NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

29 Haziran 2016

Kemal Göktaş - Akademide intihal depremi (Cumhuriyet)

Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, yüksek lisans ve doktora tezlerinin yüzde 34’ünde “ağır intihal” yani bilimsel hırsızlık yapıldığını ortaya koydu. Vakıf üniversitelerinde intihal oranı yüzde 46 seviyesine çıkarken kamu üniversitelerinde bu oran yüzde 31 oldu. Bilimsel çalışmaların “orjinal” olup olmadığını gösteren benzerlik indeksinde de dünya ortalaması yüzde 15 iken Türkiye’de bu oran yüzde 28.5 çıktı.
“Akademik yazı kalitesi” ile ilgili bir çalışma yürüten Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Politikaları Araştırma ve Uyguluma Merkezi (BEPAM) bu kapsamda 2007-2016 yılları arasında yazılmış 470’i yüksek lisans ve 130’u doktora tezi olmak üzere 600 tezin incelenmesini tamamladı. Bu tezlerin 477’si kamu, 123’ü vakıf üniversitelerinde yazılmıştı ve 89’u İngilizce ve 511’i de Türkçe idi. Tezlerin incelemesinde “turnitin intihal programı” kullanıldı ve programın her bir çalışma için ayrı ayrı belirlediği benzerlik indeksi kullanıldı.
Yapılan çalışmanın ne kadar orijinal olduğunu ifade eden benzerlik indeksinin dünyada kabul edilen seviyesi yüzde 15 iken Türkiye’de yapılan tezlerde bu oran yüzde 28.5 çıktı. Bu da Türkiye’de yapılan çalışmalarda ortaya yeni bir şey konamadığı ve çalışmaların sıklıkla bir birini tekrar eden araştırmalar olduğunu gösterdi. Çalışma kapsamında İngilizce tezlerin benzerlik indeksi yüzde 24 iken, Türkçe tezlerde bu oran yüzde 29 oldu. Kamu üniversitelerinde benzerlik oranı yüzde 28, vakıf üniversitelerinde ise yüzde 31 çıktı. Bu da kamu okullarında yazılan tezlerin daha iyi durumda olduğunu gösterdi.
Her 3 tezden biri çalıntı
Çalışmanın amacı intihal olmamasına rağmen araştırma sırasında yüksek intihalli tezler görmezden gelinemeyecek kadar çok olunca bu tezler intihalli olarak işaretlendi. Araştırma sonucunda 207 tezin, yani tezlerin yüzde 34’ünün yüksek intihalli olduğu ortaya çıktı. Kamu okullarında intihalli tez sayısı 150 iken (yüzde 31), vakıf okullarında bu sayı 57 (yüzde 46) oldu. Yüksek lisan tezlerinde intihalli olanların sayısı 173 (yüzde 36) iken, doktora tezlerinin sayısı 34 (yüzde 26) oldu. İngilizce tezlerde bu sayı 25 (yüzde 28) ve Türkçe tezlerde 182 (yüzde 35) oldu.
“Ciddi bir ahlak sorunu var”
Çalışmayı yürüten araştırmacı Dr. Ziya Toprak, konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede araştarmanın öğrencilerin tez yazmayı, akademisyenlerin de tez yazdırmayı bilmediğini ortaya koyduğunu söyledi. Türkiye’de hiç bir üniversitede yazıyı bilgi üretmenin ana aracı olarak gören bir Akademik Yazı Merkezi’nin bulunmadığını belirten Toprak “Ülkemizde maalesef ciddi boyutlarda etik sorunlar bulunmaktadır. Kuşkusuz bu araştırmada ortaya çıkan intihal vakaları arasında bilmeden intihal yapanlar vardır. Ancak araştırmanın bulguları yüksek intihalli tezler ile ilgilidir. Yani ciddi seviyelerde intihal söz konusudur. Burada bir ya da iki satır yada bir paragraftan söz etmiyoruz. Bilerek yapılan intihaller bunlar, bu da ciddi bir ahlak sorunu olduğunu düşündürtmektedir.” dedi. Toprak, İngilizce yazılan tezlerin İngilizce eğitim veren üniversitelerde yazıldığı düşünüldüğünde benzerlik ve intihal oranları bakımından Boğaziçi, ODTÜ ve Bilkent gibi okulların Türkiye ölçeklerine göre daha iyi durumda olduğunu kaydetti.
Yılda 25 bin tez yazılıyor
Türkiye’de özellikle son yıllarda doktora ve yüksek lisans çalışmalarında büyük bir artış yaşandığına dikkat çeken Toprak “YÖK Ulusal Tez Merkezine girilen tez sayısı 1999 yılında 11 bin 39, 2004 yılında 16 bin 343, 2009 yılında 21 bin 350 ve 2014 yılında 25 bin 730 olmuştur. Kuşkusuz bu sayının artmasında vakıf üniversitelerinin sayısındaki artış ile birlikte eğitimin ’kariyer yapmada’ gittikçe artan önemi yadsınamaz” dedi.
İntihal, bir başkasına ait bir fikri, düşünceyi ya da kavramı sahibine atıfta bulunmadan kullanmaya yani akademik hırsızlığa verilen isim.

