NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

4 Ağustos 2009

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - İNTİHAL İDDİALARINA KARŞI BİR SIĞINAK: ANONİM BİLGİ

Bilim ve Gelecek,
Sayı 65 - Temmuz 2009

Yazıya başlarken son 30 yıldır toplum olarak uğratıldığımız etik değerler erozyonunda, başka kurumlardan çok daha önemli olarak üniversitelerin yeri hakkında kısa bir durum saptaması yapmakta yarar var.

Yaklaşık otuz yıldır 1980 askeri rejiminin ürünü olan YÖK yasası ve bu yasayla üniversitelere getirilen aşırı yetkilerle donatılmış, katılımcılık ve ortak akıl oluşturmaktan uzak bir yönetim anlayışı ile yönetilen üniversiteler, ülkenin sorunlarına çözüm arama ve önerme sorumluluklarını kaybettiler. Hukuku ve kendi varlık nedeninin temelini oluşturan bilimsel değerleri dışlayan bu yönetim anlayışı sonucunda, topluma örnek ve yol gösterici olması gereken üniversitelerimiz bu sorumluluklarına yabancılaştı.

Yine aynı dönemde, hukuku ve etik değerleri önemsemeyen siyasi yaklaşımların topluma benimsetmeyi başardığı “bireysel çıkarcılık” demek olan “işini bil, köşeyi dön” anlayışı, ne yazık ki bu anlayışa şiddetle karşı çıkması gereken üniversitelerde bile taraftar bulabildi. Fakültelerin tüzel kişiliğinin kaldırılarak dekanların birer daire başkanı, öğretim elemanlarının ise emir kulu sıradan memurlar durumunda olduğu bu düzen içinde üniversiteler bireysel çıkar sistemine öylesine uyum sağladılar ki, üniversiteyi üniversite yapan bilimsel değerlerin “akademik köşe dönme”aracı olarak kullanılması ve bu amaçla görülmedik bilimsel sahtecilik ve intihal örnekleri sergilenmesi gittikçe yaygınlaşan sıradan bir davranış haline geldi.

“Yoldan çıktılar”suçlamasıyla üniversiteleri merkezden (siyasi) kontrol için kurulan YÖK, her türlü yetki elinde olmasına karşın bu yetkilerini, öğretim üyesi kıyımı ve üniversitelerin ticarethaneye dönüştürülmesinde hiç tereddütsüz sonuna kadar kullanırken, üniversitelerde yaşanmaya başlanan etik değerler çöküntüsünün önlenmesinde ve “eğitim-araştırma ve yayın” etkinliklerinde üzerinde uzlaşmaya varılmış, evrensel olarak geçerli etik kodlar tanımlayıp bunların üniversitenin tüm unsurlarınca beninsenmesine öncülük etmekteki sorumluluklarını yerine getirmedi. Bu gerçeğin en önemli göstergesi, ülkemizdeki “Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği” anlayışının evrensel olarak geçerli olan anlayışla bütünleşmekten henüz çok uzaklarda olduğunu gösteren olaylarda bir azalma değil artış yaşanıyor olmasıdır. Bu artışın kitlesel ve organize bir boyuta ulaşması sonunda ülkemiz üniversitelerinde yaşanan aşırmacılık olayları batıdaki saygın bilim dergilerinde haber [1] ve "Il caso 'ring' turco - Türk (intihal) Zinciri” [2] başlığı altında doktora tezlerinin tartışma konusu olmaya başlamıştır.

YÖK sistemi, sistemin kuruluşundan gelen doğası gereği “yandaş korumacılığı”anlayışını sürdürebilecek olanakları elinde tutmak istediğinden, bilim ahlakının korunması ve yüceltilmesinde kendisini ve üniversite yönetimlerini bağlayan bir sorumluluk tanımı yapmaya da yanaşmamıştır. YÖK’ün bu konuda yaptığı tek düzenleme, "Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği" ne 1998 yılında eklediği bir fıkradır. Yapılan bu eklemeyle "bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi gösterme"eylemi yani intihal üniversite öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmayı gerektiren bir suç olarak tanımlanmıştır [3].

