Eğer ihbar kendisinden daha düşük pozisyonda bir akademisyenden
geliyorsa hemen karşı saldırı başlatıyorlar. İtibarsızlaştırma, ihbarı
yapanın akademik çalışmalarının mercek altına alınması, davalar ve hatta
cinayet!
Bugün
size bir dolandırıcılık türünü anlatmak istiyorum. Ama bu defa işin
içinde güzellik merkezleri, sosyal medya fenomenleri yok. Şatafatlı
hediyeler, “kitsch” kılık kıyafetler, pırlantalar, çil çil altınlar,
ortalığa saçılan dolarlar yok.
Aksine olay son derece ciddi mecralarda geçiyor, failler son derece
saygın isimler ve sonuçları itibarıyla sadece maddi kayıplar değil,
zaman zaman insan sağlığı gibi parayla satın alınamayacak değerde
kayıplar verilebiliyor.
Evet, akademide cereyan eden bir dolandırıcılık türünden, bilgi dolandırıcılığından söz etmek istiyorum.
Geçenlerde içinde yanlış bilgi, intihal yahut yanlış veri hesaplaması
bulunan makaleleri tespit eden ve bu makalelerin ya bizzat yazarları ya
da yayınlandığı derginin editörleri tarafından geri çekilmesini
sağlayan “Retraction Watch” (Geri Çekme İzleme) isimli kuruluş 2023 yılı
raporunu açıkladı.
Rakamlar inanılmaz. 2023 yılında 10 binden fazla makale içeriğinde
yer alan bilgilerde hata olduğu için geri çekilmiş. Nature dergisinde
yer alan bir başka çalışmaya
göre bu rakam 2013 yılında sadece bin imiş. 2022’de ise 4 bine ulaşarak
rekor kırmış. Fakat sayı geçen yıl gördüğünüz gibi katlanarak artmış.
“Gerçek rakam 100 bin olmalı”
Fakat asıl ilginç ve bir yandan da korkutucu olan uzmanların gerçek rakama dair tahminleri… The Guardian’da yer alan bir başka makaleye göre
10 bin aslında buzdağının sadece görünen yüzü. Olması gerekenin 10’da
biri… Evet, konunun uzmanları gerçekten geri çekilmesi gereken makale
sayısının 100 binin üstünde olduğunu söylüyor.
Yılda 100 binden fazla bilimsel makale bilerek ya da bilmeyerek
(ancak masum hataların oranının yüzde 20’yi geçemeyeceğini söylüyor
uzmanlar) insanları kandırıyor, bilim dünyasını manipüle ediyor ve hatta
hiç de nadir rastlanmayan durumlarda insan sağlığını kötü etkileyecek
bazı sonuçları bilimsel gerçek gibi bizlere sunuyor.
Peki
bunu niye yapıyorlar? Bir kere her şeyden önce bilimsel yayın yapmaları
gerekiyor. Terfi için, akademik statülerini yükseltmek için, üniversite
değiştirmek için veya eğitimlerini tamamlamak için…
En temel motivasyon bu. Kısa yoldan akademinin kendilerinden talep
ettiği içeriği üretmek… Yayın yapmak… Doçent olabilmek, profesör
olabilmek, doktorayı tamamlayabilmek… Akademiyi bilginin üretildiği yer
olmaktan çıkarıp altta kalanın canının çıktığı bir kariyer merkezine
çevirmenin doğal sonucu da diyebiliriz aslında.
Midjourney ile üretilen fare görseli
O hayalleri süsleyen akademik kariyere ulaşmanın kestirme yolları
çeşitli… En çok faydalanılan yöntem, yukarıda gördüğünüz örnekte olduğu
gibi yapay zekânın nimetlerinden faydalanmak...
Metinden görsel üreten yapay zekâ uygulaması Midjourney ile üretilen
bu fare görseli, beraberindeki saçma sapan terimlerle birlikte saygın
“Frontiers in Cell and Developmental Biology” dergisinde yayımlandı.
Xinyu Guo’ya ait makale sözde hakem kontrolünden iki hafta gibi kısa bir
sürede geçti, derginin editörü de tüm bu abukluğun ne hikmetse farkına
varmadı.
Makalenin görselleri pek tabii ki kısa sürede sosyal medyaya düştü ve
alay konusu oldu. Fakat hikâye her zaman böyle eğlenceli şekilde son
bulmayabiliyor. Retraction Watch’un bir de “Top 10” listeleri var.
Mesela makaleleri en çok geri çekilen akademisyenlerin listesi de burada
yer alıyor.
194 makalesi ‘sorunlu’ çıkan Alman tıpçı
Listenin ilk sırasında Alman bir anestezist yer alıyor: Joachim Boldt.
