NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

24 Mart 2017

Dr. Umut Özkaleli - Kıbrıs'ta intihal mücadelesi...Devam! (KıbrısTime)

Bu beş uzun yılın mücadele öyküsüdür. Memlekette diplomasız kişilerin sahte diploma ile yardımcı doçent yapıldıklarını büyük bir şaşkınlıkla öğrendiğimiz (Ömür Yılmaz ile birlikte) ve ispatladığımız bir süreçten sonra, intihalcilerin diploma sahtecilerinden de çok olduğunu keşfetmemizle başlayan bir süreç. İntihal, akademik hırsızlık demektir. Akademisyenin fikir üretmeden kendine akademisyen demesi mümkün olmadığı için, fikir üretmeyen bir sürü insanın, hali hazırda başkaları tarafından üretilmiş olan fikrileri, sanki ilk kez kendileri ortaya atmış kılığına girip, fikrileri “ödünç”(!) aldıkları insanların o fikirlerin sahibi olduklarını söylememesidir. Bir de yazdıkları metinlerin özgün bir fikri içermeden başkalarının fikirlerini (atıf yapsalar da) kendi fikirleri olmaksızın kesip yapıştırıp yayınlamaya kalkmalarıdır.
Adayarısında akademide çalıştığım 3 yıl boyunca gördüklerim anlatmakla bitmez. Her ne kadar da intihalci ve sahtecileri deşifre edip YÖDAK’ın gereken adımları atmadığını ve atması gerektiğini ortaya koymamızdan sonra üzerimize çullanan ve çullandırılan gazeteciler ve fısıltı gazetesi mensubu (sözde) akademisyenler bu iddiaları “istihdam” arayışı ile yaptığımızı söyleseler de, sevgili okur sakın aldanma. O dönemde ben hali hazırda bir üniversitede çalışıyordum, bir bölümün de başındaydım. Kendi adıma o dönemde var olan işim de düşünülecek olursa benim motivasyonum, memlekette akademisyen olarak yer etmek, zihinlere girmek, istihdam bulmak değildi. Zaten sussaydım hala orada pozisyonumu tutuyor olurdum. Onun yerine, sahte diploma ile ilgili üniversitemin sahiplerini bilgilendirmeyi, bu yanlışların düzletilmesinin üniversitenin de geleceği için hayırlı ve avantajlı olacağı konusunda perspektif verebilmeyi umdum. Nafile... Hiç ilgi görmediği gibi, konu oraya gelemedi bile. Sahtecileri hangi komitelerin yardımcı doçentliğe yükselttiklerine dair sorular hep cevapsız kaldı. Öyle bir yönetim anlayışı ile çalışılamayacağıma karar verdiğim için istifa ettim, üniversitenin sahiplerini bu anlayışla yönetenlerden kurtarması gerektiği ile ilgili uyarımı bireysel olarak yapamasam da yazılarımla buna çabaladım.
Süreç içindeki mücadelemde, herkes “istihdam peşinde” olduğumu iddia edip durdu ama kimse zaten var olan çok ballı işimden kendim istifa mektubu yazarak ayrıldığımı, ülkem üniversitelerinin bilim yuvalarına dönmesi için mücadele vermeyi seçtiğimi hatırlamak istemedi. Ya da kim bilir, inanmak istemedi. Kişiler herkesi kendileri gibi bilirmiş derler. Mesleklerinde bir yerlere çala çırpa ya da kolay derece değirmenlerinden aldıkları diplomalarla gelenler veya siyasi ve maddi nüfuzla oraları parselleyenler bu konuları “akademinin en önemli sorunu” görmemişlerdir eminim. Gerçekten de bana bunu diyenler çok oldu. Akademinin var olma sebebi bilim üretmek ve bilimsel üretimi öğrencilere aktarmaktır. Bilim üretmeyen, bilim aktaramaz. “Üniversiteler adası” sloganlı adayarısının bilim üretmek konusunda dünya sıralamasında nerede olduğuna bakın; eğer kayda değer bilim üretiliyorsa gerçekten de “intihal ve sahtecilik en önemli sorunu” değildir. Ama yoksa, varlık sebebi olan bilimsel üretkenlikten uzak bir yerin intihal ve sahtecilikte nasıl ana sorunu yaşamadığını siz bana anlatın. Çünkü bilim insanı demek metot kullanmak demektir. Metot da ancak doktora düzeyinde, gerçekten doktora vermeye yetkin araştırma üniversitelerinde öğrenilir. Metot bilmeyen, kullanmayan doktoralılarla, hiç doktora almamışların ve başkalarının fikirlerini alanların bilim üretmesi nasıl mümkün olabilir?

