27 Aralık 2010
Prof. Dr. Kor Yereli - Her Şey Kadro İçin mi? (MEDİMAGAZİN)
19 Aralık 2010
'Para vererek akademik makale yayınlatmadık' (OLAY)
13 Aralık 2010
Parayı bastıranı profesör yapıyorlar (Hürriyet)
Hayli şık, içeriğiyle de göz dolduran bir site WASET: Uluslararası hakemli dergilerle bağlantılar, neredeyse her branşta düzenlenen uluslararası konferanslar... Ancak biraz araştırınca, sitenin makalenizi uluslararası dergilerde yayımlanmış gibi, sizi de katılmadığınız uluslararası konferanslara katılmış gibi gösterdiğini öğreniyorsunuz. Parayı bastıran da bunları CV’sine ekleyip doçent veya profesör oluyor.
Yapılan şey basit aslında: Diyelim ki, doçentliğinize veya profesörlüğünüze sıra geldi. Kendiliğinden olacak hali yok ya, konferanslara katılmak ve uluslararası hakemli dergilerde makalelerinizin yayınlanması gerekli ki bunları CV’nize ekleyebilesiniz. Gerçi dünyada 25 bine yakın hakemli dergi var ama siz öyle zahmete girecek biri değilsiniz, ‘Şunun bir kolay yolu yok mu abi’ kültüründen de yeterince nasiplenmişsiniz.
http://waset.org adresinden yayın yapan ‘World Academy of Science, Engineering and Technology (WASET)’ işte böyle bir site. Siteye girdiğinizde, ciddi, şık bir sayfayla karşılaşıyorsunuz. Verilen bilgiler, sunulan programlar da yabana atılır gibi değil üstelik. Bu site, belli bir ücret karşılığında CV’nize, ‘uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış makaleler ve uluslararası konferanslar’ eklemenize imkân sağlıyor.
TÜBİTAK’I UĞRAŞTIRAN AİLE
Sitenin arkasında eski Fen Bilgisi öğretmeni Cemal Ardıl var, kendisine kızı Ebrû Ardıl ile oğlu Bora Ardıl yardımcı oluyor. Bu isimler hayli ilginç. 20 yıllık Fen Bilgisi öğretmeni Cemal Ardıl kendisini Dr/PhD olarak tanıttığı için TÜBİTAK Başkanı Prof. Nüket Yetiş, hakkında Etik Kurul’da soruşturma açtırdı. Arkasından TÜBİTAK ismini izinsiz kullandıkları için noterden protesto etti. Hatta sahte konferans, sahte dergi gibi sorunlar çözülene kadar Çanakkale 18 Mart Üniversitesi ve Bilgisayar Muhendisliği Bölümü’ne TUBİTAK desteğini kesti. Ama onlar faaliyetlerini sürdürüyorlar. Bilin bakalım WASET’te en çok kimin makalesi yayımlanmış? 46 makale ile ilk sırada Cemal Ardıl bulunuyor.
Ancak Ardıl Ailesi’ne ulaşamadık. Muhtemelen neyin peşinde olduğumuzu öğrendikleri için sitenin ‘contact us’ bölümünü hemen kapatıverdiler. Diğer ulaşma çabalarımız da boşa çıktı.
Konuya ilk dikkat çeken NTV Bilim Dergisi’nden A. Murat Eren oldu. Kendisi de bir akademisyen olan Eren, sitenin kapsama alanına ilişkin ilginç bilgiler veriyor: “Türkiye’deki yayın sayısı ile o yayınlara yapılan atıf sayıları arasındaki oransızlıklar biliniyor, taşra üniversitelerinde akademisyenlerin ne tür yayınlarla kadro sahibi oldukları da. Bu site yaptığı çalışmaları çoğunlukla başka hiçbir yerde yayınlatamayacak olan akademisyenlerin, para karşılığında yayın sahibi olmalarını sağlıyor. Birkaç yüz Euro’yu bir araya koyan akademisyen bilimsel sürecin çetrefilli yollarına girmeden WASET’te yayınını yapıveriyor. Parayı basan, akademik hayatın merdivenlerini ikişer ikişer tırmanıyor. Yayınlanmış binlerce makale, düzenlenmiş onlarca konferans düşünüldüğünde epey kârlı bir iş olduğu aşikâr. Herkes kazanırken ne yazık ki kaybeden, bilim oluyor.”
