NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın

2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

Bilim Akademisinin Sahte Belge ve İmza Üretimi Hakkındaki Açıklaması (2025) lütfen tıklayın

“Sahte Diploma Soruşturması” Hakkında Kamuoyu Bilgilendirmesi - Türkiye Barolar Birliği (2025) lütfen tıklayın

15 Ağustos 2025

Doç. Dr. Ergül HALİSÇELİK - Liyakat öldü, kul hakkı çiğnendi: Ahlaki çöküşün adı sahte diploma (12punto)

Bir milletin geleceği, evlatlarının aldığı eğitim ve sahip olduğu liyakatle şekillenir. Eğitim kurumlarının amblemini taşıyan diplomalar, bilgi ve emeğin onay belgesidir. Ancak bugün Türkiye, yalnızca bireysel bir sahtekârlık değil; alın terinin, emeğin ve adaletin göz göre göre gasp edildiği sahte diploma krizi ile karşı karşıya. Yıllarca ders çalışıp sınavlarda ter döken, emeğiyle bir yere gelmeye çalışan milyonlarca gencin hayalleri, birkaç sahte belgeyle çalınabiliyor. Liyakatin yerini torpil, emeğin yerini sahtekârlık aldığında, yalnızca belgeler değil, bir ülkenin vicdanı da sahteleşir. Bu kriz, kâğıt üzerindeki bir mühürden ibaret değil; yarınlarımızı kime emanet edeceğimiz sorusunun tam merkezindedir. Temelinde ise yıllar içinde gevşeyen denetimler, esnetilen kurallar ve liyakatın geri plana atılmasıyla beslenen yapısal bir erozyon yatmaktadır. Sahte diplomalar, emeğin, bilginin ve adaletin nasıl yok sayıldığının en görünür sembolüne dönüşmüş; devletin vicdanını ve toplumun adalet duygusunu çürüten bir tablo ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle meseleyi, hem teknik boyutuyla hem de tarihsel kökleriyle ele almak, gerçek bir çözüm için zorunludur.

Yakın olan makama, ehil olan kenara: Ekonomik çıkar düzeninin ahlaki yıkımı

Türkiye’de son dönemde ortaya çıkan sahte diploma skandalı, ülkenin uzun süredir içinde bulunduğu rant ekonomisinin en çarpıcı yansımalarından biri olarak hafızalara kazındı. Kısa vadeli çıkarların, liyakat yerine sadakatin ödüllendirildiği bu sistemde; partizanca atamalar, torpilli işe alımlar ve kamu kaynaklarının belirli gruplara aktarılması artık sıradanlaşmış durumda. Bu yozlaşmış düzen, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal çöküşü de hızlandırıyor.

Rant ekonomisi, çıkar ilişkilerine dayalı bir döngü oluşturuyor: Taraflar, istediklerini elde ettikleri sürece sistem devam ediyor; çıkar dengesi bozulduğunda ise krizler kaçınılmaz hâle geliyor. Bugün yaşanan ekonomik dar boğaz, bu sürdürülemez yapının artık tıkandığının en açık göstergesi. Sahte diploma olayı ise bu çürümenin sembolü haline gelerek, liyakatin tamamen göz ardı edildiğini, ehil olmayan kişilerin kritik görevlere getirildiğini gözler önüne serdi.

Ekonomide yıllardır süren “ahlaksız büyüme” modeli, siyasette ve kamu yönetiminde de kendini gösteriyor. Kamu yönetimindeki bu yozlaşma yalnızca bugünü değil, gelecek nesilleri de etkiler. Gençler, emeğin değil ilişkilerin ödüllendirildiğini gördükçe adalet inancı zayıflar. Bu da toplumsal huzurun ve üretkenliğin uzun vadede çökmesine yol açar. Liyakatin yok sayıldığı bir düzen, eninde sonunda hem devleti hem de milleti zayıflatır. Bu düzen, kamu kurumlarını ehil olmayanların eline bırakıp dürüst çalışanları kenara itebilir.

Güvenin erozyonu, yapısal yozlaşmanın yükselişi

Ekonomik ahlaksızlık, zamanla bireylerin etik dışı davranışları olağan kabul etmesine yol açıyor. İnsanlar, haksız rekabetin kaçınılmaz olduğuna, başkalarının hukuksuz yollarla avantaj sağlayacağına inandıkça, bu çarpık düzene uyum sağlama eğilimine giriyor. Böylece hem iş dünyasında hem de günlük yaşamda yozlaşmayı besleyen bir kısır döngü oluşuyor.

Sahte diploma skandalı, bu döngünün kurumsal boyutunu gözler önüne serdi. Şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzaklaşan kamu kurumlarında, liyakat yerine sadakatin tercih edilmesi, devletin her kademesinde işlevsizliğe yol açıyor. Halkın kamu yönetimine duyduğu güven sarsılırken; adalet, fırsat eşitliği ve dürüstlük ilkeleri kâğıt üzerinde kalıyor.

Yolsuzluğun kalıcı hale gelmesi, kurumsal ahlaki çöküşü derinleştiriyor. Sahte diplomayla göreve gelenler yalnızca görevlerini kötü icra etmekle kalmıyor; aynı zamanda nitelikli kadroların önünü kapatarak devletin ve toplumun gelişimini baltalıyor. Hukuki, politik ve sosyo-ekonomik yapıyı saran bu çürüme, politik kutuplaşma ve keyfi yönetim anlayışıyla birleştiğinde, demokratik düzenin temel taşlarını tehdit ediyor.

Bir belgenin değeri, onu hak edenin emeğiyle ölçülür. Ancak yetkinlik yerine yakınlığın ödüllendirildiği bir sistemde, belge yalnızca bir formaliteye dönüşür. Bu anlayış, vasıfsız kişilerin önemli görevlere gelmesini olağanlaştırırken liyakatli kişilerin dışlanmasına yol açar.

Sahte diplomalar ancak denetim mekanizmalarının çürümesiyle varlık bulur. Bugün Türkiye’nin sorunu, sadece eğitimde değil; kontrol ve hesap verme kültürünün yok olmasındadır. Kamu kurumlarının ehil olmayanların eline bırakılması, dürüst çalışanların ise kenara itilmesi, “nasıl olsa sorgulanmaz” anlayışını pekiştirerek sahte diplomayı normalleştiren bir ortam yaratmaktadır.

Güvenin çöküşü, adaletin ölümü

Bir toplum, yönetenlerine güvenini kaybettiğinde; ekonomi durur, adalet zedelenir, sosyal barış bozulur. Güven, devlet ile vatandaş arasındaki en temel bağdır. Bu bağ zedelendiğinde, insanlar emeğinin karşılığını alacağına inanmaz. Böyle bir ortamda çalışkanlık, dürüstlük ve üretkenlik yerini umutsuzluk ile kayıtsızlığa bırakır. Güven kaybı, yalnızca bireyleri değil, bütün toplumsal düzeni sarsan sessiz bir yıkımdır.

Sahte diploma krizi, adil ve eşit fırsat ilkesine vurulmuş ağır bir darbedir. Bu skandal, yalnızca hukukun değil, emeğin ve liyakatin de ihlalidir. Dahası, diplomasını alnının teriyle kazanan milyonlarca gencin emeğini hedef alarak onların adalet duygusunu zedeler, geleceğe dair inançlarını kırar.

Her sahte belge, çalınan bir gelecek: Skandalın adli ve idari boyutu

Sahte diploma skandalı, yalnızca bireysel bir sahtekârlık değil; dijital güvenlik ve denetim mekanizmalarındaki ciddi açıkların ürünü olarak ortaya çıktı. Türkiye bugün, birkaç kişinin değil, devletin en kritik damarlarına sızan planlı ve yaygın bir düzenle yüzleşiyor.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianamesine göre, üst düzey kamu kurumu yöneticilerinin elektronik imzaları kopyalanarak çok sayıda kişiye sahte diploma ve belge düzenlendi. Sahte e-imzalar aracılığıyla, köklü üniversiteler de dâhil olmak üzere birçok kurumun sistemine izinsiz giriş yapıldı ve usulsüz belgeler oluşturuldu. Soruşturma, bu durumun münferit değil, organize ve sistematik bir yapının sonucu olduğunu ortaya koyuyor. İddianamede şüphelilere yöneltilen suçlamalar arasında şunlar yer alıyor:

• Usulsüz e-imza üretimi ve kamu sistemlerine yetkisiz erişim

• Sahte lise, lisans ve yüksek lisans diploması düzenlemek

• Not ortalamalarını usulsüz şekilde yükseltmek

• Sahte ehliyet belgesi düzenlemek

• Ehliyet sınavı yazılı ve direksiyon notlarını değiştirmek

Bu tablo, yalnızca belgelerin sahteliğini değil; aynı zamanda o makama liyakatle gelebilecek kişilerin haklarının gasp edildiğini gösteriyor. Her bir sahte diploma, hem emeğin hem de adaletin yok sayıldığının kanıtı niteliğinde. Yaşananlar, denetim mekanizmalarında köklü ve kapsamlı bir temizlik ihtiyacının ertelenemez olduğunu ortaya koyuyor.

Duvarlar yüksek, kapı içeriden açık: Diploma krizinin teknik boyutu

Sahte diploma sorunu, yalnızca ahlaki değil; teknik ve kurumsal denetim zafiyetlerinin de bir sonucudur. Resmî makamlar, dijital sistemlerin güçlü güvenlik katmanlarına sahip olduğunu vurgulasa da sahada yaşanan vakalar, bu koruma zincirinin kritik noktalarda delindiğini göstermektedir. Görünürde “kapalı devre” işleyen sistemler, pratikte insan hatası, yetki suiistimali veya yazılım açıklarıyla aşılabilmektedir. Kısacası, duvarlar ne kadar yüksek olursa olsun, içeriden açılan küçük bir kapı tüm güvenlik mimarisini işlevsiz bırakabilir.

Teknolojik altyapı ne kadar güçlü olursa olsun, onu yöneten irade şeffaf ve bağımsız değilse, güvenlik önlemleri kâğıt üzerinde kalır. Asıl zafiyet, teknik sistemlerden çok kadrolarda ve işleyişte ortaya çıkmaktadır.

YÖKSİS ile e-Okul sistemlerinin tam entegre olmaması, e-imza ve dijital sertifikaların kötüye kullanılabilmesi, sahte belgelerin dijital ortamda kolayca üretilebilmesi bu krizin zeminini hazırlamaktadır.

BTK’nın sorumluluğunda verilen e-imzalarda kimlik kontrol süreçlerinin yetersiz kalması, bazı kamu görevlilerinin imzalarının yasa dışı yollarla ele geçirilmesine ve bu imzalarla e-Devlet ile YÖK sistemlerine sahte diplomaların yüklenmesine yol açmıştır. Bu belgeler, resmi veri tabanlarında meşru görünecek şekilde işlenmiştir.

En basit doğrulama yöntemlerinin uygulanmaması ve bağımsız kontrol mekanizmalarının eksikliği, sürecin en kritik açıklarından biridir. E-imza kullanımında iki faktörlü doğrulama (2FA) gibi standart güvenlik adımlarının atlanması; SMS, e-posta onayı veya kullanıcıya doğrudan “Bu siz misiniz?” sorusunun yöneltilmemesi, sistemi savunmasız bırakmıştır. YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı ve SGK arasında çapraz veri kontrolü yapılmaması, sahte belgelerin uzun süre fark edilmeden kalmasına neden olmuştur. QR kod veya blockchain tabanlı diploma doğrulama sistemlerinin devreye alınmamış olması da bu riski artırmaktadır.

Bazı kritik kamu sistemlerinde e-imzanın tek yetki kaynağı olarak kullanılması, güvenliği zayıflatan başka bir unsurdur.