Adayarısının entelektüelleri, akademisyenleri ve sendika abileri o dönemde üniversitenin en önemli sorununun bu olmadığına karar verdi. Bir sendikacı televizyon ekranından “biz yarın maaş alıp almayacağımızı bilmiyoruz, sorunumuz bu” demeyi tercih etti. Evet, evet doğru bildiniz, üniversitede “hoca” ama metot ve bilim bilecek hali yok çünkü doktorasız. Ama ekspert(!). İntihal önemli mi değil mi kararı o veriyor memlekette. YÖDAK ve o zamanki başkanı, (Gökçekuş’tan evvel o koltukta otumuş bit zâthani şimdilerde üniversitelerin geleceği ile ilgili veryansın edip duruyor), bana bir üniversitenin Sosyal Bilimler Dergisinde dört beş ayrı o üniversitede çalışan “akademisyenin” intihalinin olmasının, bir başka üniversitede lisans mezununun yardımcı doçent yapılmasının, bir başka üniversitede denkliği olmayan bir okuldan doktora diploması gösteren birisinin yardımcı doçent olmasının “istatiksel” olarak alarm vermediğini iddia etti. Muhterem herhalde “istatistik” falan deyince korkarız, geri çekiliriz falan zannetti. Biz ise Ömür Yılmaz ile adamcağızın inkarcılığına güldük geçtik, insanların adayarısında koltuklara, makamlara oturabilmesinin, işlere konabilmesinin bedelinin sessizlik olduğunu üzüntüyle gözlemledik.


Aynı YÖDAK, o dönemde hiçbir intihal komitesi kurup araştırmadan meseleyi geçiştirmeyi tercih etti. Ömür Yılmaz ve ben YÖDAK’ın kapısından o dönem umutla girdik ama büyük bir hayal kırıklığı ile SONUÇSUZ çıktık. Kapı yüzümüze kapandı. Ondan sonra gelenlerin zaten bir şey yapmasını beklemek safdillik olurdu. Zaten intihalcilik ve intihalci/sahtecileri bile bile doçent yapmak için imza atanlar da YÖDAK üyeliğine dek çıkabildi. İntihalle ilgili başvurularımız, bir önceki dönemde yapılmış oldukları için dikkate alınmadı. Bu dönemde adayarısında kurumların adları sürekli de olsa, içeriklerinin dönemlik olduğunu öğrendik. Kişiler değişti mi kurum içindeki başvurular, dilekçeler, işler devretmiyor. Her şey sil baştan. YÖDAK ve üniversiteler hangi gerekçeyle araştırmadılar bu intihal vakalarını biliyor musunuz? İntihallerini, kendi isimleri ile yayınlanan yayınların isimlerini, çaldıkları yayınların adını, çaldıkları sayfaları vererek intihalini açıkladığımız insanlar bize “zem ve kadih” davası açtılar, yani kendilerine haksız yere hakaret ettiğimizi iddia ettiler. Bizim bu intihalleri açıklamamızın sebebi üniversitelerin adım atmamasıydı, YÖDAK’ın konuyla ilgili sessiz kalmasıydı.


