NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın

2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

Bilim Akademisinin Sahte Belge ve İmza Üretimi Hakkındaki Açıklaması (2025) lütfen tıklayın

“Sahte Diploma Soruşturması” Hakkında Kamuoyu Bilgilendirmesi - Türkiye Barolar Birliği (2025) lütfen tıklayın

9 Ekim 2025

Doç. Dr. Zafer KALFA - Akademinin Karanlık Yüzü (Akademik Akıl)

1. Bölüm

Ülkenin gündemi yoğun. Aslında bakılırsa tüm dünya yeni bir evreye girdi ve neredeyse her ülke bu tuhaf süreçten nasibini alıyor. Öneriler konusunda ise sorunun derinliğini kavrayamamış kesimlerin sesi ne yazık ki gür çıkıyor; bir tarafta insanı makineye indirgeyen sömürü sistemi, öte yanda cinayetlerin yalnızca ceza artırımıyla son bulacağına inanan öfkeli kalabalıklar. Bu sırada ister bilimsel, isterse de sanatsal ve hatta teolojik olsun eğitimin insan benliğine, ruhuna ve aklına şırınga edilebilecek en faydalı ilaç olduğu unutuluyor. Dahası; eğitimin gerekliliği hususunda sessizliğini koruyanlar arasında bizzat eğitimden sorumlu olanlar da var. Bilimsel, akademik ve evrensel eğitimin merkezinde yer alan üniversiteler, ülkenin ve dünyanın sorunlarına karşı neredeyse hiçbir mantıklı çözüm önerisi sunamıyorlar. Neyse ki bir “sahte diploma” olayı patlak verdi de gözler yeniden akademiye çevrildi.

Uzmanlık alanlarını kısır ve sığ tekrarlara hapsetmiş, yeni fikirler yerine o baygınlık verici yazım kurallarını kutsamış, 2547 sayılı kanunun kendisine tanıdığı ayrıcalıkları üretimi artırmak için değil çekemediği akademisyeni bezdirmek için kullanmayı olağanlaştırmış bu topluluğu elbette ki yine akademisyenler kendine getirecektir. Fakat bu gücü ve azmi kendinde gören azınlığın da bıkma, cayma, vazgeçme aşamasına gelmekte olduğu dikkat çekiyor. Toplumun genelinden gördükleri saygıya rağmen öğretim üyelerinin, artık kendilerini bilimsel / eğitsel yönden geliştirme çabasında olmadıkları göze çarparken ideal olandan uzaklaşmamakta direnenlerin çeşitli baskılar nedeniyle yoldan çekilme kararı almaları da aynı derece üzücü.

Bunları düşünürken elime, İlhan Arsel’in bir kitabı geçti: Biz Profesörler[1]. Arsel, 1949 yılında başlayan akademik yaşamını 1976 yılında istifa ile sonlandırmış bir profesör. Kitap da aslında bir özeleştiri. Yazarın kelimeleriyle; akademisyenlerin “karakter ve bilimsellikten” ve de “ulusal benlikten yoksunluğunu” ele almak amacıyla yazılmış. Örneğin şu başlangıç cümlesi dikkat çekiyor: “Biz Profesörler, tıpkı bizden öncekiler gibi bilgisiz, bilinçsiz ve yetersiz yönlerimizle her kötü gidişe daima seyirci, her haksızlığa daima omuz silkici, her haysiyetsizliğe daima boyun eğici bir zihniyetin temsilcileriyiz”.

Ne yazık ki yıllar öncesine ait bu cümleler bugünün akademisyenlerine dahi abartılı gelmeyecektir. Zira aradan bunca yıl geçmesine rağmen karşılaşılan manzara Arsel’in tarif ettiğinden (elbette burada sadece unvanı profesör olanlar kast edilmiyor) pek de farklı değil. Şaşırtıcı kısmı ise kitabın sayfalarını çevirmeyi sürdürdükçe sayın profesörün, şikâyet ettiği o safta konumlanmaktan kendini de alıkoyamadığına tanıklık edilmesi. Bugün dahi akademinin en belirgin kusurları olan “haset ve ihtiraslar”, “çıkarcılıklar ve küçük hesaplar” konusundaki rahatsızlığını ifade eden yazar, kitabın geri kalanını başka bir profesörü eleştirmeye, onun kendisi hakkındaki iddialarını çürütmeye, onunla yarışmaya adamış gibi. Arel’in, saygı duyulacak bir dürüstlük ile ortaya koyduğu zafiyetlere -farkında olarak ya da olmayarak- iştirak etmiş olması, bu hastalığın önlenemez bulaşıcılığını gösteriyor.

Sayın Arel’in bahsettiği yıllardan bu yana akademi, bahsi geçen hususlarda herhangi bir ilerleme gösterememiş gibi duruyor. Aynı omuz silkici, aynı boyun eğici tutum ziyadesiyle sürüyor. Örneğin genel kanı bugün de akademinin liyakatten uzak bir kurum olduğu yönünde. Hatırlanacaktır, 2020 yılının Kasım ayında bir öğretim üyesinin vefatı üzerine rektörlüğün yayınladığı başsağlığı mesajında ikisi akademik tam dört üniversite çalışanının (akrabasının) adı geçiyordu. Yakın zaman önce ise başka bir üniversitenin Orman Fakültesi’ne usulsüz bir atama yapıldığı, bununla yetinmeyen rektörlüğün usulsüzlüğe itiraz eden öğretim üyelerine de soruşturma açtığı Oda Tv’nin bir haberi ile öğrenilmişti. Örnekleri çoğaltmak ne yazık ki hiç zor değil. YÖK dahi artık dayanamayıp bu kişiye özel ilanlara son verilmesi çağrısında bulunuyor. Buna rağmen, akademisyenlerin çoğu, atamaların ve unvanların hakkaniyete uygun olmadığı görüşünde ama daha kötüsü şu ki itiraz etmenin faydası olmayacağı kanaati kemik gibi yerleşmiş.

Bir diğer husus, akademisyenlerin bilimsel / sanatsal çalışmalar yerine amir-memur mantığında sömürülmesi. Araştırma Görevlisi olarak akademik yaşamına başlayanlar, lisansüstü eğitimleri bitene kadar dekanın ya da bölüm başkanının adeta yardımcısı; açık olmak gerekirse hizmetçisi gibi çalışıyor, çalışmak zorunda kalıyor. Bu araştırma görevlisi, öğretim üyesi unvanı aldığı gün ise aynı sığ mantıkla hareket edip alttan geleni kendi hizmetçisi gibi görüyor. Bu neden ile binlerce araştırma görevlisi asıl işi olan araştırmayı layıkıyla sürdüremiyor ve ne yazık ki bu durum artık yadırganmıyor. Akademik çalışmaların vasıfsızlığı ise artık inkar edilemez boyutlarda. Dekan ve hatta Rektör olabilmiş onlarca akademisyenin sayılamayacak kadar çok intihali (bilimsel hırsızlığı) tespit edildi, ediliyor. Bağlı bulundukları üniversiteler (ya da YÖK), gülünç denebilecek nedenlerle tecziye kararı alırken böyle ciddi bir konuda nadiren disiplin işlemi yapıyor. Lisansüstü düzeydeki birimlerde çok sayıda profesör, aslında her ay görüşmesi gereken tez öğrencilerini yılda bir ya da iki kere görüyor hatta bazı öğretim üyeleri görevlendirildikleri derslere dahi girmeye tenezzül etmiyor. Dolayısıyla yazılan tezlerin büyük kısmı yetersiz, etkisiz, verimsiz. Öğrenciler ise derslerin sıkıcı geçmesinden, dersi veren öğretim elemanının alanında yetkin olmadığının açıkça görülmesinden, bilimsel ve evrensel olması gereken eğitimin ödev- sunum – sınav üçgenine sıkıştırılmasından şikâyetçi.

Elbette akademinin tek sorunu bunlar değil. Üniversitelerin tam bir mobbing cehennemine dönüştüğü gerçeğinin üzerini artık kimse örtemiyor. Rakamlar gösteriyor ki, mobbing (bezdirme, yıldırma) suçunun en sık işlendiği beş kurumdan bir tanesi akademi (sıralamada üçüncü). İstifa eden öğretim elemanlarının yüzde 4’ü maaşını az bulduğu için bu kararı almışken yüzden 39’u baskı ve yıldırma girişimlerine dayanamadığı için kurumundan ayrılmak zorunda kaldığını dile getiriyor. Dikkat ediniz, bu yüzde 39 mobbinge maruz kalanların değil, yalnızca dayanamayıp istifa eden Türk akademisyenlerin oranı. Bilim Akademisi Derneği’nin bir çalışmasına göre ise akademide ruhsal baskıya maruz kalmış ya da bu suça tanıklık etmiş akademisyenlerin oranı yüzde 76’nın üzerinde. Korkunç bir tablo. Evrensel çapta çalışmalar yürütmekle ve bunları gençlerin eğitiminde kullanmakla görevli akademisyenlerin büyük kısmı ruhsal tedavi almadan mesleğini sürdüremiyor. Mobbing ile Mücadele Derneği’nin raporları da acı gerçeğe dair benzer sonuçlar ile dolu: Amirin aşağılaması, kadronun verilmemesi, nitelik dışı görevlendirmeler, iftira, tehdit, usulsüz soruşturmalar. Bunlar ne yazık ki ülkemiz üniversitelerinde görev yapan öğretim elemanlarının pek sık karşılaştığı sorunlar haline gelmiş durumda. Mahkemelerimiz bu nedenler ile açılmış binlerce davaya bakıyor. Üstelik akademisyenlerin büyük kısmı dava açmanın hatta üst birimlere şikayette bulunmanın işe yaramayacağına inanarak sessiz kalıyor.

Bu hususta önemli bir başka detay ise hukukî işleyişle ilgili. Baskı ya da haksızlığa uğramış bir akademisyen mahkemece haklı bulunsa dahi bu durum maalesef üniversite yönetiminin suçlu bulunacağı anlamına gelmiyor. Sık karşılaşılan örnek olarak; bir idare mahkemesi örneğin usulüz bir atamayı ya da yine usulsüzce yürütülen bir soruşturmayı durdurabiliyor, iptal edebiliyor ama bu usulsüzlüğü yapan rektörlük ya da dekanlığa herhangi bir ceza veremiyor.