Joachim Bey’in -şaka yapmıyorum- tam 194 makalesi geri çekilmiş. Hayır,
bir akademisyenin 194 makalesi olmasına mı şaşalım, artık akademik
hayatında kaç tane makale yazdıysa bunların 194’ünde sorun yaşanmasına
mı?
İşin şakaya gelmeyecek kısmı ise şu: Sayın Boldt 1990 ile 2009
arasındaki yayınlarında kan ikamesi bir ürünün ne kadar da hayat
kurtardığına dair kanıtlar sunmuş, ancak sonrasında bu ürünün ölüme veya
akut böbrek yetmezliğine sebebiyet verebileceği ortaya çıkmış.
Organize işler bunlar…
Bu akademik dolandırıcılık meselesinin “organize” bir yanı da var.
Yani her seferinde kendinize uydurma bir makale üretmek için bizzat
uğraşmanız gerekmiyor. Parasını ödeyerek işi “ehline”
bırakabiliyorsunuz. Üstelik hakemli bir dergide yayınlanma garantisini
de alarak…
Organize kısım iki koldan ilerliyor: Birinci kol -bunlara “kâğıt
fabrikası” deniyor- para karşılığı akademik görünümlü makaleler
üretiyor. Ücreti karşılığında sağlanan hizmette kâğıt fabrikaları
makalenin sonuç kısmında istenilen sonucu verecek datayı üretiyor ve bu
hayali data üzerinden makaleyi oluşturup “müşteriye” hazır bir şekilde
teslim ediyor.
İkinci kol ise gerçekten dizisi çekilebilecek kadar tuhaf. Yine aynı
organize çetenin bir parçası olarak bazı isimler dergilere hakem olarak
yazılıyor. Bu bazen sahte akademik kimlikler yaratılması, bazen
dergilerin editörlerinin rüşvetle satın alınması yoluyla gerçekleşiyor.
Yani bu “fabrikalar” resmen içeriye “ajan” sokuyor ve bu ajanların
uydurma makaleyi okumadan kabul etmesini sağlıyor.
Çok manyakça değil mi?
Son bir noktanın daha altını çizerek yazıyı bitireyim istiyorum. Peki
neden 100 bin makale geri çekilmesi gerekirken buzdağının görünen
ucunda sadece 10 bini tespit edebiliyoruz? Akademisyenler kendilerine
yönelik sahtecilik iddialarına çok ama çok sert tepki veriyor. Özellikle
de suçlularsa…
Eğer ihbar kendisinden daha düşük pozisyonda bir akademisyenden
geliyorsa hemen karşı saldırı başlatıyorlar. İtibarsızlaştırma, ihbarı
yapanın akademik çalışmalarının mercek altına alınması, davalar ve hatta
cinayet!
Cinayete varan akademik ‘true crime’
Evet, inanması güç ama iş ihbar sahibini öldürtmek için kiralık katil
tutmaya kadar gidiyor. 2006 yılında Bangladeş’te yaşanan olayda
Rajshahi Üniversitesi’nde doçent olan Mia Muhammed Muhiddin, 11 makalesinin 10’unda intihal ve çarpıtma tespit eden Prof. Syed Tahir Ahmed’i adam tutarak öldürtüyor.
Uzun süren yargı sürecinin ardından Bangladeş yasalarına göre ölüm
cezası verilen iki kişi, intihalci akademisyen Mia Muhammed ve cinayeti
işleyen diğer isim, aradan geçen 17 yılın ardından geçen yılın
ortalarında asılıyor!
Tüketirken tükeniyoruz
Tüm bu olup bitene biraz dışarıdan bakmaya çalışıyorum. Aklım beni yine daha önceki yazılarda vurgulamaya çalıştığım o noktaya çıkarıyor:
Bilgi çağını hiç böyle planlamamıştık!
Tüm dünyanın bilgisini telefon kabloları üzerinden birbirine
bağlarken… Bir metnin bir bölümünü kopyalamayı kolaylaştırmak adına
“copy-paste” tuşlarını icat ederken… Yapay zekâ dil modelleriyle tüm
makalelerin saniyeler içerisinde hemen her dile çevrilmesini sağlarken…
Fakat ne olduysa oldu, bilginin en çok olduğu yerde cehalet, paylaşımın en yoğun olduğu yerde hırsızlık aldı başını gitti.
Sistem neyi bir ürüne dönüştürdüyse, neyi önümüze mebzul miktarda sunduysa eş zamanlı biçimde onun içini de boşalttı.
Şimdi artık derya deniz kütüphanelere saliseler uzakta daha az
okuyor, binlerce filmlik arşivlerin yanında daha az izliyor, milyonlarca
şarkılık veritabanlarının arasında daha az dinliyoruz.
Her şey o kadar “çok” ki… Yoruluyoruz. Yoruldukça paylaşmak yerine araklıyor, öğrenmek yerine tüketiyoruz.
Ya da aslında tükettiğimizi sanırken tükeniyoruz…
Bilemedim.