NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

30 Mayıs 2010

İntihal mi? Fitne mi? (AKŞAM)

YÖK Başkanı Özcan'ın 'İntihal ihbarı yağıyor' sözleri, gözleri intihal dosyalarına çevirdi. Bazı ihbarların hocalar arasındaki çekişmelerden kaynaklandığı belirtiliyor
YÖK son dönemde artan intihal dosyalarından başını kaldıramıyor. Halen kurumun incelediği 80-90 intihal dosyası var. YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ın önceki gün yaptığı 'Herkes birbirinin intihal yaptığını iddia ediyor, ihbar ediyor' açıklamasının ardında ilginç ayrıntılar ortaya çıktı. İddiaların bir kısmının akademik çekişmelerden kaynaklandığı belirtiliyor.

3 KOLDAN DENETİM
Üniversitelerde intihal iddiaları  3 birimden denetleniyor. Doçentlik tezi ile ilgili intihal iddiaları ÜAK Etik Komisyonu'nda, üniversitelerdeki intihal iddiaları ise üniversitelerin etik komisyonlarında ele alınıyor. Üniversitelerin yanında anlaşmazlık ve farklı iddialara ilişkin de YÖK inceleme yapıyor. İntihal olduğuna üniversite ve ÜAK'ta kanaat getirilirse son kararı YÖK Yüksek Disiplin Kurulu veriyor.

KAPATILDI DİYEN DE VAR
Üniversitede kapatılan dosyalara ilişkin de intihal iddiaları yağıyor. YÖK'e, 'Üniversite bu dosyayı kapattı', 'Rektörün arkadaşı olduğu için dosya kapatıldı', 'Üniversite gerekli inceleme yapmıyor siz inceleyin' gibi ihbarlar geliyor. YÖK bu iddialarda bazı somut deliller varsa Etik Komisyonu ve Denetleme Kurulu aracılığıyla ayrı bir inceleme yapıyor. Ancak belge yoksa iddialar ön incelemeden geçiriliyor.
KOLTUK KAVGASI
İDDİALAR gerçek dışı bile olsa inceleme zorunluluğu olduğu için 'intihal incelemesi' geçiren akademisyen bu durumdan etkileniyor. Ayrıca akademisyenler,  YÖK'te dosyaları olduğu için ilerlemede de sıkıntı yaşıyor. YÖK Üyesi Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu, intihal konularında asıl incelemenin üniversiteler tarafından yapılması gerektiğinin altını çizerek, 'Ancak bazı kamuoyuna mal olan dosyalar YÖK'e geliyor. Akademik çekişmelerden kaynaklı ihbarlar da oluyor. Bunlarda da 'belge var mı' eldeki verilere bakılıyor. Böyle çok ihbar oluyor' dedi.
 Z. Kıvanç EL / ANKARA

28 Mayıs 2010

Prof.Dr.Güneş Uçar - Atıflı Aşırmacılık (CBT)