Yine Eren’in yazısından, WASET’e başvuranların büyük çoğunluğunun Bulgaristan, Hindistan, Pakistan, Fas, Mısır, İran, Gürcistan, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri, Sri Lanka, Malezya, Endonezya gibi ülkelerden olduğunu da öğreniyoruz. Türkiye üniversitelerinde görev yapan kimi akademisyenler de WASET’in müdavimleri arasında. Bu ülkelerin temel özelliği ise bilim, bilimsel düşünce ve bilim dünyasına katkı konusunda biraz müşkülpesent olmaları! “Söz gelişi” diyor A. Murat Eren, “WASET’in matematik alanındaki sözde dergilerinde bir yılda tam 14 makale yayınlamış olan bir akademisyen hâlâ Uludağ Üniversitesi’nde görev yapıyor.”
Eren’in sözünü ettiği Uludağ Üniversitesi’nde görev yapan akademisyen Prof. Ahmet Tekcan’ı bulduk. Kendisi bize WASET’in bu işlere bulaşmış bir site olduğunu öğrenir öğrenmez ilişkisini kestiğini söyledi: “WASET grubu dergilerinde 2007’den itibaren 14 makalem bulunmaktadır ve bunların büyük bir kısmı da bölümümüzdeki arkadaşlarımızla yaptığımız ortak çalışmalar. WASET ile ilgili haberleri duyduktan sonra da buraya makale gönderme işine son verdim. Sonuçta hiç kimse yaptığı bilimsel çalışmalara leke gelmesini istemez. Benim gördüğüm kadarıyla bu grupta yayını olan kişilerin büyük bir kısmı çıkan haberlerin farkında değil.”
Bir yılda, matematik gibi bir branşta 14 makale yayımlamanın biraz zor olup olmadığını sorduğumuzdaysa sağlam bir altyapıyla bunun mümkün olduğunu ifade etti. Ne var ki, dünyanın en ünlü matematikçileri arasında bile bir yılda 14 makale yayımlayan birine rastlayamadık...
ENFORMATİKA SAFHASI
WASET nispeten yeni bir site. Ondan önce yerinde Enformatika isimli bir başka site yer alıyordu. Ancak, Matematik Dünyası’nda ‘Konik yazar: Piref H. Ökkeş’ müstearıyla yazan İTÜ öğretim üyesi Prof. Tayfun Akgül, ‘Sahte konferansa sahte bildiri yolladım’ başlığıyla bir yazı yazdı. Piref Ökkeş, kendi branşında İstanbul’da uluslararası bir konferans toplanacağını, üstelik konferansa dünyanın önde gelen bütün bilim insanlarının katılacağını duymuştu. Listedeki anlı şanlı isimlerden birine e-mail gönderince o kişinin konferanstan haberdar bile olmadığını öğrendi. Böylece konferansın tamamen düzmece olduğu çıktı ortaya.
Ancak Piref Ökkeş bununla yetinmedi. Bir süre sonra tamamen uydurma bir başlık ve içerikle bir makale yazıp gönderdi siteye. Makale kabul edilip de sahte olduğu açıklanınca site deşifre oldu ve apar topar kapandı. Aslında sadece logosunu değiştirdi. Yeni logo ise kolayca tahmin edilebileceği gibi WASET. “Bu haberden sonra” diyor A. Murat Eren, “Muhtemelen WASET logosu da değişecektir.”
Bu araştırmayı yaparken YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan’ı da defalarca arayıp sekreteri aracılığıyla sorularımızı göndermemize rağmen kendisinden hiçbir cevap alamadık.
