NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

11 Aralık 2009

İNTİHAL: Aşırma, Akademik Hırsızlık (ABCD)

Dünyanın en önemli ikinci bilim dergisi “Nature” da Türk fizikçilerin intihal yaptığının ve bahsi geçen Türkiye kaynaklı makalelerin ilmi internet ortamından silinmesi Türk bilim dünyasında büyük üzüntü yaratmıştır. Konunun uluslararası ortama gelmesi sadece Türk fizikçilerini değil, tüm Türk bilim insanlarını ilgilendiriyor. Çünkü “Nature” adlı saygın bilim dergisi sadece fizikçilere değil biyolog, kimyager, mühendis, tıp doktoru, deprem uzmanı gibi tüm dünyadaki bilim insanları tarafından takip ediliyor. Bu durumda tüm dünyadaki bilim adamlarının Türk Bilim adamlarına bakışı kuşkulu ve olumsuz olacaktır. Çünkü makalede birkaç Türk’ün bilimsel olarak intihal yaptığı değil, Türkiye’de fizikçilerin sistematik ve düzenli bir şekilde bilimsel hırsızlık yaptığı iddia edilmiştir.
İntihali halkın anlayacağı şekilde anlatırsak geçtiğimiz aylarda “Hürriyet” Gazetesinde çıkan bir haberi örnek vermek açıklayıcı olacaktır. Bu haberde Çinli tekstilcilerin bastığı bir deri katoloğundan bahsediyordu. Çinli bir deri firması katoloğuna İbrahim Kutluay ve Demet Şener’in resmini koyarak ve giydikleri deri montları pazarlıyordu. Bu Çinli firma sadece Derimodun hazırladığı deri mont modellerini çalmamış, reklâm ve modeller için para harcamadan İbrahim Kutluay ve Demet Şener’in da Derimod için çektirdiği resimleri de kendileri çektirmiş gibi kullanmıştır. İşte bu işlemin bilim dünyasında yapılması “İntihal” dir.
Amerika Birleşik Devletlerinde tıp ihtisası yapan doktorların üye olduğu Amerikan Board Sertifikalı Doktorlar Derneği (ABCD) üyeleri intihal konusunu irdelemişlerdir. ABCD üyesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Yazıcı, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nazım Serdar Turhal ve İstanbul Bilim Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Selçuk Can görüşlerini paylaşmıştır.
Prof Dr Hasan Yazıcı’nın Görüşleri:
İntihal, daha güzeli öz Türkçe aşırma, başkasının fikrini, eserini veya eserinin parçalarını, gönderme yapmaksızın, sahiplenmektir. Aşırma olması için, söz konusu fikir veya eserin bilimsel olmak zorunluluğu yoktur. Ülkemizde, her alanda, müziğimiz dahil, maalesef çok yaygın olduğunu düşünüyorum. Fizikçiler olayını nesnel olarak bilemiyorum ancak çok yakından bildiğim aşırmalar var ve bunlar çoğu örnekte müsamaha ile karşılanıyor. Çarpıcı bir olaydan söz edeyim. Şu günlerde ülkemiz bilimsel yayın artışında uluslararası sıralamada Çin’le yarışmakta. Bu beni gerçekten korkutuyor çünkü yakın bir geçmişte Çin’deki doktora tezlerinin % 60’nın aşırma, rüşvet vb. hazırlandığı iddia edildi. Ülkem için kesin sayı vermeme olanak yok ancak Çin örneği beni olabildiğince endişelendiriyor. Kamuoyunca da az çok bilindiği gibi Prof. Doğramacı’nın konuyla ilgili aleyhime açtığı davada 6,5 yıllık bir süre sonunda Yargıtay benim aleyhime karar verdi. Yargı sürecimin sorunlu ve mahkeme kararının da yanlış olduğu kanısında olduğumdan, yakın bir zaman evvel, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdım.
Prof Dr. Nazım Serdar Turhal Görüşleri:
İntihal suçlaması bilim adamının yazdığı makalede başka bir bilim adamının yazdığı makaleden aldığı görüşlerini kendi makalesinde sanki kendi görüşleri imiş gibi sunması ve bunları aslında farklı bir kişinin yazdığı makaleden aldığını belirtmemesinden kaynaklanıyor.
