NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın

2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

Bilim Akademisinin Sahte Belge ve İmza Üretimi Hakkındaki Açıklaması (2025) lütfen tıklayın

“Sahte Diploma Soruşturması” Hakkında Kamuoyu Bilgilendirmesi - Türkiye Barolar Birliği (2025) lütfen tıklayın

Sakarya Gazetesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sakarya Gazetesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mart 2023

Prof. Dr. Rıdvan KARLUK - Şeker Dağıtır Gibi Diploma İkram Edilmez (Sakarya Gazetesi)

Ulusal basında yer alan sayın Ali Mahir Başarır’ın  “Şeker Dağıtır Gibi Diploma İkram Etti” başlıklı yazısı dikkatimi çekti: “ YÖK Denetleme Kurulu Başkanlığı bu üniversitedeki yüksek lisans ve doktora programlarını inceliyor, öğrencilerin durumlarıyla ilgili ‘Rize, Kastamonu rektörlük kontenjanı’ diye bir şey görüyor ve inceliyor. Ardından lisansüstü ve doktora diplomalarının iptaline karar veriyor. Çünkü bu kişiler hiç gelmemiş, hiç sınava girmemiş, okulun yolunu bilmiyor ama bu Rektör kendisine gelenlere şeker dağıtır gibi diploma ikram ediyor.”

Sayın Başarır’ın tespiti önemlidir. Başarır, THK Üniversitesi’ndeki skandalı açıklıyor. Bunun üzerine söylenecek söz yok. Fakat Türk üniversitelerinde buna benzer skandallar  yok değil. Kendisi öğretim üyesi olmadığı için sadece  THK Üniversitesi’ndeki skandalı açıklamış. Fakat  üniversitelerde  bundan çok daha önemli skandallar  olmasına rağmen bunlar basına yansımıyor. Bunlardan birini şimdi açıklayacağım ki  YÖK tarihine geçsin.

Ankara’da  önemli bir tıp  profesörünün adını taşıyan bir vakıf üniversitenin öğretim üyeliği kadrolarına yükseltilme ve atanmak için gerekli ilkeler, 28 Haziran 2008 tarih ve 5772 sayılı Kanun ve Öğretim Üyeliğine Yükseltilme ve Atanma Yönetmeliğinde belirtilmiştir. Adaylar; profesör kadrosuna başvurabilmek için toplam 300 puan almış olmalı, bu puanın 100 puanı, doçentlik unvanını aldığı tarihten sonra olmalı, yayınlarından birini “Başlıca Araştırma Eseri” olarak göstermeli ve SCI, SCI (expanded, SSCI( Social Science Citation) indekslerinin kapsamındaki indekslerde yayınlanan tam metinli en az 1 atıflı orijinal makale veya 2 orijinal yayın olmalıdır. 

YÖK mevzuatında  profesör atanma süreci  bellidir:   “Profesörlük kadrosuna başvuran adayların durumlarını ve bilimsel niteliklerini tespit etmek için üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü yönetim kurulunca EN AZ ÜÇÜ BAŞKA ÜNİVERSİTELERDEN… olmak üzere İLAN EDİLEN KADRONUN BİLİM ALANIYLA İLGİLİ BEŞ PROFESÖR SEÇİLİR. Bu profesörler her aday için ayrı ayrı olmak üzere birer rapor yazarlar ve kadroya atanacak birden fazla aday varsa tercihlerini bildirirler.”

Burada iki temel şart vardır: “en az üçü başka ÜNİVERSİTELERDEN,” ve  “ilan edilen kadronun BİLİM alanıyla ilgili beş profesör.”

Söz konusu iki şart  örnek atamada yerine  getirilmemiştir. Bilim jürisi öğretim üyeleri,  adayın geçmişte görev yaptığı ve çok yakın çalışma arkadaşları olan Ankara’daki bir  “devlet üniversitesi”nden “özellikle” seçilmiştir. Ayrıca, seçilen bilim jürisi üyeleri “ilan edilen kadronun BİLİM alanıyla ilgili” değildir. İlgili bilim alanı “Uluslararsı Ticaret ve Finansman” olmasına rağmen bilim jürisi üyelerinin hiçbiri açılan kadronun bilim alanından olmayıp, daha da önemlisi üniversite içinden belirlenen üye ise  “iktisatçı” değil “MALİ HUKUKÇU”dur.

İlgili vakıf üniversitesinde  öngörülen profesöre  atamasının  hukuk dışı  olacağına ilişkin bir  not, aynı üniversitede çalışan bir Doç. Dr.  tarafından  “14.04.2018” tarihinde 9 dipnot verilerek açıklanmıştır. Notun açıklanmasından yaklaşık bir yıl sonra notu yazan doçentin işine  kendisinden “EK BİR AÇIKLAMA” (73712050-138/46) alındıktan sonra “26.03.2019” tarihinde   son verilmiştir.

Fakat neden işine son verildiği  açıklanmamıştır ama sebep 14 Nisan 2018 tarihinde bana mail olarak gönderilen nottur.  Notta yer alan 9 dipnot YÖK tarihine geçecek kadar önemli olduğu için aşağıya alınmıştır. Dipnotlar açıldığında söz konusu olan üniversitede nasıl bir “SİYASİ YAPILANMA” olduğu hemen ortaya çıkar.
 
İlgili vakıf   üniversitenin profesör atamasında kullandığı YÖK tarihine örnek olarak geçecek 9 “atama kriteri”  aşağıdadır. Bilim dışı bu kriterler YÖK tarafından   onaylanmamıştır.  YÖK’ün atanma şartları belli iken Türkiye’de ve dünyada hiçbir üniversitede olmayan  söz konu “gülünç”  bilim dışı 9 kriterin Türkçesi ve İngilizcesi  aşağıdadır.
 
Bu kriterler ile söz konusu vakıf üniversitesi dışında   hiçbir Türk üniversitesinde profesör ataması yapılmamıştır. Bir  YÖK Yürütme Kurulu üyesi söz konusu kriterlerin “ÖLÇÜLEMEZ” olduğunu açıklayarak önemli bir tespitte bulunmuştur. Bu tespite rağmen YÖK  bu kriterlerin geçerliliği konusunda bir açıklama yapmamıştır.
Bu konuda URAP, (Universty Ranking by Academic Performance) 2022-2023 dünya sıralamasında makale ve atıf puanları hesaplanırken etki değeri yüksek olan dergilerdeki makaleleri (üst %75’lik dilim (Q1, Q2, 2 Q3) sıralamaya dahil etmiştir. Etki değeri en düşük olan son %25’lik dilime (Q4) giren dergilerdeki makaleler ile etki değeri sıfır veya henüz belirlenmemiş olan dergilerdeki makaleler sıralamada değerlendirme dışında bırakılmıştır.

URAP sıralamasının temeli; bilimsel üretkenlik ve akademik ürünlerin kalitesidir. 
URAP Araştırma Laboratuvarı 2009 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Enformatik Enstitüsü bünyesinde kurulmuştur. Amacı, yükseköğretim kurumlarını akademik başarıları doğrultusunda değerlendirebilmek için bilimsel metotlar geliştirmek ve yapılan çalışmaların sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmaktır. 

Hedef, elde edilen veriler ile üniversitelerin kendi akademik performanslarını diğer üniversitelerle karşılaştırabilmesine ve belirlenen göstergelere göre gelişmeye açık yanlarını fark etmelerine yardımcı olmaktır. Üniversiteler arasında en fazla bilimsel makale yayımlamış olan 3000 üniversite belirlenmiş ve URAP göstergelerine göre puanlanıp sıralanmıştır.

URAP sıralamasının temeli; bilimsel üretkenlik ve akademik ürünlerin kalitesidir. Bu konuda URAP Başkanı sayın  Prof. Dr. Ural Akbulut’un   profesör atanması ile ilgili 9 kriter hakkında benimle paylaştığı görüşü  önemlidir: 
“Sayın …,  maalesef bazı üniversitelerimizde atamalar sırasında bu tür sorunlar olduğunu duyuyoruz. Umarım zamanla atama ve yükseltmeler sadece akademik performansa dayalı hale gelir, Saygılarımla. Ural Akbulut. 25 Aralık 2022”
 
Bu hukuk dışı süreçte çok önemli bir hukuk ihlali daha vardır. Bilim jürisi üyeleri, YÖK mevzuatı yok sayılarak atanan  öğretim üyelerinin yakın arkadaşlarıdır. Çünkü geçmişte X Üniversitesi İİBF’de birlikte görev yapmışlardır.  Daha  ilginç olanı, bilim jüri üyelerinden biri geçmişte YÖK mevzuatı yok sayılarak atanan öğretim üyesi ile  bir “Yüksek Lisans” tezinde birlikte Y üniversitesinde görev yapmışlardır. Bu üyenin  jüri üyesi olması, TCK kapsamında “görevi kötüye kullanma” suçudur ama   üniversitesi bu konuda derin bir sessizliğe  bürünmüştür.

4 yıldır devam eden sürecin bir başka yönü de daha vardır.  Almanya’ya iltica etmiş ve pasaportuna Hannover Başkonsolosluğu  tarafından el konulmuş olan ve hakkımda dava açan bir asistan hakkında tez yaptığı üniversitedeki soruşturmacı öğretim üyesinin göndermiş olduğu mail   aşağıdadır. Bu durum, sözün bittiği yerdir: 
“Bu şahıs örgütün propaganda yüzü. Kendisinin 100 kişilik gruba eşdeğer gücü var. Bütün yazıları şifreli mesajlar içeriyor. Kesinlikle emniyet ve istihbaratın üzerinde durması gerektiği bir şahız, çok tehlikeli” 

Sayın Ali Mahir Başarır’ın dediği gibi üniversitelerde eğer “Şeker Dağıtır Gibi Diploma İkram Edilirse” ne olacağı, yukarıdaki örnek dikkate alınırsa bellidir. Atanmayan adayın akademik başarı ile  YÖK mevzuatı yok sayılarak atanan adayın  akademik başarısı şöyledir: Atanmayan aday: “Akademik Yaklaşık 2.870 sonuç bulundu.” (0,07 sn)” Atanan aday: “Akademik Yaklaşık 536 sonuç bulundu (0,05 sn)” Fark: 2.334. Bu nedenle diploma ve diplomanın arkasında yer alan notlar, öğretim üyesinin namusudur, onun için Bayram Şekeri gibi dağıtılmamalı, bu konuda çok dikkat edilmelidir. Eğer aksi  örneğimizdeki gibi olursa, Türk üniversitelerinin dünya sıralamalarındaki şimdiki yerini bile koruması mümkün değildir.