18 Haziran 2016

Yalanlar Üzerine Kurulmuş Bir Kariyer: ''Dr.'' Serkan Anılır’ın Doktora Tezi ve Araştırma Sahteciliği Vakası - (Evrim Ağacı)

"Serkan Anılır'ın ismini belki gazetelerden ve bazı bilim dergilerinden duymuşsunuzdur. Bir aralar çeşitli illerde bilim konuşmaları yapan, uçuk kaçık bilim projeleriyle halkı heyecanlandıran, hatta NASA'nın ilk Türk astronotu olduğunu iddia ederek ün yapan bir şahıstı. Detaylarını makalemizde vereceğiz; ancak Serkan Anılır'ın hayatı, edebiyat ve bilimin en tehlikeli düşmanlarından birisi olan veri uydurma ve aşırma (intihal) suçlarının en ilginç örneklerinden birisidir. Serkan Anılır'ın yaptıkları, bir insanın kariyerini intihal ve yalanlarla nasıl yerle bir edebileceğinin en ilgi çekici örneğidir. Çünkü Anılır'ın hayatında yaşananlar, sadece 1-2 çalışmanın sağdan soldan aşırılması değil, koca bir kariyerin yalanlar ve intihaller üzerine kurulu olmasının bir örneğidir. 

Texas Tech Üniversitesi'nde aldığım "Mühendislik Pratiği ve Araştırmalarında Etik" isimli doktora dersinin dönem projesi olarak Serkan Anılır ile ilgili internette yer alan bilgileri bir araya getirerek bir derleme yapmak ve hayatın her alanında etiğin ne kadar büyük öneme sahip olduğunu göstermek istedim. Bu araştırma makalesi, bu ders için yaptığım araştırmaların ve analizlerin bir sonucudur. 

Umuyorum ki günümüz ve gelecekteki bilim insanlarına ilham ve uyarı olur. " >>>

13 Haziran 2016

Murat Bardakçı - İntihali yakalama programlarına dünyanın parası veriliyor ama işe yaramıyor! (HABERTÜRK)