Bunun yapılmasının sebebi bu bilim adamlarının karakterinin ahlaken zayıf olmasıdır. Bilimsel hırsızlık hiçbir zaman yayın yapma baskısı vs gibi gerekçelerle hoş görülemez ve sıfır hoşgörüyle yaklaşılması gerekir. Bu olayda da bizzat Türkiye’den bilim adamlarının bu işin üzerine gitmeleri Türk milletinin şerefini kurtaran bir yaklaşım olmuştur. Dünyanın her yerinde böyle dolandırıcılıklara eğilim gösteren insanlar olmuştur. Eğer toplumların bilim kurumları sağlamsa böyle yanlış iş yapan bilim adamları kolaylıkla ekarte edilir. Türk bilim kurumlarının bu kişileri cezalandırmakta tereddüt etmemesi ve yapılan işin karşılıksız kalmayacağını gösterilmesi intihale eğilim duyacak diğer bilim adamlarının caydırılması açısından önemlidir.
Doç. Dr. Selçuk Can’ın görüşleri:
Doç. Dr. Selçuk Can intihal ile suçlanan kişiler arasında 18 Mart Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanının bulunmasının intihal olayını basit bir suç olmaktan çıkardığını ve olayın daha kapsamlı araştırılması gerektiğini söyledi. Endokrinoloji ve Metabolizma Uzmanı Doç. Dr. Selçuk Can “intihal olayında kişileri sorgulamak yerine artık Türk Yüksek Öğrenim Sisteminin, yani Üniversite sisteminin sorgulanması gerektiğini belirtti. Doç. Dr. Selçuk Can “Ülkemizde yeni üniversitelerin kurulması çok güzel ancak bu yeni üniversitelere yeterli kaynak ayrılmıyor. Hedef hep çıtayı yükseltmek, ancak alt yapı, bilgi birikimi, gerekli cihazlar ve yeterli para olmadan çıtayı ancak yamuk bir şekilde yükseltebilirsiniz. Üniversitelerimizdeki yönetmeliklere göre doçentliğe ve profesörlüğe yükseltilmek için belli sayıda yurt dışı yayın yapmak gerekir. Yani kurallar 4–5 yıllık geçmişi olan Türk üniversitelerine, 200–250 yıllık geçmişi olan Harvard, Oxford gibi üniversitelere denk yayınlar yapmasını söylüyor. Bu durumda bazı öğretim üyelerinin bunu bilimsel hırsızlık ile başardığı anlaşılmaktadır. Türkiye’deki üniversiteler Türkiye’ye özgü sorunlara odaklanmak ve özel sektörle bütünleşmek yerine mevcut yönetmelikler neticesinde batı üniversitelerine karşı yakın bir gelecek için hiçbir zaman kazanamayacakları bir yarışa girmişlerdir. Sonuçta bazı öğretim üyelerinin kopya çektikleri bu en son olaylar ile anlaşılmıştır. Nature adlı İngiliz dergisinde açığa çıkan Türkiye kaynaklı intihal olayının bir kaç kendini bilmezin yaptığı münferit bir olay değil, Türk üniversite sisteminin bilim yarışında çağ dışı kalmasının bir yansıması olarak görüyorum” dedi. ABCD Başkanı Doç Dr. Selçuk Can üniversitelerimizin bu olayı kendi özeleştirilerini yapmaları için bir fırsata dönüştürmelerini temenni ettiğini belirtti.