1 Şubat 2016

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - Taha Akyol’un “Bilimin Neresindeyiz?” Sorusuna Cevaptır (Sakarya Gazetesi))

Hürriyet Gazetesi’nde Taha Akyol’un 21 Ocak 2016 tarihli yazısının başlığı “Bilimin Neresindeyiz?” idi. Sayın Akyol yazısında “Bilimde İran Türkiye’yi geçti” yorumunda bulunmuştur. Bunun sebeplerini kendi açısından açıklamıştır. Saygı duyarım. Ama Türk üniversitelerinde bilimsel hırsızlık (intihal) yaparak yükselen öğretim üyelerine değinmemiştir. Fakat, 22 Ocak 2016 tarihindeki “Üç Ülkede Bilim” başlıklı yazısında üniversitelerde “Liyakat, akademik ahlak ve akademik özgürlük egemen olmalıdır” diyerek üniversitelerimizde bilimsel hırsızlıklara dikkati çekmiştir.
Eğer bir ülkede bir eski YÖK Başkanının AİHM kararıyla intihal yaptığı tespit edilmiş ise, doğal olarak bilimde İran’ın Türkiye’yi geçmesi normaldir. Çünkü İran üniversitelerinde bilimsel hırsızlık yaparak yükselen öğretim üyesi yoktur.
Bilimsel hırsızlık ağır bir suç olduğu için üniversitelerimizde bu suça karışanlara hoşgörü gösterilmemelidir. Çünkü gerçek bilim insanı çalmaz, çaldırmaz. Çalanlar ile de mücadele eder. Bu mücadelesinde ona köstek olmak isteyenler de çıkabilir. Gerçek bilim insanı hırsızlıkları örtmeye çalışanlarla mücadele eder ama Türkiye’de hırsızların yaptıklarını açığa çıkarmaya çalışanların önü kesilmeye çalışılır.
Nasıl yapsam da bu işi örtsem ya da örtülmesine katkıda bulunsam diye çabalayanlar, maalesef Türk üniversitelerinde hırsızlarla mücadele edenlerden daha çoktur. İşin örtülmesine çalışanlar eğer yaygınlaşırsa, o ülkede gidiş kötüdür. “Üniversitelerde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır” özdeyişini hiçbir zaman unutmamak gerekir.
İntihal genelde bilinçli olarak hızla yükselmek amacıyla yapılır. Bilgi çalmak ile simitçiden simit çalmak arasında fark yoktur. İlki çok daha tehlikelidir. Çünkü, bilgi çalıp yükselenlerin bu alışkanlıkları genç nesillere kötü örnek olur.
İntihal, Türkiye’de bilimin gelişmesinin önündeki en büyük engeldir.
Türkiye’de bilim insanımızın çoğu intihal ile karşılaştıklarında korkup çekinirler. Yasal haklarının da farkında değildirler. Bu durum bilim hırsızlarını cesaretlendirmekte ve eylemelerini hiç korkmadan gerçekleştirmelerine imkan sağlamaktadır. Bir akademisyen en az 30-50 arasında ulusal ve uluslararası yayın ile kendisini kabul ettirmişken, intihalciler çok daha fazla yayın yapmalarına rağmen bilim dünyasında hiç tanınmazlar.
Hırsızlık yapan öğretim üyeleri şikayet olması durumunda hemen komplo girişiminde bulunurlar. Ciddi bilim insanları pozitif enerji veren, ilkeleri olan, hoşgörülü iken, intihalciler daha çok yavuz hırsız davranışı içindedirler. Türkiye’nin güvenilir intihal (plagiarism) konulu internet portalının arşiv bölümünde   son on yılda yazılı basın ve internet ortamında 402 adet intihal ve bilimsel sahtecilik konulu haber ve yazı yer almıştır.
Bu haber ve yazıların tamamında YÖK ve üniversitelerin bilimsel sahtecilik olayları karşısındaki örtbas etmeye odaklanmış sorumsuzluğu eleştirilmektedir. Plagiarism internet portalında
2007 yılında öğretim üyelerinin karıştığı intihal konulu 82 haber ve yazı vardır. İntihal olayında adı geçen çok sayıda kişi profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi unvanlara sahip olup, içlerinde her türlü akademik ve idari görevlere atanan öğretim üyesi bulunmaktadır (http://plagiarism-turkish.blogspot.com.tr). 
Bu duruma engel olabilmek için bağımsız bir Ulusal Bilim Etiği Konseyi kurulmalı, intihal ve bilimsel sahtecilik suçlarını bu Konsey ele almalıdır. İntihal ve bilimsel sahtecilik suçlarının soruşturulması üniversitelere değil, kurulacak Konsey’e devredilmelidir.
Üniversiteler ve YÖK Konsey’in aldığı kararları uygulamakla sorumlu olmalıdır. Konsey’in oluşumu, çalışma yöntemleri, bilimsel etiğe aykırı eylemlerin ve de üniversite yöneticileriyle YÖK'ün Konsey’in kararlarını uygulama sorumluluklarının neler olacağı belirlenerek yasal bir düzenleme yapılmalıdır. Aksi takdirde üniversitelerde bilimsel sahtecilikler önlenemez.
Bu sebeple YÖK’ün hazırladığı yeni Yükseköğretim Disiplin Yasası Taslağı ile personele ilişkin tüm disiplin işlemlerini yürütme ve karar alma yetkilerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir.
Yasa taslağında, bilimsel çalışmalarda ciddi sorun haline gelen araştırma ve yayın etiği ihlallerine ceza verilmesi hükmü yer almıştır. Türkiye’de geçmişte bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlalleri yasa ile disiplin suçu olarak düzenlenmediğinden, ihlallere disiplin cezası verilebilmesi mümkün olmuyordu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2012 yılında bilim hırsızlığı yapan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmalarının yasal dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir.
Karar uyarınca YÖK'ün üniversitelere gönderdiği (19 Kasım 2013) akademik sahtekarlıklara ceza vermeyin yazısından sonra bu düzenlemenin yapılması yerindedir. Çünkü, YÖK Yasası’na dayanarak çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin 11’nci maddesinin 3’ncü fıkrasına göre intihal yapan öğretim üyesi üniversite öğretim mesleğinden çıkarılıyordu.
Anayasa Mahkemesi’nin 14 Ocak 2015 tarihinde verdiği ve üniversitelerdeki disiplin cezalarına ilişkin düzenlemenin YÖK tarafından yapılması hükmünü iptal etmesinden sonra doğan boşluğu yeni disiplin yasa tasarısı ile ortadan kaldırma girişimi önemli bir hukuki boşluğun giderilmesi açısından önemlidir. Fakat, YÖK’ün açıkladığı yasa tasarısında rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemlerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir. Çünkü, “benim hırsızım iyidir” zihniyeti son bulmazsa, üniversiteler özellikle intihal olaylarını örtbas etme eğiliminden kolay kolay vazgeçmezler.
Anadolu Ajansı 22 Şubat 2011 tarihinde, Türkiye’de intihal ile suçlanan bazı öğretim üyelerine örnek olacak bir haber yayınlamıştır: “Doktorasında intihalle suçlanan Almanya Federal Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezini tamamladığı Bayreuth Üniversitesi'nden akademik unvanının geri alınmasını istedi.”
Alman Bakan’ın doktora tezinde bilimsel hırsızlık yapıp yapmadığı henüz oluşturulan bir bilimsel kurul tarafından tespit edilmemesine rağmen doktor unvanını ortaya çıkan iddialar karşısında kullanmayacağını belirtmesi, onurlu bir davranıştır. Fakat aynı onurlu davranışın Türkiye’de görülmesi mümkün değildir. Metin Münir bu durumu şöyle tespit etmiştir: “Çünkü bizde intihal akademik hayatın doğal bir parçası sayılır. Çocuğun ağlaması veya futbolcunun tükürmesi gibi. İntihal yapanın, ender haller dışında, akademik unvanı geri alınmaz.
Mine Kırıkkanat bu konuda şu yorumu yapmıştır: "Türkiye’nin 87 yıllık Cumhuriyet tarihi, düzmece doçentlik tezi iptal edilemeyen ya da edilmesine rağmen doçentlikle kalmayıp profesörlüğe kadar yükselen ve kovulması gerekirken ülkenin kaderine hükmeden sahtekârlarla dolu. Hatta son zamanlarda, ülkedeki ‘en hakiki mürşit’, sahtecilik. Her alanda, her düzeyde, öylesine yaygın bir mürşide kavuştuk ki, artık hakikiymiş numarası bile yapmıyor, sahtekârlık.”
Gazeteci ve tarihçi Murat Bardakçı’nın 12 Mart 2008 ve 2 Ekim 2015 tarihli yazılarındaki tespitlere katılmamak mümkün değildir: “Üniversitelerin intihal olayları karşısında ne kadar sessiz kaldıklarını kendi yazdıklarımın neticesinden biliyordum. Akademik hırsızlık olayıyla karşılaşan yönetim bu işi genellikle örtbas etme yolunu tercih ederdi; zira ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali vaziyetler söz konusuydu.
Seneler boyunca yazdığım ve belgeleriyle ortaya koyduğum dünya kadar intihal hadisesi önce YÖK, ardından da rektörlükler yahut dekanlıklar sayesinde örtbas edilmiş, sadece tek bir intihalciye birkaç aylık ceza verilmiş, hemen ardından o ceza da affedilmişti.
Yine de geçenlerde gönderilen ve şimdiye kadar eşine-emsâline rastlamadığım bir intihalden bahsetmeden edemeyeceğim: Unvanlı hırsızın biri, Amerikalı bir fizikçinin 1955’te yayınladığı makalesini 2000’li senelerde almış, Türkçe’ye çevirmiş ve kendi adıyla neşretmişti! Yani, teknolojinin bu kadar hızlı geliştiği bir devirde kendisinden de yaşlı bir makaleyi çalmış, hırsızlığı farkedilince fakültesine şikâyet edilmiş ama açılan soruşturmadan sonuç çıkmamıştı!”
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel yolsuzluklardan arındırılmış eserler üreten öğretim üyelerinin sayısı artmalı, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır. Bu yapılmadığı sürece Türkiye’de bilimin gelişmesi mümkün olmaz ve Türkiye İran’ın gerisinde kalmaya devam eder.

28 Aralık 2015

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - Yeni Yükseköğretim Kanunu Tasarısı ve Bilimsel Hırsızlıklar (Sakarya Gazetesi)

Geçen hafta Yükseköğretim Kurulu'nun Yükseköğretim Kanunu'na ilişkin tasarı çalışmasını başlattığı basında yer almıştır. YÖK'ten yapılan açıklamada; son yıllarda yükseköğretimdeki sayısal büyümenin YÖK'e yeni sorumluluklar getirdiği ve sistemin pek çok alanında yurt içi ve dışındaki gelişmelere cevap verecek kuramsal ve kurumsal değişikliği gerçekleştirmesini gerekli kıldığı belirtilmiştir. 
 
Yeni tasarıda üniversitelerdeki bir çeşit “yolsuzluk” olan bilimsel hırsızlıklar ile ilgili bir düzenleme yapılmalıdır. 

Dünyada eğitim ve öğretim alanında yolsuzluklara sıkça rastlanılmakta ve bu konuda geniş bir literatür bulunmaktadır. Yolsuzlukların başında gelen kopyacılık, başkasının eserini kendine mal etmek olduğundan bir sahteciliktir ve dünya bilim dünyasında oldukça yaygındır. Avrupa’da 1999 yılında başlayan Bologna Süreci; karşılaştırılabilir, uyumlu ve tutarlı bir yüksek öğretim siteminin kurulmasını hedefleyerek bilimsel hırsızlıkların önlenmesi konusunda Avrupa ülkelerinde önemli bir gelişme sağlanmasına katkı sağlamıştır. 

Uzun dönemde eğitim sisteminde yolsuzluklar, eğitimin kalitesi ve öğrenim çıktıları arasında olumsuz etkiler yaratır. Uluslararası Para Fonu’nun yapmış olduğu bir çalışmaya göre yolsuzluk, eğitimin kalitesini düşürmekte, topluma maliyet yüklemekte ve herkesi olumsuz etkilemektedir. Özellikle eğitim alanında yolsuzlukların yoğun olduğu ülkelerde eğitim çıktıları kötüleşmektedir.  

