NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

27 Temmuz 2011

Prof. Dr. İlter Turan - Vicdan muhasebesi yapmayınca haksızlıklar tabiileşiyor (ŞALOM)

>>> Siz kendi tecrübenizden örnekler üzerinde düşünürken, ben izninizle mesleğim olan akademik alandan örnek vereyim. Bilim dünyasında zaman zaman intihal dediğimiz olayla karşılaşılır. Manası, başkasının yazdığını, kaynağını göstermeden sanki siz yazmış gibi sunmak, böylece kendinizi yayın yapmış gibi göstermektir. Aynı futbolda olduğu gibi, burada da maksat rekabetçi bir ortamda diğerlerinin önüne geçmektir. İntihal yaptığı anlaşılan kişinin cezalandırılması gerekir. Ama öyle olmaz, fakültelerdeki klikler ve kamplar, vicdan muhasebesi yapmak ve ahlakiliği ön plana almak yerine, kendi intihalcisini savunur, başkasının intihalcisini suçlar. İntihal yaptığı kesinleşen ve ceza alanlara da bir şey olmadığı, her partimizin intihalci milletvekillerine sahip olmasından anlaşılmaktadır.  Ne yapmış olursa olsun, kendi takımımızı, kendi adamımızı tutmak, yaptıklarını vicdan süzgecinden geçirmemek, toplumda haksızlıkları tabiileştiriyor, böylece herkesi işini haksızlık yaparak yürütmeye davet ediyor. Bu da toplumun dokusunu bozuyor, zedeliyor.>>>

23 Temmuz 2011

Birbirinden ayrılması zor iki durum: Aşırma ve Duplikasyon (ANA. KAR. DER.)

Prof. Dr. Fatma Suna Kıraç
Aşırma=intihal olayı, yazılarda başka araştırmacıların çalışmalarını atıf yapmadan kendisinin gibi göstererek yayınlamak ya da yayınlanmış bir yazıdan beğendiği bölümleri, resim ve şekilleri izinsiz alıp kendi yayınında kullanmaktır. Bu durum, yalnız yazıdaki tüm cümle veya bölümü değiştirmeksizin kes-yapıştır eylemini kapsamayıp, bir yazının amaç ve sonuçlarının başka çalışmada farklı kelimelerle anlatılması durumunu da kapsamaktadır (1-5).
Sox ve ark. (1) kaynak hakkında yanlış bilgi verilmesini de aşırma olarak nitelendirmiştir. Yayın etiğinde aşırma, tekrar yayın olayından daha tehlikeli durum olarak kabul edilmektedir.
Yayınların okuyucuya hızla ulaştığı elektronik çağda aşırma işlemi daha kolay duruma gelmiştir. Genellikle yabancı dilde yayın yazma yetersizliği nedeni ile yabancı dildeki yayınların beğenilen cümle yapılarının yazarlar tarafından hiç değiştirilmeksizin kendi yazdığı cümle gibi kullanılmasına sık rastlanmaktadır.
Bilimsel yayınlarda aşırma olayı içinde incelenen diğer bir durum “Self plagiarism” olayıdır. Burada bir yazarın daha önce yayınlanmış kendi yazısından alıntı(lar) yapması söz konusudur; tekrar yayından daha az önemlidir fakat yine etik ihlali söz konusudur (4, 6).
Bilinçli yapılan bilimsel yanıltma, her ne şekilde olursa olsun, kabul edilemez bir durumdur. Uluslararası veya ulusal indekslerde yer alan dergilerde yayınlanan yazılardaki bilimsel yanıltma olaylarının saptanması mümkün olmasına karşın indekslenmeyen dergilerdeki yanıltma olaylarının saptanması oldukça güçtür. Türkiye kökenli yayınlarda son yıllarda uluslararası medyaya yansıyan olaylar ne yazık ki yadsınamaz düzeydedir (2, 3).
İki önemli etik ihlali konusu, aşırma ile duplikasyon olaylarının birbirinden ayrımı oldukça zordur (6). Özellikle iki yazının yazarlarının tamamı veya bir kısmı aynı ise, ayırım daha güç olmaktadır. Bazı yayınlarda iki durumun ayırımı için benzerlik yüzdelerine bakılması önerilmekle birlikte, COPE orana dayalı ayırımı önermemektedir. Son MedicRes toplantısında (25-27 Mart 2011, İstanbul) klasik yöntemlerin kullanıldığı çalışmalarda, yöntem kısmının benzerliğinin kabul edilebilir olduğu vurgulandı. Ancak, amaç-bulgular ve tartışma kısımlarındaki benzerliklerin kabul edilemez olduğu, bilimsel yanıltma olarak işlem yapılması gerektiği belirtildi (4, 6, 7).
Günümüzde akademik yükseltme kriterleri bilimsel yanıltma olaylarının artışına önemli katkıda bulunan bir faktör olarak etkisini sürdürmektedir. Bilimsel “temizlenmeyi” sağlamak için editörler yanı sıra okuyuculara da sorumluluk düşmektedir. Dergi editörleri bilimsel yanıltma saptadıkları yazıyı ret etmeli veya yayınlandıktan sonra saptandı ise geri çekmelidirler. Okuyucular da saptadıkları aşırma olayını ilgili dergi editörüne bildirmelidir (1, 2, 7). Bilimsel yanıltma durumunda geri çekme olayı yalnız yayınlanan yazılarda değil kongre bildirileri için de geçerli bir uygulamadır (8). Ancak, genellikle geri çekme (retraction) işleminden kaçınılmaktadır.
COPE ve ICJME kurallarını uygulayan dergi editörleri bilimsel kirlenmeyi önlemek için aşırma saptadıkları yayını geri çekmek ve okuyucuyu bilgilendirmek zorundadır (1, 4, 7, 9). Burada, kendi karşılaştığımız iki olayı aktarmak istiyorum.
İlk olayda, yazar A ve B tarafından X dergisinde olgu sunumu yayınlandıktan 5 yıldan daha uzun bir süre sonra, Y dergisinde yazar C ve D tarafından aynı olgu sunumu yayınlanıyor. Birkaç ay sonra Y dergisinin Editörü tarafından durum fark edilerek yazı geri çekiliyor (retraksiyon). Derginin ilk sayısında aşırma (İntihal=Plagiarism) yayın olayı hakkında okuyucular yazılı olarak bilgilendiriliyor. Y dergisinde yayınlanan olgu sunumu incelendiğinde genel bilgiler ve tartışma kısmının hemen hemen tamamının daha önce farklı yazar grubu tarafından X dergisinde yayınlanan olgu sunumu ile benzer olduğu görülmektedir.
İkincil olarak sunulan olgunun fizik muayene bulguları, tanısal görüntüleme yönteminde elde edilen bulgular, uygulanan işlem ve işlem sonrası izlem de orijinal yayınla birebir örtüşmektedir. Kaynaklarda ilk yayınlanan olgu sunumuna atıfta bulunulmamış olması, aşırma olayının bilinçli yapıldığını ve bilimsel yanıltmayı gizleme çabasını desteklemektedir. Yapılan incelemede iki yayın yazar grubunun daha önce aynı merkezde çalıştıklarına dair bilgiye ulaşılamadığı için sonuçta olay aşırma=plagiarism olarak kabul edilerek dergi editörü ve yayın kurulu tarafından geri çekilmiştir.
İkinci olayda bir yazar grubu tarafından hazırlanan olgu sunumu Z dergisinde yayınlandıktan 2 yıl sonra aynı olgu aynı resimlerle farklı yazarlar tarafından T dergisinde yayınlanıyor. İlk yayında yer alan yazar, ikincil dergi editörüne durumu bildiren mektup yazıyor. Editör ve dergi yayın kurulu tarafından yapılan inceleme sonucunda her iki yayında sunulan olgunun ve resmin aynı olduğu saptanıyor. Olay ayrıntılı olarak incelendiğinde belli bir süre aynı kurumda birlikte çalışan yazarların birbirinden habersiz olarak olguyu yayınladıkları sonucuna varılıyor. Sonuçta, olay tekrar yayın=duplikasyon olarak kabul ediliyor. İlk yayının sorumlu yazarına olayın ayrıntısı hakkında bilgi veriliyor. T dergisi yayın kurulu bilinçsiz yapılan yanıltma olduğuna karar vererek Editör tarafından herhangi bir işlem yapılmadan olay kapatılıyor.
Sunulan olaylarda tanımlanan intihal= aşırma=plagiarism ve duplikasyon, daha önce de belirttiğimiz gibi, yayın etiğinin önemli ve tahmin edilenden daha sık karşılaşılan konularıdır. Metaanaliz çalışmalarında aşırma %1.6 ve duplikasyon %4.7 oranında rapor edilmiştir (5). Daha önceki yayınlarda belirtildiği gibi iki olayın birbirinden kesin ayrımı güçtür (6). İndekslenen dergilerdeki yayınlarla elektronik ortamda karşılaştırma yapmayı sağlayan programlar (Crossref vb.) aşırma ve duplikasyon olaylarının saptanmasında editör ofisine faydalı olmaktadır. Ancak, program yardımı ile yapılan karşılaştırma yanında mutlaka manuel kontrol yapılması önerilmektedir. Bizim de uyguladığımız COPE bilimsel yayın etiği kuralları her iki durumda benzer uygulamaları önermektedir (9, 10). Duplikasyon olayı daha önceki sayılarımızda tartışıldığı için burada aşırma olayında yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır (11, 12).
Aşırma olayı şüphesi veya varlığı durumunda editörlere öneriler
Aşırma olayı yayın öncesi veya yazı yayınlandıktan sonra saptanmış olabilir. COPE olayı sonuçlandırma konusunda editörlere önerilerde bulunmaktadır (7, 9, 10). Buna göre, yayın öncesi aşırma olayından şüphelenildi veya yayınlandıktan sonraki aşamada aşırma saptandı ise, Editör yazının ilk yazarı ile iletişim kurarak olay hakkında duyduğu üzüntüyü dile getirir. Yazardan olay hakkında açıklama ister. Aşırma olayının genç tecrübesiz yazarlarda benzer yayın veya yayınlardan “kes-yapıştır” yöntemi kullanılarak yazının hazırlanması sonucu oluşabileceği, özellikle yabancı dilde hazırlanan yazılarda, göz önünde bulundurulmalıdır.
Eğer bilinçli yapılmış aşırma olayı olmadığı kanaatine varılırsa, tecrübesiz yazara yayın etiği konusunda eğitim verilmesi önerilmektedir. Aşırma olayı yayın öncesi saptandı ise, Editör yazardan birebir örtüşen kısımları değiştirmesini ister. Gerekli değişiklikler yapılarak benzerlikler giderildiği takdirde yazı ret edilmeksizin yayınlanabilir. Yayın sonrası saptanan bilinçsiz aşırma olayında ise COPE, ilk yayın yazarlarından özür mektubunun dergide yayınlanmasını ve editör yazısında istenmeyen olaya değinilmesini önermektedir.
Eğer aşırma olayının bilinçli olarak yapıldığı saptanırsa Editör, sorumlu yazar ve yazıda ismi bulunan tüm yazarlar ile doğrudan iletişim kurmalı ve belirlenen kısa süre içinde açıklama istemelidir. Aynı zamanda yazarların kurumu ile iletişim kurulmalı ve inceleme istenmelidir. İlk derginin Editörüne de durumu bildiren mektup yazılmalıdır. Sonuçta, yazının aşırma nedeni ile geri çekildiği ilk yayına atıfta bulunarak okuyuculara duyurulmalıdır (1, 9, 10, 13).
Yurtdışında saptanan aşırma olayı akademik unvan ve yetkilerin geri alınmasına kadar giden yaptırımlarla sonuçlanabilmektedir. Yakın zamanda Almanya’da ortaya çıkan aşırma olayı suçlanan bakanın istifası ile sonuçlanmıştır. Yurdumuzda ise, bilimsel yanıltma durumlarında yaptırımlar yeterince uygulanmamaktadır. Ne yazık ki, aşırma yaptığı kanıtlanan akademisyenlerin önemli akademik ve idari görevlerde yer aldığı da bilinmektedir.
Tüm bilimsel yanıltma olaylarının azaltılması için etik konusunda her düzeyde eğitim yapılmalıdır. Araştırmacı adayları ve genç araştırmacılara kendi hipotezlerinden ürettikleri çalışmalardan yayın yapmalarının ve yayınlarında çalışma sonuçları ile görüşlerini kendi cümleleri ile okuyucuya aktarmalarının önemi anlatılmalıdır.
Çok yayın değil kaliteli ve ahlaklı yayın yapılmasının önemli olduğu görüşünün yeni yetişen akademisyenlere benimsetilmesi için çaba sarf edilmeli ve örnek olunmalıdır (2, 3).

