NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

30 Eylül 2012

Tufan Erhürman - İNTİHAL (YENİ DÜZEN)

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek lisansa başladığım ilk dönemde, en az zamanda en çok ve önemli şeyi “Bilimsel Araştırma Teknikleri” dersinde öğrenmiştim. Bu derste, o zamanın teknolojisiyle (henüz internet yoktu) bilimsel araştırmanın ve bir makalede ya da kitapta atfın nasıl yapılması gerektiğini öğretmişti hocamız bize. Konular birkaç haftada bitmiş olmasına karşın, haftalarca süren bazı derslerde öğrendiklerimi unuttum da, o derste öğrendiklerimi meslek hayatım boyunca hep kullandım.

Özellikle makale ya da kitap yazılırken atfın nasıl yapılacağını bilmek çok önemliydi. Bir kitaptan ya da makaleden alıntı yaparken, aynen alıntı yapılıyorsa, bu tırnak içinde gösterilmeli ve mutlaka dipnot verilmeli, aynen alıntı yapılmadığı durumlarda da görüşlerinden yararlanılan yazarlardan ve eserlerinden dipnotta söz edilmeliydi.

Belki fazla saf oluşumdandır, o gün bu gündür, hâlâ, bu kadar kolay öğrenilebilen bir şeyin neden öğrenilemediğini ya da öğrenilmesine karşın neden uygulanmadığını anlayamıyorum. Anlayamama sebebim şu: Ben, bir akademisyenin başta gelen özelliğinin, durmadan okumak, alanındaki, hatta alanına yakın alanlardaki yeni yayınları sürekli takip etmek olduğunu düşünüyorum. Bu özelliğe sahip olan bir kişi için, okuduğu ve yararlandığı yayınlara atıf yapmak üzücü değil, sevindirici bir şeydir. Eğer birilerine bir şey göstermek ya da kanıtlamak gerekiyorsa, göstermekle ya da kanıtlamakla en çok övünülecek şey, bir makaleyi ya da kitabı yazmadan önce, o alanda yazılmış olan pek çok eseri okuduğunuzu ortaya koymaktır. Bu da, ancak çok sayıda atıf yapmakla mümkündür.

Sanırım böyle düşündüğüm içindir ki Yenidüzen’in “adres” ekinde yazdığım, iki sayfalık, çoğunlukla uzmanlık alanıma ilişkin olmayan, dolayısıyla akademik hayatta bana unvan ya da başka herhangi bir şey kazandırması ihtimal dahilinde bulunmayan yazılarda bile, bazen yedi-sekiz esere atıf yapmaktan gocunmam, hatta açıkçası mutluluk duyarım. Hadi tevazuu bırakayım bir yana, açık söyleyeyim: Bununla övünürüm. Hep söylerim, yazdıklarımla övünmek haddim değildir, onların iyiliklerini, kötülüklerini okuyucu takdir edecektir ama okuduklarım ve iyi bir okuyucu olduğum konusunda asla mütevazı değilim.

İşte son zamanlarda ülkemizde her nedense gittikçe yaygınlaşan intihal olayına da bu noktadan baktığım için yapılanları anlamakta güçlük çekiyorum. Özellikle isimlerini takdirle anmadan geçilmemesi gereken iki akademisyen, Umut Özkaleli ve Ömür Yılmaz, bu konuya hassasiyetle eğilmekte, her gün yeni intihal iddialarını (ortada mahkeme kararı olmadığı için “iddia” diyorum ama bu iki akademisyenin iddialarını her zaman dikkatle incelenmesi gereken belgelerle birlikte ortaya koyduklarını da belirtmek istiyorum) gündeme getirmektedirler.

Akademik yükseltme kriterlerinin çoğu zaman içerikten bağımsız bir biçimde birtakım dergilerde yayınlanan makalelerin getirdiği puanlara göre belirlendiği bir sistemde, insanların bu dergilerde yayın yapmak için kendilerini paralamalarını, kabul etmesem (ve bunu ısrarla reddetsem) de anlayabiliyorum. Yrd. Doç., Doç., Prof. olmak, dahası bu unvanların karşılığı olan maaşları alabilmek bence bu mesleğin sağlayabileceği birçok başka tatminin karşısında geri plandadır ancak kimileri için çok önemli olabilir. Amenna! Ama bunları yapabilmek için başkalarının yazdıklarını ilk kez kendiniz yazıyormuş gibi kullanmanın, başkalarının emeğini, düşüncesini çalmanın (hadi günümüzdeki genel yozlaşma çerçevesinde bunları da anlamlandırdık diyelim), “ben bunları da okudum” demenin keyfinden, gururundan kendinizi mahrum bırakmanın sebebi nedir?

İş bu kadarla kalsa, belki de kapitalizm, yozlaşma, hırsızlığın her alanda meşrulaştırılması, rekabet, para hırsı gibi sebeplerle açıklanabileceğini düşünüp, “lanet olsun, ne hâlleri varsa görsünler” diyebilir insan. Oysa intihal hadisesi öyle boyutlara vardı ki bu ülkede, artık bir sosyal olgu olarak ele alınıp üzerinde düşünülmesi gerekiyor galiba. Akademisyenler, yalnızca kendilerine “puan” getirecek akademik yayınlarda değil, günlük ya da haftalık gazete yazılarında bile intihal yapabiliyorlar. Dahası, akademisyen olmayanlar da kapılmış durumda bu rüzgâra. Onlar da, onun bunun yazdıklarından kırptıklarını alt alta yapıştırarak, gazete sayfalarında boy gösteriyorlar. Buna benzer bir iki olayı gaile de yaşamak zorunda bırakıldı geçmişte. Yayın Kurulu olarak sudan çıkmış balığa döndük. Böyle çirkin girişimlere alet edildiğimize mi yanalım, insanların ne yapmaya çalıştıklarına bir türlü kafamızın basmamasına, bu toplumda olan biteni anlamakta her gün biraz daha başarısız olduğumuza mı, bilemedik!

Elbette, KKTC’deki akademisyenlerin tek sorununun intihal olduğunu düşünmemek lazım. Akademisyenliğin öğretmenlik, hatta memuriyet gibi icra edilmesinden tutun da, okumamaya, kendini geliştirmemeye, yazıp çizmemeye, diplomayı aldıktan sonra “oldum” sanmaya, fil dişi kulelere kapanıp toplum sorunlarıyla ilgilenmemeye, üniversitede yöneticilik yapmayı akademisyenlik saymaya, karşılığında para ya da unvan olmaksızın kılını kıpırdatmamaya, bilimsel araştırmayı projeciliğe indirgemeye varana kadar pek çok sorunu var ülkemiz akademisyenlerinin. Ama bunlar var diye, akademide en kabul edilemez davranışlardan biri olan intihali görmezden gelmek mümkün değil elbette.

Bu noktada, bu ülkede gitgide bir ekonomik sektörden ibaret hâle gelmeye başlayan üniversitede, bu sektörün baronlarını karşılarına alma riskini de göze alarak intihal vakalarını ortaya çıkarmayı kendilerine görev bilen Umut Özkaleli ile Ömür Yılmaza teşekkür borçluyuz hepimiz. Belki onların sayesinde, cehaletse bunun sebebi, yazıp çizmeye soyunanlar bir bilimsel araştırma el kitabı okumak, ahlaksızlıksa, bunun bedelini ödemek zorunda kalırlar.

