NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

9 Ocak 2009

Doç. Dr. Erkan Yüksel - “İNTİHAL” NEDİR BİLİYOR MUSUNUZ?

“İntihal” sözcüğünü ilk duyduğumda ya da bu sözün benim için değer taşıyan anlamını ilk fark ettiğimde yüksek lisans tezimi yazıyordum. Birilerinin intihal suçunu işlediğine ilişkin tartışmadan o yıllarda edindiğim izlenim, sözcüğün anlamının “kaynak göstermeme” olduğu şeklindeydi.
Gazetelerde yazanlardan ve hocalar arasındaki sohbetlerden çıkardığım bu anlama karşılık, hiçbir derste “bilim etiği” ya da “intihal” konusuna ilişkin herhangi bir açıklama ile karşılaşmamıştım.
Geçmiş yıllarda medyada farklı biçimlerde intihal konusu gündeme geldi. Doğrusu bir bilim insanı olarak eksikliğini hissettiğim pek çok konuyla birlikte bu konuda da araştırma yapma ihtiyacı duydum.
İki yıldır ise fakültemde verdiğim Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri dersinde bu konuyu işlemeye ve lisans öğrencilerime açıklamaya başladım.
AKADEMİK HIRSIZLIK
İntihal eski bir sözcük. Bunun yerine “akademik hırsızlık” sözcüğünü tercih etmek de mümkün. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde “intihal”, “aşırma” sözcüğüne karşılık geliyor. “Bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş ya da düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanması” şeklinde açıklanıyor. Bu nedenle intihal, bir tür sahtekârlık ve hırsızlık olarak da nitelenebiliyor.
Bir akademik çalışmada araştırmacının başka kaynaklardan bilgi alırken neyi, nereden ve nasıl aldığını belirtmesine “kaynak gösterme” deniliyor. Alıntı ifadeler ve fikirler için kaynak göstermemek, ödünç alınan ifadeleri tırnak içinde yazmamak ve kaynak göstermemek ise “intihal” olarak yorumlanıyor.
Bilimsel literatürde intihalin üç türü; “aynen kopyalamak”, “değiştirerek yazmak” ve “düşünceyi çalmak” şeklinde sıralanıyor.
Örneğin herhangi bir yerde yayınlanmış başkasına ait bir yazıyı “tümüyle” ya da “kısmen” kaynak belirtmeksizin “kelimesi kelimesine” aynen kopya etmek aşırmanın en bariz uygulamalarından birini oluşturuyor. Öğrencilerin internetteki çeşitli kaynaklardan buldukları ödevleri kopyalayarak, kendilerinin hazırladığı bir çalışma gibi kaynak göstermeden ders ödevi hazırlamaları bu türde bir “aşırma” anlamına geliyor.
DEĞİŞTİREREK YAZMAK
Yine, başka bir kaynakta yayınlanmış bir açıklama ya da düşünceyi dilsel ve yapısal anlatımını değiştirerek, kaynak göstermeden kullanmak da “değiştirerek yazmak” şeklindeki intihal suçunu oluşturuyor. Örneğin öğrencilerin başkasının yazdığı bir çalışmayı alıp, kimi paragraflarını ya da kimi cümlelerini değiştirerek, kimilerini çıkararak, ifade biçimlerini kendi üsluplarına uydurarak yeniden yazmaları ya da düzenlemeleri ve kaynak göstermemeleri bu türde bir “suç”.
Üçüncü tür aşırma suçu ise, “fikri haklar” çerçevesinde de değerlendirilebilecek “düşünceyi çalma” şeklinde karşımıza çıkıyor. Başka birinin düşüncelerini temel alıp, onun üzerine yazı yazmak ve o görüşe ilişkin kaynak göstermemek intihal suçu sayılıyor. Başka bir deyişle, yazıdaki dil ve anlatım yazan kişiye ait olsa bile, temel alınan düşünceler başkasına ait olduğu için onlara dipnot verilmesi ve kaynak gösterilmesi gerekiyor.
Aynı şeklide, başka bir çalışmaya özgü istatistik, grafik ya da şekillerin, tabloların ya da herhangi bir içeriğin kısmen ya da tamamen alınarak kaynak gösterilmeksizin kullanılması da fikir ya da düşüncelerin alınması ile eş değerde “intihal suçu” olarak kabul ediliyor.
KAYNAK GÖSTERMEK
Bu arada, kimi akademik olmayan çevreler tarafından dillendirilen bir soru ya da eleştiri var: “Bir çalışmada kaynak göstermek neden gerekiyor; çalışmanın özgünlüğü dipnotlarla bozulmuyor mu?”
Kaynak göstermek en başta “yararlanılan kaynakların yazarlarına kredi vererek, ahlaki ve yasal kurallara uymak” adına önem taşıyor. Dolayısıyla en başta ahlaki bir değer ve saygı ifadesi. Bu nedenle, fikrin özgün sahibine, o hakkı teslim etmek adına kaynak göstermek gerekiyor.