Cumhuriyet Bilim Teknik, 28.05.2010
YÖK yönetmeliği atıflı aşırmayı da kapsayacak şekilde, aşırmanın net tanımı yeniden yapılmalı, bununla birlikte aşırmacılıktan başka sahtecilik, verilerin çarpıtılması, hak edilmemiş yazarlık gibi bilim ahlakına aykırı eylemleri de cezalandıracak düzenlemeler anılan yönetmelikte yer almalı, akademik yükseltmelerde değerlendirilen eserlerde bilim etiğine aykırı davranıldığının ortaya çıkması halinde verilen unvanlar geri alınmalıdır. 
Prof. Dr. Güneş Uçar, İ.Ü. Orman Fakültesi Öğretim Üyesi, ucarg@istanbul.edu.tr
Bilimsel yayınlar yapılırken özenle uyulması gereken bilim etiği kuralları, yazarların birçoğu tarafından bilinçli ya da bilinçsiz şekilde göz ardı ediliyor. Bilim etiği ihlalleri arasında aşırmacılık kuşkusuz en ağır olanıdır. Aşırma veya intihalin en önemli özelliği başka yazarların fikir ürünü olan eserlerinin tamamını veya bir bölümünü sahiplenme, kendi eseri imiş gibi yayımlamaktır.
Bir bilimsel makalede usulüne uygun şekilde atıf yaparak başka yazarlara ait bilgilerden, bulgulardan yararlanmak doğaldır. Atıf yoluyla yararlanmada makalenin atıflı bölümünde yazara ait bilgi, bulgu veya fikirlerin yararlanılan kaynaktaki bilgi, bulgu veya fikirlerle ilişkilendirilmesi esastır. Bu ilişkilendirme karşılaştırma, onaylama, aksini iddia etme, kendi görüşlerini destekletme vb olabilir. Atfın en önemli özelliklerinden biri, bu yolla yararlanılan bilgi, bulgu vb. hususların az ve öz olmasıdır. Bir eserin büyük bölümü yazar(lar)ının bulgularını, yorum ve değerlendirmelerini veya fikirlerini içermelidir.
Başkalarının bilimsel eserlerinden yararlanmanın bir diğer yolu da alıntı veya iktibastır. Alıntılanan paragraf veya kısmın gösterdiği en çarpıcı özellik, alıntı yapan kişiye ait hiçbir şey içermemesi tamamen başka yazarların kalemlerinden çıktığı şekilde veya bire bir tercümesi olarak kullanılmış olmasıdır.
Bir eserde alıntılanan bölümlerin alıntı olduğunu, eserin yazarına ait herhangi bir şey içermediğini yazar okuyucuya göstermek, yani alıntının okuyucu tarafından hemen anlaşılmasını, fark edilmesini sağlamak zorundadır. Bunu yazar metin içerisinde “aşağıdaki paragrafta yazılanlar şu kişinin yazdığı şu eserin şu sayfalarından alınmıştır” şeklinde belirtebileceği gibi, alıntıları çift tırnak içerisine alarak veya farklı bir yazı formunda yazarak ve kaynak göstererek de yapabilir. Böylece okuyucu açık ve net olarak metnin alıntı olan paragraflarındaki bilgilerin, bulguların, fikirlerin yazar(lar)a ait olmadığını, alıntının kaynağı olarak gösterilen başka yazar(lar)a ait olduğunu bilir. Alıntı yapan yazar da başkalarının kalemlerinden çıkan alıntıları sahiplenmemiş, kendine ait imiş gibi yayımlamamış olur.
ALINTI MI DEĞİL Mİ?!
Bazı kişiler bir makaleden birebir çeviri şeklinde veya doğrudan alıntı yapmakta, arkasına da o makalenin yazarlarını kaynak olarak eklemektedir. Bu kısımlar tırnak içerisinde gösterilmediği veya farklı bir yazı fontuyla yazılmadığı ya da alıntı olduğu metin içerisinde belirtilmediği için, bu tür bir alıntının okuyucu tarafından fark edilmesi mümkün değildir.
Böyle bir makalede, makalenin alıntı olan kısmı veya bölümleri yazarın kendisine ait hiçbir şey içermediği, yazar bu alıntıları kendine ait imiş gibi yayımlamış olduğu için yine aşırma (intihal) gerçekleşmekte. Bir makalede alıntılar yapılmış, fakat tırnak içerisine alınmayarak veya farklı bir yazı şekliyle yazılmayarak okuyucunun bu kısımların alıntı olduğunu fark etmemesi sağlanmış ise, böyle bir durumda atfın asıl amacının aşırmayı ustaca gizlemek olduğu ortadadır. Bu aşırma biçimini atıflı aşırma olarak tanımlamak gerekir.
Aşırmacılığın gerek Yükseköğretim Kurumları Yönetici Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’nde (madde 11a/3) [1], gerek TÜBİTAK Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu (AYEK) Çalışma Esasları’nda (madde 8) [2] ve gerekse birçok üniversitenin bilim etiği ilkelerinde yalnızca “kaynak göstermemiş olmak”la ilişkilendirilmiş olması, örtülü bir yağmalama biçimi olan atıflı aşırmacılığı meşrulaştırıyor ve “başka eserlerden yararlanma yöntemlerinden biri” olarak görülmesini sağlıyor. “Yükseköğretim Kurumları Yönetici Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği”nin 11a/3 maddesinde aşırma suçu şöyle tanımlanmakta: “Madde 11a/3: Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek.”
Bu tanım bir makalenin bir kısmının veya tamamının kopyalanarak veya tercüme edilerek kullanılabileceği, kaynak gösterildikten sonra da mesele kalmayacağı şeklinde yorumlanabilmekte. Şikâyet üzerine yapılan bilirkişi incelemelerinde alıntı oldukları fark edilmeyen bölümler içeren makalelerin birkaç yerine yapılmış atıflardan hareketle kişiler suçsuz bulunuyor. Bilirkişi raporlarında özellikle Yüksek Öğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliği’nin yukarıdaki 11a/3 maddesindeki tanımın esas alınarak, alıntılar içeren makalenin bazı yerlerinde kaynak gösterilmiş olması nedeniyle intihal bulunmadı, deniyor.
TÜBA yayınları arasında yer alan Prof. Dr. Ayşe Erzan’ın editörlüğünü yaptığı 2008 yılında basılmış Bilim Etiği El Kitabı’nın [3] Yayın Ahlakı başlıklı 3. Bölümü’nün 42. sayfasında tırnak içinde yazılmayarak metinden ayrılmamış alıntıların aşırma olacağı bildirilmektedir:
“Eğer bir makale ya da kitaptan (bu kitap eğitsel ya da popüler bir kitap da olabilir) alıntılar yapılacaksa, alıntılanan tüm kısımların çift tırnak işareti içine alınarak ya da farklı punto ile veya başka bir yöntemle metinden ayrılması ve her birine ayrı kaynak gösterilmesi gerekir. Eğer alıntılar birkaç cümle ya da kısa bir paragrafı geçiyorlarsa, bunların alıntı işaretleri içinde bile kullanılabilmeleri için, orijinal kitap ya da makalenin yayıncısından (ve telif hakkı anlaşmasına göre gerekiyorsa yazarlarından) yazılı izin alınması gerekir. Aksi halde aşırma yapılmış olur.”
Bu kitap, evrensel bilim etiği ölçütlerini yansıtan, özellikle de atıflı aşırmalar yoluyla konunun istismarına izin vermeyecek şekilde hazırlanmış bir kaynaktır. Üniversitelerimizde aşırmacılığın önüne geçilememesinin önemli nedenlerinden biri de, 11a/3 maddesinde intihal suçunun yetersiz tanımlanmış olmasıdır.

AKP'nin hocası intihalci çıktı (Cumhuriyet)

 AKP Siyaset Akademisi'nde geleceğin siyasetçilerine ders veren Selçuk Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Abdullah Topçuoğlu, aynı üniversitedeki arkadaşının makalesinden intihal yapmış. Fırat Kozok
Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde yaşanan intihal skandalının bir benzeri de AKP’de ortaya çıktı. Yıllardır AKP Siyaset Akademisi’nde ders veren, 2005’te RTÜK ve TRT Yönetim Kurulu üyeliğine aday gösterilen Konya Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Abdullah Topçuoğlu’nun aynı üniversitedeki bir başka hocadan intihal (bilimsel aşırma) yaptığı, Yargıtay kararıyla kesinleşti.

Selçuk Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Himmet Hülür, 1993 yılında yayımladığı “Ethnic Conflict, Ethnick Nationalizm and Nation Satte” başlıklı makalenin, 1995 yılında Topçuoğlu imzası ve “Ulus Devlet ve Etnisite Olgusu” başlığıyla bir dergide yayımlandığını ve bu durumu yeni fark ettiğini ileri sürerek, 2005 yılında Ankara 2. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nde dava açmıştı. Davayı inceleyen mahkeme, bu iddiayı yerinde bularak Topçuoğlu aleyhine 3 bin lira manevi tazminat cezasına karar vermişti.

Topçuoğlu’nun bu karara yaptığı itiraz üzerine dosya Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’ne gönderildi. Başvuruyu inceleyen Yargıtay ise Topçuoğlu’nun itirazını reddetti ve yerel mahkemenin intihal kararını onayladı.

Karara göre Topçuoğlu, Hülür’e 3 bin liralık tazminatı 1995’ten bu yana işleyen yasal faiziyle birlikte ödeyecek. Yargıtay’ın onama kararının, Topçuoğlu’nun görev yaptığı Konya Selçuk Üniversitesi’ne gönderildiği öğrenildi. YÖK’ün Topçuoğlu ile ilgili nasıl bir karar vereceği merak konusu.