Ama ben bitirirken, bana göre bu işin sırrı olan noktanın altını bir kez daha çizmek istiyorum: Gazetecilerin, politikacıların, öğretmenlerin, akademisyenlerin, hatta edebiyatla uğraştığını iddia edenlerin bile okumayı zül addettiği, birileriyle konuşarak her şeyin öğrenilebileceğinin sanıldığı bir ülkede anlamsız gelebilir söyleyeceğim şey ama ben hâlâ inanıyorum ki okumaksızın doğru dürüst yazmak imkânsızdır. Okuyan insanın doğal davranışı da, okuduğunu saklamak değil, paylaşmak ve çok okumakla gurur duymaktır. Bu konuda mücadele verenlerin çabalarını asla küçümsemiyorum ve çok önemsiyorum ama bu düşünce yerleşmedikçe, gazetelerde de, akademik yayınlarda da intihalin tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayacaktır bence. Paranın, içi boş olsa da unvanın, şanın, şöhretin bu kadar prim yaptığı bir ortamda, akademisyenin veya gazete yazısı yazanın intihal yapması, iş insanının vergi kaçırmasının, çalışanının sigortasını yatırmamasının, siyasetçinin para ve istihdam karşılığında oy istemesinin, sıradan yurttaşın oyunu satmasının akademideki yansımasından başka bir şey değildir. Kısacası, ahlaksızlık üzerinde kurulmuş bir sistemde, doğal olarak sistemin parçası olan akademisyenin de bu ahlaksızlıktan payını almasına, herhâlde ve maalesef şaşmamak gerekir!

28 Eylül 2012

Türkiye’de 5 üniversitede 'çalıntı tez' skandalı! (T24)

Akademisyen Murat Eren'in Bahçeşehir, Fırat, Haliç, Trakya, Uludağ ve Balıkesir üniversitelerindeki çalıntı tez iddiaları karşılaştırmalı fotoğraflarla yayımlandı. >>>

26 Eylül 2012

Kuzey Kıbrıs Üniversiteleri intihal olayları ile sarsılıyor (AFRİKA Gazetesi)

Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi'nden Prof. Dr. Semra Galip Paşazade'nin intihal örnekleri kamuoyu ile paylaşılmıştı. İddialar çok ciddi, üstelik kanıtlarla desteklenmiş. Paşazade'nin Turkish Policy Quarterly adlı akademik dergide yayınlanan "küreselleşme" makalesinde çok sayıda intihal örneği mevcut. Paşazade yazısında meşhur sosyolog Anthony Giddens'tan, filozof Charles Taylor'a ve Uluslar arası Çalışmalar Birliği eski başkanı Oommen'e kadar çok sayıda yazardan "izinsiz, atıfsız" alıntılar yapmış. Kopyalamış-yapıştırmış…

Paşazade, UKÜ'nün ilk "intihal" vukuatı değil… Geçen dönem Psikoloji Bölüm Başkanı Ayşe Başel apar-topar görevden uzaklaştırılmıştı. Ancak UKÜ yönetimi duruma sessiz kaldı. Başel'i niçin işten attığını, sebeplerini kamuoyu ile paylaşmadı. Böylece Başel'in doktorasının sahte olduğu iddiaları havada kaldı. Başel'e hangi komite tarafından, nasıl "yardımcı doçent" payesi verildiği de anlaşılamadı.

İntihal (plagiarism) bir akademisyenin işleyebileceği en büyük suç. TC Yüksek Öðretim Kurumu "YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI YÖNETİCİ, ÖĞRETİM ELEMANI VE MEMURLARI DİSİPLİN YÖNETMELİĞİ" intihali, "bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek" olarak tanımlıyor. Bunun cezası çok ağır: Üniversite Öğretim Mesleği'nden çıkarılıyor intihalciler. UKÜ de Başel konusunda bunu yaptı. Sessizce ama kesin bir şekilde. Paşazade'nin ismi de yine sessizce kaldırıldı Üniversite'nin "hoca" listesinden…

Ancak UKÜ intihalci hocalar konusunda yalnız değil ne yazık ki.

Lefke Avrupa Üniversitesi'nin dört hocasının birden intihale bulaştığı iddiası ile çalkalanıyor.

Yrd. Doç Dr. Özlem Salman Günalp, Hacettepe Üniversitesi Öðretim Üyesi Gülsüm Depeli'den intihal yapmış. Kopyalamış yapıştırmış Gülsün Hoca'nın makalesinden bol miktarda.

Doç. Dr. Okan Veli Şafaklı ile Dr. Mustafa Ertan’ın daha geniş kapsamlı bir intihale bulaşmışlar. 8 ayrı eserden kesip kesip yapıştırmışlar.

Eski Büyükelçi ve TİKA Başkanı Yrd. Doç. Dr. Umut Arık milliyetçi görüşleri ile biliniyor; ancak birden bire "Marksizm" konusuna merak sarmış. Ancak Marksist kuram zor… O da kısa yoldan gerçek bir Markistten alıvermiş paragrafları. Benno Tecshke'nin Oxford Siyaset Bilimi El Kitabı'ndaki Marksizm bölümü harmanlamış, karıştırmış kendine mal etmiş.

Üstelik bütün bu intihal örnekleri Üniversite'nin kendi Sosyal Bilimler Dergisi'nde yayınlanmış. Derginin sahibi Rektör… Baş Editörü Dekan Şinasi Aksoy…

Nasıl bir editörlük sürecinden geçtiği belli değil. Hakemlerden bu yazılar nasıl geçmiş,açıklanamıyor. Çünkü dergi "akademik"… Hakemleri var yani…

Bir de intihal olayına adı geçen hocaların Doçentlik ve Profesörlük beklentileri var. Dekanlık, bu yayınlarla akademik yükseltilmeleri de desteklemiş… Burada Dekanlığın ağır bir ihmali var gibi. Onun da YÖK'teki cezası "görevden ayırma"…

İntihal örnekleri bununla da sınırlı değil.

Kamuoyunun uluslar arası ilişkiler konusunda yorumlarının sıklıkla dinlediği, özellikle Kıbrıs konusunun uzmanlarından bir başka milliyetçi Prof. Dr. Ata Atun'un adı çok sayıda intihal olayına karışıyor. Zaten bu konuda daha önce kendisini suçlayan da olmuş. Pek çok çalışmasında o da "kopyala-yapıştır" tekniğini kullanmış. Bu makalelerini ciddi yayın organlarında da basmış Atun. Mesela Today's Zaman içinde… ODTÜ Profesörü Meliha Benli Altunışık mağduru oluvermiş Ata Beyin. Profesör Altunışık yazmış, "Profesör" Atun kopyalamış. Yalnız kaynağın ismini atlayarak…

Kuzey Kıbrıs intihale yabancı değil. Daha önce Birol Ertan ismi karışmıştı bu işe. Ertan DAÜ'den ayrıldı…

YÖK'ün bu konuda tavrı çok net: "Atın" diyor hocalıktan. YÖDAK ise sessiz. Çünkü mevzuatı yok…

Oysa intihal ve sahtecilik sadece UKÜ, LAÜ veya YDÜ'nün sorunu değil.

