İlk sayısı henüz yayınlanacak olan taze bir dergiye (UHMAD- Uluslararası Hakemli Müzik Araştırmaları Dergisi) yazdığım bir makaleyi yolluyorum. Zaten halk dansları alanında bilimsel yayın kabul eden çok az sayıdaki dergiye -ki bunların çoğu ücret almaktadır- yayınlarını kabul ettirmek meşakkatli bir iştir. Hele bir de ezberin dışından konuşuyorsanız daha da meşakkatli.
Akademisyenler bilir; güvencesiz çalışma ortamında, özellikle üzerlerine bir çok angarya iş yığılan asistanların kendi alanlarında yayın çıkarmaları çok zahmetli ve yorucudur. Bu zorlukların üstesinden geliyorsunuz ve bir dergiye makalenizi yolluyorsunuz. Buraya kadar süreç normal işliyor. Makaleniz değerlendirmeye alınıyor. Bir kaç mizanpaj düzeltmesi talebi geliyor. Düzeltiyorsunuz. Ve yolluyorsunuz. Rutin işler. Ve nihayetinde makalenizin onaylandığı ve yayınlanacağı mailini alıyorsunuz. Emeğinizin karşılığını almış olmanın ve bildiklerinizi akademi ile paylaşıyor olmanın verdiği haz ile iyi hissediyorsunuz. Normalde hikayenin burada bitmesi gerekiyordu. Fakat öyle olmadı.
Biraz detay ile okuyucuyu sıkma riskini göze alıyorum. Bilimsel yayınların ISSN numaraları vardır. Böylece yayınınız resmi bir künyeye sahip olur. Bir de WOS (Web of Science) diye bir numara vardır. Bu numara da üniversitelerin sizin makalenizi tanıyıp, yayın listenize eklemenizi sağlar. Dedim ya, dergi henüz taze. Dolayısıyla web sayfasına baktığımda ISSN veya WOS numaralarını göremiyorum. Doğal olarak bana bu konuda yardımcı olması için dergi editörüne bir mail atıyorum. Editör yeni bir dergi oldukları için ISSN'in henüz alınmadığını bir kaç ay içinde alınacağını söylüyor. Ben de ISSN alındığında makalemin üzerinde sayının görünüp görünmeyeceğini soruyorum. İlginç bir şekilde "zaten görünüyor" cevabını alıyorum. Tekrar bakıyorum. Ama göremiyorum. Ve biraz da uzatmış olmanın verdiği mahcubiyet ile özür dileyerek bu numarayı göremediğimi söylüyorum. Aldığım cevap ibretlik: "sizin istediğiniz nedir allah aşkına. kısaca derdini anlatırmısın bana." (yazım hataları beyefendiye aittir) Bunu bana ünvanı Doçent olan bir akademisyen yazıyor. Hayret ediyorum. Sinirleniyorum. Ve beyefendiye üslubunu düzeltmesi konusunda bir ricada bulunuyor ve derdimi tekrar anlatmaya koyuluyorum. Kritik nokta işte tam da burası. Aldığım cevap bu yazıda anlatmak istediğim şeyin temelini oluştuyor. Aynen şöyle; "şöyle yapalım. ben sistemden makalenizi iptal ediyorum. siz istediğiniz bir dergide makalenizi yayınlayınız. böylece siz de biz de sıkıntı yaşamayalım." Düşünün. Hakemli bir derginin editörü/veya yayın yönetmeni sorduğunuz haklı (haklı olmayabilirdi de) sorulardan yılmış olacak, makalenizi iptal ediveriyor. Resmen size atarlanıyor anlayacağınız. Bu kadar kolay! Hay hay diyorum. Öyle yapalım. Beyefendiye bu kadar agresif olacaklarsa bu işi yapmamasını öneriyor ve bu kaba davranışını teşhir edeceğimi söylüyorum. O da alaylı bir dille dilediğimi yapabileceğim cevabını veriyor. İçi rahat. Çünkü biliyor. Burası artık Yeni Türkiye. Hukuk yok. Adalet yok. Bilim yok. Emek yok. Herkes dilediği gibi at koşturabiliyor.