Sertifika kullanımındaki olağandışı hareketleri gerçek zamanlı tespit edecek mekanizmaların eksikliği; aynı IP üzerinden kısa sürede yapılan çoklu başvuruların, benzer T.C. kimlik numaralarının veya tekrar kullanılan belgelerin tespit edilmesini engellemektedir. Personel alımlarında yalnızca beyan ve fotokopi belgelerle işlem yapılması, orijinallik kontrolünü tamamen devre dışı bırakmaktadır.

Tüm bunlara ek olarak, bazı vakalarda soruşturmaların siyasi veya kurumsal baskılarla durdurulması, krizin çözümünü daha da zorlaştırmaktadır. Bu tablo, teknik güvenlik kadar bağımsız, kararlı ve etkili bir denetim kültürünün de hayati önem taşıdığını açıkça ortaya koymaktadır.

Bürodan amfiye, sınıftan eve: Kul hakkı ve ahlaki çöküşün zincirleme etkisi

Bir Bürokrat Olarak: Kamu görevine sahte diploma ile gelmek, daha ilk günden kul hakkı yemektir. Hak edilmemiş maaş, yetki ve imkân, başkasının emeğini gasp eder; kurumsal güveni eritir, dürüst bürokratları sistemden uzaklaştırır.

Bir Akademisyen Olarak: Sahte diploma, yıllarını bilime adamış akademisyenin emeğini hiçe sayar. Üniversiteler, bilgi üreten kurumlar olmaktan çıkar; kişisel ve siyasi çıkar odaklarına dönüşür.

Bir Öğrenci Olarak: Diploma, hayallerin ve alın terinin simgesidir. Sahte belgeyle öne geçen biri, çalışarak kazanma inancını zedeler. Bu adaletsizlik, gençleri ya umutsuzluğa iter ya da “ben de böyle yol alırım” anlayışına sürükler.

Bir Fedakâr Veli Olarak: Çocuğunu okutmak için ekmekten, ısınmadan, tatilden kısan; bazen ikinci bir işte çalışan veya tarlada daha fazla mesai yapan veliler için diploma, aile emeğinin ve fedakârlığının sembolüdür. Sahte diploma, sadece çocuğun hakkını değil; ailenin onurunu ve umudunu da gasp eder. Velinin inancı kırıldığında, çocuğun eğitime olan güveni de sarsılır.

Boş unvanlar ülke taşımaz: Etik devlet ve şeffaf denetim

Bu tür skandalların önüne geçebilmek için:

Liyakat esaslı atamalar yasal güvence altına alınmalı.

Diplomalar, bağımsız ve güvenilir doğrulama mekanizmaları ile teyit edilmeli.

Kamu kurumlarında şeffaflık ve hesap verebilirlik, vazgeçilmez yönetim ilkesi haline gelmeli.

Etik eğitim, toplumun tüm kesimlerinde yaygınlaştırılmalı.

Devlet, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda ahlaki liderlik de göstermek zorundadır. Çünkü ahlaki çöküş, birkaç sahte belge vakasından ibaret değildir; bu, bir ülkenin geleceğini sessizce ama derinden karartan en büyük tehdittir. Bir ülkenin gerçek sermayesi, diploması değil, liyakatidir; o elden giderse, geriye sadece boş unvanlar kalır.

Medeniyetleri ayakta tutan sessiz güç: Liyakat

Liyakat, yalnızca modern çağın bir yönetim ilkesi değil; insanlık tarihi boyunca adaletin ve düzenin temel taşlarından biri olmuştur.

İslam tarihinde, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed, görev ve yetki verirken akrabalık bağına değil, ehliyet ve güvenilirliğe önem vermiştir. “İş ehil olmayana verildiğinde kıyameti bekle” hadisi ve Hz. Ali’nin “Bir insanı layık olmadığı yere koymak zulümdür” sözü, liyakatsizliğin toplumu çökerten en büyük tehlikelerden biri olduğunu vurgular. Mekke’nin fethinden sonra Kâbe’nin anahtarlarının, hizmeti ve güvenilirliğiyle tanınan Osman bin Talha’ya teslim edilmesi, bu anlayışın çarpıcı örneklerinden biridir.

Eski Türklerde ise Orhun Yazıtları’nda, devlet yöneticilerinin halkın refahını gözetmesi, bilgili ve cesur beylerin görev alması gerektiği belirtilmiştir. Göktürkler’de kağan seçiminde soy bağı dikkate alınsa da, asıl belirleyici unsur savaş meydanındaki başarı ve devlet yönetimindeki yetkinlik olmuştur.

Osmanlı’da liyakat, özellikle yükseliş döneminde devletin temel direklerinden biriydi. Devlet kadrolarına alınacak kişilerin yetenekleri “Enderun Mektebi” gibi özel kurumlarda titizlikle sınanır; başarılı olanlar yükselir, başarısız olanlar ise görevden alınırdı. Fatih Sultan Mehmet’in kanunnameleri, memuriyetin ehliyet ve sadakat esasına göre verilmesini açıkça şart koşuyordu.

Cumhuriyet döneminde ise 1924 Anayasası, kamu görevlerine girişte ehliyet ve liyakati anayasal güvence altına aldı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Benim gözümde hiçbir şey yoktur, ben yalnız liyakat aşağıyım” sözü, bu ilkenin önemini en net biçimde ortaya koyar. Cumhuriyetin ilk yıllarında, alanında yetkin ve eğitimli kadrolar sayesinde hukuk, eğitim ve ekonomi alanlarında büyük ilerlemeler sağlandı. Ancak 1980 sonrası artan siyasi kadrolaşma, liyakat ilkesini zayıflatarak bugün karşı karşıya olduğumuz sahte diploma krizinin zeminini hazırladı.

Tarihten bugüne medeniyetleri ayakta tutan liyakat, terk edildiğinde devletin de toplumun da temelleri sarsılır.

Sonuç: Geleceğin anahtarı liyakat, en büyük tehdit ahlaki çöküş

Sahte diploma krizi, yalnızca bir sahtekârlık değil; liyakatsizliğin, kuralsızlığın ve ahlaki çöküşün en görünür sembolü haline gelmiştir. Bu skandal, emeğin değersizleştiği, denetimin yok sayıldığı ve güvenin eridiği bir düzenin açık göstergesidir. Türkiye’nin yeniden ayağa kalkması, ancak liyakati esas alan, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışıyla mümkündür.

Bu mesele bir kâğıt parçasının ötesinde; kul hakkı yiyenlerin ödüllendirildiği, dürüstlerin ise kenara itildiği bir düzenin fotoğrafıdır. Çözüm, yalnızca hukuk koridorlarında değil; ailede, okulda, iş yerinde ve medyada hayata geçirilmelidir. Her birey kendi alanında dürüstlük ilkesini korumalı, haksızlığa karşı sesini yükseltmelidir. Unutulmamalıdır ki, liyakat, bir ülkenin varoluş güvencesidir. Eğer korunmazsa, hiçbir ekonomik başarı, hiçbir siyasi zafer, bu ülkenin ruhunu onaramaz.

Bir zamanlar dimdik ayakta olan kurumlara duyulan güven, şaibeli sınavlar, torpilli atamalar ve bu skandalla birlikte derinden sarsılmıştır. Gençlere yeniden umut vermek, hayal kurma cesareti ve gelecek inancı aşılamak için önce bu güven bunalımını kabul edip onarmak zorundayız. Çünkü güvenin kaybolduğu yerde umutsuzluk kök salar, gelecek kararır.

Sahte diploma krizi, yalnızca bireysel bir sahtekârlık değil; rant ekonomisinin yarattığı çarpık düzenin, liyakatsizlik kültürünün ve ahlaki erozyonun en somut göstergelerinden biridir.

Liyakat yok sayıldığında, en görkemli devlet bile kendi elleriyle yıkımını hazırlar. Ancak liyakat yeniden tesis edildiğinde, en derin krizler bile bir milletin yeniden doğuşuna dönüşebilir. Unutmayalım: Bir milletin en büyük diploması, kurumlarına olan güvenidir.

İşi hak edene vermemek hak edene, hak etmeyene vermek ise herkese zulümdür. İşi ve yetkiyi hak eden, liyakatli ehline verirseniz:

İş güzel ve kaliteli olur,

İş ucuz ve ekonomik olur,

İş çabuk, verimli ve etkin olur,

Bu işten ahlak ve vicdan sahibi herkes mutlu olur.

12 Ağustos 2025

Timur SOYKAN - ‘3 saatte nasıl inşaat mühendisi oldum’ (BirGün)

3 saatte mühendislik diploması alan da var, 500 bin TL’ye diploma sahibi olup silinen de sosyal medya aracılığıyla diploma alan da. Pek çoğu bu diplomaları kendilerinin talep etmediğini, haberlerinin olmadığını söylüyor. Ancak kayıtlar onları yalanlıyor.

Elektronik imza ile diploma sahibi yapılanlardan Mehmet Tahir Gülmez anlatıyor: “Sosyal medyada para ile diploma verildiğine dair bir reklam gördüm. WhatsApp üzerinden iletişime geçtiğim şahıslara kimlik bilgilerimi gönderdim. 2-3 saat sonra bu şahıslardan ‘E-DEVLETTE GÖRÜNÜYOR’ diye mesaj geldi. E-devlete baktığımda Ege Üniversitesi İnşaat Fakültesi mezunu olduğumu gördüm.”

İşte bu kadar basitti. 29 yaşında İzmir’de yaşayan ve üniversite sınavını kazanamayan Mehmet Tahir Gülmez artık inşaat mühendisiydi. Bu devlet kaydıyla sabitti.

Devlet kurumlarına sahte e-imza ile sızan çete diploma, ehliyet gibi çok sayıda belge üretti. Çete, YÖK ve üniversitelerin dijital sistemlerine sızarak hukuk, inşaat mühendisliği, mimarlık, gıda mühendisliği, bilgisayar mühendisliği mezuniyet belgeleri yükledi. Para ödeyen kişiler, bu üniversitelerin devlet kaydında görünen gerçek diplomalarına sahip oldu. Çete, depremde hayatını kaybeden avukatların mezuniyet bilgilerini değiştirerek diploma satışı yapmıştı. Bu diplomaları alarak birkaç saat içinde üniversite mezunu olan sahtekarlar, ifadeleri ve onlar hakkındaki tespitleri bu köşede yazacağım. Pek çoğu bu diplomaları kendilerinin talep etmediğini, haberlerinin olmadığını söylüyor. Ancak telefon incelemelerinde diploma satın almak için pazarlık yaptıkları ortaya çıktı.

∗∗∗

 ‘DİPLOMA SATIN AL’ GRUBU

• Ahmet Yıldız, 37 yaşında, Adıyaman Besni’de yaşıyor. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi diploması aldı.

AHMET YILDIZ İFADESİ:

"Facebook’ta ‘Hoca’ diye hitap ettiğim bir kişi ile tanıştım. WhatsApp üzerinden konuşmaya devam ettik. Hoca, diploma çıkartmak karşılığında benden 400 bin TL istedi. Meblağ yüksek gelince vazgeçtim. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi kaydımın nasıl ve ne şekilde oluşturulduğunu bilmiyorum. 26 Temmuz 2024’te e-devlette mezuniyet kaydımı sorgulamam tesadüftür."

∗∗∗

‘SUÇLU HUKUKÇU YAPILDI’

• Alper Kaan Çukurluo, 36 yaşında, İstanbul Bahçelievler’de yaşıyor. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi diploması aldı.

