Bilimde etik kavramı, akla ilk olarak bilimde hırsızlık veya bilinen diğer adıyla intihal olayını getirmekte. Bilimde hırsızlık, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de suç kapsamında yer almakla birlikte ortaya çıkarılması, sonrası ve sonuçlandırılmasındaki süreç maalesef ülkemizde biraz daha farklı işlemekte. Bilimde hırsızlık oldukça önemli bir konu fakat bu yazıda en az bilimde hırsızlık kadar önemli olan bir başka bilimsel etik sorununa değinmek istiyorum; sözde bilimsel dergilerde basılan sözde makaleler ve sözde konferanslarda sunulan sözde bildiriler.
Konuya ilk olarak, kendisi de bir bilim insanı olan A. Murat EREN, NTV Bilim Dergisi’nde yayınlanan bir yazısıyla dikkat çekti. Daha sonra çeşitli ulusal gazetelerde konuyla ilgili haberler de yer aldı.
Aslında en baştan başlayıp “Bilimsel yayın neden yapılır?” sorusunu cevaplamak gerekiyor öncelikle. Tabii ki farklı perspektiflerden pek çok cevaba ulaşmak mümkündür fakat “akademik yükselme” gibi cümleler içeren cevapların en sonlarda yer alması gerekirken artık ilk cevap olarak karşımıza çıkması bile tek başına, ülkemizde bilim konusunda bir takım problemlerin olduğunu ortaya koymaya yetmektedir.
Bir yayının bilimsel olarak nitelendirilebilmesi için yayının geçerliliği, önemi, özgünlüğü, gibi bir takım kriterlere göre değerlendirilmesi gerekmekte. Bu değerlendirmeler, çalışmanın yayınlandığı bilimsel dergilerde belli bir yere kadar yapılabiliyor. En azından yayının bilimsel olarak geçerli olup olmadığı bir anlamda kuralına uygun şekilde üretilip üretilmediği gibi görece değerlendirilmesi daha basit ve belli kurallara göre yapılabilen özellikleri değerlendirilip dergide yayınlanabiliyor. Bu noktada bir yayının kalitesi ile yayınlandığı derginin kalitesi arasında bir ilişkiden bahsetmek mümkün olabilir. Alanında saygınlık kazanmış, köklü dergilerde yayınlanan çalışmalar daha kıymetli olarak değerlendirilebilirken yazarın kıymeti hakkında da belli bir intiba uyandırabilir. Fakat bilimsel dergi sayısının çokluğu, alanında kendini ispatlamış saygın dergiler dışında kalan dergilerin yayın yapabilmesi için sağlaması ereken kriterlerin nasıl belirlendiği ve ne derece denetlenebildiği, bu dergilerde hakemlik yapan akademisyenlerin alanlarında ne kadar yetkin olduğu gibi parametreler de düşünüldüğünde, bir çalışmanın bilimsel bir dergide yer bulması tek başına, o çalışmanın bilime katkısı hakkında yeterince fikir veremiyor. Durum böyle olunca da bir bilim insanının değerini” yaptığı bilimsel yayın “sayısıyla” ölçmek sağlıklı bir yöntem olmaktan çıkıyor. Buna ağmen Türkiye ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde hala “makale sayısı” bir akademisyenin kıymetinin bir ölçüsü olarak kullanılabiliyor ve atanma, kariyerinde yükselme kriterlerinde en öncelikli kıstas haline gelebiliyor.Yapılan bilimsel çalışmaların içeriğinin, bilime katkısının, özgünlüğünün vs. arka planlarda kaldığı, makale sayısının bu denli ön plana çıkarıldığı bir akademik dünyada, yayın sayısını artırmak maalesef bilimin önüne geçebiliyor. Makale sayısı bu kadar önemli bir konu haline gelince, bilimde yapılan etik dışı davranışlara bir yenisi daha ekleniyor: Sözde bilimsel dergilerde yayınlanmış sözde makaleler.
Eren’nin yazısından alıntılarla devam etmek istiyorum:
“Çoğunlukla bilimsel dergilerde yayın yapmak için ciddi bir araştırma yürütüyor olmak gerekli. Bilimde geri kalmış ülkelerde bir akademisyen değerlendirilirken, yaptığı ‘yayın sayısı’, yaptığı yayınların içeriğinden daha önemli olduğundan, akademisyenler için kısa sürede fazla yayın yapmak bir gereklilik halini alıyor.
Böyle bir ihtiyaç, bundan kâr elde etmek isteyen organizasyonların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Akademisyenler para veriyor, bu organizasyonlar akademisyenlerin vasıfsız yayınlarına sahte uluslararası konferanslarda, sahte dergilerde yer veriyor. Akademisyenler de enstitülerine bu yayınlan gösterip avantaj sağlıyor.
En basit haliyle bu metot, kimi akademisyenlerin çeşitli şebekeler yardımıyla vasıfsız makalelerini ‘yayımlanmış’ gibi göstererek akademik puan toplamalarına olanak veriyor. Diğer bir deyişle bilim yerinde sayarken, insanlar bu yolla mesleklerinde yükseliyor.
Sözde bilimsel dergiler (ve konferanslar) kendilerine ulaştırılan her bilimsel yayını kabul edip belli bir ücret karşılığında yayımlıyor. Bu organizasyonların web sayfalarında her şey son derece kitabına uygun görünse de, gönderilen çalışmalar hiçbir akademik tetkike tabi tutulmuyor.”
Türkiye’de neden bilim üretilmiyor? Sorusuna verilebilecek güzel cevaplardan biri de Eren’in cevabı olabilir:
“’Türkiye’de neden bilim üretilmiyor?’ diye sorulduğunda akla ilk gelenler arasında hırsızlık vakaları, az ödenek ve ödeneklerin bölümler arasında adaletsiz tanzimi gibi sorunlar var. Fakat bu tip organizasyonlardan beslenerek pozisyon işgal edenler yüzünden dışarıda kalan, özel sektöre yönelmek ya da kolay yoldan bol yayın sahibi olmak arasında tercih yapmak zorunda bırakılan kimselerin ‘yapamadıkları bilim’ pek akla gelmiyor. Bu tip organizasyonlardan beslenen akademisyenlerin aynı zamanda bilimin yeni neslini yetiştiren, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine sahip olan kişiler oldukları, bir noktada doktorayı bırakmak ya da bilim ahlakı anlayışlarını değiştirmek arasında tercih yapmak zorunda bırakılan öğrencilerin ‘olamadıkları bilim insanları’ pek akla gelmiyor.”
A. Murat Eren’in yazısına http://tinyurl.com/gri-mecralar adresinden ulaşabilirsiniz.
izgiburak@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Teşekkür ederiz.