Adayarısının entelektüelleri, akademisyenleri ve sendika abileri o dönemde üniversitenin en önemli sorununun bu olmadığına karar verdi. Bir sendikacı televizyon ekranından “biz yarın maaş alıp almayacağımızı bilmiyoruz, sorunumuz bu” demeyi tercih etti. Evet, evet doğru bildiniz, üniversitede “hoca” ama metot ve bilim bilecek hali yok çünkü doktorasız. Ama ekspert(!). İntihal önemli mi değil mi kararı o veriyor memlekette. YÖDAK ve o zamanki başkanı, (Gökçekuş’tan evvel o koltukta otumuş bit zâthani şimdilerde üniversitelerin geleceği ile ilgili veryansın edip duruyor), bana bir üniversitenin Sosyal Bilimler Dergisinde dört beş ayrı o üniversitede çalışan “akademisyenin” intihalinin olmasının, bir başka üniversitede lisans mezununun yardımcı doçent yapılmasının, bir başka üniversitede denkliği olmayan bir okuldan doktora diploması gösteren birisinin yardımcı doçent olmasının “istatiksel” olarak alarm vermediğini iddia etti. Muhterem herhalde “istatistik” falan deyince korkarız, geri çekiliriz falan zannetti. Biz ise Ömür Yılmaz ile adamcağızın inkarcılığına güldük geçtik, insanların adayarısında koltuklara, makamlara oturabilmesinin, işlere konabilmesinin bedelinin sessizlik olduğunu üzüntüyle gözlemledik.
Aynı YÖDAK, o dönemde hiçbir intihal komitesi kurup araştırmadan meseleyi geçiştirmeyi tercih etti. Ömür Yılmaz ve ben YÖDAK’ın kapısından o dönem umutla girdik ama büyük bir hayal kırıklığı ile SONUÇSUZ çıktık. Kapı yüzümüze kapandı. Ondan sonra gelenlerin zaten bir şey yapmasını beklemek safdillik olurdu. Zaten intihalcilik ve intihalci/sahtecileri bile bile doçent yapmak için imza atanlar da YÖDAK üyeliğine dek çıkabildi. İntihalle ilgili başvurularımız, bir önceki dönemde yapılmış oldukları için dikkate alınmadı. Bu dönemde adayarısında kurumların adları sürekli de olsa, içeriklerinin dönemlik olduğunu öğrendik. Kişiler değişti mi kurum içindeki başvurular, dilekçeler, işler devretmiyor. Her şey sil baştan. YÖDAK ve üniversiteler hangi gerekçeyle araştırmadılar bu intihal vakalarını biliyor musunuz? İntihallerini, kendi isimleri ile yayınlanan yayınların isimlerini, çaldıkları yayınların adını, çaldıkları sayfaları vererek intihalini açıkladığımız insanlar bize “zem ve kadih” davası açtılar, yani kendilerine haksız yere hakaret ettiğimizi iddia ettiler. Bizim bu intihalleri açıklamamızın sebebi üniversitelerin adım atmamasıydı, YÖDAK’ın konuyla ilgili sessiz kalmasıydı.
