NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın

2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

Bilim Akademisinin Sahte Belge ve İmza Üretimi Hakkındaki Açıklaması (2025) lütfen tıklayın

“Sahte Diploma Soruşturması” Hakkında Kamuoyu Bilgilendirmesi - Türkiye Barolar Birliği (2025) lütfen tıklayın

Prof. Dr. İzge Günal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. İzge Günal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ağustos 2021

İZGE GÜNAL - Akademik yolsuzluk öyküleri (Gazete Manifesto)

Şimdi diyeceksiniz ki, ülkede bunca yolsuzluk varken akademik yolsuzluklara ne yapılabilir? Haklısınız. Zaten çok büyük cezalar verilmesinin, insanların akademik yaşamlarının sonlandırılmasının doğru olduğu kanısında değilim ben de. Ancak hiçbir şey yapılmadıkça da akademik alan kirleniyor, akademi akademi olmaktan çıkıyor ve gerçekten “aksi kanıtlanmadıkça her akademisyen suçludur” noktasına geliyoruz.

Yıllardır akademik yolsuzluklar üzerine yazarım. Hatta sadece yazmakla kalmayıp, yapılan akademik yolsuzlukları ortaya çıkartmaya, yapılmasını engellemeye çalışırım. Elbette benim dışımda da gerek kişisel gerekse kurumsal olarak bu konuda emek verenler var. Ancak tüm çabalara karşın bırakın yolsuzlukların engellenmesini, ivmesi bile düşürülemiyor. Hiç abartmıyorum, her hafta en az iki akademik yolsuzluk örneği elime ulaşırdı. Elbette bunda konuya ilgi gösterdiğim için karşılaştıkları yolsuzluklar konusunda ne yapmaları gerektiğini danışmaya gelenler de önemli yer tutardı ama olsun, örnekler çoğalmaya devam ederdi ve sorunun sanılanın çok ötesinde olduğunu görürdüm. Öyle ki, son zamanlarda bu konuda yaptığım sunumlarda kullandığım son saydam (slayt) “Aksi kanıtlanmadıkça her akademisyen suçludur” şeklindeydi.

Artık akademiden uzağım ama yolsuzluklarla karşılaşmaktan yine de kurtulamadım. Aşağıda sadece son birkaç ay içerisinde karşılaştığım olgular var. Akademik yolsuzluk derken, bilimsel bir çalışmanın başlangıcından son aşama olarak yayınlanmasına kadar geçen süre içerisindeki etik dışı davranışları kastediyorum. Kavramla ilgili ayrıntılı bilgi için başka bir yazımı (1) önerebilirim.

Neyse ben örneklere geçeyim: Geçenlerde eski bir asistanım ziyaretime geldi. Kendisinin o yıllardan beri kemik kırıklarının tedavisinde kullanılacak bir çivi üzerinde çalıştığını biliyordum. “Ne oldu?” diye sorduğumda, çalışmaları bitirdiğini ancak bir gün bir televizyonun ana haber bülteninde kendisine danışmanlık yapan bir hocasının çivisinin mucidi olarak demeç verdiğini gördüğünü söyledi.  Hatta patentini bile almış! İnanamadım, süreci başından beri bilmesem, abartıyor diyebilirdim. Açıkça çalışması çalınmış, hatta başkası mülkiyetine (patent) bile geçirmiş. Üstelik bunu yapan hocalarından bir tanesi! Tipik bir hırsızlık. Konu mahkemedeymiş, gerekirse tanıklık yapabileceğimi söyledim.

Başka bir üniversiteden yeni emekli olmuş bir profesör arkadaşım var. Emekli olmadan önce elinde bulunan irili ufaklı çalışmaları tamamladığını, etik kurul onaylarını aldığını, verileri topladığını ve yayınlamaya başladığını biliyorum. Bir kısmının yayınlanması da doğal olarak emeklilik dönemine kalmıştı. Uzmanlık alanlarımız aynı olduğu için araştırmalarını benimle de tartışır, görüşümü alırdı. Yani çalışmaların tüm aşamalarına tanık olduğumu söyleyebilirim. Yaklaşık bir ay önce elinde bir makaleyle yanıma geldi, yaptığı araştırmalardan biri olduğunu gördüm ancak yazarlar arasında ismi yoktu! Kendisi emekli olunca, daha önce çalıştığı bölümdekiler verilerini alıp yayınlamışlar! Üstelik tüm çalışmayı bizzat yapan arkadaşımken, ki bunun belgeleri var, üstelik etik kurul onayında esas araştırmacı olarak kendisi görünürken ismini yazmadan! Yine bir hırsızlık vakası.