Özcan: İntihal iddialarında artış var

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, intihal iddialarında artış olduğunu belirterek, ''Herkes birbirinin intihal yaptığını iddia ediyor, ihbar ediyor'' dedi.
Yüksek Disiplin Kurulu sıfatıyla toplanan YÖK Genel Kurulu toplantısına ara verildiği sırada gazetecilerin sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Özcan, toplantıda, disiplin dosyalarının ele alındığını kaydetti.
İntihal ile ilgili dosya bulunup bulunmadığı sorusu üzerine Özcan, dosyaların çoğunun intihal konusunda olduğunu ifade etti. Bu konudaki ihbarlara ilişkin soruya Özcan, ''İntihal iddialarında artış var. Herkes birbirinin intihal yaptığını iddia ediyor, ihbar ediyor. Bu dosyalara bakıyoruz. Elimizde bu konuyla ilgili 80-90 dosya bulunuyor'' yanıtını verdi.
Özcan, üniversite kontenjanlarının ne zaman netleşeceğinin sorulması üzerine de sayıların henüz belirlenmediğini söyledi. Konuyla ilgili çalışmaların sürdüğünü belirten Özcan, kontenjanların, 10 Haziran Perşembe günü yapılması planlanan Genel Kurul toplantısında ele alınmasının planlandığını kaydetti. Özcan, ''Üniversitelerin kontenjanlarında bu yıl çok artış olmaz. Geçen seneye göre daha az olur'' dedi.(AA)

27 Mayıs 2010

Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu - Dağdan Aşırma, Düz Yolda Şaşırma... (soL)

Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığına seçilmesi, basının bir bölümünde CHP haberlerini üst sıraya taşıdı. Tam da böylesi bir ortamda, 26 Mayıs tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşetine bir üniversite haberi düşmüş. Merakla okudum. “İntihal” işlerinden bahsediyordu.
Şu sıralar akademik intihal haberleri üzerine bir furya yaşanır görülüyor. Yeni kurulmakta olan ve Almanca öğretim yapılacak bir üniversitenin başına, intihal kusuruyla anılan bir adayın, rektörlük tercihinde YÖK’çe birinci sıraya oturtulması ve Cumhurbaşkanınca atanması kıyamet kopmasına neden oldu. Gazetedeki yeni haberin içeriğine sonra değineceğim; ancak önce akademi dünyasına aşina olmayan okurlar için, biraz da bu “intihal” nedir (?) işine özetle bir bakalım istiyorum.
İntihal, kısaca başkasına ait bir fikir, düşünce ya da eseri aşırma, apartma ve kendine mal etme sahteciliğini tanımlıyor. Bakıldığında, kimse kimsenin evine girip hırsızlık yapmıyor; ama intihalci, başkasının fikrini düşüncesini, o kişiden izin almadan, kaynak göstermeden sanki kendisine aitmiş gibi yürütüyor. Ağır bir hırsızlık vakası. Bu nedenle de intihal işi etik dışı sayılıyor.
Sırası gelmişken, intihal işi düpedüz bir ahlâksızlık gibi görünürken, böyle anılmaz da, neden etik dışı denir; bir de ona not düşeyim. TDK-Türkçe Sözlük (7. baskı-1983), ahlâk maddesine birden çok tanım getirmiş; felsefi anlamını da kapsayanı alıntılayım: Ahlâk, “belli bir toplumun, belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranış kurallarını saptayan ve inceleyen bilim” olarak tanımlanıyor. Etik ise, Hacettepe Üniversitesi Araştırma ve Yayın Etiği İlkeleri yönergesinde, “insanlar arası ilişkilerde yaşanan değer yargıları sorunlarını inceleyen ve bu konulara ilişkin bilgiler ortaya koyan bir alan” olarak tanımlanıyor.
Bu iş, bütün dünyada yapılan bir sahtekarlık işi. Kuşkusuz, insanların böylesi bir sahtekarlıktan, hırsızlıktan muzdarip olmaları genetik nedenlerle değil; esasen sosyo-ekonomik ve kültürel nedenlerle bu tercihlere sürüklenmeleri. Bu da bir diğer değinme noktası.
İntihalcilik işleri, Türkiye’de 2547 sayılı kanunla kurulan YÖK öncesi dönemde var mıydı? O dönem öncesi insan sayısı üniversitelerde giderek azalmaktadır. Olup, olmadığı biraz gridir. Ancak olduğuna ilişkin kimi kanıtlar, sonrasında ortaya çıkmıştır. 1980 öncesi akademik mahfellerde fazlaca bilinmeyen, konuşulmayan bu işlerin en önemli örneği, YÖK sonrası, ilk YÖK Başkanı Doğramacı’nın başına patlamıştır. Doğramacı'nın, “Annenin El Kitabı” adlı çalışmasında, Amerikalı bilim adamı Benjamin Spock'un kitabından intihal yaptığı savını, Prof. Dr. Hasan Yazıcı kamuoyunun bilgisine taşımıştır. Sonuçta suç sübut (tanıtlanma) ettirilmemiş, Yazıcı ateşlerde bırakılmış ve fakat kamu vicdanı pekala oluşmuştur.
Demem odur ki, intihal ve intihalcilik marifetleri, Türkiye üniversitelerinin, YÖK üniversitelerine dönüştürüldüğü çağda başımıza tebelleş edilmiştir. Makam, mevki ve ünvan sahibi olma gereği olarak “akademik yayın” yapma, neredeyse bir zorunluluk olarak özendirilince, işin kokusu ortalığı birden boyamış ve aşırmacılık, götürücülük işleri nasıl yapılır; içimizden öğrenenler çabuk çıkmıştır.
Yayın gibi, yayın etiği de üniversitenin olmazsa olmazlarındandır. Neredeyse her üniversitenin, araştırmalara ilişkin yayının nasıl yapılacağını düzenleyen etik ilkeleri ve hukuki düzenlemeleri bulunmaktadır. Yayın etiğine aykırı davranışta bulunan akademi ehli, YÖK kanunu ve bağlı yönetmelikleri uyarınca suçlu bulunduğunda, üniversite öğretim üyeliği mesleğinden ve kamu görevinden çıkarma cezasına uğratılabilmektedir.
Düzenlemelere ilişkin örnek alınacak ilk belge TÜBİTAK’a ait. TÜBİTAK araştırma ve yayın etiği kurulu çalışma esasları belgesinde, yayın etiği ile uyumlu olmayan temel normlar şöyle saptanmış:
“- Uydurma (Fabrication): Araştırmada bulunmayan verileri üretmek, bunları rapor etmek veya yayımlamak.
- Çarpıtma (Falsification): Değişik sonuç verebilecek şekilde araştırma materyalleri, cihazlar, işlemler ve araştırma kayıtlarında değişiklik yapmak veya sonuçları değiştirmek.
- Aşırma (Plagiarism): Başkalarının fikirlerini, metodlarını, verilerini, yazılarını ve şekillerini sahiplerine atıf yapmadan kullanmak.
- Duplikasyon (Duplication): Aynı araştırma sonuçlarını birden fazla dergiye yayım için göndermek veya yayımlamak.
- Dilimleme (Least Publishable Units): Bir araştırmanın sonuçlarını, araştırmanın bütünlüğünü bozacak şekilde ve uygun olmayan biçimde parçalara ayırarak çok sayıda yayın yapmak.
- Desteklenerek yürütülen araştırmaların sonuçlarını içeren sunum ve yayınlarda destek veren kurum veya kuruluşun desteğini belirtmemek.
- Araştırma ve makalede ortak araştırıcı ve yazarların yazılı görüş birliği olmadan, araştırmada ve makalede aktif katkısı bulunanların isimlerini çıkarmak veya yazarlıkla bağdaşamayacak katkı nedeniyle yeni yazar(lar) eklemek veya yazar sıralamasını gerekçesiz veya uygun olmayan bir biçimde değiştirmek.
- Araştırma ve yayın etiği ilkeleri ile bağdaşmayan diğer davranışlarda bulunmak.”
Görüldüğü üzere akademik yayın konusunda sahtekarlığın pekçok biçimi var. Yani azmetmeye gör. İntihal (aşırma, plejiarizm) işi, sadece örneklerden birisi. Oysa yurdum akademisyeni toptancı bir biçimde hepsine intihal deyip, çıkıyor. Örnek olsun, aşırmacılık başlığı altında yer alan etik dışı davranışlardan birisi “korsanlık (piracy)” suçlamasını içeriyor. Korsanlık, başka birisine ait yapıtı (yazılı, basılı ve elektronik ortamdaki yapıtı), sanatsal uygulamaları, olduğu gibi alarak kendi adıyla sunmak olarak tanımlanıyor. Hani Doğramacı’ya atfedilen de, aşırmacılığın işte bu cinsiydi.
Şimdi dönelim gazete haberine. Mekan yurdum üniversitelerinden Ondokuz Mayıs Üniversitesi. Tıp Fakültesinden kadın-doğumcu ve cerrah kimi öğretim üyeleri, bir araştırmalarına ilişkin verileri derleyip, toparlayıp uluslararası bir dergide yayımlıyor. Sonrası, bulgu ve sonuçlarının başka bir yurdum üniversitesi hocalarının araştırmasına ait olduğu anlaşılıyor. Dergi, bu aşırmacılık nedeniyle makaleyi yok saydığını ilan ediyor. Bu kez de OMÜ rektörü hoca, soruşturmanın genişletilmesini ve derinleştirilmesini istiyor. Gazete, genişleyen ve derinleşen soruşturmadan rektör hocaya bir piyangonun çıktığını da haberleştiriyor. Rektör hoca, TÜBİTAK bilim kurulu üyesi ve 2004 lerde kendi çalışmasını dilimleyerek iki farklı dergide yayımlatmış. Önce bunları basan dergiler, durumun farkına vardıklarında etik olmadığı gerekçesiyle bu makaleleri şimdi yok saydıklarını ilan etmişler. Birşeyler söylenmesi hayli güç bir durum. Meraklıları haberi, kaynağından daha da ayrıntılı öğrenebilirler.
İkinci değinme noktasına gelince:
Bilim insanına ilişkin tanımlamalar gündeme geldiğinde, bilimle uğraştan dolayı, bilimciye de kimi kez taşıyamadığı erdemler yüklenmektedir. En çok ileri sürülenleri de, dürüstlük, açıklık, yalanbilmezlikle bilimsel doğruları sonuna değin söyleme, savunma, öğretme ve yaymadır. Söylemenin, bildirmenin, yaymanın en kalıcı biçimi yayın işinden geçer. Öyleyse bilimci, bilimsel yönteme uygun bulgu ve sonuçlarını çıplak gerçeklik ve doğruluğu içinde, ancak yayımlayarak yayabilir. Bunu yaptığında erdemli özelliklerini bir kez daha parlatmış da olacaktır. Nereden bakılsa, bilimcilere kutsanmış bir ruhban sınıfı gömleği giydirilmiş gibi görünüyor. Oysa durum pek de öyle değildir.
İşin göstergesi üniversitenin tarihsel köklerinde ve üretim ilişkileri içinde yatmaktadır. Burjuva devrimciliği ve aydınlanmacılığı, kilisenin tasallutuna karşı önemli bir mevzii olarak üniversiteyi öncelemiştir. Dinsel bağnazlıktan kurtulup, önü açılan bilimsel bilgi birikiminden teknolojiye dönüşüm, sermaye birikiminin de önünü önemle açmıştır. Bilimden rafine edilmiş teknolojilerin sonucu olan ürünleri (üretim araçları ve yöntemlerini) kendi mülkiyetine geçirme becerisini gösteren burjuvazi için, akademi bu nedenle bugün de olduğu gibi, her çağda ve kapitalizmin her evresinde son derece önemli olmuştur.
Akademik faaliyetler, kendi içinde kapalı çevrede bir hiyerarşi ve mülkiyet sürecini içermektedir. Yayın, akademik yaşamının başındaki her öğretim elemanı için, “sui generis” bir meta haline dönüşmüş bulunmaktadır. Yayın sayısının arttırılması, yayına yapılan atıfla yayının ve yayımcısının bilimsel değerinin yükselmesi gibi kimi kazanımlar, akademide ilerlemenin de en önemli ölçütü haline gelmiştir. Aynı alanda, aynı veya benzer konularda çalışanların üstünlük rekabeti de yayın çabasına yansıyan etmenler arasında bulunmaktadır.
Akademik ünvan, bilimciye kazanç anlamında özlük hakkı da sağlamaktadır. Ünvan büyüdükçe, bilimin piyasalaştırılmasının önündeki engeller ortadan kalkmaktadır. Sonuçta, elde edilen akademik statülerin “sürdürülebilir” bir gelişkenlik içinde tutulması da, yayın faaliyetinin devamlılığını belirlemektedir.
Yayınla gelen akademik sıçramalar ve yayının devamlılığıyla sağlanan akademik statülerin sağladığı özelleşmiş diğer çıkarlar, deyim yerindeyse kimi bilimcileri baştan çıkaran etmenler olmaktadır. Sermaye sisteminin düzenleyici ögeleri, bilimciyi sermayenin bir parçası haline getirip, taşeronlaştırmakta ve böylece birey kimliği ile kendisine ve bilimine yabancılaşma da, bağlamıyla bilimcinin yaşadığı en ağır etik erozyon olarak açığa çıkmaktadır.
Bunca yıl üniversitenin havasını kokladıktan sonra vardığım sonuç, toptancılık sayılmamalıdır. Yayın etiği meselesinin özünde, insanı kendisine yabancılaştıran kapitalist sistemin bozuklukları yatmaktadır.
nuriabaci@gmail.com

26 Mayıs 2010

Üniversitede skandal (Cumhuriyet)

Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde bazı öğretim üyelerinin uluslararası dergilerde yayımlanan makaleleri, “intihal” yani bilimsel aşırma ve “mükerrer” olduğu gerekçesiyle yok sayıldı. Soruşturma açtıran Rektör Prof. Akan’ın makalelerinden ikisi de sorunlu çıktı. Yönetmeliğe göre “intihal”in yaptırımı “öğretim mesleğinden men”. UTKU ÇAKIRÖZER / MAHMUT LICALI’nın haberi

ANKARA - Ondokuz Mayıs Üniversitesinde (OMÜ) aralarında Rektör Prof. Hüseyin Akanın da bulunduğu bazı öğretim üyelerinin uluslararası dergilerde yayımlanan makaleleri,intihal (bilimsel aşırma) vegereksiz, mükerrer yayıngerekçesiyle etik bulunmayıp bilimsel yayınlar arasından geri çekildi.
OMÜ Tıp Fakültesi Doğum ve Kadın Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. İdris Koçak ve Cerrahi Bilimler Bölüm Başkanı Prof. Cazip Üstünün ortak hazırladığıEffects of metformin on insulin resistance, androgen concentration, ovulation and pregnancy rates in women with polycystic ovary syndore following laparoscopic ovarian drillingbaşlıklı makale, Ocak 2006’da Journal of Obstetric Ginecologic Researchdergisinde yayımlandı. Derginin Şubat 2010da yaptığı açıklamada, Koçak ve Üstünün makalesinin, aralarında Erciyes Üniversitesi Rektörü Fahrettin Keleştimurun yazdığı bir makalenin de yer aldığı iki farklı yayından intihal yapılarak hazırlandığı vurgulanarak bilim ortamından çekildiği duyuruldu. Koçak ve Üstünün, atıf yapmadıkları diğer iki makaleden paragraf paragraf alıntı yaptıkları ve tabloları kopyaladıkları ileri sürüldü. Koçak hakkında Nisan 2009’da sahte belge düzenleyerek Üremeye Yardımcı Tedavi Yöntemleri Eğitim Sertifikası aldığı suçlamasıyla Sağlık Bakanlığı tarafından soruşturma başlatılmıştı.
Koçak ve Üstünün makalelerinin aşırma olduğunun ortaya çıkması üzerine Prof. Akanın talimatıyla Tıp Fakültesi Dekanlığınca soruşturma başlatıldı. Koçak ve Üstünün de üniversite yönetimine Biz kendimiz fark ederek, özür dileyerek makalemizi çektik açıklaması yaptıkları öğrenildi. İntihalin doğrulanması durumunda dosyanın YÖKe gönderileceğini belirten Akan, YÖKün yönetmeliğine göre bunun cezası meslekten men. Ama 2 yıllık zamanaşımı süresi var. İntihalle kazanılan doçentlik ya da profesörlük varsa zamanaşımı kalkabilir dedi.
Öte yandan TÜBİTAK Bilim Kurulu üyesi de olan Akanın 2004 yılında iki farklı dergide yayımlanan makalelerinin, birbirinden mükerrer yayın sayılarak bilim ortamından geri çekildiği ortaya çıktı. Akanın Doç. Dr. Tolga Aksöz, Doç. Dr. Mehmet Çelebi ve Uzman Dr. Banu Bağlan Sakan ile yazdığı Does the Oropharyngeal Fat Tissue Influence the Oropharyngeal Airway In Snorers adlı makale Korean Journal of Radiology (KJR)dergisinin Nisan-Haziran 2004 sayısında yayımlandı. Akan ve Aksöz, makaledeki aynı hasta grubu ve aynı araştırma bulgularını kullanarak Doç. Dr. Ümit Belet ve Prof. Teoman Şeşen ile birlikte Dynamic Upper Airway Soft-Tissue and Caliber Changes in Healty Subjects and Snoring Patients isimli makaleyi de American Journal of Neuroradiology (AJNR) adlı derginin Aralık 2004 sayısında yayımladı. İki makale arasındaki benzerlikleri ilk fark eden KJR, Mayıs 2007de ilk makalenin bilim dünyasından çekildiğini duyurdu. Eylül 2007de de AJNR dergisi kendi dergilerinde yayımlanan ikinci makalenin de geri çekilmesi kararını açıkladı. Akanın savunmasına da yer veren AJNR, iki makalenin mükerreryayın olduğunu ve bunun etik olmayan bir davranış olduğunu vurguladı.
Rektör Akan, Cumhuriyete yaptığı açıklamada kendi durumunun intihal oluşturmadığını savundu. Akan, Bizim yaptığımız aynı grup hastayla çalışmış olmak. Hem sabit yapıları, hem de hangi değişiklikler oluyor, bunu ölçelim dedik. Dergi aynı hasta grubuyla çalışmanın tek makalede toplanmasından yana. Önceki makale zikredilebilirdi, diyorlar. İtiraz ettim ama onlar çekme kararı alınca yayın listemden çıkardım diye konuştu. Akan, iki makalenin aynı tarihlere denk gelmesi nedeniyle birbirine atıf yapılamadığını ifade etti.

20 Mayıs 2010

Sahte Doktora iddiasına tekzipli yanıt

Bir gazetede çıkan ve Diyanet'in parası ile sahte doktora yaptığı iddia edilen Mustafa Helvacı haberi yalanlandı...

Melih Aşık - İntihal rezaleti (Milliyet)

Bir üniversite öğretim üyesinin “intihal” yani “aşırma” ile suçlanması ciddi olaydır. Bir akademisyen için zaten daha ağır bir suçlama düşünülemez. O yüzden ciddi bir öğretim üyesi böyle bir suçlamanın altında yaşayamaz.  Tabii o öğretim üyesinin çalıştığı kurum da...
Ancak intihal suçlamasına karşı ne suçlamaya hedef olan Prof. İzzet Özgenç’ten ne de görev yaptığı YÖK’ten en küçük bir ses çıkıyor...
Bırakın bir açıklama yapmayı... YÖK intihalle suçlanan bu üyesini ödüllendirdi, kurulacak Türk - Alman üniversitesine birinci sıradan rektör adayı bile gösterdi...
İzzet Özgenç’le ilgili intihal suçlamasını bir süre önce Eğitim Sen yaptı. İddiaya göre, YÖK Yürütme Kurulu üyesi olan Prof. Dr. İzzet Özgenç’in 1997 yılında hazırladığı doçentlik çalışması, büyük ölçüde, Almanya’nın Osnabrück Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hans Achenbach’ın 1974 yılında Berlin’de yayımlatılmış bulunan  “Historische und dogmatische Grundlagen der strafrechtssystematischen Schuldlehre” isimli eserinden alınmıştır. Toplam 132 sayfa olan doçentlik tezinin ilk elli sayfası doğrudan Achenbach’ın eserinden kaynak belirtilmeden aktarılmıştır. Burada kullanılan 290 referansın 202 adedi doğrudan ve sıralı bir biçimde Achenbach’ın eserini takip etmektedir.
Belgeler 25 Şubat 2010 günü, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’a sunuluyor. Sendikanın bilgilendirilmesi isteniyor,. Ancak aradan üç ay geçtiği halde YÖK’ten ses seda çıkmıyor.
Üstüne üstlük Özgenç rektörlüğe aday gösteriliyor.
Çürümüşlüğün bu kadarı fazla değil mi?