Kaynaklar
1. Sox HC, Rennie D. Research misconduct, retraction, and cleansing the medical literature: lessons from the Poehlman case. Ann Intern Med 2006; 144: 609-13.
2. İnci O. Bilimsel yayın etiği ilkeleri, yanıltmalar. Yanıltmaları önlemeye yönelik öneriler. Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık-2009.
3. Töreci K. Tıpta yayın etiği (bizden de örneklerle). ANKEM Derg 2010; 24( Sayı 1’e Özel Ek):1-41.
4. Wager E. Ethical publishing: the innocent author’s guide to avoiding misconduct. Menopause Int 2007; 13: 98-102.
5. Martinson BC, Anderson MS, de Vries R. Scientists behaving badly. Nature 2005; 435: 737-8.
6. COPE cases 2003/ 03-22; 2006/ 06-10 and 2010/ 10-18. 
Available at: URL:http://www.publicationethics.org/cases
7. Wager E. Good publication practice. In: MedicRes International Conference on Good MEdical Research, 25-27 March 2011, İstanbul, Turkey.
8. Retraction for the 2010 AHA Scientific Sessions abstract (14426). Circulation 2011; 123: p e415.
9. Wager E, Barbour V, Yentis S, Kleinert S. Retractions: Guidance from the Committee on Publication Ethics (COPE). retraction guidelines. Croat Med J 2009; 50: 532-5.
10. Committee on Publication Ethics (COPE): Guidelines on Good Publication Practice Available at:
URL: (http://www.mco.edu/lib/instr/libinsta.html; http://www.publicationethics.org.uk).
11. Kıraç FS. Bilimsel yanıltma olayında yayın sonlandırma süreci: Önemli ve tartışmalı bir konu. Anadolu Kardiyol Derg 2011; 11: 79-80.
12. Kıraç FS. Bilimsel yanıltma: Tekrar yayınların tanımı, çeşitleri ve olası sonuçları. Anadolu Kardiyol Derg 2011; 11: 174-8.
13. COPE cases 2003/ 03-11; 2004/ 04-04; 2006/ 06-24; 2007/ 07-05 and 2001/ 01-28 in http://www.publicationethics.org/cases

Kıraç FS.
Aşırma ve duplikasyon
Anadolu Kardiyol Derg 2011 Ağustos 1; 11(5): 000-000
doi:10.5152/akd.2011.115

12 Temmuz 2011

Dr. Cüneyt Ülsever - TÜRKÜN BİLİMLE İMTİHANI (OdaTv)

