kararlarda herhangi bir değişikliğe gidilmediğini ifade etti.
-YILLARA GÖRE İNTİHAL İDDİASI İLE İLGİLİ UYGULANAN DİSİPLİN CEZALARI-
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, yıllara göre intihal iddiası ile ilgili başvurular ve uygulanan disiplin cezaları hakkında da bilgi verdi.
Milli Eğitim Bakanı’nın verdiği bilgiye göre, 2000 tarihinde 1 akademisyen hakkında başvuru yapıldı ve üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası uygulandı. 2001’de 1 akademisyen hakkında yapılan başvuruda üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası verildi.
-2009’da 17 AKADEMİSYEN HAKKINDA BAŞVURU YAPILDI-
2002’de intihal iddiasıyla ilgili 3 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; üniversite öğretim mesleğinden çıkarma oldu.
2003’te 10 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma, 3 alt ceza- görevinden çekilmiş sayma cezası oldu.
2004’te 6 akademisyen ile ilgili başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve 1 alt ceza- görevinden çekilmiş sayma cezası şeklinde oldu.
2005’te 16 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 6 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve 2 alt ceza-görevinden çekilmiş sayma cezası.
2006’da 9 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları 5 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma.
2007’de 11 akademisyen hakkında intihal iddiasıyla ilgili başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 üniversite öğretim mesleğinden çıkarma.
2008’de 6 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 1 alt-ceza görevinden çekilmiş sayma cezası.
2009’da 17 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 alt-ceza-görevinden çekilmiş sayma cezası.
2010’da 9 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 2 alt-ceza- görevinden çekilmiş sayma cezası.
2011’de 7 akademisyen hakkında başvuru yapıldı. Uygulanan disiplin cezaları; 3 alt-ceza-görevinden çekilmiş sayma cezası.

19 Kasım 2011

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta - Türkiye'de bilimsel araştırma da yapılmıyor bilimsel yayın da (ZAMAN)