İntihal olaylarını siyasi, kişiye özel taraflı durumlar dışında örtbas etmeye odaklanmış bir sistemin getirdiği bu yaptırımın gerçekçi olmadığı, yönetmelikte yazıldığı şekliyle hafif-ağır demeden her tür intihale uygulanacağını çağrıştırmasıyla daha ilk günden belli olmuştu. İntihalin bir disiplin suçu olarak ele alınmasındaki iyi tanımlanmamış bu yaklaşım ne yazık ki hafif, fakat çok daha onursal olan uyarma/kınama gibi etkili olabilecek yaptırımları da bir çırpıda ortada kaldırmış, sonunda ne kadar hafif olursa olsun cezalandırılması gereken intihalin uygulamada, adeta hoş karşılandığı şekilde yaptırımsız kalmasına neden olmuştur.

Açıkçası, YÖK ve üniversite yönetimlerinin söz konusu “yandaş korumacılığı” nadayanan etik dışı tutum ve yaklaşımları sonucu, en caydırıcı olabilecek bir yaptırım, bilim ahlakının korunmasında en küçük bir etki yaramatadığı gibi tam tersine, bilim etiği tartışmalarını bir kaos ortamına sürüklemiştir. Yaratılan kaos ortamının temelinde intihal eyleminin ne olduğu, hangi tür alıntılara nasıl yaklaşılacağı hakkında evrensel bilim etiği ilkeleri ve fikri mülkiyet hukukuna dayanan bir anlayış birliğinin sağlanamamış olması yatmaktadır. Bilim etiği tartışmalarının içine sokulduğu kaos ortamı gücünü şimdiye kadar sistemin “örtbas etme” yaklaşımından alıyorken, bu gün artık bir intihal davası nedeniyle bilim etiği literatüne girmiş olan “anonim bilgi” kavramından beslenmektedir.

Anımsanacağı gibi, YÖK eski Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, yazarı olduğu “Annenin Kitabı (1968)” isimli kitabının Dr. Benjamin Spock’un “Baby And Childcare (1946)” isimli kitabından aşırma/intihalolduğunu iddia eden Prof. Dr. Hasan Yazıcı aleyhinde tazminat davası açmış, altı yıl devam eden yargılama süreci sonunda son sözü söyleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (YHGK) verdiği kararla, dava profesör Doğramacı lehine sonuçlanmıştı. YHGK’nun 10.05.2006 tarih ve E. 2006/4-230, K.2006/288 sayılı gerekçeli kararı özet olarak, “Profesör Doğramacı'nın ‘Annenin Kitabı’ adlı eserinin bilimsel olmadığı; bilimsel olmayan eserlerin anonim kavram ve fikirler içerdiği, böyle anonim kavram ve fikirlerin ancak benzer şekilde ifade edilebileceği...... kaldı ki günümüzde de kaynak verilmeden alıntı yapılmaması-yani yapılırsa intihal sayılacağı- kuralının daha çok bilimsel nitelikli kitaplar için geçerli olan bir zorunluluk olduğu"gerekçesine dayanmaktadır [4].

Akademik çevrelerde halen devam etmekte olan eleştiri ve tartışmalara yol açan bu karar bilim etiği literatürüne yeni bir kavramsal anlayış kazandırmıştır. Bu anlayışın yapılan eleştirileri önemli kılan “bilimsel eser nedir?” ve “intihal nedir?” sorularıyla ilgili iki cephesi vardır. Birinci cephede, iki bilim insanı tarafından yazılan ve bilimsel bilgi içeriği nedeniyle birer bilimsel eser olduğu açık olan Doğramacı ve Spock’un kitaplarının, tıp öğrencilerine değil de, annelere yönelik isimler taşımasına bakılarak “bilimsel olmadığının” öne sürülmüş olması sorunu bulunmaktadır. Hiç şüphesiz, Profesör Doğramacı’nın itiraz etmeyip kabullenmesi, yargı kararındaki bu nitelemenin doğru ve eleştirilemez olduğu anlamına gelmez.

