NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın

2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

Bilim Akademisinin Sahte Belge ve İmza Üretimi Hakkındaki Açıklaması (2025) lütfen tıklayın

“Sahte Diploma Soruşturması” Hakkında Kamuoyu Bilgilendirmesi - Türkiye Barolar Birliği (2025) lütfen tıklayın

Sahte Konferanslar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sahte Konferanslar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Haziran 2019

Gülsen SOLAKER - Türkiye'nin bilimsel yayın karnesi zayıf (Deutsche Welle Türkçe)

Kuran dinletilen balıklar daha hızlı mı büyüyor? Şeytanla mücadele edecek insanın eğitimi nasıl olmalı? Son yıllarda bilimsel yayın olarak sunulan bu araştırmalar kamuoyunda tartışma yaratırken, buna benzer örnekler Türkiye’deki üniversitelerin bilimsel yayın kalitesinin sorgulanmasına yol açıyor.
İstatistikler Türkiye’de son yıllarda üniversitelerin ve buna paralel olarak bilimsel yayın sayısının artmasına rağmen yayın kalitesinin giderek düştüğünü gösteriyor.
Türkiye'de şu anda 206 üniversite bulunuyor. Scientific Journal Rankings verilerine göre 2017’de Türkiye dünya bilimsel yayın sayısı sıralamasında 19'uncu sırada; buna karşılık Türkiye’den çıkan yayınlara yapılan ve yayının kalitesini gösteren uluslararası atıf sayısı her geçen yıl önemli oranda düşüyor.
ODTÜ bünyesinde 2009'da kurularak Türkiye ve dünya üniversite sıralamalarını yapan URAP'ın (Akademik Performansa Göre Üniversite Sıralaması) koordinatörü, ODTÜ eski Rektörü Ural Akbulut durumu DW Türkçe’ye şu sözlerle özetliyor:
Ural Akbulut
Ural Akbulut
"Dünyada bilimsel makaleler kalite açısından dört gruba ayrılır. Saygınlık açısından ilk yüzde 25’lik dilim en yüksek kalitededir, sonra saygınlık oranı giderek düşer. Son yüzde 25’lik dilim saygın bile denilemeyecek makalelerdir, ya çok az atıf alır ya da hiç almazlar. Bizim araştırmalarımıza göre dünyanın ortalaması genelde ilk ve ikinci yüzde 25 civarında, üçüncü ve dördüncü dilimde dünyada çok az makale var. Türkiye'de ise tam tersi.”
Üniversite sayısı artarken kalite düşüyor mu?
Akbulut, son yıllarda Türkiye’de dördüncü kategori makale sayısında ciddi oranda artış bulunduğunu belirterek, çok fazla üniversite açılması ve bunlara öğretim üyesi bulunamaması, yeni açılan bazı üniversitelerin standartları düşük doktora vermesi ve bu kişilerin öğretim üyesi olmasının bunda etken olduğunu belirtiyor.
Hacettepe Üniversitesi emekli öğretim üyesi İskender Sayek de bilimsel yayınların özgün olması ve bilime yaptığı yeni katkısının öneminin altını çizerek, "bilimsel çalışmaların nitelik açısından değil nicelik açısından değerlendirilmesi ve bununla da övünülmesini” ana sorunlardan birisi olarak gösteriyor.
Sayek, tam bir planlama yapılmaksızın, altyapı, olanaklar ve insan gücü kaynakları oluşturulmadan, gereğinden çok üniversite açılmasının sakıncalarına dikkat çekiyor.
Cumhuriyet gazetesinin Bilim ve Teknoloji Yayın Yönetmeni Orhan Bursalı da DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, üniversite sayısının artmasının bilimsel yayınların kalitesini teşvik edici bir unsur olamadığını söyleyerek, yeni kurulan üniversitelerde de nitelikli araştırmacılar bulunduğunu ancak sayılarının az olduğunu belirtiyor.
Sahte dergi ve kongreler sorunu
Türkiye’deki bilimsel yayınların kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir başka faktör de “yağmacı/sahte” olarak adlandırılan dergi ve kongreler.
Ural Akbulut’un tanımıyla “sahte” dergiler etki değeri düşük dergilerden farklı olarak tamamen sahte ve parayla makale basıyor, dolayısıyla bilimsel güvenilirliğe sahip değiller. Akbulut, bu dergilerin Türkiye’deki bilimsel yayın kalitesine ne kadar olumsuz etki yaptığının fark edilmesinin uzun zaman aldığını ve bu sırada birçok insanın bu dergilerde yayımlanan makalelerle doçent ya da profesör olduğuna işaret ediyor.
Cumhuriyet Üniversitesi'nden Selçuk Beşir Demir'in Journal of Informetrics dergisinde Kasım 2018’de yayımlanan makalesine göre, dünyada en çok sahte dergi çıkaran ülkeler arasında Hindistan ve Nijerya ile birlikte Türkiye de var. Bu çerçevede Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) geçtiğimiz Mart ayında bu dergilerdeki yayınların akademik yükseltmelerde artık etken olmayacağı yönünde aldığı karar akademik çevrelerde olumlu karşılandı.
YÖK’ün kararını hem Akbulut hem de Sayek doğru bulsa da yeterli görmüyor. Sayek’e göre “araştırma ile ilgili ulusal ve kurumsal politikalar oluşturmak, öncelikli alanları belirlemek, Türkiye’ye özgün sorunları değerlendiren araştırmaları teşvik etmek, araştırmaya bütçe ayırmak ve bu bütçenin doğru kullanıldığını izlemek” önem taşıyor.
Bu tür dergilerin yanı sıra ciddi akademik çevrelerin çok rahatsız olduğu bir başka sorun da sahte kongreler. Akbulut bu kongreleri şu sözlerle anlatıyor:
"Sahte kongre olayında herhalde dünyada maalesef belli bir yere gelmişizdir diye düşünüyorum. Çünkü bazıları non-stop kongre düzenliyor. Aynı kongrede bir bakıyorsunuz biyolojiden başlıyor, teknoloji, mühendislik, makine, elektrik bütün alanları sıralıyorlar. ‘Ne olursan ol gel, yeter ki bize o parayı ver' diyorlar yani.”
Rektörleri cumhurbaşkanının ataması
Türkiye’deki bilimsel yayınların kalitesini etkileyen faktörler arasında üniversitelerde özgürlük ortamının eksikliğine de değiniliyor.
Bursalı, rektörlerin hükümet ve cumhurbaşkanı tarafından atanmış olmaları ve bu atamalarda bilimsel kriterlerden daha çok hükümete yakınlığın dikkate alınmasının özgürlük ortamını zedelediğini belirterek, üniversitelerin “kontrol altında tutulması gereken yerler” olarak görülmesinin yanlış bir tutum olduğunu ifade ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1960 askeri darbesinden sonra üniversiteden atılmasıyla Almanya’ya giden bilim adamı Fuat Sezgin için geçtiğimiz günlerde düzenlenen törende “İlim insanına sahip çıkmadığınız zaman, işte ona Alman sahip çıkar” sözlerini sarf etmişti. Türkiye’de ise kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) 15 Temmuz darbe girişiminin ardından binlerce akademisyen üniversitelerden ihraç edildi.
İlker Birbil
İlker Birbil
Hollanda'da bulunan Rotterdam Erasmus Üniversitesi'ne bağlı Ekonometri Enstitüsü'nde Veri Bilimi ve Optimizasyon alanında öğretim üyesi olan Prof. Dr. İlker Birbilde son dönemdeki olumsuz ortamdan etkilenerek Hollanda'ya giden bir bilim insanı.
DW Türkçe’ye konuşan Birbil, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bir makale enflasyonu bulunduğunu belirtirken, yayın sayısından ziyade bilimsel olarak kendini ispat etmiş insanlara öncelik verilmesinin şart olduğunu düşünüyor. Başarılı birçok akademisyenin hayatlarının KHK'larla “insafsızca karartıldığını” vurgulayan Birbil, şöyle konuşuyor:
“Bu akademisyenler üniversitelerinden koparıldılar, pasaportlarına el konuldu. Arkadaşlarına bu haksızlığın reva görülmesine, üniversitede kalan diğerleri -belki mucip sebeplerle- ses çıkaramadılar. Sus pus olmuş bir üniversite, üniversite olmaktan çıktı. Yani hem gidenlerin yarattığı boşluk, hem de kalanların içine düşürüldükleri durum yüzünden üniversitelere iki kez darbe vuruldu.”
Gülsen Solaker
© Deutsche Welle Türkçe

11 Mart 2019

Sahte Dergiler Nasıl Tespit Edilebilir? - Enago (2016)

Yayınlama baskısı ve rekabetin sonuçları 

Günümüzde akademik araştırmacılara çalışmalarını yayınlamak için aşırı bir baskı uygulanıyor. Diğer taraftan yayıncılar da bu rekabetten yararlanıp para kazanmak için ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Çoğunu sadece internet üzerinden yayın yapan yayıncıların oluşturduğu bu grup, araştırmacıların bu zor durumundan faydalanarak makaleleri hiç bir denetimden geçirmeden fahiş fiyatlar karşılığında yayınlamayı kabul ediyorlar.
Bu sahte yayıncıların yanında bir de özellikle yeni akademisyenleri hedef alan ve onlara e-posta yoluyla çalışmalarını ücretsiz olarak yayınlayabileceklerini vaat edenler var. Bu e-postalar genellikle çok iyi bir dille yazıldıkları için, okuyan kişide gerçek bir dergi izlenimi yaratıyorlar. Ama biraz araştırdığınızda aslında var olmayan bir yayın oldukları ortaya çıkıveriyor. Çaresiz kalan yazarlar ise “denize düşen, yılana sarılır” misali, bu fırsatçı kişilerin tuzağına düşebiliyorlar. 