Abdullah Gül Üniversitesi'nin temel atma törenine katılan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, burada yaptığı konuşmada şunları söylüyor:
"Bilimsel yayın artışında üçüncü ülke durumundayız. Geçen yıl 17'nci sıradaydık. Bu yıl sırada yükselme olacak. Layık olduğumuz seviyeye ulaşacağız. Layıkıyla yapamadığımız tek konu ise elimizdeki bilgileri teknolojiye çevirememek. Bizde 27 bin makale basılıyor. Bunlardan patent alınan makale sayısı 85 civarında. İsrail'de 4 bin civarında makale basılıyor. Bin 500'üne patent alınıyor."
Bilimsel yayın nedir?
YÖK Başkanı'nın sözlerinde sevindirici ve üzücü kısımlar var. Önce iyiden başlayalım. Ülkemizde bir senede 27 bin bilimsel yayın yapılıyor olması gerçekten inanılmaz bir başarıyı gösteriyor. Hele de bilimsel yayın artışında dünya üçüncüsü olmamız insanı gerçekten de gururlandırıyor.
Kötü haber ise bu bilimsel yayınların pek bir işe yaramıyor olması. YÖK Başkanı bunların sadece 300'de bir tanesinin dişe dokunur yayın olduğunu belirtiyor. Miktarlarıyla övündüğümüz bu binlerce yayının çoğunun bilimin işine yaramayan, çöpe giden birtakım karalamalar olduğu ortaya çıkıyor.
Bir senede yapılan 27 bin bilimsel yayının tam olarak bilmiyorum ama çok önemli bir kısmını tıbbi bilimsel yayınların oluşturduğu söylenebilir.
Peki, tıbbi bilimsel yayın nedir, bunları kim ne için, nasıl yapar, bunların sayısı mı önemlidir, kalitesi mi? Gelin bu sorulara cevaplar arayalım. Bilimsel araştırmaların, gözlemlerin, yorumların, bilgilerin yazı haline getirilip bir dergide veya kitapta yayınlanmasına genel olarak "bilimsel yayın" adı verilir. Tıp alanındaki bilimsel yayınların çeşitleri vardır:
İşleri gerçekten ve sadece araştırma olan bilim adamlarının yayınları: Bunlar belirli alanda, birbirini izleyen, birinden alınan sonuca göre yenileri düzenlenen ve böylece zincirleme olarak giden araştırmalardır. Bu araştırmalardan biri eksik olduğunda bilim dünyasında bir boşluk olur. Bu araştırmalar sonucunda o güne kadar bilinmeyen bir şey ortaya çıkabileceği gibi doğru bilinen bir şeyin yanlış olduğu da gösterilmiş olabilir.
Ülkemizde bu manada tıbbi bilimsel yayın yapılıyor olabilir ama bunların sayısının çok az olduğu ve çoğunun da fizyoloji, farmakoloji, biyokimya gibi temel tıp bilim dallarında gerçekleştirildiği söylenebilir.
Akademik kariyer için gereken yayınlar: Yayın artışında dünya üçüncüsü olmamızı sağlayan yayınlar bu grupta yer alır. Bunlar doçent, profesör olmak isteyenler için gerekli nüfus cüzdanı fotokopisi, ikametgâh senedi, 4 adet vesikalık fotoğraf gibi evraklardandır.
Bu yayınların çoğu daha önce defalarca yapılmış olanların tekrarı, üstelik kötü bir tekrarıdır ama makale yeni bir icat veya keşif yapılmış havasında yazılır. Mesela, bu tür yayınlarda akciğer kanserinin en önemli sebebinin sigara olduğu; astımlılarda kriz sırasında bronşların daraldığı; tüberkülozun mikrobik ve bulaşıcı bir hastalık olduğu gibi sonuçlara varılır.
Hasta dosyalarının taranarak elde edilen bulgularla yapılan "retrospektif yayınlar" da bilimsel değeri olmayan çalışmalardır.
Arada bir iki tane punduna getirilmiş birbiriyle ilgisiz "hayvan deneyleri" (bu hayvanlara öyle acırım ki!) de olabilir. Bir vaka münasebetiyle hazırlanan çok sayıda "münasebetsiz" yayın da değersizdir. Bu grupta yer alan yayınların bilim dünyası için hiçbir önemi yoktur. Hatta bunları yapan kişi bile bunları bir daha okumaz. Önemli olan eksik evrakları tamamlamak, yani belirli bir yayın sayısına ulaşmaktır.
Yayın sayısını artırmak için çok sıkı işbirliği yapmak da âdettendir. Mesela 4 kişi senede ikişer yayın çıkarırsa toplamda hepsinin 8'er yayını olmuş olur. Bu tür yayınlar kişi muradına erdikten sonra birden bıçak gibi kesilir. Bilim dünyası senede 8-10 yayın yapan bu bilim adamlarına ne olduğunu merak etmez hiç.
İyi niyetle yapılan yayınlar: Akademik hayatları süresince çalışmalarını değerlendirmek, başkaları ile paylaşmak, kıyaslamak, tartışmak ve kongrelerde sunmak için yapılan iyi niyetli yayınlar da vardır. Bunlar, bilimsel yöntemlerle yapılmış olan, bazıları muteber dergilerde yayınlanma imkânı da bulan çalışmalardır.
Bu tür yayınlar mutlaka yapılması gereken "önemli" ve "gerekli" yayınlar olmakla beraber gerçek manada bilimsel araştırmalar olmayan "klinik çalışma"lardır.
Dostlar alışverişte görsün türü yayınlar: Kongrelere daha kolay katılmak, akademik çevrelere ve özellikle de ilaç firmalarına "çalışıyor" gözükmek için alelacele ve baştan savma yapılan, kimsenin okumaya bile tenezzül etmediği, çoğu kongre özet kitaplarında kalan yayınlardır. Bu tür yayınların da yekunu oldukça fazladır.
Gelelim neticeye: Tıpkı bir ülkedeki doktor sayısının değil bunların aldıkları eğitimin ve doktor kalitesinin önemli olması gibi tıbbi bilimsel yayınların da sayısı değil niteliği önemlidir:
1. Gerçek bilimsel yayın akademik ilerleme veya yayın sayısını artırmak için değil, bilimsel araştırmaların sonuçlarını tıp dünyasına duyurmak için yapılır.
2. Ülkemizde tıbbi bilimsel yayın yapmak için gerekli laboratuvarlar da teknoloji de maddi imkânlar da ve en önemlisi bunları sağlayacak sistem de yoktur.
3. Ülkemizde tamamen veya kısmen iyi niyetle yapılan ama gerçekte kimsenin bir işine yaramayan külliyetli miktarda bilimsel yayın vardır.
4. Ülkemizde akademik kariyer için yayın şartı kaldırıldığında veya ilaç firmaları biz artık kimseyi kongreye götürmüyoruz dediklerinde bu yayınların sayısı bıçak gibi kesilecektir.
5. Akademik kariyer için prosedür gereği bilimsel yayın yapılmasına kimse bir şey diyemez, hatta saygı da duymak gerekir. Eksik evrakları kanuni yollarla tamamlamak herkesin hakkıdır. Nihayetinde hepimiz de aynı yollardan geçtik.
6. Asıl üzücü olan, yaptıklarını gerçekten "bilimsel araştırma" ve kendilerini de "araştırmacı bilim adamı" zannedenlerin olmasıdır. Felâket de buradadır ve maalesef bunların sayısı sanıldığından çok daha fazladır.