TÜBA her şeyin jandarmalığını yapamaz
TÜBA BAŞKANI PROF. YÜCEL KANPOLAT
WASET isimli internet sitesinden haberdar değildim. Sizin uyarınızdan sonra araştırdım. Ama itiraf etmek zorundayım ki, ben bu şeyin jandarmalığını yapmaya niyetli değilim. TÜBA’nın (Türkiye Bilimler Akademisi) yapması da söz konusu değil. Bu yollara başvuran insanların bence bilimden yana bir iddiaları olmamalı. Toplum da bu insanları kınamıyor. “Yayın patlamasından bu işin ilgisi var mı” konusuna da bakacak kadar vaktim yok, bağışlayın.
WASET’TE EN ÇOK MAKALESİ YAYINLAYAN 10 KİŞİ
Cemal Ardıl (46)
Ahmet Tekcan (14)
Melih Turgut (14)
Atilla Akpınar (12)
Basri Çelik (12)
Osman Bizim (10)
Serkan Narlı (8)
Betül Gezer (8)
Ali Eryılmaz (7)
Emin Özyılmaz (6)
2 Aralık 2010
26 Kasım 2010
Yüksek Öğretim Kurumlarında Kopya Olayları ve Disiplin Cezası Uygulamaları (Cumhuriyet BT )
14 Kasım 2010
Prof. Dr. Eser Karakaş - Kopya çekmek para çalmak (Star Gazete)
Yrd. Doç. Dr. Fatih Gürsul - Akademik atıf çeteleri: Türkiye'deki bilimsel dergiler, duvar gazetesi olmasın (Newsweek Türkiye)
4 Ekim 2010
İnternette İntihal Çok Yaygın (SABAH)
23 Eylül 2010
Zülfü Livaneli - Aaaaa! Türkiye üç kutuplu olmuş! Hayret! (VATAN)
19 Eylül 2010
Bilimsel Ahlaksızlığın Gri Mecraları
9 Eylül 2010
Prof. Dr. Selçuk Candansayar - KESTİRMEDEN BİLİMCİ OLMAK
Olmayan cihazlarla, hayalet hastalarla araştırma yapmanın, saygın kitaplardan kaynak göstermeden aşırmanın inceliklerini bilimci adayları öğrenmeli. Hazır "yapılmışı" varken "bilim yapmaya uğraşmanın" hiç gereği yok.
Aldığımız eğitime her geçen yıl biraz daha yabancılaşarak sonunda mezun oldum. Fakülteye girerken amaçladığım kadar iyi bir öğrenci olamamıştım. Çok iyi bir tıp eğitimi almıştım ama bilmek, düşünmek, araştırma yapmak, makale yazmak gibi "bilim" üretimine dair hiçbir şey öğrenememiş, el yordamıyla bile olsa bilim üretmeye kendimi hazırlayacak bir şey yapamamıştım, iyi birer "teknisyen" olarak yetiştirilmiştik, hepsi bu. Mecburi hizmete gitmedim; Tıpta Uzmanlık Sınavı'nda önce iç hastalıklarını, bir yıl sonra da tıbba girme nedenim olan psikiyatriyi kazandım.
Şimdi akademisyen olma yolunda ilerlediğimi düşünüyordum. Çok çalışacak, çok öğrenecek, çok araştıracak ve öğretim üyesi olacaktım, ilk yılımda ABD'den yeni dönmüş, kıdemli bir asistanın önerisiyle bir araştırmaya başladık. Çok heyecanlıydım: Hastalarda karşılaştığımız bazı özelliklerin kaynağının ne olabileceğini merak ediyorduk. Bir araştırma yöntemi geliştirdik. O güne kadar yapılmış çalışmaları araştırmış, sorumuza daha önce verilen yanıtları incelemiş, hastaların hangi özelliklerini saptamamız gerektiğine karar vermiştik. Veri toplama sürecinde hissettiğim en yoğun duygular merak, mutluluk ve gururdu. Bilmeyi öğreniyordum; bilimsel bir soru sorup yine bilimsel bir yanıt verebilmeye başlamıştım. Veriyi topladıktan sonra üzerinde çalışmaya başladık. İstatistik analiz yapıyorduk. Anlamlı görünen bir sonucun kaynağının ne olabileceğini tartışıyorduk. Elde ettiğimiz bulguları daha önce aynı alanda yapılmış araştırmaların sonuçlarıyla karşılaştırıyor ve tartışıyorduk.