Herkes bir şeye, hatta bir çok şeye takar. Benim de çeşitli takıntılarım var. Takıntılarımdan birisi bilimdir. Bilim adamlarının çalışmalarını, hatta hayatlarını okumak, buluşlarından haberdar olmak bana büyük keyif verir.
Yerli-yabancı gezdiğim her şehrin, eğer varsa, üniversitesini de ziyaret etmeye bayılırım.
Tarihi kampüslerde içimi bir huşu duygusu kaplar.
Ben bilimin sadece bilim adamını değil toplumları da şekillendirdiğini düşünürüm. Bilimsel düşünmeyi/metodolojik akıl kullanmayı öğrenmiş adamla bilimsel ünvaları olsa bile bir hödük arasındaki farkı anında tespit ederim.
Televizyonlarda tuttuğu tarafı haklı çıkarmak için bilgiyi ağzında sakız niyetine çiğneyen gazeteci/yazar/üniversite hocası bir sürü insanı seyrederken bazen sinirden çatlar, bazen de bu insanların alay edilmekten başka hiçbir şeye layık olmadıklarını düşünürüm.
Bu açıdan bakıldığında Hükümet ilan edilirken gözden kaçan veya görmezden gelinen bir bakan ataması beni yakından ilgilendirdi.
Başbakan, Milli Eğitim Bakanlığı’na Ömer Dinçer’i atadı!
Ömer Dinçer kim?
2 kitabında intihal (bilim hırsızlığı) yaptığı için YÖK tarafından bütün bilimsel ünvanları elinden alınan (Ekim 2005) ve YÖK’ün bu kararı  Ankara 1. İdare Mahkemesi tarafından da onaylanan kişi! -Ocak 2008- (Mahkeme, Dinçer’in YÖK’ün intihal kararına ilişkin yaptığı itirazı reddetmiştir.)
İntihal yaptığı Mahkeme kararı ile tespit eidlmiş kişi!
Nedir intihal?
Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek.
Basit dille yazalım: Bir başkasının fikrini aşırmak/araklamak/çalmak!
 ***
Ömer Dinçer’in Yahya Fidan ile yazdığı iki kitap var. İkisiyle de ilgili intihal iddiaları içeren raporlar mevcut. Ama, Prof. Dr. Tamer Koçel’den aşırma yapılan kitap (‘İşletme Yönetimi’) ile ilgili intihal iddiası zamanaşımına uğradığı için bu kitap hakkında bir işlem yapılamadı. Ama diğer kitap (‘İşletme Yönetimine Giriş’-6. baskı- Kasım 2003) zamanaşımına uğramadan (zamanaşımı Kasım 2005’te işlerlik kazanıyordu) hakkında intihal kararı verildi.(Ekim 2005)
Karar bir ay geç alınsa idi, bu kitap da işlem göremeyecekti.
Zamanında bazı bilim adamları söz konusu kitabı irdelemişlerdi. Kanaatlerine göre, eğer kitapta intihal yapılan sayfalardaki cümleler kırmız kalemle, intihal yapılmayan cümleler yeşil kalemle çizilse, intihal yapılan bölümler o kadar çoktu ki, kitapta kırmızı sayfalar yeşil sayfalardan nerede ise fazla çıkacaktı!
Ben zamanında konunun üzerine elimden geldiğince gitmiştim. 30.05.2005, 17.05.2007 ve 12.05.2009 tarihlerinde Hürriyet’te yazdığım yazılarda Ömer Dinçer’e sorular da sormuş ama bir türlü cevap alamamıştım.
Hiç unutmam, Ömer Dinçer kendisini savunurken, kitapta intihal yapıldığını bilmediğini, zira kapağında yazar olarak adı geçtiği halde kitabı kendisinin yazmadığını, asistan Yahya Fidan’in yazdığını, kendisinin ise kitaba çok satsın diye ismini verdiğini söylemişti.
Bugün Bakan olan, zamanında “prof.” ünvanı bile taşımış bir kişi genç asistanını satmaktan çekinmemiş, üstelik “yazmadığın, hatta okumadığın bir kitaba hangi ahlaki değere dayanarak yazar sıfatı ile imza attın?”, sorusu ile karşılaşmaktan da imtina etmemişti.
 ***
İntihal yapmış kişi Batı’da insan arasına çıkamaz, çünkü bilime saygı duyulan ülkelerde başkalarının fikirlerini çalan kişi “yüz kızartıcı suç işlemiş” bir kişidir.
Nitekim Batı’da tanıdığım bilim adamlarına ülkemizde bir intihalcinin Bakan yapıldığını söylediğimde ya bana inanmıyorlar, ya da acaba yanlış mı anladık diye sözlerimi tekrar ettiriyorlar.
 ***
İşin bir diğer acıklı yönü basınımızın geçen hafta Bakan atamaları yapıldıktan sonra bu konu üzerinde hemen hiç durmamış olmasıdır!
“Yandaş basını” hadi anlayalım, giderek magazinleşen “candaş basın” da konuyu görmezden geldi!
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!”
Ben sadece Milliyet Gazetesi ve Zaytung.com adlı web gazetesinin konuyu irdelediklerini gördüm.
Hazin!
 ***
Ülkeler vardır siyaseti bilimin emrine verirler!
Ülkeler vardır, bilimi siyasetin emrine verirler!
Ben ülkemin ikinci tür ülke olmasından utanç duyuyorum.
YÖK Başkanı Özcan’ın ifadesi ile “Bizde (yılda) 27 bin makale basılıyor. Bunlardan patent alınan makale sayısı 85 civarında. 4 bin civarında İsrail’de makale basılıyor. 1.500’üne patent alınıyor.”
Patent bilimsel bir buluşa, üretime artı değer katacak yeni bir uygulamaya verilir.
YÖK Başkanı’nın bu sözleri “laf çok ama iş yok” diye de algılanabilir.
Bir konferansta da Almanya’dan çok twitter (lak lak yapılan internet ortamı) kullanıcısına sahip olduğumuzu ama Wikipedia’ya (kullanıcılar tarafından bilgi yüklemesi yapılan internet ortamı) katkımızın Almanya’dan kat be kat geride olduğunu duymuştum!
 ***
61. Hükümet eğitimin başına bir intihalciyi getirerek bilime ne kadar saygılı olduğunu yedi düvele ilan etmiştir.
Şimdi merak ediyorum.
Kopya çektiği savı ile Disiplin’e verilen bir öğrenci kendini savunurken:
“Ama Bakan’ımız da yapıyor!” dese Milli Eğitimin saygın öğretmenleri o öğrenciye ne cevap verecek?
___________________________________________________________

  HÜRRİYET GAZETESİNİN 11 ŞUBAT 2004'TE MANŞETTEN YAYINLADIĞI HABER
Özür dileten intihal
 http://dorduncukuvvetmedya.com/3706-intihal-kampanyasinin-perde-arkasi.html
Başbakanlık Müsteşarı Prof. Dinçer'in 1995 yılında Yard. Doç. Yahya Fidan ile yazdığı "İşletme Yönetimi" kitabının birçok bölümünün intihal (çalıntı) olduğu ortaya çıktı.
İntihalin Prof. Tamer Koçel'in "İşletme Yöneticiliği" kitabından yapıldığı anlaşıldı. Akademik çevrelerdeki eleştiriler üzerine Prof. Ömer Dinçer Prof. Koçel'den özür diledi ve kitabı yayından çekti.
Laiklik karşıtı konuşmaları tepki çeken Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in, Yrd. Doç. Fidan'la birlikte yazdığı kitabın birçok bölümünün Prof. Koçel'in kitabından çalıntı olduğu ortaya çıktı. Dinçer, skandalın ortaya çıkması üzerine Koçel'den özür dileyerek kitabı yayından kaldırdı.

Başbakanlık Müsteşarı Prof. Ömer Dinçer'in, Yard. Doç. Dr. Yahya Fidan'la birlikte kaleme aldığı ve Beta Basım Yayım tarafından 1996'da basılan ‘İşletme Yönetimi’ isimli kitabın, Prof.Tamer Koçel'in yine aynı yayınevi tarafından 1995'te yayımlanan ‘İşletme Yöneticiliği’kitabından intihal (çalıntı) olduğu belirlendi. Prof. Koçel'in kitabındaki bazı bölümler, kaynak gösterilmeden ve çok küçük değişiklerle aynen aktarılmış. Söz gelişi, Prof. Koçel'in kitabının 1995'te yapılan 174. sayfasında yer alan ‘Sistem Yaklaşımının Temel Kavramları’ ile ilgili paragraflar, Dinçer ile Fidan'ın kitabının 160. sayfasında çok küçük değişikliklerle tekrarlanıyor:

RÖTUŞ YAPILMIŞ

Prof. Tamer Koçel: Sistem ve Alt Sistemler: ‘‘(...) Örneğin bir işletmenin organizasyon yapısı sistem olarak ele alınırsa, personel seçme, yetiştirme, terfi, maaş ve ücret yönetimi, eğitim ve geliştirme, şikayetler vb. konularla personel yönetimi faaliyetleri birer alt sistem oluşturacaklardır. Yine aynı endrüstri dalındaki diğer rakip işletmelerle birlikte, o endrüstri dalının alt sistemini oluşturacaktır. Endrüstri dalları ise, daha büyük bir sistem olan ülke ekonomisinin, alt sistemleridir. Bu durumu şekildeki gibi göstermek mümkündür.’’

Prof. Dinçer-Yard. Doç. Fidan: Sistem ve Alt Sistemler: ''(...) Örneğin organizasyon bir sistem olarak ele alınırsa, eleman seçme, yetiştirme, terfi, maaş ve ücret yönetimi, eğitim ve geliştirme, şikayetler vs. ile ilgili personel yönetimi faaliyetleri birer alt sistem olacaklardır. (...) O endrüstri dalındaki diğer rakip firmalarla birlikte, o endrüstri dalının alt sistemini oluşturacaktır. Endrüstri dalları ise, daha büyük sistemin, ülke ekonomisinin, alt sistemleridir. Bu durumu aşağıdaki Şekil 11'deki gibi göstermek mümkündür.''

KİTAP PİYASADA YOK
Kültür Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Taner Koçel, Prof. Ömer Dinçer-Yard. Doç. Yahya Fidan imzalı kitap piyasaya çıktığında intihal iddialarının akademik çevrelerde bir hayli konuşulduğunu söyledi. Prof. Koçel, Prof. Dinçer'in kendisini arayarak özür dilediğini ve kitabı piyasadan çektiğini belirtti. Beta Basım Yayım da, kitabın uzunca bir süredir piyasada olmadığını vurguladı.

Yayınevi aynı
Prof. Dr. Ömer Dinçer ile Yard. Doç. Yahya Fidan'ın yazdığı ‘İşletme Yönetimi’ adlı kitap ve bu çalışmada birçok bölümü intihal edilen Prof. Dr. Tamer Koçel'in ‘İşletme Yöneticiliği’ kitabı, Beta Basın Yayım tarafından basılmış.

