NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

25 Şubat 2010

Y. Doç. Dr. Nevzat Artuç - Bilimde İntihal Meselesi

İntihal ya da aşırma bir bilim adamının karşılaşabileceği en kötü durumdur. Lügatteki tanımı: başkasına ait bir eseri, çalışmayı kendi eseri gibi göstermek demektir. Yani bilimsel hırsızlık da diyebiliriz. Ancak intihal hırsızlıktan çok daha kötü ve vahimdir. Zira normal hırsızlık vakalarında insanlar kendilerine ait para, değerli eşyaların çalınmasından haberdar olup derhal yetkili makamlara başvurabilmektedirler. Ancak bilimde intihal-hırsızlık vakalarında bilim adamları eylemin farkında olamayabiliyorlar, farkına vardıkları zaman ise neme lazım korkusuyla para ve değerli eşyalarının çalınması durumunda gösterdikleri tepkiyi gösterememektedirler.
Günümüzde çok sayıda meslektaşımız intihal nedeniyle mağdur durumdadır. Ancak bilim adamlarımızın çoğu bu konuyla karşılaştıklarında, korkup çekiniyorlar hatta ne yapacaklarını dahi bilmedikleri gibi yasal haklarının da farkında değildirler. Bu durum bilim hırsızlarını cesaretlendirmekte ve eylemelerini fütursuzca gerçekleştirmelerine olanak sağlamaktadır. Oysaki Fikir Sanat Eserleri Kanunu’nun 71. maddesinin 1–5. fıkralarında intihal olayına karışan kişiye verilecek olan cezalar açık bir şekilde belirtilmiştir. Buna göre; Başkasına ait esere kendi eseri olarak ad koyan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Yine bir eserden kaynak göstermeden iktibasta bulunan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Ayrıca Türk Ceza Kanunu’nun 53, 54 ve CMK 325.  maddelerinde ve 5846 sayılı ilgili yasada açıkça intihal olayı basit bir eylem değil tam tersine manevi ve mali haklara bir tecavüz olarak nitelendirmiştir.
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere yasalarımızda intihal olayları adi suçlar kapsamında ele alınmış ve en ağır şekilde cezalandırılması öngörülmüştür.  Ancak üzülerek belirtmeliyim ki meslektaşlarımızın çoğu ilgili yasalardan ve kanuni haklarını aramaktan bihaber durumdadır. Ayrıca mahkemelerimize başvurmaktan çekinmektedirler. Bu durum, intihal yapanları cesaretlendirmekte ve kötü emellerini gerçekleştirmekte işlerini kolaylaştırmaktadır. Bize düşen yapılan intihal olayları karşısında sessiz kalmamak, yasalar önünde gerekli hukuk mücadelesini sürdürmek böylece intihal teşebbüsünde bulunanlara karşı açıkça ve kararlı bir şekilde mücadele etmektir. Ayrıca kamuoyunda basın ve yayın yoluyla intihalcileri teşhir ederek benzer eylemler içerisinde olanlara fırsat vermemek gerekir. Sonuç olarak intihal olaylarına maruz kalmış ve bu sıkıntıyı yakından yaşamış bir bilim adamı olarak; intihal olaylarının ülkemizde bilimin gelişmesinin önündeki en büyük engel olduğunu altını çizerek belirtmek istiyorum.

Bilim Adamları İntihal Mağduru

Bir kişinin eserinde, başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanmasına tepki gösteren bilim adamları, çoğu meslektaşlarının bu durumda ki yasal haklarından haberdar olmadığını söylüyor.