Ayrıca araştırma konusu çerçevesinde var olan birbirinden farklı görüş ve olguları ortaya koymak ve araştırmacının bu farklı görüşleri göz önüne aldığını kanıtlamak için de kaynak göstermek bir zorunluluk.
Okuyucu açısından ise kaynak göstermek, okuyucuya alıntıların asıl kaynağa uygunluğunu denetleme imkânı vermek ve onların güvenlerini kazanmak adına önem taşıyor. Asıl kaynak ya da orijinal eserin belirtilmesi, okuyucunun daha ayrıntılı bilgi almak istediği durumlarda o eseri bulmasına yardımcı oluyor. Bununla birlikte okuyucunun zihninde uyanan farklı soruların yanıtlanması anlamında da asıl kaynağın tanımlanmış olması gerekiyor. Okuyucuya, aynı konuda yararlanabileceği öteki önemli kaynakları tanıtmak adına kaynak göstermek, yol gösterici ya da rehberlik edici bir niteliğe sahip.
Ayrıca, hazırlanan metinde ifade edilen düşüncede bir yanlış ya da bu düşünceye yönelik bir itiraz ya da eleştiri varsa; kaynak göstermek, o itirazın asıl ve ilk olarak kime ya da nereye yapılacağını anlamında da değer taşıyor.
İNTİHAL KAZAYLA OLABİLİR Mİ?
Peki, intihal nasıl oluyor? İntihalin meydana gelme biçimleri literatürde iki şekilde tanımlanıyor: İntihal, bilinçli olarak yani “kasten” yapılabileceği gibi “farkında olmadan” ya da “kazara” gerçekleşebilir.
Bilinçli olarak intihal yapılması, “aldatma amacı” taşıması anlamına geliyor. Çünkü başkasının eserinden yapılan alıntının bilinçli olarak kaynak gösterilmeden ya da alıntı yapılan kaynak yokmuş gibi davranılarak, kendisinin eseriymiş gibi sunulması intihal suçu olarak yorumlanıyor.
Farkında olmadan gerçekleşen intihal olayları ise uygun şekilde ya da açık bir şekilde referans ya da dipnot verilmemesi, kaynak gösterilmemesi yoluyla gerçekleşiyor. Örneğin elektronik ortamda internetten kopyalanan bir metnin, başka bir yerde kullanılması sırasında dipnotların kopyalanmasının bir şekilde “unutulması” ya da dipnotların kopyalanmadığının “fark edilememesi” bu türde bir suçun ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Tabi “fark edilmeden” yapılmış olsa da bu gerekçe, sonuçta intihal suçunu ortadan kaldırmıyor.
ALINACAK ÖNLEMLER
İntihali önlemek için ne yapmak gerekiyor? Literatürde buna ilişkin kimi önerilere rastlamak mümkün. Genç akademisyenlere, ödev ya da rapor hazırlayanlara yol göstermesi açısından sıralayalım:
Daha hazırlık aşamasında başkalarının fikirlerini not alırken yanlarına işaret koymak ve hangi kaynaktan aldığını not etmek gerekiyor.
Yazım aşamasında orijinal kaynağa bakmadan kendi cümlelerimizi kullanmak, daha sonra orijinal cümlelerle içerik, doğruluk ve yanlışlıkla alınan ifadeler bakımından karşılaştırmak, değiştirilemeyen ya da aynen kalmasını istediğimiz ifadeleri tırnak içine alarak göstermek ve kaynağını belirtmek intihal suçunun oluşmasını önlemeye yardımcı oluyor.
Çalışmanın başından sonuna, hangi düşüncenin hangi kaynaklara ait olduğunun teker teker ve titiz bir çalışma ile gözden geçirilerek denetlenmesi ise yapılabilecek son uyarı şeklinde.
Özellikle yurt dışındaki çalışmalarda intihal konusuna büyük önem verildiğini ifade etmeden bu yazıyı tamamlamak istemiyorum. İlgilenenler internetten bu konuda “plagiarism” anahtar sözcüğüyle arama yaparlarsa uzun bir liste ile karşılaşacaklar ve bir yığın organizasyonun varlığını görecekler. Üniversitelerin öğrencilerine yaptığı bu konudaki uyarıları, bu suç nedeniyle ceza alan akademisyen ve öğrencileri, aldıkları cezaları bulacaklar.
Bu çalışmada “intihal” suçu işlememek adına yararlandığım kaynakları ise şu şekilde sıralayabilirim:
Serengil, Yusuf. “İntihal”,
http://www.universite-toplum.org/textphp3?id =264
http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=247090
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ntihal
http://www.indiana.edu/~wts/pamphlets/plagiarism.shtml#terms
-------------------------------
Doç. Dr. Erkan Yüksel
eyuksel@anadolu.edu.tr
Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi

4 Ocak 2009

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - TÜRKİYE'DE BİLİM ETİĞİNE SAYGI VAR MI? (Sakarya Gazetesi)

Geçen yıl(29 Aralık)yayınlanan son yazımın konusu Türkiye’de yolsuzluklar ile ilgiliydi. Yazımda, ülkemizde yolsuzlukların üzerine gidilmediği sürece Türkiye’nin yolsuzluk ligindeki sıralamasında (Uluslararası Saydamlık Örgütü- Transparency International- tarafından her yıl yayınlanır) bir yükselme olmayacağını özellikle belirttim.
Yazımda yolsuzlukların maddi olduğu kadar manevi de olabileceğinin altını çizdim. Manevi yolsuzluklara örnek, üniversitelerde yapılan bilimsel hırsızlıklardır.
Eğer bir ülkenin üniversitelerinde bilimsel hırsızlıklar (intihaller) doğal karşılanıyorsa, o ülkenin tüm yaşam alanları soyuluyor demektir.
Aralık ayının son günlerinde (26 Aralık 2008) Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı (Ekim 2005 de kamuoyuna 583 imzalı "bilim etiğine sahip" çıkın bildirisini hazırlayan öğretim üyesidir) şimdiye kadar Türk yüksek öğretiminde görülmemiş bir girişimde bulunmuştur.
Prof. Kantarlı, disiplin yönetmeliğinde öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmayı gerektirecek kadar yüz kızartıcı ağır bir suç olarak tanımlanan intihal makaleleri sebebiyle bir öğretim üyesi ile ilgili olarak Ege Üniversitesi yöneticilileri hakkında Türk Ceza Yasası kapsamında soruşturma açılması için Ankara ve İzmir Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunduğunu açıklamıştır.
Üniversitelerimiz, bilimsel hırsızlık yapanlara disiplin yönetmeliğinin hükümlerini derhal uygulayarak bu hırsızları sistem içine çıkardıkları zaman bilimsel anlamda güçlenirler.
Üniversitelerimizde etik ihlallerinde “benim hırsızım iyidir” ya da “kol kırılır yen içinde kalır” denirse, bundan en çok o üniversitelerimiz zarar görür.
Ülkemiz bilimsel, akılcı, eleştirel düşünen, yenilikçi ve yaratıcı bireyler yetiştiren toplum olma düzeyine henüz yeterince gelmemiş olduğundan, etik dışı davranışlara üniversitelerimizde maalesef sıklıkla rastlanmaktadır.
Bilimsel hırsızlık yaptıkları raporlarla kanıtlanmış olanlar eğer “üniversitemizin adı kötüye çıkar” kaygısıyla aklanmaya çalışılırsa, gerçek bilim insanlarına hem haksızlık ve hem de hakaret edilmiş olur. Fakat, “güneşin balçıkla sıvanmayacağı” gerçeğini ilgililer hiçbir zaman unutmamalıdırlar.
Yükseköğretim Kurumları Yönetici ve Öğretim Elemanları ve Memurları Disiplin Yönetmeliği meslek vakar ve haysiyetine uymayan, yüz kızartıcı ve utanç verici sayılan intihal suçunun yaptırımını, öğretim mesleğinden çıkarma olarak (Md.11/a-3) tanımlamıştır.
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) “başkasının eserini kendi eseri olarak gösterme”nin intihal suçunu oluşturduğunu kabul etmiş (Md.71/3) ve bu suçu işleyen kişilere dört yıldan altı yıl kadar hapis ve ağır para cezası verileceğini hükme bağlamıştır.
İntihal suçunu işleyen öğretim üyesi özür diler ve el öperse, bu suçtan dolayı af edilemez. Çünkü, intihal şahsi bir suç olmayıp, kamuyu ilgilendirir. Özür dilemekle suç unsuru ortadan kalkmaz.