HIRSIZLIĞIN en seviyesizi, en berbatı ve en utanmazca olanı “intihal”, yani başkasına ait eserin üzerine imzasını koyup kendisininmiş gibi yayınlamaktır.
Bu pespayelik üniversitelerimizde son zamanlarda maalesef arttıkça arttı...
Türkiye’de intihal konusunda en fazla yayın yapan gazetecilerden biri, herhalde bendenizim. Senelerden buyana intihalcileri teşhir maksadıyla elimden geleni yaptım, hırsızlıklarının belgelerini yayınladım, YÖK’ü göreve çağırdım ama tek bir hadise, Afyon’daki Kocatepe Üniversitesi’nde yapılan bir hırsızlık dışında hiçbirinden tam bir netice alamadım.
“Netice” derken intihal konusunda Batı’daki yaygın uygulamayı, yani intihalcinin üniversite ile ilişkisinin ebediyyen kesilmesini kastediyorum!
Bizim hırsızlarımız ya “zamanaşımı” gibi akademik camiada mevcut bulunmaması gereken bir bahane veya “Hırsızlık etmiş ama sadece bir lira çalmış, bin lira çalmış olsaydı gereğini yapardık” misâli “metindeki intihal yüzdesinin düşük olması” şeklindeki daha da garip bir yorum ile aklandılar; hırsızlık dosyaları sümenaltı edildi.
İNTİHALCİYİ DEKAN YAPTILAR!
İntihalcilerle en fazla didiştiğim dönem, Prof. Kemal Gürüz’ün YÖK’ün başında bulunduğu günlerdi. Akademik hırsızları afişe etmek için aynı hadiseler ve aynı şahıslar hakkında haftalarca ardarda yayın yaptım.
Meselâ, İngiltere’deki bilimsel bir kongreye katılan bir grup Türk akademisyenin ortaklaşa hazırladıları tebliğin çalıntı olduğu anlaşılmış, kongreden kapıdışarı edilmişler ve düzenleme heyeti tarafından Avrupa’nın önde gelen meslekî yayınlarına “Bu adamlar hırsızdır, makale gönderdikleri takdirde sakın ha yayınlamayın, çalmış olabilirler” diye unvanlı hırsızlarımızı ve üniversitelerimizi rezil eden uyarılar yollanmştı. İngiltere’deki rezaleti ve intihalcilerin isimlerini defalarca yayınladım. Prof. Gürüz birkaç defa arayıp “merak etmememi, akademik hırsızlar hakkında ne gerekiyorsa yapılacağını” söyledi ve vaadini sağolsun tuttu: Devr-i iktidarında yayınladığım bütün intihal dosyaları rafa kaldırıldı, hattâ intihalcilerden biri dekan bile yapıldı!
Akademik hırsızlar hakkında bugün de ihbarlar gönderiyorlar, sık sık dosyalar yollanıyor ama bu konuda artık hiçbirşey yazmıyorum! Zira hem bu işlerden netice çıkmayacağını, üniversitenin “Kol kırılır yen içinde kalır” sözünü doğrularcasına intihalcilerin hakkından gelmeme konusunda azimli ve hattâ yeminli olduğunu öğrendim, hem de bazı ihbar mektuplarını gönderenlerin Türkçe fukaralığı meramlarını anlamama imkân vermiyor! Üstelik “intihal” gibi bir ahlâk düşkünlüğünün bile ideolojik didişme mevzuu hâline getirilmesi, sadece mide bulandırıyor!
İŞ, ‘TEMİZ’ RAPORTÖRDE BİTER!
İntihal derdi YÖK’ün başını da fena halde ağrıttığından olacak, üniversitelere bazı intihal programlarını satın alma talimatı verilmiş...
Önceki senelerde Amerika’da öğrencilerin ödevlerini başkalarından aynen makaslayıp makaslamadıklarını yahut internetten “kes-yapıştır” şeklinde alıp almadıklarını belirlemek için kullanılan programlar birkaç sene önce akademik seviyeye yükseltilmişti. Tezler ile bilimsel makalelerin özgünlükleri de bu programlar sayesinde belirleniyordu.
YÖK emredince birçok üniversite bu programları aldı, kullanmaya başladı ama çabalar bir işe yaramadı!
Programlar fen bilimleri ile ilgili yayınlarda hırsızlık olduğu takdirde bir yere kadar ortaya çıkartabiliyor, çalıntının yüzdesini verebiliyor ama iş sosyal bilimlere gelince kalakalıyor! Zira programların Türkçe metinleri ve mukayese edilecek kaynakları tanıyabilmeleri gibisinden teknik noksanlar bir tarafa, akademik hırsızın biraz akıllı olanı çaldığı metnin cümlelerini ve paragraflarını değiştiriyor, ifadeyi başka bir şekle koyuyor ve neticede dünyanın parası verilen pogramlar çuvallıyor, çalıntı metin pir ü pâk görünüyor...
İntihali belirlemenin ve önlemenin ilk şartı bilgisayar programlarından medet ummak değil, bilgi ve akademik ahlâka sahip olmaktır! Tezlerin ve bilimsel yayınların raportörleri konuya ve kaynaklara hâkim oldukları takdirde önlerine gelen metnin yürütülüp yürütülmediğini zaten ilk bakışta anlayabilirler. Ama asıl önemli şart, denetimi yapan hocaların yayın mâzilerinin “Tencere dibin kara...” dedirtmeyecek şekilde temiz olmasıdır.

