NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

18 Eylül 2011

Dr. Çağrı Yalgın - Atıflar sizi aldatabilir

Bilimsel makalelerin bir özelliğinin önceki çalışmalara atıf yapmak olduğundan, bunun da çoğunlukla metin içinde dipnotlarla yapıldığından daha önce ayrıntılarıyla bahsetmiştim. Bu durum, makaleyi yazan araştırmacıları kaynaklarını belirtmeye, gözden geçirmeye, yeniden değerlendirmeye zorlar. Zira okuyucular da o kaynakları açıp orada ne yazdığına bizzat bakabilir.
Ama birçok okuyucu atıfları kontrol etmeye zahmet etmediğinden, atıfların lâyığıyla verilmediği, hattâ sırf bilimsellik görüntüsü katsın diye metnin içine ilgisiz atıfların serpiştirildiği de olur (Şekil 1). Hattâ Elsevier yayınevi işi hakemli dergiye fiziksel olarak benzeyen ama aslında Merck şirketinin broşüründen başka bir şey olmayan bir dergi çıkarmaya kadar götürmüştü.
Ama işin içinde her zaman kötü niyet olması gerekmez. İyi niyetle de hata olabilir.
Doğruluğunu anlamak için atıf verilen kaynağı iki açıdan değerlendirmek gerekir: (1) Bu kaynakta yazılanlar doğru mu? (2) Bu kaynakta yazılanlar doğru yansıtılmış mı?

Soru 1: Bu kaynakta yazılanlar doğru mu?
Bu noktayı iki açıdan değerlendirebiliriz:
Kaynağın niteliği.— Yayınlayacağı makaleyi hakem denetimi gibi bilimsel sınamalardan geçirmemiş, hattâ bilimsel yaklaşımı benimsemediği çok belli kaynaklara verilmiş atıflar, benim en sık rastladığım sorun.
Doğru kaynak nedir? Bu çok uzayabilecek bir tartışma; ama şurası muhakkak ki mutlak bir bilgi kaynağımız aslında yok. Bilimsel yayınlar genelde hakemli bilim dergilerindeki makaleleri kaynak gösterirler, bilhassa bunların en prestijlilerindekileri... Bunlarda hatalar daha azdır, çünkü bunlar yayından önce titizlikle denetlenmiştir. Ama bunlar arasından da hatalı veri ya da yorum taşıyanların çıktığını gördük ve göreceğiz.
Bir de çok bariz ideolojik, dini önyargılarla ya da pazarlama kaygısıyla yazılmış kaynaklar vardır ki en iyisi bunlardan sakınmak.
Verilerin sonuca katkısı.— Atıf verilen kaynakta sunulan gözlem ve deney verileri, bazen oradaki iddiaları ya yeterince, ya da hiç desteklemez. Çünkü uygun bir yöntem kullanılmamıştır, ama buna rağmen fazlasıyla kesin neticeler verilmiştir. Buna karşı uyanık olmamız, verileri sorgulamamız gerekir: Yazarlar, iddialarını sınamaya yönelik uygun yöntemlerle deney ve tahlilleri yapmışlar, sonuçları dürüstçe yorumlamışlar mı? Yoksa üstünkörü bir çalışmanın abartılmış sonuçlarını mı görüyoruz?
Kendi politikam, kaynak olarak kullanabileceğim bir makaleyi dikkatle ve şüpheyle okumaya, onun mantıklı olup olmadığını anlamaya çalışmaya dayanıyor. Aynı şey aslında bilimsel makaleler kadar haberler için de geçerli.
Bizzat okumadığım hiçbir yazıyı kaynak olarak göstermiyorum.