Bunca usulsüz, kanuna ve dahası vicdana aykırı işlem yürüten yönetimlerin güvendiği nokta da tam burası. Kısacası mağdurun haklı bulunması, onu mağdur edenin haksızlık yaptığı anlamına gelse de, yapanın yanına kâr kalıyor. Baskı altındaki akademisyenin bunun için savcılığa ayrıca suç duyurusunda bulunması gerekiyor ki üniversite yönetimleri buna karşı da çoğu zaman hazırlıklı. Şayet akademisyen dişli çıkar ve hakkını aramak için mücadeleye devam ederse kurum, onu yıldırmak için her türlü girişimde bulunmaktan çekinmiyor ve örneğin birimi / alanı dışında bir görevlendirme dahi yapabiliyor.

Tüm bunlara rağmen akademisyenler tepkisiz, Arsel’in deyimiyle “boyun eğici” ve ne yazık ki yılda bir kez sosyal medyadan açtıkları akademik zam başlığı dışında herhangi bir talepte bulunmak akıllarına gelmiyor. Hal böyle olunca, hukuken de büyük suç kabul edilen mobbing görkemli unvanların ardında sessiz sedasız ama vahşice sürüyor.

2. Bölüm

Doğrusunu belirtmek gerekirse devletin akademisyenler için yaptığı maaş zamları gerçekten yetersiz. Öte taraftan akademisyenlerin, talep ettikleri maaş zammını hak edip etmedikleri de ayrı bir tartışma konusu. Örneğin yazılan makalelerin bilimsel değeri yok denecek kadar az. Birçoğu başka makalelerden alıntılar ile dolu ve hiçbir sonuç, öneri, katkı sunmuyor. Üstelik bu meslek gurubunda yaygınlaşan bazı yazım hileleri de değer yargılarının aşındığının kanıtı. Örneğin iki, üç hatta dört yazarlı makalelerin kimi zaman aslında tek bir kişi tarafından yazıldığını ve diğer yazar / yazarların yalnızca teşvik puanı alabilmeleri için yazar listesine dâhil edildiğini biliyoruz. Bunu genelde aynı odayı paylaşan yani samimi olan veya karı-koca akademisyenler yapıyor. Kimi zaman da danışmanlık vasfı bulunan üst unvanlı öğretim üyesi öğrencisine yaptırıyor. Makaleye hiçbir katkısı olmayan öğretim üyesinin tez öğrencilerine öğrettiği (evet ne yazık ki öğrettiği) bu küçük hile ile onlarca makalenin yazarı olarak göründüğünü, bu sayede teşvik puanı aldığı da biliniyor. Yükselme / atanma şartını yerine getirebilmek için kendi kendisine atıf yapan ya da bunu yine oda arkadaşına, karısına / kocasına yaptıran öğretim üyelerinin sayısı ise ürkütücü boyutta.

İstisnalar dışında pek çok yayın, akademisyenin yorumundan, öznel görüşünden yoksun ve kopya. Hal böyle olunca öğrenci de aynı yolu izlemekte sakınca görmüyor ve kendine ait bir fikri, keşfi, deneyi olmayan saysız akademisyen üniversite amfilerinde ders verir konuma gelebiliyor. Akademisyen yorum yapmaya, iddiada bulunmaya korkuyor ya da buna gerek dahi görmüyor. Zira sözüm ona bilimsel dergilerin hemen hemen hepsi yazım kuralları dışında bir beklenti içinde zaten değil. Sonuç itibariyle binlerce akademik makale, akademisyenler dışında kimse tarafından okunmuyor. Hatta artık akademisyenler de okumuyor ve bu yayınlar, yalnızca tez yazan öğrencilerin kopyala-yapıştır tekniği için kullanılıyor.

Gerek kanuna gerekse vicdana ters onlarca uygulama üniversitelerde artık olağan bir almış durumda. Mesela bazı akademisyenlerin derslere dahi girmediği, üstelik yasaya aykırı olmasına rağmen tez aşamasındaki öğrenciyi derse sokup o sırada özel işleriyle meşgul olduğu ve dahası girmediği bu derslerin ek ders ücretini aldığı bilinmesine rağmen bunun da önüne geçilemiyor.

3. Bölüm

Son yıllarda YÖK, bir dizi önlem almayı denemiş olsa da bahsettiğimiz usulsüz ve klişe uygulamalar o denli alışıldık hale gelmiş ki akademilerde arzu edilen huzurun elde edilmesi neredeyse bir hayal. Yetmezmiş gibi şahsî hesaplaşmalar, kısır çekişmeler ve en basitinden kıskançlıklar nedeniyle en köklü üniversitelerimiz dahi birer cadı kazanına dönüşmek üzere. Türkiye üniversiteleri, belki de yarım asır sonra ilk kez tarikat ve cemaatlerin esaretinden kurtulma fırsatı yakalamışken bu defa da kişisel ego savaşlarının ağır bastığı bir ortama hapsoluyor. Yaygın tabir ile söylemek gerekirse; çanta ve kahve taşıyanlar hiçbir zorluk çekmeden unvan alırken meslek hayatını bilime ve araştırmaya adamış yüzlerce, belki de binlerce akademisyen bezdiriliyor, bıktırılıyor. Bir eğitim öğretim yılının yarısından fazlasını izinde, gezide veya tez öğrencisi üzerinden aldığı ödenekle tatilde geçiren profesörler, onlarca proje üretmiş, üstelik hiç teşvik almadan sanatsal / bilimsel faaliyetler gerçekleştirmiş akademisyenlerin önünü kesmek için her yolu mubah görebiliyor.

Yapılan bir başka araştırmaya göre, üniversitelerde gerek akademisyenlerin gerekse memurların muhatap olduğu disiplin soruşturmalarının yarısından fazlası usulsüz. Verilen cezaların yüzde 62’si ise delile dayanmıyor (bunların küçük de olsa bir kısmı idare mahkemelerince iptal edilmiş). Somut veriler haricinde; genel kanı ise başarılı ve sevilen ancak şahıslara itaat etmeyen akademisyenlerin mobbing mağduru olduğu yönünde. Ödeneklerin heba edilmesi, laboratuvarların depo gibi kullanılması ve derslerin fotokopi hatta whatsup aracılığıyla sürdürülmesi de cabası.

Sonuç olarak Türkiye, çok daha önemli olduğu zannedilen sorunların gölgesinde kalmış bir büyük yara nedeniyle kan kaybediyor. Geleceğin bilimcileri, tarihçileri, sporcuları veya sanatçıları istesek de istemesek de bu üniversitelerden çıkacak ve kamuya, her birimizin hayatına karışacak. Şu halde ilgili makamların, daha ivedi gördükleri meseleler ne olursa olsun, akademilerdeki artık kemikleşmiş bu sorunlara el atmaları şarttır.


[1] Kaynak Yayınları,1997.

15 Ağustos 2025

Doç. Dr. Ergül HALİSÇELİK - Liyakat öldü, kul hakkı çiğnendi: Ahlaki çöküşün adı sahte diploma (12punto)

Bir milletin geleceği, evlatlarının aldığı eğitim ve sahip olduğu liyakatle şekillenir. Eğitim kurumlarının amblemini taşıyan diplomalar, bilgi ve emeğin onay belgesidir. Ancak bugün Türkiye, yalnızca bireysel bir sahtekârlık değil; alın terinin, emeğin ve adaletin göz göre göre gasp edildiği sahte diploma krizi ile karşı karşıya. Yıllarca ders çalışıp sınavlarda ter döken, emeğiyle bir yere gelmeye çalışan milyonlarca gencin hayalleri, birkaç sahte belgeyle çalınabiliyor. Liyakatin yerini torpil, emeğin yerini sahtekârlık aldığında, yalnızca belgeler değil, bir ülkenin vicdanı da sahteleşir. Bu kriz, kâğıt üzerindeki bir mühürden ibaret değil; yarınlarımızı kime emanet edeceğimiz sorusunun tam merkezindedir. Temelinde ise yıllar içinde gevşeyen denetimler, esnetilen kurallar ve liyakatın geri plana atılmasıyla beslenen yapısal bir erozyon yatmaktadır. Sahte diplomalar, emeğin, bilginin ve adaletin nasıl yok sayıldığının en görünür sembolüne dönüşmüş; devletin vicdanını ve toplumun adalet duygusunu çürüten bir tablo ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle meseleyi, hem teknik boyutuyla hem de tarihsel kökleriyle ele almak, gerçek bir çözüm için zorunludur.

Yakın olan makama, ehil olan kenara: Ekonomik çıkar düzeninin ahlaki yıkımı

Türkiye’de son dönemde ortaya çıkan sahte diploma skandalı, ülkenin uzun süredir içinde bulunduğu rant ekonomisinin en çarpıcı yansımalarından biri olarak hafızalara kazındı. Kısa vadeli çıkarların, liyakat yerine sadakatin ödüllendirildiği bu sistemde; partizanca atamalar, torpilli işe alımlar ve kamu kaynaklarının belirli gruplara aktarılması artık sıradanlaşmış durumda. Bu yozlaşmış düzen, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal çöküşü de hızlandırıyor.

Rant ekonomisi, çıkar ilişkilerine dayalı bir döngü oluşturuyor: Taraflar, istediklerini elde ettikleri sürece sistem devam ediyor; çıkar dengesi bozulduğunda ise krizler kaçınılmaz hâle geliyor. Bugün yaşanan ekonomik dar boğaz, bu sürdürülemez yapının artık tıkandığının en açık göstergesi. Sahte diploma olayı ise bu çürümenin sembolü haline gelerek, liyakatin tamamen göz ardı edildiğini, ehil olmayan kişilerin kritik görevlere getirildiğini gözler önüne serdi.

Ekonomide yıllardır süren “ahlaksız büyüme” modeli, siyasette ve kamu yönetiminde de kendini gösteriyor. Kamu yönetimindeki bu yozlaşma yalnızca bugünü değil, gelecek nesilleri de etkiler. Gençler, emeğin değil ilişkilerin ödüllendirildiğini gördükçe adalet inancı zayıflar. Bu da toplumsal huzurun ve üretkenliğin uzun vadede çökmesine yol açar. Liyakatin yok sayıldığı bir düzen, eninde sonunda hem devleti hem de milleti zayıflatır. Bu düzen, kamu kurumlarını ehil olmayanların eline bırakıp dürüst çalışanları kenara itebilir.

