NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

4 Aralık 2008

Prof. Dr. Hakan S. Orer - ETİK İLKELERİN GÜNLÜK YAŞAMDAKİ ANLAMI

Türk Farmakoloji Derneği Bülteni
Sayı:98 , Ekim-Aralık 2008

Son genel kurulda “Bilim ve Yayın Etiği İlkeleri”nin kabul edilmesi ile Türk Farmakoloji Derneği birçok uzmanlık derneği ve meslek kuruluşuna öncülük yapmıştır. Ardından, 4-5 Nisan 2008 tarihlerinde, Türk Tabipler Birliği Ankara’da, derneğimiz dahil, tüm uzmanlık derneklerinin katılımıyla bir çalıştay toplamış ve bir dizi etik bildirge hazırlanmasını sağlamıştır. Konunun ülke çapında yaygınlaşması ve giderek sağlık bilimleri alanının dışına taşması, ülke çapında daha önemli araştırmaların yapılabilmesi için de zemin hazırlayacaktır.

Bilim ve yayın etiği ilkelerinin genellikle bir skandal patlayınca gündeme geldiği ülkemizde, bilimsel araştırma ortamının geliştirilmesi ve uluslararası bilim camiasına entegre olması esas hedef olmalıdır. Etik kurullar için bir milad olan “ilaç araştırmaları etik kurulları”nın doksanlı yıllardan itibaren kurulmaya başladığı göz önüne alınırsa, bu alanda henüz olgunluk seviyesine ulaşmış sayılmayız. Bu “olgunluk eksikliği”, köklü bir bilimsel araştırma geleneğinin olmamasıyla birleşince daha dramatik bir hal almaktadır. Etik konular hakkında bireysel, kurumsal ve hukuki düzeylerde birbirinden farklı ve taban tabana zıt yorumlar yapılmakta, bir bakış açısına göre
“hırsızlıkla” eşit görülen intihal, başka bir görüşe göre sadece “tesadüfi” fikir benzerlikleri olarak kabul edilmektedir. İlkelere dayalı değil, daha çok “kişilere göre” kararlar alınmaktadır. Kurumlar arası yorum ve tavır farklılıkları da karışıklıklara sebep olmaktadır. Maalesef henüz gerçek anlamda “bağımsız” çalışan bir etik kurul yapılanması yoktur. Birçok etik kurul bağlı bulundukları kurumun (üniversite, bakanlık, eğitim hastanesi, vb.) politikası doğrultusunda çalışmakta ve kararları idari amirin etkisi altında almaktadır. Bağımsız (kurum dışı) üyelerin varlığına genellikle tahammül edilmemekte,kararları sorgulayan çatlak sesler pek istenmemektedir.

Verilen kararlar daha çok dosya incelemek ve kağıt üzerinde değerlendirmek
şeklindedir. Uygulamada ne olup bittiği o kadar önemli değildir. O kadar ki, etik kurul onayı olmayan proje önerilerini değerlendirmeye almayan TÜBİTAK, kendi kurumlarından onay alamayan araştırıcıların, mevzuata aykırı olarak başka kurumlardan aldıkları onayları kabul etmekte, hatta zaman zaman araştırıcıları bu yola yönlendirmektedir. Dosyada “bir etik kurulu onayının” bulunması “şeklen” yerine getirilecek bir formalite olarak görülmektedir. Oysa, etik kurul denetimi “bürokratik” bir değerlendirme basamağı değildir.

Etik evrensel, ahlak ise yereldir. Bir toplumun ahlaki değerleri, evrensel etik değerleri yeniden üretecek düzeyde olgunlaşmamışsa, bu iki kategori arasında kırılma noktaları ortaya çıkar.

Bilimsel araştırma kültürünü dışarıdan ithal eden ülkemizde, bu kültüre ait yerleşik etik değerlerin bire bir ithal edilememesi (algılanamaması) nedeniyle ahlaki normların gelişmesi de geç olmaktadır. Bu nedenle, yukarıda belirtilen kırılma noktaları fazladır.

