NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

7 Kasım 2007

Prof. Dr. Tahsin Yeşildere - YÖK'ün çeyrek asrı ve üniversiteler(EVRENSEL)

12 Eylül rejimi, YÖK düzeni ile üniversiteleri baskı altına alarak, temel işlevlerinden uzaklaştırmayı hedeflemiştir. Aradan geçen çeyrek asra karşılık, 12 Eylül rejiminin üniversiteler üzerindeki etkisi yaygınlaşarak sürmektedir. Bu bağlamda üniversite, akademik ve idari özerkliğini kaybetmiş, mali sorunlarını piyasa koşulları içerisinde çözme durumu ile karşı karşıya kalmıştır. Böylece üniversiteler siyasi iktidarların, devletin, sermayenin ve kimi zaman da dinin baskısı altında toplumsal amaçlara uygun bilim üretme ve nitelikli insan yetiştirme işlevini kaybetmiştir.
Üniversiteler, AKP Hükümeti'nin iktidarında 5. kez akademik faaliyetlerine başlamaktadır. Her fırsatta 12 Eylül'ü ve başta YÖK olmak üzere 12 Eylül kurumlarını eleştiren AKP'nin iktidarında geçen bu 5 yılda üniversiteler ve bilim üzerindeki baskılar, azalmak bir yana, çok daha etkili bir biçimde uygulanmaya devam etmiştir. Keza, hükümet ile YÖK arasında yaşanan gerilim, üniversitelerin ve bilimsel faaliyetin özgürleşmesi ve daha nitelikli bir hale gelmesi değil, üniversitelerdeki iktidarın paylaşım mücadelesi biçiminde gerçekleşmiştir.

Öğretim elemanlarının sorunları
AKP iktidarı süresince derinleşen sorunların başında akademisyen yetiştirilmesi gelmektedir. Hükümet YÖK ile çekişmesi nedeniyle özellikle araştırma görevlisi ve yardımcı doçent kadrolarını kısmış, akademik yaşamın ilk basamağı olan araştırma görevliliğini yürütenler, geçici kadrolarda iş güvenceleri olmadan çalışmak zorunda bırakılmıştır. Öte yandan, üniversitelere ayrılan ödeneğin ve öğretim elemanı ücretlerinin düşük düzeyde tutulması nedeniyle bir çok öğretim elemanı, yaşamlarını ve bilimsel faaliyetlerini sürdürebilmek için özel üniversitelere geçmek ya da piyasa için projeler gerçekleştirmek zorunda bırakılmıştır. Nitelikli öğretim elemanının üniversitede yaşamını sürdürmesi zorlaşmış ve özel sektöre kaçış hızlanmıştır. Üniversitelerdeki kadro eksikliği ve mali nedenlerle yaşanan yetişmiş bilim insanı potansiyelinin azalması karşısında hükümet, üniversite açılması için gerekli hiçbir standardı dikkate almadan, yeni üniversiteler açmıştır. Açılan bu üniversiteler çok az düzeyde gelişim göstermiş; yersiz, yurtsuz, akademik kadroları yetersiz bir biçimde üniversite eğitimlerini sürdürmeye devam etmek zorunda bırakılmışlardır. Hükümetin bu yaklaşımı, bu ve benzer yeni üniversiteleri, siyasi bir rant ve kadrolaşma alanı olarak gördüğünün açık bir kanıtıdır.