17 Mayıs 2010

EĞİTİM SEN - YÖK, İntihal İddialarını Görmezden Gelip İzzet Özgenç’e Ödül mü Veriyor?

Kurumların yöneticisi olan kişilerden yönettikleri kurumların hukuki ve etik ilkelerine uygun davranmaları beklenir. Bugün Yüksek Öğretim Kurulu’nda, üniversiteler için en büyük günah sayılan “bilimsel aşırma” (intihal) fiilini işlemiş olduğu iddia edilen bir kimse görev yapmaktadır. Yakın zamana kadar Yüksek Öğretim Kurulu Başkanvekilliği görevini yürüten, bugün YÖK Yürütme Kurulu üyesi olan Prof. Dr. İzzet Özgenç’in 1997 yılında hazırladığı doçentlik çalışmasının esasını Almanya’nın Osnabrück Üniversitesinde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Hans Achenbach’ın 1974 yılında Berlin’de yayımlatılmış bulunan “Historische und dogmatische Grundlagen der strafrechtssystematischen Schuldlehre” isimli eserinin oluşturduğu iddiası ortadadır.
Şimdi de hakkında intihal yaptığı yolunda iddialar bulunan İzzet Özgenç’in kurulacak olan Türk-Alman Üniversitesine YÖK tarafından birinci sırada rektör adayı olarak önerildiği haberi, basın-yayın organlarında yer almıştır. Hakkında intihal haberleri olan ve bunun karşısında suskunluğunu koruyan bir isim olan İzzet Özgenç, hem rektörlük için adaylık başvurusu yapmakta bir sakınca görmemiş; üstüne üstlük de YÖK Genel Kurulu kendisini bu üniversitenin rektörlüğü için birinci sıradan aday olarak göstermiştir.
Eğitim Sen olarak soruyoruz: YÖK, İzzet Özgenç hakkında ortaya attığımız iddiaları inceleyip, iddiaların aksini mi ispatlamıştır? Böylece İzzet Özgenç’in rektör olarak atanmasında bir sakınca olmadığı kanaatine mi varılmıştır? Yoksa YÖK, İzzet Özgenç hakkındaki iddiaları inceleyip intihal iddialarının doğruluğuna inanarak bilimsel hırsızlığı özendirmek ve teşvik etmek adına İzzet Özgenç’e ödül vermeyi mi uygun görmüştür? YÖK’ün rektör atama kriterlerinde bilimsellik yerine yandaşlık mı birinci sıradadır? Tüm bu sorular ortadadır ve yanıtlanmayı beklemektedir. Eğitim Sen bu soruların yanıtlanması için konunun takipçisi olmayı sürdürecek ve her türlü hırsızlığa olduğu gibi, bilimsel hırsızlığa karşı da mücadelesini yürütmekten geri adım atmayacaktır.
EĞİTİM SEN MERKEZ YÖNETİM KURULU

10 Mayıs 2010

YÖK, “intihalci” üyesini kayırıyor (soL Haber)

132 sayfanın 50’si, 290 referansın 202’si “aşırma”
Raporda, aşırma iddiasına konu olan tezin esasını Almanya’nın Osnabrück Üniversitesinde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Hans Achenbach’ın 1974 yılında Berlin’de yayımlanan “Historische und dogmatische Grundlagen der strafrechtssystematischen Schuldlehre” isimli eserinin oluşturduğu belirtiliyor. Ayrıca, İzzet Özgenç’in toplam 132 sayfa olan doçentlik tezinin “doktrinel orijinallik” taşıyan ilk 50 sayfasının doğrudan Achenbach’ın eserinden kaynak belirtilmeden aktarıldığı da vurgulanıyor. Burada kullanılan 290 referansın 202 adedinin doğrudan ve sıralı bir biçimde Achenbach’ın eserini takip ettiğine dikkat çekilirken, raporda son olarak “Özgenç’in intihal fiilinin sabit olduğu” ifade ediliyor.>>>

7 Mayıs 2010

YÖK BAŞBAKANIN DANIŞMANINI NASIL KAYBETTİ? (ODA TV)