Basit ipuçları 

Peki araştırmacılar bu tip teklifleri değerlendirirken neye dikkat etmeliler?
  • E-posta adresi dışında herhangi bir adres veya iletişim bilgisi var mı? Eğer yoksa, muhtemelen bu sahte bir dergidir.
  • Yayınlandığı belirtilen makalelerin listesi dışında bu makalelerin hakem sürecinden geçip geçmediğine ilişkin bir bilgi var mı?
  • İnternet sitesinde isimlerini bildiğiniz yayıncıların ve editörlerin ismi geçiyor mu? Geçiyorsa, bu insanlar neden bu ismi çok duyulmamış yayın ile işbirliği yapıyorlar? Bunu sorgulamayı unutmayın.
  • Derginin hakem heyeti çok ünlü araştırmacılardan oluşuyorsa, burada biraz durup düşünmek gerek. Bu meşgul insanlar kimsenin duymadığı bir dergi ile neden çalışsınlar ki? 
Araştırmak şart! 
Pestijli dergiler ellerindeki makaleleri incelemekte zorlanırken, böyle davetiyeler göndermekle uğraşmaları pek mümkün değildir. Bu kötü niyetli yayıncıların ağına düşmemeniz için yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:
  • Bir metin eşleştime yazılımı yardımı ile, sitedeki metnin başka sitelerden alınıp alınmadığına bakabilirsiniz. Bu kesinlikle önemli bir değerlendirme kriteridir.
  • Dergi ile bağlantılı tanınmış araştırmacıların gerçekten bu dergi ile ilişkisi olup olmadığını araştırabilirsiniz.
  • İnterrnette açık erişimli potansiyel sahte yayıncıları içeren kara listeler mevcut. Örneğin, https://beallslist.weebly.com/ adresinden Colorado Üniversite’sinde araştırmacı kütüphaneci olarak çalışan Jeffrey Beall’in hazırladığı Beall’in listesi başlığı altında bu türden yayıncılara göz atabilirsiniz.
  • Hepimizin bildiği gibi etki faktörü dergilerin kalite ölçütlerinden biridir. Araştırmacıların her dergi için bu faktörü tespit etmesi o kadar da kolay değildir. Hatta bazen bu sahte dergiler, sahte şirketlerden yüksek etki faktörü satın alabiliyorlar. Yani etki faktörüne bile güvenmek mümkün değil. Bu yüzden, bu noktanın da iyice araştırılması gerekiyor. 
Bedeli ağır olabilir! 
Açık erişimli platformların sayısı son yıllarda oldukça arttı. Başlangıçta olumlu bir adım olarak görülen bu uygulamanın zamanla dezavantajları da ortaya çıktı. İşte bahsettiğimiz sahte yayıncılık da bunlardan biri. Üstelik bu yayınlar epey yaygın!
Makalenizi bu dergilerde yayınlatmadan önce yukarıda değindiğimiz ipuçlarına göz atmanızı ve bahsettiğimiz noktaları göz önünde bulundurmanızı mutlaka tavsiye ederiz. Aksi taktirde makalenizi yayınlatmayı kabul ettikten sonra “Makale İşlem Ücreti” adı altında gönderilecek kabarık bir faturayla karşılaşabilirsiniz!

26 Şubat 2019

Sahte tezde dünya üçüncüsüyüz - (ArtıGerçek)

CHP Bilim Platformu, üniversitelerdeki vahameti bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye en iyi üniversite alanında olamasa da sahte ve para karşılığı en çok tez yazılan üçüncü ülke oldu. 
CHP tarafından kurulan Bilim Platformu'nun hazırladığı 'AKP'nin yol açtığı büyük beyin göçü' başlıklı araştırmanın 'Üniversitelerde Yaprak Dökümü ve Akademik Yıkım' başlıklı bölümündeki bilgiler, üniversitelerdeki eğitimin niteliğindeki olumsuz tabloyu daha da görünür hale getirdi. 
Akademide son yıllarda yaşanan çöküşe yönelik tespitleri içeren araştırmada, iktidarın üniversiteler üzerinde baskı kurmasının ardından, Türkiye’deki üniversitelerin dünya sıralamalarında gerilediği, akademik niteliğin düştüğü vurgulandı. 
Türkiye’deki üniversite eğitimi kalitesinin 137 ülke arasında 101’inci sırada yer aldığına dikkat çeken araştırmada, 2019 yılında yükseköğretim kurumlarına bütçeden ayrılan payın 2018’e göre yüzde 42 azaldığı bildirildi. Araştırmada, hiçbir devlet üniversitesinin dünya sıralamasında ilk 500’e giremediği anımsatıldığı tespit ve değerlendirmelere yer verildi.

21 Şubat 2019

Tunca ÖĞRETEN - Türkiye'de üniversitelerin büyüyen sorunu: Parayla tez yazımı (Deutsche Welle Türkçe)