Kuzey Kıbrıs'ta akademik hayatın tamamını ilgilendiren çok önemli bir konu.

UKÜ bir intihalciyi işten atıyor, ama aynı anda başka birini Profesör olarak işe alıyor…

LAÜ Dekanlığı bir dergi çıkarıyor; içindeki yayınlarda önemli sayıda intihal örneği var…

Denetim yok, kontrol yok. Kim nasıl hoca oluyor, doçentlik, profesörlük nasıl dağıtılıyor belli değil…

Bu konuda YÖDAK sessiz kalmamalı. İşi, YÖK'e bırakmamalı. Gereğini kendisi yapmalı. Kanıtlar apaçık ortada…

22 Eylül 2012

Y. Doç. Dr. Fatih Bayraktar - Kuzey Kıbrıs’ın Tüm Akademisyenleri… Birleşin! (StarKIBRIS)

Her yıl bu dönemler medya üniversitelerimizdeki öğrenci sayısı düşüşünü haber yapar, kara tablo gözler önüne serilir, çeşitli paydaşlar göreve davet edilir...

Sorun genelde dışarıda aranır… Türkiye’de üniversite sayısının yıl geçtikçe değil ay geçtikçe artması, Kuzey Kıbrıs’ın pahalı olarak algılanması, yeterli tanıtımın yapılmaması hatta ve hatta şu meşhur ambargolar bile sorumlu ilan edilir ama…
Ama nedense bu sonuçtaki bizim payımız nedir diye genellikle hiç sorulmaz… Tabloya biraz yakından bakalım:

Lisans ve yüksek lisans mezunlarından oluşan kadrolar mı istersiniz… Bizde çok… Akademiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir arkadaşınızla konuşurken birden üniversitede ders verdiğini öğrenebilirsiniz mesela… 


Üniversite sayımızla ürettiğimiz ve paylaştığımız bilgiyi karşılaştırmak mı? Bu konuya hiç girmeyelim isterseniz ama kısaca şu örnek verilebilir: yaklaşık 15 kişilik bir ekip 5 yılda 20 makale yazıyorsa ve bu gazetelerde “Büyük Başarı!!!” diye haber oluyorsa burada bir sorun var demektir. Bununla çok ilişkili bir konuyla devam edelim…

Eğer bir araştırma yapıyor ve bunun üzerine makale yazıyorsanız bilim dünyasının en temel kriteri bu üretimin özgün olmasıdır. Yani başka akademisyenlerce üretilen bilginin üzerine sizin kendi araştırmanıza özgü bilgileri koymanız ve size ait bir ürün ortaya koymanızdır. Bunu yaparken de doğal olarak bir çok kaynak kullanırsınız. Temel etik kural basittir: “Kaynak kullanıyorsan bunu açık olarak belirt”. Bunu yapmaz ve başkasının düşüncesini ya da ürettiği bilgiyi kendininmiş gibi sunarsan buna bilimsel hırsızlık ya da intihal denir. Bu etik ihlal bilim dünyasındaki en ciddi suçların başında gelir ve akademiden kesin olarak atılmanızla sonuçlanır. Peki bizde durum nedir?

Son bir haftadır iki cesur insan, Toplumsal Cinsiyet ve Azınlıklar Enstitüsü üyeleri
Dr. Ömür Yılmaz ve Dr. Umut Özkaleli sosyal medya üzerinden ortaya çıkardıkları bir intihal durumunu paylaşıyorlar. Ama akademidekiler biliyor ki bu vaka ilk değildir ve ortak bir tepki geliştirilmezse son da olmayacaktır. Üniversitelerimizde hala intihal yaptığı kanıtlanmış olmasına rağmen pişkinlikle hocalık yapmaya devam eden insanlar vardır. Sebebi de toplumsal hastalığımız nepotizmdir (akran-akraba kayırma). Şimdi başladığımız yere tekrar dönelim.


Kuzey Kıbrıs Üniversiteleri’nde öğrenci sayısındaki azalma yalnızca dış faktörlerle açıklanabilir mi? Cevap kesinlikle hayırdır. Üniversitelerimiz evrensel bilim ve etik ilkeler çerçevesinde kriterlerini oluşturmaz ve kaliteli eğitimi öne çıkarmazsa, üniversitecilik oynar ve bu ciddi kurumu “12 ay turizm” adıyla bakkal dükkanına çevirirse, aynı gemide yol aldığımızın farkına varmaz ve birbirlerinin kuyusunu kazmaya devam ederse, ne yazık ki birkaç sene sonra iflas ve kapanma haberleriyle karşılaşmamız çok büyük olasılık dahilinde. O yüzden yalnızca şu veya bu üniversitenin değil Kuzey Kıbrıs’ın tüm akademisyenleri; birleşin ve gidişata hayır deyin… Temiz, kaliteli ve yaşayabilir bir akademi için…

Işıl Öz - Türkiye akademisindeki tıkanıklığın sorumlusu kim?

Bilgisayar bilimleri alanında doktora sahibi, mikrobiyal ekoloji alanındaki çalışmalarını doktora sonrası araştırmacı olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde sürdüren A. Murat Eren’in subjektif.org’da ‘Türkiye Akademisinin Arka Sokaklarından Tez Manzaraları’ başlığı ile yayımladığı yazı ses getirecek.
Yazıda, etik ve bilimsel açıdan kusurlu tezlerden örnekler sunuluyor. Birçoğu aynı danışmanın farklı öğrencilerinin tezlerindeki benzerlikleri göz önüne seren bu örnekler, bu öğrencilerin öğrencilerinin de benzer eğilimlerden muzdarip olabileceğini örnekliyor. Türkiye’de akademik ahlaksızlıklara net tepkiler verilmediğinin altı çiziliyor. Yayınlanan tezlere erişimdeki zorluklardan bahsediliyor. Akademik problemlere verilen tepkilerin yetersizliğine ve buna sebep olan yasama ve yürütme problemlerine değiniliyor.
Araştırmacı Emrah Göker‘in bu yazı için kaleme aldığı bir özet de mevcut.  Türkiye’de yayınlanan tezlere erişmenin önünde çeşitli engeller  olduğundan bahseden Göker,  bu engellerin kime hizmet ettiği, tez arşivlerini yönetmekle sorumlu olan YÖK’ün ve kütüphanelerde bir kopyası bulundurulması gereken tezlere erişimde problem çıkaran üniversitelerin yanıtlaması gereken bir soru olduğunu belirtiyor: “Tez yazarları izin formunda erişime kısıtlarlarsa, tezleri okumak mümkün olmuyor. İkinci alternatif, tezlere, savunulduğu üniversitelerde, kütüphaneler aracılığıyla ulaşmak. Burada da üniversiteden üniversiteye değişen uygulamalar var. Bazı yerlerde, yazar izin vermemişse kütüphane erişimi de mümkün olmuyor; bazı yerlerde ise keyfi biçimde tezler kütüphanenin katalog yönetiminden koparılıp, fakülte veya enstitü bünyesinde, erişime kapatılan odalarda depolanıyor. Yüksek lisans/doktora tezlerinin ancak yazarın izniyle kamusal erişime ve çoğaltmaya açılmasında, kağıt üzerinde, yanlış bir şey yok. Bunun, hangi bilimsel ve hukuki gerekçelerle yapıldığını kayda geçirmekle ilgili bir sorun var.”