Türkçede “hırsızlık” ile “bilimsel hırsızlık” (intihal-plagiarism) kavramları sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğünde hırsızlık, “çalma, çalma suçu, sirkat” olarak tanımlanmıştır. Hırsızlık etmek (veya yapmak), başkalarının parasını veya malını çalmak anlamındadır. 

İntihal diğer bir deyişle bilimsel hırsızlık, bilim insanının yazdığı eserde başka bir bilim insanının yazdığı eserden aldığı görüşleri eserinde kendi görüşleriymiş gibi sunması ve bunları farklı bir kişinin yazdığı eserden aldığını belirtmemesidir. 
 
Bilimsel hırsızlık ağır bir suç olduğu için üniversitelerimizde bu suça karışanlara hoşgörü gösterilmemelidir. Çünkü gerçek bilim insanı çalmaz, çaldırmaz. Çalanlar ile de mücadele eder. Bu mücadelesinde ona köstek olmak isteyenler de çıkabilir. Gerçek bilim insanı hırsızlıkları örtmeye çalışanlarla mücadele eder ama Türkiye’de hırsızların yaptıklarını açığa çıkarmaya çalışanların da “gerçek dışı” bilirkişi raporları ile önü kesilmeye çalışılır.


Nasıl yapsam da bu işi örtsem ya da örtülmesine katkıda bulunsam diye çabalayanlar, toplumda hırsızlarla mücadele edenlerden daha çoktur. İşin örtülmesine çalışanlar eğer yaygınlaşırsa, o ülkede gidiş kötüdür. 
 
Bu konuyu merak edenlerin; geçen ay Sakarya Üniversitesi’nde düzenlenen bir Konferans’ta sunduğum “Türk Yüksek Öğretiminde Bilimsel Hırsızlıklar: Bir Örnek Olay: Plagiarism In Turkish Higher Education: A Case Study” başlıklı bildirimi, Gazi Kitapevi tarafından Aralık 2015’de basılan Akademik Araştırma ve Etik kitabında yer alan “Üniversitelerimizde Bilim Etiği İhlalleri ve Alınması Gerekli Önlemler” başlıklı makalemi, bu köşede 13.09.2010 ve 19.09.2010 tarihlerinde yayınlanan ve 10 binden fazla tıklanan “Gerçek Bilim İnsanı Kimdir 1” ile “Gerçek Bilim İnsanı Kimdir 2” başlıklı yazılarımı okumalarını öneririm. 


Türkiye’nin güvenilir intihal (plagiarism) konulu internet portalının arşiv bölümünde son on yılda yazılı basın ve internet ortamında 402 adet intihal ve bilimsel sahtecilik konulu haber ve yazı yer almıştır. Bu haber ve yazıların tamamında YÖK ve üniversitelerin bilimsel sahtecilik olayları karşısındaki örtbas etmeye odaklanmış sorumsuzluğu eleştirilmektedir. 2007 yılında öğretim üyelerinin karıştığı intihal konulu 82 haber ve yazı bulunmaktadır. İntihal olayında adı geçen yüzlerce kişi profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi unvanlara sahip olup, içlerinde her türlü akademik ve idari görevlere atanmakta bir sakınca görülmeyen çok sayıda öğretim üyesi bulunmaktadır (http://plagiarism-turkish.blogspot.com.tr). 

Bu duruma engel olabilmek için bağımsız bir Ulusal Bilim Etiği Konseyi kurulmalı, intihal ve bilimsel sahtecilik suçlarını bu Konsey ele almalıdır. İntihal ve bilimsel sahtecilik suçlarının soruşturulması üniversitelere değil, kurulacak Konsey’e devredilmelidir. Üniversiteler ve YÖK Konsey’in aldığı kararları uygulamakla sorumlu olmalıdır. Konsey’in oluşumu, çalışma yöntemleri, bilimsel etiğe aykırı eylemlerin ve yaptırımlarının ve de üniversite yöneticileriyle YÖK'ün Konsey’in kararlarını uygulama sorumluluklarının neler olacağı belirlenerek yasal bir düzenleme yapılmalıdır. 

Aksi takdirde üniversitelerde bilimsel sahtecilikler önlenemez. Bu bakımdan YÖK’ün hazırladığı yeni Yükseköğretim Disiplin Yasası Taslağı ile personele ilişkin tüm disiplin işlemlerini yürütme ve karar alma yetkilerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir.

Yasa taslağında, bilimsel çalışmalarda ciddi sorun haline gelen araştırma ve yayın etiği ihlallerine ceza verilmesi hükmü yer almıştır. Türkiye’de geçmişte bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlalleri yasa ile disiplin suçu olarak düzenlenmediğinden, ihlallere disiplin cezası verilebilmesi mümkün olmuyordu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2012 yılında bilim hırsızlığı yapan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmalarının yasal dayanaktan yoksun olduğuna karar vermişti. 

Karar uyarınca YÖK'ün üniversitelere gönderdiği (19 Kasım 2013) akademik sahtekarlıklara ceza vermeyin yazısından sonra bu düzenlemenin yapılması yerindedir. Çünkü, YÖK Yasası’na dayanılarak çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin 11’nci maddesinin 3’ncü fıkrasına göre intihal yapan öğretim üyesi üniversite öğretim mesleğinden çıkarılıyordu.  

Anayasa Mahkemesi’nin 14 Ocak 2015 tarihinde verdiği ve üniversitelerdeki disiplin cezalarına ilişkin düzenlemenin YÖK tarafından yapılması hükmünü iptal etmesinden sonra doğan boşluğu yeni disiplin yasa tasarısı ile ortadan kaldırma girişimi önemli bir hukuki boşluğun giderilmesi açısından önemlidir. 

Fakat, YÖK’ün açıkladığı yasa tasarısında rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemlerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir. Çünkü, “benim hırsızım iyidir” zihniyeti son bulmazsa, üniversiteler özellikle intihal olaylarını örtbas etme eğiliminden kolay kolay vazgeçmezler. 

Bilimsel yolsuzluk gizlilik içerisinde yürütülür. Bu sebeple ortaya çıkarılması güçtür. Bir üniversitedeki etik dışı uygulamaları üniversite dışındakilere göre daha iyi bilen, üniversite içerisindeki görevlilerdir. Etik değerlere saygılı öğretim üyelerinin bazı sıkıntıları göze alarak meslek onurunu korumak amacıyla etik dışı uygulamalarda bulunanlarla mücadele etmeleri, onların başta gelen görevleri olmalıdır. 


Mevcut örgüt kültürü içerisinde ihbarda bulunanlar hoş karşılanmadığı için, etik değerlere sahip çıkanlar istenmeyen kişi ilan edilebilir. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” ya da “benim hırsızım iyidir” anlayışı ile hareket ederek etik dışı uygulamaları görmezden gelmek, üniversitelerimizde bilim etiğinin unutulmasına yol açar. Türk üniversitelerinin dünyadaki üniversite sıralamalarında üst sıralara çıkabilmeleri için bilim etiği konusunda daha hassas olmaları gerekmektedir. 
 
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel yolsuzluklardan arındırılmış eserler üreten öğretim üyelerinin sayısı artmalı, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır. Bu yapılmadığı sürece Türkiye’de bilimin gelişmesi mümkün olamaz. 


Gerçek anlamda bilim insanları bilimsel hırsızlık olayları karşısında tepkisiz kalmamalıdır. İntihal teşebbüsünde bulunanlara karşı açıkça ve kararlı bir şekilde mücadele edilmelidir. Basın ve yayın yoluyla intihalciler açıklanarak benzer eylemler içerisinde olanlara fırsat verilmemelidir. Aksi durumda Türk üniversitelerinin dünya sıralamalarında üst sıralara gelmesi hiçbir zaman mümkün olmaz. 

Son söz: “Üniversitelerinde Bilimsel Hırsızlığın Doğal Karşılandığı Bir Ülkenin Elbette Tüm Yaşam Alanları Soyulacaktır.

27 Ekim 2014

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - Üniversitelerde Etik İhlalleri ve İntihaller Arttı mı? (Sakarya Gazetesi)