Parayla doktora ve yüksek lisans tez yazımı Türkiye’de büyük bir pazar haline geldi. Yaklaşık 50 büyük işletmenin faaliyet gösterdiği pazarın yıllık cirosunun 150 milyon lira civarında olduğu tahmin ediliyor.
Türkiye'de son yıllarda yüksek lisans ve doktora öğrencileri için para karşılığı tez yazma büyük bir pazara dönüşmüş durumda. İnternet ortamındaki akademik forumlarda yapılan kısa bir araştırma yaklaşık 50 büyük işletmenin piyasada faaliyet gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu şirketler, üç bin ile 20 bin lira arasındaki ücretlerle ayda ortalama 20 tez hazırladıklarını söylüyor. Bu da piyasanın yılda yaklaşık 150 milyon liralık bir hacme ulaştığını gösteriyor. 
En pahalısı tıp tezleri
 DW Türkçe, Google'da aratarak ulaştığı tez yazan işletmelerden birini öğrenci gibi arayarak sorularını yöneltti. Kadir Has Üniversitesi'nde, ‘yeni medya' alanında yüksek lisans tezi hazırladığımızı söylediğimiz ve fiyat bilgisi istediğimiz yetkili, kendisinin de doktor unvanına sahip bir akademisyen olduğunu belirterek "Ben de tez savunma jürisinde yer alan biriyim. Sekiz yıldır bu işi yapıyorum. İstediğiniz tezi yedi bin lira karşılığında yazarız” diyor. 
Uzmanlık alanlarınının tıp, klinik psikoloji ve işletme olduğunu vurgulayan akademisyen şöyle devam ediyor: "Hizmet verdiklerimizin yüzde 70'ini tıp öğrencileri oluşturuyor. Bir tez hazırlarken kadromuzdaki cerrahtan da yararlanırız, kulak burun boğaz uzmanından da… Çalıştırdığım akademisyenlere dört bin 700 ile yedi bin lira arasında maaş ödüyorum. Bu yüzden tıp tezleri bizde 10 bin liradan başlar.” 
Yetkili, tıp tezlerinin yazım zorluklarınıysa şu sözlerle anlatıyor: "Tıp tezi yazmak daha kolaydır zira yoruma açık değildir. ‘Literatür böyle diyor' der geçeriz. Tıp tezlerini meşakkatli hale getiren şeyse tartışmalardır. Bazı tezlerde yaptığımız tartışmalar 40 sayfa tutabiliyor. Az önce bir tıp tezi gönderdim, sadece tartışmada 235 farklı kaynak kullanmışız.” 
‘Hazırladığımız tezler ayakta alkışlanıyor' 
 Piyasanın en pahalısı olduklarını söyleyen yetkili hazırladıkları tezlere de çok güveniyor ve şöyle konuşuyor: "Ayda 20 tez hazırlıyoruz. 30 sayfalık bir tezi bile jüriden geçiririz. Örneğin geçen gün Haliç Üniversitesi'ne teslim ettiğimiz 39 sayfalık bir doktora tezi jüri tarafından çok beğenildi. Alkışlanarak çıktı.”
Fiyatlandırmayı okula göre yaptıklarını söyleyen yetkili, Üsküdar Üniversitesi'nden gelmiş olduğumuzu söylediğimiz takdirde yedi bin liralık fiyatın dörde ineceğini belirtiyor. Fiyat farkının sebebiniyse şu iddiayla açıklıyor: "Kadir Has, Üsküdar ya da Nişantaşı kadar rahat bir okul değil. Bu okullar için hazırlanacak tez daha az vaktimizi alır.” 
Akademisyen, ODTÜ, Boğaziçi, Sabancı ve Koç gibi üniversitelerin öğrencilerinde en fazla iki ya da üç talep geldiğini de söylüyor. Bu üniversiteler için istenen fiyatınsa çok yüksek olduğunu belirtiyor zira hazırlanacak tezlerin çok daha titiz olması gerekiyor. 
Parayla tez yazımını "Fatura kesip vergi veriyorum. İllegal değil, etik dışıdır” diyerek özetleyen işletme yetkilisine, para verip hazırlatacağımız tezin jüri tarafından anlaşılıp anlaşılmayacağını da soruyoruz ve şu yanıtı alıyoruz: "Ben de jüride bulunuyorum ve genellikle eleştiren taraf rolünü üstleniyorum. Jüride danışman hocanın arkadaşları olur. Biri karşı çıkar, danışman tezi savunur, diğeri de pasta yemek için oradadır.” 
Para karşılığı tez hazırlayan işletme yetkilisinin iddialarını sorduğumuz Üsküdar Üniversitesi Yardımcı Rektörü Prof. Sevil Atasoy, "İddia sahibi, bizim üniversitemiz için hazırlanmış bir tezi göstererek bunu kanıtlamalı” diyor. Tez savunma jürisinde beş akademisyenin yer aldığını, bir kişinin de başka bir üniversiteden geldiğini söyleyen Atasoy şöyle devam ediyor: "Arkadaşlarımız titizlikle çalışıyor, her tez için intihal raporu alıyorlar. Zaten danışmanlarımız da tez hazırlık sürecini baştan sona takip ederler.” 
Atasoy ayrıca, bugüne dek başkası tarafından yazılmış bir tezle karşılaşmadıklarını da sözlerine ekliyor. 
‘Bazı dolandırıcılar öğrencileri tehdit ediyor' 
 Telefonla arayarak bilgi aldığımız bir başka işletme de piyasadaki dolandırıcılık vakalarına dikkat çekiyor. Güvenilir ve köklü bir işletme olduklarına vurgu yapan yetkili, "Para alır öğrencinin tezini yazarlar. Tez geçtiğindeyse öğrenciyi arayıp hocasına söylemekle tehdit ederler ve daha fazla para koparmaya çalışırlar.” 
Türkiye'de parayla tez yazımının herhangi bir cezai yaptırımı yok; tez yazan işletmeler "tez ve eğitim danışmanlığı" adı altında faaliyet gösteriyorlar. Yazılan tez karşılığında alınan ücret için "büro-yazım işleri" adı altında fatura kesiliyor. Sorunun üniversite ayağındaysa tezin farklı birine yazdırıldığı anlaşılırsa öğrenciye uzaklaştırma cezası vermek ve çalışmasını yenilemesini talep etmekle yetiniliyor. Ancak üniversite kadrosunda yer alan akademisyenler için yaptırımlar daha ağır. Aralık 2016’da Yükseköğrenim Kurulu’nun (YÖK) önerisiyle çıkarılan 6764 sayılı kanuna göre parayla tez yazdırmak suç sayılıyor. YÖK, parayla tez yazımını intihal olarak değerlendiriyor ve parayla tez yazdırdığı tespit edilen akademisyenler kanun uyarınca bir daha atanmamak üzere meslekten ihraç ediliyor.  
'Yükseköğretim Bakanlığı'nın kurulması şart' 
Öğretim Elemanları Sendikası (ÖGESEN) Başkanı Dr. Vahdet Özkoçak'a göre, son zamanlarda parayla tez yazdıranların sayısında artış meydana geldi. Özkoçak, bunu özellikle 2005 sonrası kurulan bazı üniversitelerde alan açmanın kolaylaşmasına bağlıyor ve az sayıda deneyimli akademisyen, doçent ya da profesör bulunduğundan tez danışmanlığı sisteminin iyi işlemediğine dikkat çekiyor. Özkoçak tez yazanların deneyimli ve hatta bazılarının akademisyenlerden oluştuğunu söylüyor ve bu bağın incelenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. 
Bu etik dışı sorunun yıllardır bilindiğini ama Yükseköğrenim Kurulu'nun (YÖK) yaptırım ya da denetimde bulunmadığını söyleyen akademisyen "Yeni YÖK' deniyor ama hala vesayet kalıntısının izleri görülüyor. Denetim olmayınca da hormonlu tezler çıkıyor” diyor ve ekliyor: "Ne kadar yama yaparsak yapalım, YÖK'ün bu hantal yapısından dolayı sorunlarımızı çözemiyoruz. Bir yükseköğretim bakanlığının kurulması şart.”  
‘Vakıf üniversiteleri öğrenciyi müşteri olarak görüyor' 
Aynı zamanda Hitit Üniversitesi'nde görevli olan Özkoçak da tez savunmaları sırasında jüride yer alıyor. YÖK'ün atama yapması gerektiğini savunan Özkoçak, "Gerekirse farklı üniversitelerden 10 hocalık jüri kurulmalı. Bu özellikle de doktora için çok önemli.”
Boğaziçi ve ODTÜ gibi köklü okullardan öğrencilerin de tezlerini yazdırıp yazdırmadığını sorduğumuz akademisyen şu yanıtı veriyor: "Köklü üniversitelerde bunu yapmak kolay değil. Maalesef vakıf üniversiteleri öğrenciyi müşteri olarak görüyor. Dolayısıyla da daha rahatlar.” 
Özkoçak, son 20 yılda üniversitelerde büyük bir boşalma olduğunu söylüyor ve sözlerini şöyle açıyor: "Liyakat, ehliyet ve vatanseverlik olmayınca hocalar bu işlere yöneliyor.”
Özkoçak, fark edilmesi durumunda tezini parayla yazdıran öğrencinin neyle karşılaşacağını da anlatıyor. Akademisyen, şüphelenildiği takdirde öğrencinin tezine şerh konarak enstitü ve rektörlüğe şikayet edildiğini ve hakkında inceleme başlatılması yönünde talepte bulunulduğunu söylüyor. Bunun dışındaysa yapabilecekleri bir şey yok.
Tunca Öğreten / İstanbul © Deutsche Welle Türkçe

17 Kasım 2018

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir

Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafından yayınlanan Journal of Informetrics'de (WoS Impact Factor: 3.484, Q1) yayınlanan makaleye göre hakem ve editöryal süreçlerin sağlıklı işlemediği, "predatory" olarak tanımlanan para karşılığı yayın yapan yırtıcı/şaibeli/sahte/fake dergilerde Hindistan ve Nijerya'dan sonra Türkiye en çok yayın yapan üçüncü ülke... >>>

25 Temmuz 2018

Dr. Defne Üçer Şaylan - Akademik Yayınlardaki Sinsi Yozlaşma (sarkac.org)