Her iki kitabın da hasta bebekleri okuyup üfleyerek ya da örneğin kabızlık sorununu sinameki otu suyunu içererek tedavi etmek gibi, halk arasındaki nesilden nesile aktarılmış bilim dışı bilgilerin derlenmesine değil, zamanın tıp literatüründe uzun yıllar boyunca oluşan bilimsel bilgi birikimine dayandığına hiç bir bilim insanının itirazı olmaması gerekir. Bu gerçek bir yana, YHGK kararının “eserin bilimselliği” cephesinin, yapılmakta olan eleştirilere haklılık kazandıran yönü, “intihalin yalnızca bilimsel eserleri ilgilendirdiği, bilimsel olmayan eserlerde ise başkalarının bilimsel olmayan eserlerinden kaynak gösterilmeden yapılan alıntıların intihal sayılamayacağı” ifade edilen değerlendirmesinin 5846 no’lu Fikir ve Sanat Eserleri Yasası (FSEY) ile çok açık bir çelişki oluşturmasıdır. Çünkü, FSEY fikri mülkiyet hakları yönünden korunacak eserler arasında “bilimsel olan-olmayan” gibi bir ayırım yapmamıştır [5].

Fikri Mülkiyet Hukuku uzmanı Prof. Dr. Ünal Tekinalp’in söz konusu YHGK kararında yer alan “eser” kavramı bağlamındaki tespit ve değerlendirmesi şöyledir [6]. “Anılan karar, olaya gerekli noktadan, yani ‘eser’ kavramından değil, ‘el kitabı’ndan yaklaşmıştır. Bu yanlıştır. Kanun, 1/B hükmünde bir fikri ürünün eser olabilmesi için sahibinin hususiyetini taşımasını yeterli görmüştür. ‘Hususiyet’ kelimesi ile geniş anlamda ‘uslup’ kastedilmiştir. Orijinallikten kasıt da fikrin işleniş şekli, fikri çabanın ifade edilişi ve yaratıcı çabanın eser sahibine özgü bir şekilde somutlaşmasıdır. Bir el kitabı da eser olabilir; bir ürüne el kitabı olduğu için eser değildir denilemez.”

Doğal olarak Tekinalp’in bu tespit ve görüşleri, bir eser yaratılırken daha önce yazılmış başkalarına ait eserlerden yararlanılamayacağı anlamına gelmez. Kaldı ki, örneğin ister tıp öğrencilerine yönelik bir ders kitabı, ister çocuk sağlığı için annelere ya da diyelim şeker hastalarının eğitimine yönelik olarak yazılmış bir el kitabı olsun, bilimsel bir eserin konuyla ilgili bilimsel bilgi birikiminin yer aldığı başka eserlerden yararlanmadan yazılabileceğini kimse iddia edemez. Böyle bir iddiada bulunulması “o eserde yer alan bilimsel bilginin, eserin sahibi tarafından keşfedildiği” gibi olağan dışı bir anlam taşır.

Ancak bilimsel olsun ya da olmasın, bir eseri yazarken başka eserlerden yararlanma özgürlüğü, tüm hak ve özgürlük alanlarında olduğu gibi kuralsız ve sınırsız değildir. Bu nedenle FSEY’nın “İktibas serbestisi” başlıklıklı 35. maddesi söz konusu yararlanma özgürlüğünü bir kurala bağlamıştır. İktibas (alıntı) serbestisi bir eserden, eser sahibinin iznine gerek kalmaksızın, fakat kaynak göstermek koşuluyla alıntı yapma hakkıdır [6, 7]. Alıntı yapma hakkının kaynak gösterilmeden kullanılması, FSEY ‘na göre hapis ya da para cezası gerektiren bir suç oluşturur. Bu suçun üniversite öğretim üyeliği mesleği dolayısıyla yazılan ders kitabı gibi bir eserle ilgili olması halinde ise eylem, ayrıca bilim etiğinin korunmasına yönelik olarak disiplin yönetmeliğinin kapsamına da girer ki, yukarıda belirtildiği gibi öğretim elemanları disiplin yönetmeliğinin en ağır akademik suç olarak tanımladığı intihal eylemi için öngördüğü ceza ise öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılmaktır [3].