Prof. Dr. Hakan S. Örer, “Etik İlkelerin Günlük Yaşamdaki Anlamı” başlıklı yazısında ( Türk Farmakoloji Derneği Bülteni, Sayı: 98, Ekim-Aralık 2008) çok önemli bir tespitte bulunmaktadır:
“İlkelere dayalı değil, daha çok kişilere göre kararlar alınmaktadır. Kurumlar arası yorum ve tavır farklılıkları da karışıklıklara sebep olmaktadır. Maalesef henüz gerçek anlamda bağımsız çalışan bir etik kurul yapılanması yoktur. Birçok etik kurul bağlı bulundukları kurumun (üniversite, bakanlık, eğitim hastanesi, vb.) politikası doğrultusunda çalışmakta ve kararları idari amirin etkisi altında almaktadır. Bağımsız (kurum dışı) üyelerin varlığına genellikle tahammül edilmemekte, kararları sorgulayan çatlak sesler pek istenmemektedir.”
Yakın çevremizde bu kararları sorgulayanlar varsa, hepimizin görevi onlara yardımcı olmaktır. Yoksa, hırsızlığın üstünü örtmek değil!
Şimdi, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi psikiyatri anabilim dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Burhanettin Kaya’nın Sendrom Akademik Düşünce Platformu Dergisi’nin Nisan 2007 sayısında yayınlanan yazısından bir alıntı yapmak istiyorum. Bu alıntıyı Dr. Kaya’dan yaptığımı belirtmeden aynen alıp yayınlasaydım (Eskişehir’de bazılarının yaptıkları gibi) bu tipik bir intihal yani bilimsel hırsızlık olurdu.
“Bir de yayın balığı vardır. Bu yayının `bir şeyi yayımlayıp yaymakla` alakası yoktur. Dip balığıdır. Çamurlu ve bulanık suları sever. Çok kokar. Lezzetli olduğu iddia edilir ama bu lezzete ulaşmak için çok temizlemek ve kokulu bitkilerde bekletmek gerekir.
Bir de argoda yer aldığı biçimiyle yayın balıkları vardır. Bunların balıkla alakası yoktur, `balık` yayınlara sahib olurlar. Adları yazılır. Hatır için, çıkar için, köprüyü geçenler ve geçene kadar hesap yapanlar tarafından, ya da başka bahaneyle. Emekleri yoktur. Katkıları, çabaları. Başka meslektaşlarının kaleminden çıkan metinleri birleştirip, orasını burasına üleştirip kitap yaparlar. Ya da tiridine bandıkları, para verip aldıkları yazılarla bezedikleri kitaplara süslü süslü adlarını yazarlar. `Balık` bir durumdur. Ve bir Şair`in unutulmaz dizelerine nazire yaparak ` Balık gibisin be kardeşim` dedirtmeye zorlarlar adamı. `Yayın balığı`dır onlar.
Yayın balıkları da türlü türlüdür. Avcıdır kimi, kimi toplayıcı, kimide çalar. İntihal ve intihar diyalektiğinde vakur. Çamurda ve dipte yaşadıkları için derinden derinden yaparlar yapacaklarını. Çarpar böler, kesip yapıştırırlar. Ölçmek mi gerekiyor? Ölçerler. Ölçek mi gerekiyor? Ölçüye göre biçerler. Az mı geldi? Çarparlar. Çok mu geldi? Bölerler. `Balık` yayınları olur.”
Yayın balığı üzerine ben söylenecek başka söz bulamıyorum, sadece aşağıda Ümit Yaşar Oğuzcan’dan bir alıntı yapmak istiyorum.
İsteyen yorumu kendisi yapsın ve düşünsün. Acaba kiri biten kimler?
Bence intihalci hocalar. Çünkü onların kendilerine ait hiçbir şeyleri yoktur da ondan. >>