AKP ideoloğu da özür dilemişti
AKP'nin yeni ideolojisini anlatan ve Dr. Yalçın Akdoğan tarafından yazılan ‘Muhafazakar Demokrasi’ adlı kitabın da, Dr. Bekir Berat Özipek'in, ‘Muhafazakarlık/Akıl, Toplum, Siyaset’ adlı doktora tezinden intihal olduğu ortaya çıkmıştı. Konunun tartışılmaya başlaması üzerine Dr. Akdoğan, Yeni Şafak Gazetesi'ndeki köşesinde özür dilemişti.
Hürriyet. 11 Şubat 2004 

11 Temmuz 2011

Neşe Doster - Bilim Hırsızlığının Ödülü! (Gerçek Gündem)

Başbakanın deyimiyle “vizyoner, operasyonel, fonksiyonel” özellikleri olan 61. hükümet kuruldu. Hayırlara vesile olur inşallah! Söze Milli Eğitim Bakanıyla başlayalım. Bilenler bilir. Bilmeyenler için kısa ve özlü bir anımsatma yapalım. Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturtulan isim, laikliğe karşıt söylemleriyle dikkati çeken, intihal yani bilimsel eser aşırmacılığıyla suçu sabit bir isim. Başkasının kitabından araklama yaptığı için suçlu bulunan ve akademik ünvanı elinden alınan, öğretim üyeliğinden çıkarılan bir zat. Gelin görün ki “gerekirse hukuku arkadan dolanırız” diyen YÖK Başkanı tarafından suçu ve cezası sessiz sedasız kaldırılmış bir süre önce yeni bakanın. Ne diyelim? İleri demokrasilerde, temel hak ve özgürlükler noktasında işler böyle yürüyor demek! Kısacası, bozacının şahidi şıracı oluveriyor.
Cezaevindeki gazeteci sayısıyla dünyada öne çıkan, İnsan Hakları Karnesi Irak’tan bile daha kötü sayılan (The Economist yazıyor) ülkemizde tabii ki “Cumhuriyet devriminin kapandığını, İslami bütünleşmenin zamanının geldiğini” savunan bir bakana ihtiyaç vardı.
Futboldan hukuka,
Eğitimden ekonomiye,
Şikeden boykota her gün gündeme bomba gibi düşen haberlerle hem hal olduğumuz ülkemizde; intihal, aşırma, araklama, hırsızlık koltuğa götürmeyip de nereye götürecekti?


Unutmayalım ki “durmak yok, yola devam” durumundayız. Gözü dönmüşlüğün tavan yaptığı, hakaret, kendini beğenmişlik, efelenmenin ustalık sayıldığı, büyük güç ve muktedir olmanın ileri demokratlığın ilk adımı olarak görüldüğü ülkemizde kendinize dinozor kontenjanından yer ayırtmaya başlayın. Uhrevi ve dünyevi seyahatler için…

Benim bakanlarım dünden bugüne ve her zaman Hasan Ali Yücel’dir, Mustafa Necati’dir. Bilimsel hırsızlık suçu işlemiş bir şahsın Milli Eğitim Bakanı olması, eğer o ülkede gerçekten bilim ve üniversite varsa, yenir, yutulur, sindirilebilir ve sürdürülebilir bir durum değildir.

8 Temmuz 2011

Dinçer’e sessiz sedasız aklama (Cumhuriyet)

İntihal nedeniyle aldığı öğretim üyeliğinden çıkarılma cezası mahkeme kararına karşın kaldırıldı
MAHMUT LICALI
ANKARA - YÖK’ün, yeni Milli Eğitim Bakanı olan Ömer Dinçer’e 5 yıl önce verdiği intihal (bilimsel aşırma) nedeniyle öğretim üyeliğinden çıkarılma cezasını yaklaşık 6 ay önce sessiz sedasız bir şekilde kaldırdığı ortaya çıktı. Dinçer, böylece 5 yıl sonra hem intihalden hem de intihal nedeniyle verilen cezadan aklanmış oldu.
Edinilen bilgiye göre, YÖK Genel Kurulu’nun 23 Aralık 2010 tarihli toplantısında Dinçer’in intihal suçu nedeniyle öğretim üyeliğinden çıkarılma cezası gündemde olmamasına karşın “5 yıl önce yapılan itiraz üzerine” ele alındı. Yüksek Disiplin Kurulu’nun sorumluluk alanına giren konuyu gündeme alan ve öncesinde üyelere bilgi verilmeyen YÖK Genel Kurulu’nda Dinçer’e intihal suçu nedeniyle verilen üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasının kaldırılmasına oyçokluğuyla karar verildi. Başkanı ve üye yapısı değişen YÖK, böylece eski Başkan Prof. Dr. Erdoğan Teziç döneminde 21 Ekim 2005 tarihinde Dinçer’e intihal nedeniyle verilen öğretim üyeliğinden çıkarma cezasını tam 5 yıl 2 ay sonra kaldırarak Dinçer’i sessiz sedasız bir şekilde hem intihal suçundan aklamış, hem de öğretim üyeliğinden çıkarma cezasını kaldırmış oldu.
Dinçer, hakkında 2005’de YÖK’ün verdiği öğretim üyeliğinden çıkarılma kararını yargıya taşımış, bunun sonucunda Dinçer’in temyiz istemi reddedilerek mahkeme kararıyla intihal suçu kesinleşmişti. YÖK’ün 5 yıl sonra bu konuda hiçbir yargı süreci işlememiş gibi Dinçer’i aklaması Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin kesinleşen kararıyla da çelişti.
Eski YÖK üyesi Bülent Serim de konu hakkında yaptığı açıklamada, YÖK Genel Kurulu ve Yüksek Disiplin Kurulu’nun aynı üyelerden oluşmakla birlikte işlevleri nedeniyle hukuken ayrı iki kurum olduğunu belirtti. Serim, bu nedenle Yüksek Disiplin Kurulu’nun ele alması gereken konuda daha önceden toplantı çağrısı yapılmasının hukuksal gereklilik olduğunu ifade etti. YÖK’ün kararının hukuki olmadığını kaydeden Serim, “YÖK siyasal iktidarın etki alanındadır ve siyasallaşmıştır diyenler bir kez daha haklı çıktı” dedi.

7 Temmuz 2011

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - Demokratik Kitle Örgütleri ve Basınımız’a Çağrı

Konu: İntihal nedeniyle Öğretim Üyeliği mesleğinden çıkartılmış olan Ömer Dinçer’in MEB’na atanması
Yazdığı ders kitabında intihal yaptığı iddiasıyla YÖK tarafından öğretim üyeliği mesleğinden çıkartılma cezası verilen ve bu cezaya karşı açtığı iptal davası Ankara 1. İdare Mahkemesi tarafından verilen “intihal gerçekleşmiştir” kararıyla reddedilen Ömer Dinçer’in Milli Eğitim Bakanı olması bilimsel değerlere indirilmiş ağır bir darbedir.
Bilindiği gibi intihal suçu işlediği kanıtlanmış olduğu halde hakkında işlem yapılmayarak ya da yapılsa bile aklanmış gösterilen öğretim üyeleri, bırakın akademik olarak yükseltilip bilim doktoru, doçent, profesör yapılmayı, bilim ahlakına meydan okunurcasına atandıkları bölüm başkanı, dekan, rektör, YÖK üyesi gibi akademik makamlarda görev yapmalarında bir sakınca görülmemektedir. Hatta ülkemiz de saygın bilim insanları topluluğu olarak bilim ahlakı değerlerini topluma benimsetmeye çalışan TÜBA’nın bile evrensel bilim etiği ilkelerini hiçe saydığı ortaya çıkan bazı üyelerini koruduğu ve haklarında hiç bir işlem yapmadığı bilinen bir gerçektir.
Bilim etiğini fütursuzca ihlal edenlerin ödüllendirilmesi anlamına gelen bu uygulamalar, hiç şüphesiz ülkenin dürüst bilim insanlarının yükseltmeye çabaladığı bilimsel saygınlığına sürülen bir leke olmanın yanında, aşırma yaparak kısa zamanda yükselmek isteyenler için son derece özendirici olmuştur. Bilimsel çalışmalarında intihal yaptığı saptananların sayısı son yıllarda hızla artmıştır. O kadar ki “2009 Nisan dönemi Doçentlik başvuru dosyalarında 100 den fazla intihal ve diğer tür bilimsel yolsuzluk tespit edildiği” bizzat zamanın Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) Başkanı tarafından ifade edilmiş ve başkan ülkemiz üniversite tarihinde bir ilk olarak ÜAK toplantısında rektörlere bilim etiği konferansı vermek durumunda kalmıştır.
Yine bilinmektedir ki, bilimsel yolsuzlukların yaptırımsız bırakılmasından kaynaklanan söz konusu özendiricilik etkisinde en büyük katkı, intihal nedeniyle öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmasına ve intihali yargı kararıyla kesinleşmesine karşın Ömer Dinçer’in Başbakanlık Müsteşarlığına devam etmeyi ve sonra da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak atanmayı kabul etmekle bizzat Sayın Dinçer tarafından yapılmıştır. Ömer Dinçer adı, bu bakımdan bilim etiği literatüründe özel bir yere sahiptir.
Durum böyle iken sayın Ömer Dinçer’in şimdi de bilimsel ve etik değerlerin savunulmasında sağlam bir kale olması gereken Milli Eğitim Bakanlığı’nın başına getirilmesi son derece yanlış ve esasen can çekişmekte olan bilim ahlakına vurulan öldürücü bir darbe olup, örnekleri çağdaş ülkelerde görüldüğü gibi toplumun şiddetle reddetmesi gereken bir tasarruftur. Etkili bir karşı duruşu yukarıda belirtilen etik dışı uygulamalara kucak açmış durumda olan üniversitelerden beklemek boşunadır. Bu nedenle görev, en başta bilim ve eğitim-öğretim örgütleri olmak üzere bilimden, bilimsel dürüstlükten kısacası temiz toplumdan yana olan tüm demokratik kitle örgütlerinindir.
Bu nedenlerle, bilim etiğine değer vermediği yargı kararlarıyla kesinleşmiş bir kişi olarak Sayın Ömer Dinçer’i, başlıca görevi “bilimsel değerleri topluma benimsetmek” olan Milli Eğitim Bakanlığı gibi bir görevi kabul etmesinin bilim ve eğitimin geleceğine yönelik sakıncalarını görerek bu görevden çekilmeye çağırırken, bireysel olarak yaptığım bu çağrının yetmeyeceğinin bilincinde olarak tüm demokratik kitle örgütlerini ve değerli basınımızı göreve ve sonuç alınıncaya kadar sorunun takipçisi olmaya davet ediyorum.
Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Em. Öğretim Üyesi

Dr. A. Murat Eren - Türkiye’nin Akademik Problemleri Nasıl Çözülür?