11 Kasım 2011

Murat Bardakçı - Yüksek lisansın rezaleti, doktoranın sefaleti (HABERTÜRK)

GEÇENLERDE bir üniversitenin doçentlik jürisine katılan tarihçi arkadaşlar anlattılar: Anadolu'da yeni açılmış üniversitelerden birinden gelen doçent adayına konusu ile ilgili kaynakları nasıl araştırdığını sormuşlar, hazret şaka gibi bir cevap vermiş, "Google'a bakarım" demiş...
Hocalar önce şaşırmışlar, derken "Haydi evlâdım git, metodolojinin ne olduğunu Google'da biraz daha araştır ve iki sene sonra tekrar gel" deyip çaktırmışlar...
Birkaç senedir pek bir moda oldu: Adam e-mail gönderiyor, "Filânca konuda tez yapıyorum, konumla ilgili olarak hangi kaynaklara başvurmam gerektiğini bildirir misiniz?" diye soruyor. Kendini daha samimi hissedeni "Bu konuda elinizde bulunan kaynakları gönderirseniz sevinirim" diyor; tezini yahut ödevini teslim gününe kadar bilmemnesini yayıp oturmuş olanlar ise utanmayı falan bir tarafa bırakıp küstahça talep ediyorlar: "İki günüm kaldı, kaynakları hemen bildirirseniz sevinirim".
HOCA DA BİLMİYOR Kİ!
İşte, ilim merkezi üniversitelerimizin hâli... Bilim adamı adayı çalışmakla, araştırmakla ve hocaya sormakla öğreneceği kaynaklar hakkında ya Google'dan yahut e-mail'den medet umuyor!
Metod konusunda önceliği Google'a veren unvanlı akademisyenin yaptırdığı master ve doktora tezlerinin kalitesini düşünün: Fen bilimlerinde yapılan tezler hakkında bir şey söyleyemem, zira bilmediğim bir konu ama YÖK'ün internet sitesinden sosyal bilimlerle ilgili tezlere, özellikle de edebiyat ve tarih üzerine yapılan çalışmalara baktığınızda çoğunun lime lime döküldüğünü görürsünüz.
Meselâ, bir konu hakkında derinlemesine araştırma yapma, bilinmeyenleri ortaya çıkartma ve ortaya yepyeni bir eser koyma demek olan "doktora" kavramı, edebiyat alanında birkaç seneden buyana "metin yayınlama" seviyesine indi. Hocası, klasik edebiyat doktorası yapan öğrenciye birkaç asır önce yaşamış ikinci, hattâ üçüncü dereceden bir şairin divanını veriyor, "Al, bunu yayınla" diyor, öğrenci metni "h"nın altına çengel, "n"nin üzerine yay, "k"nın dibine de nokta koyarak yani transkripsiyon alfabesi ile yeni harflere çeviriyor, bir giriş, yarım sayfalık da bir sonuç ilâvesi ile bilgisayara giriyor ve buyurun size 2000'li senelere mahsus bir doktora tezi!
BİR AYDAN NE HABER?
İki hafta, haydi bilemediniz en fazla bir ay içerisinde başka bir alfabeye nakledilebilecek bir metne seneler harcatmak ve adına da "doktora" demek, ayıptır! Ama, memleketin dört bir köşesinde ortaokul açarcasına üniversite açılır ve tez hocalığı da kendi doktorasını Google vasıtası ile yapmış olan yardımcı doçente verilirse, netice böyle olur.
Yeni açılan ve hoca kadrosu zayıfolan üniversitelere tez yaptırma yetkisi verilmemesi konusu ciddî üniversite çevrelerinde birkaç seneden buyana zaten konuşuluyordu fakat çok haklı ve yerinde olan bu görüş, bir türlü hayata geçirilemedi. YÖK, yeni fakültelerin tez yaptırıp unvan verme yetkisini almak yerine başka bir uygulama başlattı, jürilerdeki akademik unvanlı hoca sayısını arttırdı ama netice hâlâ nafile ve tezlerdeki mâlûm kalitesizlik berdevam! Üstelik tez konuları ile ilgili koordinasyon da bir türlü sağlanamadı; bu işi yapacak bir merkez hayata geçirilemedi ve hâlen aynı konuda iki, üç, hattâ dört ayrı üniversitede aynı anda tez yaptırılıyor.
Doçentlik yahut profesörlük sadece kadro ile alâkalı unvanlardır, bir bilim adamının hayatı boyunca taşıyacağı tek akademik unvan "doktora"dır.
Ama bu kavram Türkiye'de artık böyle bol keseden dağıtılır hâle gelmiş olması yüzünden maalesef ayağa düşmüş vaziyettedir ve doktora yaptırma yetkisi lise ayarındaki yeni fakültelerden alınıp sadece köklü üniversitelere verilmediği takdirde tamamen yerlere serilecektir!