AVANTACI Bilim
Sonunda makalemizi yazdık. Bana göre, dünyanın en önemli bulgusunu yakalamış durumdaydık. Şimdi bulgumuzu ulusal çaptaki psikiyatri kongresine götürecek, orada savunacaktık. Araştırmanın sorusu kıdemli asistanla yaptığımız tartışmalarda benim aklıma gelmişti. Daha doğrusu soruyu kıdemlime sormuştum, o da "hadi bunu birlikte araştıralım" demişti. Tüm veriyi ben toplamıştım, istatistiği o yapmıştı, tartışmayı birlikte yazmıştık.
Kıdemli asistan araştırmanın yazar listesini verdiğinde yaşadığım hayal kırıldığı yirmi yıl sonra hâlâ canlıdır içimde. Kıdemli asistan ilk ismin Anabilim Dalı Başkanı olması gerektiğini, çünkü onun "Başkan" olduğunu, kendisinin kıdemli olduğu için ikinci isim, benim üçüncü isim olacağımı, veri topladığımız hastaların yatırıldığı servisin sorumlusu öğretim üyesinin ismini yazmamızın da "iyi" olacağını söylemişti. Listede bir kişi daha vardı, "onu çok seviyordu, üstelik araştırmayla ilgili iki makale getirmişti". Bilim üretimine "çırak" statüsüyle başlamıştım. Bir şeylerin ters olduğunu sezsem de "bilim böyle üretiliyor" diye düşünmüştüm.
TAKLACI Bilim
İhtisas yaptığım klinikte her asistandan bir konuda seminer sunması beklenirdi. İhtisas dört yıl olduğundan her asistanın dört seminer sunma hakkı ya da görevi vardı. İlk yıl verilen seminer konusu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Dahası, o konunun neden seçildiği belli değildi. Konuyu ihtisasının bilinci yılında olan bir asistanın hazırlayıp hazırlayamayacağı, hazırlamasının onun eğitimine o aşamada katkısının ne olacağına dair herhangi bir gerekçe ya da eğitim programı da yoktu.
Seminer ödevi verilen her asistana bir danışman öğretim üyesi tayin edilirdi. Amaç, danışmanın yönlendirmesiyle asistanın kaynaklara nasıl ulaşacağını, "literatür taramasını" nasıl yapacağını bulması, semineri hazırlayıp tüm öğretim üyeleri ve asistanlara sunması ve bu yolla eğitim almasıydı.
Yine de merak uyandırıcıydı. Ortada yanıtlanması gereken yine bir soru vardı. Tamam, belki soru benim aklıma gelmemişti, ama ben¬den yanıt istendiğine göre yanıtı bulmak benim ve kliniğin bilimsel bilgimizi, yanıtı aramak da benim bilimsel görgümü geliştirecekti.
Danışmanıma sorunun yanıtını nasıl arayıp bulacağımı sorduğumda temel psikiyatri kitaplarının ilgili konularını çevirip özetlememi öğütledi. Öyle yaptım. O yıllarda Türkiye'de çok az olan İngilizce psikiyatri kitaplarını üniversitenin kütüphanesinde buldum. Neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna dair hiçbir fikrim olmadığından nasıl özetleyeceğimi bilemiyordum. Kitapların ilgili bölümlerini olduğu gibi çevirdim. Tekrar gibi olan kısımları çıkararak onları birleştirdim. Klinikte bilgisayar, bende daktilo yoktu. O yüzden çeviriyi el yazısıyla yapmıştım.