Soru 2: Bu kaynakta yazılanlar doğru bir şekilde yansıtılmış mı?
Yukarıda bahsettiğim hallerde, gösterilen kaynakların bilimsel açıdan geçerliğini sorguluyorduk. Ancak kabahat, gösterilen kaynakta değil de o kaynağa atıf yapanda olabilir.
Yani kaynağa atıf yapan yazar, kaynak aldığı makalenin neticelerini yanlış anlamış ya da yanlış yansıtmış, çarpıtmış olabilir. Bunu ancak o kaynağı okuyup hakkıyla değerlendirerek anlayabilirsiniz. Bunun kasten mi yanlışlıkla mı yapıldığını kestirmek ise çok zor.
Konuyla ilgisiz onlarca kaynağın verildiği hallere ise daha bir şüpheyle yaklaşabiliriz. Meselâ İngiliz Kiropraktik Derneği, aslında hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir uygulamayı savunmak için 29 makaleye atıf yapan bir duyuru yayınlamış, ancak dikkatle incelendiğinde bunların çoğunun kiropraktikle uzaktan yakından ilgili olmadığı, gerisinin de düşük nitelikli çalışmaları tarif ettiği anlaşılmıştı.
İki noktaya daha dikkat etmek lâzım:
Kaynağın güncelliği.— Bazen bir çalışmanın verileri, daha sonra başka çalışmaların ışığında yeniden yorumlanır.  Bu yüzden araştırmak gerekir: Atıf verilen bu kaynağın yorumu hâlâ geçerli mi? Yoksa bu çalışmanın verileri, başka yeni verilerin ortaya çıkmasıyla geçersiz kılınmış ya da yeni bir mânâ kazanmış olabilir mi?
Başka kaynaklar.— Özellikle bir ürünü satmak isteyenler, veya dini, ideolojik önyargılarla yazanlar, ele aldıkları konu hakkındaki birçok makale arasından yalnızca kendi çıkar ve görüşlerini destekleyenleri kaynak olarak gösterir, işine gelmeyenleri göz ardı eder. Hattâ birçok zaman o ihmal edilmiş makaleler aslında daha üstün yöntemlerle yapılmış, daha nitelikli çalışmalar olur. Bu tür seçicilik bilim ahlâkına sığmayan bir davranıştır.

Sonuç
Demek oluyor ki bir metinde gösterilen atıf, o kaynaktaki bilgiyi doğru yansıtmak zorunda olmadığı gibi, o kaynaktaki bilginin de doğru olduğunu göstermez.
Yani bir atıfın size söyleyebileceği tek şey, o yazarın o bilgiyi o kaynaktan aldığını beyan etmiş olduğudur. O kadar. Atfedilen kaynakların güvenilirliğini, doğruluğunu ve konuyla bağlantısını araştırmak size kalmış.
Bu zor gelebilir. Zira insan olarak bize hep doğruyu gösteren bir kaynak ararız; bu bazen bir kişi olur, bazen bir kitap. Ancak asırların tecrübesi hiçbir bilgiyi veya kaynağı olduğu gibi kabul etmememiz gerektiğini göstermiştir.
Bu nedenle, özellikle sağlığınızı, cüzdanınızı veya dünya görüşünüzü etkileyecek kararları alırken, okuduğunuzun dayanaklarını didikleyerek incelemeniz menfaatiniz icabıdır!

12 Eylül 2011

Parayla tez yazılır! (NTV)

Bilimsel tez çalışmaları yazımı internet kullanımının da yaygınlaşmasıyla bir sektöre dönüştü. 5 bin ile 20 bin TL arasındaki parayı gözden çıkaran, makale, yüksek lisans ve doktora tezini 'Uzman ekiplere' hazırlatırken, Yüksek Öğretim Kurumu sorumluluğun tez jürilerine ait olduğunu söyledi.
 
İZMİR - Türkiye'de zaman zaman 'intihal' (Başkalarının fikirlerini kendine ait gibi kullanma) tartışmasına sahne olurken, bunun ticari furya haline geldiği ortaya çıktı. Hatırı sayılır bir ekonomik büyüklüğe ulaştığı tahmin edilen ve adeta sektör haline gelen tez yazımı, internetteki çok sayıda 'tez yazımı sitesi' ile meşruluk kazanıyor. 

DHA'nın haberine göre; internet sitesi yetkilileri, tez fiyatının çeşitli kriterlere göre belirlendiğini söyledi. Tezin yüksek lisans mı, doktora mı olduğu, yabancı kaynak kullanılması, anket yapılıp yapılmaması, fiyatı en fazla etkileyen kriterleri oluşturuyor.

3 BİN TL'NİN ALTINDA TEZ YAZILMIYOR
Tez yazımları çoğunlukla 8 haftadan az zaman kaldıysa kabul edilmezken tez danışmanı ile yapılan tüm görüşmelerin aktarılması isteniyor. Diğer yandan çoğu tez yazımcısı 1000 TL'nin altında ödev, 3 bin TL'nin altında tez kabul etmiyor ve tez yazım fiyatı 20 bin TL'yi bulabiliyor. Alınan bilgilere göre daha çok özel üniversite öğrencileri ile aynı zamanda çalışan kişilerden bu yola başvuranlar oluyor.