Bu hırsızlığı yapanlardan birisi dikkatimi çekti, akademik yaşama yeni başlamış. Tıpta uzmanlık eğitimini (doktoraya denk sayılıyor) yaklaşık yirmi yıl önce tamamlamıştı. Gecikmeyle de olsa enerjisini takdir ettiğimi söyleyebilirim. Yayınlarına bakarken yenilerde sunduğu bir bildiri dikkatimi çekti: yirmi yıl önceki tezini sunuyordu, veriler bütünüyle aynıydı, yani çalışmanın üzerine yeni bir şey eklenmemişti. Ancak çalışmayı yapanlar arasında yeni girdiği fakültedeki genç bir hoca ve onun eşi de vardı. Yaşlarını hesapladığımda hoca ve eşinin çalışma yapıldığı sırada ortaokul öğrencisi olmaları gerektiğini gördüm. Hani birisi yıllar sonra dosyalarına baksa “vay be, ortaokul öğrencisiyken doktora düzeyindeki bir çalışmaya katkıda bulunabiliyorlarmış” diyecektir. Açık bir yanıltmaca, tipik bir ‘kıyak yazarlık’ örneği.

Şu anda üniversitede çalışan bir profesör arkadaşım, jüri üyesi olarak kendisine gelen bir doçentlik dosyasında şüphelendiği bir makaleyi gösterdi. Olgu (hasta) sayıları gerek o bölümden daha önce yayınlanan benzer çalışmalara, gerekse Türkiye ölçeğine göre oldukça yüksekti. Basit ama resmi olmayan bir soruşturmayla olguların uydurma olduğunu gördük. Arkadaşım gerekli yerlere başvurdu. Tipik bir uydurmaca, ‘masa başı üretim’ örneği.

Bir fakülte dergisi editörü bir arkadaşımın yönlendirmesiyle başka bir üniversiteden doktor öğretim görevlisi genç bir akademisyenle görüştüm. Alanlarımız birbirinden çok uzak. Bana kendisinin bir makalesiyle, başka bir dergide yayınlanan makaleyi gösterdi. Sonuç bölümü neredeyse birebir kopyalanmıştı. Komik olan, her iki yazının konularının farklı olmasıydı! Evet, bilim evrenseldir ama bu kadar da değil. Kendisine yapması gerekenler konusunda önerilerde bulundum. Benim de dağarcığıma tipik bir aşırma (intihal) örneği daha eklenmiş oldu.

Bunlar sadece son dönemde tanık olduklarım; üstelik akademi dışında olmama karşın. İçinde olsam kim bilir nelerle karşılaşacağım?

Anlattığım bu olaylarla ilgili ne olur? Şimdiye kadar olan deneyimlerim ya hiçbir şey olmayacağı ya da küçük uyarılarla konunun geçiştirileceğini düşündürüyor. Şimdi diyeceksiniz ki, ülkede bunca yolsuzluk varken akademik yolsuzluklara ne yapılabilir? Haklısınız. Zaten çok büyük cezalar verilmesinin, insanların akademik yaşamlarının sonlandırılmasının doğru olduğu kanısında değilim ben de. Ancak hiçbir şey yapılmadıkça da akademik alan kirleniyor, akademi akademi olmaktan çıkıyor ve gerçekten “aksi kanıtlanmadıkça her akademisyen suçludur” noktasına geliyoruz. Genç akademisyenler doğrunun ne olduğunu göremiyor. Ceza vererek de sorunun çözülmeyeceğini düşünüyorum ama suç yok sayılmasa, yolsuzluk yapanlar sadece ayıplansa, örneğin yemekte yanına oturmaktan kaçınılsa, bir süre yanından uzaklaşılsa bile bu sorun çözülebilir. Yani bakış açısının değişmesi gerekiyor. Size öyle isimler verebilirim ki tanınan, saygın; ama önlerine gelen yolsuzluk dosyalarına gözlerini kapatmış. Bugün kendisine göz yumulanlar, yarın kendileri göz yumanlar oluyor. Böyle düşününce, bugün göz yumanların geçmişinde ne vardı merak ediyorum?

İşte size temizlenmesi gereken bir alan daha.