Bugün bilimsel yayınlar konusunda çok ilginç bir oluşumla karşı karşıyayız. Çoğu son 10 yılda ortaya çıkmış bazı “bilimsel” dergilerin ve dolayısıyla bu dergilerde yayınlanan içeriğin güvenirliği konusunda ciddi şüpheler ve tartışmalar var. Bu dergilerin görünüşte saygıdeğer bilim dergilerinden pek farkı yok. Bu dergiler açık kaynak yani içeriğine herkes bedava erişilebiliyor. Buraya kadar güzel fakat sorun bu dergilerde yayınlanan makalelerin neredeyse hiç değerlendirmeden geçmeden yayınlanması, yani bu içeriğin bilimsel olarak güvenilir olmaması.
Bu sorunu ilk kez gündeme getiren ve bu tür dergilere “yırtıcı/yağmacı/predatory” ismini koyan Jeaffrey Beall, Nature’da 2012’de yayınladığı yazısında bu dergilerin açık kaynak olgusunu kirlettiğine işaret ediyor. Beall, 2000’lerin başında açık kaynak fikriyle yayına başlayan bilimsel dergilerin bilginin daha geniş bir kitleye ulaşmasını sağlaması açısından heyecan verici olduğunu, fakat bugün “yırtıcı” dergiler diye tabir edebileceğimiz kaynakların çoğalmasıyla bu olgunun zarar gördüğünü belirtiyor.
Bugün geldiğimiz noktada bu dergilerin varlığının sakıncalarını görebiliyoruz.  Diğer bir çok bilimsel dergiden çok daha kolay erişilebilir olan bu dergilerde yayınlanan içeriğin özellikle tıp alanında yalan haberleri desteklediğini, sözde bilimsel sonuçların yaygınlaşmasına katkıda bulunduğunu,  akademisyenlerin bu dergilerde yayın yaparak aslında başka türlü yayınlanmayacak kalitedeki yayınlarla bilimsel itibar kazandığını, ilaç firmalarının bu tür dergilerde bilimsel olarak şüpheli olan sonuçlarını doktorlara doğrudan ulaşmak için kullandıklarına şahit oluyoruz.
“E o zaman bu dergilerin hangisi olduğunu herkes bilir ve bunlara itibar edilmez” diye düşünüyorsanız 23 Temmuz 2018 itibariyle şüpheli listesinde 1317 adet dergi olduğu söyleyelim,  yani hem şüphelilerin sayısı çok fazla hem de bu dergileri ayırt etmek o kadar  kolay değil. Bu dergilerin isimleri bile aynı alanda saygı gören başka dergilere çok benzeyen şekilde seçiliyor.
Geleneksel dergilerin basım süreçleri nasıl işliyor?
Bilim insanları çalışmalarını ve araştırma sonuçlarını bilimsel dergilerde yayınlayarak bilim dünyasıyla paylaşırlar. Bilimsel dergilere gönderilen makaleler öncelikle akademiden gelen, işinin ehli editörler tarafından değerlendirilir ve daha sonra benzer alanda çalışan bilim insanlarına gözden geçirilmek üzere iletilir.  Editöryel kadrodaki bilim insanları daha önce bu dergilerde yayın yapmış, alanında saygın işler yapan kişilerdir. Her makale en azından iki farklı bilim insanı tarafından anonim olarak gözden geçirilir ve değerlendirilir.  Bu süreçte makaleler bazen hızlı bir şekilde kabul edilir fakat çoğu zaman yazarlar azılı eleştirilere maruz kalırlar.  Yazarlardan farklı seviyelerde düzeltmeler istenir ve bu düzeltmeler yapıldığı takdirde yayınlanabilir.  Bazen de makale reddedilir. Saygın dergilerde makalelerin kabul oranı %5-20 arasında oynayabilir.
Bu uzun bir süreçtir. Gözden geçirmeyi yapan bilim insanları bu işi çoğunlukla gönüllü olarak yaparlar, prestijli dergilerin editöryel kadrosunda olmak da prestijli bir şeydir. Basılan makalelerin bilimsel kalitesinin sağlamaya yönelik bu süreçte de aksaklıklar olabilir ve yayınlanan makalelerin bilimsel kalitesi her zaman istenilen kalitede olmayabilir. Yine de bu bilimsel kaliteyi sağlaması en muhtemel sistemdir.
Her ne kadar saygınlığı tartışılmayacak bir kısım dergiler de bazı makaleleri açık kaynak olarak yayınlıyor olsalar da, dergi içerikleri tipik olarak açık kaynak değildir ve oldukça yüksek meblağlar ödenerek alınan aboneliklerle okunabilir. Bu abonelikler üniversite kütüphaneleri tarafından sağlanır ve dolayısıyla üniversitelerde çalışan araştırmacıların erişimi mümkün olur.
Ticari bir yapılanma
“Yırtıcı” dergiler sektörü ticari bir yapılanma olarak dikkat çekiyor.  Akademisyenler, atılan toplu mesajlarla bu dergilerde yayın yapmaya teşvik ediliyor. Makale kabul edildikten sonra yazarlardan baskı ücreti talep ediliyor. Baskı ücretinin yüksek meblağlar olduğu ve dergilerin çoğunun Güney Asya, Körfez bölgesi, Türkiye ve Afrika kökenli şirketler tarafından çıkarıldığı belirtiliyor.
Bilim insanların yetkinliklerinin değerlendirmesinde makale sayılarının son derece önemli olması, saygıdeğer dergilerde yayın süreçlerinin uzaması,  çetin ceviz editörlerle karşılaşma ihtimalinin yüksek olması ve yırtıcı dergilerde yayın yapmanın bugüne kadar akademik itibari zedeleyen bir olgu olarak ortaya çıkmaması akademisyenleri bu dergilerde yayın yapmaya teşvik ediyor.   Bazen de akademisyenler bu dergilerin editöryel eksikliklerinin farkında olmadan yayın yapabiliyorlar.
Bilimsel yayınların güvenilirliğini şüpheye düşüren, bilgi kirliliğine önemli katkıda bulunan ve açık kaynak olgusunu zedeleyen bu tür dergilerin olumsuz etkisiyle mücadelede somut bir adım, Almanya’da 5000’den fazla araştırmacının bu dergilerde yayın yaptığının ortaya çıkmasıyla atılmış.  Almanya Eğitim ve Araştırma Bakanlığı konuyla ilgili bir soruşturma başlatmış.
“Akademik konferanslar”
Akademisyenler, bir süredir konferans davetleri bombardımanına tutuluyorlar. Bu yeni türeyen konferanslar çoğunlukla bilimsel ciddiyetten uzak bir içerikle yapılıyor. Davetlerde oturum başkanlıkları, açılış konuşmaları, sözel sunumlar ve ayrı oturum düzenleme teklifleri geliyor.
Bilimsel konferanslarda normalde oturum başkanlıkları veya açılış konuşmaları son derece titizlikle seçilir ve onur verici bir tarafı vardır. Fakat akademisyenlere uygulanan performans değerlendirmelerinde sözel sunumlara puan verilmesi, ciddiyetten uzak ve hatta insanların katılmadıkları halde sunum özetlerinin yayınlandığı konferansların sayısını da arttırıyor. Bu yazıya konu olan dergiler gibi bu konferanslara da “yırtıcı” sıfatını takmak yerinde olacaktır.
Bilimsel yayınların güvenilir olması ve dünyanın her yerindeki bilim insanlarının erişimine imkan sağlaması bilimsel gelişmenin en önemli unsurlarından. Dergilerin sağlıklı editöryel süreçleri olması güvenilirliğin sağlanmasında kritik rol oynuyor.  Bu süreçleri doğru yöneten saygıdeğer bilimsel dergilerin çoğuna erişimde ise kısıtlar var, yüksek abonelik bedelleri bilim insanlarının bu yayınlara ulaşmasını zorlaştırıyor.  Açık kaynak olan “yırtıcı” dergilere erişimin çok daha kolay olması, bu dergilerde yayınlanan ve bilimsel olmayan sonuçların yayılmasını kolaylaştırıyor.  Akademik performans değerlendirmelerinde benimsenen sorunlu ölçütler de akademisyenleri “yırtıcı” dergilerde hızlıca yayın yapmaya teşvik ediyor. Dolayısıyla akademinin ve akademik yayınların var olan problemlerinden de beslenen yozlaşma söz konusu.
Bugün akademi, “yırtıcı” dergi/konferanslar diye tanımladığımız sinsi yapılanmaya karşı çözüm üretmek durumunda.  Akademide yerleşmiş problemler ele alınmadan bu yapılanmanın önüne geçilemeyecek gibi görünüyor.

20 Nisan 2018

Dr. Zehra Taşkın(*) - ÇÖP MAKALELER BAŞARIYI ÖLÇMEMELİ! (Herkese Bilim Teknoloji)