400 KİŞİLİK UZMAN EKİP
Pazarlık aşamasından sonra işin başında ücretin yüzde 20'si, tez taslağının hazırlanmasından sonra yüzde 20'si, tez tamamlandığında ise yüzde 60'ı veriliyor. Diğer yandan tez danışmanı hocaya bu durumdan bahsetmemek gerektiği sık vurgulanırken, aranan çoğu kişi 200 farklı konuda 300-400 kişilik uzman kadrolarla bu işi profesyonel yaptığını, 'Güven ilişkisi' kurulması halinde referans bile verebileceklerini söyledi.

"ALINTILAMA TİTİZ, ÇALIŞMA ÖZGÜN"
Bütün bunlar internet sitelerinde 'Danışmanlık' olarak isimlendirilse de telefonla ulaşılan kişiler, tezin tamamının aynı zamanda akademisyen olan 'Uzman kadrolara' yazdırılabileceğini rahatlıkla ifade ediyor. İnternet sitelerinde mutlaka "Yazım hizmetimiz alıntılama konusunda çok titiz olup kaynakçada belirtilen içerik haricinde alıntılama yapılmamakta ve size yüzde 100 özgün bir çalışma sunulmaktadır" uyarısı yapılıyor ve "Bugüne kadar yurtiçi ve yurtdışından binlerce kişiye bu hizmetin verildiği" vurgulanıyor.

"YÖK BİLİYOR AMA BİR ŞEY 'YAPAMIYOR"
YÖK yetkilileri, bu konuda yasal düzenleme olmadığı için Kurumun bir yaptırımının olamayacağını, 'Dışardan tez yazdırma' konusundan kendilerinin de bilgi sahibi olduğunu, ancak işin enstitülere ve tezlerin jüri üyelerine düştüğünü söylemekle yetindi.

YILDIZ: EYVAHLAR OLSUN
Söz konusu duruma çok şaşırdığını belirten Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Genel Başkanı Ünsal Yıldız, ortada çok ciddi bir bilim ahlakı sorununun olduğunu, ancak bunun YÖK ile birlikte sorgulanması gerektiğini vurgularken, "Ama gerçekten 'Eyvahlar olsun' demek gerekiyor. Oluşturulmuş olan YÖK sisteminin geldiği noktayı da görüyoruz" dedi.

"ADI İNTİHALLE GEÇEN İNSANLAR MI ÇÖZECEK?"
Yıldız, ÖSYM, YÖK, Rektörlük gibi kurumların başındaki insanların bile intihal tartışmalarıyla gündeme geldiğini de hatırlatarak, şunları söyledi:
"Bu durumu, mevcut siyasal koşullar yaratmaktadır. YÖK de bunun en önemli sürdürücüsüdür. Bu durumda bu problemi, basında adı intihalle geçen insanların çözmesi mümkün müdür? Bu konu sadece cezai yaptırımlarla da çözülemez. Sorun eğitimin ticarileştirilmesidir."

TEZ YAZMA TARİFESİ
Yüksek Lisans (Sosyal Bilimler) 3.000-10.000 TL
Yüksek Lisans (Fen Bilimleri) 3.000-10.000 TL
Doktora (Sosyal Bilimler) 5.000-15.000 TL
Doktora (Fen Bilimleri) 5.000-20.000 TL
Anket çalışması, SPSS gibi program kullanımı varsa +1000-2.500 TL
Yabancı literatür kullanılacaksa; + 1500-2.500 TL

2 Eylül 2011

İrfan O. Hatipoğlu - Üniversitelerde intihal üzerine (CBT)