İstanbul Üniversitesi Etik Kurulu tarafından düzenlenen Üniversitelerarası Etik Platformu Toplantısı (İntihal) 17 Ekim tarihinde İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü Konferans Salonu’nda gerçekleştirilmiştir.
Dr. Hakan Ertin, Rainer Brömer ve Dr. İlhan İlkılıç’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen Etik Toplantısı’nda Debora Weber-Wulff genel tartışmayı yönetmiştir. Alman Etik Kurulu’na atanan ilk Müslüman üye olan İlhan İlkılıç, Alman Meclis Başkanı Norbert Lammert tarafından bu göreve 2012 yılında getirilmişti. 
Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın intihal yaptığını iddia ederek konuyu AİHM’ye götüren Prof. Dr. Hasan Yazıcı, İntihal Olgusunun Dile Getirilebilme Boyutu konusunda bildiri sunmuş, Prof. Dr. Sevtap Metin Hukuk Felsefesi Açısından İntihali açıklamış, Mustafa Kıcalıoğlu Türk Hukukunda İntihal konusuna örnekler vermiştir. Prof. Dr. Tayfun Akgül ise Fen Bilimlerinde İntihal gerçeğine değinmiştir. 
Prof. Dr. Semih Gemalmaz , “intihal yaparak ödüllendirilmeler hıza geldi” diyerek toplantının kısa bir özetini yapmıştır.
İntihal (bilimsel hırsızlık) günümüz yüksek öğretiminde giderek yaygınlaşmaktadır. Daha da kötüsü, intihal yaptığı “gerçek bilirkişi” raporları ve de “yargı kararları” ile kesinleşmiş olan intihalciler, sanki bu bilimsel ahlaksızlığın muhatabı değillermiş gibi utanmadan ve sıkılmadan, yüzleri kızarmadan aramızdadırlar.
Günümüzde çeşitli mesleklerin yürütülmesinde esas alınan değerlerin başında etik ilkeler gelmektedir. Üniversitelerimizde öğretim üyeliği etiği, bilim alanında doğru davranışlara ulaşmak için gerekli olan ilkelerdir.
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel hırsızlıklardan arındırılmış eserler üreten, bilimsel yolsuzluğa bulaşmamış öğretim üyelerinin sayısı artmalıdır.
Üniversitelerimiz, toplum nezdinde itibarlarının düşmemesi ve saygınlıklarını yitirmemeleri için içlerindeki “çürük elmaları” ayıklamalıdırlar. Çünkü sepetteki bir çürük elma, bir süre sonra tüm elmaların da çürümesine yol açar.
Üniversitelerimizde etik ihlallere karşı tüm kesimlerin duyarlı olmaları ve bu ihlalleri yapanlarla mücadele etmeleri gerekir. Aksi takdirde Türk üniversitelerinin dünyanın ilk 1000 üniversitesi arasına girmesi hiçbir zaman mümkün olamaz.
Türk yüksek öğretimi, etik olmayan davranışlarda bulunarak bilimsel hırsızlık (intihal) yapan öğretim üyelerinden arındırılmalıdır. Bunun için üniversitelerimizde etik ihlallerinin üzerine gidilmeli, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır.
Türk yüksek öğretim sisteminde intihalciler ile onlara destek verenlerin sayısı yaygınlaşırsa, o ülkede gidiş kötüdür.
Bir çeşit bilimsel yolsuzluk olan intihal bir tür sahtekarlıktır, bilinçli olarak hızla yükselmek amacıyla yapılır. Ciddi bir akademik suçtur. Gizlilik içerisinde yürütülür, ortaya çıkarılması güçtür.
Bu sebeple etik değerlere saygılı öğretim üyeleri, meslek onurunu korumak amacıyla etik dışı uygulamalarda bulunanlara karşı hoş görülü yaklaşmamalı, onları ortaya çıkarmak için çaba harcamalıdırlar.
“Benim hırsızım iyidir” anlayışı ile hareket etmek, üniversitelerimizde bilim etiğinin yaygınlaşması önündeki en büyük engeldir.
Üniversiteler, kendi içlerindeki hırsızlıkların genelde ortaya çıkmasını istemezler. Çünkü bu durum üniversite için bir prestij kaybına yol açtığı için üstü örtülmeye çalışılır. Eğer üstü örtülmez ve de kamuoyuna açıklanırsa, o üniversiteyi öğrencilerin tercih etmeleri zora girer.
Türk üniversitelerinin dünya üniversiteleri arasındaki yerinin yükselmesi, başkalarının ürettiklerini çalarak yaptıkları yayınlar ile gerçekleşemez. Bu bilinç toplumumuzda yaratılamadığı ölçüde, hırsızlıklar da devam eder gider.
Türkiye’de bilimsel hırsızlıklarla yeterince mücadele edilmemekte,“Üniversitelerde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır” özdeyişi görmezden gelinmeye çalışılmaktadır.
Tarihçi yazar Murat Bardakçı’nın intihal konusundaki şu tespiti çok doğrudur:“İntihal kelimesi, sözlüklerde genellikle ‘başkasının eserini kendisininmiş gibi gösterip yayınlama’ şeklinde açıklanır ama bence düpedüz hırsızlıktır, üstelik hırsızlığın en pespaye şeklidir. Sıradan bir hırsız paranızı, malınızı yahut bir başka kıymetli eşyanızı çalan kişidir ama intihalde fikrinizin, düşüncenizin ve emeğinizin üzerine oturulması söz konusudur. Zira, intihalci sizin için çok daha kıymetli olan bir şeyi, aylarınızı, hattâ bazen senelerinizi sarf ederek verdiğiniz eseri, düşüncenizi ve göz nurunuzu çalmıştır ve bunun kıymetinin parayla, pulla, fiyatla, vesaireyle ölçülmesi mümkün değildir. İntihalin, hırsızlığın ve sahtekârlığın en aşağılık biçimi olmasının sebebi işte budur.” (Bardakçı, 2008)
Murat Bardakçı, Türkiye’de intihallerin nasıl örtbas edildiğini şöyle açıklamaktadır: “Akademik hırsızlık olayıyla karşılaşan yönetim bu işi genellikle örtbas etme yolunu tercih ederdi; zira ‘tencere dibin kara, seninki benden kara’ misali vaziyetler söz konusuydu. Seneler boyunca yazdığım ve belgeleriyle ortaya koyduğum dünya kadar intihal hadisesi önce YÖK, ardından da rektörlükler yahut dekanlıklar sayesinde örtbas edilmiş, sadece tek bir intihalciye birkaç aylık ceza verilmiş, hemen ardından o ceza da affedilmişti.”(Bardakçı, 2008)
Yazar, İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi’nde gerçekleştirilen Bilim ve Etik Paneli’nde üniversite yönetimlerinin intihal suçunu işleyen akademisyenleri koruduğunu da öne sürmüştür.
Panel’de konuşan Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nurettin Bilici, bilim hırsızlığı yapan birçok akademisyenin görevine devam ettiğine ve de üniversitede yükseldiğine dikkati çekmiştir. İntihallerin yeterince yargıya taşınmadığını vurgulayan Bilici’nin bu konudaki tespiti şöyledir:
“Bazı akademisyenler üniversitede kolay yükselme arzusunda olduklarından bunun için de yazması uzun sürecek makaleleri makaslayarak ve seri üretim yapmaktadırlar.”
Üniversitelerde çalışarak ve hakkıyla doçent olanlarla, kolay yolu seçip intihal yaparak doçent olanlar arasında mutlaka bir ayırım yapılmalıdır. Aksi halde öğretim üyelerine bu durum kötü bir örnek oluşturur ve bunlardan bazıları da bu örnekten hareketle intihal yaparak yükselme yoluna sapabilirler. Bu durum, Türk yüksek öğretiminin kalite açısından çökmesi anlamına gelir.
Hırsızlık yapanlar anayasamıza göre milletvekili seçilemediklerine göre, bilimsel hırsızlık yaptıkları YÖK tarafından tescil edilmiş ve haklarında kesinleşmiş yargı kararları da bulunan öğretim üyelerinin üniversitelerde doçent, profesör olmaları mümkün olmamalıdır.
Bilimsel hırsızlık bir çeşit kopya olduğu için kopya çeken öğrenciye verilen cezadan çok daha fazlasını hırsızlık yapanlara vermek gerekir ki, balık baştan kokmasın.
Fransız yazar Henri Barbusse’nin dediği gibi gerçeği söyleyenler hiçbir zaman susmak zorunda değildir. Bunlar, susmak zorunda olmamalılar ki, bilimsel hırsızlık yaparak yükselmek isteyenlerin önü kesilsin.

14 Haziran 2011

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - BİLİMSEL YOLSUZLUK KAPSAMINDA ÜNİVERİSETELERİMİZDE BİLİMSEL HIRSIZLIKLAR
(Sakarya Gazetesi)

Geçen hafta Nevşehir’de yapılan Kurumsal Yönetim, Yolsuzluk, Etik ve Sosyal Sorumluluk Konferansına “Üniversitelerde Etik İhlalleri, Bilimsel Yolsuzluklar ve Sonuçları” başlıklı bir bildiri sundum.
Büyük ilgi gören bildirimden çok kısa bir özeti bu hafta sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü, üniversitelerimizde etik ihlalleri giderek artmaktadır. Maalesef bazı üniversitelerimiz bu çok önemli konu üzerinde gereğince durmamaktadırlar.
Türkçede “hırsızlık” ile “bilimsel hırsızlık” (intihal-plagiarism) kavramları sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğünde hırsızlık, “çalma, çalma suçu, sirkat” olarak tanımlanmıştır. Hırsızlık etmek ( veya yapmak), “başkalarının parasını veya malını çalmak” anlamındadır.
İntihal diğer bir deyişle bilimsel hırsızlık ise, bilim insanının yazdığı eserde başka bir bilim insanının yazdığı eserden aldığı görüşleri eserinde kendi görüşleriymiş gibi sunması ve bunları farklı bir kişinin yazdığı eserden aldığını belirtmemesidir.
Başkalarına ait görüşler alıntı yapılırken, yeni cümlelerle ifade edilseler bile kaynak gösterilmelidir.
YÖK Yönetici, Öğretim Üye ve Yardımcıları Disiplin Yönetmeliği’nin (1998 yılında getirilen değişiklikte yer alan) Madde 11/a-3 paragrafında intihal fiili, “Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” olarak belirlenmiştir.
TÜBA üyeleri Prof. Dr. Emin Kansu ve Prof. Dr. Şevket Ruacan bilimsel yolsuzluk olan intihali şöyle tanımlamaktadırlar: “Üniversitelerde başkalarının çalışmalarını (sözlü olarak, yazılı olarak ya da resim, müzik gibi diğer araçlarla ortaya konan görüş, öneri, bilgi, grafik, bilgisayar programı, sanat eseri vb. ürünlerini) kaynaklarını açık olarak belirtmeksizin ya da kasıtlı olarak değiştirerek kullanmaya, bilimsel aşırma- bilimsel hırsızlık (plagiarism) denmektedir.”
YÖK Yönetici, Öğretim Üye ve Yardımcıları Disiplin Yönetmeliği’ne göre intihal suçunun cezası, üniversite öğretim mesleğinden çıkarmadır. Bu Yönetmeliğin dışında Fikir Sanat Eserleri Kanunu’nda da düzenleme yapılmıştır.
3 Haziran 2005 tarihinde yapılan YÖK Genel Kurulu’nda, Disiplin Yönetmeliğinin zamanaşımı ilgili maddesinde yer alan, “Disiplin cezasını gerektiren fiil ve hallerin işlendiği tarihten itibaren nihayet iki yıl içerisinde disiplin cezası verilmediği takdirde ceza verme yetkisi zamanaşımına uğrar” hükmü kaldırılmıştır.
Etik (ethics) sözcüğü, Yunanca’da gelenek görenek anlamındaki “ethos” sözcüğünden gelir. Etik neyin doğru ya da yanlış olduğunu ortaya koyan ilkeler topluluğudur. Diğer bir deyişle etik, doğru ve yanlış davranışlara ilişkin kavramlar geliştiren, bu kavramları savunan ve bunların kullanımını öneren felsefe dalıdır.
Bilim etiği ise, bilimsel etkinliklerin yürütülmesi sırasında ortaya çıkan değer sorunları ile bunlara getirilen çözüm önerilerinin tartışıldığı alan olup, bilimsel çalışmalarda bulunanlara, bu çalışmalar sırasında uymaları gereken ilkeleri gösterir.
Bilimsel çalışmaların yayımlanma aşamasında, bilgi ve deneyim eksikliği, özensizlik ve ihmal gibi nedenlerle ya da kasıtlı olarak bu ilkelere uyulmaması bir etik ihlalidir. Bilimsel hırsızlık, bir çeşit etik ihlalidir.
Maddi anlamdaki hırsızlıktan daha tehlikelidir.
İntihal olayları Türkiye’de bilimin gelişmesinin önündeki en büyük engeldir. Türkiye’de bilim insanımızın çoğu intihal ile karşılaştıklarında, korkup çekinirler. Yasal haklarının da farkında değildirler. Bu durum bilim hırsızlarını cesaretlendirmekte ve eylemelerini hiç korkmadan gerçekleştirmelerine imkan sağlamaktadır.
TÜBA 11 Eylül 2007 tarihinde bir basın bülteni yayınlayarak tüm öğretim üyelerine Bilim Etiği Çağrısı’nda bulunmuştur. TÜBA´nın çağrısındaki şu iki cümle çok önemlidir: "İçinde çalıştığımız kurumlar uyguladıkları bilim ve bilim etiği eğitimi, aldıkları önlemler ve oluşturdukları çalışma disiplini ile tüm mensuplarının bilimsel çalışmalarının etik ilkelere uygun olmasını sağlayacak ortamları yaratmaktan sorumludurlar. Etik dışı davranışlar için belirlenen cezaların titizlikle uygulanması gerekir.”
Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, bilimsel intihal yapan bir öğretim üyesinin öğrencinin karşısına çıkmaması gerektiğini belirtmektedir. Prof. Dr. Teziç bu konuda şu gerçeğe dikkati çekmektedir: "Ona hocalık görevi yaptırılmamalıdır. Artık o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere ders verir aşamada olmaması ve hocalık kisvesi içinde üniversitede bulunmaması gerekir."
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, 27 Mayıs 2010 tarihinde basına yansıyan demecinde intihal iddialarında artış olduğunu belirterek, ´´İntihal iddialarında artış var. Herkes birbirinin intihal yaptığını iddia ediyor, ihbar ediyor. Bu dosyalara bakıyoruz. Elimizde bu konuyla ilgili 80-90 dosya bulunuyor´´ derken, intihalci hocalara gereken cezanın neden verilemediğini açıklamamıştır.
Anadolu Ajansı 22 Şubat 2011 tarihinde, Türkiye’de intihal ile suçlanan bazı öğretim üyelerine örnek olacak bir haber yayınlamıştır: “Doktorasında intihalle suçlanan Almanya Federal Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezini tamamladığı Bayreuth Üniversitesi´nden akademik unvanının geri alınmasını istedi.”
Alman Bakan’ın doktora tezinde bilimsel hırsızlık yapıp yapmadığı henüz oluşturulan bir bilimsel kurul tarafından tespit edilmemesine rağmen doktor unvanını ortaya çıkan iddialar karşısında kullanmayacağını belirtmesi, onurlu bir davranıştır.
Fakat aynı onurlu davranışın Türkiye’de görülmesi mümkün değildir. Metin Münir bu durumu şöyle tespit etmiştir: “Çünkü bizde intihal akademik hayatın doğal bir parçası sayılır. Çocuğun ağlaması veya futbolcunun tükürmesi gibi. İntihal yapanın, ender haller dışında, akademik unvanı geri alınmaz.”
Prof. Dr. Mülazım Yıldırım, Bilimadamı Olmak Ya Da Ol(A)Mamak başlıklı yazısında şu tespiti yapmaktadır:"...adlarının başına sadece doçent, profesör niteleme sıfatlarının getirilmesi, kişinin bilim adamı olduğu anlamına gelmez. Daha açık bir ifade ile kişinin bilimle uğraşması, bilim adamı vasfını kazandırmaz. Bilim adamı olmanın temelinde dürüstlük, doğrulardan sapmama, gerçekleri ortaya koyma gibi başka özellikler de vardır...
TÜBA’nın yayınladığı Bilimsel Araştırmada Etik ve Sorunları isimli çalışmada şöyle denmektedir: “Eğer bir bilim insanı bilim etiğine ters bir davranış olayına tanık olmuşsa veya saptamışsa eyleme geçmek zorundadır.
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel yolsuzluklardan arındırılmış eserler üreten öğretim üyelerinin sayısı artmalıdır. Bunun için etik ihlallerinin üzerine gedilmeli, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır.
Üniversitelerimizin toplum nezdinde itibarlarının düşmemesi ve saygınlıklarını yitirmemeleri için içlerindeki “çürük elmaları” ayıklamaları gerekir. Çünkü sepetteki bir çürük elma, bir süre sonra tüm elmaların da çürümesine yol açar.
Başkalarının ürettiklerini çalarak yapılan yayınlar ile hiçbir zaman bir yerlere gelinemeyeceğinin tüm kesimlerce bilinmesinde sonsuz yarar vardır.