Hikaye burada da bitmiyor. Hemen akabinde dergide bir tekzip yayınlanıyor. Tekzipde makalemin kullandığım aşağılayıcı üslup nedeniyle yayından kaldırılmış olduğu ilan ediliyor. Fakat bana gelen mailde makalemin talebim üzerine yayından kaldırıldığı ve yazışmalarımızın bir üst yazı ile YÖK, Üniversiteler arası kurul ve bağlı bulunduğum üniversitenin rektörlüğüne iletileceği bildiriliyor. Tamamen gerçekdışı olan bu tekzipi düzeltmeleri ricası ile ve bahsi geçen derginin yayın ilkelerinin[1] 14. maddesine istinaden hakem raporlarının tarafıma iletilmesini talep eden bir mail yolluyorum. Aldığım cevap daha da korkunç;
"Daha fazla muhatap olmak istemiyorum. Devam ederseniz hukuki haklarımı kullanır olayı farklı boyuta taşırım. Mağduriyetiniz söz konusu ise sizde gerekli hukuki haklarınızı savunursunuz. Ben gerekli kurumlara konuyu resmi olarak yarın bildireceğim."
Beyefendi bir anda hukuku hatırlayıveriyor. Ve yaptığı usulsüzlüğü hukuk yoluyla korkutarak örtbas edeceğini düşünüyor. Anlayacağınız nereden tutsanız elinizde kalacak bir vaka. Bu maile bir cevap yazmıyorum. Öyle çekindiğimden falan değil. Beyefendi olayı farklı boyutlara taşımaktan bahsetmiş ya, ben de öyle yapıyorum ve sırf beyefendinin gönlü olsun diye olayın boyutunu değiştiriyorum. Ama beyefendiye verdiğim teşhir sözünü buradan tutuyorum. Bu beyefendinin adı Doç. Dr. Hakan Murat Korkmaz. Kendisi bu mailleri yazarken asistanı olduğum bölüm başkanı hocamı arayıp beni şikayet etmekten ve yazışmalarımızı bağlı bulunduğum kurumun dekanına/müdürüne göndermekten de geri kalmıyor. Tam bir "hem suçlu hem güçlü" durumu.
Uzun bir zamandır bir çok akademisyen akademinin hal-i ahvali konusunda yazıp çiziyor. Mücadele ediyor. Ben de bir süre öncesine kadar mücadelesi ile ses getirmiş İTÜ Asistan Dayanışmasının bir neferi olarak kimi zaman bunları yazdım, söyledim. Daha dün bir bakanın lafıyla GDO'lu pirinci tespit eden bilim insanı görevinden alınmış, Berkin Elvan'ı andı diye bir akademisyen cezalandırılmıştır. Yüzlerce akademisyen ise mobbing altında bilim üretmeye çalışmaya devam etmektedir.
En son örneğini de sayın Prof. Dr. Naci Görür hocamızın açıklamalarında görüyoruz. AKP'nin yeni Türkiye'sinde akademilerin içinin nasıl boşaldığını, bilim üretilen kurumların nasıl çürümeye başladığını gözlemleyebiliyoruz. Bizim örneğimizde de görüldüğü üzere bilimsel yayınların yayınladığı dergilerin önemli makamları birileri tarafından işgal edilmiş, keyfi uygulamalarla akademisyenlerin emeği gasp edilir hale gelmiştir. Şimdi bahsini ettiğim derginin yönetim ve hakem kurullarını oluşturan saygıdeğer bilim insanları da zan altındadır. Ya bu keyfiliğe ve ciddiyetsizliğe dair bir kelam edecekler, ya da bu çürümenin bir tarafı olacaklar. Merakla ve biraz da ümitsizce bekliyorum.