ÇUKURLUO İFADESİ:

"Fatih Kulaklı isimli arkadaşım beni Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olarak sisteme kaydettirmiş. Bunu arkadaşım Fatih’ten öğrendim. Fatih Kulaklı bunu başkasına yaptırmış ama bana ismini söylemedi. ‘Alex’ takma ismiyle tanıdığım Gökay Celal Gülen’in bu işi yaptığını tahmin ediyorum. Suçlamayı kabul etmiyorum."

TESPİTLER:

Alper Kaan Çukurluo’nun telefonunda yapılan incelemede ‘Alex’ takma adlı çete lideri Gökay Celal Gülen ile sürekli irtibat halinde olduğu tespit edildi. Telefonunda yabancı şahıslara ait ikamet izni, vatandaşlık başvurusu gibi illegal işler yaptığı tespit edildi.

∗∗∗

OKUL MÜDÜRÜ YÖNLENDİRDİ

• Esra Gençoğlu, 46 yaşında, Hatay’da yaşıyor. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi diploması aldı.

GENÇOĞLU’NUN İFADESİ:

"2018 yılında yeğenimin okulunda müdür olan Tahsin S., bana üniversite okuyup okumadığımı sordu. Adalet Meslek Yüksekokulu’nda okuduğumu söyledim. Beni 4 yıllık üniversite mezunu yapabileceğini söyledi. Makedonya’da iki yıl okuyup Türkiye’de fark derslerini vererek denklik alabileceğimi anlattı. Mete Gül isimli bir kişinin telefonunu verdi. Mete Gül’ün Makedonya’da LODOSSTAR Yurt Dışı Eğitim ve Dil Okulları’nın sahibiydi. Parça parça 2 bin euro gönderdikten sonra Makedonya’ya davet edildim. Hiçbir şekilde eğitime başlayamadım, herhangi bir belge de almadım."

TESPİTLER:

Esra Gençoğlu’nun telefonunda diploma çıkartılması için görüşmeler yaptığı belirlendi. Diploma için görüştüğü kişi Gençoğlu’na Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi kaydına ilişkin videolar göndermişti.

∗∗∗

İDDİALARI REDDETTİ AMA...

• Yalçın Maraşlı, 35 yaşında. Çukurova Adana’da yaşıyor. Gazi Üni. Teknik Eğitim Fakültesi Talaşlı Üretim Öğretmenliği diploması aldı.

MARAŞLI’NIN İFADESİ:

"Yalçın Adana Çukurova’da Can Delux Apart Otel’in işletmecisiyim. Otele gelen müşteriler, otelin internet şifresini kullanır. Ziya’yı (Çete lideri olduğu iddia edilen Ziya Kadiroğlu) şu anda nezarette birlikte olmamız nedeniyle tanıyorum. Bu şahsı 12 Ekim 2024’te otelime müşteri olarak giriş yaptı. Ertesi gün otelin önünde dışarıdan gelen şahıslar tarafından bacağından vuruldu. Bana ait görüntünün Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi diplomasını bu şahıs hazırlamış olabilir. Şüphelilerin hiçbirini tanımıyorum, bu kişilerle bir iletişimim yok."

TESPİTLER:

Yalçın Maraşlı’nın fotoğrafı BTK Başkan Yardımcısı’nın da arasında olduğu çok sayıda üst düzey yetkili adına hazırlanan kimliklerde kullanıldı. Çok sayıda şüpheli ile telefon görüşmesi tespit edildi. Ziya Kadiroğlu ile pek çok mesaj kaydı vardı. Ziya Kadiroğlu’na ‘Abi’ diye hitap ediyordu. Sahte diploma ve ehliyet oluşturma konusunda çok sayıda sohbet kaydı tespit edildi.

∗∗∗

ANAHTARCI MÜHENDİS OLDU

• Adnan Taşdemir, 50 yaşında, Adana’da yaşıyor. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği diploması satın aldı.

TAŞDEMİR’İN İFADESİ:

"Adana Çukurova’da anahtarcı dükkanım var. Daha önce dükkanımda çalışan bir kişi vasıtasıyla Ali Çiçek yanıma geldi. Adıma diploma çıkartabileceğini söyledi. 1.5 ay sonra Ali Çiçekli beni aradı ve e-devlet hesabımı kontrol etmemi istedi. Baktım. Ege Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünden mezun kaydımı gördüm. Ali Çiçekli bu kaydı kimsenin bilemeyeceğini söyledi. Sonra Ali Çiçekli’nin uyuşturucu madde kullanmaktan cezaevinde olduğunu öğrendim."

TESPİTLER:

Adnan Taşdemir’in telefon incelemesinde delile ulaşılamadı.

∗∗∗

500 BİN TL’YE DİPLOMA

• Aytül Çiçekli Dursun, 55 yaşında. Adana’da yaşıyor. Atatürk Üniversitesi Resim İş Öğretmenliği diploması aldı.

DURSUN’UN İFADESİ:

"Bir yıl önce kardeşim beni Ziya Kadiroğlu ile tanıştırdı. Ziya Kadiroğlu, “Seni Resim ve İş Öğretmenliği diploması yaptıralım mı?” diye sordu. 5 ay kadar sonra e-devlet’ten baktığımda Atatürk Üniversitesi’ne ait mezuniyet kaydımı, diplomamı gördüm. Para ödemedim. Bir ay sonra diploma silindi."

TESPİTLER:

Telefonunda diploma satın aldığına dair yazışmalar tespit edildi. Hatta bir komşusuna diploma fiyatını 500 bin TL olarak bildirmişti.

∗∗∗

2,5 MİLYON TL İSTEDİLER

• Emre Gökdemir, 41 yaşında, Ankara’da yaşıyor. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği diploması satın aldı.

GÖKDEMİR’IN İFADESİ:

"Arkadaş ortamında Yasin isimli şahısla tanıştım. Bana para karşılığı diploma çıkartabileceklerini söylediler. 2.5 milyon TL istediler. Para göndermedim, böyle bir talebim olmadı. Bir süre sonra bu şahıs beni arayarak Ege Üniversitesi İnşaat Mühendisliği diploma çıkarttıklarını söyledi ve 2.5 milyon TL istedi. E-devlete baktığımda diploma görünüyordu. Bu kaydın silinmesini istedim."

∗∗∗

FACEBOOK’TAN DİPLOMA

• Güler Kahraman Büyükkeleş, 44 yaşında, Hatay’da yaşıyor. Atatürk Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü diploması aldı.

BÜYÜKKELEŞ’İN İFADESİ:

"Yaklaşık bir yıl önce sosyal medyadan ‘Devlet onaylı sertifikalar’ başlıklı bir reklam görüp tıkladım. Facebook’un mesaj kısmına yönlendirildim. Buradan iletişime geçtiğim şahıslar, bir ay online eğitim sonrası devlet onaylı yaşam koçluğu sertifikası vereceklerini söylediler. Bunun için 100 bin TL istediler. T.C. kimlik numaramı ve telefonuma gelen kod numarasını istediler. Sonra beni e-devlet uygulamasına yönlendirdiler. Girip mezuniyet durumumu sorguladığımda ‘Atatürk Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü mezunu yapıldığımı gördüm.”

∗∗∗

KOPYAYA BİLE ZAHMET ETMEDİLER

Eskiden sadece sınavlarda kopya çekilirdi. Artık devletin sistemlerine sızarak öğrencilerin notları yükseltiliyor. Sahte e-imza ile devletin kapalı dijital sistemlerine sızan çete, öğrencilerin notlarını da değiştirdi. Böylece ortalamaları geride kalan sahtekar öğrenciler, derslerine çalışan, başarılı olan öğrencilerin önüne geçti. Skandalın iddianamesinde şu tespitler yapıldı:

Ahmet Ruşen U.: Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği not ortalamasını 1.29’dan 3.29’a yükseltildi.

Buruç Ö.: Yıldız Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği’nde 0.64 olan genel ortalaması 2.55 yapıldı.

Doğukan Fırat Ö.: Yıldız Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği’nde 0.83 olan genel not ortalaması 3.01’a yükseltildi.

Enes Talip C.: Yıldız Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği’nde 1.46 olan genel not ortalaması 3.12 olarak değiştirildi.

Mehmet Ç.: Yıldız Teknik Üniversitesi Mühendislik İnşaat Mühendisliği lisans bölümünde kayıtlı öğrenci iken 1.74 olan genel not ortalamasını 2.92’ye yükseltildi.

Notları ile oynanan öğrenci sayısının çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor.

∗∗∗

E-SKANDALDA 6 KRİTİK SORU

Elektronik imza skandalı, devlet sisteminde diploma ve ehliyet oluşturulmasıyla sınırlıymış gibi gösterilmek isteniyor. Ancak iddianamede skandalın çok daha büyük olduğuna dair ipuçları var. Bazı sanıklara dair ayırma kararları da yeni soruşturmaların yürütüldüğünü ortaya koyuyor. Bu noktada çok önemli sorular oluşuyor.

Soru 1

Çete, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı ve başkan yardımcısının sahte e-imzalarını oluşturdu. Bu kişiler devletin dijital kalbinin merkezinde bulunuyor. Çete bu e- imzalarla devletin kapalı bazı sistemlerine sızdı mı? Tüm toplumun kişisel verilerini ele geçirdiler mi? Bazı veriler değiştirildi mi? Bu konuda kesin tespitler yapılabiliyor mu?

Soru 2

İddianameye göre; çete, Ölçme Değerlendirme ve Yerleştirme Hizmetleri Daire Başkanı, YÖK Eğitim Öğretim Daire Başkanı adına çıkarılan e-imza ile sistemlere yetkisiz erişim sağladı. Bu sistemlere girerek çok önemli sınavların sonuçlarını, puanlarını değiştirdiler mi? Çetenin kilit elemanlarından torbacı Mıhyeddin Yakışır ifadesinde "ÖSYM sitesine yapılan girişler, ÖSYM’nin sistemlerinde sınav puanı yükseltmek için yaptıkları erişimdir” dedi.

Soru 3

İddianameden çetenin, Göç İdaresi’nin sistemlerini hedef aldığı net bir şekilde anlaşılıyor. Göç İdaresi Başkanlığı İstanbul İl Göç Müdürü ve Göç İdaresi Başkanlığı İstanbul İl Göç Uzmanı’nın sahte e-imzalarını çıkartıyorlar. Çete, Göç İdaresi sistemlerine sızarak vatandaşlık, oturum izinleri için kayıtlar oluşturdu mu? Çetenin mensubu olduğu öne sürülen Alper Kaan Çukurluo’nun cep telefonunun incelemesinde şu tespit yapıldı: “Yabancı şahıslara ait ikamet izni, vatandaşlık başvurusu ve bunun gibi işlemleri illegal olarak yaptığı tespit edildi.”

Soru 4

Çete, Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş. üst düzey yöneticisinin de sahte e-imzasını kullandı. Turkcell kullanıcısı olan vatandaşların verileri çetenin eline geçti mi? Çete bu şirketin verilerine ulaşıp değiştirebildi mi?

Soru 5

Çetenin uyuşturucu suçlarıyla bağlantısı iddianamede yer alıyor. Bazı şüpheliler, çete liderlerinin uyuşturucu sevkiyatı yaptığını öne sürüyor. Çetenin sahte kimlik ve e-imza işlerinde kullandığı Mıhyeddin Yakışır, uyuşturucu suçundan firariydi. Ve bu çete Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’ndaki komiserin sahte kimliğini yapıp e-imza çıkarttı. Çete bu e-imzayı kullanarak herhangi bir işlem yaptı mı? Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıklamasında çetenin emniyet sistemlerine sızamadığı belirtildi.