Seminerim hem danışmanım hem de diğer öğretim üyelerince çok beğenildi. Danışmanım metnin el yazısı olduğunu görünce kliniğin sekreterine semineri daktiloya çekme talimatı verdi. Günlerce sekretere metni okuyup daktiloya çekmesine yardım ettim. Sonunda tamamladık ve metni seminer danışmanıma verdik. Kocaman bir "aferin"le birlikte çok başarılı bir asistan olacağımı, beni çok takdir ettiğini söyledi. Bir iki yıl sonra çevirimin cümlelere takla attırılmış halde "Hocanın yeni kitabına" bölüm olarak yerleştiğini gördüm. Kitabın önsözünde bana "hassaten teşekkür" vardı.
ÇARPITAN Bilim
Kliniğimize yeni bir öğretim görevlisi başlamıştı. Doçentliğe hazırlanıyordu. Çok canlı, cana yakın, asistan dostuydu. Bize hiç hoca gibi davranmazdı, onu çok sevdik. Doçent olmak çoğumuzun temel amacı haline geliverdi. Sürekli yeni fikirlerle geliyor, "çocuklar şuna da bakalım mı, bunu da araştıralım mı, bakın bu konu da önemli" diyerek bizi bilimsel araştırmanın heyecan dolu ırmağında birlikte yüzmeye çağırıyordu. Çoğumuz o ırmağa balıklama atladık. Ellerimizde anket formları, ölçekler, kan tüpleri hastadan hastaya koşturuyorduk. Birbiri ardına araştırmalar tamamlandı. Her biten araştırmada "yeni" bir şey bulmanın mutluluğuyla bir sonraki araştırmanın verisini toplamaya koşuyorduk.
Tabii ki tüm araştırmalarımızda ilk isim onundu. Hocamız bir doçent olsun, nasılsa sonra biz de ilk isim olurduk. Hem araştırma yapmak çocuk oyuncağı olmuştu bizim için: İki değişken sapta, bir örneklem evreni oluştur, ver ölçekleri, ölç değişkenleri, kur denklemi, yap istatistiği... Anlamlı çıkarsa da bir anlamı vardır, anlamsız çıkarsa da nasılsa bir anlamı vardır. Hem tartışmayı bağlamak çok kolay; "bu konuda daha kapsamlı araştırmalar yapılmalıdır" dersin olur biter. Zaten "yabancı" makaleler de öyle bitmiyor mu?
Bir tür manifaktür olarak biteviye "bilimsel araştırma'' üretmeye başlamıştık. Bir keresinde, veri toplama aşaması biten araştırmalardan birinde vaka sayısı öğretim görevlisine az göründü. Çalışma güzeldi, tek kusuru ömeklem sayısının azlığıydı. Öğretim görevlisi "çocuklar, tüm sayıları dörtle çarpsak sonuca bir etkimiz olmaz, ama vaka sayımız daha iyi olur" dedi. Çarptık, gerçekten sonuçlar değişmiyor gibiydi; sevindik, o kadar emeğimiz boşa gitmemiş olacaktı!
İhtisasım bittiğinde kabarık bir yayın listem vardı. Tıp fakültesini bitirdiğimde yakalanmadığım mecburi hizmete bu kez uzman olarak gittim. Dört yıl sonra kliniğe geri döndüğümde artık doçenttim. Doçent olmak için asistan çalıştırmam gerekmemişti. Klinik dışında kalmıştım. Dahası, galiba büyüyüp akıllanmıştım.
ENGEL TANIMAYAN Bilim
Aynı yıllarda yine ülkenin önemli tıp fakültelerinden birindeki bir ekibin "Türkiye'de olmayan tıbbi cihazlarla yaptıkları" bir araştırmayı uluslararası bir tıp dergisinde yayımlatmayı başardıkları ortaya çıktı. Bu beceriyi gösteren akademisyenlere de birşey olmadı.