Akademik topluluk içinde intihal (aşırma/hırsızlık) ağır bir suç olarak algılanmaktadır. Nasıl bir insanın parasını, değerli bir eşyasını çalmak ne kadar suçsa, bilgiyi izinsiz, kendi ürünün gibi sunmakta aynı şekilde değerlendiriliyor. Aslına bakarsanız başkasının ürettiği bilgiyi sahiplenme parayı, bir değerli eşyayı çalmaktan daha büyük suç oluşturur.
Bilginin üretilmesi, değerlendirilmesi uzun süreli/ortak çalışma ve emek gerektirir. Aynı zamanda üretildiği andan itibaren kamunun ortak malıdır. Bu nedenle üretilen bilgiyi sahiplenmenin hırsızlık yanında etik/ahlaki boyutu da bulunur.
Ülkenizde intihal olayları –yapanın konumuna göre- gündeme getirilir ve tartışılır. Oysa üniversitelerimizde intihal yaygındır. Yaygın olması da üniversitelerimizin genel durumunu ile yakından ilgilidir. Ülkemizde toplam 165 adet üniversite vardır. Bunların 87 tanesi 2007 yılından sonra kurulmuş genç üniversitelerdir. Üniversitelerimizde 2003 yılında 1.5 milyon olan öğrenci sayısı bugün 3.5 milyona, 70 bin olan öğretim elemanı sayısı da 105 bine yükselmiştir. Sayısal verilerden anlaşılacağı gibi üniversitelerimiz kısa zamanda kurum, öğretim elemanı ve öğrenci sayısı olarak büyük oranda artmıştır. Özellikle son üç yıl içerisinde üniversiteler açılırken evrensel üniversite açma ölçütleri yerine, siyasal iktidarın istenci dikkate alındı.
Ülkemizin tüm illerinde açılan yerel üniversitelerin fiziki yapıları, eğitim teknolojileri ve öğretim elemanlarının nitelikleri açısından ciddi sorunları vardır. Değişik sorunlar içinde boğulan yerel üniversite rektörleri akademik anlamda yaşanan sıkıntıyı hafifletmek ve kurumdaki egemenliğini güçlendirmek için bilimsel nitelikleri bakmadan “yandaşlık” özeliklerini öne çıkararak akademik kadroyu tamamlama yoluna gitmişlerdir.
İkinci aşama olarak akademik unvanlı (Prof, Doç) öğretim üyesi sayısını arttırmak içinde hayali projeler üretilmiş, tamamlanmış gösterişmiş ve yapmadığı çalışmaya/yazımına katkı koymadığı makaleye isim eklenmiş, hayali yayınlar yaptırılarak, başka bir değişle “on orijinal makale oku on birincisini yaz” anlayışı özendirilerek intihal olaylarının kapısı aralanmıştır.
Üniversitelerde intihal olaylarının artmasında ana nedenlerden birisi akademik yükselme ölçütleridir. 2547 Sayılı Yükseköğretim Yasasına göre kimlerin kaç makale, kaç araştırma, kaç bildiri, kaç kitap ile Yardımcı Doçent, Doçent ve Profesör olarak atanacağı belli değildir. Konu tamamen oluşturulacak jürinin inisiyatifine bırakılmıştır. Kurulan jüriler atanacak öğretim elemanının ünvanına göre değişse de rektörlerin tavrına göre karar alırlar. Hazırlanan raporlar da daha çok objektif ölçütler yerine supjektif ölçütler içerir. Bu nedenle öğretim elemanları yayın sayısını arttırmak için intihal başata olmak üzere ahlakı değerleri yok edici çalışmalara yönelmektedirler.
Öğretim elemanlarını intihale saptıran etkenlerden biriside yerel üniversitelerde bilimsel çalışma yapmanın mümkün olmamasıdır. Anılan üniversitelerde fiziki yapı, laboratuar, yetişmiş yardımcı eleman ve diğer altyapı eksiklilikleri vardır. Öğretim elemanlarının ders yükü nedeniyle çalışmaya zamanları yoktur. Yerel üniversitelerin akademik geçmişleri, entelektüel hava olmadığından çalışma/araştırma kültürü de gelişmemiştir. Saydığımız olumsuzluklara karşın yerel üniversitelerde çalışan akademisyenler yükselme ölçütlerini yerine getirmek için daha fazla makale, kitap yazma ve araştırma yapma gereksinimi duyuyorlar. Bu duygulara üniversite üst yönetiminin özendirmesi, hoşgörüsü de eklenince intihal olayının önüne geçilemiyor.
Üniversitelerde intihal olaylarının önlenebilmesi için yeni bir üniversite yasası hazırlanmalıdır. Bu yasa ile üniversiteler iki ana gruba ayırmalıdır. Birinci grup üniversiteler araştırma üniversiteleri olarak tanımladığımız, ağırlıklı olarak lisansüstü (yüksek lisans, doktora) eğitimi verenler. İkinci grup üniversiteler lisans eğitimi veren, eğitim ağırlıklı üniversiteler olmalıdır. Akademik unvan almak ve araştırma yapmak isteyen öğretim elemanları da araştırma üniversitelerinde çalışmalarına yapmalıdır.
Böylelikle öğretim elemanları yükselme kaygısı nedeniyle intihal başta olmak üzere onurlarını zedeleyici girişimlere yönelmekten kurtulabilirler.
İRFAN O. HATİPOĞLU-Mustafa Kemal Üniversitesi (iohatip@hotmail.com)

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.