2 Haziran 2016

Prof. Dr. Zafer Ercan - YOZLAŞTIRILAN AKADEMİ: TEŞVİK ( Bilim ve Gelecek)

Sevgi ve onun gelişimi parayla yapılabilir mi? Örneğin ‘sen bunu sev sana para vereyim’ yaklaşımı neyi üretir sorusunu soralım. Yanıtımız da ‘fahişeliği üretir’ olsun. Yazımıza bu soru ve yanıtı aklımızın merkezine yerleştirerek başlayalım. 

Bu yazının anahtar kelimesi teşvik daha doğrusu akademik teşviktir.  

10-15 yıl önce ortaya çıkan ‘ilk 500’e giren üniversiteler’ sıralamalarla başlayan ve dönemin başbakanının ‘eyy ODTÜ, sen neden ilk 500’e giremedin? Önce onu söyle’ suçlamaları ile devam eden süreç bu işin nerelere doğru evrileceğinin işaretlerini veriyordu. 

Üniversiteleri yarıştırmak, piyasalaştırmak üniversite geleneğine aykırıdır. Ama kapitalizmin bir değer kaygısı olmadığı gerçeği dikkate alındığında şaşılacak bir durumun olmadığını da kendi doğallığı içerisinde analiz etmek gerekiyor. Alınganlığa gerek yok. 

Sayı saymayı yeni öğrenmeye başlayan, bugün 10’a kadar, ertesi gün 100’e kadar,  sonraki hafta  1000’e kadar sayan 7-8 yaşlarındaki çocuğun heyecanı elbette anlaşılabilir ve teşvik de edilebilir.  Ancak öğretim üyelerinin her geçen gün daha fazla sayı saymasını bir araştırma ve başarı olarak gören ve bunu ödüllendiren üniversite yapısına ne denilebilir? Böyle bir yaklaşımın yaratabileceği boğucu ortamın nasıl olabileceğini ve kimleri boğabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Katılmış olduğum bir akademik toplantıda, on bir bölüm başkanının kendilerine verilen beşer dakikalık konuşma süreleri içerisinde, konuşmalarının tamamının “Bölümümüzde şu kadar yayın yapılmıştır. Şu kişi en fazla yayını yapan kişidir. Kendisini tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz…” biçiminde olması, niteliğe yönelik hiçbir değerlendirme yapılmayıp, dinleyicilerden de bırakın bu garip duruma tepki göstermeyi, mevcut durumun alkışlanması neyi gösterir? 

Bir teşvik doğuyor 

Erdal İnönü’ün TÜBİTAK’tan sorumlu bakan ve Tosun Terzioğlu’nun TÜBİTAK başkanı olduğu dönemde SCI-E indeksine giren akademik dergiler sınıflanmış ve bu dergilerde yayın yapan öğretim üyeleri ‘parayla teşvik’ edilmişlerdi. Bu teşvik sürecinde  yapılan çalışmanın niteliğiyle kimseler ilgilenmemişti. 

Bir zamanlar Cumhuriyet gazetesinin cuma günleri eki olarak çıkartılan Bilim ve Teknik Türkiye’deki üniversitelerde en fazla yayını olan kişileri kapak sayfasında listeleyerek bu öğretim üyelerini Türkiye’nin en başaralı araştırmacıları olarak sunmuştu. Listede isimleri olan birçok öğretim üyesinin koltuklarının altında bu dergiyi büyük gururla taşımaları çok tuhafıma gitmiş ve o ana kadar saygı duyduğum ve aydın olarak gördüğüm/sandığım bu kişiler konusunda kafamda şüpheler oluşmuştu. 