7 Mart 2011

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - Alman Bakan’dan Onurlu Çıkış: “Doktor Unvanımı Geri Alın!” ( Sakarya Gazetesi )

Anadolu Ajansı 22 Şubat 2011 tarihinde, Türkiye’de intihal ile suçlanan bazı öğretim üyelerine örnek olacak bir haber yayınlamıştır: “Doktorasında intihalle suçlanan Almanya Federal Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezini tamamladığı Bayreuth Üniversitesi'nden akademik unvanının geri alınmasını istedi.”
Alman Bakan’ın doktora tezinde bilimsel hırsızlık yapıp yapmadığı henüz oluşturulan bir bilimsel kurul tarafından tespit edilmemesine rağmen doktor unvanını ortaya çıkan iddialar karşısında kullanmayacağını belirtmesi, bir batılının davranış biçimini ortaya koyması açısından çok önemlidir.
Guttenberg, tezinde bazı hatalar bulunduğunu kabul ederek sorunun açıklığa kavuşması için her türlü işbirliğine hazır olduğunu, ancak görevinden istifa etmeyi düşünmediğini, sonuç belli olana kadar da doktor unvanını kullanmayacağın söylemiştir.
Muhalefet partileri Guttenberg'in Savunma Bakanlığı görevinden istifasını isterken, Merkel Guttenberg'e sahip çıkmıştır ama intihal yapmadığı konusunda da bir şey söylememiştir.
Başbakan Merkel, Guttenberg'i savunarak, kendisinin doktor unvanlı birisini değil, bir Savunma Bakanı atadığını, bu görevi de Guttenberg'in mükemmel yaptığını belirtmiştir.
Guttenberg, Frankfurt yakınlarındaki Kelkehim kentinde yaptığı bir konuşmada, doktora tezinde kaynak belirtmesi konusunda hatalar yaptığını kabul ederek, "Hafta sonunda doktora tezim ile ilgilendim. Doktor unvanını kullanmayacağımı söylemem doğruydu. Bu çalışmayı kendim yazdım. Bunun arkasındayım. Çalışmada yazdığım saçmalığın da arkasındayım" ifadesini kullanmıştır. Guttenberg'in, 2006 yılında verdiği, 2007'de Bayreuth Üniversitesi tarafından en iyi doktora tezi seçilen çalışmasının birçok yerinde, başka yazarlardan alıntı yaptığı ve bunu tezinde belirtmediği iddia edilmişti.

21 Şubat 2011

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - Üniversitelerimiz ve Bilimsel Hırsızlıklar ( Sakarya Gazetesi )

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, 27 Mayıs 2010 tarihinde üniversitelerimizde bilimsel hırsızlık (intihal) iddialarında artış olduğunu belirterek, ´´İntihal iddialarında artış var. Herkes birbirinin intihal yaptığını iddia ediyor, ihbar ediyor. Bu dosyalara bakıyoruz. Elimizde bu konuyla ilgili 80-90 dosya bulunuyor´´ demiştir.

Üniversitelerimizde çok sayıda bilimsel yanıltma ve aşırmacılık olayı olduğu bilinmesine rağmen, yöneticiler bu konuda gerekli hassasiyeti bazen göstermemektedirler. "Elma bizdense çürük değildir", "kol kırılır yen içinde kalır" zihniyeti ile hareket edildiği sürece, Türkiye´deki intihalci hocalara maalesef bir şey yapmak mümkün olmamaktadır.

Bilime saygı, bilim kurumlarının namusudur. Bu saygıyı kaybetmek, üniversitelerimizin bilimsel namusunu kaybetmesi anlamına gelir. Bilimsel namusu bir defa kaybettiniz mi, artık onu geri kazanmak çok zor olur, bazen de mümkün olmaz.

Bu köşede intihaller ile ilgili olarak 20´den fazla yazım yayınlanmıştır. Bu yazılarımdan 12´i, "plagiarism-turkish.blogspot.com"da da yer almıştır. İsteyen okurlarım yazılarıma bu adresten ulaşabilirler.

Yargıya intikal eden bazı intihal olaylarında YÖK, intihal suçlarını 5525 sayılı Af Kanunu kapsamında değerlendirerek hata yapmaktadır. Çünkü 5525 sayılı Af Kanunu yüz kızartıcı suçları kapsamamaktadır.

İntihal gerek Türkçe ve gerekse yabancı literatürde öğretim üyesi için yüz kızartıcı bir suçtur. Af Kanunu hırsızlık suçunu (bilimsel hırsızlıklar dahil) kapsam dışında bırakmıştır.

Hırsızlık yapanlar anayasamıza göre milletvekili seçilemediklerine göre, bilimsel hırsızlık yaptığı YÖK tarafından iki defa tescil edilmiş, Üniversitelerarası Kurul tarafından tezinde bilimsel hırsızlık yaptığı onaylamış ve hakkında kesinleşmiş yargı kararı da bulunan bir öğretim üyesinin üniversitelerde görev yapmaması gerekir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu´nun memurluğa alınma şartlarını düzenleyen 48/A-5 maddesinde, affa uğramış olsalar bile yüz kızartıcı bir suçtan hükümlü bulunmama şartı aranmıştır.

Madde de yüz kızartıcı olarak sayılan suçlar, Milletvekili Seçimi Kanunu´ndaki ve dolayısıyla Anayasa´nın 76. maddesindeki yüz kızartıcı olarak sayılan suçlarla aynıdır. Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, "bilimsel intihal yapan bir öğretim üyesinin öğrencinin karşısına çıkmaması gerektiğini" belirtmektedir. Prof. Dr. Teziç bu konuda şu gerçeğe dikkati çekmektedir:
"Ona hocalık görevi yaptırılmamalıdır. Artık o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere ders verir aşamada olmaması ve hocalık kisvesi içinde üniversitede bulunmaması gerekir."

Anayasa´nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti, sosyal hukuk devletidir. Hukuk devleti; kamu hizmeti görenlere hukuki güvenceler sağlayan, güvence sağlamak için koyduğu kurallara bağlı olan ve verilen yargı kararlarını ilgililerin başvurusuna gerek kalmadan infaz eden devleti ifade eder. Kamu gücünün temsilcisi olan idare, faaliyetlerinde hukuka uygun davranmak zorundadır.

İdarenin yargı denetimine açık olmaması durumunda, yargının ve hukuk devletinin varlığından söz etmek doğru olmaz. Hiçbir devlet, yasama ve yürütme organlarının tüm işlem ve eylemlerini hukuk denetimine almadan gerçek anlamda bir hukuk devleti olduğunu iddia edemez.

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı´nın da belirttiği gibi bilim ahlakı evrenseldir.

Hiçbir ülkede öğretim üyelerinin bilimsel etiğe uymamama gibi bir özgürlüğü olamaz. Ülkemizde bunun tersi bir anlayış hüküm sürdükçe, uygar bir Batı ülkesi olma iddiamızın hiç bir inandırıcılığı olamayacaktır.

Türkiye´de kapatılan dosyalara ilişkin intihal iddiaları çok fazladır. "Üniversite bu dosyayı kapattı", "Rektörün arkadaşı olduğu için dosya kapatıldı", "Üniversite gerekli inceleme yapmıyor siz inceleyin" iddialarının sayısı giderek artmaktadır.

Bu konuda Stephen H. Unger´in şu sözü çok önemlidir:
"Mesleki ahlak kuralları, meslek adamlarının kendilerini korumaları için değildir; son analizde bunlar toplumun korunması içindir. Bir gruba ait kurallar kendi çıkarlarını korumaya yönelirse, o grup organize suç karakteristiği sergilemeye başlar."

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fazıl Tekin önemli bir kararla intihal yaptığı konusunda hakkında kuvvetli kanıtlar bulunan Sanat Tasarım Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bekir İlker Topçu´nun istifasını istemiştir. Konuyla ilgili olarak Sakarya Gazetesi´nin 13 Şubat 2011 tarihli baskısının manşeti şöyleydi: "Bilimsel Aşırma Görevinden Etti!"

"Prof. Dr. Topçu´nun, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi´nde görevli Yrd. Doç. Dr. Fahri Birinci´nin 2004 yılında hazırladığı İnşaat Mühendisliği´nde Malzeme Bilimi konulu kitabı 2009 yılında kendi adıyla yayınladığı iddia edildi. Yrd. Doç. Dr. Birinci, Topçu hakkında Cumhuriyet Savcılığı´na suç duyurusunda bulundu. Konuyla ilgili gazetemize konuşan Prof. Dr. Topçu, kendi adıyla yayınladığı eserin kitap değil, ders notları olduğunu belirterek, Birinci´nin de onayı alınarak onun kitabındaki bilgileri de kaynak gösterdiğini ve atıfta bulunduğunu söyledi. Topçu, söz konusu kitap olayında suçsuz olduğunu söyledi.

Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi´nde görevli Yrd. Doç. Fahri Birinci 2004 yılında ders notlarından oluşan İnşaat Mühendisliği´nde Malzeme Bilimi konulu kitap hazırladı. 2006´da kitabın basımı konusunda üniversitenin Bilim Kurulu´ndan onay aldı. Birinci, bu sırada kitabını incelemesi için alanında uzman olan Prof. Dr. İlker Bekir Topçu´ya gönderdi. Topçu´nun kitabın sahibi Birinci´ye ´kitabı niye yazdın? Buna gerek yoktu´ diyerek ona iade ettiği öne sürüldü.

Yayınevleriyle görüşmeler yapan Birinci, 2009´da Prof. Dr. İlker Bekir Topçu adına yayımlanmış ´İnşaat Mühendisliği Malzeme Birimi´ isimli kitabı alarak inceledi. Birinci kitabın içeriğinin yayımlamayı bekleyen kendi kitabıyla aynı olduğu fark ederek, bu olay ile ilgili Cumhuriyet Savcılığı´na suç duyurusunda bulundu. Birinci, durumu YÖK´e de ileterek, Topçu hakkında idari soruşturma açılmasını da istedi.

Birinci, yaptığı incelemeler sonucunda kendisine ait kitabın ilk nüshasındaki yanlışların bile söz konusu kitapta aynen yer aldığını belirlediğini söyledi. ESOGÜ Sanat Tasarım Fakültesi Dekanı Bekir İlker Topçu´nun yayımladığı kitabın ISBN numarasının olmadığı iddia edildi. Topçu´nun kitabın yayımı konusunda bağlı bulunduğu ESOGÜ Rektörlüğünden izin almadığı öne sürüldü.

Olayla ilgili Eskişehir Osmangazi Üniversitesi ve YÖK idari soruşturma açtı. ESOGÜ Sanat Tasarım Fakültesi Dekanı Bekir İlker Topçu, Rektör Fazıl Tekin´in isteği doğrultusunda görevinden istifa etti. Konuyla ilgili gazetemize konuşan Prof. Dr. Topçu, kendi adıyla yayınladığı eserin kitap değil, ders notları olduğunu belirterek, "bu olayda suç olabilecek bir şey yapmadım. 2007 yılında yayınladığım ders notlarında Birinci´nin onayı da alınarak, onun kitabındaki bilgileri kaynak gösterdim. Atıfta bulundum. Bu konuda yapılan suçlamaları asılsız buluyorum" dedi.

Plagiarism-turkish.blogspot.com
da yer alan "Üniversitelerinde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır" sözünü, tüm öğretim üyelerimizin daima hatırlamasında yarar vardır.

7 Haziran 2010

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - YÖK Başkanı Prof. Özcan Üniversitelerde Yaşanan İntihaller ( Bilimsel Hırsızlık) Konusunda Ne Düşünüyor? (Sakarya Gazetesi)

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, 27 Mayıs 2010 tarihinde basına yansıyan demecinde intihal iddialarında artış olduğunu belirterek, ´´İntihal iddialarında artış var. Herkes birbirinin intihal yaptığını iddia ediyor, ihbar ediyor. Bu dosyalara bakıyoruz. Elimizde bu konuyla ilgili 80-90 dosya bulunuyor´´ derken, intihalci hocalara gereken cezanın neden verilemediğini açıklamamıştır.
Üniversitelerimizde çok sayıda bilimsel yanıltma ve aşırmacılık olayı olduğu bilinmesine karşılık, yöneticiler bunların ortaya çıkmaması ve örtbas edilmesi için büyük çaba harcamaktadırlar. Üniversitelerimizin yöneticileri, "elma bizdense çürük değildir", "kol kırılır yen içinde kalır" zihniyeti ile hareket ettikleri sürece, Türkiye´deki intihalci hocalara bir şey yapmak mümkün olmamaktadır.
Kapatılan dosyalara ilişkin intihal iddiaları çok fazladır. YÖK´e, "Üniversite bu dosyayı kapattı", "Rektörün arkadaşı olduğu için dosya kapatıldı", "Üniversite gerekli inceleme yapmıyor siz inceleyin" iddialarının sayısı giderek artmaktadır.
Üniversitelerimizde bilime saygı, onların namusudur. Bu saygıyı kaybetmek, üniversitelerimizin bilimsel namusunu kaybetmesi anlamına gelir. Namusu bir defa kaybettiniz mi, artık onu geri kazanmak çok zor olur, bazen de mümkün olmaz.
Bu sebeple Anadolu Üniversite´nin yeni Rektörü Prof. Dr. Davut Aydın, önceki hafta içinde üniversitemizin 52 yıllık geçmişi içinde ilk defa "bilimsel etik kurul" oluşturmuş ve atamaları da gerçekleştirmiştir. Kendisi candan kutluyorum.
21-23 Haziran 2010 tarihlerinde Newcastle upon Tyne da (İngiltere) yapılacak olan Avrupa´nın en büyük intihal (plagiarism ) konferansına etik kurul üyelerinin katılmalarının yararlı olacağını düşünüyorum. Bana şahsen gönderilen Konferans davetinin adresi şöyledir: http://www.plagiarismadvice.org/register2010
Bu köşede üniversitemizde ve yakın çevremizdeki üniversitelerde yapılan intihaller ile ilgili olarak 20´ye yakın yazım yayınlanmıştır. Bu yazılarımdan 11´i, "plagiarism-turkish.blogspot.com"da yer almıştır. İsteyen okurlarımı yazılarıma bu adresten ulaşabilirler.
Şimdi size kamuoyuna mal olmuş ve uzun yıllar tartışılarak sonunda mahkeme kararı ile kesinleşmiş bir bilimsel etik ihlal olayını aktaracağım.
Sakarya Gazetesi´nde 8 Ocak 2010 tarihinde yayınlanan "Gerçek Bilim İnsanı Kimdir 1?" yazımı 799 kişi okumuş ve 17 yorum yapmıştır. 9 Ocak 2010 tarihinde yayınlanan "Gerçek Bilim İnsanı Kimdir 2?" yazım ise 984 kişi tarafından okunmuş ve bu yazıma da 17 yorum yapılmıştır. Bu yazımda, intihal yapan öğretim üyesinin (E.K.) şahsımı karalamaya yönelik iddialarına cevap da verilmiştir.
İlgili öğretim üyesinin bilimsel hırsızlık yaptığı oluşturulan bir kurul tarafından tespit edilmiş, bunun üzerine YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. İzzet Özgenç, 6 Ocak 2009 tarihinde AÜ Rektörlüğüne ilgiliye disiplin yönetmeliğinin uygulanmasını ve sonucun kendilerine bildirilmesine yönelik bir yazı yazmıştır.
AÜ, YÖK´e zaman aşımı sebebiyle (aslında 2005 yılında intihal suçlarında zaman aşımı kaldırılmıştır) disiplin yönetmeliğini ilgiliye uygulamaktan imtina edince, YÖK Denetleme Kurulu´na bu hırsızlığı bildirdim.
YÖK Denetleme Kurulu, ikinci defa ilgili hakkında yeni bir soruşturma açmış ve oluşturulan yeni Kurul da tıpkı ilk kurul gibi ilgili hakkında "..YAPILAN SORUŞTURMA SONUCU, ADI GEÇENİN ´ÜNİVERSİTE ÖĞRETİM MESLEĞİNDEN ÇIKARMA CEZASI´ İLE CEZALANDIRILMASINI YDK´NA TEKLİF" edilmesine karar vermiştir denilmiştir.
YÖK Denetleme Kurulu, disiplin yönetmeliğinin ilgiliye uygulanmasını Yüksek Disiplin Kurulu´na önermesine rağmen Kurul, 5525 sayılı Kanun kapsamına giren fiil ile ilgili bir işlem yapılamayacağını 27 Ocak 2010 tarihinde açıklamıştır.
Oysa YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. İzzet Özgenç, üç öğretim üyesinin raporuna dayanarak ilgiliye disiplin maddesinin uygulanmasını, AÜ Rektörlüğünden 6 Ocak 2009 tarihinde istemişti. O tarihte af yasası yürürlükte olmasına rağmen nedense af yasası gerekçe gösterilmemişti.
Olay YÖK tarafından o tarihte soruşturulmuş ikisi İstanbul, biri Marmara üniversitelerinden üç profesörün hazırladığı raporda, ilgilinin intihal yaptığı şöyle belirlenmiştir: "…ALANINDA UZMAN ÖĞRETİM ÜYELERİNCE HAZIRLANAN RAPORLARDA; DOÇ. DR. EROL KUTLU´NUN ´BİLGİ TOPLUMUNDA KALKINMA STRATEJİLERİ´ İSİMLİ ESERİNDE İNTİHAL YAPTIĞI KANAATİNİN OLUŞTUĞU BELİRTİLMİŞTİR."
YÖK, bu defa 5525 sayılı Af Kanunu sebebiyle ilgili hakkında "görevsizlik kararı" vermiştir. Oysa, 5525 sayılı kanunun ilgiliye uygulanması hukuken mümkün değildir. Çünkü kanun, yüz kızartıcı suçları kapsamamaktadır.
İntihal (bilimsel hırsızlık) gerek Türkçe ve gerekse yabancı literatürde öğretim üyesi için yüz kızartıcı bir suçtur. Kanun ayrıca hırsızlık suçunu (bilimsel hırsızlıklar dahil) kapsam dışında bırakmıştır.
Bu sebeple intihal yaptığı YÖK tarafından iki defa tescil edilen bir öğretim üyesinin YÜZ KIZARTICI bir suç olan bilimsel hırsızlık (intihal) suçu, 5525 sayılı Af Kanunu kapsamına girmez.
Hırsızlık yapanlar anayasamıza göre milletvekili seçilemediklerine göre, bilimsel hırsızlık yaptığı YÖK tarafından tescil edilmiş ve hakkında kesinleşmiş yargı kararı da bulunan bir öğretim üyesinin üniversitede doçent, profesör olması mümkün değildir.
Eskişehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi´nin Esas Karar No: 2009-2010/20 sayılı kararında ilgilinin intihal yaptığı şöyle tespit edilmiştir: "Şu halde davacının mezkur eserinde İNTİHAL YAPILDIĞI HUSUSUNDA EMARENİN MEVCUT OLMAĞINDAN SÖZ EDİLEMEZ. Dolayısıyla davalı tarafından yazılan yazı görünüşteki gerçeğe uygundur. Görünüşteki gerçeğe uygun olan bir yazı nedeni ile yazan kişi aleyhine manevi tazminata hükmetmek mümkün olamayacağından… dava red edilmiştir."
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu´nun memurluğa alınma şartlarını düzenleyen 48/A-5 maddesinde, affa uğramış olsalar bile yüz kızartıcı bir suçtan hükümlü bulunmama şartı aranmıştır. Maddede yüz kızartıcı olarak sayılan suçlar, Milletvekili Seçimi Kanunu´ndaki ve dolayısıyla Anayasa´nın 76. maddesindeki yüz kızartıcı olarak sayılan suçlarla aynıdır.
Af, mahkumiyetin cezai sonuçlarını ortadan kaldıran bir müessesedir, intihal fiilinin işlenmediğine ilişkin bir hüküm içermemektedir.
Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, "bilimsel intihal yapan bir öğretim üyesinin öğrencinin karşısına çıkmaması gerektiğini" belirtmektedir. Prof. Dr. Teziç bu konuda şu gerçeğe dikkati çekmektedir: "Ona hocalık görevi yaptırılmamalıdır. Artık o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere ders verir aşamada olmaması ve HOCALIK KİSVESİ İÇİNDE ÜNİVERSİTEDE BULUNMAMMASI GEREKİR."
Türk hukuk literatüründe af, "genel af" ve "özel af" olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Genel af, hem cezayı, hem de suçu ortadan kaldırır. Özel af ise suçu değil, sadece cezayı ortadan kaldırır. Genel af, sadece mahkûmiyetin bütün cezaî sonuçlarını değil, aynı zamanda fiilin suç olma niteliğini yok eder. Oysa özel af, fiilin suçluluk niteliğini değil, fakat hükmedilmiş olan cezayı ortadan kaldırır, azaltır veya başka bir cezaya çevirir.
Özel af suçun değil salt cezanın affı olduğundan, ne ceza mahkumiyetinin sonuçları ve ne de kamu davası ortadan kalkar. Sadece bazı suçların cezasının kaldırılması ve süresinin indirilmesi halinde özel af kısmi özel aftır. Kanun, "cezaya bağlı olan veya hükümde belirtilen hak yoksunluklarının, özel affa rağmen etkisini devam ettirir" demektedir.
Anayasa´nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti, sosyal hukuk devletidir. Hukuk devleti; kamu hizmeti görenlere hukuki güvenceler sağlayan, güvence sağlamak için koyduğu kurallara bağlı olan ve verilen yargı kararlarını ilgililerin başvurusuna gerek kalmadan infaz eden devleti ifade eder. Kamu gücünün temsilcisi olan idare, faaliyetlerinde hukuka uygun davranmak zorundadır.
İdarenin yargı denetimine açık olmaması durumunda, yargının ve hukuk devletinin varlığından söz etmek doğru olmaz. Hiçbir devlet, yasama ve yürütme organlarının tüm işlem ve eylemlerini hukuk denetimine almadan gerçek anlamda bir hukuk devleti olduğunu iddia edemez.
Aynı şekilde alınan yargı kararlarına uyulmaması, bağımsız yargı erkini anlamsız ve etkisiz hale getirmektir.
Anayasa´nın 138. maddesinin son fıkrasında, "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" şeklinde açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir.
Prof. Dr. Kayhan Kantarlı´nın da belirttiği gibi bilim ahlakı evrenseldir. Hiçbir ülkede akademik yöneticilerin bilimsel etiğe uymamama gibi bir özgürlüğü olamaz. Ülkemizde bunun tamamen tersi bir anlayış hüküm sürdükçe, uygar bir batı ülkesi olma iddiamızın hiç bir inandırıcılığı olamayacaktı