Asıl sorun türban değildir
AKP iktidarının sivil anayasa taslak tartışmalarında, 'laik devletin' kaybediliyor olduşu algusunu ifade eden bu sorun, Türkiye'deki rejim tartışmalarının açık biçimde üniversite üzerinden yapıldığını göstermektedir. Bunun nedenleri sorgulanmalıdır. Çünkü yıllardır ülkenin pek çok sorunu, üniversitenin kavramsal çatısı üzerinden konuşulmuş ve üniversitelerin kendi sorunlarını tartışmasına izin verilmemiş; üniversitenin sorunları da cumhuriyetin, darbenin, türbanın altına gizlenmiştir. Üniversitelerin sorunu türban veya kılık kıyafet değildir. Üniversiteler, din dahil her türlü toplumsal olayın ve her türlü siyasetin özgürce tartışılacağı ortamlar haline getirilmelidir. Eğitim öğrenim sosyal bir haktır ve eşit, ücretsiz, demokratik bir biçimde toplumun her kesimi için yaygınlaştırılmalıdır.
Gelinen aşamada her üniversite kendi içinde bir YÖK haline gelmiş, bu haliyle sorunlar çözülemediği gibi katlanarak artmıştır. Örnekleri şöyle sıralayabiliriz:
TÜBİTAK, hükümetin siyasi bir alanı haline getirilmiştir.
Hükümetçe, üniversitelerin araştırma bütçelerine ve döner sermayeden araştırma fonuna aktarılan paylara el konulmuş, bilimin önüne adeta set çekilmiştir.
Öğrenci harçları sürekli artırılmış öğrencilerimizin barınma, beslenme, burs ve sosyal yaşamında ilerleme olmamış, özgürlükler her alanda daha da engellenmiştir. Öğrencilerin örgütlenmelerinin önü açılmamıştır.
Devlet bütçesinden üniversitelere ayrılan pay, Diyanet işleri ve savunma harcamaları kadar olamamıştır. Devlet üniversitelerine de neoliberal politikaların etkisi ile girişimci olmaları ve kendi kaynaklarını yaratabilecek potansiyeller üretebilmeleri konusunda yaklaşımlar önerilmektedir.
Öğretim üyeleri yoksulluk sınırında; araştırma görevlileri, lisans ve doktora yapmış olanlar yoksulluk sınırı altında yaşamaya çalışırken, bilim üretmeğe gayret göstermiş, bütün bu olumsuzluklara rağmen uluslararası bilim arenasında ülkemizin standartlarını göreceli olarak yükseltmeğe çalışmışlardır.
Ne yazık ki son yıllarda, bilimsel araştırmalarda intihal (aşırma) olaylarına daha fazla rastlanması; geçen aylarda da uluslararası önemli bir yayın organında fizik bilimi alanında bazı öğretim elemanlarının ortaya çıkardıkları bilimsel yayınların intihal olduğu şüphesinin açığa çıkarılmış olması, ülkemiz bilimine ağır bir darbe olmuştur. Ne yazık ki İhsan Doğramacı ile başlayan, bazı rektör, hükümet adamı ve akademisyenlerin de içinde yer aldığı bu kirlenmeye sessiz kalan ve olayları örtbas etme gayreti içine giren o dönemlerin YÖK başkan ve üyelerinin ve bilirkişi sözde bilim adamlarının, bu yozlaşmada önemli payları olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu konuda başta YÖK'ü, Üniversitelerarası kurulu, rektörleri, dekanları ve tez ve akademik yükseltmede görev alan bilim adamlarını uyarıyor ve ciddi önlemler almaya çağırıyoruz.
Sivil demokratik bir anayasa hazırlanacak ise mutlak bilimin önderliğinde hazırlanmalıdır. Yükseköğretim ile ilgili anayasa maddeleri mutlaka üniversite bileşenlerine bırakılmalıdır. Yeni anayasa sivil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü olmalıdır. YÖK anayasadan çıkarılmalıdır. Üniversitelere belirli bir ideolojik sınır çizilmemelidir. Üniversitenin anayasada nasıl yer alacağı üniversitelere bırakılmalıdır. Anayasa tartışma süreci en az iki yıla yayılmalı, toplumun her kesiminden gelecek yapıcı eleştiriler mutlaka değerlendirilmelidir. Anayasayı; bir vatandaşlar topluluğuna, onların yönetimine veya birbirleriyle olan ilişkilerine ilgili olabilecek her şey şeklinde yorumlarsak, toplumsal dayanışmaya, uzlaşmaya dayalı bir anayasanın, özgür tartışma ve toplumsal katılımdan geçtiğini rahatça söyleyebiliriz. Bu nedenle tartışmaların türban ve laiklik eksenine dayandırılarak yapılmasını yeni anayasa hazırlığı için bir engel olarak görmekteyiz. Üstelik laiklik ilkesinin de yeniden tanımlanmasının önemine değinmek isteriz. Türkiye, çok kültürlülüğü  ile bir çok ülkeden farklılığını ortaya koymaktadır. Bu anlamda anayasada, Türkiye vatandaşlığı kimliği çerçevesinde kimlikler özgürleşmelidir. Farklı kimlikler ülkemizin zenginliğidir. Anayasada farklı din, dil, ırk ve kültürler mutlak gözetilmeli ve bir bütün olarak demokratik, laik cumhuriyet ilkeleri çerçevesinde özgürce, barış içinde birlikte yaşamanın ilkeleri benimsenmelidir.
Üniversitelerde bilimsel özgürlük, idari ve mali özerklik, katılımcı demokratik yapısal bir dönüşüm kaçınılmaz olmuştur. Üniversite öğretim elemanları, TCK'nın 301. ve 216. maddelerinin kıskacından kurtulup özgürlüklerine kavuşturulmalıdır. Merkezi-baskıcı yönetim modelinden kurtarılamadığı sürece özgürce bilim üretilmesi ve her konuda düşüncelerin özgürce ifade edilebilmesi söz konusu olamayacağı gibi, dünya biliminde de istenen düzeye gelebilmesi mümkün olamayacak ve toplumsal sorunlara gerçekçi bir çözüm üretmede yetersiz kalabilecektir.
--------------------------------------------------------------------------------
Erozyon telafi edilmeli
Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği olarak yukarıda üniversitelerimizi ve bilim insanlarımızı olumsuz yönde etkileyen bazı örnekleri verirken, üniversitelerin kendi içinde, akademik insanlar arasındaki iktidara yakın olma-iktidar gücünü kullanmadaki ilişkilerin getirdiği akademik etiğe uymayan davranışların, yozlaşma ve etkisizleştirilmede önemli faktörler olduğunu belirttik. Üniversiteler, bulundukları bölgede yaşayan toplum ve toplumsal sorunlardan uzak durmuş, kent yaşamı ile bütünleşmede varlık gösterememiştir. Bir yandan da gerici bir siyasi yapılanma ve iktidar baskısı ile ileride tamiri mümkün olamayacak siyasi bir yozlaşma içindedirler. 12 Eylül ile başlayan ve takip eden süreçte sistematik biçimde uygulanan politikalarla, üniversitelerin asli nitelik ve işlevlerinde ortaya çıkan erozyonun telafi edilebilmesi için siyaset, din ve piyasanın kıskacında bulunan üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliklerine yeniden sahip olmaları gereğinin önemini bir kere daha hatırlatıyor ve tüm üniversite bileşenlerini, bu yolda mücadele etmeye çağırıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkür ederiz.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.