Teşvik, sonrasında ODTÜ tarafından da çok sevilmiş, okşanmış, büyütülmüş ve kendi üniversitelerinde uygulanmıştır. Bu uygulamanın mimarı da uzun süre ODTÜ’de rektörlük yapmış olan Ural Akbulut’tur. 

Daha sonraları SCE-I dergilerine giren paralı dergiler inanılmaz bir artış göstermiş ve TÜBİTAK’ın teşviki bu dergi şirketlerine para akıtan bir kurum haline dönüşmüştür. İşin tadını alan paralı dergi şirketleri inanılmaz bir şekilde örgütlenmiş, sahte konferanslar düzenleyerek piyasalarını daha da genişletmiş ve kontrol altına almıştır. Özellikle bilimsel etiğin ve kültürün gelişmediği ülkelerde bu dergiler kök salarak, bu dergiler üzerinden yetişen ‘akademisyenler’ Türkiye’nin dört bir yanında  üniversiteleri tabiri caiz ise ele geçirmişlerdir.  

Ülkemizde yapılan Matematik yayınlarının yüzde 90’a varan bir kısmının yukarıda tanımlanan paralı dergilerde olması, Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde bu oranın yüzde 5 civarında kalması olayın korkunçluğunun işaretini de veriyor.  

Teşvik eleştirilmeye başlanıyor 

Teşvik konusunun tam bir tecavüzcü amca olduğunun anlaşılmaya başlanması üzerine konuyla ilgili ufak tefek eleştiri yazıları çıkmaya başlamıştır. Bu yazılardan bazıları: 

– Ersan Akyıldız, Bilimsel Atıf Dizinleri (SCI, SCI-Expanded) tarafından taranan dergilerde matematik yayınları ve bazı gözlemler, Bilim ve Ütopya. 

– Şafak Alpay ve Zafer Ercan, Bilimsel Yayınların Değerlendirmesi Üzerine, Cumhuriyet Bilim Teknik, 24 Aralık 2005, 19, 179, s.20.[1] 

– Kaan Öztürk, Şişme Dergiler ve Yayın Etiği İhlalleri, Matematik Dünyası, 2012-II. 

– Metin Balcı, Nedir Bu Waset[2] Adlı Kuruluşun Kongreleri: Kongreler Bilimsel Amaçlı mı Yoksa Gezi Amaçlı mı? Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, 25 Aralık 2015. 

– Özgür Aydın, Akademik Teşvik neyle şevke gelinir, Sol Haber, 07.03.2016.[3] 

(Yukarıdaki yazılardan özellikle Kaan Öztürk ve Metin Balcı’ın yazısı okunmadan burada vurgulanmak istenenin tam olarak anlaşılması mümkün olmayacaktır. Bu sebeple okurlara bahsi geçen yazıların okunmasını öneririm.) 

Türkiye’de paralı teşvik süreci bu şekilde başlamıştı. Böyle bir model bildiğim kadarıyla saygın hiçbir üniversitede yoktur. 

Perelman ‘ben sergilenmem’ diyor[4]  

Matematik Dünyası dergisinin 2003-1 sayısında Burak Özbağcı tarafından “Bir Milyon Dolarlık Soru” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. Yazıda bir matematik probleminden bahsediliyor ve bu soruyu ilk çözene Clay Matematik Enstitüsü tarafından bir milyon dolar para verileceği söyleniyordu. Bu yazıyı referans alarak aynı derginin 2003-II sayısında yayınlanan “Taahütname” başlıklı bir yazımda ‘Bir Milyon Doları’ ironik bir dille eleştirmiştim. Sonra neler mi oldu? Bahse konu soru Rus Matematikçi Grigori Perelman tarafından çözüldü (Yanlış anlaşılmasın, bu ödülün Perelman’ın problemi çözmesinde bir motivasyonu olmamıştır.)  Hatta Perelman, bildiğim kadarıyla, bir milyon dolarlık ödülü reddettiği gibi, ilgililere “Hayvanat bahçesindeki bir hayvan gibi sergilenmek istemiyorum” fırçasını da çekmiştir. 