Bilimi sayılarla ölçmek mümkünse, neden ölçemiyoruz? Yayın sayısı, atıf sayısı, h-indeks, etki faktörü, derginin çeyreklik dilimi, eigenfactor... Bilimsel çıktıları ölçmek için yönetici ve karar vericiler her dönemde başka bir göstergeye tutunuyor, ancak her yeni gösterge daha önce karşılaşmadığımız yeni kavramları literatürümüze kazandırıyor. Bu kavramlar ise Türkiye’de üretilen tüm bilimsel iletişim çıktılarının temeline dinamit bağlıyor. Yayın yapmak için yağmacı ve hatta sahte dergiler tercih ediliyor, atıf çeteleri kuruluyor, parayla doktora tezi yazdırılıyor... Akademisyenler günü kurtarmak, beş kuruş daha fazla teşvik almak veya unvan/kadro sahibi olabilmek için hayatları boyunca özgeçmişlerinde taşımak zorunda kalacakları faaliyetlerde bulunuyorlar. 
En korkuncu ise bunu yaparken yaptıklarının ortaya çıkmasından, imajlarını zedelemekten korkmuyorlar. Bu korkusuzluk da üretilen tüm ürünlerin kalitesini her geçen gün daha fazla düşürüyor. Kimsenin kalite ile ilgilenmediğinin bilincinde olduklarından ellerinde abaküs sürekli sayıyorlar. Abaküse ekledikleri her yeni boncuğun kendilerine ve çalıştıkları alana bir katkısı olup olmadığı ile ilgilenmiyorlar. Çünkü sistem onlardan sadece bunu bekliyor: Üret, daha çok üret, en çok sen üret... 
DÜZEN ÇÖKME EĞİLİMİNDE
Ünlü ekonomist Charles Goodhart, gözlemlenen herhangi bir istatistiksel düzenlilik üzerinde kontrol amaçlı olarak baskı uygulandığında, o düzenin çökme eğilimine girdiğini vurgular (Goodhart, 1984, s. 96). Ona göre “bir ölçev hedef haline geldiğinde iyi bir ölçev olmaktan çıkar” (Strathern, 1997, s. 308). Bir görüşe göre de ölçevler hedef haline getirildiklerinde, sahip olduklarından daha fazlasını elde etmek isteyen insanlar sistemlerle oyun oynamaya yüreklendiriliyor(Walton, 2016, s. 71). Türkiye’den bu oyunlara örnekler bulmak zor değil. Daha önceki hiçbir dönemde üretmediğimiz kadar yayın üretiyor, bu yayınların bir yaraya derman olup olmadığı ile ilgilenmiyoruz. Daha kolay yayın yapmak için Afrika dergilerini tercih ediyor (Balcı, 2011), kimsenin okumadığı bu yayınlar için yüzlerce dolar ödüyor (Ulus, 2013, s. 47), şişme dergiler çıkarıyor, şişme atıflar yapıyor (Al ve Soydal, 2012; Öztürk, 2012, 23 Haziran), uluslararası görünümlü ulusal konferanslar düzenliyor ve hedef haline getirilen ölçevlerle yeni yeni oyunlar yaratıyoruz.
Sayılara bu denli önem atfedilip bu sayıların performans değerlendirmelerinde kullanılması konunun uzmanlarınca “ölümcül günah” olarak nitelendiriliyor, ancak Türkiye gibi bazı ülkeler hala sayılara dayalı yöntemlerin ölümcül cazibesine kapılmaya devam ediyorlar (Tonta, 2014, s. 16-17; Van Raan, 2005 ). 
YENİ YÖNTEMLER GEREKİR
Yine de umudu kesmenin zamanı değil. Dünyada ve Türkiye’de çeşitli girişim ve çalışmalarla alternatif değerlendirme yöntemleri öneriliyor (Doğan, 2017; Gaind, 2018; Hicks, Wouters, Waltman, de Rijcke ve Rafols, 2015; San Francisco Decleration..., 2018; Taşkın, 2017; Tonta, 2017). Tüm bu ulusal ve uluslararası farkındalık çalışmalarının temel amacı “kolay kandırılabilen” ve “üzerinde oyun oynanabilen” sayılara odaklanmak yerine, yeni nesil değerlendirme yöntemlerinin geliştirilmesini sağlamak... Peki, bu sayıları daha az önemli hale getirmek için ne yapmalı? Öncelikle sayıları anlamsız hale getiren araştırmacıları gruplara ayırmakla başlamalıyız. 
Daha önce bu araştırmacılar üç temel gruba ayrılmıştı; bilinçsizler, yapılanların etik bir sorun olduğunu kavrayamayanlar ve bilinçliler (Şencan, 2018). 
Bilinçsizler için yapılması gerekenler çok açık: Farkındalık yaratmak, öğretmek, konuşmak ve ikna etmek. Araştırma kültürünün ne olduğunu, nasıl birikimli bir şekilde ilerlediğini detaylı olarak anlatmadan bilinçsizleri kurtarmamız hayli zor. Onlara kaliteye ulaşmanın ancak pes etmemekle sağlandığını, sistemleri kandırmak veya arka kapılar aramak için harcanan sürelerde çok daha verimli işler yapılabileceğini, her bir yenilginin daha büyük başarılar için basamak oluşturduğunu uzun uzun anlatmak gerekiyor. 
Sistemlerle oyun oynuyor olmanın etik bir problem olduğunu kavrayamayan grup için ise iki süreç var. Birincisi bilimsel etiğin ne demek olduğunu doğru şekilde öğretmek. Herkesin kendi doğrularını yaratmasını değil, herkesçe kabul edilmiş geçerliliği olan doğruların sahiplenilmesini sağlamak. Diğer tarafta ise performans değerlendirme modellerini değiştirmek şart. Yani kaliteye ve değere odaklanmalıyız... Örneğin, araştırmacıya “akademik hayatın boyunca ürettiğin her şeyi bir dosyaya koy getir, dosyanın kalınlığına bakıp seni değerlendireceğim” demektense “bana en güvendiğin yayınlarını getir” diyebilmeliyiz... Bunu diyemedikçe yayın çöplüğüne yeni çöpler eklemekten başka hiçbir şey yapamıyoruz. 
Gelelim bilinçli oyunculara. Onları alt etmek en zor görünen ama aslında en kolay olan iş. İfşa edeceğiz, ödüllendirmeyeceğiz, takdir etmeyeceğiz, susmayacağız ve korkmayacağız. İyi bilimin kötü bilimi kovmasına yardımcı olacak, freni patlayıp son sürat duvara doğru giden akademik sistemi çarpışmadan hemen önce durduracağız.

Kaynakça

(*) Hacettepe Üniversitesi, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü, 06800, Beytepe Ankara
http://www.bby.hacettepe.edu.tr/akademik/zehrataskin @zehrataskin

24 Mart 2017

Tayfun Atay - Tezler olmuş plastik, üniversite hikâye! (Cumhuriyet)

Dün, elimin altındaki gazete demeti içerisinden “üniversite”ye dair iki yazı dikkatimi çekti. Bunların biri, doğrudan haber metni idi. Diğeri ise esasen edebi- felsefi bir “değer” taşımakla birlikte, buna ek olarak haber mahiyeti de olan bir yazı... 
***
İkinciden başlayalım! Bizim Cumhuriyet’in Kitap ekinde felsefeci Yusuf Örnek, Alman varoluşçuluğunun abide ismi Karl Jaspers üzerine yazısında bu büyük düşünürün “Bütün Eserleri”nin Heidelberg ve Göttingen Bilimler Akademileri’nin ortak projesi olarak toplam elli cilt halinde yayımlanmaya başlandığını “müjdeliyor”. Ve bu elli cildin ilki olarak çıkmış “Üniversite İdesi Hakkında Yazılar”ın bir tanıtım ve değerlendirmesini sunuyor.  
Jaspers’in üniversite üzerine düşünceleri, kendisinin etkilendiği (Kant’tan Fichte’ye ve von Humbolt’a) düşünürlerden de hareketle satır başlarıyla şöyle: 
Üniversite, hükümetin emirlerinden bağımsızdır; bilim, kendi içinde kendi amacını taşır; üniversite öğretimi, bilgi kazandırmaktan çok eleştiri sanatına ve bilginin kullanımına ağırlık verir; üniversitenin vazifesi, gençlerde hakikati arama arzusu uyandırmasındadır; bu anlamda üniversite, insanın kültürel varlığının gerçekleşmesine olanak sağlayan kurumdur. *** 
Jaspers üniversiteyi devletten bağımsız ve onun her türlü siyasal etkisinden uzak bir kurum olarak nitelemekle kalmaz sadece. Daha ileri giderek, üniversitenin toplumsal hayatın ve siyaset kurumunun eleştirildiği yer olması gerektiğini söyler. 
Ve de üniversitenin, özgür araştırma ortamı ve özerk yapısı sayesinde “milletler-üstü” ve “devletler-üstü” bir ruhtan payını aldığını ileri sürer. 
Ancak diğer taraftan, daha 1930’larda, adeta gelmekte olan tehlikeyi sezmişçesine, sadece pratik (isterseniz bugünden “ticari”yi ekleyin!) amaç ve hedeflere yönelik, “faydacılık” ilkesi etrafında bir yükseköğrenim kurumuna doğru gidişattan da şikâyetçidir. Böyle bir üniversitenin olsa olsa üst düzey bir lise olabileceğini kaydetmiştir. 
***  
Bu noktada hemen daha fazla uzatmadan diğer gazete metnine geçelim! HaberTürk’ten Yusuf Doğan’ın haberine...   
 “Naylon tez pazarı” manşetiyle karşımıza gelen yazıdan satır başları da şöyle: 
Türkiye’de “akademik danışmanlık” ya da “tez danışmanlığı” adı altında oluşan “tez yazım sektörü” patlama yapmış durumda! Sürekli artan özel üniversite sayısı ve mezuniyet için tez yazma zorunluluğu “sektör”ü günden güne büyütüyor. Lisans tezi 2-3 bin liraya, yüksek lisans tezi 3-10 bin liraya, doktora (ve de doçentlik!) tezi ise 5-20 bin liraya “itina” ile yazılıp öğrenciye, pardon, “müşteri”ye teslim ediliyor. 
Tabii ki en pahalıya çıkanlar, tıp alanında “üretilen” tezler. Tahmin edilebileceği üzere “fiyat”, sosyal bilimlerde düşüyor. Elbette “anket çalışması”, “çeviri” ve “yabancı kaynak kullanımı” da fiyatı etkiliyor! 
“Sektör”, akademisyenlere bile istihdam imkânı sunmakta; tez-yazma gruplarında üniversite hocaları da varmış!.. 
*** 
Eğer bir “üniversiteli” olarak hayatınız Jaspers’in tanımladığı tarzda bir kurum ortamında geçip gittiyse sorun yoktur; yaşanmış ve bitmiştir. Özellikle öğrenci olarak ikinci yazıda anlatılanlarla haşir neşir durumda iseniz ve başka (Jaspers’in bahsettiği türde) bir üniversite gerçeğinden bîhaberseniz, zor da olsa yine sorun yok denilebilir. 
Ama eğer ilk yazıda yansıtılan üniversite ideali ve tecrübesinden geçip şimdi ikinci yazıdaki “naylonlaşma”yı da üniversite adı altında yaşıyorsanız, yandınız demektir! Durumunuz çok hazin, feci ve acıdır!..
*** 
Türkiye, elbette dünyada da bir eğilim olarak kendisini gösteren, üniversitenin endüstriyelleşmesi, ticarileşmesi, sektörleşmesinden payını, hem de kendi arzusu ile fazlasıyla ve iştahlıca almış bir ülke. 
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında önü açılan bir süreç bu: Üniversite hem siyasileşti, daha doğrusu “Resmiyet”e ram oldu (“YÖK”), hem de ticarileşti (özel üniversiteler). 
Şimdi bu iki “doğrultu”, bir de “dinbazlık”la takviyeli olarak daha korkunç bir ucubeyi karşımıza çıkarmış durumda “üniversite” adına... 
*** 
Önünüze sosyoloji “okumaya” gelmiş ama “Ben bugüne kadar hiç kitap okumadım hocam” diye, üstelik yakınarak değil gayet mağrur ve kibirlice konuşan öğrenciler çıkıyor. Ona önce “okuma-yazma” öğretmek durumundasınız. Gel gelelim bunu dahi öğrenmeye niyeti yok. Nasıl ödev, tez, rapor yazdıracaksınız?! 
İşte “naylon tez pazarı” bu ihtiyacı karşılıyor!.. 
Öte yandan “barış” için imza atmış akademisyenleri siyasete bulaşmış olmakla, hem de en uçta “vatan haini” suçlamasıyla gözaltına alıyor, tutukluyor ve okullarından atıyorsunuz. Onlarca tezin danışmansız kalmasına yol açarak... 
Üniversite içinde nitelikli ve yetkin tez danışmanlarını uzaklaştırınca tabii yine gelsin naylon tez pazarının sözüm ona “tez danışmanlıkları”!..
*** 
Özetlemek gerekirse, yukarıda paylaştığımız iki yazıdan birincisi, üniversitenin ne olduğunu anlatıyor. 
İkincisi ise üniversitenin nasıl bittiğini...