İntihal olayının bilimsel hırsızlık olduğunu vurgulayan bilim adamları, bu durum karşısında mağdur olduklarını belirtti. Çoğu bilim adamının intihal olaylarını neme lazım diyerek umursamak istemediğini dile getiren Adıyaman Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Nevzat Artuç, "İntihal ya da aşırma bir bilim adamının karşılaşabileceği en kötü durumdur. Lügatteki tanımı: başkasına ait bir eseri, çalışmayı kendi eseri gibi göstermek demektir. Yani bilimsel hırsızlık da diyebiliriz. Ancak intihal hırsızlıktan çok daha kötü ve vahimdir. Zira normal hırsızlık vakalarında insanlar kendilerine ait para, değerli eşyaların çalınmasından haberdar olup derhal yetkili makamlara başvurabilmektedirler. Ancak bilimde intihal-hırsızlık vakalarında bilim adamları eylemin farkında olamayabiliyorlar, farkına vardıkları zaman ise neme lazım korkusuyla para ve değerli eşyalarının çalınması durumunda gösterdikleri tepkiyi gösterememektedirler. Günümüzde çok sayıda meslektaşımız intihal nedeniyle mağdur durumdadır. Ancak bilim adamlarımızın çoğu bu konuyla karşılaştıklarında, korkup çekiniyorlar hatta ne yapacaklarını dahi bilmedikleri gibi yasal haklarının da farkında değildirler. Bu durum bilim hırsızlarını cesaretlendirmekte ve eylemelerini fütursuzca gerçekleştirmelerine olanak sağlamaktadır" diye konuştu.

 
İntihal suçunu işleyenlere bilim yasalarında ağır cezalar verildiğinin altını çizen Yard. Doç. Dr. Nevzat Artuç, intihale uğrayan kişinin intihali gerçekleştiren kişiye Türk Ceza Kanununun 72. maddesi gereğince tazminat davası açabildiğini kaydetti.

"İNTİHAL OLAYLARI ÜLKEMİZDE BİLİMİN GELİŞMESİNE ENGEL"


İntihal olaylarının Türkiye'de bilimin gelişmesine engel olduğunu dile getiren Yard. Doç. Dr. Artuç, konuşmasını şöyle tamamladı;


"Oysaki Fikir Sanat Eserleri Kanunu'nun 71. maddesinin 1-5. fıkralarında intihal olayına karışan kişiye verilecek olan cezalar açık bir şekilde belirtilmiştir. Buna göre; Başkasına ait esere kendi eseri olarak ad koyan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Yine bir eserden kaynak göstermeden iktibasta bulunan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Ayrıca Türk Ceza Kanunu'nun 53, 54 ve Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 325. maddelerinde ve 5846 sayılı ilgili yasada açıkça intihal olayı basit bir eylem değil tam tersine manevi ve mali haklara bir tecavüz olarak nitelendirmiştir. Yasalarımızda intihal olayları adi suçlar kapsamında ele alınmış ve en ağır şekilde cezalandırılması öngörülmüştür. Ancak üzülerek belirtmeliyim ki meslektaşlarımızın çoğu ilgili yasalardan ve kanuni haklarını aramaktan bihaber durumdadır. Ayrıca mahkemelerimize başvurmaktan çekinmektedirler. Bu durum, intihal yapanları cesaretlendirmekte ve kötü emellerini gerçekleştirmekte işlerini kolaylaştırmaktadır. Bize düşen yapılan intihal olayları karşısında sessiz kalmamak, yasalar önünde gerekli hukuk mücadelesini sürdürmek böylece intihal teşebbüsünde bulunanlara karşı açıkça ve kararlı bir şekilde mücadele etmektir. Ayrıca kamuoyunda basın ve yayın yoluyla intihalcileri teşhir ederek benzer eylemler içerisinde olanlara fırsat vermemek gerekir. Sonuç olarak intihal olaylarına maruz kalmış ve bu sıkıntıyı yakından yaşamış bir bilim adamı olarak; intihal olaylarının ülkemizde bilimin gelişmesinin önündeki en büyük engel olduğunu altını çizerek belirtmek istiyorum."
>>>