YHGK’nun söz konusu dava hakkında verdiği kararın sonucu olarak gelişen yeni kavramsal anlayışın, “intihalin anlamı” ile ilgili olan ikinci cephesi işte tam bu noktada kendini göstermektedir. Kararda “….bilimsel olmayan eserlerin anonim kavram ve fikirler içerdiği, böyle anonim kavram ve fikirlerin ancak benzer şekilde-yani kaynak göstermeden- ifade edilebileceği” belirtilmiştir. Kararın bu cephesi, intihal suçlaması ile karşılaşan kişilere ne yazık ki, bu ifadeleri kolayca saptırarak intihal suçlamasından kurtulabilme kapısını açmıştır. Yani bu değerlendirme, kanıtlara dayanan intihal iddialarının boşa çıkarılarak sorumluların haksız yere aklanmasını sağlayabilecek bir nitelik taşımaktadır.

Türk Dil Kurumu’nun (TDK) Büyük Türkçe Sözlük’üne göre “anonim” kelimesi “adı sanı bilinmeyen, yazanı-yapanı, söyleyeni bilinmeyen (eser)” demektir [8]. Sahibi belli olan ve FSEY’ndaki eser tanımı kapsamına giren fikir ve sanat ürünlerinin, örneğin bir ders kitabının “sahibinin hususiyetini taşıdığı” kabul edildiğine göre, böyle bir eserden yapılan alıntıların “anonim kavram ve bilgiler” diye nitelendirilemeyeceği açıktır. Dolayısıyla alıntılar için yasada belirtilen kaynak gösterme zorunluluğu eser tanımı ile birlikte ele alınmalıdır. Bu açıdan bakıldığında örneğin, yazarı belli olan bir kitaptaki hiçbir anlatım, sunum, formül, şekil, tablo, grafik vb., “anonim bilgi” kavramı içine sokularak yasanın koruma alanı dışına çıkarılamamalıdır, bunları kaynak göstermeden kullanmak FSEY’na aykırıdır ve bazı durumlarda “yasaklanmış iktibas oluşturur [6].

Fakat, YHGK’nun verdiği karar, bir talihsizlik olarak böyle bir dışarlamayı olanaklı hale getirmiş bulunmaktadır. Bu durumun sonucu olarak, yazdığı bir kitapta başkalarına ait kitaplardan şekil, tablo, grafik vb. ni kaynak göstermeden ve hatta kitapların iç kapaklarındaki telif hakkı (copyright) uyarısını yok sayıp yayınevinden izin almadan kullandıkları için intihal suçlamasıyla karşılaşanlar, şimdi artık bu karardan esinlenerek rahatça “kitabımda tek bir kaynak göstermediğim doğrudur, ancak intihal gerekçesi olarak öne sürülen alıntılar bir çok kitapta bulunan anonim bilgilerdir, dolayısıyla intihal sayılmaz” diyebilmektedir. İddialar üzerine yaptırılan incelemelerde raportör görevi verilen bazı saygın bilim insanları ise saptırılmış bu savunmayı, bilimsel tarafsızlık ilkesinin yıkımı pahasına daha da ileri götürerek, “iddia konusu alıntıların anonim bilgiler olduğu, böyle anonim bilgilerin alıntılandığı eserlerin kaynak göstermemenin mübah olduğu, aslında lisans kitaplarında kaynak gösterilmeyebileceği, kaynak gösterme zorunluluğunun daha çok yüksek lisans kitapları için geçerli olduğu” şeklindeki, değerlendirmeleri rahatça yapmaya başlamışlardır.