Güvenin erozyonu, yapısal yozlaşmanın yükselişi

Ekonomik ahlaksızlık, zamanla bireylerin etik dışı davranışları olağan kabul etmesine yol açıyor. İnsanlar, haksız rekabetin kaçınılmaz olduğuna, başkalarının hukuksuz yollarla avantaj sağlayacağına inandıkça, bu çarpık düzene uyum sağlama eğilimine giriyor. Böylece hem iş dünyasında hem de günlük yaşamda yozlaşmayı besleyen bir kısır döngü oluşuyor.

Sahte diploma skandalı, bu döngünün kurumsal boyutunu gözler önüne serdi. Şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzaklaşan kamu kurumlarında, liyakat yerine sadakatin tercih edilmesi, devletin her kademesinde işlevsizliğe yol açıyor. Halkın kamu yönetimine duyduğu güven sarsılırken; adalet, fırsat eşitliği ve dürüstlük ilkeleri kâğıt üzerinde kalıyor.

Yolsuzluğun kalıcı hale gelmesi, kurumsal ahlaki çöküşü derinleştiriyor. Sahte diplomayla göreve gelenler yalnızca görevlerini kötü icra etmekle kalmıyor; aynı zamanda nitelikli kadroların önünü kapatarak devletin ve toplumun gelişimini baltalıyor. Hukuki, politik ve sosyo-ekonomik yapıyı saran bu çürüme, politik kutuplaşma ve keyfi yönetim anlayışıyla birleştiğinde, demokratik düzenin temel taşlarını tehdit ediyor.

Bir belgenin değeri, onu hak edenin emeğiyle ölçülür. Ancak yetkinlik yerine yakınlığın ödüllendirildiği bir sistemde, belge yalnızca bir formaliteye dönüşür. Bu anlayış, vasıfsız kişilerin önemli görevlere gelmesini olağanlaştırırken liyakatli kişilerin dışlanmasına yol açar.

Sahte diplomalar ancak denetim mekanizmalarının çürümesiyle varlık bulur. Bugün Türkiye’nin sorunu, sadece eğitimde değil; kontrol ve hesap verme kültürünün yok olmasındadır. Kamu kurumlarının ehil olmayanların eline bırakılması, dürüst çalışanların ise kenara itilmesi, “nasıl olsa sorgulanmaz” anlayışını pekiştirerek sahte diplomayı normalleştiren bir ortam yaratmaktadır.

Güvenin çöküşü, adaletin ölümü

Bir toplum, yönetenlerine güvenini kaybettiğinde; ekonomi durur, adalet zedelenir, sosyal barış bozulur. Güven, devlet ile vatandaş arasındaki en temel bağdır. Bu bağ zedelendiğinde, insanlar emeğinin karşılığını alacağına inanmaz. Böyle bir ortamda çalışkanlık, dürüstlük ve üretkenlik yerini umutsuzluk ile kayıtsızlığa bırakır. Güven kaybı, yalnızca bireyleri değil, bütün toplumsal düzeni sarsan sessiz bir yıkımdır.

Sahte diploma krizi, adil ve eşit fırsat ilkesine vurulmuş ağır bir darbedir. Bu skandal, yalnızca hukukun değil, emeğin ve liyakatin de ihlalidir. Dahası, diplomasını alnının teriyle kazanan milyonlarca gencin emeğini hedef alarak onların adalet duygusunu zedeler, geleceğe dair inançlarını kırar.

Her sahte belge, çalınan bir gelecek: Skandalın adli ve idari boyutu

Sahte diploma skandalı, yalnızca bireysel bir sahtekârlık değil; dijital güvenlik ve denetim mekanizmalarındaki ciddi açıkların ürünü olarak ortaya çıktı. Türkiye bugün, birkaç kişinin değil, devletin en kritik damarlarına sızan planlı ve yaygın bir düzenle yüzleşiyor.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianamesine göre, üst düzey kamu kurumu yöneticilerinin elektronik imzaları kopyalanarak çok sayıda kişiye sahte diploma ve belge düzenlendi. Sahte e-imzalar aracılığıyla, köklü üniversiteler de dâhil olmak üzere birçok kurumun sistemine izinsiz giriş yapıldı ve usulsüz belgeler oluşturuldu. Soruşturma, bu durumun münferit değil, organize ve sistematik bir yapının sonucu olduğunu ortaya koyuyor. İddianamede şüphelilere yöneltilen suçlamalar arasında şunlar yer alıyor:

• Usulsüz e-imza üretimi ve kamu sistemlerine yetkisiz erişim

• Sahte lise, lisans ve yüksek lisans diploması düzenlemek

• Not ortalamalarını usulsüz şekilde yükseltmek

• Sahte ehliyet belgesi düzenlemek

• Ehliyet sınavı yazılı ve direksiyon notlarını değiştirmek

Bu tablo, yalnızca belgelerin sahteliğini değil; aynı zamanda o makama liyakatle gelebilecek kişilerin haklarının gasp edildiğini gösteriyor. Her bir sahte diploma, hem emeğin hem de adaletin yok sayıldığının kanıtı niteliğinde. Yaşananlar, denetim mekanizmalarında köklü ve kapsamlı bir temizlik ihtiyacının ertelenemez olduğunu ortaya koyuyor.

Duvarlar yüksek, kapı içeriden açık: Diploma krizinin teknik boyutu

Sahte diploma sorunu, yalnızca ahlaki değil; teknik ve kurumsal denetim zafiyetlerinin de bir sonucudur. Resmî makamlar, dijital sistemlerin güçlü güvenlik katmanlarına sahip olduğunu vurgulasa da sahada yaşanan vakalar, bu koruma zincirinin kritik noktalarda delindiğini göstermektedir. Görünürde “kapalı devre” işleyen sistemler, pratikte insan hatası, yetki suiistimali veya yazılım açıklarıyla aşılabilmektedir. Kısacası, duvarlar ne kadar yüksek olursa olsun, içeriden açılan küçük bir kapı tüm güvenlik mimarisini işlevsiz bırakabilir.

Teknolojik altyapı ne kadar güçlü olursa olsun, onu yöneten irade şeffaf ve bağımsız değilse, güvenlik önlemleri kâğıt üzerinde kalır. Asıl zafiyet, teknik sistemlerden çok kadrolarda ve işleyişte ortaya çıkmaktadır.

YÖKSİS ile e-Okul sistemlerinin tam entegre olmaması, e-imza ve dijital sertifikaların kötüye kullanılabilmesi, sahte belgelerin dijital ortamda kolayca üretilebilmesi bu krizin zeminini hazırlamaktadır.

BTK’nın sorumluluğunda verilen e-imzalarda kimlik kontrol süreçlerinin yetersiz kalması, bazı kamu görevlilerinin imzalarının yasa dışı yollarla ele geçirilmesine ve bu imzalarla e-Devlet ile YÖK sistemlerine sahte diplomaların yüklenmesine yol açmıştır. Bu belgeler, resmi veri tabanlarında meşru görünecek şekilde işlenmiştir.

En basit doğrulama yöntemlerinin uygulanmaması ve bağımsız kontrol mekanizmalarının eksikliği, sürecin en kritik açıklarından biridir. E-imza kullanımında iki faktörlü doğrulama (2FA) gibi standart güvenlik adımlarının atlanması; SMS, e-posta onayı veya kullanıcıya doğrudan “Bu siz misiniz?” sorusunun yöneltilmemesi, sistemi savunmasız bırakmıştır. YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı ve SGK arasında çapraz veri kontrolü yapılmaması, sahte belgelerin uzun süre fark edilmeden kalmasına neden olmuştur. QR kod veya blockchain tabanlı diploma doğrulama sistemlerinin devreye alınmamış olması da bu riski artırmaktadır.

Bazı kritik kamu sistemlerinde e-imzanın tek yetki kaynağı olarak kullanılması, güvenliği zayıflatan başka bir unsurdur.

Sertifika kullanımındaki olağandışı hareketleri gerçek zamanlı tespit edecek mekanizmaların eksikliği; aynı IP üzerinden kısa sürede yapılan çoklu başvuruların, benzer T.C. kimlik numaralarının veya tekrar kullanılan belgelerin tespit edilmesini engellemektedir. Personel alımlarında yalnızca beyan ve fotokopi belgelerle işlem yapılması, orijinallik kontrolünü tamamen devre dışı bırakmaktadır.

Tüm bunlara ek olarak, bazı vakalarda soruşturmaların siyasi veya kurumsal baskılarla durdurulması, krizin çözümünü daha da zorlaştırmaktadır. Bu tablo, teknik güvenlik kadar bağımsız, kararlı ve etkili bir denetim kültürünün de hayati önem taşıdığını açıkça ortaya koymaktadır.

Bürodan amfiye, sınıftan eve: Kul hakkı ve ahlaki çöküşün zincirleme etkisi

Bir Bürokrat Olarak: Kamu görevine sahte diploma ile gelmek, daha ilk günden kul hakkı yemektir. Hak edilmemiş maaş, yetki ve imkân, başkasının emeğini gasp eder; kurumsal güveni eritir, dürüst bürokratları sistemden uzaklaştırır.

Bir Akademisyen Olarak: Sahte diploma, yıllarını bilime adamış akademisyenin emeğini hiçe sayar. Üniversiteler, bilgi üreten kurumlar olmaktan çıkar; kişisel ve siyasi çıkar odaklarına dönüşür.

Bir Öğrenci Olarak: Diploma, hayallerin ve alın terinin simgesidir. Sahte belgeyle öne geçen biri, çalışarak kazanma inancını zedeler. Bu adaletsizlik, gençleri ya umutsuzluğa iter ya da “ben de böyle yol alırım” anlayışına sürükler.

Bir Fedakâr Veli Olarak: Çocuğunu okutmak için ekmekten, ısınmadan, tatilden kısan; bazen ikinci bir işte çalışan veya tarlada daha fazla mesai yapan veliler için diploma, aile emeğinin ve fedakârlığının sembolüdür. Sahte diploma, sadece çocuğun hakkını değil; ailenin onurunu ve umudunu da gasp eder. Velinin inancı kırıldığında, çocuğun eğitime olan güveni de sarsılır.

Boş unvanlar ülke taşımaz: Etik devlet ve şeffaf denetim

Bu tür skandalların önüne geçebilmek için:

Liyakat esaslı atamalar yasal güvence altına alınmalı.

Diplomalar, bağımsız ve güvenilir doğrulama mekanizmaları ile teyit edilmeli.

Kamu kurumlarında şeffaflık ve hesap verebilirlik, vazgeçilmez yönetim ilkesi haline gelmeli.

Etik eğitim, toplumun tüm kesimlerinde yaygınlaştırılmalı.