Ben akademisyen kimliğine sahip bir insan olarak, üzerime düşen görevi yapıyor ve buna sessiz kalmayarak kamusal alanda kurumları konuyu incelemek, araştırmak ve gerekirse yeni maddeler oluşturarak kanun boşluklarını doldurmak için mücadele veriyordum. Sivil demokratik mücadele böyle verilir. Mantıken bu davalar sürerken YÖDAK ve üniversitelerin iddialarımızı araştırması gerekirdi. Çünkü iddiamız, bunun bir kamusal sorun olduğuydu. Öğrenci yetiştirmeye ehil olmayan insanların sınıfa sokulmaması, intihalcilerin sınıflarda “etik” dersine girmesinin önlenmesiydi. Çünkü intihalci birinden etik dersi alan yarınlarımız nasıl bir profesyonel etik bilinçle insan emanet edilen mesleklere koşulabilirdi? Ama sevgili okur, bu araştırmalar yapılmadı. Tam tersine bize verilen cevap “bu konu artık hukuki bir dava sürecidir, davalar sonuçlanıncaya dek intihal ve sahtecilik araştırması yapılmayacaktır” oldu. Zem ve kadih kamusal davalar değildir, kişilerin kişilere açtıkları davalardır, kamusal meselelerin bu davaları beklemesinin hiç bir alakası yoktur. O davalar 2012 yılında açıldı. Hala bir tanesi bile sonuçlanmadı. İkisi sağlık sebeplerini gerekçe göstererek açtıkları davaları geri çektiler. Muhtemelen artık üniversitelerde pozisyon tutma ve maaş çekme durumları kalmadığı için davalara devam etme gerekleri de bittiğinden geri çektiler. Ben bu davaların açıldığı ve bu insanlar hiç bir soruşturmaya tabi olmadıkları o gün, intihal mücadelesinin buzdolabına kaldırıldığını üzülerek biliyordum. İnsanların hiçbir caydırıcı yaptırımla karşılaşmadan sınıflara girmeye beş yıl daha devam edebilmelerinin sonucu, adayarısının muteber vatandaşlarının bilimsel alt yapısı olmayanlara kendilerini ya da çocuklarını teslim etmeye devam etmesi oldu. Şahsi olarak ben bilim insanı olarak çalışmaya devam ettim. Bilimsel yayından susuzluk yaşayan adayarısının dışında, başka kurumlarda ve ülkelerde evrensel bilime katkı yapan yayınlar yapmaya da devam ettim. Başka ülke sınırları içinde üniversiteli gençlerin yetişmesine katkı koymaya da devam ettim.


Adayarısı ise bilimsel temelini kurmak konusunda şu an itibarı ile o mücadele başladığından beri 5 yıl kaybetti. Peki kamuyu ilgilendiren bu davalar neden 5 uzun yıldır sonuçlanmadı? Hikayenin o kısmı uzun detaylara sahip. Her ne kadar da bu süreçte davayı açanlar davalardan kaçanlar olsalar da kaçmak da her zaman bir yere kadar. Süreç içinde çok ihanetle, çok arkadan bıçaklamayla, çok yılgınlıkla ve o yılgınlıklardan doğan satışlarla bu süreçlerin engellenmesi, bu davaların ispatlı gerekçelerinin saklanması, dosyalara konulmaması, yanlış bilgilerin yanlış isimlerin dosyalarına yerleştirilerek dosyalanması, herhangi bir değişiklik ve tadilat yapılmasının önünün kapatılması gibi ancak adayarısında akla sığabilecek uzatmalarla beş uzun yıl geçti. Adayarısı bu mücadeleyi yapma cesareti ve ilkesini gösterecek yeni insanlar türetmeli. Artık bir başka insan grubu, belki bir başka nesil (?) adayarısında bu bayrağı devralmalı ve bu mücadeleyi sürdürmeli. Davaların neden bunca uzun gittiğine dair konuşmak ya da adayarısındaki intihallerle ilgili konuşmak doğrusunu isterseniz artık benim gündemimde değildi.


Adayarısı, beş uzun yıl buzdolabına kapatarak kaybedeceğini kaybetmişti bu meseleyle ilgili. Bense bilime olan borcumu artık o mecrada ödemek yerine bilimsel üretkenliğe, bilimsel yayına yönelmeyi seçtim. Ama gelin görün ki davaların artık uzatılmasının ihtimalinin giderek daraldığı şu günlerde, süreç yeniden mevzuyu gündemime almaya mecbur ediyor. İnadım inat, sistemin dişlilerinin içinde dönenler “haksızsın” diye bağırdıkça, ülkem akademisinin temiz ve ilkeli akademi mücadelesini yaptım diye bana yeniden bedel ödetmeye yeltendikçe, geçen beş yıllık dava sürecinde gördüklerimi de intihalleri açıkladığım netlikte adayarısı ile paylaşacağım.


Dava süreçlerinde gördüklerimi tartışmaya açmakla da durmayacağım. YÖDAK’ı, YÖDAK’ta hala koltuk tutan, maaş çekenlerin içinde intihalci ve sahtecileri doçent yapanları, üniversitelerin içindeki başka diğer intihalcileri, devlet üniversitelerinin ve YÖDAK’ın intihal duruşunu, yarım saatte verilen doçentlikleri, siyasetin akademi ile ilişkisini de yeniden adayarısı ve onun ötesinde gündeme sokacağım. Haklı olduğum, elimde uzman kişi tarafından yazılmış intihal raporu varken, çalınan kaynakları gösterebiliyorken ülkem için verdiğim bu sivil mücadelede susturmak için alavere dalavere ile “haksızsın” denildiği her adımda, çoktan ardımda bıraktığım bu meseleye tekrardan ve yeniden hep geri döneceğim. Meseleyi zorla gündemimde tutanlara selam olsun!