27 Haziran 2009

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - GERÇEK BİLİM İNSANI KİMDİR? 2 (Sakarya Gazetesi)

Pazartesi günü bu köşede yayınlanan yazım üzerine çok sayıda öğretim üyesi okurumdan olumlu tepkiler aldım. Türk bilim dünyasında gerçek anlamda bilim insanı olmanın gururunu taşımanın ne kadar önemli olduğunu bir defa daha anladım. Çünkü, etrafımızda gerçek olmayan bilim insanları çoğaldıkça, gerçek olanların değeri daha da artmaktadır.
PLAGIARISM-TURKISH.BLOGSPOT.COM adresinde, gerçek ve gerçek olmayan bilim insanlarıyla ilgili yazılanları okuduğunuzda, gerçek bilim insanlarının giderek azalmakta olduğuna tanık olabilirsiniz.
Şimdi, Çukurova Üniversitesi öğretim üyelerinden değerli meslektaşım Prof. Dr. İbrahim Ortaş´ın (iortas@cu.edu.tr) bir süre önce konu ile ilgili olarak yazmış olduğu bir yazının Pazartesi günün köşeme alamadığım kısmını sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Bilim İnsanının Temel Özelliği Yorum Yapabilmesidir
Bilim insanının temel özelliği, ürettiği veriyi yorumlayabilmesidir. Mehmet Yapıcı,  (Bilim ve Bilim İnsanının Nitelikleri , Üniversite ve Toplum Mart 2005 Cilt 5) bilim insanını şöyle tanımlamaktadır: "Bilim insanını bilim sürecinde stratejik bir noktaya taşıyan temel nokta, yorumlama sürecidir. Bilim insanının olgu ve olayları yorumlama yöntem ve süreci, onun nesnelliğinin de ölçüsüdür."
Elde edilen verilerin yorumlanması, bilgi ve teknolojiye dönüştürmesi asıl olandır. Veri toplama ve süreci izleme ise teknisyenlik işlevi olarak değerlendirilir.
Bilim Adamı Özgürdür ve Hiçbir Otoriteye Bağlı Değildir
Bilim insanı temelde bilinenlerden ve bilinmeyenlerden yola çıkarak, yeni düşünceleri üretebilmeli, ürettiklerini toplum yararına söyleyebilmeli ve yazabilmelidir. Her türlü yargıya karşı öz güvenle düşüncelerini savunabilmedir.
Bilim İnsanının Otorite ve Güç Karşısında Korkmaya Hakkı Yoktur
Aksi taktirde bilim ve onun insanlık yararına olan etkisi yansıtılamaz. Ortaçağın uzun  sürmesi (yaklaşık 800 yıl) bilim insanlarının suskunluğu ve çekingenliğine bağlanmaktadır. Leonardo da Vinci, "Bilim adamları tıpkı Aristoteles ve Platon gibi, kendi düşüncelerini hiçbir etki altında kalmadan geliştirmeli ve savunmalıdır" demektedir.
Bilim İnsanı Yetişkin Birey Özelliğine Sahiptir
Bilim insanı, yetişkin birey olma özelliği gerektirir. Her yönü ile donanımlı, kendisi ile barışık, küçük makam ve mevkilere ve çıkar ilişkileri konusunda zaafı olmayan, yerine göre EVET ve HAYIR diyebilen bir özelliktir.
Her ortamda güven veren, söyledikleri ile tutarlı, günün koşullarına göre tavır değiştirmeyen kişiliktir.
Yetişkin birey özelliği beynine ve vücuduna değer veren kişiliktir.
Okuyan, bağımsız düşünebilen ve karar verebilen kişiliktir.
Bilimsellik veya bilim insanlığı iç tutarlılığı olan bir yaşam biçimidir. Bilim insanı öncelikle etik değerlere ve içsel dürüstlüğe sahiptir. Bilim insanının etik değeri ve içsel dürüstlüğü  kendi iç disiplinine bağlıdır.
Bilim insanının her şeyden önce biz merkezli, ortak akla güvenen ve yaşatan, sürükleyici vizyon oluşturan bir yapıda olması gerekir. Ben merkezli, kısır düşünen, bilgi paylaşamayan, vizyon oluşturamayan yapılardaki kişilikler  bilime katkı sağlamaz, aksine  bilimden yararlanırlar.
Bilimsel araştırma yapma yeri olan üniversitelerde bugün değer olarak kabul edilen mutlaka idari görev yapmak ve  yöneticilere yakın olmak anlayışı, üniversitelilik kültürüne zarar vermiştir.
Bilim İnsanlığı Bir Paye midir? 
Akademik unvanların kolay elde edilmemesi için belirli kurumların belirli ilkelere göre gerekli şartları yerine getirmesi gerekir. Çoğu zaman akademik unvan adı altında kişi herhangi bir alanda belirli gözlem ve ölçümlere dayalı verileri bir araya getirerek ve biraz yorum katarak yüksek lisans ve doktora payesi alabilmektedir.
Kişiden beklenen, bilimin nesnelik ve objektifliği içinde metodolojik çalışma ile soru sorarak, verilerini sınıflayarak ve yorumlayarak bilgi üretmesidir. Ancak çoğu zamana kişi bu unvanı aldıktan sonra bir daha merak ederek bilmek istememektedir. 
Özellikle de özel iş yapmayı benimseyenler ile politikacıların akademik unvanların arkasına sığındıkları ve bunun da akademisyenliğe büyük zarar verdiği bilinmektedir.
18 HAZİRAN 2009 TARİHİNDE YAYINLANAN "DÜZELTME VE CEVAP METNİ" NE KISA CEVABIM
Sakarya gazetesinde 18 Haziran 2009 tarihinde, şahsiyet haklarımı ihlal eden ve devam eden yargı sürecini etkilemeye yönelik olarak (28.04. 2009 tarihinde -Esas: 2009/194-  Eskişehir 2. İdare Mahkemesinde yürütmenin durdurulması ve iptal davası) gerçeklerle bağdaşmayan bir metin yayınlanmıştır.
YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. İzzet Özgenç, Dr. Erol Kutlu hakkında  "Bilgi Toplumunda Kalkınma Stratejileri isimli eserinde İNTİHAL YAPTIĞI kanaatinin oluştuğu belirtilmiştir" diyerek, gereğinin yapılmasını ilgili kurumdan talep etmiştir.
Bu talebinin gerisinde, alanında uzman İstanbul Üniversitesi´nin üç öğretim üyesinin "intihal yapılmıştır" kanaatinin oluştuğuna ilişkin raporları vardır. 
Ayrıca, AÜ raporunda  imzası bulunan bir öğretim üyesi de, intihali tespit etmiş ve bunu  yazdığı el yazısı mektup ile belgelemiştir: "SENİN İNTİHAL İDDİANDA HAKLI OLDUĞUNU GÖRDÜM." 
AÜ Rektörlüğü YÖK´e yazmış olduğu yazıda şu ifadeyi kullanmıştır: "kitap 2000 yılında basıldığından ceza verme yetkisi ZAMAN AŞIMINA UĞRADIĞINDAN herhangi bir ceza verilmesinin de mümkün olamayacağı düşünülmektedir."
Diğer bir deyişle Rektörlük, 23.01.2009 tarihli yazısında  intihal fiili işlenmemiştir  dememiş, aksine "intihal fiili gerçekleşmiştir ama zaman aşımına uğradığı için disiplin yönetmeliğini ilgili maddesi uygulanamamaktadır" savunmasını yapmıştır. Konu idari yargıda yargılama aşamasındadır.
İntihal (bilimsel hırsızlık) suçlarında zaman aşımı 3 Haziran 2005 tarihinde kaldırılmıştır. 2005 yılından sonra intihal yapan öğretim üyeleri artık zaman aşımı gerekçesine sığınamayacaklardır.
Dr. Erol  Kutlu vekili, gerçekleri saptırmaktadır. Çünkü,  Eskişehir İdare Mahkemesi tarafından Dr. Erol Kutlu´nun  şahsıma iftirada bulunduğunun belirlenmesi  (Eskişehir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi´nin 2004 /321 dava dosyası) üzerine (Eskişehir İdare Mahkemesi Esas: 2004/1139, Karar: 2005/1223) ŞAHSIMA YÖNELİK İDARİ İŞLEMİ Eskişehir İdare Mahkemesi İPTAL ETMİŞTİR.
Düzeltme metninde yer alan "… eserin önsözünde sırf kendine teşekkür edildiği için" denerek olay küçümsemeye çalışılmıştır.
Bilimsel çalışmalarda saygın bir ismin ne kadar önemli olduğunu Yrd. Doç. Dr. Ahmet Can Bakkalcı,  6 Ocak 2009 tarihinde şahsıma yazmış olduğu mektupta şöyle ifade etmiştir: "YALNIZCA İSMİNİZİN OLMASI BİLE BİZİM ÖNÜMÜZÜ AÇARAK, İŞLERİMİZİ ÇOK KOLAYLAŞTIRDI."
Adımı hiç kimse benden habersiz, üstelik YÖK kararına göre intihal bir kitapta doçentlik jürisini etkilemek için kullanamaz.
Ben kimseye karşı hasmane bir tutum içinde değilim. Fakat bilimsel hırsızlıkların üniversitelerde cezasız kalmasına da karşıyım. Hukuk devletinde  herkes suç oluşturmamak şartıyla görüşlerini açıklayabilir. Bunun aksi, AİHŞ´nin 10 ncu maddesine aykırıdır: "Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir."
Üniversitelerde Anabilim Başkanlığı bilimsel bir makam olduğu için adayın  belli bilimsel niteliklere sahip olması gerekir. 
Anabilim dalı başkanlığı bir AT "YARIŞI" olmayıp, "bilimsel nitelik" yarışıdır. At yarışlarında olduğu gibi, "senin atın 15 saniyede, benim atım 10 saniyede parkuru tamamladı. Ben seni geçtim." demek değildir, olmaması da gereklidir.
YÖK´ün 06.01.2009 tarihli yazısını "yok" (keenlemyekun)  hükmünde sayarak kamuoyunu yanlış bilgilendirmek, TCK Madde 204 ve 277 nci maddelerinin ihlali anlamına gelir ve bu durum bir suçtur.
Okurlarımın, 20 Haziran 2009 tarihli Hürriyet Gazetesi´nde yer alan haberi bu açıdan özellikle okumalarını öneririm.
Konu ile ilgili olarak şahsiyet haklarımı korumak için gereğini yerine getirdiğimi de okurlarımla paylaşmakta yarar görüyorum.
Hiç bir suç cezasız kalmaz.