7 Kasım 2011

Prof. Dr. Ayşe Erzan: "Bilimde hırsızlık yapanın üstü örtülüyor" (Hürriyet)

Prof. Dr. Ayşe Erzan, bilimin de bir raconu olduğunu belirterek, bilimsel hırsızlığın önlenmesinin iki önemli yolu olduğunu söyledi: "Tek seferde meslekten men edilmesi yaptırımı belki biraz derecelendirilmeli. Çok ağır bir yaptırım olduğu için uygulanamıyor. Ve ilköğretimden itibaren çocuklara 'bilim etiği' dersi verilmeli."
Gündemden düşmeyen bir konu intihal. Diğer adıyla bilimsel hırsızlık. Özellikle de akademisyenlerin sürekli tartıştığı ve önüne geçmeye çalıştığı bir konu. Ancak her nedense ne bir türlü engellenebiliyor ne de bunun doğru bir şey olmadığı koskoca bilim insanlarına anlatılabiliyor. İntihal'e adı karışan rektör de var, öğretim üyesi de. İntihal ile birlikte bilimde etik konusuna kafa yoran İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Erzan, geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi tarafından düzenlenen 'Bilim Etiği' gününde 'Bilim Raconu' başlıklı bir konuşma yaptı.
Racon kelimesine başka konularda alışkınız ama bilim ile racon kelimesi yan yana gelince konu daha da ilgi çekici hale geliyor. Prof. Erzan'la bu nedenle 'Bilimin Raconu'nu konuştuk.
"Bilimin en önemli raconu tıpkı diğer mesleklerde olduğu gibi dürüstlüktür" diyen Erzan, diğer kuralları ise şöyle sıralıyor: "Çalmamak, çırpmamak, haksız rekabete neden olabilecek şekilde dolandırıcılık yapmamak."
Bu çalma çırpma yöntemlerinden birinin de sık sık gündeme gelen 'intihal' olduğunu belirten Prof. Erzan, bilimsel hırsızlığın önlenebilmesi için Türkiye'de öncelikle cezai yaptırımların yeniden düzenlenmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü Erzan'a göre, ilk intihal olayında direk 'meslekten men etme' biraz da bu tür olaylarla karşılaşınca üstünün örtülmesine neden oluyor.
İntihalin üstü örtülüyor
Prof.Dr. Ayşe Erzan, izlenebilecek yolları ise şöyle sıralıyor:
"Örneğin ilk seferde kuvetli bir uyarı yapılabilir. İkincide belki daha ağır bir uzaklaştırma cezası. Ama üçüncü tekrarında meslekten men etme biçiminde, insanları biraz da öğrenmeye ve davranışlarını düzeltmeye sevk edecek yaptırımlar silsilesi olması, pratikte daha doğru sonuçlara yol açarmış gibi geliyor bana."
Prof. Erzan'a intihalin neden makaleler uluslararası dergilerde yayımlandığında ortaya çıktığını ve Türkiye'de geç farkedilmesinin nedenini sorduğumuzda ise şu yanıtı alıyoruz:
"Maalesef biz kendimize bir başkasının gözüyle baktığımızda kendimizi görebiliyoruz. Yani çalıntı makaleler uluslararası dergilerde yayınlandığında millet bunu tartışmaya başladı. Ama ondan önce de hem akademik kurullarda, hem Türkiye Bilimler Akademisi'nde bunu dert eden insanların ve üniversitelerin artık yavaş yavaş kurulmaya başlayan etik kurulların gündemindeydi her zaman bu konu. Farkediliyor elbette ama sıklıkla üstü örtülüyor. Disiplin kurullarına yansıyan ya da yansımadan üstü örtülen çok daha yaygın durumlar var. Ayrıca uluslararası makalelerde yayımlandığında yine Türkiye'den hocalar bunun ortaya çıkmasını sağlıyor, konunun üstüne gidiyor. Dediğim gibi tek seferde meslekten men etme gibi çok ağır bir yaptırımı var. Bu biraz üzerinde fazla düşünülmeden konulmuş bir uygulama gibi geliyor bana."
İlköğretimde önce öğretmen örnek olmalı
İntihalin önüne geçmek için özellikle doktora danışmanlarına büyük görev düştüğünü hatırlatan Erzan, öğrencilere bunun eğitiminin verilmesi gerektiğinin de altını çiziyor:
"Bunun eğitiminin de verilmesi çok önemli. Öğrencilerin mecburi ders olarak bunu mutlaka almaları gerektiğini düşüünyorum. Buna daha erken başlamak gerekiyor aslında. İlköğretimde ya da lisede bir öğrenci bir dönem tezi hazırlarken, bunu nasıl yapacağını, nasıl kaynak göstereceğini o aşamada öğrenmeli. Ve hakikaten okuldan uzaklaştırmak gibi çok ağır sonuçları olabileceğini de o zaman görüp öğrenmeli. Bununla ta doktora aşamasında karşılaşmak doğru değil."
İlköğretim ve lise öğretmenlerinin de bu konuda dikkatli olması gerektiğini belirten Ayşe Erzan, "Eğer öğretmen, öğrencilerle paylaştığı bir bilgiyi hangi siteden aldığını öğrenciye söylerse ve ödev hazırlayan öğrenciden de internetten aldığı bilgilerin kaynağını, web adresini yazmasını isterse o zaman öğrenci kaynak göstermesi gerektiği bilincine varır." Erzan'ın değindiği bir diğer konu ise özellikle öğrencilere tablet bilgisayarlar dağıtıldığı zaman bu konuda daha dikkatli olunması.