2 Haziran 2016

Prof. Dr. Zafer Ercan - YOZLAŞTIRILAN AKADEMİ: TEŞVİK ( Bilim ve Gelecek)

Sevgi ve onun gelişimi parayla yapılabilir mi? Örneğin ‘sen bunu sev sana para vereyim’ yaklaşımı neyi üretir sorusunu soralım. Yanıtımız da ‘fahişeliği üretir’ olsun. Yazımıza bu soru ve yanıtı aklımızın merkezine yerleştirerek başlayalım. 

Bu yazının anahtar kelimesi teşvik daha doğrusu akademik teşviktir.  

10-15 yıl önce ortaya çıkan ‘ilk 500’e giren üniversiteler’ sıralamalarla başlayan ve dönemin başbakanının ‘eyy ODTÜ, sen neden ilk 500’e giremedin? Önce onu söyle’ suçlamaları ile devam eden süreç bu işin nerelere doğru evrileceğinin işaretlerini veriyordu. 

Üniversiteleri yarıştırmak, piyasalaştırmak üniversite geleneğine aykırıdır. Ama kapitalizmin bir değer kaygısı olmadığı gerçeği dikkate alındığında şaşılacak bir durumun olmadığını da kendi doğallığı içerisinde analiz etmek gerekiyor. Alınganlığa gerek yok. 

Sayı saymayı yeni öğrenmeye başlayan, bugün 10’a kadar, ertesi gün 100’e kadar,  sonraki hafta  1000’e kadar sayan 7-8 yaşlarındaki çocuğun heyecanı elbette anlaşılabilir ve teşvik de edilebilir.  Ancak öğretim üyelerinin her geçen gün daha fazla sayı saymasını bir araştırma ve başarı olarak gören ve bunu ödüllendiren üniversite yapısına ne denilebilir? Böyle bir yaklaşımın yaratabileceği boğucu ortamın nasıl olabileceğini ve kimleri boğabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Katılmış olduğum bir akademik toplantıda, on bir bölüm başkanının kendilerine verilen beşer dakikalık konuşma süreleri içerisinde, konuşmalarının tamamının “Bölümümüzde şu kadar yayın yapılmıştır. Şu kişi en fazla yayını yapan kişidir. Kendisini tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz…” biçiminde olması, niteliğe yönelik hiçbir değerlendirme yapılmayıp, dinleyicilerden de bırakın bu garip duruma tepki göstermeyi, mevcut durumun alkışlanması neyi gösterir? 

Bir teşvik doğuyor 

Erdal İnönü’ün TÜBİTAK’tan sorumlu bakan ve Tosun Terzioğlu’nun TÜBİTAK başkanı olduğu dönemde SCI-E indeksine giren akademik dergiler sınıflanmış ve bu dergilerde yayın yapan öğretim üyeleri ‘parayla teşvik’ edilmişlerdi. Bu teşvik sürecinde  yapılan çalışmanın niteliğiyle kimseler ilgilenmemişti. 

Bir zamanlar Cumhuriyet gazetesinin cuma günleri eki olarak çıkartılan Bilim ve Teknik Türkiye’deki üniversitelerde en fazla yayını olan kişileri kapak sayfasında listeleyerek bu öğretim üyelerini Türkiye’nin en başaralı araştırmacıları olarak sunmuştu. Listede isimleri olan birçok öğretim üyesinin koltuklarının altında bu dergiyi büyük gururla taşımaları çok tuhafıma gitmiş ve o ana kadar saygı duyduğum ve aydın olarak gördüğüm/sandığım bu kişiler konusunda kafamda şüpheler oluşmuştu. 

Teşvik, sonrasında ODTÜ tarafından da çok sevilmiş, okşanmış, büyütülmüş ve kendi üniversitelerinde uygulanmıştır. Bu uygulamanın mimarı da uzun süre ODTÜ’de rektörlük yapmış olan Ural Akbulut’tur. 

Daha sonraları SCE-I dergilerine giren paralı dergiler inanılmaz bir artış göstermiş ve TÜBİTAK’ın teşviki bu dergi şirketlerine para akıtan bir kurum haline dönüşmüştür. İşin tadını alan paralı dergi şirketleri inanılmaz bir şekilde örgütlenmiş, sahte konferanslar düzenleyerek piyasalarını daha da genişletmiş ve kontrol altına almıştır. Özellikle bilimsel etiğin ve kültürün gelişmediği ülkelerde bu dergiler kök salarak, bu dergiler üzerinden yetişen ‘akademisyenler’ Türkiye’nin dört bir yanında  üniversiteleri tabiri caiz ise ele geçirmişlerdir.  

Ülkemizde yapılan Matematik yayınlarının yüzde 90’a varan bir kısmının yukarıda tanımlanan paralı dergilerde olması, Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde bu oranın yüzde 5 civarında kalması olayın korkunçluğunun işaretini de veriyor.  

Teşvik eleştirilmeye başlanıyor 

Teşvik konusunun tam bir tecavüzcü amca olduğunun anlaşılmaya başlanması üzerine konuyla ilgili ufak tefek eleştiri yazıları çıkmaya başlamıştır. Bu yazılardan bazıları: 

– Ersan Akyıldız, Bilimsel Atıf Dizinleri (SCI, SCI-Expanded) tarafından taranan dergilerde matematik yayınları ve bazı gözlemler, Bilim ve Ütopya. 

– Şafak Alpay ve Zafer Ercan, Bilimsel Yayınların Değerlendirmesi Üzerine, Cumhuriyet Bilim Teknik, 24 Aralık 2005, 19, 179, s.20.[1] 

– Kaan Öztürk, Şişme Dergiler ve Yayın Etiği İhlalleri, Matematik Dünyası, 2012-II. 

– Metin Balcı, Nedir Bu Waset[2] Adlı Kuruluşun Kongreleri: Kongreler Bilimsel Amaçlı mı Yoksa Gezi Amaçlı mı? Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, 25 Aralık 2015. 