Ben akademisyen kimliğine sahip bir insan olarak, üzerime düşen görevi yapıyor ve buna sessiz kalmayarak kamusal alanda kurumları konuyu incelemek, araştırmak ve gerekirse yeni maddeler oluşturarak kanun boşluklarını doldurmak için mücadele veriyordum. Sivil demokratik mücadele böyle verilir. Mantıken bu davalar sürerken YÖDAK ve üniversitelerin iddialarımızı araştırması gerekirdi. Çünkü iddiamız, bunun bir kamusal sorun olduğuydu. Öğrenci yetiştirmeye ehil olmayan insanların sınıfa sokulmaması, intihalcilerin sınıflarda “etik” dersine girmesinin önlenmesiydi. Çünkü intihalci birinden etik dersi alan yarınlarımız nasıl bir profesyonel etik bilinçle insan emanet edilen mesleklere koşulabilirdi? Ama sevgili okur, bu araştırmalar yapılmadı. Tam tersine bize verilen cevap “bu konu artık hukuki bir dava sürecidir, davalar sonuçlanıncaya dek intihal ve sahtecilik araştırması yapılmayacaktır” oldu. Zem ve kadih kamusal davalar değildir, kişilerin kişilere açtıkları davalardır, kamusal meselelerin bu davaları beklemesinin hiç bir alakası yoktur. O davalar 2012 yılında açıldı. Hala bir tanesi bile sonuçlanmadı. İkisi sağlık sebeplerini gerekçe göstererek açtıkları davaları geri çektiler. Muhtemelen artık üniversitelerde pozisyon tutma ve maaş çekme durumları kalmadığı için davalara devam etme gerekleri de bittiğinden geri çektiler. Ben bu davaların açıldığı ve bu insanlar hiç bir soruşturmaya tabi olmadıkları o gün, intihal mücadelesinin buzdolabına kaldırıldığını üzülerek biliyordum. İnsanların hiçbir caydırıcı yaptırımla karşılaşmadan sınıflara girmeye beş yıl daha devam edebilmelerinin sonucu, adayarısının muteber vatandaşlarının bilimsel alt yapısı olmayanlara kendilerini ya da çocuklarını teslim etmeye devam etmesi oldu. Şahsi olarak ben bilim insanı olarak çalışmaya devam ettim. Bilimsel yayından susuzluk yaşayan adayarısının dışında, başka kurumlarda ve ülkelerde evrensel bilime katkı yapan yayınlar yapmaya da devam ettim. Başka ülke sınırları içinde üniversiteli gençlerin yetişmesine katkı koymaya da devam ettim.
Adayarısı ise bilimsel temelini kurmak konusunda şu an itibarı ile o mücadele başladığından beri 5 yıl kaybetti. Peki kamuyu ilgilendiren bu davalar neden 5 uzun yıldır sonuçlanmadı? Hikayenin o kısmı uzun detaylara sahip. Her ne kadar da bu süreçte davayı açanlar davalardan kaçanlar olsalar da kaçmak da her zaman bir yere kadar. Süreç içinde çok ihanetle, çok arkadan bıçaklamayla, çok yılgınlıkla ve o yılgınlıklardan doğan satışlarla bu süreçlerin engellenmesi, bu davaların ispatlı gerekçelerinin saklanması, dosyalara konulmaması, yanlış bilgilerin yanlış isimlerin dosyalarına yerleştirilerek dosyalanması, herhangi bir değişiklik ve tadilat yapılmasının önünün kapatılması gibi ancak adayarısında akla sığabilecek uzatmalarla beş uzun yıl geçti. Adayarısı bu mücadeleyi yapma cesareti ve ilkesini gösterecek yeni insanlar türetmeli. Artık bir başka insan grubu, belki bir başka nesil (?) adayarısında bu bayrağı devralmalı ve bu mücadeleyi sürdürmeli. Davaların neden bunca uzun gittiğine dair konuşmak ya da adayarısındaki intihallerle ilgili konuşmak doğrusunu isterseniz artık benim gündemimde değildi.
Adayarısı, beş uzun yıl buzdolabına kapatarak kaybedeceğini kaybetmişti bu meseleyle ilgili. Bense bilime olan borcumu artık o mecrada ödemek yerine bilimsel üretkenliğe, bilimsel yayına yönelmeyi seçtim. Ama gelin görün ki davaların artık uzatılmasının ihtimalinin giderek daraldığı şu günlerde, süreç yeniden mevzuyu gündemime almaya mecbur ediyor. İnadım inat, sistemin dişlilerinin içinde dönenler “haksızsın” diye bağırdıkça, ülkem akademisinin temiz ve ilkeli akademi mücadelesini yaptım diye bana yeniden bedel ödetmeye yeltendikçe, geçen beş yıllık dava sürecinde gördüklerimi de intihalleri açıkladığım netlikte adayarısı ile paylaşacağım.
Dava süreçlerinde gördüklerimi tartışmaya açmakla da durmayacağım. YÖDAK’ı, YÖDAK’ta hala koltuk tutan, maaş çekenlerin içinde intihalci ve sahtecileri doçent yapanları, üniversitelerin içindeki başka diğer intihalcileri, devlet üniversitelerinin ve YÖDAK’ın intihal duruşunu, yarım saatte verilen doçentlikleri, siyasetin akademi ile ilişkisini de yeniden adayarısı ve onun ötesinde gündeme sokacağım. Haklı olduğum, elimde uzman kişi tarafından yazılmış intihal raporu varken, çalınan kaynakları gösterebiliyorken ülkem için verdiğim bu sivil mücadelede susturmak için alavere dalavere ile “haksızsın” denildiği her adımda, çoktan ardımda bıraktığım bu meseleye tekrardan ve yeniden hep geri döneceğim. Meseleyi zorla gündemimde tutanlara selam olsun!