3 Kasım 2011

Araştırmacı itiraf etti: Verileri uydurdum (NTV)

Makaleleri uluslararası bilimsel dergilerde yer bulan Hollandalı psikolog Diederik Stapel, yıllar boyunca araştırma verilerini "uydurduğunu" itiraf etti. 
Tilburg Üniversitesi'nde çalışan Stapel, bir bilimadamı olarak başarısız olduğunu ve yaptıklarından utandığını, ancak ağır "performans baskısının" kendisini sahte araştırmalar yapmaya ittiğini söyledi.
Bu yılın başlarında Stapel'in bazı çalışmalarını yayımlayan saygın bilim dergilerinden Science, konuyla ilgili editoryal bir uyarı yaparak, Stapel'in verilerinin güvenirliğinin kuşkulu olduğunu açıkladı.
Tilburg Üniversitesi'nin, çalışmalarıyla ilgili eylül ayında soruşturma başlatmasının ardından Stapel'in üniversitedeki görevi de askıya alınmıştı.
Science Genel Yayın Yönetmeni Bruce Alberts, yazısında "Resmi raporun, Stapel'in sahtekarlığının çapının oldukça geniş olduğunu ortaya koyduğunu" belirtti.
Hollanda gazetesi "Brabants Dagblad"a bu hafta bir açıklama yollayan Stapel, "verileri çarpıttığını" kabul ederek, davranışları nedeniyle özür diledi.
Stapel, "Bir bilimadamı, bir araştırmacı olarak başarısız oldum. Araştırma verilerini çarpıttım ve sahte araştırmalar yaptım. Sadece bir kez değil çok defa ve sadece kısa bir dönem değil uzun bir dönem bunu yaptım. Bundan utanç duyuyorum ve gerçekten üzgünüm" yazdı.
Science dergisinde nisan ayında, Stapel ve meslektaşı Siegwart Lindenberg'in ortak imzasıyla yayımlanan araştırmalardan birinde, dağınık ve düzensiz bir ortamda yaşayan insanların diğer insanlara karşı "ayrımcılık" yaptığı iddia edilmişti.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.