Odatv olarak 1 Mart 2010 tarihinde YÖK Genel Kurulu üyesi İzzet Özgenç hakkında bir haber yaptık. Haberde geçmişte Başbakan Erdoğan'a danışmanlık da yapan Özgenç'in doçentlik tezinde intihal olduğunu iddia eden bir raporun Eğitim-Sen tarafından YÖK'e sunulduğunu anlatılıyordu.
Raporun iddiasına göre Özgenç’in doçentlik tezinin esasını Prof. Dr. Hans Achenbach’ın 1974 yılında yayımlamış olduğu “Historische und dogmatische Grundlagen der Strafrechtssystematischen Schuldlehre” isimli eserinin oluşturuyordu.
Özgenç’in doçentlik tezi 132 sayfadan oluşurken, Türk bilim dünyasına bilimsel katkı yaptığı ileri sürülen 50 sayfalık kısmı belirtilen Alman Profesörünün eserinden kaynak göstermeden çevrildiği Eğitim-Sen tarafından YÖK’e iletililen raporda anlatıldı. Ayrıca Özgenç’in doçentlik tezinin ilk bölümünde yer alan 290 referansın 202 tanesinin doğrudan ve sıralı bir biçimde Achenbach’ın eserini takip ettiği de söz konusu raporda ifade edildi.
Bu raporun YÖK'e sunulmasının ardından iki ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen YÖK halen bir açıklamada bulunmadı. Eğitim-Sen bunun üzerine önceki gün bir basın açıklaması yaparak YÖK'ün konu hakkında kamuoyunu bilgilendirmesini istedi.
İşte Eğitim-Sen'in o açıklaması:
YÖK İZZET ÖZGENÇ İLE İLGİLİ İNTİHAL İDDİALARI KONUSUNDA NEDEN SUSKUN
Kurumların yöneticisi olan kişilerden yönettikleri kurumların hukuki ve etik ilkelerine uygun davranmaları beklenir. Bugün Yüksek Öğretim Kurulunda, üniversiteler için en büyük günah sayılan “bilimsel aşırma” (intihal) fiilini işlemiş olduğu iddia edilen bir kimse görev yapmaktadır. Yakın zamana kadar Yüksek Öğretim Kurulu Başkanvekilliği görevini yürüten, bugün YÖK Yürütme Kurulu üyesi olan Prof. Dr. İzzet Özgenç’in 1997 yılında hazırladığı doçentlik çalışmasının intihal olduğuna dair kapsamlı bir rapor sendikamıza ulaştırılmıştır. Bu konudaki iddialar, bazı internet sitelerinde de yer almıştır.
Raporda şu değerlendirmeye yer verilmiştir. “ Üç kez reddedildikten sonra kabul edilen intihale konu tezin esasını Almanya’nın Osnabrück Üniversitesinde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Hans Achenbach’ın 1974 yılında Berlin’de yayımlatılmış bulunan “Historische und dogmatische Grundlagen der strafrechtssystematischen Schuldlehre” isimli eseri oluşturmaktadır. İzzet Özgenç’in toplam 132 sayfa olan doçentlik tezinin “doktrinel orijinallik” taşıyan ilk elli sayfası doğrudan Achenbach’ın eserinden kaynak belirtilmeden aktarılmıştır. Burada kullanılan 290 referansın 202 adedi doğrudan ve sıralı bir biçimde Achenbach’ın eserini takip etmektedir. Seksen sayfalık genel raporda ve ekinde sunulan aşırma atıf aktarım listesinde de görüleceği üzere Özgenç’in intihal fiili sabittir.
İzzet Özgenç, Türkiye üniversite sistemi ve siyaset sahnesinde tanınmış bir isimdir. Başta Terörle Mücadele Yasası, Türk Ceza Yasası ve Ceza Muhakemesi Yasası olmak üzere, ceza hukukunun temel alanlarındaki düzenlemelerin hazırlık aşamasında doğrudan söz sahibi olmuştur.
Yukarıda dile getirilen iddialarla ilgili bilgi ve belgeler, 25 Şubat 2010 günü, sendikamızca doğrudan Yükseköğretim Kurulu Başkanı Sayın Yusuf Ziya Özcan’a sunulmuş, iddiaların doğru olup olmadığı kanıtlanıncaya değin İzzet Özgenç’in istifasının istenmesinin bilimsel dürüstlük açısından zorunlu olduğu, iddialarla ilgili gerekli araştırmanın ivedilikle başlatılması ve sonucu hakkında sendikamızın bilgilendirilmesi istenmiştir. Ancak YÖK, aradan yaklaşık iki aylık bir süre geçmesine rağmen, bir araştırma başlatılıp başlatılmadığını, başlatıldı ise sonucunu sendikamıza bildirmemiştir. Bu durum üzerine, sendikamızca, 21 Nisan 2010 günü, Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı’ndan, intihal iddiasının görüşülmesi amacıyla randevu istenmiştir. Üzülerek belirtmek isteriz ki, iki haftayı geçtiği halde, görüşme isteğimize de olumlu veya olumsuz bir yanıt verilmemiştir.
EĞİTİM SEN intihal konusundaki iddiaları doğrudan kamuoyuyla paylaşmamış, kişilerin temel hak ve özgürlüklerine duyduğu saygı gereği, bu iddiaların araştırılmasını, kurumun en üst düzey yönetiminden istemiştir. Öyle anlaşılıyor ki YÖK, eğitim ve bilim hizmetleri hizmet kolunda örgütlü bir sendikanın gösterdiği duyarlılığı göstermemiş, intihal iddialarına kulak tıkamıştır. Yaşananları başkaca bir biçimde açıklamaya olanak yoktur.
YÖK, intihal iddialarıyla ilgili olarak sendikamız ile eğitim ve bilim emekçileri başta olmak üzere, kamuoyuna bir açıklama borçludur. Aksi takdirde, intihal iddialarının bir parçası olacaktır.

6 Mayıs 2010

Japonlar Türk ‘intihal’ için özür diledi, biz umursamadık (HABERTÜRK)

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Dalı öğretim üyesinin profesörlük unvanı alabilmek için sunduğu bilimsel makalenin “intihal” olduğu öne sürüldü. Makalenin yayımlandığı Japon tıp dergisi, bunu kabul ederek özür diledi. OMÜ Tıp Fakültesi ise araştırmaya bile gerek görmedi.>>

4 Mayıs 2010

Mine G. Kırıkkanat - Bıyıkta seyrelen demokrasi (VATAN)

Bir gazete haberine bu kadar güldüğümü anımsamıyorum. Vatan Gazetesi Dış Haberler Müdürü Uğur Koçbaş’ı candan kutlarım: Tokyo Üniversitesi’nde yardımcı doçentlik yapan Serkan Anılır’ın doçentlik tezinden bilimsel projelerine her şeyi sahte ve uyanık Türk’ün kendisine almadığı diplomalar, kazanmadığı unvanlar, şampiyonluklar ile uzmanlıklardan oluşan bir özgeçmiş düzdüğü ortaya çıkmış.
Böylece Türkiye dünya çapında bir bilim insanından, Türk basını da... “Japonya’daki süper beynimiz, İlk Türk astronot adayı, Türk Bilim Adamı’nın Uzay Asansörü: ATA, Uluslararası alanda yıldızı parlayan Türk bilim adamı, Japonların Türk Samurayı ve O Türkiye’nin gönüllü turizm elçisi” başlıklarıyla umut bağladığı bir Türk büyüğünden mahrum kalmış oluyor.
Ama üzülmek için bir neden yok. Türkiye, sahtekârlık sektöründe büyüklüğün yoğunlukla buluştuğu en ileri ülke, üstelik ortaya çıkarılmasına bile gerek yok, çünkü zaten zirvede ve alta düşen hakikiliği tepeliyor!
Tokyo Üniversitesi Rektörü Junishi Hamada, dünyanın hakiki en büyük, 10 milyon tirajlı -ve ciddi- gazetesi Yomiuru Shimbun’a verdiği demeçte, doktora tezini iptal edip üniversiteden attıkları “büyük” Türk Serkan Anılır hakkında: “Şok içindeyiz. Bu inanılmaz bir durum. 130 yıllık (üniversite) tarihimizde hiçbir doktora tezini iptal etmedik, kimseyi görevden atmadık...” demiş. 
Vallahi o da üzülmesin, beterin beteri var; Türkiye’nin 87 yıllık cumhuriyet tarihi, düzmece doçentlik tezi iptal edilemeyen ya da edilmesine rağmen doçentlikle kalmayıp profesörlüğe kadar yükselen ve kovulması gerekirken ülkenin kaderine hükmeden sahtekârlarla dolu.
Hatta son zamanlarda, ülkedeki “en hakiki mürşit”, sahtecilik. Her alanda, her düzeyde, öylesine yaygın bir mürşide kavuştuk ki, artık hakikiymiş numarası bile yapmıyor, sahtekârlık. Değil mimar mühendis, ilkokul diploması olmayan müteahhit, yolsuz olan ulaştırmacı, hırsız olan maliyeci, soyguncunun hası milletin vekili, karartmacılar aydın, zaten katiller de kahraman olunca, faşistin önde geleni demokrasi havarisi, faşizme demokrasi diye övgü düzen basın bültencileri de gazeteci sayılıyor...>>>