(1)https://acikerisim.deu.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12397/4550

22 Aralık 2014

Prof. Dr. İzge Günal - Sir Cyril Burt Kimdir? ( İleriBilim )

Bilim tarihi bana göre çok heyecanlı bir serüvendir. Tıpkı bir polisiye gibi okunur öykülerin çoğu. Tamam, ortada bir cinayet yoktur ama bilinmeyen her şey de en az onun kadar heyecan vericidir. Hele bir de toplumsal yapıyla ilişkisi kurulursa, “toplumsal içerikli” roman tadında olur.
Elbette bu işin tadını kaçıranlar da çıkar. Tıpkı şikenin açık hal almasıyla futbolun tadının kaçması, seyirci sayısının azalması gibi. Burada kast ettiğim akademik yolsuzluk yapanlar; değişik dürtülerle deney yapmadan uydurma sonuçlar yayınlayanlar, deneyi yapıp istemedikleri sonuçları saklayıp sadece işlerine gelenleri yayınlayanlar, başkasının yaptığı çalışmayı aşıranlar….. Bunlara da bilim serüvenin şaklabanları gözüyle bakmak gerek, onlara da gereksinim var; diyalektik çok açık: doğrunun olduğu yerde yanlış da vardır.
Gelelim Sir Cyril Burt’e. Cyril Burt zamanın en önemli psikologlarından biri. Doğumu 1883, ölümü 1971. Bu süre içerisinde psikoloji alanında ulaşılabilecek en üst noktaya çıkmış, ödüller almış, en büyük enstitülerin yöneticisi olmuş, dünyanın en saygın dergilerinde editörlük yapmış ve sir unvanı almış. Bir Nobel’i eksik ama çalıştığı alanda bu ödülü almak hemen hemen olanaksız. Tüm bu saygınlığı elde etmesinin nedeni Burt’ün ikizlerin zekâ kat sayıları üzerinde yaptığı çalışmalar ve bunlardan çıkarttığı sonuçlar. Burt, tek yumurta ikizleri üzerinde yaptığı çalışmalarla zekânın kabaca yüzde 75 genetik, yüzde 25 de çevresel faktörlere bağlı olduğunu göstermiş. Bunu yaparken aynı ortamda büyüyen ikizlerle, farklı ortamlarda büyüyenleri karşılaştırmış. İlk çalışmasını 21 çift ikiz ile yaptıktan üç yıl sonra denek sayısını arttırıp 30 çifte, bundan sekiz yıl sonra da 53 çifte çıkmış.
Bundan sonra yukarıda bahsettiğim saygınlık ve ödüller gelmeye başlamış. Sir unvanı da bu çalışmalar nedeniyle verilmiş. Gündüz Vassaf Burt’ün bulgularının İngiliz işçi sınıfı çocuklarının da işçi olmasını zekâlarının düşüklüğüne bağladığını, Kraliçe’nin de tam da bu nedenle kendisini sir unvanıyla “taltif” ettiğini yazar. Esas mesele Burt öldükten sonra başlar. İki dikkatli araştırıcı Burt’ün tüm makalelerinde ikizlerin zekâ katsayısının beraber büyüyenlerde 0,994, ayrı büyüyenlerde ise 0,771 olduğunu görürler. Olgu sayısı ne kadar artarsa artsın bu oran değişmemektedir. 21 çiften 53 çifte çıkmasına karşın, yüzde 150’nin üzerinde artış olmasına karşın sonuçlar virgülden sonra üçüncü basamağa dek hiç değişmemiştir: 0,994 ve 0,771! Bu olamaz mı? Elbette olabilir ama neredeyse piyangoda büyük ikramiyeyi dört kez üst üste kazanma olasılığı kadardır. Hele bir de ara çalışma olan 30 çiftlik seride de hiç değişmediği düşünülürse, gerçekten olanaksız olduğu anlaşılır. Sonrasında çalışmada zekâ ölçümü yapılan ikizlere de bir türlü ulaşılamaz. Anlaşılır ki, Burt bu çalışmaları hiç yapmamış, düpedüz uydurmuştur!
Araştırmalar derinleştikçe başka uydurmalara da ulaşılır. Örneğin bir yazısında bahsettiği konunun ayrıntılarının daha önce yayınlanmış bir tez çalışmasında olduğunu söylerse de bu teze de asla ulaşılamaz! İddiaları doğrulamak için Burt’ün yazılarında ismi geçen ve kendisine yardımcı olan Miss Conway ve Miss Howard’a ulaşılmaya çalışılır. Ancak bu isimde birileri yakın çevresinde ve çalıştığı hiçbir kurumda bulunamaz! Dahası, Cyril Burt’ün editörlüğünü yaptığı bir psikoloji dergisinde Conway ve Howard isimleri kitap eleştirmeni olarak sık sık yazılar yazmıştır. Tahmin edilebileceği gibi bu eleştirmenler(!), Burt’ü övüp, onun görüşlerine karşı çıkanları sert bir biçimde eleştirmektedir. Burt dergi editörlüğünü bıraktıktan sonra bir daha asla bu eleştirmenlerden dergiye yazı gelmez!
Akla gelen soru şu: Neden yıllar boyu kimse bunların farkına varmadı? Bence birileri farkına vardı. Vardı ama olasılıkla kendisine güvenemediğinden kaygılarını dillendiremedi. Dedim ya, bilim tarihinde hep olumlu örnekler yoktur; Cyril Burt ve benzeri gibiler de az değildir. Arada bir yurtdışından ve Türkiye’den yolsuzluk öyküleri anlatacağım. Anlatacağım ki, unutulmasınlar. Anlatacağım ki, hile yapanlar bu ve benzeri köşelerde isimlerinin geçmesi korkusunu yaşasınlar. (17. 12. 2014)