SORU-CEVAP
1. ABD'de akademik yükselmeler nasıl oluyor, adaylardan hangi şartları yerine getirmeleri isteniyor?
Amerika Birleşik Devletlerinde akademik yükselmeler Assistant Professor, Associate Professor ve Full Professor aşamalarından geçer. Akademik yükselmelerde birçok ülkede evrensel olarak uygulanan yükselme komitesi kararları uygulanır. Sözlü veya yazılı olarak herhangi bir sınava girmek yok. Türkiye ile ABD’deki akademik sistemi karşılaştırmak elma ile armudu karşılaştırmaya benzer. Dünyada yeni bulunan ilaçların % 80’i Amerika Birleşik Devletlerinde keşif edilmektedir. Science Citation lndex’de olan A grubu dergilerin çoğunluğu ABD kaynaklıdır. Yine Medline sistemini kuran, işleten ve ücretsiz olarak dünyadaki tüm hekimlere sunan ABD’dir. ABD tıp alanında ve tıp eğitiminde dünyada lider konumdadır. ABD’de Assistant, Associate veya Professor of Medicine unvanları üniversitenin elemanı olarak çalışanlara veriliyor. Bu instructor’dan başlıyor. Ancak burada sorulması unutulmuş bir soru var o da “Tenure” meselesi. Bir insan doçent (Associate Professor) olmuş ama Tenure almamış olabilir. Tenure bir şekilde güvence veriyor. Amerika Birleşik Devletlerinde tıp fakültesinde çalışmak “Tenure” ve “Non-Tenure” olarak iki şekilde oluyor. Sağlamlaştırılmış ve güvenli yol anlamına gelen “Tenure Track” kelimesinin Türkiye’deki akademik hayatta uygulaması yok. İşe alınırken Tenure Track veya Non-Tenure Track olarak alınıyorsunuz. Tenure veya Non-Tenure olmanıza göre de yükselme kriterleri farklı. Tenure olarak işe başlayan bir öğretim görevlisinin başarılı olması, profesörlüğe dek yükselmesi beklenir. Her üniversite yükselme için gerekli kriterleri kendi belirliyor ama Tenure Track da Associate olabilmek için, ülke çapında tanınmış olmak gerekiyor. Sizden 6 referans istiyorlar sonra bu referansları arayıp onlardan da 6 kişi ismi alıyorlar ve onların görüşüne başvuruluyor. Bunun yanında üniversiteye ve topluma hizmet, toplumda tanınmışlık, yayınlar, alınan araştırma fonları gibi pek çok kriter kullanılıyor ve bölüm başkanının dekana önerisi sonrası dekanın üniversitenin promosyon komitesine (akademik yükselme komitesine) önermesi ve onların kabulü ile oluyor. Non Tenure yolunda ise sadece 3 referans ve bunların da lokal olması yeterli. Profesörlük için uluslararası tanınmışlık gerekiyor. Görüldüğü gibi yayınlar sadece işin ufak bir kısmı. Bir de o üniversitede 5 yıl çalışmak gerekli. 3 yıl da olabiliyor ama olağanüstü bir şey yapmış olmanız gerekiyor. Bir de “Regency Professor” var onu da Nobel alanlara veriyorlar o zaman direk Profesör olarak işe başlıyorsunuz. Tenure ile Non-Tenure arasındaki en önemli fark, Tenure aldıktan sonra birisinin işine son verilmesi son derece zor. Non-Tenure olanlar her sene sözleşme yeniliyorlar. Non-Tenure olanlar bir bakıma angarya ile meşgul oluyorlar. Sadece doçentliğe kadar yükselebilirler ve işinize her an son verilebilir. Ancak durum o kadar umutsuz değil ve profesörlük kapıları kendilerine ilelebet kapalı değil. Başarılı performans göstermeleri halinde kendi üniversitelerinde veya başka bir üniversitede Tenure Track yoluna kabul edilip, akademik hayatlarında ideallerine ulaşabilirler.
Amerika Birleşik Devletlerinde üniversite hastanesi olmayan eğitim hastanelerinde verilen Clinical Professor of Medicine unvanı da var. ABD’de özel, devlet veya belediye hastanelerinin birçoğu bir üniversite hastanesi ile bağlantılıdır. Buna “affiliation” adını veriyorlar. Örneğin bir özel hastanede koroner angiografi yoksa hastayı bağlantılı oldukları tıp fakültesi hastanesine gönderirler. Her iki taraftaki hekimler irtibat halindedirler. Ayda bir ortak konferanslar düzenlerler. Tıp fakülteleri son sınıftaki internleri bağlantılı oldukları hastanelere rotasyona gönderirler. Üniversite ile bağlantılı bu kamu, özel veya vakıf hastanelerinde bilimsel yayın yapan öğretim üyelerine Tıp Fakültesi “Clinical Professor of Medicine” (Klinik Tıp Profesörü) unvanını verir. Klinik Tıp Profesörü unvanının Türkiye’de eşdeğeri yok. “Clinical Professor of Medicine” özel çalışıp da üniversite hastanesi ile affiliate (bağlantılı) olan insanlara veriliyor. Etrafta pek Clinical Professor olmaz, genellikle Assistant veya Associate seviyesine yükselmelerine Üniversitedeki Yükselme Komitesi onay verir. Bu o insanların hasta sayıları için faydalı olsa da akademik olarak pek bir şey ifade etmez. Yani Üniversitede Ana Bilim Dalı Başkanı olamazlar, bir devlet kurumu olan Ulusal Sağlık Ensitüsünden (NIH) araştırma fonu almaları zordur. ABD’de araştırma fonları araştırma masraflarını karşıladıkları gibi direk olarak araştırmacının maaşına katkı da yaparlar.