Soru 6

Çete üyelerinden Ayhan Ateş ifadesinde üniversitelere akademisyen olarak yerleştirilen Türkiye genelinde 400’den fazla kişi var” dedi. Halı yıkamacıyken para ile psikoloji diploması aldığı ortaya çıkan Abdullah Volkan Uçak’ın cep telefonunda ise 250 bin TL’ye doçentlik verilmesiyle ilgili mesajlar bulundu. SBKEZ kullanıcı isimli şahısla yazışmasında ise tezli yüksek lisansın sisteme kaydedilmesi, e-devlet sisteminde kaydın görünmeye başlaması konusunda mesaj kayıtları vardı. Bu iddialar doğru mu?

11 Ağustos 2025

Prof. Dr. Selçuk CANDANSAYAR - Naylondan diplomalar zamanı (BirGün)

Sahte diploma ve e-imza sahteciliği skandalı gerçekte halı yıkamacısı olan bir “üçkağıtçının” sahte psikolog diplomasıyla insanları kandırması üzerinden tartışılıyor. Suçluların en “garibanlarından” biri odağa alınarak, çete reisleri dikkatlerden kaçırılıyor.

Sahte psikolog haberi, her üniversite sınavı sonrası anaakım medyanın köpürttüğü “dağdaki çoban, hiç dersaneye gitmeden Boğaziçi’ni, ODTÜ’yü kazandı” haberleriyle benzer işlevi görüyor. Yoksul ama zeki çobanımız, bakın gördünüz mü çalışınca oluyor mesajını yayarak eğitim sistemindeki eşitsizliği gözden kaçırır, yüzbinlerce yoksul öğrencinin sınav başarısızlığının üstünü örter. Halı yıkamacı psikolog da “büyük sahtekarların” soruşturulmasının önünü kesip, skandalı bir kaç üçkağıtçının basit suçu düzeyine indirir, sistemin sorgulanmamasını sağlamaya çalışır.

Sorun sahte ehliyet, lisans diploması, tapu, başkasının imzasıyla kredi çekme, şirket kurma vs. dolandırıcılıkların çok daha ötesinde. E-imza sahteciliği ile ilgili dava dosyasını inceleyenler de çoğu suçun klasik dolandırıcılık yöntemlerinin teknolojik olanaklardan yararlanılarak yapılması olduğunu görüyorlar. Bu hal, sahtecilik suçunun ağırlığını ve tehlikelerini azaltmıyor. Oturduğunuz tapulu evinizin sizin “sahte e imzanızla” satılmasının ve tapu kayıtlarına göre de bu satışı sizin yaptığınızın kayıtlı olmasının basit bir suç olmadığı ortada. Bu tip dolandırıcılıkların teknolojinin yardımıyla yaygınlaşması ve binlerce mağdura yol açması da basit bir durum değil elbet.

Günümüzdeki sahtecilikleri, geçmişteki klasik sahteciliklerden ayıran asıl fark başka bir alanda. Sahteciliği yapanın elde ettiği sahte belge, diploma, yetki vb. her ne güçse onun sahte değil de gerçek olduğuna kendisinin de inanması. Demem o ki, elde ettiği belgeye “büyüsel bir güç” atfederek, madem artık diplomam var, o halde biliyorum ve yapabilirim diye kendisinin de inanması.

Kendi disiplinimden bir örnek vererek açıklamaya çalışacağım. Öğrenciliğimden başlatırsam, 44 yıldır tıp fakültesinde çalışıyorum. Bu yarım yüzyıla yaklaşan dönem boyunca üniversite ortamında hak etmeden alınmış diploma, unvan vs sahibi olan insanlarla hemen her zaman karşılaşmışızdır. Bu insanlar hep vardılar ama neredeyse net bir tarih verebilecek kesinlikte iki farklı dönemde özellikleri farklıydı. Bir çok meslektaşımın da bana katılacağını düşündüğüm bu net tarih, 2010-11 öncesi ve sonrası.

İLK DEPREME KADAR DAYANIR

Tıp, uygulamalı bir disiplin, kanlı canlı insana müdahale edilir. İlaç verilir, ameliyat yapılır vs. Sosyal bilimci arkadaşlar kızmasın ama yanlış yapılan bir sosyolojik analizin neden olabileceği sonuçlarla karşılaştırılamaz. Tıp disiplininde yanlış yaparsanız öldürürsünüz! Kolonları yanlış yerleştirilmiş bir bina yine de yıllarca ya da ilk depreme kadar ayakta kalabilir. Tıpta ise, bir saate kalmaz öldürebilirsiniz.

İki binlerin ortalarına kadar da öyle ya da böyle doktor olmuş, şu ya da bu şekilde ihtisas yapmış, ardından da kurduğu çoğu zaman siyasi, kimi zaman memleketlilik, bazen de hoca şakşakçılığı ile hak etmeden doçent, profesör olmuş insanlar olurdu. Fakülte içinde, misal cerrahi profesörü olarak kasım kasım kasılarak gezerler, çoğu zaman asistanlarına hazırlattıkları dersleri anlatır, punduna getirip idari bir görev kapmaya bakarlardı. En uyanıkları memleketten gelen tüm hastaların hastanedeki işlerini kovalayıp, siyasi rant devşirip, milletvekili olmaya çalışırlardı. Bu “hocalar” bütün bu “işleri” yaparlar ama “hastaya ellerini sürmezlerdi”. Hadlerini bilirlerdi!

DAHA DONAMSIZ DAHA BİLGİSİZ

Son on beş yıldır, benzeri “hocalar” hasta tedavi edebileceklerine kendileri de inanıyorlar! Bu insanlar için tıp fakültesinin 6 yıllık eğitimi, doktor olmayı öğrenmek analıma gelmiyor. Tıpta Uzmanlık Sınavına girebilmek için sınava hazırlanmakla geçen bir süre. Çoğu tıp öğrencisi son iki yıl TUS dersanesine yazılıyor ve sadece sınava hazırlanıyor ya da elde ettiği çalınmış sınav sorularının cevaplarını ezberlemeye. TUS’u kazanıp uzmanlık eğitimine girince de bu kez uzmanlık eğitimi (ihtisas), uzmanlık belgesinin alınması için sabırla beklenmesi gereken 4-5 yıldan öte bir anlam taşımıyor. Uzmanlık tezi bir özel merkeze yazdırılıyor. Ardından mecburi hizmette bu kez parayla araştırma basan “sahte bilimsel” dergilerde doçentlik başvurusu için gereken makaleler yayınlatılıyor. Sahte bilimsel dergi derken kastım kağıt üstünde her şeyi gerçek olan ama aslında “bilimsel hiçbir değeri olmayan” dergiler. Mecburi hizmet bittikten sonra, eğer AKP-MHP bloğundan bir referans getirebiliyorlarsa direkt öğretim üyesi kadrosuna atanıyorlar. Doçentlik sınavı tamamen kağıt üzerinde yapılıyor. Gerekli ölçütler kağıt üzerinde karşılanmışsa da doçent olunuveriliyor.

Asıl sorunlardan can alıcı olan burada başlıyor. Bu şekilde doçent olanlar kendileri de kendilerinin artık doçent düzeyinde yetkin olduklarına inanıyor ve hasta tedavi etmeye, ders vermeye, asistan yetiştirmeye başlıyorlar!  Kısa vadede can alıcı olan hakikaten can alabilmeleri, uzun vadede ise her sonra gelen kuşağın bir öncekinden daha niteliksiz, daha donanımsız, daha bilgisiz olması.

Tıp için böyle de, iktisat için farklı mı? Bir üniversitenin “yalakalık” olsun diye verdiği fahri ekonomi profesörü unvanını alan da kendisinin ekonomide profesör yetkinliğinde olduğuna inanıyor. Mimar bina tasarlıyor, makine mühendisi makine yapıyor, jeoloji mühendisi sondaj yapıyor, matematik öğretmeni matematik öğretiyor.

Sevgili Turgut Uyar’ın olağanüstü dizelerini günümüze uyarlamamız gerekiyor; aslında korkulacak çok şey var, çünkü her şey naylondan…

9 Ağustos 2025

Gökçer TAHİNCİOĞLU - “Sahte diploma” çetelerinin uzun tarihçesi… (T24)

Sorular çalınıyor, üniversiteler hileyle bitiriliyor, sahte diplomalar alınıyor, yüksek lisans ve doktora işlerine baksanız tablo daha vahim hale geliyor. Şimdi Ankara Başsavcılığı’nın açtığı iki dava üzerinden bir başarı hikâyesi yazılmaya çalışılıyor ama sorun çok eskiye dayanıyor

Sahte diploma skandalının açığa çıktığı günden bu yana, iktidara yakın gazeteci ve yazarlar, AKP’den bazı isimler, skandalı konuşmak yerine, bu yapının açığa çıkarılmasının ne kadar büyük bir başarı olduğunu konuşuyor.

Konuşmakla yetinmiyor, kendilerine yakın kesimleri de azarlıyor aynı isimler.

Bunun bir başarı hikâyesi olduğunun kamuoyuna anlatılmasını istiyor.

BTK Başkanı dahil devletin en kritik birimlerinde görev yapan insanların elektronik imzalarının kopyalanması, bu elektronik imzalarla sisteme girilmesi, aylarca sistemde cirit atılması, diplomadan ehliyete, not yükseltmeden lise mezuniyetine kadar her alana el atabilmeleri büyük bir skandal değil onlara göre.

Onlara göre buna değil bu işleri yapanların nasıl açığa çıkarıldığına odaklanmamız lazım!

Bir de ÖSYM gibi kurumlar var.

400 sahte diploma olduğunu iddia edenler hakkında suç duyurusunda bulunmuş kurum. Benzer haberleri yapanları da savcılığa bildirecekmiş.

Buyursun Ankara Başsavcılığı’nı bildirsin o zaman. Zira bu konudaki ifadelerin tamamının kaynağı savcılık.

Evet, 400 sahte diploma bulgusu yok ancak ifade ve iddialar var. Bunların yazılması da gayet olağan.

Ancak burası tartışma değil susturma ülkesi. Sessiz kalındığında sorun yok oluyor sanıyorlar.

***

Pek öyle değil.

Yurttaş olarak devletin ilgili birimlerinden herkesin gerçeği talep etme hakkı var.

İnsanlar çocukları okusun diye ömür harcıyor.

Gençler hayatlarının en güzel çağlarında zalim bir sistem içerisinde diploma almaya çalışıyor.

Diplomalarına rağmen iş bulamayan gençler çalacak kapı aramaya başlıyor.

Birileri de bahşedilmiş koltuklarını sağlama alabilmek için sahte diploma alıp, servetine servet katıyor.

Elbette gerçeği bilme hakkımız var.

***

Buradan hareketle soralım.

Bu yapıya benzer yapıların yıllarca faaliyette bulunmasına neden göz yumuldu.

İnternette, Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı biçimde “devriye gezen” polis ve jandarma, üç beş öğrencinin sloganını bile bulup soruşturma konusu yaparken, “diploma, ehliyet, tez, denklik” belgesi vereceğini söyleyen bu yapılarla hiç karşılaşmadı mı?

Bir tanesinin bile peşine düşmedi mi?

***

2020 yılında “şikâyet var” adresine ulaşan şikayetler, bugün yapılan şikayetlerle aynı.

“Para verdim ama diploma gelmedi”, “paramı verdim ama diploma sisteme işlenmemiş”, “Parayı göndermeme rağmen henüz dönüş yapmadılar.”

En azından yurttaşı dolandırılmasın diye bu yapıların peşine düşülür değil mi, öyle olmamış…

Olmadığını da diploma verilmeyenlerden değil verilenlerden görebiliyoruz.

***

Sahte diploma yapılanmasının sahte diploma çıkarttığı üniversitelerden biri de Yıldız Teknik Üniversitesi…

28 Eylül 2024 tarihine dönelim.

Üniversite yönetimi, ölen eski mezunların ve öğrencilerin bilgileri kullanılarak 11 kişinin sahte diploma aldığı yönündeki iddialar üzerine idari soruşturma açıldığını kamuoyuna duyurdu.