11 Ekim 2007

Prof. Dr. İzge Günal - Tek yöntem intihal değil (Yarınlar)

Geçtiğimiz aylarda fizikçiler arasında önemli sayıda ismin intihalle gündeme gelmesi, konuyu yeniden öne çıkardı. Akademinin arka yüzünde neler oluyor?
Aslında intihal akademik yolsuzluk türlerinden sadece birisidir. Madem güncel, önce intihalden başlayalım. İntihal, başkasının eserinin tümünü ya da bir parçasını kendisine aitmiş gibi göstermektir. Burada hiçbir emek sarf etmeden, düşünsel faaliyette bulunmadan başkasının üretimine el koyma söz konusudur. Yani açık bir biçimde hırsızlıktır; fikir, düşünce hırsızlığıdır. Diğer türler içerisinde; fabrikasyon veya masabaşı üretim diye adlandırılan uydurmacılık, falsifikasyon diye bilinen verilerin saptırılması, traşlama diye adlandırılan hipotezi desteklemeyen verilerin saklanması, salamlama olarak adlandırılan bir bütün oluşturan çalışmanın parçalara bölünerek yayınlanması, duplikasyon olarak bilinen aynı çalışmanın birden fazla yerde yayınlanması, kıyak yazarlık diye bilinen bir kişinin hiçbir emeği olmadığı veya emeği geçse bile yazar olmaya yetecek kadar emeği olmadığı bir çalışmaya isminin yazılması ve bunun tam tersi emeği geçen kişilerin çalışmada isminin yer almaması yer almaktadır. Sanırım burada önemli olan akademik yolsuzluk türleri arasında, topluma ve bilim dünyasına verdiği zararlar açısından bir ayrım yapmak gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında bu türler arasında uydurmacılık, verilerin saptırılması ve traşlama daha önemli hale gelmektedir. Bu üç türde de literatüre gerçeği yansıtmayan veriler sunulmaktadır. Bunlarda zarar tüm bilim dünyasını etkilemektedir. Örneğin; hiç yapılmamış bir deneyin sonuçları yapılmış gibi yayınlandığında (uydurmacılık) veya deney yapılıp sonuçlarla oynanıp yayınlandığında (saptırmaca veya traşlama) dünyanın herhangi bir yerinde başka birisi bu deney sonuçları üzerine bir başka çalışma planladığında sonuç hüsran olacaktır; çünkü zaten temel alınan çalışma yoktur ve/veya gerçeği yansıtmamaktadır. Diğer akademik yolsuzluk türleri aşırma (intihal), salamlama, duplikasyon, kıyak yazarlık veya hayalet yazarlık da elbette çok ciddi suçlardır. Ancak burada yayın içindeki bilgiler doğru olduğu sürece bilim dünyasına verilmiş büyük bir zarar yoktur. Örneğin; aşırmada aşırılan kişinin hakkı gasp edilip, aşıran kişi haksız bir yarar sağlamıştır. Ancak, üçüncü şahısların bundan bir zararı olmaz. Benzer durum, salamlama, duplikasyon ve kıyak yazarlık için de geçerlidir; burada sadece haksız bir biçimde kişilerin yayın sayısı artırılmaktadır.
Akademik işleyişin kendisi yolsuzluğu teşvik ediyor olabilir mi? Yani neden oluyor tüm bunlar?