AŞIRAN Bilim
Türkiye'nin uluslararası yayınlarının sayısının artması herkesin ortak özlemiydi. Yeter ki yayın sayımız artsın" düsturuyla intihal vakalarının üzeri örtülmeye başlandı. Kimse koskoca doçentleri, profesörleri "aşırmacılık" yüzünden üniversiteden atmaya yanaşmıyordu.
İntihal (plagiarism), aşırmacılık anlamına geliyordu; "bir başkasının fikirlerini ya da yazılarını onu hiç anmadan kendi orijinal çalışması gibi kullanma ya da gösterme" olarak tanımlanıyordu.
Bir yandan da Türkiye'de bilimsel araştırma etik kurulları kurulmuş, hastalardan araştırma yaparken "aydınlatılmış onam” alınma zorunluluğu getirilmişti. Bir araştırmaya alacağınız hastaya araştırmanın gerekçesini, ona ne gibi testler yapacağınızı, araştırmaya dahil olmanın ona bir yaran olup olmayacağını, araştırma sürecinden bir zarar görüp görmeyeceğini, onun anlayabileceği dilden bir tanık yanında anlatmak, onun özgür iradesiyle rızasını almak, bunu yazılı olarak belgelemek zorundaydınız.
Üniversitede artık doçenttim; yani biImeyi öğrenmenin yollarını bilen kişilerden biri olmuştum. Öğretim üyeliği ya da akademisyenliğin üç aşaması vardır; doktora, doçentlik ve profesörlük. Benim için doktora bilmeyi bilmek, doçentlik bilmeyi öğretebilmek, profesörlük ise bilme sürecini değerlendirebilmek demektir. Bu sürecin olmazsa olmazı bilimsel yöntem, onu bilimsel kılan bilim ahlakıdır. Bilim ahlakının en büyük düşmanı ise intihaldir, başkasının bildiğini kendi bilginmiş gibi göstermektir. Doçentlikten sonra, uzmanlık tezlerine danışmanlık yapmaya başladım. Uzmanlık tezlerinin, kabul edildikten sonra uluslararası bilimsel dergide yayımlanması, çalışmanın değerini göstermesi ve bilim cemaatince paylaşılması yönünden önemliydi. Danışmanı olduğum asistanlardan birine, uzman olduktan sonra tezini makaleye çevirmeyi düşünüp düşünmediğini sordum. Akademisyenliği düşünmediğini, uğraşamayacağını söyledi. İki yıl kadar sonra uluslararası bir veritabanında tarama yaparken gözlerime inanamadım; yeni bir uluslararası dergide yayımlanmış bir makalem bilgisayar ekranından bana bakıyordu. Çalışmada üçüncü isimdim. Ama ne böyle bir çalışmada yer almıştım, ne de makale o dergiye gönderilirken bırakın onayı, haberim olmuştu, ilk kez gördüğüm "çalışmamı" incelemeye başladım. Akademisyen olmayacağını söyleyen asistanın teziyle aynı başlığı taşıyordu. İkinci isim, tezin yapılma sürecinde klinikte olmayan bir uzmandı. Dahası, makalenin vaka sayısı tezdeki vaka sayısından fazlaydı. İki uzman sayesinde, haberim olmadan sahte bir uluslararası yayına sahip olmuştum. Aklıma ilk gelen, hemen dergiye bir yazı yazıp onayım olmadan ismimi nasıl kullandıklarını sormak ve yayının sahte olduğunu bildirmekti. Çok kızmıştım. En çok da o iki uzmanın, benim adımı koyarlarsa, kafadan bir yayına sahip olmanın keyfîyle susacağımı düşünmüş olmalarına kızgındım. Sonra bir hata yaptım. Dergiye yazmak yerine durumu bir dilekçeyle Üniversitelerarası Kurula bildirmeye karar verdim. Bir açmaz yaşadığımı belirttim Kurul'a. Dergiye yazsam ülkemin bilimsel prestiji bir kez daha yara alacaktı. Türkiye uluslararası dergilerde intihalin kurumlaştığı ülkeler arasında sayılıyordu. Nature adlı son derece saygın dergide ardı ardına, Türkiye'de intihalin normal karşılandığını iddia eden yazılar yayımlanıyordu. Sesimi çıkarmasam suça ortak olmuş olacaktım. Çözümü Üniversitelerarası Kurul'un bulmasını istedim. Ne mi oldu? O uzmanlardan biri doçent oldu. Şimdi o da bir akademisyen. Diğeri sözünü tuttu, akademisyen olmadı; büyük bir kentte uzman olarak çalışıyor.