12 Şubat 2010

Prof.Dr.Kayhan Kantarlı - BİLİM AHLAKI, KORUNMASI SCI YILDIZLARINA BIRAKILAMAYACAK KADAR KUTSAL BİR DEĞERDİR

Not: Bu mesajın alıcıları Ekim 2005 deki "Bilim Etiğine Saygı Çağrısı" na imza veren ülke genelindeki yaklaşık 600 öğretim elemanıdır. Mesajın Üniversitelerin kanayan yarası "araştırma ve yayın etiği" nin nasıl kurumsallaştırılabileceği sorusuna yanıt aramak ve bulmak durumunda olan tüm meslakdaşlarımıza ulaşması önem taşımaktadır, bu nedenle "akademisyen arkadaş" adres listelerinize dağıtarak katkılarınız ricasıyla.
Türkiye Üniversiteleri'nin Değerli Öğretim Elemanları,
"Bir çoğunuzun okumuş olabileceği gibi, TÜBA Şeref Üyesi Sayın Prof. Dr. Bahattin Baysal 22.01.2010 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji (CBT) Dergisi’nde yayınlanan "Üç Nokta Üç Görüş", başlıklı yazısının “SCI dergilerindeki yayın sayısı kendisininkinden az olan öğretim üyelerinin, YÖK düzeninin yerlerde sürünür hale getirdiği bilim ahlakına sahip çıkma haklarının olmadığı” gibi sorumluluktan uzak bir anlayışla kaleme aldığı üçüncü bölümünde şahsıma karşı haksız ve gerçek dışı suçlamalarda bulunup sizler önünde küçük düşürmek istemişlerdir.
CBT Editörü Sayın Orhan Bursalı, Profesör Baysal'ın söz konusu yazısıdaki suçlamalarının yanıltıcı olduğunu belgelere dayalı olarak yanıtlama zorunluluğum nedeniyle, Sayın Baysal'ınkinden çok daha uzun olan yanıtımı bu günkü CBT de (12 Şubat 2010) yayınlamışlardır. Gösterdiği anlayış nedeniyle kendisine huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Sayın Baysal'ın yazısı ve yazıdaki suçlamalarına bu günkü CBT de verdiğim yanıtı, kaynak gösterdiğim web sayfalarındaki belgeleri de incelemeniz dileğiyle bilgilerinize sunuyorum.
Değerli meslekdaşlarım,
1) Prof. Baysal'ın TÜBA şeref üyesi ve "hocaların hocası" payesine ulaşmış bir bilim insanı olarak aşağıdaki yazısında yaptığı “fakültesinin (önceki) dekanını 10 yıldır intihal suçu ile itham ettiğim” şeklindeki haksız suçlaması, yanıtımı okuyunca sizlerinde açıkça göreceğiniz gibi herşeyden önce bu konudaki gerçekleri ve dolayısıyla TÜBA'nın bilim ahlakı konusundaki çelişkilerini CBT okurlarından gizleme gayretinin bir sonucudur. Bu çelişkinin en önemli göstergelerinden biri, yazısında söz ettiği dekanın başka eserlerden aldığı alıntıları kullanarak tek bir kaynak göstermeden yazdığı 450 sayfalık Kimya kitabı için, 2002 de TÜBİTAK’a yaptığım suç duyurusundan 6 yıl sonra, kendisinin de içinde bulunduğu bazı TÜBA üyelerinin “yazar tek bir kaynak göstermemekle ayıp etmişse de bu alıntılar intihal değil, birçok kitapta bulunan anonim bilgidir” anlamında verdikleri-ayıplanan fiil dolayısıyla aslında intihal iddiamın haklılığını teslim eden- raporlarla aklanmış gösterildikten sonra TÜBA asil üyesi seçilmesidir.
Aşağıdaki yanıtımda sayın Baysal'a bu konuda akılcı/bilimsel bir ricada bulundum. Bu ricamın karşılanması halinde hem kendilerinden, hem de yazısında söz ettikleri (önceki) dekandan CBT okurları ve sizler önünde özür dileyeceğimin bilinmesini isterim.
2) CBT okurları ve sizler Profesör Baysal'ın söz konusu yazısında, yazıları okumadığı için "intihal ihbarcılığı" yaptığım gerekçesiyle küçük görüp yok saydığı iki SCI yayınımı, yanıtımda kaynak gösterdiğim web sayfalarından indirip okuduktan sonra, bu yazılarda "ihbarcılık yapmak değil,12 yıldır yayından düşürülemeyen bu yazılarla literatüre geçmiş ve ayrıca TÜBİTAK tarafından verilen ceza dolayısıyla yargı kararıyla kesinleşmiş bilimsel yolsuzlukların" açıklandığını görecek ve bu yolsuzlukların sorumlularından biri olan öğretim üyesinin dekan atandığını öğreneceksiniz. Sayın Baysal’ın bu gerçek karşısında ne düşüneceğini bilemem; ancak, bilimsel yolsuzlukları litaratüre geçmiş ve TÜBİTAK’tan aldığı etik cezası yargı kararıyla tescil edilmiş bir öğretim üyesinin dekan atanmasını masaya yatıran bir yazı yazarak, bilim etiğini yerlerde süründüren YÖK düzeninin yöneticiler ittifakına iyi bir “bilim ahlakı dersi” vermek isteyeceğini hayal ediyorum.