Perelman’ın ortaya koyduğu bu yaklaşım matematiğin gelişimine yön vermiş birçok matematikçide de görülebilen yaygın bir davranış biçimidir. Elbette bu tür davranışları her matematikçiden ya da araştırmacıdan beklemek yersizlik olur. Ancak, bu tür davranışlar sergileyen araştırmacıları anlayamayan bir toplum için çöküş çanları çalıyor demektir. 

Teşvik daha da büyüdü 

Ülkemizde yapılan bilimsel değerlendirme yöntemi akıl almaz derecede yanlışlar içermektedir. Tehlikeli olan ise bu yanlışların kazara değil, bilinçli olarak yapılıyor olmasıdır. Bu değerlendirmenin başında da niteliğe değil niceliğe yönelinmiş bir durum söz konusudur. Bu değerlendirme biçiminin üniversitelerce, TÜBİTAK vb. kurumlarca desteklendiği dikkate alındığında ortada bir akıl tutulmasının, rantçılığın ve talan etme düşüncesinin izdüşümleri olduğu görülür. 

Akademik teşvik 2016 yılından itibaren tüm üniversitelerde devlet eliyle uygulanarak, öğretim üyeleri hırsızlığa ve hiçsizliğe teşvik edilmeye resmen başlanmıştır. 

Kısacası bu yazıda asıl vurgulanmak istenen yazının başında geçen sorunun yanıtıdır. Soruyu tekrarlayalım  ‘Sen bunu sev, sana para vereyim’ yaklaşımı neyi üretir? Yanıt: Fahişeliği. Maalesef Türkiye’de üniversiteler fahişeleşmiştir/fahişeleştirilmiştir.[5]
[1] Bu yazıda ortaya konan problemlerin niteliğinde bugüne kadar epey farklılıklar oluşmuştur. Bu yazının yazıldığı tarihlerde paralı dergiler üç-beş tane iken günümüzde yüzde doksana varan oranı paralıdır ve Türkiye bu konuda en büyük Pazar alanıdır.

[2] Waset, Türkiye’de ‘bilimsel’ hizmetler sunarak Türkiye’de bilim adamları yetiştiren organizasyondur. Çok daha geniş bilgiye http://haber.sol.org.tr/bilim/bilimsel-sarlatanliga-akp-korumasi-151175 adresinden ulaşılabilir.

[3] Bu yazının son paragrafı şöyle bitiyor: Öyle anlaşılıyor ki akademik teşvik bilimsel üretim sürecinde nakde dönüştürebileceği puanları toplama konusunda akademisyeni şevke getirecek., bilimsel üretim sürecine ilişkin hakimiyetini yitirme konusunda akademisyeni adımlar atmaya teşvik edecektir.

[4] Bu noktada yüzyılımızın matematiğine yön vermiş Alexander Grothendieck’den bahsedilmeden olmaz. Grothendieck, çalışmakta olduğu üniversitenin ülkenin savunma bakanlığı tarafından desteklendiğini anladığı gün çalıştığı kurumdan istifa eder, nedeni basittir: Kirli işlere bulaşmış bir savunma bakanlığı tarafından desteklenen bir kurumda çalışmayı kabul edemez.

[5] Yılmaz Akyıldız, fahişelerin işçi sınıfının bir parçası ve devlete vergi ödeyen emekçiler olmaları nedeniyle, ‘Üniversiteler fahişeleşmiştir’ yerine  ‘teşviklerle üniversiteler yozlaştırılmakta ve sahtekârlar yuvasına dönüştürülmektedir’ kullanımının daha yerinde olacağını öneriyor. Bu eleştiri son derece yerinde olsa da, bu kelime vurgu açısından bilinçli olarak kullanılmıştır.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.