‘Kötü akademi kendi kendisini finanse ediyor’
A. Murat Eren:  “İyi akademi nesilden nesile aktarılan bir gelenek. Türkiye’deki derin akademik problemleri besleyen en önemli neden, iyi akademi geleneğinin Türkiye’de kendisine yer edinememiş olması. Her an kendinden bir sonraki nesli yetiştiren akademinin artık bir gelenek halini almış çıkmazdan kurtulması uzun soluklu ve ciddi bir seferberlik gerektirirken, intihal yapan kişilerin üniversite kurullarında aklandığı, yüksek lisans ve doktora öğrencileri yetiştirmeye devam ettikleri Türkiye’de hem yasal düzenlemeler hem de bu düzenlemeleri hayata geçirme noktasında vazife almış kişiler gerçek problemi kabul etmekten çok uzak.” (T24)

Dr. A. Murat Eren - Türkiye Akademisinin Arka Sokaklarından Tez Manzaraları (subjektif.org)

Türkiye akademisindeki tıkanıklığın sorumlusu kim? Bu sorunun çok boyutlu, yanıtlaması güç, fakat derinlemesine irdelenmesi gereken, kritik bir soru olduğuna inanıyorum. Bu yazı bu soruya net bir yanıt vermekten aciz. Bununla beraber Türkiye’de akademinin bu konuda bir zihin jimnastiğine, yanıtın kendisinden daha çok ihtiyacı olduğu bir dönemdeyiz.

21 Eylül 2012

Y. Doç. Dr. Kaan Öztürk - "A. Murat Eren: Türkiye’den Tez Manzaraları"

Türkiye’de akademik sahtekârlıkların başka bir çeşidi de yüksek lisans ve doktora tezlerindeki etik ihlâlleri. Herkesin bildiği ama uluorta konuşulmadığı için boyutunun anlaşılamadığı bir kangren bu.
Cumhuriyet Bilim Teknoloji’nin bugünkü sayısında bu sessizlik kırıldı. Akademik ahlâksızlıklara açıkça karşı çıkan birkaç kişiden biri olan Dr. A. Murat Eren’in kaleme aldığı kapsamlı bir dizinin ilk kısmı yayınlandı. Yazıda bahsedilen tezlerin büyük bir kısmı yıllardır etik ihlâllerini takip eden Dr. Tansu Küçüköncü’nün samanlıkta iğne ararcasına çalışmasıyla ortaya çıkmış.
[Ekleme: Yazının genişletilmiş halini subjektif.org sitesinde bulabilirsiniz. Aşağıdaki PDF'lerden daha okunaklı, ayrıca ilgili belgelere bağlantılar veriyor.]
Yazının “Türkiye’den tez manzaraları: Öğrenciler ve danışmanları” başlıklı ilk kısmında (PDF) beş tane değişik tez çifti karşılaştırılıyor ve intihal edilmiş kısımlar gösteriliyor. Bu tezler gecekondu üniversitelerinde yazılmamış: Örneklerin ikisi ODTÜ’den, biri Fatih, biri Sakarya, biri de Yıldız Teknik Üniversitesi’nden.
Sayfadaki yer kısıtlaması kaçınılmaz bir eksiklik yaratmış.Tezlerin benzerliği ekran görüntüleriyle gösterilmeye çalışılmış, ama çözünürlük de seçilen kısımlar da okuyucunun kendi kararını vermesi için yeterli değil. İki sayfalık yerde başka türlü olması da maalesef mümkün değil. Bu yazı bir tartışmayı tetiklerse ve tezler bütün olarak paylaşıma açılırsa, isteyen herkesin kendi değerlendirmesini yapması mümkün olur.
Murat akademik ahlâkın bir gelenek olarak hocadan öğrenciye aktarılması gerektiğini vurguluyor. Etik ihlâli yaparak doktora alanın, kendi öğrencilerine de etik dışı çalışma aşıladığını örnekleriyle gösteriyor.
Yazının “Türkiye’de Yayımlanmış Tezlere Ulaşmak Zor” başlıklı ikinci bölümü (PDF 1, PDF 2), tez sahtekârlıklarının nasıl gizlenebildiğini açıklıyor. YÖK’ün bir ulusal tez veritabanı var, ama yazar özel olarak izin vermedikçe tezin tam metnine ulaşmak mümkün değil. Halen üç yüz binden fazla tezin yarısından fazlası erişime kapalı.
Henüz hakemli yayına dönüşmemiş tezlerin fikir hırsızlığı korkusuyla erişime kapatılmasını anlarım, ama bunun bir süresi olmalı. Nitekim 2006′dan sonraki tezler sadece üç yıl erişime kapalı, ama daha öncekilerin erişime açılması için yazarın form doldurup izin vermesi gerekiyor. Kapalı tezlerin bu kadar çok sayıda olmasının önemli bir sebebi de bu. Muhtemelen benim yüksek lisans tezim de şu anda kapalı, ama onun için form doldurup vermeye üşeniyorum. Tam tersi olmalı: Yazarı özel olarak talep etmedikçe bütün tezlere açık erişim sağlanmalı.
Murat’ı, Tansu’yu, ve katkıda bulunan herkesi tebrik ederim. Bu yazı vesilesiyle dönüştürücü bir tartışma açılmasını umut ediyorum.

Dr. A. Murat Eren - Türkiye’de Yayımlanmış Tezlere Ulaşmak Zor (Cumhuriyet BT)

Post-Doctoral Researcher, Marine Biological Laboratory Josephine Bay Paul Center; a.murat.eren@gmail.com, http://meren.org