2. ABD'li hekimler akademisyenliğe ilgi gösteriyor mu?
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir doktorun üniversitede çalışmasının amacı yeni ilaçlar bulmak, laboratuar testleri geliştirmek, hastalıkların patofizyolojisini aydınlatmak gibi orijinal bilgiler üretmek ve topluma faydalı olmaktır. Akademik yükselmelerde yapılan bilimsel yayınlar yanında, topluma hizmet, halka yönelik bilimsel kitaplar yazmak, meslek örgütlerinde aktif rol oynamak, uluslararası tanınmak rol oynar. Ancak ABD ile Türkiye arasındaki en önemli fark akademik unvanın sadece üniversite içinde kullanılmasıdır. Yani hiç bir doçent veya profesör üniversiteden ayrıldıktan sonra çalıştığı özel muayenehanesinde veya özel hastanede akademik unvanını kullanmaz. Bunu yasaklayan hiçbir yasa olmamasına rağmen bu bir gelenektir. ABD’de akademik unvan sadece akademik ortamda yani üniversitede aktif görevde iken kullanılır, ve unvan üniversiteye aittir. Tanımı bu şekildedir. Akademik unvan kişiye ait bir unvan değildir. Örneğin bir profesöre kendi üniversitesinde sözleşme yenileme teklif edilmez ise veya ailevi sebeplerle şehir değiştirip başka bir üniversitede göreve başlarsa doçent olarak göreve başlayabilir.
Hekimler ABD’de gerçekten akademik işler yapmak istiyorlar ise akademisyen oluyorlar. Bunun nedeni hastaların ismin başındaki harflere çok fazla önem vermemesi, bir de üniversitede çalışırken insanların sadece üniversitede çalışabilmeleri. Hem üniversitede hem de kendi ofisinde çalışmak isteyenler klinik unvanlar alıyorlar ki akademik çevrelerde o kadar da önemli değil bunlar. Yani üniversiteden unvanlarını alıp özel muayenehane veya hastanede unvanlarını kullanmak için akademisyen olan yok. ABD’de ancak idealist hekimler akademisyenliğe ilgi gösteriyorlar. Özel sağlık sisteminin geçerli olduğu bu ülkede muayenehane hekimleri ve birçok cerrah, vasat bir akademisyenden çok daha fazla kazanıyor. Bu yüzden akademik kadroların önemli bir kısmı da yabancı doktorlar tarafından dolduruluyor. Bir akademisyenin klinisyenden çok kazanması için pazarlanabilir yeni ve etkili bir ürün keşif etmesi gerekiyor. Bu sivilceleri kökünden çözen bir krem veya infeksiyona yol açmayan idrar sondası gibi basit bir metod dahi olabilir. İlle de yapay kalp cihazı gibi kompleks bir olay olmasına gerek yok.
3. ABD'de akademisyen olmak zor mu?
ABD de akademisyen olmak nerede ne yapmak istediğinize göre zor veya kolay olabilir ama asıl zor olan akademisyen olarak devam edebilmek. Bu konuda genellikle üniversitede kendi giderini 2 yıl içinde karşılamanız beklenir. Bunu ya hasta bakarak, ya da araştırma fonu (grant) alarak yapabilirsiniz. O yüzden sürekli bir çalışma içinde olmalısınız. Bulunduğunuz üniversiteye göre günün birinde maaşınız azalabilir veya sözleşmeniz yenilenmeyebilir. Non-Tenure yolunda her yıl, Tenure yolunda iki yılda bir performansınız gözden geçirilir ve başarınıza göre sözleşmeniz yenilenir. ABD’de üniversitede yükselemeyerek işine son verilen öğretim üyeleri mağdur olmamaktadır. İlaç firmalarında veya stent vs gibi tıbbi malzeme üreten şirketlerde gayet güzel maaşlarla işe başlamaktadırlar. Diğer alternatif özel veya kamu hastanelerinde klasik doktorluk yapmaktır.