Devlet, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda ahlaki liderlik de göstermek zorundadır. Çünkü ahlaki çöküş, birkaç sahte belge vakasından ibaret değildir; bu, bir ülkenin geleceğini sessizce ama derinden karartan en büyük tehdittir. Bir ülkenin gerçek sermayesi, diploması değil, liyakatidir; o elden giderse, geriye sadece boş unvanlar kalır.

Medeniyetleri ayakta tutan sessiz güç: Liyakat

Liyakat, yalnızca modern çağın bir yönetim ilkesi değil; insanlık tarihi boyunca adaletin ve düzenin temel taşlarından biri olmuştur.

İslam tarihinde, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed, görev ve yetki verirken akrabalık bağına değil, ehliyet ve güvenilirliğe önem vermiştir. “İş ehil olmayana verildiğinde kıyameti bekle” hadisi ve Hz. Ali’nin “Bir insanı layık olmadığı yere koymak zulümdür” sözü, liyakatsizliğin toplumu çökerten en büyük tehlikelerden biri olduğunu vurgular. Mekke’nin fethinden sonra Kâbe’nin anahtarlarının, hizmeti ve güvenilirliğiyle tanınan Osman bin Talha’ya teslim edilmesi, bu anlayışın çarpıcı örneklerinden biridir.

Eski Türklerde ise Orhun Yazıtları’nda, devlet yöneticilerinin halkın refahını gözetmesi, bilgili ve cesur beylerin görev alması gerektiği belirtilmiştir. Göktürkler’de kağan seçiminde soy bağı dikkate alınsa da, asıl belirleyici unsur savaş meydanındaki başarı ve devlet yönetimindeki yetkinlik olmuştur.

Osmanlı’da liyakat, özellikle yükseliş döneminde devletin temel direklerinden biriydi. Devlet kadrolarına alınacak kişilerin yetenekleri “Enderun Mektebi” gibi özel kurumlarda titizlikle sınanır; başarılı olanlar yükselir, başarısız olanlar ise görevden alınırdı. Fatih Sultan Mehmet’in kanunnameleri, memuriyetin ehliyet ve sadakat esasına göre verilmesini açıkça şart koşuyordu.

Cumhuriyet döneminde ise 1924 Anayasası, kamu görevlerine girişte ehliyet ve liyakati anayasal güvence altına aldı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Benim gözümde hiçbir şey yoktur, ben yalnız liyakat aşağıyım” sözü, bu ilkenin önemini en net biçimde ortaya koyar. Cumhuriyetin ilk yıllarında, alanında yetkin ve eğitimli kadrolar sayesinde hukuk, eğitim ve ekonomi alanlarında büyük ilerlemeler sağlandı. Ancak 1980 sonrası artan siyasi kadrolaşma, liyakat ilkesini zayıflatarak bugün karşı karşıya olduğumuz sahte diploma krizinin zeminini hazırladı.

Tarihten bugüne medeniyetleri ayakta tutan liyakat, terk edildiğinde devletin de toplumun da temelleri sarsılır.

Sonuç: Geleceğin anahtarı liyakat, en büyük tehdit ahlaki çöküş

Sahte diploma krizi, yalnızca bir sahtekârlık değil; liyakatsizliğin, kuralsızlığın ve ahlaki çöküşün en görünür sembolü haline gelmiştir. Bu skandal, emeğin değersizleştiği, denetimin yok sayıldığı ve güvenin eridiği bir düzenin açık göstergesidir. Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması, ancak liyakati esas alan, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışıyla mümkündür.

Bu mesele bir kâğıt parçasının ötesinde; kul hakkı yiyenlerin ödüllendirildiği, dürüstlerin ise kenara itildiği bir düzenin fotoğrafıdır. Çözüm, yalnızca hukuk koridorlarında değil; ailede, okulda, iş yerinde ve medyada hayata geçirilmelidir. Her birey kendi alanında dürüstlük ilkesini korumalı, haksızlığa karşı sesini yükseltmelidir. Unutulmamalıdır ki, liyakat, bir ülkenin varoluş güvencesidir. Eğer korunmazsa, hiçbir ekonomik başarı, hiçbir siyasi zafer, bu ülkenin ruhunu onaramaz.

Bir zamanlar dimdik ayakta olan kurumlara duyulan güven, şaibeli sınavlar, torpilli atamalar ve bu skandalla birlikte derinden sarsılmıştır. Gençlere yeniden umut vermek, hayal kurma cesareti ve gelecek inancı aşılamak için önce bu güven bunalımını kabul edip onarmak zorundayız. Çünkü güvenin kaybolduğu yerde umutsuzluk kök salar, gelecek kararır.

Sahte diploma krizi, yalnızca bireysel bir sahtekârlık değil; rant ekonomisinin yarattığı çarpık düzenin, liyakatsizlik kültürünün ve ahlaki erozyonun en somut göstergelerinden biridir.

Liyakat yok sayıldığında, en görkemli devlet bile kendi elleriyle yıkımını hazırlar. Ancak liyakat yeniden tesis edildiğinde, en derin krizler bile bir milletin yeniden doğuşuna dönüşebilir. Unutmayalım: Bir milletin en büyük diploması, kurumlarına olan güvenidir.

İşi hak edene vermemek hak edene, hak etmeyene vermek ise herkese zulümdür. İşi ve yetkiyi hak eden, liyakatli ehline verirseniz:

İş güzel ve kaliteli olur,

İş ucuz ve ekonomik olur,

İş çabuk, verimli ve etkin olur,

Bu işten ahlak ve vicdan sahibi herkes mutlu olur.

12 Ağustos 2025

Timur SOYKAN - ‘3 saatte nasıl inşaat mühendisi oldum’ (BirGün)

3 saatte mühendislik diploması alan da var, 500 bin TL’ye diploma sahibi olup silinen de sosyal medya aracılığıyla diploma alan da. Pek çoğu bu diplomaları kendilerinin talep etmediğini, haberlerinin olmadığını söylüyor. Ancak kayıtlar onları yalanlıyor.

Elektronik imza ile diploma sahibi yapılanlardan Mehmet Tahir Gülmez anlatıyor: “Sosyal medyada para ile diploma verildiğine dair bir reklam gördüm. WhatsApp üzerinden iletişime geçtiğim şahıslara kimlik bilgilerimi gönderdim. 2-3 saat sonra bu şahıslardan ‘E-DEVLETTE GÖRÜNÜYOR’ diye mesaj geldi. E-devlete baktığımda Ege Üniversitesi İnşaat Fakültesi mezunu olduğumu gördüm.”

İşte bu kadar basitti. 29 yaşında İzmir’de yaşayan ve üniversite sınavını kazanamayan Mehmet Tahir Gülmez artık inşaat mühendisiydi. Bu devlet kaydıyla sabitti.

Devlet kurumlarına sahte e-imza ile sızan çete diploma, ehliyet gibi çok sayıda belge üretti. Çete, YÖK ve üniversitelerin dijital sistemlerine sızarak hukuk, inşaat mühendisliği, mimarlık, gıda mühendisliği, bilgisayar mühendisliği mezuniyet belgeleri yükledi. Para ödeyen kişiler, bu üniversitelerin devlet kaydında görünen gerçek diplomalarına sahip oldu. Çete, depremde hayatını kaybeden avukatların mezuniyet bilgilerini değiştirerek diploma satışı yapmıştı. Bu diplomaları alarak birkaç saat içinde üniversite mezunu olan sahtekarlar, ifadeleri ve onlar hakkındaki tespitleri bu köşede yazacağım. Pek çoğu bu diplomaları kendilerinin talep etmediğini, haberlerinin olmadığını söylüyor. Ancak telefon incelemelerinde diploma satın almak için pazarlık yaptıkları ortaya çıktı.

∗∗∗

 ‘DİPLOMA SATIN AL’ GRUBU

• Ahmet Yıldız, 37 yaşında, Adıyaman Besni’de yaşıyor. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi diploması aldı.

AHMET YILDIZ İFADESİ:

"Facebook’ta ‘Hoca’ diye hitap ettiğim bir kişi ile tanıştım. WhatsApp üzerinden konuşmaya devam ettik. Hoca, diploma çıkartmak karşılığında benden 400 bin TL istedi. Meblağ yüksek gelince vazgeçtim. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi kaydımın nasıl ve ne şekilde oluşturulduğunu bilmiyorum. 26 Temmuz 2024’te e-devlette mezuniyet kaydımı sorgulamam tesadüftür."

∗∗∗

‘SUÇLU HUKUKÇU YAPILDI’

• Alper Kaan Çukurluo, 36 yaşında, İstanbul Bahçelievler’de yaşıyor. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi diploması aldı.

ÇUKURLUO İFADESİ:

"Fatih Kulaklı isimli arkadaşım beni Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olarak sisteme kaydettirmiş. Bunu arkadaşım Fatih’ten öğrendim. Fatih Kulaklı bunu başkasına yaptırmış ama bana ismini söylemedi. ‘Alex’ takma ismiyle tanıdığım Gökay Celal Gülen’in bu işi yaptığını tahmin ediyorum. Suçlamayı kabul etmiyorum."

TESPİTLER:

Alper Kaan Çukurluo’nun telefonunda yapılan incelemede ‘Alex’ takma adlı çete lideri Gökay Celal Gülen ile sürekli irtibat halinde olduğu tespit edildi. Telefonunda yabancı şahıslara ait ikamet izni, vatandaşlık başvurusu gibi illegal işler yaptığı tespit edildi.

∗∗∗

OKUL MÜDÜRÜ YÖNLENDİRDİ

• Esra Gençoğlu, 46 yaşında, Hatay’da yaşıyor. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi diploması aldı.

GENÇOĞLU’NUN İFADESİ:

"2018 yılında yeğenimin okulunda müdür olan Tahsin S., bana üniversite okuyup okumadığımı sordu. Adalet Meslek Yüksekokulu’nda okuduğumu söyledim. Beni 4 yıllık üniversite mezunu yapabileceğini söyledi. Makedonya’da iki yıl okuyup Türkiye’de fark derslerini vererek denklik alabileceğimi anlattı. Mete Gül isimli bir kişinin telefonunu verdi. Mete Gül’ün Makedonya’da LODOSSTAR Yurt Dışı Eğitim ve Dil Okulları’nın sahibiydi. Parça parça 2 bin euro gönderdikten sonra Makedonya’ya davet edildim. Hiçbir şekilde eğitime başlayamadım, herhangi bir belge de almadım."