Tabi ben de bu merakla bu Hakan Murat Korkmaz adlı zatı muhteremi biraz internette araştırdım. Ve bir de gördüm ki meğerse bulaştığım kişinin yakın geçmişinde benzer olaylar da yaşanmış. Bakınız, akademikpersonel.org adlı sitede bir kadın akademisyenin Hakan Murat Korkmaz hakkındaki iletisini de aynen aktarıyorum;
"7-8 Aralık tarihileri arasında Kadir Has Üniversitesi "Kadına Yönelik Şiddete Multidisipliner Yaklaşımlar Kongresine" bildiri ile sözlü sunum yaparak katıldım.
Kongreden sonraki hafta bir mail aldım. Hakan Murat Korkmaz (kongre Yürütme Kurulu Başkanı) Kongre'de bildiri sunmuş bir kadın akademisyenin, gayet üslubuna dikkat ederek kongreye yönelik eleştirilerini yazdığı bir metni eleştirerek bu kadın hakkında hukuki sürecin başlatılacağını, bu eleştirisinden dolayıda kongreden çıkarılacağını yazmıştı mailde. ben ve yaklaşık 5 akademisyen bu duruma tepki gösterdik. Çünkü eleştirilerde hakaret, aşağılama yoktu. kongredeki eksiklikler ve gerçekten de bir kongrede olmaması gereken davranışlar dile getirilmişti. Ve ben ilk defa bildiri sunmuş, kongre ücreti ödemiş birinin kongreden çıkarıldığını duyuyorum. Maillerden öğrendik ki başka bir Kadın Akademisyen daha benzer bir tutumla, kongrede simgesel şiddete maruz kalmış.
Daha sonra bu mailleşmeler devam etti ve en sonunda bu simgesel şiddete ben de maruz kaldım. Kongre ücretimin iade edildiğini gördüm, yani bende eleştirilerimi dile getirdiğim için, bildiri sunduğum bu kongreden çıkarılmıştım. Bütün bunların üzerine Hakan Murat Korkmaz, hakaret içeren mail atarak resmen yıldırma amaçlı bana ve üç kadın akademisyene Mobing uyguladı." [2] (yazım hataları ileti yazarına aittir)
Görüyorsunuz ki akademi bunlara kalmış durumdadır. Etikten, emeğe saygıdan, nezaketten bihaber bu insanlar akademinin bu çürümüş ortamını yaratmaktadırlar. Yeni Türkiye'de akademi birilerinin çiftliğine dönüşmüştür. Keyfilik tüm devlet kurumları gibi akademilerde de hüküm sürmektedir. Sorgulama ve bilimsel merakın yerini biat ve itaat almıştır. Dilediğinde kimseye hesap vermeden emeğinizi bir çırpıda çöpe atabilen, hatta sizi işinizden edebilen küçük tiranlıklar kurulmuştur. Ve hırsızların iktidarında alabildiğine pişkinlik aynı zamanda bir akademik kimlik de kazanmıştır.
Ama bir yandan da biliyoruz ki, Haziran Direnişine damgasını vurmuş bir gençlik geliyor. Tek umudumuz bu gençlikte. Onlar AKP'nin yarattığı bu karanlığı dağıtacaklar. Üniversiteleri tekrar bilim yuvalarına döndürecekler. Bizi bu karanlığa mahkum bırakmayacaklar. Ve diliyorum ki hocaları da bu gençlerden ders alacak. Onlar da artık seslerini çıkaracak, bu karanlıkta gençlere ışık olacaklar.
Ve ben her gün biraz daha kararan bu ortamda makalemi yayınlayabilecek temiz kalmış bir dergi bulma umuduyla yoluma devam ediyorum.
ilkekizmaz@gmail.com
[1]http://www.uhmadergisi.com/?sayfa=icerik&tur=icerik&kategori=yayin-ilkeleri&icerik=yayin-ilkeleri
[2]http://www.akademikpersonel.org/ales-akademik-personel-ve-lisansustu-egitimi-giris-sinavi/34021-kadina-yonelik-siddet-kongresinde-siddete-maruz-kalmak.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Teşekkür ederiz.