2 Ocak 2009

Orhan Bursalı - AKINTIYA SÜRÜKLENMEK..- CBT

Gündem
Cumhuriyet Bilim Teknik 02.01.2009

“İşlem” şaşmadan sürüyor! Atom saati gibi dakik! Ne demiştik? Üniversite seçim sistemi tam bir rezilliktir, rezalettir! Suyun başını tutanlar, kim olursa olsun, burada YÖK iktidarı ve Cumhurbaşkanı, öğretim üyelerini kullanıyorlar..Hem de tarihte görülmemiş bir “demokrasi” kandırmacasıyla! “Hadi canlarım bi seçim yapın bakiiim” diyorlar, sonra da 6 kişi arasından canını istediklerini rektör olarak atıyorlar! Birinci mi gelmiş ikinci mi, 1000 oy mu almış yoksa 5 oy mu... Listede bulunman önemli!

İşlem belliydi: Siyasal tarikat tıkır tıkır, plana göre çalışıyor. YÖK’e atadıkları adamlarını (başbakanın da özel doktoru) oradan istifa ettirip daha anlamlı bir işe, İstanbul Üniversitesine rektör olarak atama işlemini tamamladılar. Rektörün kişiliğini bilmem, ne yapacağını da... Bununla ilgilenmiyorum. Burada seçim, süreç, dinci siyasetin katakulli numaraları ve seçim diye koskoca “üniversiteyi” bu biçimde kullanmaları önemli!
Yıllardır oynanan oyun bu. Üniversiteliyi birbirlerine kırdırırcasına... Düşmanlıklar, kamplaşmalar oluşturarak... İktidar dalkavukluğu gibi artık bir mesleğe dönüşmüş yeni bir “sınıf” yaratarak... Boyun eğmeyi teşvik ederek... Kişilikleri silip süpürerek...
Dedik ki, oyun açık. Üniversite üniversite ise, siyasetin aleti olmamalı! Oyunun kurallarını değiştirmeli! Kendisine yakışan bir rektör seçme sistemi istemeli, bunun için çalışmalı. Siyaset bunu yapmayacaktır. İrili ufaklı hiç bir (ideolojik) iktidar odağı bunu yapmayacaktır. Geçmişte de “ideolojik” YÖK’çüler bunu yapmadı!