Buna göre bir yapı, ölen eski mezunların bilgilerini sistemden silerek, sahte diploma alan kişilerin bilgilerini sisteme ekledi. Üniversitenin mezunu gibi görünen kişiler, e-Devlet üzerinden sorgulanabilen kare kodlu sahte diplomalar elde etti.

O dönemde açıklama yapan yazılım şirketinin sahibi, özellikle 2022 öncesinde kullanılan sistemin eski mezunların bilgilerinin değiştirilmesine açık olduğunu, sahte diploma almış kişi sayısının daha yüksek olabileceğini belirtti.

Gazeteci Murat Ağırel, soruşturma numarasına kadar detayıyla bu skandalı yazdı ancak sonucu ile ilgili bilgi kamuoyuna yansımadı.

Yine aynı günler…

İzmit Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet de aynı günlerde bir skandalı ifşa etti. Hürriyet, 2019’da, seçimden üç gün önce sözleşmeli memur olarak belediyeye alınan AKP Milletvekili Emine Zeybek’in gelininin üniversite diplomasını doğrulamak için Gazi Üniversitesi’ne yazı gönderdiklerini ancak “Böyle bir diploma yok” yanıtı aldıklarını anlattı. Hürriyet, “Sahte diploma ile 5 yıl boyunca memur maaşı almış. Durumu savcılığa bildirdik ve hakkında dava açıldı. Ancak ne bir tutuklama kararı çıktı ne de bir soruşturma başlatıldı” dedi. Yargılama sonunda hapis cezası verildi ancak diplomanın kim tarafından hazırlandığı araştırılmadı.

***

Daha da geriye gidelim…

2019 yılına örneğin.

Bir ilan:

“Endişe edenler yazmasın

“Nasıl güvenirim? Diplomam gelir mi? diye endişe edenler lütfen yazmasın. 2017’den bu yana hizmet vermekteyiz. Hiç kimseyi mağdur etmedik. Etmeyiz de…

Nasıl çalışıyoruz?

■ Öncelikle sitemizdeki formu dolduruyorsunuz.

■ Sonra size özel diploma taslağını hazırlıyoruz.

■ Diploma taslağını sizin onayınıza sunuyoruz.

■ Onayınızdan sonra cebe 500 TL havale ediyorsunuz.

■ Cep telefonunuzda internet bankacılığı olmak zorunda. l Kargo ücretsiz ve kapalı zarfta 2 günde teslim ediliyor.”

***

Eski Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Şubat 2016’da yaptığı açıklamada, geçmiş dönem atamalarında sahte öğretmen ve sahte diploma çetesi olduğunu tespit ettiklerini söyledi. Avcı, "Muhtemelen bu çete veya çeteler, Şubat atamaları için de bazı öğretmen adaylarına musallat olabilir. Çok ciddi paralarla, 30-40 bin lira alarak bu sahte diplomaların pazarlandığına dair bir duyum da geldi. Öğretmen adayları tevessül etmesin, yazık olur, soruşturma derinleştirildi" dedi.

Hemen ardından Beyoğlu O. İlkokulu'nda da bir sahte öğretmen vakası saptandı. Yıldız Teknik Üniversitesi'ne (YTÜ) ait diplomayla 24 yıl öğretmenlik yapan ismin diplomasının sahte olduğu anlaşıldı.

Aynı tarihlerde Diyarbakır’da sahte diplomayla KPSS'ye girip sınıf öğretmeni olarak atanan isimler tespit edildi.

Bakanlığın araştırmaları sonucu 71 “öğretmenin” sahte diplomalı olduğu ve yıllarca devletten maaş aldıkları anlaşıldı.

***

Daha da geriye gidelim…

13 Aralık 2013’te Ankara Cumhuriyet Savcılığına yapılan şikayetle, Wushu Milli Takımlar Teknik Direktörlüğü yapan kişinin lise diplomasının sahte olduğu belirtildi.

Yöntem ilginçti. Bir meslek lisesinden mezun olan ismin diploma numarası kopyalanmış, aynı numarayla bir diploma daha düzenlenmişti.

Benzer örneklerin olup olmadığı ise derinlemesine araştırılmadı.

***

Sahte diploma kullananlara ne oluyor peki?

Önümüzde Bakan Yardımcısı Hamza Yerlikaya örneği de var. Gerçi isminin geçtiği habere hemen erişim engeli geliyor ama Yerlikaya’yı anmadan olmaz.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyeliği gibi görevlerde de bulunan Yerlikaya’nın lise diplomasının sahte olduğu mahkeme kararıyla kesinleşti ama önlenemez yükselişine engel olmadı. Kariyerini başarıyla sürdürüyor!

Sınav sorularının çalınmasıyla ilgili çok sayıda yargılama devam ediyor. “FETÖ işi” demek, işin içinden çıkmak kolay.

Farklı tarihlerde üstünkörü araştırma yaptığınızda bile karşınıza onlarca örnek çıkıyor.

Sorular çalınıyor, üniversiteler hileyle bitiriliyor, sahte diplomalar alınıyor, yüksek lisans ve doktora işlerine baksanız tablo daha vahim hale geliyor.

Ve Ankara Başsavcılığı’nın açtığı iki dava üzerinden bir başarı hikâyesi yazılmaya çalışılıyor.

Başarı bunun neresinde?

Olsa olsa her yeni sisteme kendilerini hemen entegre ederek bunca yıl başarıyla sahte diploma işlerini sürdüren çeteleri “başarılı” bulmak mümkün bu hikâyede…

Gürbüz EVREN - Sahte diploma skandalı; 2 milletvekili ve 3 bakan istifa etti (Independent Türkçe)

Son zamanlarda Türkiye'nin gündemine gelen her konu, çok ağır siyasi tartışmalara yol açıyor.

Bu da toplumdaki kamplaşmayı büyüttükçe büyütüyor.

Yeni tartışma, daha doğrusu kamplaşma konumuz, önemli kurum ve kuruluşlardaki yöneticilerin e-imzaları taklit edilerek üretilen sahte diplomalar, yükseltilen notlar, düzenlenen belgeler oldu.

Garip bir toplumuz, çünkü ülke gündemine gelen her olayın sadece Türkiye'de yaşandığını düşünüyoruz.

Oysa sahte diploma skandalları birçok Batılı ülkede yıllar öncesinde başlamış ve bazı siyasilerin görevlerinden istifasına yol açmıştı.

İspanya

Geçen 21 Temmuz'da, İspanya Ulaştırma Bakanı Oscar Puente, muhalefetteki Halk Partisi Milletvekili Noelia Nunez hakkında bazı iddialar gündeme getirdi. 

Nunez'in hukuk, kamu yönetimi ve İngiliz filolojisi mezunu olmadığını, yalan söylediğini duyurdu.

Muhalefet Milletvekili Nunez ise bu bölümlere kayıt olduğunu, ama eğitimini tamamlayamadığını açıklayarak, halktan özür dileyip görevinden istifa etti.

Endülüs Bölgesel Hükümeti Başkanı Juan Manuel Morena, medyada eğitim durumunun sorgulanması üzerine, özgeçmişinde yazdığının aksine işletme fakültesi mezunu olmadığını açıkladı.

Valencia Bölgesel Hükümeti Başkanı Pilar Bernabe, özgeçmişinde yazdığının aksine iletişim fakültesi yüksek lisans diploması olmadığını itiraf etti.

Valencia Bölgesel Meclis üyesi Sosyalist Milletvekili Jose Maria Angel, geçmişte kamuda işe girmek için sahte diploma kullandığı ortaya çıkınca, özür dileyerek istifa etti.

Ekstremadura Bölgesel Hükümeti bakanlarından İgnacio Hiquera, pazarlama bölümü olmayan bir üniversiteden pazarlama diploması aldığı ortaya çıkınca istifa etti. 

Bu istifaların ardından İspanya'daki birçok siyasetçi, öz geçmişlerinde temizlik ve değişiklik yapmaya başladı.

Eski Madrid Bölgesel Hükümet Başkanı Cristina Cifuentes, 2018 yılında Kral Juan Carlos Üniversitesinden sahte yüksek lisans diploması aldığı ortaya çıkınca istifa etti.

Eski Sağlık Bakanı Carmen Manton, 2018 yılında, Kral Juan Carlos Üniversitesinden sahte yüksek lisans diploması aldığı ortaya çıkınca istifa etti.

Fransa

Fransa, Toulon Üniversitesi'ne bağlı 2 yıllık İşletme Yönetimi yüksek okulu diploma skandalıyla sarsıldı.

Buna göre, 2004-2005 döneminde başlayan ama 2009'da ortaya çıkan skandal kapsamında 300 Çinli öğrenciye diploma satıldığı belirlendi.

Eğitim bakanlığı müfettişleri, Fransız öğrencilerin başarı oranı yüzde 60 iken Çinli öğrencilerin başarı oranının yüzde 100 olduğunu saptadı.

Derinleştirilen soruşturmada diplomaların Çinli öğrencilere 2 bin 700 euro karşılığında satıldığı ortaya çıktı.

Polonya

2015-2023 yılları arasında ülkedeki tüm siyasi partilere bulaşan bir diploma skandalı ortaya çıkarıldı.

Buna göre, Collegium Humanum adlı bir özel üniversitenin 5 bin euro karşılığında İşletme yüksek lisans diploması dağıttığı belirlendi.

Soruşturma sonucu hemen her partiden önemli isimlerin bazı büyük özel ve kamu şirketlerinin yönetim kurulu üyeliğine gelebilmek için bu diplomaların kullanıldığı saptandı.

İsrail

İsrail vatandaşı 40 kişinin, Ermenistan'daki 3 üniversiteden sahte tıp ve eczacılık diploması aldığı 2018 yılında tespit edildi.

İşin daha da vahim yanı, tıp diploması alanların İsrail Sağlık Bakanlığı'nın verdiği onayla hastanelerde doktor olarak çalıştığı ortaya çıktı. 

Aynı şekilde eczacılık diploması alanların da sağlık bakanlığı onayıyla eczane açıp işlettikleri saptandı. 

Sahte doktorlar görevden alındı, eczaneler de kapatıldı.

Avustralya

Ülkenin önde gelen 98 kamu kuruluşunda çalışmak isteyenlere, Avusturalya üniversitelerdeki sistemlere girerek sahte diploma, belge, sertifika düzenleyerek satan Çinli bir çete 2019'da ortaya çıkarıldı.

Toplam 1200 kişiye sahte diploma verildiği ve bunlardan yaklaşık 150'sinin kamu kuruluşlarında çalıştığı saptandı. 

Suudi Arabistan

Sağlık sektörü çalışanlarına yönelik 2019'da yapılan gizli bir soruşturma sonucu 3 bin 755 sahtecilik vakası tespit edildi.

Sahte diplomalı 57 doktor tutuklandı. 

İnşaat Mühendisleri Konseyi ise inşaat sektöründe çalışmak üzere başvuran 2 bin 294 sahte inşaat mühendisi belirledi. 

İtalya

Ülke çapında bir ihbar sonucu yapılan soruşturmada, sahte hukuk diploması olan yüzlerce avukat saptandı.

Söz konusu avukatların hiç İspanyolca bilmedikleri halde İspanya'daki Kral Juan Carlos Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kayıt oldukları ortaya çıktı.

Bu kişilerin, derslere devam etmeden, sınavlara girmeden hem de yüksek lisans derecesiyle mezun oldukları belirlendi. 

Sayıları 500 olarak açıklanan mezunların sadece İtalya'da değil Avrupa Birliği ülkelerinde de avukatlık mesleğini icra ettikleri açıklandı.