1 yorum:

  1. Kanatlı Hayvanlar doçenti "Kalker Taşlarının Beton Agregası" üzerine makale yazdı! Daha neler göreceğiz!

    Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü, şimdi de sahtekar, takiyyeci FETÖ'cü doçenti profesörlüğe atayacak!

    Fetöcü Kanatlı Hayvanlar doçenti "Kalker Taşlarının Beton Agregası" üzerine makale yazdı! Daha neler göreceğiz! Yetkiller Sadece Seyrediyor!

    Çanakkale 18 Mart Üniversitesinin Rektörü Yücel Acer, sırdaşı, karakutusu, sahtekar, takiyyeci FETÖ'cü Doç.Dr. Ali Karabayır'ı profesörlüğe atamak için atama yönetmeliğinin

    yürürlülük tarihini bilinçli olarak geciktirdi (http://personel.comu.edu.tr/arsiv/duyurular/universitemiz-ogretim-uyeligine-atanma-ve-yukselti-r182.html). Böylelikle Ali Karabayır eski, az puan gerektiren yönetmelikle profesör olacak.

    Sahtekar rektör sahtekar, bilim hırsızı, makale üçkağıtçısı Ali Karabayır için 26.10.2018 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan ÇOMÜ ilanında Zootekni Bölümünde Hayvan Yetiştirme Anabilimdalında Ali Karabayır için profesörlük kadroso açtırarak amaçlarına varacaklar.

    Bu esnada baskıyla, alavere, dalavere ile Ali Karabayır bilimsel çalışma yapmadan uzmanlık alanı olmayan, anlamadığı branşlarda, dallarda makale yazarı olarak ismi geçmektedir.

    ALİ KARABAYIR'IN SON İKİ YILDA İSMİNİN YER ALDIĞI 5 ADET MAKALE LİNKİNİ AŞAĞIDAKİ SATIRLARDA VERECEĞİM. İSPATI KOLAY, SOMUT DELİLLER. BU MAKALELER YAYINLANDI VE DÜNYANIN HERHANGİ BİR YERİNDEN İNTERNETİNİZ VARSA ULAŞABİLİRSİNİZ.

    BU YAZARLAR İÇİNDE ALİ KARABAYIR'IN DURUMU ÇOK FARKLI. İNTİHAL YAPILMADIĞINI GEÇİCİ OLARAK KABUL ETSEK BİLE ÇOK FARKLI BİR SAHTEKARLIK VE DÜZENBAZLIK VAR ORTADA!

    TEKRAR EDİYORUM: İNTİHAL YAPILMADIĞINI GEÇİCİ OLARAK KABUL ETSEK BİLE ÇOK FARKLI BİR SAHTEKARLIK VE DÜZENBAZLIĞI VAR MEYDANDA!


    ÖRNEK 1-) http://dergipark.gov.tr/comufbed/issue/29521/304088#author615880

    Branşı Ziraat Fakültesinde Zootekni yani kanatlı hayvanlar olmasına rağmen kendisinin bilimsel hiçbir katkısı olamayan makaleye adını yazdırabilmektedir yani "Çanakkale Elmacık Yöresi Kalker Taşlarının Beton Agregası Olarak Uygunluğunun Araştırılması" isimli makale Müdürlüğünü yaptığı Çanakkale Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu İnşaat Bölümü hocalarının çalışmasıdır ama Ali Karabayır'ın da adı geçmektedir (http://dergipark.gov.tr/comufbed/issue/29521/304088#author615880).

    Ali Karabayır'ın haketmediği makale Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi 3. cilt, 1. sayı, 48-58 sayfalarda yayınlanmıştır. Ali Karabayır'ın hayatı sahtekarlıklarla doludur. Dürüst ve namuslu insanlar Ali Karabayır için tehlikeli ve sakıncalıdır.

    ALİ KARABAYIR'IN UZMANLIK ALANI ZOOTEKNİ'dir: http://aves.comu.edu.tr/alikarabayir/

    PEKALA UZMANLIK ALANI ZOOTEKNİ (KANATLI HAYVANLAR) OLAN BİR DOÇENT NASIL OLUYORDA İNŞAAT ALANINDA BETON AGREGASI ÜZERİNE MAKALE YAYINLAYABİLİYOR?

    YanıtlaSil

Teşekkür ederiz.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.