TESPİTLER:

Esra Gençoğlu’nun telefonunda diploma çıkartılması için görüşmeler yaptığı belirlendi. Diploma için görüştüğü kişi Gençoğlu’na Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi kaydına ilişkin videolar göndermişti.

∗∗∗

İDDİALARI REDDETTİ AMA...

• Yalçın Maraşlı, 35 yaşında. Çukurova Adana’da yaşıyor. Gazi Üni. Teknik Eğitim Fakültesi Talaşlı Üretim Öğretmenliği diploması aldı.

MARAŞLI’NIN İFADESİ:

"Yalçın Adana Çukurova’da Can Delux Apart Otel’in işletmecisiyim. Otele gelen müşteriler, otelin internet şifresini kullanır. Ziya’yı (Çete lideri olduğu iddia edilen Ziya Kadiroğlu) şu anda nezarette birlikte olmamız nedeniyle tanıyorum. Bu şahsı 12 Ekim 2024’te otelime müşteri olarak giriş yaptı. Ertesi gün otelin önünde dışarıdan gelen şahıslar tarafından bacağından vuruldu. Bana ait görüntünün Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi diplomasını bu şahıs hazırlamış olabilir. Şüphelilerin hiçbirini tanımıyorum, bu kişilerle bir iletişimim yok."

TESPİTLER:

Yalçın Maraşlı’nın fotoğrafı BTK Başkan Yardımcısı’nın da arasında olduğu çok sayıda üst düzey yetkili adına hazırlanan kimliklerde kullanıldı. Çok sayıda şüpheli ile telefon görüşmesi tespit edildi. Ziya Kadiroğlu ile pek çok mesaj kaydı vardı. Ziya Kadiroğlu’na ‘Abi’ diye hitap ediyordu. Sahte diploma ve ehliyet oluşturma konusunda çok sayıda sohbet kaydı tespit edildi.

∗∗∗

ANAHTARCI MÜHENDİS OLDU

• Adnan Taşdemir, 50 yaşında, Adana’da yaşıyor. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği diploması satın aldı.

TAŞDEMİR’İN İFADESİ:

"Adana Çukurova’da anahtarcı dükkanım var. Daha önce dükkanımda çalışan bir kişi vasıtasıyla Ali Çiçek yanıma geldi. Adıma diploma çıkartabileceğini söyledi. 1.5 ay sonra Ali Çiçekli beni aradı ve e-devlet hesabımı kontrol etmemi istedi. Baktım. Ege Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünden mezun kaydımı gördüm. Ali Çiçekli bu kaydı kimsenin bilemeyeceğini söyledi. Sonra Ali Çiçekli’nin uyuşturucu madde kullanmaktan cezaevinde olduğunu öğrendim."

TESPİTLER:

Adnan Taşdemir’in telefon incelemesinde delile ulaşılamadı.

∗∗∗

500 BİN TL’YE DİPLOMA

• Aytül Çiçekli Dursun, 55 yaşında. Adana’da yaşıyor. Atatürk Üniversitesi Resim İş Öğretmenliği diploması aldı.

DURSUN’UN İFADESİ:

"Bir yıl önce kardeşim beni Ziya Kadiroğlu ile tanıştırdı. Ziya Kadiroğlu, “Seni Resim ve İş Öğretmenliği diploması yaptıralım mı?” diye sordu. 5 ay kadar sonra e-devlet’ten baktığımda Atatürk Üniversitesi’ne ait mezuniyet kaydımı, diplomamı gördüm. Para ödemedim. Bir ay sonra diploma silindi."

TESPİTLER:

Telefonunda diploma satın aldığına dair yazışmalar tespit edildi. Hatta bir komşusuna diploma fiyatını 500 bin TL olarak bildirmişti.

∗∗∗

2,5 MİLYON TL İSTEDİLER

• Emre Gökdemir, 41 yaşında, Ankara’da yaşıyor. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği diploması satın aldı.

GÖKDEMİR’IN İFADESİ:

"Arkadaş ortamında Yasin isimli şahısla tanıştım. Bana para karşılığı diploma çıkartabileceklerini söylediler. 2.5 milyon TL istediler. Para göndermedim, böyle bir talebim olmadı. Bir süre sonra bu şahıs beni arayarak Ege Üniversitesi İnşaat Mühendisliği diploma çıkarttıklarını söyledi ve 2.5 milyon TL istedi. E-devlete baktığımda diploma görünüyordu. Bu kaydın silinmesini istedim."

∗∗∗

FACEBOOK’TAN DİPLOMA

• Güler Kahraman Büyükkeleş, 44 yaşında, Hatay’da yaşıyor. Atatürk Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü diploması aldı.

BÜYÜKKELEŞ’İN İFADESİ:

"Yaklaşık bir yıl önce sosyal medyadan ‘Devlet onaylı sertifikalar’ başlıklı bir reklam görüp tıkladım. Facebook’un mesaj kısmına yönlendirildim. Buradan iletişime geçtiğim şahıslar, bir ay online eğitim sonrası devlet onaylı yaşam koçluğu sertifikası vereceklerini söylediler. Bunun için 100 bin TL istediler. T.C. kimlik numaramı ve telefonuma gelen kod numarasını istediler. Sonra beni e-devlet uygulamasına yönlendirdiler. Girip mezuniyet durumumu sorguladığımda ‘Atatürk Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü mezunu yapıldığımı gördüm.”

∗∗∗

KOPYAYA BİLE ZAHMET ETMEDİLER

Eskiden sadece sınavlarda kopya çekilirdi. Artık devletin sistemlerine sızarak öğrencilerin notları yükseltiliyor. Sahte e-imza ile devletin kapalı dijital sistemlerine sızan çete, öğrencilerin notlarını da değiştirdi. Böylece ortalamaları geride kalan sahtekar öğrenciler, derslerine çalışan, başarılı olan öğrencilerin önüne geçti. Skandalın iddianamesinde şu tespitler yapıldı:

Ahmet Ruşen U.: Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği not ortalamasını 1.29’dan 3.29’a yükseltildi.

Buruç Ö.: Yıldız Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği’nde 0.64 olan genel ortalaması 2.55 yapıldı.

Doğukan Fırat Ö.: Yıldız Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği’nde 0.83 olan genel not ortalaması 3.01’a yükseltildi.

Enes Talip C.: Yıldız Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği’nde 1.46 olan genel not ortalaması 3.12 olarak değiştirildi.

Mehmet Ç.: Yıldız Teknik Üniversitesi Mühendislik İnşaat Mühendisliği lisans bölümünde kayıtlı öğrenci iken 1.74 olan genel not ortalamasını 2.92’ye yükseltildi.

Notları ile oynanan öğrenci sayısının çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor.

∗∗∗

E-SKANDALDA 6 KRİTİK SORU

Elektronik imza skandalı, devlet sisteminde diploma ve ehliyet oluşturulmasıyla sınırlıymış gibi gösterilmek isteniyor. Ancak iddianamede skandalın çok daha büyük olduğuna dair ipuçları var. Bazı sanıklara dair ayırma kararları da yeni soruşturmaların yürütüldüğünü ortaya koyuyor. Bu noktada çok önemli sorular oluşuyor.

Soru 1

Çete, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı ve başkan yardımcısının sahte e-imzalarını oluşturdu. Bu kişiler devletin dijital kalbinin merkezinde bulunuyor. Çete bu e- imzalarla devletin kapalı bazı sistemlerine sızdı mı? Tüm toplumun kişisel verilerini ele geçirdiler mi? Bazı veriler değiştirildi mi? Bu konuda kesin tespitler yapılabiliyor mu?

Soru 2

İddianameye göre; çete, Ölçme Değerlendirme ve Yerleştirme Hizmetleri Daire Başkanı, YÖK Eğitim Öğretim Daire Başkanı adına çıkarılan e-imza ile sistemlere yetkisiz erişim sağladı. Bu sistemlere girerek çok önemli sınavların sonuçlarını, puanlarını değiştirdiler mi? Çetenin kilit elemanlarından torbacı Mıhyeddin Yakışır ifadesinde "ÖSYM sitesine yapılan girişler, ÖSYM’nin sistemlerinde sınav puanı yükseltmek için yaptıkları erişimdir” dedi.

Soru 3

İddianameden çetenin, Göç İdaresi’nin sistemlerini hedef aldığı net bir şekilde anlaşılıyor. Göç İdaresi Başkanlığı İstanbul İl Göç Müdürü ve Göç İdaresi Başkanlığı İstanbul İl Göç Uzmanı’nın sahte e-imzalarını çıkartıyorlar. Çete, Göç İdaresi sistemlerine sızarak vatandaşlık, oturum izinleri için kayıtlar oluşturdu mu? Çetenin mensubu olduğu öne sürülen Alper Kaan Çukurluo’nun cep telefonunun incelemesinde şu tespit yapıldı: “Yabancı şahıslara ait ikamet izni, vatandaşlık başvurusu ve bunun gibi işlemleri illegal olarak yaptığı tespit edildi.”

Soru 4

Çete, Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş. üst düzey yöneticisinin de sahte e-imzasını kullandı. Turkcell kullanıcısı olan vatandaşların verileri çetenin eline geçti mi? Çete bu şirketin verilerine ulaşıp değiştirebildi mi?

Soru 5

Çetenin uyuşturucu suçlarıyla bağlantısı iddianamede yer alıyor. Bazı şüpheliler, çete liderlerinin uyuşturucu sevkiyatı yaptığını öne sürüyor. Çetenin sahte kimlik ve e-imza işlerinde kullandığı Mıhyeddin Yakışır, uyuşturucu suçundan firariydi. Ve bu çete Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’ndaki komiserin sahte kimliğini yapıp e-imza çıkarttı. Çete bu e-imzayı kullanarak herhangi bir işlem yaptı mı? Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıklamasında çetenin emniyet sistemlerine sızamadığı belirtildi.

Soru 6

Çete üyelerinden Ayhan Ateş ifadesinde üniversitelere akademisyen olarak yerleştirilen Türkiye genelinde 400’den fazla kişi var” dedi. Halı yıkamacıyken para ile psikoloji diploması aldığı ortaya çıkan Abdullah Volkan Uçak’ın cep telefonunda ise 250 bin TL’ye doçentlik verilmesiyle ilgili mesajlar bulundu. SBKEZ kullanıcı isimli şahısla yazışmasında ise tezli yüksek lisansın sisteme kaydedilmesi, e-devlet sisteminde kaydın görünmeye başlaması konusunda mesaj kayıtları vardı. Bu iddialar doğru mu?