Lübnan

Karışıklıkların, çatışmaların bitmediği Lübnan'da, 2018'de aralarında Beyrut Amerikan Üniversitesi'nin de bulunduğu 4 üniversitenin, ortalama 5 bin dolara sahte diploma sattığı ortaya çıktı.

Sahte diploma sahiplerinin çoğunun Arap ülkelerinde önemli görevlerde bulunduğu saptandı.

Güney Afrika 

İktidardaki Afrika Ulusal Kongresi Milletvekili Pallo Jordan, özgeçmişinde doktora yaptığına ilişkin bilginin yalan olduğu ortaya çıkması üzerine 2014'de istifa etti.

"Uzun yıllar partisine ve halka yalan söylediği için çok üzgün olduğunu, özür dilediğini" belirten Jordan, 1 dönem bakanlık da yapmıştı.

Japonya

Japonya'da Shizuoka kenti Belediye Başkanı Ito Maki Takubo, sahte diploma kullandığı iddialarının gündeme gelmesi üzerine 7 Temmuz 2025'te istifa etti. 

Tokyo Üniversitesi mezunu olduğunu iddia eden Takubo'nun üniversiteden atıldığı ortaya çıktı.

Takubo, düzenlediği basın toplantısında halktan ve belediye çalışanlarından özür diledi.

Brezilya

Dönemin Devlet Başkanı Jair Bolsonaro'nun Eğitim Bakanı Carlos Decotelli'nin öz geçmişindeki diplomaların sahte olduğu ortaya çıkınca Temmuz 2020'de istifa etti.

Bakan Decotelli'nin yüksek lisans diploması ile Arjantin ve Almanya'da yaptığını belirttiği 2 doktoranın sahte olduğu anlaşıldı.

Pakistan

Bu ülkede faaliyet gösteren bir şirketin 370 web sitesi üzerinden, var olmayan üniversitelere ait on binlerce sahte diploma sattığı belirlendi.

Şirketin aylık gelirinin 120 milyon dolar olduğu saptandı.

Sahte diploma sahiplerinden 450 kişinin Asya ve Afrika ülkelerindeki resmi kuruluşlarda bürokrat olarak çalıştığı ortaya çıktı. 

Pakistan hükümeti 2010 yılında 1100 federal ve eyalet milletvekilinin diplomalarını inceleyen bir soruşturma yapmıştı. Diplomaları sahte olduğu ortaya çıkan 160 milletvekili hakkında dava açılmıştı.

Pakistan'da ortaya çıkarılan çete benzeri birçok yapı halen daha internet ortamında faaliyet gösteriyor ve kimi zaman komik fiyatlara bazı önemli uluslararası üniversitelerin adlarını kullanarak diploma satmaya devam ediyor. 

Amerika Birleşik Devletleri'ndeki her eyaletten siyasetçilere ilişkin onlarca sahte diploma vakası var.

Bunları sıralayıp yazıyı uzatarak hem sabrınızı taşırmayalım hem de sizi yormayalım. 

Bu ülkelerdeki elektronik imza sahteciliğine ve devlet kurumlarına dijital müdahalelere de ayrıca bakacağız. 

4 Ağustos 2025

Pelin ÜNKER (*) - E-imza ile sahte diploma: Devleti kandıran ağ nasıl kuruldu? (Deutsche Welle - DW)

Elektronik imza ile üniversite sistemlerine girildi, mezuniyetler üretildi, notlar değiştirildi. İki ayrı iddianamede toplam 199 kişi hakkında dava açıldı, skandal tüm yükseköğretim sistemini sarstı.

Üniversite mezunu olmayan kişilere sahte diplomalar düzenlendi, kamuya atanma süreçleri etkilendi, bazı durumlarda hayatını kaybetmiş kişilerin kimlikleri kullanıldı. Tüm bu işlemler, Türkiye'nin dijital devlet altyapısının temelini oluşturan e-imza sistemi aracılığıyla gerçekleştirildi.

Türkiye, şimdiye kadar karşı karşıya kaldığı en kapsamlı dijital kimlik sahteciliği vakasıyla sarsılıyor. Ankara 23. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen son iddianameye göre 220 şüpheliden 65'i hakkında dava açıldı. Skandal, kamuoyunda "Sisteme nasıl bu kadar kolay sızıldı?" ve "Bu sahtekarlık kimleri kapsıyor?" sorularını beraberinde getirdi.

İddialar arasında, 400 akademisyenin sahte diplomayla atandığı bilgisi de yer aldı. Ancak bu iddia Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yalanlandı. Diğer yandan, sahte diploma ile kamu görevine atanan MHP'li bir siyasetçinin eşi ile Osmanlı hanedanı mensubu olduğu ileri sürülen bir başka şüpheliye dair iddialar da kamuoyunda geniş yankı buldu.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, mayıs ayında yine sahte diploma ve ehliyet düzenlemeleriyle bağlantılı olarak 134 kişi hakkında daha dava açmıştı. Hazırlanan iki iddianameye göre toplam sanık sayısı 199'a ulaştı.

Skandal nasıl ortaya çıktı?

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma, üniversitelerin öğrenci bilgi sistemlerinde tespit edilen olağandışı veri değişiklikleriyle başladı. Mezun olmayan kişilerin mezun gibi gösterildiği, bazı öğrencilerin not ortalamalarının olağan dışı şekilde yükseldiği ve diploma bilgilerinin e-Devlet'e yansıdığı belirlendi. Bu tespitler üzerine başlatılan inceleme, bireysel usulsüzlüklerin ötesinde organize bir yapıya işaret etti.

Sahte diploma soruşturması kapsamında toplam 134 kişi hakkındaki ilk iddianame, mayıs ayında tamamlandı. Ankara 23. Asliye Ceza Mahkemesi'nde şüpheliler hakkında dava açılırken, "ÖSYM Kanunu'na muhalefet", "resmi belgede sahtecilik", "bilişim sistemine girme", "verileri hukuka aykırı olarak ele geçirme" suçlarından 6 yıldan 45 yıla kadar değişen sürelerde hapis cezaları talep edildi.

İddianamede şüphelilerin, TÜRKTRUST ve E-İMZATR isimli elektronik sertifika sağlayıcıları aracılığıyla Gazi Üniversitesi ile Milli Eğitim Bakanlığı sistemlerine girdikleri, Gazi Üniversitesi'nde mezuniyet kaydı oluşturularak diploma düzenledikleri, başarısız adayların sınav sonuçlarını değiştirdikleri, sahte belgeler karşılığında 400 bin liraya kadar para talep ettikleri, bazı kişilerin kimlik bilgilerini çalarak farklı kişiler adına e-imza ürettikleri belirtildi.

Soruşturmanın ikinci aşamasında ise Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı, Başkan Yardımcısı ve Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) Eğitim ve Öğretim Başkanı ile 14 üniversitenin öğrenci işleri daire başkanları ve personeline ait e-imzaların kopyalanmasıyla ilgili 65 şüpheli hakkında daha iddianame hazırlanarak dava açıldı. Şüpheliler hakkında 5 yıldan 50 yıla kadar hapis cezası talep edildi.

E-imzalarla sistem nasıl delindi?

İddianamede yer alan bilgilere göre, şüphelilerden bazıları kamu görevlisi gibi gösterilerek sahte kimlik belgeleriyle e-imza sertifikaları aldı. Bu e-imzalar aracılığıyla üniversitelerin öğrenci bilgi sistemlerine giriş yapıldı.

Sistemlere erişen şüpheliler, sahte kimlik bilgilerinin yanı sıra gerçek kişilerin bilgilerini de kullanarak sahte diploma ve transkript düzenledi. Not ortalamaları artırıldı, mezuniyet tarihleri ve diploma numaraları girildi. Bu bilgiler daha sonra Yükseköğretim Kurulu Bilgi Sistemi (YÖKSİS) üzerinden e-Devlet'e aktarıldı ve böylece belgeler resmiyet kazanmış gibi göründü.

İddianamedeki çarpıcı ayrıntılar

Soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamede, 57 sahte üniversite diploması, 4 sahte lise diploması düzenlendiği belirtiliyor. 

İddianameye göre 108 kişinin ehliyet (yazılı ve direksiyon) sınav sonucu değiştirildi, bunlardan 10'u adına sahte sürücü belgesi basılıp teslim edildi.

Şüpheliler hakkında resmi belgede sahtecilik, kamu kurumlarını dolandırma, bilişim sistemine izinsiz erişim, kişisel verilerin hukuka aykırı kullanımı ve suç örgütü kurma suçlamaları yöneltildi. Sanıklar hakkında 5 yıldan 50 yıla kadar hapis cezası isteniyor.

İddianamenin dikkat çeken bölümlerinden biri ise 6 Şubat 2023'te meydana gelen depremde hayatını kaybeden bazı kişilerin kimlik bilgilerinin kullanılması oldu. Bu kişilerin sistemde öğrenci gibi gösterilerek adlarına diploma düzenlendiği tespit edildi.

Diplomaların 250 bin ila 2,5 milyon TL arasında satıldığı, bazı ödemelerin kripto parayla yapıldığı belirtildi. 

Kurumlar ne diyor?

Soruşturmanın basına yansımasının ardından hem Yükseköğretim Kurulu (YÖK) hem de Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM) açıklama yaptı. YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar, ilgili üniversiteler ve YÖK nezdinde idari incelemelerin başlatıldığını duyurdu. Sahte diplomaların önüne geçilmesi ve cezai yaptırımların caydırıcı hale getirilmesi için yasal düzenleme gerektiğini belirtti.

DMM ise sosyal medyada yayılan "400 akademisyen usulsüz atandı", iddialarının asılsız olduğunu savundu. DMM açıklamasında '400 akademisyenin usulsüz atandığı' yönündeki iddianın, dosya şüphelilerinden birinin soyut beyanına dayandığına dikkat çekildi.

Özçağdaş: Sorumlular istifa etmeli

CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş, konuyla ilgili yaptığı açıklamada BTK'nın sessizliğini eleştirdi. "Biraz utanma olsa Ulaştırma Bakanı ve BTK Başkanı şimdiye kadar istifa ederdi" diyen Özçağdaş, sahte belgelerin e-imzalar yoluyla düzenlenmesini "Türkiye'nin dijital egemenliğine saldırı" olarak değerlendirdi.

400'den fazla akademisyenin unvanlarının değiştirildiği, başarısız kişilerin ehliyet ve diploma bilgilerinin başarıya dönüştürüldüğü iddialarına dikkat çeken Özçağdaş, "Bu bir ulusal egemenlik krizidir. Sorumlular derhal istifa etmeli" çağrısında bulundu.

Benzer skandallar dünyada da yaşandı mı?

Türkiye'deki sahte diploma skandalı, hem ölçeği hem de sistematik yapısı nedeniyle bugüne dek dünya genelinde yaşanan benzer olaylardan daha büyük bir dijital güvenlik krizine işaret ediyor. Yine de başka ülkelerde de benzer dolandırıcılık vakaları kayda geçmiş durumda.

Hong Kong'da University of Hong Kong'a yapılan başvurularda sahte belgelerle kabul edilen öğrenciler tespit edildi. 2022'de sahte Cornell Üniversitesi diploması sunan bir kişi 17 hafta hapse mahkûm edildi. İngiltere'de ise "bogus colleges" olarak bilinen sahte eğitim kurumları, öğrenci vizesi ve diploma ticareti için kullanıldı. Bu durumun ardından Higher Education Degree Datacheck (HEDD) adlı resmi doğrulama sistemi devreye alındı.