– Özgür Aydın, Akademik Teşvik neyle şevke gelinir, Sol Haber, 07.03.2016.[3] 

(Yukarıdaki yazılardan özellikle Kaan Öztürk ve Metin Balcı’ın yazısı okunmadan burada vurgulanmak istenenin tam olarak anlaşılması mümkün olmayacaktır. Bu sebeple okurlara bahsi geçen yazıların okunmasını öneririm.) 

Türkiye’de paralı teşvik süreci bu şekilde başlamıştı. Böyle bir model bildiğim kadarıyla saygın hiçbir üniversitede yoktur. 

Perelman ‘ben sergilenmem’ diyor[4]  

Matematik Dünyası dergisinin 2003-1 sayısında Burak Özbağcı tarafından “Bir Milyon Dolarlık Soru” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. Yazıda bir matematik probleminden bahsediliyor ve bu soruyu ilk çözene Clay Matematik Enstitüsü tarafından bir milyon dolar para verileceği söyleniyordu. Bu yazıyı referans alarak aynı derginin 2003-II sayısında yayınlanan “Taahütname” başlıklı bir yazımda ‘Bir Milyon Doları’ ironik bir dille eleştirmiştim. Sonra neler mi oldu? Bahse konu soru Rus Matematikçi Grigori Perelman tarafından çözüldü (Yanlış anlaşılmasın, bu ödülün Perelman’ın problemi çözmesinde bir motivasyonu olmamıştır.)  Hatta Perelman, bildiğim kadarıyla, bir milyon dolarlık ödülü reddettiği gibi, ilgililere “Hayvanat bahçesindeki bir hayvan gibi sergilenmek istemiyorum” fırçasını da çekmiştir. 

Perelman’ın ortaya koyduğu bu yaklaşım matematiğin gelişimine yön vermiş birçok matematikçide de görülebilen yaygın bir davranış biçimidir. Elbette bu tür davranışları her matematikçiden ya da araştırmacıdan beklemek yersizlik olur. Ancak, bu tür davranışlar sergileyen araştırmacıları anlayamayan bir toplum için çöküş çanları çalıyor demektir. 

Teşvik daha da büyüdü 

Ülkemizde yapılan bilimsel değerlendirme yöntemi akıl almaz derecede yanlışlar içermektedir. Tehlikeli olan ise bu yanlışların kazara değil, bilinçli olarak yapılıyor olmasıdır. Bu değerlendirmenin başında da niteliğe değil niceliğe yönelinmiş bir durum söz konusudur. Bu değerlendirme biçiminin üniversitelerce, TÜBİTAK vb. kurumlarca desteklendiği dikkate alındığında ortada bir akıl tutulmasının, rantçılığın ve talan etme düşüncesinin izdüşümleri olduğu görülür. 

Akademik teşvik 2016 yılından itibaren tüm üniversitelerde devlet eliyle uygulanarak, öğretim üyeleri hırsızlığa ve hiçsizliğe teşvik edilmeye resmen başlanmıştır. 

Kısacası bu yazıda asıl vurgulanmak istenen yazının başında geçen sorunun yanıtıdır. Soruyu tekrarlayalım  ‘Sen bunu sev, sana para vereyim’ yaklaşımı neyi üretir? Yanıt: Fahişeliği. Maalesef Türkiye’de üniversiteler fahişeleşmiştir/fahişeleştirilmiştir.[5]
[1] Bu yazıda ortaya konan problemlerin niteliğinde bugüne kadar epey farklılıklar oluşmuştur. Bu yazının yazıldığı tarihlerde paralı dergiler üç-beş tane iken günümüzde yüzde doksana varan oranı paralıdır ve Türkiye bu konuda en büyük Pazar alanıdır.

[2] Waset, Türkiye’de ‘bilimsel’ hizmetler sunarak Türkiye’de bilim adamları yetiştiren organizasyondur. Çok daha geniş bilgiye http://haber.sol.org.tr/bilim/bilimsel-sarlatanliga-akp-korumasi-151175 adresinden ulaşılabilir.

[3] Bu yazının son paragrafı şöyle bitiyor: Öyle anlaşılıyor ki akademik teşvik bilimsel üretim sürecinde nakde dönüştürebileceği puanları toplama konusunda akademisyeni şevke getirecek., bilimsel üretim sürecine ilişkin hakimiyetini yitirme konusunda akademisyeni adımlar atmaya teşvik edecektir.

[4] Bu noktada yüzyılımızın matematiğine yön vermiş Alexander Grothendieck’den bahsedilmeden olmaz. Grothendieck, çalışmakta olduğu üniversitenin ülkenin savunma bakanlığı tarafından desteklendiğini anladığı gün çalıştığı kurumdan istifa eder, nedeni basittir: Kirli işlere bulaşmış bir savunma bakanlığı tarafından desteklenen bir kurumda çalışmayı kabul edemez.

[5] Yılmaz Akyıldız, fahişelerin işçi sınıfının bir parçası ve devlete vergi ödeyen emekçiler olmaları nedeniyle, ‘Üniversiteler fahişeleşmiştir’ yerine  ‘teşviklerle üniversiteler yozlaştırılmakta ve sahtekârlar yuvasına dönüştürülmektedir’ kullanımının daha yerinde olacağını öneriyor. Bu eleştiri son derece yerinde olsa da, bu kelime vurgu açısından bilinçli olarak kullanılmıştır.

1 Nisan 2016

Erman Çete - 'Bilimsel şarlatanlığa' AKP koruması (SoL - Haber)

Düzenledği sahte bilimsel konferanslar ile tanınan WASET isimli kuruluş hakkında haber yapan siteler mahkeme kararıyla engellendi. Kararı çıkartan avukat ise AKP'li.
 
Bir süre "Enformatika" adıyla faaliyet yürüttükten sonra adını "Dünya Bilim, Mühendislik ve Teknoloji Akademisi (WASET)" olarak değiştiren sahte "bilim konferansları" düzenleyen kuruluş bu sefer "site kapattırma" ile gündeme geldi.
Kuruluşun sahibi Cemal Ardıl adına Avukat Ceyhun Gökdoğan tarafından 14 Mart 2016'da İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği'ne yapılan talep, jet hızıyla kabul edildi ve 17 Mart 2016 tarihinde WASET hakkında yayın yapan çok sayıda internet sitesi ve URL'ye erişim engeli çıkartıldı.
Engellenen URL'ler arasında hurriyet.com.tr'ye, ekşi sözlük'e, plagiarism-turkish.blogspot.com.tr 'ye ait sayfalar da bulunuyor.
Ancak mahkeme kararında, engellemenin gerekçesi olarak, Cemal Ardıl'ın üzerine isnat edilen bir "zimmet" suçundan beraat ettiği, adı geçen yayınlarınsa "masumiyet karinesini ihlal ettiği" gösteriliyor.
Oysa, engellenen URL'lerde Ardıl'a bir "zimmet" suçu değil, sahte bilimsel konferanslar düzenleme suçu isnat ediliyordu.
WASET NEDİR?
WASET, aslında akademideki "açığı" kullanarak, sahte bilimsel konferanslar ve "hakemli dergiler" aracılığıyla insanların dergilerde yayın yapmasını sağlayan bir kuruluş.
İnternet sitesine bir göz attığınızda, Barcelona'dan Paris'e, New York'tan Kuala Lumpur'a kadar onlarca "bilimsel konferans" ilanı ile karşılaşıyorsunuz.
Ancak yapılan şu: WASET'e belirli bir ücret ödüyorsunuz ve o da sizi uluslararası bilimsel konferanslara katılmış ya da hakemli dergilere yazı yazmış gibi göstererek CV'nizi şişirmenize yardımcı oluyor.
WASET'in öncülü "Enformatika"nın foyası, İTÜ öğretim üyesi Prof. Tayfun Akgül tarafından ortaya çıkartılmıştı.
Akgül, bu kuruluşa sahte bir makale yolladığını ve makalenin basıldığını kamuoyuna açıklayınca, site ve kuruluş apar topar kapatılmıştı.
Ancak Enformatika sadece görünüşte kapatıldı. Yerine geçen site ise WASET oldu.
NASIL İŞLİYOR?
Şebekenin nasıl işlediğine dair dünyanın birçok yerinden tanıklıklar internette bulunabiliyor.
Örneğin, "MEI Blog" isimli sitede yayımlanan "WASET konferansları yalnızca dolandırıcılık mı?" başlıklı yazıda, posta kutusuna düşen "Venedik'te 34'üncü Uluslararası Maden Mühendisliği ve Metalurji Teknolojisi Konferansı" e-postasından bahediyor.
Venedik'te bir konferansa katılmak elbette cezip geliyor. Ancak e-postadan şüphelenmesine neden olacak bazı şeyler oluyor. Bir süre sonra, Prag'da da benzer bir konferansın olduğunu, posta kutusuna düşen yeni bir e-posta ile öğreniyor!
Daha sonra WASET'in internet sitesine girerek kuruluşa destek veren isimleri araştıran blog yazarı, tanıdığı kimsenin olmadığını fark ediyor.
Tanıdık gelen tek isim, University of Westminster'den Kenneth Revett. Ancak bu okulun sitesine girince, Kenneth Revett isimli birinin de olmadığını görüyor.
Örneğin, "34. Yapay Sinir Ağları Uluslararası Konferansı"nı araştıran yazar, bu isimde bir başka ve gerçek bir konferansın olduğunu, ancak bugüne kadar yalnızca 22 tane konfernasın yapıldığını keşfediyor. Yani WASET, başka konferansların başlıklarını çalıp rakam uydurarak yoluna devam ediyordu.
İşte o "hırsızlık"ın kanıtlarından birisi:
Sitesi engellenenlerden olan Adam Chehouri de, daha önce bildirisi için WASET'in banka hesabına para transfer eden birisinin, daha sonra hiçbir geri dönüş alamadığını, bu paranın WASET tarafından çalındığını iddia ediyordu.
Öte yandan, "parayı bastırıp makale yayımlatma" işi WASET ile sınırlı değil. Akademideki "atıf manyaklığı" nedeniyle, "pay journal (paralı dergi)" adı verilen yöntemle para karşılığı makale bastırmak ve akademik basamakları hızla tırmanmak mümkün.
BİR 'AİLE ŞİRKETİ' OLARAK WASET
WASET'in arkasındaki isimleri, mahkeme kararıyla engellenen sayfalardan birisinde yer alan, Hürriyet'ten Sefa Kaplan'ın 2010 tarihli haberinden okuyoruz:
Sitenin arkasında eski Fen Bilgisi öğretmeni Cemal Ardıl var, kendisine kızı Ebrû Ardıl ile oğlu Bora Ardıl yardımcı oluyor. Bu isimler hayli ilginç. 20 yıllık Fen Bilgisi öğretmeni Cemal Ardıl kendisini Dr/PhD olarak tanıttığı için TÜBİTAK Başkanı Prof. Nüket Yetiş, hakkında Etik Kurul’da soruşturma açtırdı. Arkasından TÜBİTAK ismini izinsiz kullandıkları için noterden protesto etti. Hatta sahte konferans, sahte dergi gibi sorunlar çözülene kadar Çanakkale 18 Mart Üniversitesi ve Bilgisayar Muhendisliği Bölümü’ne TUBİTAK desteğini kesti. Ama onlar faaliyetlerini sürdürüyorlar. Bilin bakalım WASET’te en çok kimin makalesi yayımlanmış? 46 makale ile ilk sırada Cemal Ardıl bulunuyor. 
AVUKAT TANIDIK
Sitelere erişim engelini çıkartan avukat ise "tanıdık."
Avukat Ceyhun Gökdoğan'ın, kısa bir Google taramasıyla, "Harun Yahya" adını da kullanan Adnan Oktar'la bağlantısı olduğu görülebiliyor.
Ancak daha önemlisi, Gökdoğan'ın AKP Büyükçekmece İlçe Örgütü Yürütme Kurulu Üyesi olması.
Gökdoğan, Twitter hesabından da Erdoğan'ı öven paylaşımlar yapıyor: >>>