Kanatlı Hayvanlar doçenti "Kalker Taşlarının Beton Agregası" üzerine makale yazdı! Daha neler göreceğiz!
YanıtlaSilÇanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü, şimdi de sahtekar, takiyyeci FETÖ'cü doçenti profesörlüğe atayacak!
Fetöcü Kanatlı Hayvanlar doçenti "Kalker Taşlarının Beton Agregası" üzerine makale yazdı! Daha neler göreceğiz! Yetkiller Sadece Seyrediyor!
Çanakkale 18 Mart Üniversitesinin Rektörü Yücel Acer, sırdaşı, karakutusu, sahtekar, takiyyeci FETÖ'cü Doç.Dr. Ali Karabayır'ı profesörlüğe atamak için atama yönetmeliğinin
yürürlülük tarihini bilinçli olarak geciktirdi (http://personel.comu.edu.tr/arsiv/duyurular/universitemiz-ogretim-uyeligine-atanma-ve-yukselti-r182.html). Böylelikle Ali Karabayır eski, az puan gerektiren yönetmelikle profesör olacak.
Sahtekar rektör sahtekar, bilim hırsızı, makale üçkağıtçısı Ali Karabayır için 26.10.2018 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan ÇOMÜ ilanında Zootekni Bölümünde Hayvan Yetiştirme Anabilimdalında Ali Karabayır için profesörlük kadroso açtırarak amaçlarına varacaklar.
Bu esnada baskıyla, alavere, dalavere ile Ali Karabayır bilimsel çalışma yapmadan uzmanlık alanı olmayan, anlamadığı branşlarda, dallarda makale yazarı olarak ismi geçmektedir.
ALİ KARABAYIR'IN SON İKİ YILDA İSMİNİN YER ALDIĞI 5 ADET MAKALE LİNKİNİ AŞAĞIDAKİ SATIRLARDA VERECEĞİM. İSPATI KOLAY, SOMUT DELİLLER. BU MAKALELER YAYINLANDI VE DÜNYANIN HERHANGİ BİR YERİNDEN İNTERNETİNİZ VARSA ULAŞABİLİRSİNİZ.
BU YAZARLAR İÇİNDE ALİ KARABAYIR'IN DURUMU ÇOK FARKLI. İNTİHAL YAPILMADIĞINI GEÇİCİ OLARAK KABUL ETSEK BİLE ÇOK FARKLI BİR SAHTEKARLIK VE DÜZENBAZLIK VAR ORTADA!
TEKRAR EDİYORUM: İNTİHAL YAPILMADIĞINI GEÇİCİ OLARAK KABUL ETSEK BİLE ÇOK FARKLI BİR SAHTEKARLIK VE DÜZENBAZLIĞI VAR MEYDANDA!
ÖRNEK 1-) http://dergipark.gov.tr/comufbed/issue/29521/304088#author615880
Branşı Ziraat Fakültesinde Zootekni yani kanatlı hayvanlar olmasına rağmen kendisinin bilimsel hiçbir katkısı olamayan makaleye adını yazdırabilmektedir yani "Çanakkale Elmacık Yöresi Kalker Taşlarının Beton Agregası Olarak Uygunluğunun Araştırılması" isimli makale Müdürlüğünü yaptığı Çanakkale Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu İnşaat Bölümü hocalarının çalışmasıdır ama Ali Karabayır'ın da adı geçmektedir (http://dergipark.gov.tr/comufbed/issue/29521/304088#author615880).
Ali Karabayır'ın haketmediği makale Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi 3. cilt, 1. sayı, 48-58 sayfalarda yayınlanmıştır. Ali Karabayır'ın hayatı sahtekarlıklarla doludur. Dürüst ve namuslu insanlar Ali Karabayır için tehlikeli ve sakıncalıdır.
ALİ KARABAYIR'IN UZMANLIK ALANI ZOOTEKNİ'dir: http://aves.comu.edu.tr/alikarabayir/
PEKALA UZMANLIK ALANI ZOOTEKNİ (KANATLI HAYVANLAR) OLAN BİR DOÇENT NASIL OLUYORDA İNŞAAT ALANINDA BETON AGREGASI ÜZERİNE MAKALE YAYINLAYABİLİYOR?