Bu sorunla baş etmek için çeşitli ülkelerde blokzincir tabanlı çözümler yaygınlaşıyor. Açık standartlarla geliştirilen Blockcerts, Verifi‑Chain ve EduChain gibi sistemler, akademik belgeleri değiştirmeye karşı koruma sağlıyor. Böylece, belgelerin doğruluğu merkezi olmayan veri tabanları üzerinden anında teyit edilebiliyor.

 (*) Çalışmaları yolsuzluk, özelleştirmeler, kamu sözleşmeleri ve vergi adaletine odaklanan Pelin Ünker, genel ekonomi alanında da veri haberleri yapıyor.

9 Temmuz 2025

Doç. Dr. Zehra TAŞKIN - Akademik yarış, yayın baskısı ve şaibeli dergiler: Bir sistem sorgulaması (Sarkaç.org)

Akademide bilginin izini süren araştırmacı kimliği ile yalnızca yayın üretmeye odaklanan performansçı kimlik arasındaki sınırlar giderek bulanıklaşıyor. Bugün birçok akademisyen için yayın yapmak, bilime katkı sunmaktan çok bir üst akademik unvana ulaşmanın zorunlu adımı haline geliyor. Bu durum, bireysel tercihlerle açıklanamayacak kadar derin ve yaygın. Araştırma süreçlerinin niteliğini değil, yalnızca çıktının yayımlandığı yeri esas alan mevcut değerlendirme sistemleri de bu dönüşümün temel tetikleyicisi.

Yürütücüsü olduğum TÜBİTAK 1001 destekli projede, şaibeli yayıncılık uygulamalarının bu yapısal dönüşüm içindeki yerini inceliyoruz. Çalışmada dört boyutlu bir analiz yürütüyoruz: İlk olarak, şaibeli olarak tanımlanan dergilerin yapısal çeşitliliğini ortaya koymak üzere nicel bir analiz gerçekleştiriyoruz. İkinci olarak, akademisyenlerin yayın pratiklerini anlamak amacıyla CV analiziyle desteklenen bir yayın örüntüsü haritalaması yapıyoruz. Üçüncü aşamada, bu örüntülerin arkasındaki motivasyonları ortaya koymak için nitel görüşmeler yürütüyoruz. Son olarak, akademik yükselme ve teşvik sistemlerine ilişkin politika belgelerini inceleyerek araştırmacıları sürekli daha fazla üretmeye yönlendiren unsurların yıllar içindeki dönüşümünü analiz ediyoruz.

Bu yazıda da hem araştırma değerlendirme sistemlerinin yol açtığı yapısal sorunlara hem de bilimsel bilginin üretiminde ve dolaşımında süregelen merkez–çevre adaletsizliklerine dikkat çekmek istiyoruz. Proje başlığımız da bu çok katmanlı yapıyı yansıtıyor: “Jeopolitik dinamikleri dikkate alan sorumlu araştırma değerlendirme politikalarıyla şaibeli yayıncılık uygulamalarının engellenmesi.”

Araştırmayı değil, çıktıyı değerlendiren sistem

İlk bulgumuz net: Mevcut araştırma değerlendirme sistemlerinin neredeyse tamamı, araştırmanın sürecine veya sonucuna değil, yalnızca çıktısına odaklanıyor. Yayın sayısı, atıf sayısı, etki faktörü… Bir akademisyenin yükselip yükselemeyeceğini belirleyen ölçütler bunlar. Hal böyle olunca, değerlendirme politikaları da bu metriklerdeki artışı sağlayacak biçimde kurgulanıyor. Bu noktada süreçlerin kalitesi, araştırmaların tekrarlanabilirliği ya da yapılan çalışmanın toplumsal ve bilimsel katkısı çoğu zaman görünmez kalıyor. Sonuçta akademik üretim “yayınla, puanla ve yüksel” döngüsüne hapsoluyor.[1]

Şaibeli yayıncılık uygulamaları, mevcut sistemin dışsal bir sorunu değil, doğrudan bir sonucu. Zira araştırmacıların önüne yayın sayısı, atıf oranı ve etki faktörü gibi sayısal hedefler konulduğunda, bu hedeflere en hızlı ve en az dirençle ulaşmanın yolları da devreye giriyor. Gri alanda yer alan, tanımlanması güç ama sistemin içinde meşruiyet kazanmış yayıncılık pratikleri bu noktada cazip hale geliyor. Bu durum, şaibeli dergilerin değil, onları mümkün kılan yapının sorgulanmasını gerektiriyor.

Gri alan denildiğinde çoğu zaman yalnızca ‘yağmacı’ dergiler akla geliyor.[2]

Oysa hakem değerlendirmesinden geçmemiş kitap ve kitap bölümü yayınlarındaki niceliksel enflasyon,[3] öğrencilerin çalışmalarına gerekçesiz/katkısız ortak yazarlıklar, onursal ya da hediye yazarlıklar, aynı verinin küçük parçalarla çok sayıda yayına dönüştürülmesi (dilimleme) gibi başka gri uygulamalar da bu sistemin yan ürünleri. Akademik çıktıların metriklerle ölçüldüğü bir yapıda bu tür pratikler performans göstergelerini hızla yükseltmenin “alternatif ama kabul gören” yolları haline geliyor. Bu da yalnızca şaibeli dergilerin değil, genel olarak şaibeli üretim pratiklerinin yaygınlaşmasına yol açıyor.

Yayın motivasyonlarının dönüşümü

Proje kapsamında elde ettiğimiz veriler çarpıcı bir tabloyu ortaya koyuyor: Akademik yayınların önemli bir kısmı, merak ya da bilime katkı motivasyonuyla değil, bir üst kadroya geçiş, doçentlik başvurusu veya teşvik puanı amacıyla yapılıyor. Yayınlar bilginin ilerlemesinden çok, kariyer basamaklarının aracı haline geliyor.

İlk bulgularımız, doçentlik başvurusundan altı ay önce şaibeli dergilerde yapılan yayınlardaki artışı gösteren önceki bulgularımızla da örtüşüyor.[4] Araştırmacılar bu baskılarla baş edebilmek için sistemin kendisine değil, sunduğu puan matrisine odaklanan bir “alternatif gerçeklik” içinde hareket etmeye başlıyor. Projemizin araştırmacısı Şefika Mertkan’ın kavramsallaştırmasıyla bu durum, akademik normlar ve çevreler aracılığıyla araştırmacıların bir “gölge akademi” (shadow academia) içine çekilmesine yol açıyor.[5] Bu yapı, yüksek etki faktörlü dergilerden sıklıkla reddedilmenin yarattığı kırılganlıkla başa çıkmak isteyen bazı araştırmacıların, kendilerini etkili ve üretken hissetmelerine imkân tanıyan alternatif yayın kanallarına yönelmesiyle besleniyor.

Gölge akademi, gerçek akademik değerlere değil, performans göstergelerine göre biçimlenen bir sistem. Bu sistemde akademisyen neyin bilimsel olarak değerli olduğuna değil, neyin puan getirdiğine göre hareket ediyor. Böylece akademi, kendi gölgesine benzeyen ama ondan oldukça farklı kurallarla işleyen bir yapıya dönüşüyor.

Bu dönüşümün bilimsel bilgi üretimi açısından ne anlama gelebileceğini, yıllar önce Derek de Solla Price çarpıcı bir metaforla ifade etmişti: Bilimsel yayın üretimi bu hızla artmaya devam ederse, kaynaklar tükenir ve “bilimsel kıyamet” kaçınılmaz hale gelir.[6] Bugün akademide içerikten bağımsız yayın baskısı, niceliğe odaklanan değerlendirme sistemleri ve niteliksel derinlikten uzak kriterler bu öngörüyü sadece bir metafor olmaktan çıkarıyor. Bilimsel kıyamet, artık sistemin yapısal sonuçlarını tanımlayan somut bir uyarıya dönüşüyor.

Akademik yayıncılığın jeopolitiği

Şaibeli yayıncılık çoğu zaman bireysel etik sorunlar çerçevesinde ele alınıyor. Oysa bu konu, bilimsel bilgi üretiminin küresel ölçekte nasıl örgütlendiğine dair daha yapısal bir soruna işaret ediyor: Bilgi üretiminde “merkez” (center) kabul edilen ülkelerle “çeper” (periphery) olarak görülenler arasındaki eşitsizlikler. Akademik yayıncılığın egemen dili, yayın mecraları ve değerlendirme ölçütleri büyük ölçüde Batı’da tanımlanıyor; bu da bilginin dolaşımını ve meşruiyetini belirleyen normların tek yönlü hale gelmesine neden oluyor.

Projenin öncül çalışmalarından biri için yürüttüğümüz içerik analizinde, şaibeli olarak tanımlanan dergilerde yayımlanan ve çoğunlukla Hindistan, Pakistan, İran gibi ülkelerden veri içeren makalelerin, Web of Science gibi merkez indekslerde yer alan dergilerden sıkça atıf aldığını gördük.[7] Bu da şu gerçeği ortaya koyuyor: Çevre ülkelerde üretilen bilgi, zaman zaman yalnızca bu tür dergiler aracılığıyla dolaşıma girebiliyor. Kaliteli veri ya da özgün araştırmalar içeriyor olsa da, bu çalışmalar merkez dergilerin yapısal veya dilsel bariyerleri nedeniyle ana akımda yer bulamıyor.

Bu durum yalnızca bilimsel değil, aynı zamanda epistemolojik bir adaletsizliğe de işaret ediyor. Bilgi üretiminin nasıl, nerede ve kimler tarafından yapıldığını belirleyen sistem, bazı araştırmacıları baştan marjinalleştiriyor.[8] Bu nedenle “yağmacı/yırtıcı ”[9] gibi genelleyici etiketler yerine şu soruyu sormak daha anlamlı: Neden bazı ülkelerde şaibeli dergiler, bir seçenekten çok, bazen tek seçenek haline geliyor?

Bu tablo aynı zamanda Miranda Fricker’ın tanımladığı anlamda bir epistemik adaletsizlik biçimini de yansıtıyor. Fricker’a göre,[10] bireylerin bilgi üreticisi olarak ciddiye alınmaması ya da tanıklıklarının sistematik biçimde değersizleştirilmesi, yalnızca bireysel değil yapısal bir haksızlık. Akademik yayıncılıkta da benzer bir durum söz konusu: Belirli ülkelerden, kurumlardan ya da dillere sahip araştırmacıların sesi, sistemin yapısı gereği daha az duyuluyor ya da daha az “inandırıcı” bulunuyor. Bu da yalnızca yayınların değil, onları üreten öznenin de değersizleştirilmesine yol açıyor.

Şaibeli nedir?

“Şaibeli”, “yağmacı” ya da “yırtıcı” dergi tanımları, bilimsel yayıncılıktaki etik dışı pratikleri sınıflandırmak için sıkça kullanılsa da, bu kavramlar akademik yayıncılığın karmaşık doğasını açıklamakta yetersiz kalıyor. Şaibeli yayıncılık yalnızca bireysel etik ihlallerin değil, sistemsel baskıların, yapısal eşitsizliklerin ve coğrafi-politik asimetrilerin de bir sonucu.

Proje kapsamında Predatory Journals’ta[11] listelenmiş 2.755 dergiyi sistematik olarak analiz ettik.[12] Bulgular, şaibeli yayıncılığın tek tip bir yapı olmadığını açıkça gösteriyor. Öne çıkan bazı bulgular şunlar:

  • Dergilerin %24’ü sayfada listelendikten sonra erişilemez hale gelmiş.
  • %13’ü ISSN kaydına sahip değil.
  • %71’i APC (makale işlem ücreti) alıyor.
  • %23,7’si APC ücretini açıkça beyan etmiyor.
  • %5’i ücret almadığını belirtiyor.