Bu yazıyı başlıktaki soruya net bir yanıt vermeye çalışmaktan ziyade bu konuda bir tartışma başlatmak ümidiyle yazıyorum. Uzun yazı için affınıza sığınıyorum. Konu uzun, kısaltmak gerçekten çok güç oluyor.
Başlamadan evvel bir not: Türkiye’deki akademik problemlerin ciddiyeti hakkında daha önce okuma fırsatı yakalayamamış olanlar dilerlerse mevzunun öncesi için bu yazıdan da referanslar verilen ilk iki yazıya göz gezdirebilirler:
Son olarak pratik bir bilgi: yazı içerisindeki ‘***’ işaretleri yazıyı kısımlara ayırıyor. Elbette yazının tamamını okumanız öncelikli temennim olurdu, fakat ilginizi yitirdiğiniz anda bir sonraki kısıma atlayabilirsiniz. Bu yazının geniş kapsamlı ‘Türkiye’de akademinin durumu‘ temalı yazılarımın sonuncusu olmasını ümit ediyorum. Umuyorum, bundan böyle bu mevzuların takibini gayriresmi ve anonim bir akademisyen insiyatifi olan Akademi Takip ekibi üstlenecek. Akademi Takip ekibinin amacı ve iletişim bilgileri bu yazının sonunda yer alıyor.
***
6 ay kadar önce, Çanakkale’de gerçekleşeceği duyurulan II. Uluslararası Bilişim Konferansı’na ve bir devlet üniversitesinin bu konferansa sponsor olmasına dair eleştirilerimi dile getirdiğim “İmece Usulü Bilim Cinayeti Konferansları” isimli yazımın ardından birçok eleştiri ve destek mesajı aldım.
Eleştirilerin en büyüğü elbette kofenransın organizatörleri olan Dr. Ali Okatan, Dr. Bekir Karlık ve Dr. Servet Senyücel’den geldi.
Kaleme aldıkları eleştiri yazısı Bianet’te de yayınlanan yazımın sonuna ekli (bağlantıya tıkladıktan sonra sayfada ‘tekzip’ kelimesini ararsanız doğrudan eleştirilerin yer aldığı bölüme erişebilirsiniz):
Yaşananlara ve ortadaki probleme dair dengeli bir fikir edinmek için vakit ayırıp bu tekzip yazısını okumanızı rica ediyorum. Akademik hayatın içinde yer alan iki profesör ve bir doktorun imzasını taşıyan bu yazının size Türkiye’deki probleme dair tahmin ettiğinizden çok daha geniş bir perspektif kazandıracağına inanıyorum.
Konferansa dair dile getirdiğim iddialarla ilgili tekzip yazısı böyle. Bununla beraber, mevzu Internet’te -çoğunlukla blog’lar üzerinden- son derece sağlıklı, neredeyse tamamen kendiliğinden gelişen ve bundan sonra da devam etmesini umduğum türden bir koalisyona vesile oldu. Tarihe not düşmek ve olayların tamamını takip etmeye çalışanların işini kolaylaştırmak adına geçtiğimiz aylarda yayınlanan belli başlı yazıların bir kısmını listelemek ve bağlantılar vermek istiyorum:
  • Bir Ülkenin Beyni Nasıl Felç Edilir“, Emre Sevinç (Belçika’daki Antwerp Üniversitesi’nde Analist ve Yazılım Geliştirici olarak faaliyet gösteren Emre Sevinç’in Türkiye’deki akademik problemlere dair, konuya hakim olmayanların da anlayabilmesini kolaylaştıracak yazısını orijinal olarak Bilim ve Gelecek Dergisi için yazmıştı)(Sevinç, daha sonra konferans organizatörlerinden Bekir Karlık’ın bir makalesini de irdeledi: “Bir Okurun Beyni Nasıl Felç Edilir).
  • Dünyadaki Bilimsel Yayın Değerlendirme Metotlarıyla Türkiye’deki yayınların değerlendirmesi. Akademik Kariyer: Amaç mı, Sonuç mu?“, Dr. Nihal Engin Vrana (Strasbourg Üniversitesi’nde araştırmacı olarak faaliyet gösteren Dr. Vrana, yazısında Türkiye’nin akademik dünyadaki yerini rakamlarla irdeliyor, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine ne yapmamaları gerektiğine dair uyarılarda bulunuyor).
  • Bekir Karlık’ın Makalesinin İncelemesi“, Anonim (Çanakkale’deki konferansın organizatörlerinden olan Bekir Karlık’ın, önceki yazı içerisinde eleştirdiğim makalesini insiyatif alarak inceleyen ve tarafsız görüşlerini paylaşan, anonim bir hakem) (verdiğim bağlantı bana e-posta yoluyla ulaştırılmıştı).
  • Burası Kurtlar Akademisi, burada yılda…“, Burak Cop (Cop, NTVMSNBC.com için kaleme aldığı yazısında gelişmeleri özetleyip, önemli olanın tabela üniversiteler açmanın değil, üniversite kurmanın olduğuna işaret ediyor).
  • Problem sistem, ona sataşmalı“, Işıl Öz (Amerika’dan yayın yapan Turkish Journal için kaleme aldığı haberde Işıl Öz çok önemli bir boşluğu dolduruyor ve konu ile doğrudan ilgisi olmayan akademisyenlerin olan bitene dair görüşlerini alıyor. Haber içerisinde Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden Dr. Lale Akuran, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden Dr. Ceyhun Burak, ABD Ulusal Matematik Enstitüsü’nden Dr. Erol Akçay’ın yanı sıra Harvard Üniversitesi ve San Diego Üniversitesi’nden isim vermeyen akadmeisyenlerin konu üzerine görüşleri var).
  • ÇOMÜ’de Bir Konferans: Akademinin Hali Ahvali“, soL Haber (sol Haber gelişmeleri tek bir perspektife yerleştirip tartışmanın daha geniş bir kitleye ulaşmasına vesile oluyor, aynı zamanda bu haber olayların kısa bir özeti vazifesini de görebilecek içerikte).
***
Konferansa dair tartışmaların sürdüğü dönemde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi rektörü olan Dr. Ali Akdemir’in onursal başkanlığı yoluyla konferansın arkasında duran Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, tüm bu yaşananlara rağmen tek bir açıklama dahi yapmadığı gibi, konferans duyurusunu sunucularından kaldırmayı bile düşünmedi.
Bana yöneltilebilecek eleştirilerden birisi, henüz gerçekleşmemiş bir konferansı, konferansı düzenleyen kişilerin akademik çehrelerinden yola çıkarak eleştiriyor olmam olabilirdi. Bu davranışım bana büyük bir utanç olarak geri dönsün isterdim. Fakat konferansta hiçbir sürpriz yaşanmadı. Konferans Çanakkale’de duyurulduğu tarihte gerçekleşti. Gerçekleşmesinin üzerinden aylar geçen konferansta sunulan bildiriler şöyle dursun, konferansa katılanların isim listesine ulaşmak dahi halen mümkün değil. Zira konferansın web sayfası konferanstan bir gün önce nasıldı ise halen öyle duruyor. Muhtemelen alan adı kirasını ödeme vakti geldiğinde o da kaybolup gider (06/07/2011 tarihi itibarı ile nasıl göründüğünü şuraya sakladım).
***
Konferansın bilimsel içeriğine dair konferansın sayfasından bilgi almak mümkün olmadığı için konferans esnasında ne olduğu bir muamma. Önceki yazıda da iddia ettiğim gibi, vergilerle ayakta duran bir devlet üniversitesinin desteği ile gerçekleşen bu konferans hakkında daha çok bilmeye hakkımız var. Bu bağlamda konferansta neler olduğuna dair iki ayrı kişinin izlenimlerine yer vermek istiyorum.
İlki Özgür Üzden‘den. Kendisi konferansa dair yazıyı okuduktan sonra konferansı yerinde görmek istemiş. Bana gönderdiği izlenimleri şöyle:
"Murat, sana Çanakkale Deniz Müzesi’ndeki izlenimlerimi bildiriyorum. Konferansın şu anda nerede yapıldığı belli değil. Deniz müzesi girişinde nöbet tutan askere Deniz Müzesi Konferans Salonu’nun yerini sorduğumda beni salona doğru yönlendirdi. Sonrasında arkamdan  bir komutan seslendi ve “Bilişim Konferansı’na gelmişsiniz sanırım” diyerek beni etkinlik hakkında bilgilendirmeye başladı. Öğrendim ki konferans artık üniversite kampüsünde yapılacakmış. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin iki adet kampüsü var (Anafartalar ve Terzioğlu Kampüsü). Haliyle hangi kampüste olacağını sordum. Aldığım cevap “bilmiyorum” oldu. Üstüne, “Konya’dan da bir hocamız geldi, burada bekliyor şu anda, haber bekliyor heralde” dedi. Bu sırada iki genç hanımefendi “Bilişim Konferansı için geldik” diyerek Deniz Müzesi dış kapısından içeri girdiler ve aynı açıklamaları dinlediler. Yağmur altında, Bilişim Konferansı izleme hevesiyle yürüyerek gidip ıslandığım Deniz Müzesi’nden ayrılıp eve dönmek üzere minübüse bindim."
Konferansın ikinci gününe dair izlenimlerini günlüğünde kaleme alan Dr. Necdet Yücel ise şöyle diyor:
"Öncelikle Çanakkale gibi küçük bir kentte Bilişim Konferansı yapılması sık rastlanılan bir olay değil. Hele ki uluslararası olanına ben daha önce hiç rastlamamıştım. Böyle seyrek yapılan bir organizasyonda Çanakkale’nin tek üniversitesinin Bilgisayar Mühendisliğinden, Bilgisayar Öğretmenliği Bölümünden, Enformatik Bölümünden veya Bilgi İşlem Daire Başkanlığından kimsenin yer almıyor olması da ayrıca kayda değer bir durumdu bence.