Önemli bir zaaf, etik konulara ilkesel yaklaşmamaktır.

Tıpkı araştırma yapmanın yayın sayısı ile ölçülmesi gibi, etik davranış da “kurul kararı” almış olmaya indirgenmektedir. Halbuki esas önemli olan, ortaya çıkan sonucun, yapılan uygulamaların yani, gerçek davranışların ve eylemlerin izlenip değerlendirilmesidir. Akademik çevrelerde, yayın yapma gerekçesi ile bazı etik kuralların ihlal edilebileceği ya da dikkate alınmayabileceği görüşü yaygındır. Birçok öğretim elemanı için en önemli motivasyon kaynağı, bir üst akademik kadroya atanabilmektir. Bunun için gerekli ön koşul, yeterince bilimsel yayın yapmaktır.

Bilimsel araştırma ruhuna uymamasına karşın, araştırmaların “yayın için bilim” anlayışı ile yapılması, bazen etik kuralların etrafından dolaşmayı ya da kısmen ihlal etmeyi kişi nezdinde meşrulaştırmaktadır.

Bu konuda bilim çevrelerinde adeta sessiz bir kabullenme vardır ve ihlaller nispeten “zararsız” (minör) olarak kabul edilmektedir. Jüri raporları da “sayı saymaya” indirgenince, rekabet “her ne pahasına ve her nerede olursa olsun, daha çok sayıda yayın yapmak” üzerinde yoğunlaşmıştır.

Kuralları eğip, bükmeye çalışanlar, her zaman, kuralların uygulanmasını sağlayanlardan bir adım önde giderler. Bu, bilgisayar korsanları için olduğu kadar bilimsel korsanlık (kuşkulu etik dışı davranış) için de geçerlidir. Örneğin, farklı anabilim dallarından araştırıcıların birbirlerine “yazarlık ikram etmeleri”, bazı iyi niyetli davranışların ardına sığınarak (İngilizce tercümeye yardım etmek gibi) ya da zorlama katkılar (gerekmeyen bazı parametrelerin konuk araştırıcı tarafından ölçülmesi gibi) yaptırarak olabilir. Bir, belki iki makale için göz ardı edilebilse de, bu gibi davranışların giderek yaygınlık kazanması, hatta belli bir grup psikolojisi ile genel geçer kural haline gelmesi etik bakımdan hiç de uygun değildir. Bu kapsamda soru işaretleri yaratan davranışlar, bir bilimsel problemin çözülebilmesi için bir grup araştırıcının ortak bir dizi araştırma planlaması değildir şüphesiz.

Sözüm ona işbirliklerinde esas eksik olan, ortada bilimsel anlamda merak edilen bir “soru”nun bulunmamasıdır.

Zararsız kabul edilen etik kusurlardan birisi de deney koşullarının uygun olmamasına rağmen deney yapmaya devam etmektir. Bazı araştırıcılar altyapı eksikliği ya da kaynak yetersizliği gibi gerekçelerle hayvanlara eziyet edebilmekte, az sayıda deney yapıp çok sayıda göstermekte, laboratuar kayıtlarını düzgün tutmamakta (lakayt araştırıcı-sloppy researcher), kalitesiz veri elde etmekte ve bu durumu düzeltmek için gayret göstermek yerine, mazeretler bulmaya çalışmaktadır. Bu gerekçelerin başkaları tarafından da geçerli kabul edilmesiyle olayın giderek yaygın bir etik soruna dönüşmesi kaçınılmazdır: “herkesin” deney hayvanı eziyet görebilir, ya da ciddi bir inceleme için ham veriler istendiğinde “kimsenin” verisi düzgün kayıt edilmemiştir, vb. Oysa deney koşullarının iyileştirilmesi araştırıcı yanında, kurumların da sorumluluğundadır. Üniversitelerin kaynakları gerekli altyapıyı kurabilmek için yeterlidir, sadece konunun gündemin üst sıralarına çıkarılması için gerekli idari kararlılık eksiktir. Üniversitelerin çoğunda profesyonel bir bilim yönetimi ve stratejisi de olmadığından, konu, günlük gaileler içinde kaybolup gitmektedir.