Söz konusu YHGK kararı öncesinde pek görülmemiş bir olgu olan “anonim bilgi” sığınağı o kadar abartılı hale getirilmiştir ki, örneğin intihal iddialarına konu olan eserin, lisans ders kitabı gibi bilimselliğinin su götürmez olduğu bir durumda, YHGK kararında yapılan, “bilimsel nitelikli kitaplar için kaynak gösterme zorunluluğu vardır” vurgulaması bile, iddiaları mutlaka anonim bilgi sığınağına sokabilmek amacıyla görmezden gelinerek, “kitabın esas olarak herkese malolmuş (anonim) bilgiler içerdiği, dolayısıyla kaynak gösterilmeyebileceği” gibi dürüstlük ve tarafsızlığın egemen oluğu bir akademik yaşamda asla yeri olmayan zorlama görüşler ileri sürülebilmektedir.

İntihal suçlamasıyla karşılaşanların savunmalarında, bilim insanlarının ise bilirkişi sıfatıyla hazırladıkları raporlarda yaptıkları, anonim bilgi sığınağını çatırdatan ibret verici bir zorlama ise, “kopyala-yapıştır” yöntemiyle intihal edildiği orijinal kitapta alt yazı ya da başlığında hem kaynak gösterilmiş, hem de kitabın yayıncısından izin alındığı notu düşülmüş özel şekil ve tabloların dahi anonim bilgi sayılarak ağzına kadar dolmuş olan sığınağa sokulmak istenmesidir.

İddia ve şikayet edilen intihalin gerçekliği konusunda, her öğretim üyesinin mesleği gereği bilmek ve öğrenmek durumunda olduğu evrensel bilim etiği ilkeleri ve ilgili yasal mevzuat bağlamında tarafsız olarak değerlendirip görüş bildirmek üzere görevlendirilen bilim insanlarının, intihal suçlamasının muhatabı olan kişileri korumak amacıyla sahiplenebildiği, bilim insanı sorumluluğuyla asla bağdaşmayan böylesi etik dışı yaklaşımların halk arasındaki adı “işi kitabına uydurmak” tır.

Bilimsel çalışmalarının bilim dünyasındaki etkisi nedeniyle uluslarası saygınlık kazanmış bazı bilim insanlarının benimsediği “işi kitabına uydurma” ilkesi ile bu saygınlığı kazanmış bilim insanlarını çatısı altında toplayan bilim akademilerinin ortak değeri olan aşağıdaki iki ilkesi[9]arasındaki çelişkinin takdiri ve değerlendirilmesi okuyuculara aittir:

(i) Bilimsel yayınlarda ve genel kamuoyuna dönük olarak yayınlanan her türlü makale, derleme, kitap ve benzeri yayınlarda yararlanılan başkalarına ait yayınlar kaynak olarak gösterilmedir;

(ii) Bilim insanı, akademik yaşamının bütün evrelerinde ve öğretim, yönetim ve akademik değerlendirmelere ilişkin görevlerde bilimsel liyakatı temel ölçüt olarak kabul eder, temel etik kurallarının dışına çıkmaz ve bu kuralların dışına çıkılmasına göz yummaz. Eğitimin eksik verilmesi, kopyacılık, akademik ilerleme ve ödül jürilerinde bilimsel liyakat ölçütlerinin dışına çıkmak, kişileri kayırmak ve benzer davranışlar kabul edilemez.

Evrensel bilim etiği kodlarında yeri olmayan ve ayrıca FSEY’ndan da taşan “anonim bilgi kavramı” ile inşa edilen sığınağın -her türlü bilimsel ve etik çelişkiyi göze almak pahasına- ders kitabı gibi bilimsel eserlerle ilgili intihal iddialarına kadar genişletilmek istenmesi, ülkemizde can çekişmekte olan bilim etiğinin kurtuluşu yönünden son derece endişe vericidir. Anonim bilgi sığınağı YHGK’nun söz konusu kararından alınan ilhamla bilimsel kitapları da içine alacak kadar genişletmeye çalışanların, ülkemizdeki bilim etiği çalışmalarının tartışmasız öncüsü durumunda olan uluslararası saygınlığa sahip kurumlarımızın üyeleri arasından da çıkması nedeniyle bu endişe bir umutsuzluğa dönüşmekle karşı karşıyadır.