Akademik yolsuzlukların neden yapıldığı konusu da içinde bulunulan topluma göre değişir. Örneğin; ABD gibi, çalışmaların büyük şirketlerden alınan fonlarla yürütüldüğü ülkelerde akademik yolsuzluk ciddi bir gelir kaynağı olabilir; bu durum, akademik yolsuzluğu teşvik eden faktörler arasında sayılmaktadır. Akademik yükselme hırsı, nedenler arasında öne sürülen diğer bir faktördür. Ancak, Türkiye’de akademik yükseltmelerde ölçüt kullanılması son beş, altı yılın gerçeğidir. Kaldı ki, konulan resmi ölçütler de gerçek anlamda çok basittir. Bu nedenle bunun da Türkiye’de akademik yolsuzluğun nedenlerinden biri olabileceği ama esas nedeni olamayacağı düşüncesindeyim. Sanırım esas neden, tabi Türkiye için, ciddi bir bilgi üretme geleneğinin olmayışıdır. Tüm dünyada toplumsal yapının gelişimiyle ve dayatmasıyla ortaya çıkan üniversite ve bilgi üretimi Türkiye’de üst yapı belirlemesiyle oluşmuştur. Toplum içinde bilgi ne kadar değerli ise, toplum ne denli hurafelerden uzak ise, yaşam ne kadar bilgi temelli ise akademi de o oranda bilgi üretir. Aksi durumda bilim karşıtlığı egemen olur. Bilim karşıtlığı derken kastettiğim astroloji vs. gibi sahte bilimler artı var olan bilimsel üretim sürecinin sahtekarlıkla sabote edilmesidir. Özetle bilgi üretiminin toplumsal karşılığının ve geleneğinin olmamasının temel sorun olduğu kanısındayım.
Akademik yolsuzluğun yasalarda ve YÖK yönetmeliğindeki yaptırımları nelerdir?
TC yasalarında akademik yolsuzluk bir suç olarak tanımlanmıyor. Bu nedenle de etik kurullardan ceza alan kişilerin cezaları mahkemelerce iptal ediliyor. Çünkü, bunların bir tanesi hariç diğerlerinin yasalarda karşılığı yok. Sadece aşırma (intihal) fikri mülkiyet hakları içerisine giriyor. Ancak, bunun da yargıya götürülebilmesi için, bizzat kendisinden aşırılan kişinin dava açması gerekiyor. Aşırma ne derece büyük olursa olsun, üçüncü şahısların konuyu yargıya taşıma hakları yok. Çünkü böyle bir durumda yargı açık bir biçimde “tamam burada aşırma olabilir ancak bundan sana ne” diyor. YÖK disiplin yönetmeliğinde de yine sadece aşırma bir suç olarak tanımlanıyor ve cezası ağır; ‘aşıran kişinin öğretim üyeliği ile ilgisi kesilir’ diyor. Bu maddenin nasıl işletildiğine geçmeden önce şu noktaya bir kez daha dikkat çekmek istiyorum. Daha ciddi bir akademik yolsuzluk türü olan uydurmacılık, saptırmacılık ve traşlama ile biraz önce söz ettiğim diğer yolsuzluk türleri hiçbir şekilde, hiçbir yönetmelikte suç olarak tanımlanmıyor. Gelelim YÖK disiplin yönetmeliğindeki maddenin nasıl işletildiğine; herhangi bir aşırma olayı saptadığınızda, konunun geleceği bütünüyle ilgili üniversitenin rektörünün elindedir. Siz konuyu YÖK’e bildirseniz bile, hatta ilgili rektörlüğün bu konuda hiçbir işlem yapmadığını, hatta rektörlüğün de bu sürecin bir parçası haline geldiğini YÖK’e bildirseniz bile YÖK hiçbir soruşturma yapmadan dosyayı yine ilgili rektörlüğe yollayıp onun yanıtını da size iletmektedir. Bu durumda eğer akademik yolsuzluk yapan kişi rektörlüğe yakınsa hiçbir şekilde hakkında hiçbir cezai işlem yapılmamaktadır.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.