Öğleden sonra benim katıldığım üç konuşmanın yapıldığı oturumlarda sadece sekiz (8) kişi vardı. Bunların üçü konferansın düzenleyicileri, ikisi konuşmacı (bir konuşmacı iki sunum yaptığı) ve geri kalan üçü de daha önce sunum yapmış kişilerdi. Herkes İngilizce konuşuyordu. Bize (konferansa iki kişi gittik) nezaket gösterip Konya şekeri ikram ettiler. İlk gün çok yoğun katılım olduğunu söyleyerek konferans programı veremediklerinden (web adresinde de konuşmacılar bulunmuyor) kimleri dinlediğimi hatırlayamıyorum. Bu nedenle sunumların kalitesi hakkında bir şey yazamam uygun olmaz ama tahmin edebileceğiniz gibi olumlu bir şey yazacak olsaydım bu engel olmazdı bana. Bu oturumların ardından bir de biyoenformatik konusunda workshop yapılacağını söylediler, biz de daha fazla duramayıp çıktık.
Bence hem üniversiteler hem de YÖK kararlarını gözden geçirip ulusal/uluslararası konferans katılımlarının akademik yükselmelerde hiç katkısının olmaması yönünde bir karar alırsa çok yararlı bir iş yapmış olur."
Dilerim Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde ikamet eden ve bu yazıyı okuyan akademisyenler üniversitelerinin nerede hata yaptığını doğru tespit edip, yönetim ile iletişimlerini güçlendirerek bu tür içeriksiz konferansların üniversitelerinin adını kullanmasına mani olurlar.
***
Ne yazık ki hiç istemediğim bir biçimde Türkiye’de akademik ahlaksızlığa dair yaptığım çıkışların birçoğu Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde yaşananlar ile sınırlı kaldı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin akademik etik konusunda istikrarsız bir çizgi tutturduğu biliniyor. Misal, aşağıdaki kısa rapor Akademi Takip ekibinin soL Haber’e gönderdiği kısa bir tarihçe:
"2007 yılında aralarında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen ve Edebiyat Fakültesi’nin eski dekanı İhsan Yılmaz’ın da bulunduğu bir grup akademisyen intihal yapmakla suçlandılar. Makaleleri elektronik makale arşivi ‘arXiv’den (http://arXiv.org) çıkartıldı. O günlerde intihal ile suçlanan akademisyenlerin ilk açıklamaları “yazdıklarımız orijinal, bizimkilerden sonra yazılan makalelerden alıntı yaptığımız iddia ediliyor” şeklinde idi. ÇOMÜ Etik Kurulu, makalelerin giriş kısımlarının başka makalelerden birebir kopyalandığını belgelemesine rağmen bu durumun makalelerin orijinalliğini etkilemeyeceğine karar vererek suçlanan akademisyenleri kurum içinde akladı. Türkiye, dünyanın en saygın bilim dergilerinden birisi olan Nature’da bu olaylar ile gündeme geldi. Bu gelişmenin ardından İhsan Yılmaz, Nature dergisine yazdığı cevapta “intihal yapmadıklarını ama iyi İngilizceyi ödünç aldıklarını” ifade edecek, bundan sadece birkaç ay sonra da Physical Review D’de yayınlanan bir makalesini yoğun intihal yaptığını kabul ederek ve özür dileyerek dergiden geri çekecekti. ÇOMÜ ile ilintili haberler 2008 yılında Chin. Phys. Lett. dergisinin editörünün ÇOMÜ’deki akademisyenlerin iki makalesini dergiden çıkarttığını duyurması ile devam etti. Pramana dergisi ise intihal ile suçlanan yazarların düzeltme (erratum) yayınlamalarını istedi. Bu olayların yaşandığı dönemde olanlarla çeşitli seviyelerde ilgili kişilerden henüz doçent olan İsmail Tarhan ve Hüsnü Baysal profesörlüğe yükseltildikten sonra ÇOMÜ içerisinde çeşitli yönetim kademelerinde görevlendirildiler. Sezgin Aygün, Melis Aygün ve Can Aktaş doktoralarını bitirerek Yardımcı Doçent oldular. 2011 yılı itibarı ile İsmail Tarhan Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü ve Rektör Danışmanı, İhsan Yılmaz ise Döner Sermaye İşletmesi Müdürü ve Rektör Yardımcısı olarak görev yapıyor. ÇOMÜ, birincil örnek olmasa da, akademik olarak tatsız olaylara karışmış kişilerin nasıl bir kurumu omuzlayan kişiler hale gelebildiğine güncel bir örnek teşkil ediyor."
Tüm bunlar bir kenara, bu problemlerin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ile sınırlı olduğunu ya da o üniversitedeki herkesin bu problemlerin bir parçası olduğunu düşünmek, muhakkak çözüme hiçbir katkısı olmayan, sığ ve kolaycı bir bakış açısı olur. Bu problemlerden ne yazık ki hiçbir üniversite muaf değil. Sizleri çok fazla üzmek ve ümitsizliğe kapılmanıza sebep olmak istemiyor olsam da iki küçük örnek ile dikkatlerin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde yoğunlaşmasının ne kadar yanlış olduğunu göstermek istiyorum.
***
İlk örnek Trakya Üniversitesi’nden. Aşağıdaki ekran görüntüsü 1996 yılında Trakya Üniversitesi’nde Dr. Mesut Razbonyalı (danışman), Dr. Şaban Eren ve Dr. Cavit Tezcan tarafından imzalanmış olan Türkçe bir doktora tezinin giriş sayfası:
Bu okuduğunuz sayfanın Türkiye’de verilmiş bir doktora tezinin giriş sayfası olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. Bununla beraber objektif bir bakış açısı, tezin giriş kısmındaki bu özensizliğin tezin “özgünlüğüne” ve “bilimsel içeriğine” dair fikir vermiyor olabileceğini düşünülebilir. Lakin bu da aynı tezin kaynakça kısmının tamamı:
Doktora yapmış olanların burada neyin sıradışı olduğunu gördüğünü tahmin ediyorum. Zira içerikli bir doktora çalışmasının içinde, literatürde 11′den fazla yayından destek almasını gerektirecek iddialar olması beklenir. Bu bağlamda kaynakçanın cılızlığı bir kenara, 1996 yılında bilgisayar alanında teslim edilmiş bu doktora çalışmasının kaynak olarak göstermeye değer bulduğu en yeni yayının 1991 yılından kalma olması (ki 1991 diğer referanslara göre epey güncel), çalışmanın kendi zamanının güncel literatürüne ne derece hakim olduğunun bir göstergesi.
Bir doktora tezinin girişinde yer alan Türkçe’nin seviyesi ve tezin içeriğinin ciddiyetine dair fikir veren kaynakça, bu tezi imzalayan komitenin en iyi ihtimalle onu bir kez olsun dikkatle okumadığını gösteriyor.
Tezin sahibinin bir önemi yok. Çünkü çok daha önemli şeyler var. Önemli olan böylesi bir tez ile dahi doktor ünvanı alınabiliyor olması. Önemli olan bu teze onay veren kişilerin doktora verme yetkisine sahip olmaları.
Trakya Üniversitesi de bu ülkenin, akademik sayılabilecek eleştirilere ilk kısımda bağlantısını verdiğim tekzip yazısında olduğu şekliyle yanıt vermeyi, bir konferansta 7 yayın birden yapmayı, hiçbir akademik katkısı olmadığı halde sırf bölüm başkanı olduğu için bölümden çıkan makalelere ismini koydurmayı içine sindirebilecek doktor ve profesörlerin yetişmesine imkan veren üniversitelerinden birisi.
****
Yüzeyde farklı görünse de temelde aynı noktadan beslenen akademik problemlere dair bu yazıda vereceğim ikinci örnek ise Fırat Üniversitesi’nden.
Aşağıda yer alan grafiği Fırat Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi olan Dr. Cevdet Emin Ekinci’nin sayfasından aldığım ekran görüntüleri ile hazırladım. Grafiği incelediğinizde, Dr. Ekinci’nin uluslararası hakemli dergilerde yaptığı 8 yayının 7 tanesinin “E-Journal of New World Sciences Academy” isimli bir dergide yer aldığını göreceksiniz. Enteresan olan ise Dr. Ekinci’nin uluslararası yayınlarının neredeyse tamamını yaptığı “E-Journal of New World Sciences Academy” isimli derginin yayın yönetmeninin kim olduğu:
Bir bilim insanının yayınlarını, yöneticiliğini kendisinin yaptığı bir dergide yapması ve sonrasında bu yayınları özgeçmişinde “uluslararası yayın” olarak listelemesi etik açıdan başlı başına korkunç bir durum, fakat işin o boyutu bir kenara, “uluslararası yayın” olarak listelenen yayının kendisine bakınca, yayının uluslararası olan tek kısmının bir paragraflık özeti olduğuna ve geri kalanının Türkçe olduğuna şahit olmak son derece üzücü. Zira bu durum, bu yayınları özgeçmişinde listeleyen kişilerin kadrolarına onay veren kişileir için bu özgeçmişlerde yer alan bilgilerin doğruluğunun ya da geçerliliğinin pek bir önem arz etmediğini gösteriyor.
Dr. Ekinci’nin en önemli eseri yukarıda bağlantısını verdiğim makalesinde bahsettiği sözde yeni bilim dalı ‘biyoharmoloji‘. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Dr. Fehmi Yazıcı’nın “biyoharmolojinin diğer mühendislik alanlarında da kullanılması gereken bir bilim dalıolduğunu iddia ettiği, uluslararası bir çalışma olduğu iddia edilmesine rağmen son cümlesi “bu yeni meslek dalı bilime ve insanoğluna hayırlı uğurlu olsun” olan bir makale ile ortaya atılmış bu fikrin Türkiye akademisinde ne kadar gündem oluşturabileceği ve ne kadar ciddiye alınabileceği hakkında şu Google araması biraz olsun fikir veriyor.