Anonim bilgi sığınağının, kurulduğu günden bu güne evrensel bilim etiği ilke ve normlarının ülkemizde de geçerli olması için değerli çalışmalar yapan, bilim insanları için etik kodları tanımlayıp ilan eden, kitaplar yayınlayan konferans ve sempozyumlar düzenleyen, ülkenin uluslararası saygınlığı tartışılmaz seçkin bilim kuruluşlarının bazı üyelerince de benimsenmesi kabul edilebilecek bir olgu değildir. Bu kuruluşlarımızın bilim etiği normlarını öncelikle kendi içinde gözetmesini beklemek haksızlık olmaz sanırım.

Gidişin, anonim bilgi sığınağını bilimsel kitaplardan sonra, bilimsel makalelerdeki intihal ve sahtecilikleri de içine alacak şekilde genişletilmesine doğru olduğu açıktır. YÖK sisteminin akademik yükseltmelerde “nitelik önemli değil, yeter ki çok yayın yap” ilkesi(zliği) devam ederken bu sığınağın, daha çok intihalcinin sığacağı şekilde iyice genişletilmesi gerekebilecektir.

Bu gidiş karşısında, bilim ahlakının geride bırakıldığı olguların giderek artacağı kuşkusuzdur. Çok yazık… Bakalım kimin aklı daha önce başına gelip bu gidişe son vermek üzere, Akademia’nın saygınlığını korumak isteyecek? Yoksa YÖK, ÜAK, TÜBİTAK ve TÜBA gibi ilgili kurumlar ve bu kurumların “bilimin ahlaki değer sınırları içinde” işletilmesinden sorumlu olan makamlar, felaketin burada açıklanan boyutları karşısında da bir önlem almayıp şimdiye kadar olduğu gibi yine susacaklar mı? Yoksa “en iyisi sıfırdan başlamalı ve bunun için de 76 yıl öncesine dönüp ‘Üniversiteler Mülgadır’ yasası çıkarılmalıdır!” demek zorunda mı kalacağız?

Hayır, bu kadar karamsar olmak haksızlık olur. Unutmayalım ki ülkemiz akademik yaşamında bilim ahlakının egemenliğini sağlamaktan sorumlu kurumlar yalnızca yöneticilerinden ibaret değildir. O kurumlar,“etik olmazsa bilim de olmayacağını” mesleklerinin en kutsal değeri olarak içselleştirmiş bilim insanları sayesinde ayakta kalabilmektedir. Onlar hiç şüphesiz yaşanmakta olan ve içinde “intihal serbestliğini barındıran” felaket karşısında sessiz kalmayacak ve sonuçsuz kalması yalnızca aşırmacıların işine gelen bu tartışmalarda yerlerini koruyarak bilimsel dürüstlüğe yeniden can vermeyi başaracaklardır.

Kaynaklar:

[1]http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/419787.asp
[2]http://www.fedoa.unina.it/2317/
[3]http://www.yok.gov.tr/content/view/458/183/lang,tr
[4]Yazıcı, H., Cumhuriyet BT Dergisi, sayı 1007, 21 (2006)
[5]http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/957.html
[6]Tekinalp Ü, “ Bilim Etiğinin Hukuki Cephesi”, Bilim Etiği Elkitabı Ed.A. Erzan, TÜBA yayınları, 75-84 (2008);
[7]Çağlayan, R., http://www.e-akademi.org/makaleler/rcaglayan-1.htm;
[8] http://tdkterim.gov.tr/bts
[9] http://www.tuba.gov.tr/duyuru.php?id=41

Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü
Bornova, 35100 İzmir
e-mail: kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-630 1473
EGE ÜNİVERSİTESİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkür ederiz.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.