OLMAYAN Bilim
İntihal hâlâ kurumlaşmış olarak sürüyor memleketimizde. Bitip bitmeyeceği de belli değil. Belki de tek teselli, intihalin Türkiye'ye özgü bir sorun olmaması. Dünyanın her yerinde en umulmadık bilimcilerin bile intihale başvurdukları biliniyor. Yine de, intihale başvurmadan bilim yapmanın mümkün olduğunu bilmek gerekiyor. Belki daha az araştırma, daha az yayın yapılmış olur ama ahlak olmadan bilimin yapılamayacağı açıktır.
Yararlı kaynaklar:
- www.anti-plagiarism.org
- www.plagiarism-turkish.blogspot.com
- Nature. Vol 449/ 6 September 2007
_________________________________________________________________
2 Ağustos 2010
Murat Bardakçı - Çakma tuğra, otlak fermanından makaslanmış (HABERTÜRK)
9 Temmuz 2010
Prof. Dr. Levent Doğancı - 2. TEKZİP METNİNE II. YANIT
8 Temmuz 2010
Orhan Bursalı - Haber İçin Mahkeme Kararı mı Gerekli? (Cumhuriyet)
!
Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke
Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

* Rastgele Yazılar
Dr. Şükran Gölbaşı - Ahlaksızlık Kurumsallaşırken
Bilim ve Gelecek Aylık bilim, kültür, politika dergisi Sayı.72, Şubat 2010 “Üniversitelerinde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır.”Güngör Mengi’nin (2005) Vatan Gazetesinde çıkan “YÖK'ün borcu” adlı yazısında geçen yukarıdaki ifade, intihalle ... DEVAMI>>
Bilkent Asistan: İntihal suç mu?
ODTU'deki intihal skandalından sonra bir de başımıza Serkan Anılır vakası çıktı. Bu vatandaş da Japonya'da doktora yaparken bakmış bilimde para pul yok; bir iki bilimsel sözcüğü kullanıp sosyete tayfasına parlak konuşmalar yaparak para yapabileceğinin farkına varmış. Kendine güzel bir CV döşenmiş. B... DEVAMI>>
Mürsel Sezen - Türkiye´de bir telif macerası...