Sayın Sezer’e de buradan seslenmiştik: Lütfen yeni bir yol deneyin. Üniversitelere, bu açmazdan kurtuluş yolunu açın. Örneğin siz kendiniz nasıl bir rektör atayacağınızın kriterlerini açıklayın. Şeffaf olun. Bu kriterler, esas olarak bilimsel ölçeklere dayansın. Yöneticilik başarıları arasın. Uluslararası, üniversiter ölçekleri gözetsin. Üniversitelerin bilimsel niteliklerini yükseltecek hedeflere yönelsin... (Bunu ayrıca ilk eleme aşamasını yöneten anlı şanlı eski YÖK başkanları da yapabilirdi! Nerede o geleceğe bakış!)
Sayın Sezer bunu yapmadı. Danışmanları mı teşvik etmedi bilemeyiz. Ancak Sezer böyle kriterler açıklamış olsaydı, rektör seçimlerinde büyük bir aşama kaydedilirdi, bugün YÖK’ün ve Çankaya’nın yeni sahiplerini de belirli ölçülerde bağlayıcı olurdu!
Şimdi İstanbul Üniversitesi’nin önünde tek yol vardı: Onurlu bir rektör seçiminin yöntemini, kriterlerini saptamak; bunları kamuoyuna açıklamak. Ve, uyduruk, tarikatçıların-siyasetçilerin kendi meşreplerine göre yönettiği bu süreci, öğretim üyeliğinin konu mankeni olarak kullanılmasını reddetmek ve en etkili silah olarak da rektör seçimlerini de boykot etmek! Ne kaybederlerdi? İstedikleri kişiyi zaten rektör atayacaklarına göre!

Şimdi ağır konuşma zamanıdır; bu hakkı da, kamu çıkarını gözettiğine inandığımız düşüncelerimizden alıyoruz (Bunu da tartışmaya hazırız!): Atatürk’ün bu koskoca üniversitesinden, 1 kişi, 10 kişi, 50 kişi bile, bu tür akılcı, değiştirici bir süreci başlatmaya kalkışamadı! Hey, bir tane “deli” bile mi yok binlerce kişi arasında! Onun yerine, düzene, verilene, kendilerine dayatılana, bir azınlık oyuna boyun eğme yeğlendi.
Acaba, bütün herkesin düzenin bu şekilde “dokunulmadan” çalışmasını istemesinde, bir çıkarı mı var? Galiba evet! Fakat, eğer tarikatçılık kıskacına girmemiş gençler kaldıysa, artık ekonomik bir bağımlılığı kalmamış veya olsa bile düşünce namusunu, üniversite, ülke ve kamu yararını önemseyen ve ön planda tutan kimseler varsa eğer, belki umut onlardadır..

***
Yeni yılın bu ilk sayısında, Ege Üniversitesi’nde bilim etiği mücadelesi veren “Donkişot” Prof. Kayhan Kantarlı’ya de destek çıkmak zorundayız: Kantarlı “İntihal ve bilimsel sahtecilik içeren makaleleri nedeniyle bir kamu kurumu olan TÜBİTAK'ın ceza verdiği öğretim üyesini dekan atayan YÖK Başkanı ve bu atamada birinci derecede sorumlulukları bulunan Ege Üniversitesi Yöneticileri hakkında Türk Ceza Yasası kapsamında soruşturma açılması için Ankara ve İzmir Cumhuriyet Savcılıklarına” suç duyurusu yaptı! Ayrıca bilimsel makalelerdeki sahtecilikleri de raporlarla açıkladı!

Kantarlı diyor ki, “Üniversitenin önceki yöneticileri, söz konusu öğretim üyesini aklanmış sayarak önce profesör, sonra anabilim dalı başkanı, sonra bölüm başkanı ve nihayet şimdi de dekan olabilmesinin önünü açtı.. İntihal suçu kanıtlanan bir öğretim üyesinin dekan atanması, YÖK düzeninde 27 yıldır yerlerde süründürülen bilim ahlakının öldüğünün bir göstergesidir...”
Kantarlı, ayrıca, bir öğretim üyesinin yazdığı ders kitabında intihal bulunduğu için yaptığı suç duyurularını örtbas eden kişi ve kurumlara yazdığı eleştiri ve kınama yazıları yüzünden, hakkında 200.000 YTL lik manevi tazminat davası açıldığını da belirtiyor. Diyor ki, “İntihalcilere, karşı dava açma cesaretini de, YÖK düzeni sağladı... Yazarı belli olan bir kitaptan kaynak göstermeden yapılan alıntılara ise ‘anonim bilgi’ yakıştırması yapılıyor.”
***
Gelecek hafta buluşmak dileğiyle, Mutlu Yıllar...

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.