11 Ağustos 2025

Prof. Dr. Selçuk CANDANSAYAR - Naylondan diplomalar zamanı (BirGün)

Sahte diploma ve e-imza sahteciliği skandalı gerçekte halı yıkamacısı olan bir “üçkağıtçının” sahte psikolog diplomasıyla insanları kandırması üzerinden tartışılıyor. Suçluların en “garibanlarından” biri odağa alınarak, çete reisleri dikkatlerden kaçırılıyor.

Sahte psikolog haberi, her üniversite sınavı sonrası anaakım medyanın köpürttüğü “dağdaki çoban, hiç dersaneye gitmeden Boğaziçi’ni, ODTÜ’yü kazandı” haberleriyle benzer işlevi görüyor. Yoksul ama zeki çobanımız, bakın gördünüz mü çalışınca oluyor mesajını yayarak eğitim sistemindeki eşitsizliği gözden kaçırır, yüzbinlerce yoksul öğrencinin sınav başarısızlığının üstünü örter. Halı yıkamacı psikolog da “büyük sahtekarların” soruşturulmasının önünü kesip, skandalı bir kaç üçkağıtçının basit suçu düzeyine indirir, sistemin sorgulanmamasını sağlamaya çalışır.

Sorun sahte ehliyet, lisans diploması, tapu, başkasının imzasıyla kredi çekme, şirket kurma vs. dolandırıcılıkların çok daha ötesinde. E-imza sahteciliği ile ilgili dava dosyasını inceleyenler de çoğu suçun klasik dolandırıcılık yöntemlerinin teknolojik olanaklardan yararlanılarak yapılması olduğunu görüyorlar. Bu hal, sahtecilik suçunun ağırlığını ve tehlikelerini azaltmıyor. Oturduğunuz tapulu evinizin sizin “sahte e imzanızla” satılmasının ve tapu kayıtlarına göre de bu satışı sizin yaptığınızın kayıtlı olmasının basit bir suç olmadığı ortada. Bu tip dolandırıcılıkların teknolojinin yardımıyla yaygınlaşması ve binlerce mağdura yol açması da basit bir durum değil elbet.

Günümüzdeki sahtecilikleri, geçmişteki klasik sahteciliklerden ayıran asıl fark başka bir alanda. Sahteciliği yapanın elde ettiği sahte belge, diploma, yetki vb. her ne güçse onun sahte değil de gerçek olduğuna kendisinin de inanması. Demem o ki, elde ettiği belgeye “büyüsel bir güç” atfederek, madem artık diplomam var, o halde biliyorum ve yapabilirim diye kendisinin de inanması.

Kendi disiplinimden bir örnek vererek açıklamaya çalışacağım. Öğrenciliğimden başlatırsam, 44 yıldır tıp fakültesinde çalışıyorum. Bu yarım yüzyıla yaklaşan dönem boyunca üniversite ortamında hak etmeden alınmış diploma, unvan vs sahibi olan insanlarla hemen her zaman karşılaşmışızdır. Bu insanlar hep vardılar ama neredeyse net bir tarih verebilecek kesinlikte iki farklı dönemde özellikleri farklıydı. Bir çok meslektaşımın da bana katılacağını düşündüğüm bu net tarih, 2010-11 öncesi ve sonrası.

İLK DEPREME KADAR DAYANIR

Tıp, uygulamalı bir disiplin, kanlı canlı insana müdahale edilir. İlaç verilir, ameliyat yapılır vs. Sosyal bilimci arkadaşlar kızmasın ama yanlış yapılan bir sosyolojik analizin neden olabileceği sonuçlarla karşılaştırılamaz. Tıp disiplininde yanlış yaparsanız öldürürsünüz! Kolonları yanlış yerleştirilmiş bir bina yine de yıllarca ya da ilk depreme kadar ayakta kalabilir. Tıpta ise, bir saate kalmaz öldürebilirsiniz.

İki binlerin ortalarına kadar da öyle ya da böyle doktor olmuş, şu ya da bu şekilde ihtisas yapmış, ardından da kurduğu çoğu zaman siyasi, kimi zaman memleketlilik, bazen de hoca şakşakçılığı ile hak etmeden doçent, profesör olmuş insanlar olurdu. Fakülte içinde, misal cerrahi profesörü olarak kasım kasım kasılarak gezerler, çoğu zaman asistanlarına hazırlattıkları dersleri anlatır, punduna getirip idari bir görev kapmaya bakarlardı. En uyanıkları memleketten gelen tüm hastaların hastanedeki işlerini kovalayıp, siyasi rant devşirip, milletvekili olmaya çalışırlardı. Bu “hocalar” bütün bu “işleri” yaparlar ama “hastaya ellerini sürmezlerdi”. Hadlerini bilirlerdi!

DAHA DONAMSIZ DAHA BİLGİSİZ

Son on beş yıldır, benzeri “hocalar” hasta tedavi edebileceklerine kendileri de inanıyorlar! Bu insanlar için tıp fakültesinin 6 yıllık eğitimi, doktor olmayı öğrenmek analıma gelmiyor. Tıpta Uzmanlık Sınavına girebilmek için sınava hazırlanmakla geçen bir süre. Çoğu tıp öğrencisi son iki yıl TUS dersanesine yazılıyor ve sadece sınava hazırlanıyor ya da elde ettiği çalınmış sınav sorularının cevaplarını ezberlemeye. TUS’u kazanıp uzmanlık eğitimine girince de bu kez uzmanlık eğitimi (ihtisas), uzmanlık belgesinin alınması için sabırla beklenmesi gereken 4-5 yıldan öte bir anlam taşımıyor. Uzmanlık tezi bir özel merkeze yazdırılıyor. Ardından mecburi hizmette bu kez parayla araştırma basan “sahte bilimsel” dergilerde doçentlik başvurusu için gereken makaleler yayınlatılıyor. Sahte bilimsel dergi derken kastım kağıt üstünde her şeyi gerçek olan ama aslında “bilimsel hiçbir değeri olmayan” dergiler. Mecburi hizmet bittikten sonra, eğer AKP-MHP bloğundan bir referans getirebiliyorlarsa direkt öğretim üyesi kadrosuna atanıyorlar. Doçentlik sınavı tamamen kağıt üzerinde yapılıyor. Gerekli ölçütler kağıt üzerinde karşılanmışsa da doçent olunuveriliyor.

Asıl sorunlardan can alıcı olan burada başlıyor. Bu şekilde doçent olanlar kendileri de kendilerinin artık doçent düzeyinde yetkin olduklarına inanıyor ve hasta tedavi etmeye, ders vermeye, asistan yetiştirmeye başlıyorlar!  Kısa vadede can alıcı olan hakikaten can alabilmeleri, uzun vadede ise her sonra gelen kuşağın bir öncekinden daha niteliksiz, daha donanımsız, daha bilgisiz olması.

Tıp için böyle de, iktisat için farklı mı? Bir üniversitenin “yalakalık” olsun diye verdiği fahri ekonomi profesörü unvanını alan da kendisinin ekonomide profesör yetkinliğinde olduğuna inanıyor. Mimar bina tasarlıyor, makine mühendisi makine yapıyor, jeoloji mühendisi sondaj yapıyor, matematik öğretmeni matematik öğretiyor.

Sevgili Turgut Uyar’ın olağanüstü dizelerini günümüze uyarlamamız gerekiyor; aslında korkulacak çok şey var, çünkü her şey naylondan…

9 Ağustos 2025

Gökçer TAHİNCİOĞLU - “Sahte diploma” çetelerinin uzun tarihçesi… (T24)

Sorular çalınıyor, üniversiteler hileyle bitiriliyor, sahte diplomalar alınıyor, yüksek lisans ve doktora işlerine baksanız tablo daha vahim hale geliyor. Şimdi Ankara Başsavcılığı’nın açtığı iki dava üzerinden bir başarı hikâyesi yazılmaya çalışılıyor ama sorun çok eskiye dayanıyor

Sahte diploma skandalının açığa çıktığı günden bu yana, iktidara yakın gazeteci ve yazarlar, AKP’den bazı isimler, skandalı konuşmak yerine, bu yapının açığa çıkarılmasının ne kadar büyük bir başarı olduğunu konuşuyor.

Konuşmakla yetinmiyor, kendilerine yakın kesimleri de azarlıyor aynı isimler.

Bunun bir başarı hikâyesi olduğunun kamuoyuna anlatılmasını istiyor.

BTK Başkanı dahil devletin en kritik birimlerinde görev yapan insanların elektronik imzalarının kopyalanması, bu elektronik imzalarla sisteme girilmesi, aylarca sistemde cirit atılması, diplomadan ehliyete, not yükseltmeden lise mezuniyetine kadar her alana el atabilmeleri büyük bir skandal değil onlara göre.

Onlara göre buna değil bu işleri yapanların nasıl açığa çıkarıldığına odaklanmamız lazım!

Bir de ÖSYM gibi kurumlar var.

400 sahte diploma olduğunu iddia edenler hakkında suç duyurusunda bulunmuş kurum. Benzer haberleri yapanları da savcılığa bildirecekmiş.

Buyursun Ankara Başsavcılığı’nı bildirsin o zaman. Zira bu konudaki ifadelerin tamamının kaynağı savcılık.

Evet, 400 sahte diploma bulgusu yok ancak ifade ve iddialar var. Bunların yazılması da gayet olağan.

Ancak burası tartışma değil susturma ülkesi. Sessiz kalındığında sorun yok oluyor sanıyorlar.

***

Pek öyle değil.

Yurttaş olarak devletin ilgili birimlerinden herkesin gerçeği talep etme hakkı var.

İnsanlar çocukları okusun diye ömür harcıyor.

Gençler hayatlarının en güzel çağlarında zalim bir sistem içerisinde diploma almaya çalışıyor.

Diplomalarına rağmen iş bulamayan gençler çalacak kapı aramaya başlıyor.

Birileri de bahşedilmiş koltuklarını sağlama alabilmek için sahte diploma alıp, servetine servet katıyor.

Elbette gerçeği bilme hakkımız var.

***

Buradan hareketle soralım.

Bu yapıya benzer yapıların yıllarca faaliyette bulunmasına neden göz yumuldu.

İnternette, Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı biçimde “devriye gezen” polis ve jandarma, üç beş öğrencinin sloganını bile bulup soruşturma konusu yaparken, “diploma, ehliyet, tez, denklik” belgesi vereceğini söyleyen bu yapılarla hiç karşılaşmadı mı?