Türkiye akademisi bu problemlerin normal sayıldığı bir halde iken, uluslararası hiçbir tarafı olmayan yayınlar üniversitelerin resmi özgeçmiş sayfalarında uluslararası yayınlar statüsünde listeyebiliyorken, hiçbir tetkikten geçmemiş yayınlar “yeni bilim dalı” diye çeşitli mecralarda insanlara sunulabiliyorken, yeni yetişen akademisyenlerin kalbur üstü dergilerde yayın yapmalarını, dünya kalitesinde araştırmalar yürütmelerini, hakemlerin tenkitlerini ciddiye almalarını nasıl bekleyebiliriz, bilemiyorum.
Verilebilecek çok fazla örnek var. Fakat yukarıda verdiğim iki örneğin dertlerin sadece Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ile sınırlı olmadığı gibi, Türkiye’de bilimin belkemiği olan “tenkit ve doğrulama” adımının tamamıyla es geçilmesi ile dahi akademide yer bulunabildiğinin birer göstergesi olmaya yeteceğini tahmin ediyorum.
***
Peki benim amacım nedir? Önceki yazıları neden yazdım? Bu yazıyı neden yazıyorum? Ne olmasını, neyin değişmesini bekliyorum?
Açıkçası bu sorulara yanıt vermek benim için de çok kolay değil. Fakat bu kısımda makul bir yanıt bulmaya vermeye gayret edeceğim.
Geçtiğimiz aylarda üniversiteye giriş sınavı ile ilgili ortaya atılan şifre iddialarını, bunu takiben ÖSYM hesabına gündeme gelen diğer skandallar ve hepsinin üstüne üstüne bir de bilimsel hırsızlık yaptığı ortaya çıkan Dr. Ali Demir’in istifa etmeyişi, Türkiye’de istifa çıtasının ne kadar yüksek olduğunun, bilimsel hırsızlık yaptığı belgelenmiş olan Dr. Ömer Dinçer’in -son derece ironik bir şekilde- Eğitim Bakanı olarak atanması, “yanlış yapmış da olsa bizdendir” anlayışının vardığı noktanın belki de en güncel örneklerinden birisi. Dolayısıyla bu yazıları yazarken motivasyonlarımdan birisi ismini andığım insanları utandırmak ya da karalamak değildi. Yoldan çıkmış akademisyenleri utandırmanın mümkün olmadığının aşikar olması bir yana, Dr. Ali Demir’ler görevlerine devam ederken, Dr. Ömer Dinçer’lere bakanlıklar teslim edilirken, nispeten küçük kuyuları zehirleyen isimlerin peşine “akademinin selameti için” düşmek naiflik olurdu. Velhasılı, bireylere yoğunlaşacak kadar vaktimiz ve enerjimiz olduğuna inanmıyorum. Bizler, bu ülkeden yetişmiş olan genç akademisyenler ve onlardan medet uman halk olarak, yalnız ya da ümitsiz dahi hissetsek geleceğe bakmak ile yükümlü olduğumuza inanıyorum. Sanırım bu yazılar ile yapmaya çalıştığım bir şey, akademinin durgun gölüne çakıl taşları atan akademisyenlerin yanında yer almak arzusu idi.
Türkiye’de intihal iddiaları medyada yer verilmeye dahi değer görülmüyor. Yer verildiğinde ise maksat bilimsel hırsızlığın kabul edilemezliği ve bu anlayışın uzun vadede ülkeye verdiği korkunç zararı gün ışığına çıkarmak değil, siyasi karalama ya da “birilerinin kulağını çekmek“ oluyor. Misal, Dr. Dinçer ataması ile ilgili bu günlerde basında yer alan haberlerin birçoğunun altında, “işte bu da bir başka hatası” iması ile laiklik ile iligili görüşlerine yer verilişi, medyanın, laiklik konusunda Dr. Dinçer’e katılanların onun intihali ile barışmasına sebep olan taraflı ve zararlı tutumuna bir örnek. Türkiye’de yaşananların tam tersi niteliğinde bir olay ise geçtiğimiz aylarda Almanya’da yaşandı. Almanya’da federal savunma bakanı olan, 2009 yılında Angela Markel’i geride bırakarak Almanya’nın “en popüler siyasi sima” koltuğuna oturan Karl-Theodor zu Guttenberg, doktora tezinde intihal yaptığının ortaya çıkmasının ardından halk tarafından sevilen, siyasi açıdan parlak bir devlet adamı olmasına rağmen çok kısa bir süre içerisinde istifa etti. Bundan kısa bir süre sonra bir diğer Alman siyasetçi olan Silvana Koch-Mehrin de doktora tezinde intihal yaptığının ortaya çıkmsı ile beraber “dilerim istifam partimin yeni bir yönetim ile taze bir başlangıç yapmasını kolaylaştırır” diyerek istifa edecek ve Almanya’nın hatasını kabul etme ve geri adım atma olgunluğuna sahip kişiler tarafından yönetildiğini bize hatırlatarak utandıracaktı. Bu olayların ikisinde de, İnternet üzerinden organize olan, intihallerin ortaya çıkması ve duyulması için çaba sarf eden blog yazarlarının ve anonim akademisyenlerin payı büyük idi. Türkiye’de de benzer bir anlayışın yerleşmesinin önünde bir engel göremiyorum. Kimse istifa etmeyecek dahi olsa en azından problemlerin bir arşivini tutmak, biriken belgeleri gerektiğinde yetkili mercilerin görüşlerine sunmak, halkı bilgilendirmek, etik açıdan problemli davranışların ebediyen saklanamayacağı sinyalini verirken yeni yetişen nesillerin bu tür eğilimlere karşı bağışıklık kazanmasını sağlamak için çalışmanın mümkün olabileceğini düşünüyorum. Bu yazıları yazmaktaki bir diğer amacım da sizlerle bu konuda aynı sayfada olup olmadığımızı görmek arzusu idi.
Geçtiğimiz aylarda tahmin ettiğim kadar yalnız olmadığımı(zı), birçok kişinin birçok konuda aynı sayfada olduğunu fark ettim. Olumsuz tepkilerin yanında gerek gazeteciler ve akademisyenler, gerekse sosyal medyadan son derece cesaret verici tepkiler geldi. Bu bağlamda en azından benim neslim için problem ‘yalnızlık‘tan ziyade ‘örgütsüzlük‘ gibi görünüyordu. Eğer bir araya gelirsek sesimizi yeterince çıkarabileceğimize, sesimizi yeterince çıkarabilirsek daha kalabalık bir öğrenci kitlesine ulaşabileceğimize, ve bu öğrenci kitlesinin doğru olanın bir parçası olmaya hazır olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bu yazılar ile yapmaya çalıştığım bir diğer şey de, toplu bir arayışın, toplu şekilde hareket etmenin önemine dikkat çekebilmek idi sanırım.
Tüm bunların yanında, akademik sorunların takibi ve sözcülüğü kimsenin tek başına kaldırabileceği bir sorumluluk olmadığının farkındayım. Üstüne üstlük, isimlerin yıpranmaya müsait olduğunu ve bir ağırlığı olmadığını, davaların isimlerle ilişkilendirildiği durumda isim ile beraber davanın da yıprandığını, dolayısıyla önemli olanın isimlerden ziyade istikamet ve fikirler olması gerektiğine iananıyorum.
Bu konularda bu sayfalardan daha fazla yazmak istemeyişimin sebebi de bu. Bundan sonra geri adım atacak ve elimden geldiği kadarı ile Akademi Takip ekibine yardımcı olmaya çalışacağım. Sizi de yazının sonunda hakkında bilgi vereceğim Akademi Takip ekibinin çalışmalarını takip etmeye davet ediyorum. Dilerim Akademi Takip ekibi zaman içerisinde Türkiye’deki akademik problemler ile nasıl savaşılacağı konusunda yetkin akademisyenlerin buluştuğu güvenilir bir kaynak olmayı başarabilir.
***
Sizlere veda ederken aşağıdaki noktalara kısaca değinmek istiyorum:
  • Geçtiğimiz aylar boyunca bu yazının başında bağlantısını verdiğim yazılarda ortaya atılan iddiaların ardını araştıran, akademik e-posta listelerinde bu konuları gündeme getiren, olumlu olumsuz görüş ve eleştirilerini ulaştıran, bu uzun yazıları okumaya vakit ayıran ve başkalarının da okumasına vesile olmak üzere yazıları çevresi ile paylaşan herkese teşekkür ederim.
  • 6 ayı aşkın süredir yapılanmakta olan Akademi Takip insiyatifinin yöneticisi ya da sözcüsü değilim. Bu insiyatif ile tek ilişkim şu anki katılımcılarından birisi olmam ve yoğunluğum müsaade ettikçe destek olmayı arzu etmem.
  • Kimse Akademi Takip’in üzerine aldığı sorumluluğun bilincinde olan, kişileri dikkatsizce suçlama hatasını yapmayacak, iddialarının ardını akademik bilgiler ile dolduracak bir ekip olduğu garantisini veremez. Bu yüzden sizlere de büyük bir sorumluluk düşüyor.
*** *** ***
Akademi Takip nedir? Amacı ne olacak? Bilgi akışı nasıl gerçekleşecek?
Tek cümle ile,
Akademi Takip, yurt içi ve dışındaki gönüllü akademisyenlerden oluşan, Türkiye’nin akademik sıkıntılarını belgelemeyi hedefleyen anonim ve gayriresmi akademisyen insiyatifidir.
Akademi Takip’in güncel amaçlarından birkaçı şöyle:
  • Akademik yolsuzluklar ve etik ihlâllerine yönelik ansiklopedik bir başvuru kaynağı oluşturmak.
  • Araştırma etiği, yayın sahtekârlıkları, intihal, sahte çalışma gibi akademik suçların tarifini yapmak.
  • Yolsuzluk iddialarının akademik olarak araştırılması, tespit edilenlerin belgelenmesi, gerekli mercilerin haberdar edilmesinde rol oynamak.
  • Akademik yolsuzlukların ifşa edileceği bir kaynak oluşturmak.
  • Evrensel araştırma ahlâkı prensiplerinin benimsenmesi ve yaygınlaşması için çalışmak.
Akademi Takip ekibinin tüm çalışmaları aşağıdaki adresten duyurulacak:

Aşağıdaki e-posta adresi ise Akademi Takip ekibi ile bağlantıya geçmek için tek adres:
akademi.takip@gmail.com
Yukarıdaki e-posta adresini araştırılmasını istediğiniz konuları ya da önerilerinizi anonim bir şekilde iletmek için kullanabilirsiniz.
Eğer akademisyen iseniz ve Akademi Takip ekibinin bir parçası olarak çalışmalara anonim bir şekilde destek olmak istiyorsanız, yukarıdaki e-posta adresini Akademi Takip ekibi ile bağlantıya geçmek için kullanabilirsiniz.

6 Temmuz 2011

Milli Eğitim Bakanlığı'na intihal yaptığı iddiasıyla öğretim üyeliğinden çıkartılan Ömer Dinçer getirildi

İNTERNETHABER - Yeni kabinenin en dikkat çeken isimlerinden biri Başbakan Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndan bu yana yanından ayırmadığı Ömer Dinçer oldu. Bilimsel hırsızlık anlamına gelen intihal yaptığı iddiasıyla YÖK tarafından öğretim üyeliğinden çıkartılan Ömer Dinçer Milli Eğitim Bakanı oldu.

İstanbul Milletvekili olan Ömer Dinçer Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirdi. 1980 yılında, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde asistan olarak göreve başlayan Dinçer 1988 yılında Doçent, 1994 yılında da Profesör oldu.


1994-1997'de üniversitedeki görevlerin yanı sıra, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Başdanışmanlık yaptı. 1999-2003 yılları arasında, Beykent Üniversitesi'nde; Rektör Yardımcılığı, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanlığı ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevlerini yürüttü.

ÖĞRETİM ÜYELİĞİNDEN ÇIKARILDI
11 Nisan 2003 tarihinde Başbakan Başmüşaviri, 21 Ekim 2003 tarihinde de Başbakanlık Müsteşarı oldu.


2005'te YÖK Genel Kurulu, Ömer Dinçer hakkında 'İşletme Yönetimine Giriş isimli kitabında aşırma yaptığı' gerekçesiyle, 'üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası' verdi.


2008'de Ankara 1. İdare Mahkemesi intihal gerçekleşmiştir hükmü ile, Ömer Dinçer'in, YÖK tarafından 'intihal' yaptığına ilişkin verdiği karara yaptığı itirazı reddetti.


Dinçer öğretim üyeliğinden çıkartıldı ancak Profesör unvanını kullanabiliyor. Meclis'te ikinci dönemi olan Dinçer Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yaptı.

4 Temmuz 2011

Nedim Erinç - İntihalciyim, intihalcisin, intihalci (BirGün)

İNTİHALCİ ÜNLÜLER
Bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanmasına bilindiği gibi intihal ya da aşırma deniyor. Ülkemizde genellikle akademik alanda yoğunlaşan intihal olayları YÖK’ün önemli uğraş alanlarından biri haline gelmiş durumda “İntihal iddialarında artış var. Herkes birbirinin intihal yaptığını iddia ediyor, ihbar ediyor. Bu dosyalara bakıyoruz. Elimizde bu konuyla ilgili 80-90 dosya bulunuyor'', Yusuf Ziya Özcan, Mayıs 2010. Bu emek hırsızlığını bilimsel araştırmaların dışında sanatın her alanında da görmek mümkün.
Yurt dışında, fark edildiğinde yapanın yanına kar kalmıyor. Cezası görevden almadan tutun, akademik unvanın geri alınmasına kadar gidebiliyor. Bizdeki durumu ise Metin Münir şöyle özetliyor; “bizde intihal akademik hayatın doğal bir parçası sayılır. Çocuğun ağlaması veya futbolcunun tükürmesi gibi. İntihal yapanın, ender haller dışında, akademik unvanı geri alınmaz.”
İntihalcilik, fark edilmediği zaman akademik alanda iyi bir kariyer yükseltme ve kazanç kapısına dönüşebiliyor. 2007 yılında çok ünlü çeşitli üniversitelerimizden 15 teorik fizikçi uluslararası arenada yayımlanan 65 makalede intihal yapmakla suçlandı ve makaleler arXiv.org sitesinden kaldırıldı. Konuyla ilgili yapılan açıklamada olayın Yunanistan, Romanya, Hindistan, Pakistan gibi uluslararası bağlantılarının da bulunduğu belirtilerek, makale sahiplerinin 37 bin TL civarında destek ödemesi aldığı açıklandı. Yani bu işten hem para, hem de akademik puan kazanılabiliyor ve bu para-puanlar istenildiği gibi harcanabiliyor. >>>

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.