Sorun genelde dışarıda aranır… Türkiye’de üniversite sayısının yıl geçtikçe değil ay geçtikçe artması, Kuzey Kıbrıs’ın pahalı olarak algılanması, yeterli tanıtımın yapılmaması hatta ve hatta şu meşhur ambargolar bile sorumlu ilan edilir ama… Ama nedense bu sonuçtaki bizim payımız nedir diye genellikle hiç sorulmaz… Tabloya biraz yakından bakalım:
Lisans ve yüksek lisans mezunlarından oluşan kadrolar mı istersiniz… Bizde çok… Akademiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir arkadaşınızla konuşurken birden üniversitede ders verdiğini öğrenebilirsiniz mesela…
Üniversite sayımızla ürettiğimiz ve paylaştığımız bilgiyi karşılaştırmak mı? Bu konuya hiç girmeyelim isterseniz ama kısaca şu örnek verilebilir: yaklaşık 15 kişilik bir ekip 5 yılda 20 makale yazıyorsa ve bu gazetelerde “Büyük Başarı!!!” diye haber oluyorsa burada bir sorun var demektir. Bununla çok ilişkili bir konuyla devam edelim…
Eğer bir araştırma yapıyor ve bunun üzerine makale yazıyorsanız bilim dünyasının en temel kriteri bu üretimin özgün olmasıdır. Yani başka akademisyenlerce üretilen bilginin üzerine sizin kendi araştırmanıza özgü bilgileri koymanız ve size ait bir ürün ortaya koymanızdır. Bunu yaparken de doğal olarak bir çok kaynak kullanırsınız. Temel etik kural basittir: “Kaynak kullanıyorsan bunu açık olarak belirt”. Bunu yapmaz ve başkasının düşüncesini ya da ürettiği bilgiyi kendininmiş gibi sunarsan buna bilimsel hırsızlık ya da intihal denir. Bu etik ihlal bilim dünyasındaki en ciddi suçların başında gelir ve akademiden kesin olarak atılmanızla sonuçlanır. Peki bizde durum nedir?
Son bir haftadır iki cesur insan, Toplumsal Cinsiyet ve Azınlıklar Enstitüsü üyeleri
Dr. Ömür Yılmaz ve Dr. Umut Özkaleli sosyal medya üzerinden ortaya çıkardıkları bir intihal durumunu paylaşıyorlar. Ama akademidekiler biliyor ki bu vaka ilk değildir ve ortak bir tepki geliştirilmezse son da olmayacaktır. Üniversitelerimizde hala intihal yaptığı kanıtlanmış olmasına rağmen pişkinlikle hocalık yapmaya devam eden insanlar vardır. Sebebi de toplumsal hastalığımız nepotizmdir (akran-akraba kayırma). Şimdi başladığımız yere tekrar dönelim.
Kuzey Kıbrıs Üniversiteleri’nde öğrenci sayısındaki azalma yalnızca dış faktörlerle açıklanabilir mi? Cevap kesinlikle hayırdır. Üniversitelerimiz evrensel bilim ve etik ilkeler çerçevesinde kriterlerini oluşturmaz ve kaliteli eğitimi öne çıkarmazsa, üniversitecilik oynar ve bu ciddi kurumu “12 ay turizm” adıyla bakkal dükkanına çevirirse, aynı gemide yol aldığımızın farkına varmaz ve birbirlerinin kuyusunu kazmaya devam ederse, ne yazık ki birkaç sene sonra iflas ve kapanma haberleriyle karşılaşmamız çok büyük olasılık dahilinde. O yüzden yalnızca şu veya bu üniversitenin değil Kuzey Kıbrıs’ın tüm akademisyenleri; birleşin ve gidişata hayır deyin… Temiz, kaliteli ve yaşayabilir bir akademi için…