Yayımlanan tezlerin bu tezlerden bir çıkarı olmayan kişilerce muntazam bir şekilde incelenmesi, literatürün kopya ve intihalden arındırılması ve bu tezleri yöneten ya da teslim eden kişilerin kazandıkları akademik unvanların geçerliliğinin yeniden değerlendirilebilmesi açısından çok önemli.
Fakat Türkiye’de yayımlanan tezlere erişmenin önünde çeşitli engeller var. Bu engellerin kime hizmet ettiği, tez arşivlerini yönetmekle sorumlu olan YÖK’ün ve kütüphanelerde bir kopyası bulundurulması gereken tezlere erişimde problem çıkaran üniversitelerin yanıtlaması gereken bir soru.
Konuya Türkiye’deki akademik problemler üzerine sık sık yazan araştırmacı Emrah Göker’in bu yazı için kaleme aldığı bir özet ile başlamak istiyorum. Bu özet, bu kısımdaki alt başlıklar anlaşılmasını da kolaylaştıracağı için önemli:
YÖK’ün birkaç yıldır kullanıma açtığı “Ulusal Tez Merkezi” portalı, dijital ortamda, Türkiye üniversitelerinde hazırlanmış yüksek lisans ve doktora tezlerine erişim için çok önemli bir hizmet oldu. Ne var ki bu web sitesinden tezlerin kısıtlı bir bölümüne erişilebiliyor. Tez yazarları izin formunda erişime kısıtlarlarsa, tezleri okumak mümkün olmuyor.
İkinci alternatif, tezlere, savunulduğu üniversitelerde, kütüphaneler aracılığıyla ulaşmak.
Burada da üniversiteden üniversiteye değişen uygulamalar var. Bazı yerlerde, yazar izin vermemişse kütüphane erişimi de mümkün olmuyor; bazı yerlerde ise keyfi biçimde tezler kütüphanenin katalog yönetiminden koparılıp, fakülte veya enstitü bünyesinde, erişime kapatılan odalarda depolanıyor.
Yüksek lisans/doktora tezlerinin ancak yazarın izniyle kamusal erişime ve çoğaltmaya açılmasında, kâğıt üzerinde, yanlış bir şey yok. Bunun, hangi bilimsel ve hukuki gerekçelerle yapıldığını kayda geçirmekle ilgili bir sorun var. Örneğin ABD’de tezlerin UMI/ProQuest Electronic Theses and Dissertations sistemine girmesi için yazarlara imzalatılan onay formunda erişimle ilgili üç seçenek var: (1) tüm dünyanın erişimine açma; (2) 5 yıl boyunca sadece tezin yazıldığı üniversitede, veya üniversitelerarası ödünç verme ile erişime açma — ki yazar neden bu kısıtlamayı talep ettiğinin formda açıklamak zorunda, açıklaması reddedilebiliyor; 5 yıl sonunda çalışma tüm dünyanın erişimine açılıyor; (3) patent nedeniyle çalışmaya erişimi tamamen 1 yıl boyunca kapatma –ki bunun için de ek bir belgeleme gerekiyor ve 1 yılın sonra erişim ilk iki seçenekten birinde mümkün oluyor. Her öğrenci, kendi kurumunda savunmasını başarıyla yaptıktan ve tez kurulu imzalarını topladıktan sonra bu formu doldurmak zorunda.
Bizde ise YÖK’ün istediği “Tezlerin Çoğaltılması ve Yayımı İçin İzin Belgesi”, kişiden herhangi bir gerekçe talep etmeden, tezin en fazla 3 yıl erişime kapatılmasına izin veriyor. 2006 öncesi tezler için erişim ise, ancak yazar formu doldurup izni verdiyse açılıyor, yoksa YÖK herhangi bir işlem yapmıyor. Fotokopi hizmeti de durdurulduğu için, 2006 öncesi tezlerde yazar kendi girişimiyle formu YÖK’e göndermemişse tek şansınız tezin savunulduğu üniversiteye gidip dedektiflik yapmak.
İki örnek verelim: Ulusal Tez Merkezi portalında Sosyoloji disiplininde en erken rastlanan doktora tezi 1985 yılından. 2005’e kadar, bu yıl dahil, 409 tez geçmiş. En erkeni 1990’da olmak üzere bunların sadece 41’inin (% 10) dijital kopyasını indirebiliyoruz. 2006’dan başlayarak “en fazla 3 yıl kısıtlama” kuralı Sosyoloji için erişimi olumlu yönde etkilemiş: 2006-2012 arası onaylanan 438 tezin sadece 10 tanesine erişilemiyor. Tüm disiplinlerde tezlere dijital erişim, 2006’dan bugüne düzeliyor diyebiliriz. Ancak toplamda bakarsak, dijital yayın izni olmayan 2006 öncesi tezler için araştırmacılar üniversitelere mahkum, ve üniversitelerin YÖK gibi standart erişim uygulamaları yok.
Üniversite kütüphanelerinin keyfi düzenlemeleri tezlere erişimi zorlaştırıyor
YÖK’te erişim izni olmayan bir teze erişim için diğer alternatif, teslim edildiği üniversitenin kütüphanesine giderek tezin bir kopyasını edinmek. Zira üniversite kütüphaneleri üniversite bünyesinde hazırlanan tezlerin bir kopyasını bulundurmak zorunda.
Dr. Dursun’un tezine erişmek için sosyal medyada yaptığım çağrılar üzerine imkânı olan birden fazla gönüllü Gazi Üniversitesi kütüphanesine giderek doktora tezinin bir kopyasını edinmek için girişimde bulundu.
Lâkin bu girişimler Gazi Üniversitesi kütüphanesi tezi vermeye yanaşmadığı için başarısızlıkla sonuçlandı. Sonuç olarak Dr. Dursun’un tezine ulaşmak mümkün olmadı. Bu elbette Dr. Dursun’un tezinde etik bir problem olduğu anlamına gelmiyor. Fakat kamuya ait olması beklenen çalışmalara kamunun erişiminin, ‘üniversitenin adının lekelenmesinden korkan’ kişilerin inisiyatifine bırakıldığı bir durumda benzeri girişimlerden bu tip sonuçlar almak şaşırtıcı olmasa gerek.
Yardım talebine yanıt verip Gazi Üniversitesi kütüphanesine gidenlerden anonim bir akademisyenin gönderdiği mesajın aşağıdaki kısmının konunun netleşmesine yardımcı olacağına inanıyorum:
"Gazi Kütüphanesi’ne gittim ve tezi incelemek ve bazı bölümlerin fotokopisini almak istediğimi söyledim. Görevli memur, derin bir sessizlikten sonra, şu an için bu tezi alamayacağımı belirtti. “Neden” diye sordum. Beni tatmin etmeyen bir açıklama getirdi: “Tezleri dijital ortama aktarma çalışmaları yapıyoruz. Bu yüzden istediğiniz tezi veremeyiz”. “Aktarma işi ne zaman biter ve bittikten sonra alabilir miyim?” dedim. Beni sorguya çekti. “Araştırmacı mısınız?”, “Hangi alanda araştırma yapıyorsunuz?”, vb. Anladım ki tezi alabilmek için başka yollara başvurmam gerekecek."
Aynı anonim hocadan birkaç ay sonra aldığım nihai yanıt ise şöyle idi:
"Araya koyduğum aracı insanlar da (o üniversitede okuyan lisans ve yüksek lisans öğrencileri) teze ulaşamadılar (…) bu konuda size yardımcı olamadığım için üzgünüm."
Benzeri hikâyeleri Tansu Küçüköncü ve bu konulardaki tetkik çalışmalarına önem veren diğer anonim akademisyenlerden dinlemek de mümkün. YÖK üzerinden ulaşılamayan tezleri üniversite kütüphanelerinden temin etmek isteyenlerin karşılaştıkları problemler ve kütüphanelerden aldıkları yanıtların bana ulaşanlarından derlediğim bir özet şöyle:
Gazi Üniversitesi:Tez fotokopisi göndermiyoruz. Sadece kütüphane içinde belli bölümlerin fotokopisi alınabilir”. Bunun da kütüphanecinin keyfine keder bir durum olduğunu yukarıdaki örnekte öğreniyoruz.
Ankara Üniversitesi:Akademik tezler kütüphane dışına ödünç verilmez. Ancak tez danışmanı veya tezi hazırlayanın izni alınarak, tezin tamamından birim içinde fotokopi çekilmesine izin verilir”.
Celal Bayar Üniversitesi: Tez hizmeti vermiyoruz”.
İstanbul Üniversitesi:Tezlerin tamamının fotokopisini isterken, araştırma yapan kişi danışmanının adını ve okul adresini bildirmelidir. Öğrenci ise, danışmanı yanında okulu, bölümü ve okul numarası da yer almalıdır. Eğer, tez fotokopisi isteyen kişinin danışmanı yok ise, İ.Ü. Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı’na, tezi ne amaçla kullanacağına dair bir dilekçe yazar. Tezin numarasını ve adını belirttiği dilekçeyi, ya kendisi teslim eder ya da faks ile iletir. İlgili şahsa banka hesap numarası, yatıracağı fotokopi + telif gideri (gönderme ücreti eklenmeden) bildirilir. Bildirilen gider, verilen banka hesabına yatırılıp dekontun kütüphanemize fakslanması (…)“. Gereksiz bürokrasi böyle devam ediyor.
Uludağ Üniversitesi: Üniversitemiz tezleri, içindekiler, kaynakça, özet ve tezin 20-25 sayfalık bölümünün fotokopisi olarak vermektedir”.
Erciyes Üniversitesi: Tezleri hiçbir şekilde ödünç ya da fotokopi olarak vermiyoruz. Sadece kütüphane içinde kullanmaya izin var”.
Ege Üniversitesi:Tez yazarı izin vermişse tamamını, eğer izin yoksa 1/3’ünü gönderiyoruz”.
İstanbul Teknik Üniversitesi: Tezlerin tamanını fotokopi olarak gönderiyorlar!
Balıkesir Üniversitesi:Tezleri ödünç vermiyoruz. Tezin fotokopisine izin veriliyor ise web sayfamızda PDF olarak erişimi bulunmaktadır”.
Niğde Üniversitesi:Tezleri ödünç vermiyoruz. Tezi yazan kişi ‘tezimi 3-5 yıl kimseye vermeyin’ türünden bir ambargo koymadıysa tezin fotokopisini ya da PDF sürümünü isteyen kişiye gönderebiliyoruz.”
Çankaya Üniversitesi: Cevap yok.
Hacettepe Üniversitesi: Cevap yok.
Görüldüğü üzere üniversite kütüphaneleri birbiri ile ilgisi olmayan keyfi uygulamalarla tezlere erişimi dilediğince kısıtlayabiliyor ya da zorlaştırabiliyor.
Sonuç olarak A üniversitesine teslim edilmiş bir teze erişim mümkün ve nispeten kolay iken, B üniversitesine teslim edilmiş bir teze erişim pratik olarak imkansız olabiliyor. Aynı kaynaktan finanse edilen üniversitelerin bünyelerinde üretilen bilgiye bu tip keyfi kısıtlamalar getirmeleri kabul edilebilir değil.
Üniversitelerce bu konuda ortak bir düzenlemeye gidilmesi ve tezlere erişimin kolaylaştırılmasının Türkiye’de akademinin geleceği için çok zaruri olduğunu düşünüyorum. Nitekim tezlere erişimin kolay ve hızlı olduğu bir ortamda etik açıdan problemli tezlerin kısa sürede ortaya çıkması sağlanabilirken, etik açıdan problemli tezlere imza atan kişilerin akademik yetkinliklerinin yeniden gözden geçirilerek kendilerinin etik anlayışına sahip öğrenciler yetiştirmelerine mani olunabilir.
YÖK arşivlerinde yayım izni olmayan tez sayısı çok fazla
Emrah Göker’in de değindiği gibi YÖK Tez Arşivi sayesinde 2006’dan sonraki tezlere erişmek nispeten mümkün. Fakat 2006’dan önce yayımlanmış tezler azımsanmayacak kadar fazla, ve hemen hepsi ‘izinsiz‘.
Teoride, Türkiye’de bugüne kadar yayımlanmış 312,368 teze YÖK Tez Arşivi üzerinden erişilebiliyor. Fakat bunlardan 163,284 tanesi, yani tüm tezlerin %52.27’si, erişime kapalı olduğu için bu rakam önemini yitiriyor.
Yandaki tabloyu YÖK Tez Arşivi’nden bu yazının yazıldığı tarihlerde elde ettiğim rakamlarla hazırladım. Tablo, YÖK Tez Arşivi’nde yer alan tezlerin geldiği üniversitelerden, ‘izinli tez / izinsiz tez’ oranı en düşük ilk 30 üniversiteyi gösteriyor.
Köklü ve eski üniversiteler bünyesindeki tezlerin büyük çoğunluğunun erişime kapalı olması bir raslantı değil. Zira 2006 yılından önce yayımlanan tez sayısı, eski üniversitelerde yenilere nazaran çok daha fazla.
Tez Arşivi’nin şu anki durumu sağlıklı, kendi kendisini düzelten ve etik konularda otokontrolü dayatan bir akademi için kabul edilebilir değil. YÖK, kendisine teslim edilen tezlerin derhal erişime açılması için izin yönetmeliğinde düzenlemeye gitmeli, akademisyenler de kendi üzerilerine düşeni yaparak YÖK’ün bu mevzuyu gündemine almasını sağlamak üzere organize olmalı.    