4. İki ülkenin akademik yükselme kriterlerini kıyaslar mısınız?
Amerika Birleşik Devletlerinde akademik yükselmeleri incelemeden önce sistemin Türkiye’den oldukça farklı olduğunu anlamak gerekir. Akademik yükselmenin tek kriteri yapılan yayınlar değildir. Bilimsel yayınlar, araştırma, tıp öğrencisi eğitimi dışında üniversiteye hizmet, topluma hizmet, toplumda tanınmışlık, ulusal veya uluslararası sivil toplum kuruluşlarında çalışma, meslek örgütlerinde aktif görev akademik yükselme basamaklarında etkisi olan hizmet alanlarıdır.
Amerika Birleşik Devletlerinde öğretim üyelerinin performansı her iki yılda bir fakültenin kıdemli öğretim üyeleri tarafından oluşturulan ve başkanlığını dekanın yaptığı bir komite tarafından değerlendirilir. Başarılı bulunanların sözleşmesi yenilenir. Başarılı olmayanların sözleşmesi yenilenmez. Öğretim görevlisi çok önemli bir buluş yapmış ise 2 yılda profesör bile olabilir. En sık rastlanan durum akademik yükselmenin 6 yıl içinde gerçekleşmesidir. 8 yılda yani 4 değerlendirme sonucu aday akademik olarak yükselemiyor ise örneğin yardımcı doçent’ken doçent’e gelemiyor ise görevine son verilir. Adaylar profesör olduktan sonra dahi değerlendirmeye tabi tutulurlar. Aldıkları araştırma fonları, yaptıkları yayınlar, yetiştirdikleri öğrenciler vs. değerlendirmeye tabi tutulur. Tabi burada Türkiye ile en önemli fark bu unvanların sadece üniversite için geçerli olması. Associate olan birisini, başka üniversite Assistant Professor unvanı ile işe alabilir veya Professor olarak da işe alabilir; ama üniversite ile işi bittiğinde unvan da üniversitede kalır. Türkiye’deki doçent veya profesörler iyi klinisyendir ve hastaları çoktur. Ancak ABD’deki profesörler genelde bir araştırma laboratuarının başındadırlar ve himayelerinde birçok uzman, asistan, biyolog, genetik uzmanı, doktora öğrencisi gibi görevliler çalışır. Bunların maaşlarına profesörün aldığı araştırma fonundan katkı yapılır. Öğretim üyeleri devamlı yeni deneyler yaptıklarından polikliniğe haftada bir gün inerler ve hasta sayıları çok değildir. Çok sayıda hasta baktıkları takdirde yeni ilaçlar, yeni testler veya tanı metotları geliştirmeye vakitleri olmaz.
5. Sizce Türkiye'deki akademisyenlerin yükselme basamaklarında karşılaştığı aksaklıklar neler?
Türkiye’deki akademisyenlerin yükselme basamaklarında karşılaştığı sorun kaliteli yayın üretememektir. Türkiye’de akademik yükselmelerde bir sayı takıntısı bulunmaktadır. Bence önemli olan yayının sayısı değil kalitesidir. Türkiye’de doçentlik sonunda bir akademisyenin 100 adet, emekliliği gelen bir profesörün 500 adet yayını olmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde en iyi profesörler akademik kariyerleri boyunca ancak 100-120 adet yayın yapmaktadırlar. ABD’de öğretim görevlilerinin senede iki veya üç yayın yapmaları, bunları Nature, Science, New England Journal of Medicine gibi prestijli dergilerde yayınlamaları beklenir. Türkiye’de sayı önemli olduğu için bir akademisyen tek bir konuya odaklanamıyor. Kendi branşı içinde üç dört farklı alanda yayın yapabiliyor. Böyle olunca bilgi birikimi, yeni kazanılan bilgilerin yeni araştırmalara aktarılması her zaman mümkün olmuyor. Türkiye’deki sistem multidisipliner çalışmayı da teşvik etmiyor. Hatta yazar sayısı ne kadar fazla ise, o çalışmadan adayın aldığı akademik puan o kadar az oluyor. Tez aşamasında tez sahibi çalışmayı yürütüyor. Bu gelenek üç dört asistanın beraber aynı konu üzerinde kapsamlı araştırma yapmasını engelliyor. ABD’de tıp doktorlarının kariyerleri boyunca herhangi bir uzmanlık için tez yapması gerekmiyor. Sadece “PhD” ünvanı alacak temel bilim uzmanlarının tıp doktoru olsun olmasın tez yapma zorunlulukları var.