3 Mayıs 2010

Numaracı Serkan - (VATAN)

Türk basınını da kandırdı
Anılır, Türkiye’de birçok bilim konferansında katılımcı olarak yer aldı. Birçok TV kanalına röportaj verdi. İşte Türk basınında şimdiye kadar Anılır ile ilgili çıkan haberlerin başlıklarından örnekler:
* Japonya’daki süper beynimiz.
* İlk Türk astronot adayı
* Türk Bilim Adamı’nın Uzay Asansörü: ATA
* Uluslararası alanda yıldızı parlayan Türk bilimadamı
* Japonlar’ın Türk samurayı
* O Türkiye’nin gönüllü turizm elçisi

2 Mayıs 2010

Mustafa Helvacı - Ekşi Sözlük

Helvacı olayı elbet ki; fizikte bilimsel aşırma skandalı ve Serkan Anılır olayları ile parallellik göstermekle birlikte çok daha vahimdir. Nedeni de Helvacı'nın politik bağlantıları. Abdullah Gül danışmanlığı, Tübitak eş danışmanlığı derken, Avrupa Birliği yedinci çerçeve fonlarının incelendiği bilimsel panele gitmeye kadar bilimin merkezinde kendisi.
Benim tartışmak istediğim elbette ki yaptıklarının bilimselliği. anlaşılan diyanette, vakit hesaplama şubesi müdürlüğünde çalışırken, Diyanet Vakfı'ndan doktora bursu alıyor. Bunu da ayın yörüngesini hesaplamasına dayandırıyor. Buradaki sorun da, Helvacı'nın konusunun yörüngeler ile uzaktan yakından alakalı olmaması. Kendisi yıldız tayf gözlemleriyle uğraşmakta. Yani yıldızların ışınımı ile uğraşıyor.
Helvacı'nın bağlantıları bilimi vs üzerine yazılıp çizildi, asıl söyleyeceğim Bursalı'nın yazısına Helvacı bir tekzip göndermiş. İşin komik yanı tekzipin içindeki bilimsel hatalar.
Birinci iddia aslında hak verilebilir. Diyor ki zaten diyanet baştan biliyordu araştırmaya gittiğimi, yüksek harçları yatıramazdım. Belki doğru, ancak doktora öğrencileri için harç konusu pek sorun olmuyor bildiğim kadarıyla.
Ama ikinci iddiaya cevap evlere şenlik: araştırma sırasında Ay’ın parlaklık modellemesini yapabilmek için yörünge analizinin yetersiz kalacağı ve dünya atmosferinin parlaklık modellemesinin de yapılması ihtiyacının kaçınılmaz olduğunun anlaşılması üzerine, çalışma alanı daha da genişletilerek, model atmosfer geliştirme konusuna geçilmiştir. Bu amaçla, gaz ve tozdan oluşan bir atmosfere sahip oksijence zengin kabuğa sahip yıldızların atmosfer modellemesi (http://www.pa.uky.edu/~helvaci/ , Kentucky üniversitesi web sitesinde halen bilim insanlarının kullanımına ve ziyaretçilere açıktır), yapılmış ayın parlaklık modellemesine de imkan veren çok daha geniş kapsamlı bir konuda uzmanlık kazanmıştır.
Yani dünyadan ayın yörüngesini gözlemlemeyi geçip, parlaklığını gözlemlenmesi gerektiğine karar vermiş. Işık dünya'nın atmosferinden geçtiği için atmıosfer araştırmalarına girmiş bunun için de yıldız atmosferi çalışmış. Dünya atmosferi ile yıldız atmosferleri arasında isim dışında bir benzerlik yok. Çalıştığı yıldızlar 5000 kelvin (kelvin = santrigrat - 273) sıcaklığında ve ışınım yapıyor, bizim atmosfer emilim (absropsiyon) ayrıca da azotlu falan atmosfer çalışmamış. Yani tekziplerin bilimselliği görüldüğü gibi ölçülemiyor.
''tez araştırmaları tamamlanıp, Türkiye’ye dönülmesi sonrasında veri transferinde yaşanan sorunlara ilaveten, ay’ın parlaklık modellemesi yapılabilmesi çin gerekli olan ay’ın (hilalin) parlaklık gözlem değerleri ne yazık ki yönetsel güçlüklerden dolayı teleskop sisteminin alınmaması ve bu konuda vakit hesaplama şube müdürlüğü ile anlaşmazlığa düşülmesi nedeniyle, kuramsal (matematiksel) olarak geliştirilen “güneş sisteminin mekaniği ve ay’ın yörünge analizi” nin gözlemsel yanı eksik kalmış ve uygulamaya yönelik modelleme malesef gerçekleştirilememiştir.''
Yani hikaye şu, diyanete teleskop aldıracakmış hem de ne için, insanlık tarihinde hakkında en çok veri bulunan ayı gözlemlemek için. Ayrıca astronomik gözlem diyanetin işi mi, üniversite ile beraber çalışamıyor mu, mesela Tarlacı'nın o zamanki bölümü Ankara Ünv. Astronomi bölümü ile.
Daha ilginç konular var ancak tekzipin bir diğer korkunç kısmı da Helvacı'nın bilimsel başarıları: ''ayrıca, yrd. doç. dr. Mustafa Helvaci’nın, uluslararası saygın dergilerde yayımlanmış 8 adet bilimsel makalesi ve çok sayıda yurt içi konferans ve makalesi mevcuttur.''
Nasa'nın bütün astronomi ve fizik makalelerini kaydettiği ads'e bakıyoruz ve görüyoruz ki Helvacı'nın peer reviewed 5 tane makalesi var onlar da a&a dışında pek de tanınmış dergiler değil.
(feyerabend, 02.05.2010 13:52 ~ 14:09)

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.