TEZLERE ERİŞİM GÜÇLÜĞÜNE GÜNCEL ÖRNEK
Yukarıda bahsedilen erişim güçlüklerinin pratikte nasıl sonuçlar doğurduğuna bir örnek vermek istiyorum.
Yandaki ekran görüntüleri Dr. Halil İbrahim Dursun’un (Aksaray Üniversitesi), Dr. Ziya Burhanettin Güvenç (Çankaya Üniversitesi (2011 itibarı ile Çankaya Üniversitesi rektörü kendisi)) ve Dr. Ergün Kasap (Gazi Üniversitesi) ile 2009 yılında kaleme aldığı makaleden. Makale, yayımlandığı derginden birkaç ay önce çıkarıldı. Son ekran görüntüsünde derginin olaya dair yaptığı utanç verici duyuruyu görebilirsiniz:
Özet kısmından sonuç kısmına kadar diğer makalenin aynı olan bu yayının yazarı Dr. Halil İbrahim Dursun Aksaray Üniversitesi Fizik Bölümü’nde yardımcı doçent kadrosu ile akademik hayatına devam ediyor.
Dr. Dursun doktorasını Gazi Üniversitesi’nde, yukarıdaki makalenin de yazarlarından olan Dr. Ergün Kasap danışmanlığında yapmış. Dr. Kasap’ın, Dr. Dursun ile gerçekleştirdiği bu intihalden yola çıkarak Dr. Dursun’un Dr. Kasap danışmanlığında hazırladığı doktora tezinde de benzer bir problemin olup olmadığını merak etmek her vatandaş için bir hak ve bana kalırsa her bilim insanı için neredeyse bir sorumluluk.
YÖK’ün tez arşivine bağlanarak Dr. Dursun’un tez bilgilerine ulaşmak mümkün. Bununla beraber YÖK, teze “çoğaltma ve yayım için izin belgesi” olmadığından ötürü erişim izni vermiyor.
Devlet üniversitelerinde yazılan doktora tezlerinin sahipleri, bu tezlerde kullanılan verilerin elde edilmesi için yapılan araştırmalar ve doktora tezlerini yöneten danışmanların masrafları neredeyse tamamen devlet tarafından, yani halktan alınan vergiler ile finanse edilirken, yine bir devlet kurumu olan YÖK’ün 2004 yılında yazılmış bir doktora tezine erişimi güçleştirmesine makul bir gerekçe bulmak çok güç.
Fakat netice olarak Dr. Dursun’un doktora tezine YÖK üzerinden erişmek mümkün değil.