>>>Lisans öğrencisinin tezini “aşıran” birisi 10 yıl dekan koltuğunda oturabiliyor. Kulağınıza nasıl geliyor? Balık baştan kokar derler. Üniversitelerde bu emek hırsızlığı zaten aleni yapılıyor. Herkes biliyor, kimsenin umurunda değil! >>>. DEVAMI>>
Dr. Ömer Gökçümen - Anlaşılmaz ideolojiler, akademik atıllık ve Türkiye'nin gerçek sorunları (Radikal)
>>>Diğer tarafta akademik ahlakın temelini oluşturması gereken intihal, bizim akademide bir şekilde sorun olmuyor. Rektörlerden, dekanlara, bir çok intihal iddiası ve kesinleşen intihal olayları bir çok insanın kariyerinde pek bir problem yaratmıyor, mesela. Aynı şekilde, bilimsel arkaplanl... DEVAMI>>
Serkan Anılır - Ekşi Sözlük
59. tokyo universitesi ile olan iliskisi universite tarihinde ilk kez alinmis bir karar ile buyuk olcude bitmistir.130 yildan uzun suredir japonya'nin en saygin egitim kurumu olan tokyo universitesi tarihinde ilk kez vermis oldugu doktora derecesini iptal etmistir.resmi aciklama icin:http://www.u-to... DEVAMI>>
Böyle doçentlik görülmedi! (BirGün)
Eğitim Sen`in YÖK`e ilettiği rapora göre; YÖK Genel Kurulu Üyesi Prof. Dr. İzzet Özgenç`in doçentlik tezinde intihal var. Çünkü Özgenç`in doçentlik tezinin esasını Prof. Dr. Hans Achenbach`ın 1974 yılında yayımlamış olduğu `Historische und dogmatische Grundlagen der Strafrechtssystematischen Sch... DEVAMI>>
Y. Doç. Dr. Nevzat Artuç - Bilimde İntihal Meselesi
İntihal ya da aşırma bir bilim adamının karşılaşabileceği en kötü durumdur. Lügatteki tanımı: başkasına ait bir eseri, çalışmayı kendi eseri gibi göstermek demektir. Yani bilimsel hırsızlık da diyebiliriz. Ancak intihal hırsızlıktan çok daha kötü ve vahimdir. Zira normal hırsızlık vakalarında i... DEVAMI>>
Bilim Adamları İntihal Mağduru
Bir kişinin eserinde, başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanmasına tepki gösteren bilim adamları, çoğu meslektaşlarının bu durumda ki yasal haklarından haberdar olmadığını söylüyor. İntihal olayının bilimsel hırsızlık olduğunu vurgulayan ... DEVAMI>>
Prof.Dr.Kayhan Kantarlı - BİLİM AHLAKI, KORUNMASI SCI YILDIZLARINA BIRAKILAMAYACAK KADAR KUTSAL BİR DEĞERDİR
Not: Bu mesajın alıcıları Ekim 2005 deki "Bilim Etiğine Saygı Çağrısı" na imza veren ülke genelindeki yaklaşık 600 öğretim elemanıdır. Mesajın Üniversitelerin kanayan yarası "araştırma ve yayın etiği" nin nasıl kurumsallaştırılabileceği sorusuna yanıt aramak ve bulmak durumunda olan tüm meslakdaşlar... DEVAMI>>
İntihal Tartışması (CBT)
Cumhuriyet Bilim Teknik 12.02.2010Sayın Orhan Bursalı,Derginizde son günlerde yer alan bir yazı da dahil olmak uzere, pek çok intihal (aşırma) tartışmasının, mugalataya, safsataya 1 sığınmadan yapılamadığını üzülerek gözlüyoruz.Bir fikri ya da iddiayı geçersiz kılmak için akıl yürütmek veya deliller... DEVAMI>>
Prof. Dr. Altan Onat - Bilimsel yayınlarımızdaki ciddi duraklamanın nedeni (CBT)
Cumhuriyet Bilim Teknik 12.02.2010Prof.Dr. Altan Onat alt_onat@yahoo.com.trÜlkemizin uluslararası bilimsel yayınlarda 5 yıldır endişe verici bir duraklamanın içine girdiğini ve dünyadaki binde 13.7’lik payımızın az da olsa binde 13.6’ya gerilediğine ilişkin CBT’deki tahlilime, sayın Bahattin Baysal ... DEVAMI>>
Murat Bardakçı - Ünvanlı hırsızlarımız (HABERTÜRK)
TELEVİZYONDA geçen hafta, Afyon'daki Kocatepe Üniversitesi'nde yapılan bir intihalden, yani bilimsel hırsızlıktan bahsetmiştim...Müzik konusunda yüksek lisans yapan bir hanım benim seneler önce çıkarttığım ama şimdi mevcudu olmayan bir kitabımı almış, tarayıcıya koyup hemen her sayfasını metin dosya... DEVAMI>>
.