22 Haziran 2009

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - GERÇEK BİLİM İNSANI KİMDİR?1 (Sakarya Gazetesi)

Geçenlerde Çukurova Üniversitesi öğretim üyelerinden değerli meslektaşım Prof. Dr. İbrahim Ortaş ´ın (iortas@cu.edu.tr) bir süre önce yazmış olduğu bir yazıyı bir dostum bana gönderdi. Sanırım benim intihal ( bilimsel hırsızlık) yazılarımdan etkilenmiş olsa gerek. Çünkü,  PLAGIARISM-TURKISH. BLOGSPOT. COM  adresinde Türkiye´de intihaller ile ilgili 9 makalem yayınlanmıştır.
Konu ile ilgili yazılarım üzerine bana çok sayıda belge gelmiştir. Uygun bir zamanda bunları, yorumlarıyla birlikte kitap halinde yayınlamayı düşünmekteyim. Böylece, intihal yaptığı yargı ya da YÖK kararı ile kesinleşen öğretim üyelerinin kimler olduğunu kamuoyunun bilgisine sunacağım.
Temiz bir bilim dünyası için, intihalden arındırılmış eserler üreten bir Türkiye için bu yükün altına gireceğim.
İntihalci öğretim üyelerinden bazıları, Türk atasözündeki gerçeğe uygun davranış içindedirler: "Akıllı hırsız ev sahibini bastırır"
Etrafımızda, kendine bilim adamı diyerek ortalığı kasıp kavuran çok kişi olduğu için, Prof. Dr. İbrahim Ortaş´ın e postasını kendi görüşlerimi de ekleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü, eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, "bilimsel intihal yapan bir öğretim üyesinin öğrencinin karşısına çıkmaması gerektiğini" belirtmektedir.
Prof. Dr. Teziç bu konuda  şu gerçeğe dikkati çekmektedir: "Ona hocalık görevi yaptırılmamalıdır. Artık  o kişinin bir daha üniversitede kürsüye çıkıp öğrencilere ders verir aşamada olmaması ve HOCALIK KİSVESİ İÇİNDE ÜNİVERSİTEDE BULUNMAMMASI GEREKİR."
Üniversitelerimizde başkalarının ürettiklerini çalıp çırpıp, kendilerinden bir tek cümle koymadan, (hatta bir tek nokta ve de virgül) "kes yapıştır" tekniği kullanılarak üretilen kitaplarla sıfat elde edenler bulundukça, Prof. İbrahim Ortaş´ın yazısı çok daha önem kazanmaktadır.
Toplumumuzda sıkça sorulan soruların başında bilim insanı kimdir sorusu gelmektedir.
Her insan, bilim insanı olur mu? Bence olmaz, olamaz.
Bilimsel bir kurumda olmayan ancak veri üreten, ölçen, tartan kişi bilim insanı olabilir mi?  Tersinden bakarsak, bilim kuruluşunda veri üreten, bilen kişi bilim insanı sayılır mı?
Bilim insanı nasıl bir kişiliğe ve yaşam biçimine sahiptir? Toplum bilim insanını nasıl tanımlıyor? Öğrenciler bilim insanlarını, ders aldıkları hocalarını nasıl görüyorlar veya görmek istiyorlar?
Gerçek bilim insanı çalmaz, çaldırmaz. Çalanlar ile de mücadele eder. Bu mücadelesinde ona köstek olmak isteyenler de çıkabilir. Gerçek bilim insanı hırsızlıkları örtmeye çalışanlarla da mücadele eder.
Hırsızlar ile mücadele eden ve onların yaptıklarını açığa çıkarmaya çalışanların önü daima kesilmeye çalışılır. Nasıl yapsam da bu işi örtsem ya da örtülmesine ufakta olsa bir katkıda bulunsam diye çabalayanlar, Türk toplumunda hırsızlarla mücadele edenlerden maalesef daha çoktur.
İşin örtülmesine çalışanlar eğer toplumda yaygınlaşırsa, o ülkede gidiş kötüdür. "Üniversitelerde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır" özdeyişini hiçbir zaman unutmamak gerekir.
Prof. Dr. Ortaş´ın yazısına geçmeden önce intihal ne demektir, kısaca tanımını yapalım.
İntihal, (aşırma), bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanmasıdır. İntihal bir tür sahtekarlık ve hırsızlıktır. İntihal genelde bilinçli olarak hızla yükselmek amacıyla yapılır.
Ciddi bir akademik suçtur.
Bilgi çalmak ile kuyumcudan altın çalmak arasında hiçbir fark yoktur. İlki çok daha tehlikelidir. Çünkü, bilgi çalıp yükselenler, ileride bu alışkanlıkların genç nesle de aktarabilirler, aktarmasalar bile kötü örnek olurlar.
Başlıca türleri şunlardır: alıntı ifadeler ve fikirler için kaynak göstermemek, ödünç alınan ifadeleri tırnak içinde yazmamak. Başkalarına ait fikirler alıntı yapılırken, yeni cümlelerle ifade edilseler bile kaynak gösterilmesi gerekir.
Araştırmalarda görülmüştür ki;
- İntihal, daha çok ciddi bir öğretim elemanı kadrosu oluşmamış bölümlerde görülmektedir,
- Usta çırak ilişkisi içerisinde yetişmemiş, ciddi bir ustası olmayan öğretim elemanlarında daha sık rastlanmaktadır,
- İntihalciler  Doğan Cüceloğlu´nun sınıflamasına göre "popüler optimist" karaktere sahiptirler,
- Ciddi bir akademisyen 20-25 yayın ile kendisini kabul ettirmişken, intihalciler çok daha fazla yayın yapmalarına rağmen kendilerini meslektaşlarına kabul ettirememişlerdir,
- İntihalciler, şikayet olması durumunda hemen en adi komplo girişiminde bulunmaktadırlar,
- Ciddi bir bilim insanı, dünya görüşü ve inancı ne olursa olsun aydınlık yüzlü, pozitif enerji veren, ilkeleri olan, sevecen, hoşgörülü ve bir beyefendi/hanımefendi davranışı sergilerken, intihalciler daha çok "yavuz hırsız" davranışı içindedirler.
- İntihalci, intihal kitabını Çince yazılmış eserlerden yararlanarak üretmiştir ama mesleki dil sınavına Japonca´dan girmiştir. Bu, tipik intihalci davranışıdır ve intihal yaptığının delilidir. Çünkü, bilmediğin ve sınavını geçemediğin dilden okuyarak nasıl kitap yazdın diye insana sorarlar.
Genç bilim insanları, eğer bilimsel hırsızlık yapmadan sıfat almak istiyorlarsa, mutlaka Prof. Dr. İbrahim Ortaş´ın yazısını, virgül atlamadan okumalıdırlar.
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, bilim adamı niteliği nasıl olmalı diye sormakta ve eklemektedir: Bilim insanın önemli özelliklerinden biri, bağımsız ve özgür kişi olmasıdır. Bilim adamı özgün kişiliği ile her şeyi bir üstüne soran değil, önce aklını ve bilgisini kullanan kişidir.
Kişiliği gelişmiş bilim adamı kendine güvende hisseden, kendi kendini temsil eden kişidir.
Bilim adamı bilim disiplinine bağlıdır ve özgür birey olarak görevini bağımsız yapar. Bilim adamı bilim disiplini dışında hiçbir disipline veya düşünceye  bağlı değildir.
Bilim insanı her türlü zorluğu göze alabilecek kadar cesurdur. Bilim insanı otoriteye karşı düşüncesini söyleme durumunda olduğu için mümkün olduğunca resmi iktidar çerçevesinin dışında kalmayı yeğler.
Bu konuda Giordano Bruno 16. yüzyılda, "Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Karanlık ve aydınlık arasındaki bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım; bundan dolayı her yerde nefretle karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı ve aptal çoğunluğun öfkesine hedef olarak yaşadım" demektedir.
Bilim insanının temel özelliği düşünce üretmektedir.
Bilim insanı bilim yapan ve bu konuda uğraş veren kişidir. Bilim yapan kişi yaptığı işin doğası gereği normal bir meslekten farklı bir uğraşıyı gerektirmektedir. Bilim insanının yaptığı işin öncelikle felsefesinin iyi anlaşılması gerekmektedir.
İşin iyi anlaşılması için kişinin sahip olduğu bilgi birikimi, kültürel alt yapısı,  çabası yanında sahip olduğu zeka türü de önem taşımaktadır.
Bilim adamı ne iş yapar?
Bilimin amacı evreni, içindeki canlı veya cansız nesneleri anlamak ve tanımlamaktır. Bilimin amacına uygun olarak zihinsel yeterliliğe sahip olması bilimin doğal bir sonucudur.
Kişinin bilime nasıl bir anlam yükleyeceği, kimlerin bilim insanı olacağı veya bilim insanının nasıl belirleneceği temelden bilimsel bilgisi ve bilimsel tutumuna bağlıdır.
Diğer bir deyişle adayın nasıl eğitildiği, kişinin yaşama bakış açısı, öngörüleri ve geleceğe ilişkin tutumu da önemli olmaktadır. Temel soru bilimsel tutumunun nasıl belirleneceğidir.
Temiz bir bilim dünyası için, intihalden arındırılmış eserler üreten bir Türkiye için, Prof. Dr. İbrahim Ortaş´ın yazısını Cuma günü sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.