Gelecek hafta: Türkiye’de Bilim Hırsızlığına Net Tepkiler Verilmiyor

Dr. A. Murat Eren - Türkiye’den tez manzaraları: Öğrenciler ve danışmanları (Cumhuriyet BT)

Bu yazıda kimseyi herhangi bir suçla itham etmek ya da rencide etmek gibi bir gayem yok. Yazı içerisinde ismi geçen kişilerin bir kısmı gerçek anlamda mağdur kişiler. Dolayısıyla yazı içerisinde yer alan isimlere önyargı ile yaklaşmak son derece yanlış bir davranış olur.
Muhtemelen ele alınan her örneğin bir savunması vardır. Yazıda karşı tarafın görüşlerine yer verilmediği için, hikayenin tamamını bilmiyor olduğunuz gerçeğini lütfen göz ardı etmeyin ve yazara güvenerek şüpheciliği elden bırakma hatasına düşmeyin.
Yazıda yer alan tez ve raporların çok büyük bir kısmı sizlere Dr. Tansu Küçüköncü ve çeşitli anonim kişilerin üstün gayretleri sayesinde ulaşıyor. İtinalı çalışmaları ve kararlılıklarından Küçüköncü ve anonim akademisyenlere, yazıda yer alan tezlerden üç tanesini inceleyen anonim denetçilere ve hukuki konulardaki desteğinden ötürü Serkan Köybaşı’ya teşekkür ederim.
Yazının bu kısmında gündeme getireceğim örneklerin her birisi akademik açıdan problemli bir durum teşkil ediyor. Her biri aynı şiddette olmayan bu problemler, şiddetinden bağımsız bir biçimde örnek olarak vereceğim tezlerin danışmanlığını yapan kişiler ve bu tezlerin altına imza atan tez komitelerinin çeşitli seviyelerdeki sorumsuzluklarının bir sonucu. Ne yazık ki burada ele alacağım tezlerin buz dağının görünen kısmı olduğunu iddia etmenin yanlış olmayacağını düşünüyorum. >>>
A. Murat Eren,  
Post-Doctoral Researcher, Marine Biological Laboratory Josephine Bay Paul Center;

17 Eylül 2012

KUZEY KIBRIS’TA ÜNİVERSİTELERİMİZ NEDEN BU HALDE? : İNTİHAL VE SAHTECİLİĞE GÖZ YUMULUYOR!

Kuzey Kıbrıs’ın bir ‘üniversite adası’ olmasının sosyal ve ekonomik önemi ortadadır. Ancak bu yılki verilerin de gösterdiği gerçek, bu hedefe ulaşılamadığı ve üniversitelerin sürekli öğrenci kaybettiğidir. Üniversitelerin kaliteli eğitim verebilmesinin en önemli başlangıç noktası vasıflı ve kaliteli öğretim elemanlarına sahip olmasıdır. Üniversitelerde intihalci veya sahteci öğretim üyelerinin barındırılması, biz akademisyenlere ve genelde tüm üniversitelere zarar vermektedir. İntihal, bir kişinin başka birisinin yapıtını, fikirlerini veya yazılarını çalması ve kendininmiş gibi göstermesidir ve bilim dünyasında varolan en büyük suçtur. Ülkemizde uydurma diplomalar ve nereden ve hangi kriterlerle alındığı belli olmayan akademik payeler de sahteciliğin en önemli unsurlarıdır.
Toplumsal Cinsiyet ve Azınlıklar Enstitüsü olarak bizler konuya duyarlılığımızı önceki dönemlerde de ortaya koymuştuk. Üzülerek belirtmek isteriz ki, üniversiteler konuya gereken duyarlılığı hala göstermemektedirler.
Semra Galip Paşazade, ‘Profesör Doktor’ ünvanı ile 2012-2013 öğretim yılı güz döneminde Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi bünyesinde Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans ve yüksek lisans derslerine girmektedir. Geçen akademik dönemde yaşanan sahte diploma ve intihalcilik skandalının ardından UKÜ yönetiminin bu konuda hala duyarlılık göstermediği ve gereken önlemleri almadığı görülmektedir. Semra Galip Paşazade’nin hem akadamik hem gazete yazılarında intihal olduğunu saptamış bulunmaktayız. Bu ülkede akademinin hak ettiği yere gelebilmesi için bulgularımızı açıklıyor, ilgili akademik mercilerin tümünden konuya gereken titizliği göstermelerini talep ediyoruz.
İntihal vakalarını azaltmanın en etkili yolu, üniversitelerin işe aldıkları öğretim üyelerine paye verirken (Yardımcı Doçent, Doçent, Profesör) veya alınmış payelerini kabul ederken, sıkı denetim içeren, kriterleri yüksek, şeffaf bir prosedür izlemeleridir. Bu bağlamda UKÜ’nün Semra Galip Paşazade’nin akademik özgeçmişini, doktora tezini, noter onaylı diplomasını, kendisine ‘profesör’ payesini veren akademik kurumun adını ve bu payenin alınmasını sağlayan yayınlarını kamuoyu ile paylaşacağını umuyoruz. UKÜ’nün Semra Galip Paşazade’nin yukarıda dile getirdiğimiz akademik belegelerini paylaşması, söz konusu kişinin intihallerinden sorumlu olmamak için gereken her türlü adımı atmış olduğunun işareti olacaktır.
İntihal ve sahtecilik sadece UKÜ’ye özgü sorunlar değildir. Üniversitelerin gerekli inisiyatifi almamaları durumunda benzer vakaları YÖDAK, YÖK ve basın yoluyla ihbar etmeye devam edeceğiz.
Kuzey Kıbrıs’taki tüm akademik kurumların intihalcilik ve sahtecilik sorunlarından arındırılmasında YÖDAK’ın önemli bir rolü olmalıdır. YÖDAK’ı bu konularda yerleşmiş kriterleri ve uygulamaları olan YÖK ile işbirliği içinde hareket ederek, üniversitelerin yeniden yapılandırılmasında aktif görev almaya çağırırız.
Örnek intihaller:
- Paşazade’nin Turkish Policy Quarterly dergisinin 2002 yılında Cilt 3 Sayı 1 özel bölümünde (special section) yer alan Globalization: The Multiple Modernity Consequence isimli makalesinde, aşağıdaki kaynaklardan hiçbir atıf yapılmaksızın çalıntı yapılmıştır.
- Paşazade’nin makalesinin ‘Fundamentalism’ bölümünde Sosyolojinin duayenlerinden, sosyal inşaacılığın teorisyenlerinden Anthony Giddens’ın Sociology ders kitabından (textbook) atıfsız çalıntı yapılmıştır.
- Paşazade’nin makalesinin ‘Conclusion: The Need for Global Understanding’ bölümünde Scott Lash ve Mike Featherstone’un Spaces of Culture: City, Nation World isimli kitabından atıfsız çalıntı yapılmıştır.
- Paşazade’nin makalesinin ‘Multiple Modernities: A Consequence of Colonization’ bölümünde , ISA’de başkanlık yapmış olan Tharaileth Koshy Oommen’ın Recognizing Multiple Modernities: A Prelude to Understanding Globalization makalesinden atıfsız çalıntı yapılmıştır.
- Paşazade’nin makalesinin ‘Multiple Modernities: A Consequence of Colonization’ bölümünde , Charles Taylor ve Benjamin Lee’nin Multiple Modernities Project: Modernity and Difference makalesinden atıfsız çalıntı yapılmıştır.
- Paşazade’nin 12 Haziran 2011’de Kıbrıs Gazetesi’nde yayınlanan Demokrasi Bir Retorik Mi yazısında 1 Kasım 2010 tarihinde HaberTurk’de yayınlanan Fransız Sosyolog Alain Touraine ile yapılan Avrupa’yı Türkiye Kurtaracak başlıklı röportajdan atıfsız çalıntı yapılmıştır.