Bir tanesinin bile peşine düşmedi mi?

***

2020 yılında “şikâyet var” adresine ulaşan şikayetler, bugün yapılan şikayetlerle aynı.

“Para verdim ama diploma gelmedi”, “paramı verdim ama diploma sisteme işlenmemiş”, “Parayı göndermeme rağmen henüz dönüş yapmadılar.”

En azından yurttaşı dolandırılmasın diye bu yapıların peşine düşülür değil mi, öyle olmamış…

Olmadığını da diploma verilmeyenlerden değil verilenlerden görebiliyoruz.

***

Sahte diploma yapılanmasının sahte diploma çıkarttığı üniversitelerden biri de Yıldız Teknik Üniversitesi…

28 Eylül 2024 tarihine dönelim.

Üniversite yönetimi, ölen eski mezunların ve öğrencilerin bilgileri kullanılarak 11 kişinin sahte diploma aldığı yönündeki iddialar üzerine idari soruşturma açıldığını kamuoyuna duyurdu.

Buna göre bir yapı, ölen eski mezunların bilgilerini sistemden silerek, sahte diploma alan kişilerin bilgilerini sisteme ekledi. Üniversitenin mezunu gibi görünen kişiler, e-Devlet üzerinden sorgulanabilen kare kodlu sahte diplomalar elde etti.

O dönemde açıklama yapan yazılım şirketinin sahibi, özellikle 2022 öncesinde kullanılan sistemin eski mezunların bilgilerinin değiştirilmesine açık olduğunu, sahte diploma almış kişi sayısının daha yüksek olabileceğini belirtti.

Gazeteci Murat Ağırel, soruşturma numarasına kadar detayıyla bu skandalı yazdı ancak sonucu ile ilgili bilgi kamuoyuna yansımadı.

Yine aynı günler…

İzmit Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet de aynı günlerde bir skandalı ifşa etti. Hürriyet, 2019’da, seçimden üç gün önce sözleşmeli memur olarak belediyeye alınan AKP Milletvekili Emine Zeybek’in gelininin üniversite diplomasını doğrulamak için Gazi Üniversitesi’ne yazı gönderdiklerini ancak “Böyle bir diploma yok” yanıtı aldıklarını anlattı. Hürriyet, “Sahte diploma ile 5 yıl boyunca memur maaşı almış. Durumu savcılığa bildirdik ve hakkında dava açıldı. Ancak ne bir tutuklama kararı çıktı ne de bir soruşturma başlatıldı” dedi. Yargılama sonunda hapis cezası verildi ancak diplomanın kim tarafından hazırlandığı araştırılmadı.

***

Daha da geriye gidelim…

2019 yılına örneğin.

Bir ilan:

“Endişe edenler yazmasın

“Nasıl güvenirim? Diplomam gelir mi? diye endişe edenler lütfen yazmasın. 2017’den bu yana hizmet vermekteyiz. Hiç kimseyi mağdur etmedik. Etmeyiz de…

Nasıl çalışıyoruz?

■ Öncelikle sitemizdeki formu dolduruyorsunuz.

■ Sonra size özel diploma taslağını hazırlıyoruz.

■ Diploma taslağını sizin onayınıza sunuyoruz.

■ Onayınızdan sonra cebe 500 TL havale ediyorsunuz.

■ Cep telefonunuzda internet bankacılığı olmak zorunda. l Kargo ücretsiz ve kapalı zarfta 2 günde teslim ediliyor.”

***

Eski Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Şubat 2016’da yaptığı açıklamada, geçmiş dönem atamalarında sahte öğretmen ve sahte diploma çetesi olduğunu tespit ettiklerini söyledi. Avcı, "Muhtemelen bu çete veya çeteler, Şubat atamaları için de bazı öğretmen adaylarına musallat olabilir. Çok ciddi paralarla, 30-40 bin lira alarak bu sahte diplomaların pazarlandığına dair bir duyum da geldi. Öğretmen adayları tevessül etmesin, yazık olur, soruşturma derinleştirildi" dedi.

Hemen ardından Beyoğlu O. İlkokulu'nda da bir sahte öğretmen vakası saptandı. Yıldız Teknik Üniversitesi'ne (YTÜ) ait diplomayla 24 yıl öğretmenlik yapan ismin diplomasının sahte olduğu anlaşıldı.

Aynı tarihlerde Diyarbakır’da sahte diplomayla KPSS'ye girip sınıf öğretmeni olarak atanan isimler tespit edildi.

Bakanlığın araştırmaları sonucu 71 “öğretmenin” sahte diplomalı olduğu ve yıllarca devletten maaş aldıkları anlaşıldı.

***

Daha da geriye gidelim…

13 Aralık 2013’te Ankara Cumhuriyet Savcılığına yapılan şikayetle, Wushu Milli Takımlar Teknik Direktörlüğü yapan kişinin lise diplomasının sahte olduğu belirtildi.

Yöntem ilginçti. Bir meslek lisesinden mezun olan ismin diploma numarası kopyalanmış, aynı numarayla bir diploma daha düzenlenmişti.

Benzer örneklerin olup olmadığı ise derinlemesine araştırılmadı.

***

Sahte diploma kullananlara ne oluyor peki?

Önümüzde Bakan Yardımcısı Hamza Yerlikaya örneği de var. Gerçi isminin geçtiği habere hemen erişim engeli geliyor ama Yerlikaya’yı anmadan olmaz.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyeliği gibi görevlerde de bulunan Yerlikaya’nın lise diplomasının sahte olduğu mahkeme kararıyla kesinleşti ama önlenemez yükselişine engel olmadı. Kariyerini başarıyla sürdürüyor!

Sınav sorularının çalınmasıyla ilgili çok sayıda yargılama devam ediyor. “FETÖ işi” demek, işin içinden çıkmak kolay.

Farklı tarihlerde üstünkörü araştırma yaptığınızda bile karşınıza onlarca örnek çıkıyor.

Sorular çalınıyor, üniversiteler hileyle bitiriliyor, sahte diplomalar alınıyor, yüksek lisans ve doktora işlerine baksanız tablo daha vahim hale geliyor.

Ve Ankara Başsavcılığı’nın açtığı iki dava üzerinden bir başarı hikâyesi yazılmaya çalışılıyor.

Başarı bunun neresinde?

Olsa olsa her yeni sisteme kendilerini hemen entegre ederek bunca yıl başarıyla sahte diploma işlerini sürdüren çeteleri “başarılı” bulmak mümkün bu hikâyede…

Gürbüz EVREN - Sahte diploma skandalı; 2 milletvekili ve 3 bakan istifa etti (Independent Türkçe)

Son zamanlarda Türkiye'nin gündemine gelen her konu, çok ağır siyasi tartışmalara yol açıyor.

Bu da toplumdaki kamplaşmayı büyüttükçe büyütüyor.

Yeni tartışma, daha doğrusu kamplaşma konumuz, önemli kurum ve kuruluşlardaki yöneticilerin e-imzaları taklit edilerek üretilen sahte diplomalar, yükseltilen notlar, düzenlenen belgeler oldu.

Garip bir toplumuz, çünkü ülke gündemine gelen her olayın sadece Türkiye'de yaşandığını düşünüyoruz.

Oysa sahte diploma skandalları birçok Batılı ülkede yıllar öncesinde başlamış ve bazı siyasilerin görevlerinden istifasına yol açmıştı.

İspanya

Geçen 21 Temmuz'da, İspanya Ulaştırma Bakanı Oscar Puente, muhalefetteki Halk Partisi Milletvekili Noelia Nunez hakkında bazı iddialar gündeme getirdi. 

Nunez'in hukuk, kamu yönetimi ve İngiliz filolojisi mezunu olmadığını, yalan söylediğini duyurdu.

Muhalefet Milletvekili Nunez ise bu bölümlere kayıt olduğunu, ama eğitimini tamamlayamadığını açıklayarak, halktan özür dileyip görevinden istifa etti.

Endülüs Bölgesel Hükümeti Başkanı Juan Manuel Morena, medyada eğitim durumunun sorgulanması üzerine, özgeçmişinde yazdığının aksine işletme fakültesi mezunu olmadığını açıkladı.

Valencia Bölgesel Hükümeti Başkanı Pilar Bernabe, özgeçmişinde yazdığının aksine iletişim fakültesi yüksek lisans diploması olmadığını itiraf etti.

Valencia Bölgesel Meclis üyesi Sosyalist Milletvekili Jose Maria Angel, geçmişte kamuda işe girmek için sahte diploma kullandığı ortaya çıkınca, özür dileyerek istifa etti.

Ekstremadura Bölgesel Hükümeti bakanlarından İgnacio Hiquera, pazarlama bölümü olmayan bir üniversiteden pazarlama diploması aldığı ortaya çıkınca istifa etti. 

Bu istifaların ardından İspanya'daki birçok siyasetçi, öz geçmişlerinde temizlik ve değişiklik yapmaya başladı.

Eski Madrid Bölgesel Hükümet Başkanı Cristina Cifuentes, 2018 yılında Kral Juan Carlos Üniversitesinden sahte yüksek lisans diploması aldığı ortaya çıkınca istifa etti.

Eski Sağlık Bakanı Carmen Manton, 2018 yılında, Kral Juan Carlos Üniversitesinden sahte yüksek lisans diploması aldığı ortaya çıkınca istifa etti.

Fransa

Fransa, Toulon Üniversitesi'ne bağlı 2 yıllık İşletme Yönetimi yüksek okulu diploma skandalıyla sarsıldı.

Buna göre, 2004-2005 döneminde başlayan ama 2009'da ortaya çıkan skandal kapsamında 300 Çinli öğrenciye diploma satıldığı belirlendi.

Eğitim bakanlığı müfettişleri, Fransız öğrencilerin başarı oranı yüzde 60 iken Çinli öğrencilerin başarı oranının yüzde 100 olduğunu saptadı.

Derinleştirilen soruşturmada diplomaların Çinli öğrencilere 2 bin 700 euro karşılığında satıldığı ortaya çıktı.

Polonya

2015-2023 yılları arasında ülkedeki tüm siyasi partilere bulaşan bir diploma skandalı ortaya çıkarıldı.

Buna göre, Collegium Humanum adlı bir özel üniversitenin 5 bin euro karşılığında İşletme yüksek lisans diploması dağıttığı belirlendi.