Tüm bu veriler, şaibeli yayıncılığın iyi–kötü ikiliğine indirgenemeyecek kadar geniş bir yelpazeye yayıldığını gösteriyor. Projemiz bu nedenle sabit kara listelere dayalı yaklaşım yerine, yayıncılık modelleri, şeffaflık düzeyi, erişilebilirlik, editoryal süreçler ve mali politikaları kapsayan çok boyutlu bir değerlendirme çerçevesi öneriyor.

Bu karmaşıklık aynı zamanda bireysel araştırmacıların da yayın yapacakları mecraları daha bilinçli değerlendirmesi gerektiğini gösteriyor. Think. Check. Submit. platformunun da önerdiği gibi: Daha önce hiçbir makalesini okumaya değer bulmadığınız bir dergide yayın yapmayı düşünüyorsanız, o dergiye başvurmadan önce bir kez daha düşünmekte fayda var.[13]

Genç akademisyenler için bitmeyen yarış

Sistemin yükünü en fazla hisseden grup genç araştırmacılar. Doktora mezuniyeti için yayın şartı, sürekli değişen doçentlik başvuru kriterleri, teşvik sistemlerinin artan talepleri… Bu yapılar genç akademisyenler için sürekli bir yarış ve belirsizlik anlamına geliyor

Ancak sistemin üst kademelerinde yer alanlar için bu kriterler aynı şekilde işlemiyor. Nitekim analizlerimiz, birçok jüri üyesi ya da panelistin mevcut kriterlere uygun bir yayın performansına sahip olmadığını ortaya koyuyor.[14]  Bu, bireyleri değil, sistemin nasıl işle(til)diğini göstermesi açısından önemli. Kısacası: Kapıdan geçen, kapıyı arkasından kapatıyor ya da merdiveni çıkıp ardından merdiveni kaldırıyor. Oysa bu noktada asıl ihtiyaç duyulan şey, sistemin merkezindeki aktörlerin kendi deneyimlerini eleştirel bir gözle değerlendirerek, daha adil ve sürdürülebilir bir yapının kurulmasına öncülük etmeleri.

Bu durum, akademik sistemin gücünü besin zincirinin en zayıf halkasına yönlendirdiğini gösteriyor. Performans rejimi, en çok güvencesiz çalışanlara, doktora öğrencilerine ve kariyerinin başındaki araştırmacılara uygulanabilir hale geliyor. Sistemin merkezinde yer almış olanlar ise çoğu zaman bu rejimin dışında kalabiliyor.

“Daha adil, süreç odaklı ve bağlama duyarlı araştırma değerlendirme politikaları”

Şaibeli yayıncılık uygulamaları yalnızca kötü niyetli yayıncıların değil, tüm araştırma değerlendirme sisteminin sorgulanması gereken yönlerini ortaya koyuyor. Çözüm ise yalnızca bireysel yayın tercihinde değil; değerlendirme sistemlerinin köklü biçimde yeniden yapılandırılmasında yatıyor.

Bu noktada Avrupa Araştırma Alanı’nın (ERA) desteklediği COARA – Research Assessment Reform Anlaşması, adil ve kapsayıcı değerlendirme sistemleri için kritik bir dönüm noktası sunuyor.[15] COARA’nın ilkeleri arasında, yayın sayısı ve dergi etki faktörüne dayalı tek boyutlu metriklerden uzaklaşmak; çeşitliliği tanımak, bağlamı gözetmek ve niteliksel uzman görüşlerine yer vermek yer alıyor.

Bu dönüşüm çabalarına Türkiye’den katılan önemli kurumlardan biri de Bilim Akademisi. COARA’nın imzacılarından olan Akademi, bu reformu dışsal bir zorunluluk değil, içsel bir etik sorumluluk olarak görüyor. Ersin Yurtsever’in de vurguladığı gibi, Türkiye akademisinin önündeki en önemli sorumluluklardan biri değerlendirme sistemlerinde kaliteye odaklanmak.[16]

Sonuç olarak, şaibeli yayıncılık yalnızca etik uyarılarla değil, sistemsel reform önerileriyle ele alınmalı. Bu yazıda ve proje kapsamında sunduğumuz bulgular ve öneriler, akademiyi sayıya indirgemeyen; süreci, bağlamı ve katkıyı merkeze alan bir değerlendirme kültürünün mümkün olduğunu gösteriyor. Ancak bunun için önce şaibeli yayıncılık pratiklerinin sebep değil, mevcut sistemin bir sonucu olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

Peki nasıl bir sistem mümkün?

Hayal ettiğimiz sistem, yalnızca çıktılara değil sürece de değer veren, bağlama duyarlı ve nitelik odaklı bir değerlendirme kültürü üzerine kurulu. Bu sistemde:

  • Yayın sayısı tek başına yeterli bir ölçüt sayılmaz; araştırmanın amacı, yöntemi ve bilimsel/toplumsal katkısı da dikkate alınır.
  • Değerlendirmeler yalnızca nicel metriklere değil, alan uzmanlarının niteliksel değerlendirmelerine de dayanır.
  • Nitel değerlendirmeler, önyargı ve şaibeyi engelleyecek biçimde şeffaf ve denetlenebilir şekilde yürütülür; değerlendiricilere ilişkin süreçler de düzenli olarak güncellenir.
  • Genç araştırmacılar için açık, öngörülebilir ve adil bir ilerleme yolu sağlanır.
  • Bilimsel katkıların çok biçimliliği (veri setleri, yazılım araçları, politika etkisi gibi) tanınır ve teşvik edilir.
  • Tüm disiplinlere aynı ya da benzer ölçütlerin uygulanması, bazı alanlarda şaibeli yayıncılık uygulamalarını teşvik edici bir etki yaratabilir; bu nedenle değerlendirme sistemlerinin alan özgülüğü esas alınarak şekillendirilmesi kritik önemdedir.

Bu tür bir sistem, yalnızca şaibeli yayıncılık pratiklerinin değil, aynı zamanda bu pratikleri mümkün kılan yapısal eşitsizliklerin de önüne geçmek için güçlü bir zemin sunabilir.

Zehra Taşkın
Hacettepe Üniversitesi, Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü (BAGEP 2024)

Notlar/Kaynaklar


[1]Faruk Aydın tarafından proje kapsamında hazırlanmakta olan “Yükseköğretim sisteminde yapılan köklü araştırma politikası değişikliklerinin etkileri” başlıklı doktora tezi politika değişikliklerinin etkisini fon sistemleri, doçentlik sistemi ve akademik teşvik ödeneği yönetmeliği bağlamında inceliyor. Tezin fon sistemlerini inceleyen ilk çıktısı preprint arşivinden erişilebilir durumda: “How policy reforms in national funding schemes shaped scientific productivity: A longitudinal study”, https://osf.io/preprints/osf/q9uh4_v1

[2]“Yağmacı dergiler” (predatory journals) terimi, genellikle açık erişim modelini kötüye kullanan ve etik dışı uygulamalarla ilişkilendirilen dergileri tanımlamak için kullanılsa da, bu ifade akademik yayıncılığın karmaşık ve bağlama duyarlı doğasını yansıtmakta yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle bu yazıda şaibeli yayıncılık terimi tercih edilmiştir. “Şaibeli” ifadesi, yayıncının kötü niyetinden çok, editoryal süreçlerin şeffaf olmaması, değerlendirme mekanizmalarının belirsizliği ve yapısal sorunların varlığına işaret eder. Ayrıca “yağmacı” etiketi, çoğu zaman Batı-merkezli bir epistemolojik üstünlük varsayımı taşır ve bilgi üretiminin coğrafi eşitsizliklerini derinleştirme riski taşır. Bu tercihin arkasındaki gerekçeler için bkz: Taşkın, Z., Krawczyk, F., & Kulczycki, E. (2023). Are papers published in predatory journals worthless? A geopolitical dimension revealed by content-based analysis of citations. Quantitative Science Studies, 4(1), 44-67. https://doi.org/10.1162/qss_a_00242

[3]Taşkın, Z. ve Doğan, G. (2021). Akademik performans değerlendirmelerinde kitapların yeri. Sarkaç. Erişim adresi: https://sarkac.org/2021/03/akademik-performans-degerlendirmelerinde-kitaplarin-yeri/ 

[4]Öztürk, O. ve Taşkın, Z. (2024). How metric-based performance evaluation systems fuel the growth of questionable publications?. Scientometrics, 129, 2729-2748. https://doi.org/10.1007/s11192-024-04991-8 

[5]Mertkan, S., Onurkan Aliusta, G. ve Bayrakli, H. (2022). Pressured to publish: stories of inexperienced researchers. Journal of Organizational Change Management, 35(3), 603-615. https://doi.org/10.1108/JOCM-08-2021-0239 

[6]Price, D. J. (1963). Little science, big science. NewYork: Columbia University Press.

[7]Taşkın, Z., Krawczyk, F., ve Kulczycki, E. (2023). Are papers published in predatory journals worthless? A geopolitical dimension revealed by content-based analysis of citations. Quantitative Science Studies (QSS), 4(1), 44-67. https://doi.org/10.1162/qss_a_00242 

[8]Krawczyk, F., ve Kulczycki, E. (2021). On the geopolitics of academic publishing: the mislocated centers of scholarly communication. Tapuya: Latin American Science, Technology and Society, 4(1). https://doi.org/10.1080/25729861.2021.1984641 

[9]İng. predatory

[10]Fricker, M. (2007). Epistemic Injustice: Power and the Ethics of Knowing. Clarendon.

[11]Yağmacı dergi listelerinin kullanımı genellikle tartışmalıdır. Örneğin, Beall’in listesi uzun süredir güncellenmemektedir ve çeper ülkelerde yayımlanan dergilere karşı önyargılı olduğu yönünde çok sayıda eleştiri mevcuttur. Diğer yandan, Cabell’s listesi yalnızca abonelikle erişilebilen kapalı bir sistem içinde çalışmaktadır. Bu çalışmada erişilebilen en geniş kapsama sahip liste olduğu için Predatory Journals listesi tercih edilmiştir (https://predatoryjournals.org/); zira bu listede Avrupa’da yayımlanan bazı açık erişim mega dergiler de yer almaktadır. Ancak listenin en büyük sorunu, anonim biçimde hazırlanmış olmasıdır. Bu durum eleştirilebilir olsa da, kısmen anlaşılabilir bir gerekçeye dayanır: “Yağmacı” terimi, çeşitli ülkelerde araştırmacılar için hukuki sorunlara yol açabilecek nitelikte kullanılmaktadır.

[12]Taşkın, Z., Doğan, G., Kaya, İ. S., Uğurlu, E., Söylemez, Ö., Seferoğlu, C. B., ve Kulczycki, E. (2025). Not all ‘predators’ are the same: exploring the spectrum of questionable journals. 23-27 Haziran 2025 tarihleri arasında Ermenistan’da düzenlenecek ISSI 2025 Konferansında sözlü bildiri olarak sunulacaktır. https://doi.org/10.31235/osf.io/gjfyw_v1

[13]Think. Check. Submit. https://thinkchecksubmit.org/journals/journals-turkish/ 

[14]Şener, H.S., Kaya, İ.S., Köksal, M.S. ve Taşkın, Z. (2025). Closing the door behind: Metric-based research evaluation systems and gatekeeping towards young researchers. Scientometrics, 130, 2291-2310. https://doi.org/10.1007/s11192-025-05282-6 

[15]CoARA. (2022). Agreement on reforming research assessment. https://coara.eu/app/uploads/2022/09/2022_07_19_rra_agreement_final.pdf 

[16]Yurtsever, E. (2024). Araştırma değerlendirmede niteliğe odaklanmak: Bilim Akademisi deneyimi. Sarkaç. https://sarkac.org/2024/12/arastirma-degerlendirmede-nitelige-odaklanmak-bilim-akademisi-deneyimi/ 

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.