Araştırıcı, analitik düşünceye sahip, problem çözen kişidir. Yaptığı işi sürekli olarak sorgulaması ve kendini geliştirmesi gerekir. Hatalarıyla yüzleşmekten çekinmemeli, elde ettiklerini çevresiyle paylaşmalı ve bulgularını tahrif etmeden, objektif şekilde aktarabilmelidir.

Araştırmasının etik kurullar tarafından izlenmesinde çekingen davranmamalı, işbirliği kurmalıdır.

Uygulamalarında şeffaf davranan araştırıcı, etik bakımdan kusurlu da olsa, en azından durumu açıklayabilecek bir söz hakkına sahiptir. Gerçekleri saklamak ya da ikinci, üçüncü dereceden kazanımlar elde etmek araştırıcının durumunu olumsuz etkiler.

Unutulmaması gereken bir nokta da, bilim dünyasının araştırma sonuçlarını (yayın) “güvenilirlik” yönünden zaman içinde test edeceğidir. Bilimsel saygınlık daha çok bu test ile belirlenir. Etik kurullar da araştırıcıları işin içine çekecek bir politika geliştirmeli ve kurum içinde araştırma için olumlu bir atmosfer yaratmalıdır. “Farkındalık” sağlayacak sürekli bir iletişim programı uygulanmalı, bu konuların tartışıldığı ve eğitiminin verildiği canlı bir platform yaratılmalıdır.

Bir diğer önemli husus da, etik kurulların kurum içinde altyapıyı geliştirmek ve yasal mevzuatın gereklerini yerine getirmek için idare nezdinde araştırıcıların sözcüsü olmasıdır. Bunu sağlamak için, kurullar kendilerine verilen yetkileri kullanmaktan çekinmemeli, üniversite ve araştırma kuruluşlarında gerekli altyapı yatırımları için idare üzerinde adeta bir baskı grubu gibi çalışmalıdır.

Her araştırıcı, bireysel olarak, kendi kurumunda şu dört önemli unsurun bir arada var olması için çaba harcamalıdır: (i) bağımsız çalışan, yönetmeliklere uygun kurulmuş ve resmi makamlarca kabul edilmiş, aktif bir etik kurul(lar) sistemi; (ii) yönetmeliklere uygun ve ruhsatlı çalışan bir deney hayvanı ünitesi; (iii) düzgün, tekrar edilebilir ve güvenilir veri elde etmeye uygun bir deney ortamı ve laboratuar altyapısı (iv) gerçek anlamda hakemli değerlendirmeler (peer-review) yapan bir bilimsel araştırma destek birimi. Bu unsurların idaresinde profesyonellik düzeyi arttıkça, gerek araştırma kalitesi gerekse etik düzey de artacaktır.

Bilim ve yayın etiği ilkeleri, araştırıcıların tepesinde asılı Demokles’in kılıcı olarak değil, tersine, koruyucu bir kalkan olarak görülmelidir. Esas önemli olan, etik kurallara uygun davranışları bireysel düzeyde içselleştirip, camia içinde yaygınlaştırarak toplumsal bir ahlaki norm haline getirebilmektir. Cezalandırma, daima ikinci planda kalmalıdır ve ihlallerin açık-net ve kasıtlı olması koşuluna bağlanmalıdır. Doğru etik davranışlar öne çıkarılmalı ve çoğunluk tarafından benimsenmesi için gayret gösterilmelidir. Bilimsel araştırma büyük insanlık ideallerine ulaşmak için yapılır, araştırıcının bunu hissedebildiği ölçüde etik davranacağı unutulmamalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkür ederiz.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.