Soruşturma sonucu hemen her partiden önemli isimlerin bazı büyük özel ve kamu şirketlerinin yönetim kurulu üyeliğine gelebilmek için bu diplomaların kullanıldığı saptandı.

İsrail

İsrail vatandaşı 40 kişinin, Ermenistan'daki 3 üniversiteden sahte tıp ve eczacılık diploması aldığı 2018 yılında tespit edildi.

İşin daha da vahim yanı, tıp diploması alanların İsrail Sağlık Bakanlığı'nın verdiği onayla hastanelerde doktor olarak çalıştığı ortaya çıktı. 

Aynı şekilde eczacılık diploması alanların da sağlık bakanlığı onayıyla eczane açıp işlettikleri saptandı. 

Sahte doktorlar görevden alındı, eczaneler de kapatıldı.

Avustralya

Ülkenin önde gelen 98 kamu kuruluşunda çalışmak isteyenlere, Avusturalya üniversitelerdeki sistemlere girerek sahte diploma, belge, sertifika düzenleyerek satan Çinli bir çete 2019'da ortaya çıkarıldı.

Toplam 1200 kişiye sahte diploma verildiği ve bunlardan yaklaşık 150'sinin kamu kuruluşlarında çalıştığı saptandı. 

Suudi Arabistan

Sağlık sektörü çalışanlarına yönelik 2019'da yapılan gizli bir soruşturma sonucu 3 bin 755 sahtecilik vakası tespit edildi.

Sahte diplomalı 57 doktor tutuklandı. 

İnşaat Mühendisleri Konseyi ise inşaat sektöründe çalışmak üzere başvuran 2 bin 294 sahte inşaat mühendisi belirledi. 

İtalya

Ülke çapında bir ihbar sonucu yapılan soruşturmada, sahte hukuk diploması olan yüzlerce avukat saptandı.

Söz konusu avukatların hiç İspanyolca bilmedikleri halde İspanya'daki Kral Juan Carlos Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kayıt oldukları ortaya çıktı.

Bu kişilerin, derslere devam etmeden, sınavlara girmeden hem de yüksek lisans derecesiyle mezun oldukları belirlendi. 

Sayıları 500 olarak açıklanan mezunların sadece İtalya'da değil Avrupa Birliği ülkelerinde de avukatlık mesleğini icra ettikleri açıklandı.

Lübnan

Karışıklıkların, çatışmaların bitmediği Lübnan'da, 2018'de aralarında Beyrut Amerikan Üniversitesi'nin de bulunduğu 4 üniversitenin, ortalama 5 bin dolara sahte diploma sattığı ortaya çıktı.

Sahte diploma sahiplerinin çoğunun Arap ülkelerinde önemli görevlerde bulunduğu saptandı.

Güney Afrika 

İktidardaki Afrika Ulusal Kongresi Milletvekili Pallo Jordan, özgeçmişinde doktora yaptığına ilişkin bilginin yalan olduğu ortaya çıkması üzerine 2014'de istifa etti.

"Uzun yıllar partisine ve halka yalan söylediği için çok üzgün olduğunu, özür dilediğini" belirten Jordan, 1 dönem bakanlık da yapmıştı.

Japonya

Japonya'da Shizuoka kenti Belediye Başkanı Ito Maki Takubo, sahte diploma kullandığı iddialarının gündeme gelmesi üzerine 7 Temmuz 2025'te istifa etti. 

Tokyo Üniversitesi mezunu olduğunu iddia eden Takubo'nun üniversiteden atıldığı ortaya çıktı.

Takubo, düzenlediği basın toplantısında halktan ve belediye çalışanlarından özür diledi.

Brezilya

Dönemin Devlet Başkanı Jair Bolsonaro'nun Eğitim Bakanı Carlos Decotelli'nin öz geçmişindeki diplomaların sahte olduğu ortaya çıkınca Temmuz 2020'de istifa etti.

Bakan Decotelli'nin yüksek lisans diploması ile Arjantin ve Almanya'da yaptığını belirttiği 2 doktoranın sahte olduğu anlaşıldı.

Pakistan

Bu ülkede faaliyet gösteren bir şirketin 370 web sitesi üzerinden, var olmayan üniversitelere ait on binlerce sahte diploma sattığı belirlendi.

Şirketin aylık gelirinin 120 milyon dolar olduğu saptandı.

Sahte diploma sahiplerinden 450 kişinin Asya ve Afrika ülkelerindeki resmi kuruluşlarda bürokrat olarak çalıştığı ortaya çıktı. 

Pakistan hükümeti 2010 yılında 1100 federal ve eyalet milletvekilinin diplomalarını inceleyen bir soruşturma yapmıştı. Diplomaları sahte olduğu ortaya çıkan 160 milletvekili hakkında dava açılmıştı.

Pakistan'da ortaya çıkarılan çete benzeri birçok yapı halen daha internet ortamında faaliyet gösteriyor ve kimi zaman komik fiyatlara bazı önemli uluslararası üniversitelerin adlarını kullanarak diploma satmaya devam ediyor. 

Amerika Birleşik Devletleri'ndeki her eyaletten siyasetçilere ilişkin onlarca sahte diploma vakası var.

Bunları sıralayıp yazıyı uzatarak hem sabrınızı taşırmayalım hem de sizi yormayalım. 

Bu ülkelerdeki elektronik imza sahteciliğine ve devlet kurumlarına dijital müdahalelere de ayrıca bakacağız. 

7 Ağustos 2025

Prof. Dr. Şebnem KORUR FİNCANCI - Şimdi de bilimsel(!) çete (EVRENSEL)

Çetelerden çete beğenmeye başladık artık. Bir de özgürlüklerimizin kısıtlandığından yakınıyoruz. Her konuda destek alabileceğimiz çetelerimiz var halbuki. Siz paradan haber verin! Elbette arada anlaşmazlıklar olmuyor değil, hatta tüketici hakları ile ilgili platformlara yansıyan şikayetler de olmasa ne bu anlaşmazlıklardan ne de çetelerin kılcal damarlarımıza kadar yayıldığından haberdar olacağız. Oylarımızla seçilmiş olanlar hapsedilip, otuz küsur sene önce aldıkları diploma yatay geçiş kurallarını ihlal ettiği gerekçe gösterilerek ne kadar ahlaklı olduklarını ilan etme aracı kılınırken, çetelerden hizmet alan bilinçli (!) tüketici şikâyet edince birden ortalığı yüzlerce, belki de binlerce sahte diploma ve unvan pisliğinin kokusu sardı. Sahte diplomalar ne zaman üretilmeye başlandı tam olarak bilmiyoruz ama son on on beş yıl içinde bilimsel yayın ve toplantılar konusunda ciddi bir kirlenme olduğu zaman zaman bu konuda yayımlanan araştırmalarla önümüze geliyordu. 

Şimdi gündemimize giren 65 kişilik bir çetenin hukukçudan mühendise, öğretmenden eczacıya, yüzlerce kişiye sahte akademik derece sağladığı, sadece 400 kişinin bu şekilde ‘profesör’ ve ‘doçent’ unvanı aldığı iddia ediliyor. İletişim Başkanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, “Soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla işlem yapılan 220 kişi arasında Türkiye’de hiçbir akademisyen bulunmamaktadır. Soruşturma kapsamında 57 sahte üniversite diploması, 4 lise diploması ve 108 sahte sürücü belgesi düzenlendiği tespit edilmiştir. İki kişi dışında, düzenlenen hiçbir diplomanın herhangi bir meslek ifasında kullanıldığına dair bir tespit de bulunmamaktadır” açıklaması ile yüreğimizi soğutmaya çabalasa da sahte belgenin ötesinde bir durumdan da söz etmek gerekiyor. 

“The World Academy of Science, Engineering and Technology” veya kısa adıyla WASET yağmacı/yırtıcı açık erişimli dergi yayıncısı olarak çok fazla karşımıza çıkıyor. Ayrıca pek çok toplantı düzenliyor ve bu toplantıları zamanın Rus generali Potemkin’e atıfla Potemkin Kasabası olarak adlandırıyorlar. Göz alıcı bir kabuk... WASET Türkiye’den bir şirket ama ticari kaydı Azerbaycan’da, internet kaydı ise Dubai’de. Bir grup gazeteci 2018’de yaptıkları bir araştırma ile bu şirketi “Sahte Bilim Fabrikası”[1] olarak adlandırıyorlar. Ancak bu sahtekarlığın bizim topraklarla sınırlı olduğu da sanılmasın. “Makale Değirmeni” olarak adlandırılan bir sahtekarlık üzerine birkaç gün önce “the Proceedings of the National Academy of Sciences- Ulusal Bilimler Akademisi Bildiriler Kitabı”nda yayımlanan bir çalışma durumun tüm dünyada çok ciddi boyutta kaygı verici bir aşamaya geldiğini gösteriyor. Simsarlar, editörler ve yazarlar bir piyasanın gittikçe yaygınlaştığını gösteriyor. PLOS ONE üzerine yoğunlaştırdıkları çalışmada mimli editörlerin 2024 yılında elinden geçen yayınlar tümünün % 1,3’ü iken geri çekilen makalelerin üçte biri bu editörler tarafından değerlendirilmiş. Çete denebilir elbette, 35 kişilik bir ekip yedi başka yayıncı ile 4000’in üzerinde makale yayımlamış.

Akademik unvanın yayın sayısına indirgendiği, bir akademisyende olması beklenen bilgi, beceri ve etik değerlerin süreçte sorgulanmadığı koşullarda, bu makale değirmenlerinin ortaya çıkması kaçınılmaz. Elbette rekabetin alabildiğine kışkırtıldığı bir dünyada, akademik ortamların da bu rekabetten payına düşeni alması, yarışmanın içerik değil sayıyla ölçülebilir kılınması bu sayıları tutturmak için aracı kurumların-çetelerin ortaya çıkmasını da kolaylaştıracaktır. Gramsci’nin interregnum (fetret) ve canavarlar çağı dediği bu olsa gerek... Bilgiyi değil onun kabuğuna dair göstergeleri, hakikati değil kurgulanmış yalanları yeğleyen bir dünya sorgulamaktan uzak insanlarıyla kolayca yönetilebilir. Potemkin kasabası yol boyunca taşınabilir diye düşünse de general, o kabuğu kaldırıp altında ne var diye bakanlar hala var. Bu canavarlar çağında çetelerin varlığı değil, varlığının ortaya konamaması bizi kaygılandırmalı.

Dipnotlar:

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.