6. Akademik yükseltmeler nasıl yapılmalı?
Türkiye’de araştırmaları finansal olarak destekleyecek ayrı bir kuruma ihtiyaç var. Şu anda iki ayrı üniversiteden iki ayrı araştırmacı aynı konuyu araştırıyor olabilir. Bu hem tekrara, hem de israfa neden olmaktadır. Konu seçimi de öğretim üyelerinin inisiyatifine bırakılmış durumda. Öğretim üyeleri ülke sorunlarına çözüm üretecek araştırmalar yapmak yerine, en kısa zamanda en fazla sayıda yayın çıkarmak gibi bir duruma girebilirler. Aslında sistem bunu motive ediyor. Akademik kariyer yapmanın en önemli motivasyonu kişisel tatmin ve kişisel gelişimdir. Türkiye’de genel araştırma bütçesinin arttırılması durumunda, mevcut sistemi koruyarak ve ona ek olarak yeni merkezi bir yapıya sahip bir araştırma fonlama kurumu kurulmasında fayda görüyorum. Bu kurumu TÜBİTAK kurabilir, YÖK’e bağlı bir kurumda olabilir. Alanında uluslararası yayınları olan kıdemli öğretim üyelerinin yanında, DPT, YÖK, Avrupa Birliği Temsilciliği gibi devlet kurumları temsilcilerinin de bu Sağlık Araştırmaları Fonlama Kurumunda yer alması uygun olur. Kurum araştırma konularını ülke önceliklerine göre tespit edebilir ve başvuran kamu veya vakıf üniversitelerine bu kaynağı aktarır. Sonra da araştırmanın gidişatını denetleyebilir.
Şu anki uygulamada olan doçentlik sınavı öncesi bilimsel yayınların merkezi sistemle değerlendirilmesi uygulaması profesörlük başvurusu öncesinde de yapılmalıdır. Bu mevcut sistemin standardizasyonunu sağlayacaktır. Bu ön değerlendirmenin ardından son değerlendirmeyi yine hakem öğretim üyeleri yapmalıdır. Kabiliyetli gençlerin hızla yükselmesi için ve yurtdışından tersine beyin göçünü gerçekleştirmek için profesörlük başvurusu öncesi üniversitede kadrolu çalışma süresi iki yıla indirilmelidir. Yeni ilaç veya tıbbi malzeme keşif edip, bunun patentini alanlar ödüllendirilmelidir. Akademik yükselme yönetmeliklerinde tıbbi patentler yurtdışı kitap yazarlığı gibi kabul edilip, 100 puan ile puanlanmalı. Diğer aksayan bir yönde üniversiteler arası trafiğin Türkiye’de çok az olması. Öğrenci, asistan ve yan dal uzmanlık öğrencilerinin farklı uzmanalar ile eğitim görmeleri eğitimin kalitesini arttırır. Atama yönetmeliğinde yeni açılan doçentlik ve profesörlük kadrolarının tüm Türkiye’ye açık olduğu belirtilmekte ve ilan edilmesi istenmektedir. Yönetmeliğe göre ilanlar yapıldığı halde tıp fakülteleri hep kendi elemanlarını atamaktadırlar. Kanun koyucu bu uygulamanın böyle olmasını istemediği için böyle bir yönetmelik çıkardığı halde uygulama farklı. Gerek Türkiye içi öğretim üyelerinin farklı üniversitelerde dolaşımını arttırmak, gerekse yurtdışından kaliteli öğretim üyelerinin kazanılması için bir yönetsel müdahale yapılması gerekiyor. Öğretim üyesi sirkülasyonu vakıf üniversitelerinde iyi işlediği halde kamu tıp fakültelerinde geleneksel yaklaşım değişmiyor.

Doç. Dr. Selçuk Can, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı
Amerikan Board Sertifikalı Doktorlar Derneği Başkanı (ABCD)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkür ederiz.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.