Saygılarımızla,
Toplumsal Cinsiyet ve Azınlıklar Enstitüsü üyeleri
Dr. Ömür Yılmaz ve Dr. Umut Özkaleli

10 Eylül 2012

Şükrü Bülent Türtat - Milliyet Blogger "intihal"e teşebbüs eder mi? (Milliyet)

‘İntihal’ sözcüğü ile ilk kez ‘70’li yılların ikinci yarısında Milli Eğitim Bakanlığı’ndan (MEB) kazandığım ‘bursla’ Amerika Birleşik Devletleri’nde(ABD) ‘Top ten’ sıralamasına giren Michigan State University’de(MSU) ‘Master’ eğitimi yaparken tanıştım.

ABD’nde eğitim yapan ‘yabancı’ öğrencilerin ‘intihale’ teşebbüs ettiklerine ‘tanık’ oldum. Amerikalı öğrencilerin kültüründe ‘intihal’ sözcüğü yer almadığı gibi;algılamakta dahi zorlanıyorlardı. 

Amerikalı öğrenciler ‘kopya çekmek,’ ‘sıra arkadaşının kağıdına bakmak’ vb. gibi ‘bilgi hırsızlığını’ bugüne kadar hiç tanımamışlar ve teşebbüs dahi etmemişlerdir.

Bir öğrencinin ‘intihal’ yaptığı tespit edildiği an kazandıkları ‘Master’ veya ‘Doktora’ dereceleri geri alınır; tezleri iptal edilir. Bu ‘hırsızlık sabıkası’ gibi ‘akademik siciline’ işlenir.

‘İntihal’ nedir? Hep birlikte irdeleyelim mi?

‘İntihal’ diğer bir ifade ile ‘fikir hırsızlığı’; en hafif deyimle ‘aşırma’ anlamı taşımaktadır. Başka birinin ‘yapıtını’ ya da ‘yazısını’ kendinin gibi gösterme alışkanlığıdır.

Başkasının bir konuda kaleme aldığı veya söylediği yapıtı o kişiye bir atıfta bulunmadan, kendi yapıtı olarak kamuoyuna deklare etmektir.

‘İntihal,’ ‘hırsızlık yapmak,’ ‘hortumculuktur.’Özellikle ‘akademik alanda,’ ‘edebiyatta’ (Roman/öykü) başkalarının emekleri üzerinden kolayca ‘haksız kazanç’ veya ‘sosyal prestij’ sağlamakla diğerlerine de cesaret veriyorlar.

İnternetin yaygınlaşması ile birlikte ‘intihalin’ alanı da giderek yaygınlaşıyor. İnternetten ‘kopyala’ ve ‘yapıştır,’ ‘bir yapıttan bir bölümünün kopyalanması’ da gerçek ‘intihal’ örnekleridir. ‘İntihal’ bilinçli olarak veya olmadan; referans gösterilmeden alıntı yapılmasıdır.

Son yıllarda ülkemiz üzerinde ‘intihal’ ve ‘bilimsel sahtecilik’ bulutları dolaşıyor. Bazı önde gelen ‘edebiyatçılar,’ ‘akademisyenler’ ve hatta ‘öğrenciler ‘ dahi ‘toplumsal normları’ aşmışlardır.

Nobel Edebiyat Ödülü Sahibi Orhan PAMUK da Hariciyeci, Yazar Fuad CARIM’ın ‘Kanuni Devrinde İstanbul’ adlı yapıtından ‘intihal’ yapmakla ‘şaibe altında’ kalmıştır.

2007 yılında ODTÜ, Dicle Üniversitesi, Mersin Üniversitesi ve ÇOMÜ’den 14 akademisyen ‘uluslararası bilimsel dergilerde’ yayımlanan 65 makalede ‘intihal’ yapmakla suçlanmaları Türkiye hakkında ‘soru işareti’ oluşturmuş; ‘akademik puanını’ düşürmüştür.

Avrupa Birliği(AB) ülkelerinde, özellikle Almanya başta olmak üzere birçok ülkede ‘intihal’ yaşanmaktadır.

Romanya Başbakanı da dünyanın en ünlü ‘vahşi doğa ve hayvanlar’ dergisi Nature tarafından doktora tezinin bir bölümünde ‘intihal’ ile suçlanmıştır.

Diğer yandan Amerika Birleşik Devletleri’nde(ABD) ve İngiltere’de üniversitelerin ‘Etik Kurulları’ ‘intihal’ ile kurumsal anlamda mücadele ederken; Almanya ve AB Ülkelerinin genelinde on yıllardır ‘bilimde intihale hoşgörü gösterilmiş ve şaibeli durumlara da kayıtsız kalınmıştır.

2002 yılında ABD University of Virginia’da çeşitli fakültelerde ‘dönem ödevlerinde’ ‘intihal’ yaptıkları tespit edilen 45 öğrenci üniversiteden atılmış, mezun olan üç öğrencinin de “Lisans Diploması” iptal edilmiştir.

Ne yazık ki; ‘intihal’ ülkemizde sisteme yayılmış ve derinlere inmiştir.

‘Dürüst Milliyet Bloggerlara’ sesleniyorum:‘ Dürüst olmayanların’ kestirmeden bir yerlere varıp bunun yanlarına kar kalması mümkün değildir! 
 
Çünkü Milliyet Blog Kullanım Koşulları’nda; Milliyet Blog Hizmeti, ‘başkalarının fikri ve telif haklarına tecavüz edecek şekilde kullanılamaz’ maddesi ile ‘İNTİHALE TEŞEBBÜS ÖNLENMİŞTİR.’

Nereye kadar?

Bizler de “Milliyet Blog” yazarları olarak “amatör” ve “yaratıcı” ruh yapısı ile “düşünce” ve “fikir” özgürlüğünü ”ÖZGÜN” yazılarına yansıtan “heterojen kültürün” ürünü “MİLLİYET BLOG AİLESİ’Nİ OLUŞTURDUK…

AİLE BİREYLERİ ‘İNTİHALE’ TEŞEBBÜS EDER Mİ?

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.