9 Mayıs 2013

Dr. Sinan KORUKLUOĞLU - Sahte kongreler ve sahte dergiler! (Medimagazin)

Tıp dünyasında sahte dergi ve kongrelerde inanılmaz bir artış yaşanıyor. Bilimsel itibarı yüksek kongre veya dergilerin küçük nüanslarla sahteleri yapılıyor. Kongre isimlerindeki bir tire (-) bile önemli hale geliyor!
 “Entomology-2013” isimli bir konferansta konuşma yapmak üzere davet edilen bilim adamları, böcekler üzerinde çalışan bilim adamlarının ileri gelen derneklerinden birine sunum yapmak üzere seçildiklerini düşünmekteydiler.
Ancak yanıldıklarını zor yoldan öğrendiler. Akıllarındaki itibarlı ve bilime adanmış kongrenin adında ufak bir fark vardı: “Entomology 2013” (tire olmadan). Özel konuşmacı olarak kaydoldukları kongreye davet e-posta yoluyla yapılmıştı, davet sahibi yayınları inceleyen akademisyenler değildi.  Sunum yapmayı kabul edenlere daha sonra bu ayrıcalık için ağır bir ücret tahakkuk ettirildi, öz geçmişini şişirmek isteyen ve ödeme yapan herkes podyumda boy gösterdi.
Entomoloji Cemiyetine e-posta yazan bilim adamlarından biri “Zannediyorum aldatıldık.” diyerek hislerini ifade etmişti.
Bu bilim adamları, psödo-akademiya diye adlandırılan ve itibarlı başlıkları olan kongreler ve bunlara sponsor olan dergilerle tamamlanan paralel bir dünyaya düşmüşlerdi. Bu dergiler ve toplantıların pek çoğu iyi bilinen yayınlar ve toplantılar ile benzer isimlere sahiptiler.
Stanford Üniversitesi Dekanı ve taklitleri bulunan “Clinical Trials” adlı derginin editörü olan Prof. Dr. Steven Goodman, akademik yayınların bedava erişilebilmesi amaçlı hareketin temsil ettiği bu fenomeni “açık erişimin karanlık yanı” olarak tanımlıyor.
Bilimsel yayıncılık mesleki topluluklar ve tamamen abonelik ücretlerine dayalı kurumlar için geleneksel iş modelinden kişilerin çalışmalarını internet üzerinden açık erişimli yayımlatmak için kendileri ödemesi modeline kaydığından beri bu dergi ve konferansların sayısı patlama yaptı.
Açık erişim başlangıcını yaklaşık on yıl önce yaptı ve “Bilim Halk Kütüphanesi” tarafından yayımlanan ve iyi bilinen, danışman incelemesi sonucunda yayımlanabilen yazıların olduğu dergilerin bu akıma girmesi ile hızla yaygın katılımcı kazandı. Bu makaleler PubMed gibi itibarlı veri tabanlarında, kalitelerinden dolayı listelenmekteydi.
Fakat bazı araştırmacılar, ücret karşılığı herhangi bir şeyi yayımlayan çevrim içi dergilerin hızla çoğalmasına karşı ikaz etmekteler. Uzman olmayan kişilerin internet üzerinden yaptıkları araştırmalarda güvenilir araştırmaların ıvır zıvırdan ayırt edilmesinin zorluğuna dikkat çekiyorlar. Prof. Dr. Goodman, birçok kişinin dergi evrenini bilmediğini ve başlığından bir derginin gerçek mi, taklit mi olduğunu ayırt edemeyeceğini söylüyor.
Araştırmacılar ayrıca, üniversitelerin akademisyenlerin öz geçmişlerini değerlendirirken yeni zorlukla karşılaştıklarını belirtiyorlar. Listelerindeki yayınlar gerçekten zorlu dergilerde mi, yoksa taklitlerinde mi yayınlanmış? Bazı akademisyenler ise bu dergilerin editöryal kurullarında yanlışlıkla görev almayı kabul ettikten sonra kurtulmalarında yaşadıkları zorlukları ifade ediyorlar.
Bu fenomen, en zor yayın kabul eden ve en saygın dergilerden biri olan “Nature”ın dikkatini çekmiş. Dergi, yakın zaman önce yayımladığı bir basın bülteninde tartışmaya açık  yayıncıların sayısındaki artışa dikkat çekerek, bunların kara listeye alınmasını veya belli standartlara sahip açık erişimli dergiler için bir beyaz liste yapılmasını tartışmaya açmış durumda. Ayrıca, bir dergi veya yayımcıya çalışma göndermeden önce neler yapılması gerektiğine dair bir kontrol listesi de yayımlamış.
Denver’daki Colorado Üniversitesindeki araştırmacı kütüphaneci Jeffrey Beall, “yağmacı açık erişimli dergiler” adını verdiği bir kara liste oluşturmuş. 2010 yılında listesinde 20 yayımcı varken, günümüzde 300’den fazla yayımcı var. Tahminine göre bugün 4 bin kadar yağmacı dergi mevcut, bu sayı açık erişimli dergilerin yüzde 25’ini oluşturuyor. Bu dergilerin yaptığını “kolay para, az iş, başlangıç için düşük bir bariyer” olarak tanımlıyor.
“Beall Listesi” olarak bilinen listedeki dergiler ücretleri web sitelerinde genellikle ilan etmiyorlar ve çalışma dergiye gönderilene kadar yazarlara bilgi de vermiyorlar. Akademisyenleri makale göndermeye ve editöryal kurullarda olmaları için e-postalarla davet ediyorlar. Ancak bu yayımcılar, yayımladıkları çalışmaların danışman incelemesinden geçtiğini ve yaptıkları işin meşru ve etik olduğunu iddia ediyorlar.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.