Sevgi ve Başarı Dilaklerimle
Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü
Bornova, 35100 İzmir
e-mail: kayhankantarli@gmail.com, kayhan.kantarli@ege.edu.tr
Tel: (0232)-3884000/2380
________________________________
Prof. Dr. Bahattin Baysal’ın Yazısı:
Üç Nokta Üç Görüş
8 Ocak 2010 günlü CBT dergisinde yayımlanan 3 yazı üzerindeki görüşlerimi size ulaştırmak istiyorum. Bahattin Baysal
Son 6 ayda, rahmetli Erdal İnönü ile birlikte yıllar önce Türkçeye çevirdiğimiz “Kuantum Mekaniğine Giriş” adlı klasik bir kitabın TÜBA tarafından desteklenen baskı işleri ile verdiğim uğraşı, sözünü edeceğim üç konuda daha ayrıntılı yazılar hazırlamamı engelliyor.
1 – İlk konu Prof. Celal Şengör’ün makalesindeki bir saptama ile ilgili: “Fransız ihtilali faciası”, “Fransız ihtilali felaketi” sözleri yazıda geçiyor. Oysa, “Fransız İhtilali” yeryüzünde bütün özgürlüklerin kaynağı olarak bilinen evrensel bir halk destanıdır. Kimya bilimi kurucusu A. Lavoisier de bu ihtilalde giyotine gönderilmiştir. Ancak birtakım elitlerin kurban edilmesi bu devrimin yüceliğini silemez. Evrensel kültüre ters düşen bir yaklaşım! “1917 Rus Devrimi” de 20. yüzyılın en güçlü halk ihtilalidir. Gazi Mustafa Kemal’in “Anadolu Devrimi” tüm mazlum ülkelerin ışık kaynağı olmuştur. Çin’deki Mao’nun “Kültür Devrimi” için öğücü bir söz söyleyecek bir insanın olabileceğini düşünmüyorum.
2 – Prof. Dr. Altan Onat her yıl Türkiye’de üretilen bilimsel yayın sayıları üzerinde yararlı makaleler yayımlar. Son dört yılda yayın sayıları artışında bir duraklama olduğunu saptıyor. Nedenleri üzerinde bir görüşü yok! Oysa, 2009 yılında, yayımlanan 24.197 yayına, Türkiye’de yayımlanan dergilerdeki yazıların SCI’de yer alması önemli bir katkı sağladı. Kesin bir sayı vermek kolay değil. Ben bu katkıyı, 100 dergi X 50 makale = 5000 olarak tahmin ediyorum.
Görülüyor ki, gerçekte, makale sayısında önemli bir azalma var. Bunun nedeni, 19 Temmuz 2007 günlü Nature dergisinde yayımlanan “Türk fizikçilerinin aşırma töhmetinin” bilimsel yayın dünyasına yansımasıdır. Türkiye’den yayına sunulan birçok makalenin incelenmeden iade edildiğini biliyorum. Gerçi, 16 Kasım 2009 günlü TÜBA konferansında Türkiye adresli yayınların genellikle niteliksiz makaleler olduğunu ayrıntılı olarak açıklamıştım!
3 – Bir üçüncü konu var ki açıklamadan geçemeyeceğim. Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, 40 yıldır Ege Üniversitesi Fizik Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştığını yazdı. SCI’de (4) makalesi olduğu görülüyor. Bu makalelerin ikisi Azerbeycanlı fizikçilerin makaleleri. Onları dergilere, “daha önce yayınlanmış makaleler olarak” ihbar ediyor. SCI bunları da Kantarlı’nın makalesi olarak gösteriyor. Kantarlı özetle 2002 ve 2009 yıllarında iki küçük makale yayınlamış. 40 yılda (2) küçük makale yayınlamış bir fizikçi, TÜBİTAK Bilim Ödülü almış, 200 kadar makalenin yazarı olan fakültesinin dekanını (10) yıldır “intihal” suçu ile itham ediyor.
__________________________________________________
Kayhan KANTARLI'nın Prof. Dr. Bahattin Baysal’a Yanıtı:
TARTIŞMA-EDİTÖRE MEKTUP
Baysal’ın suçlamalarına yanıt
Kayhan Kantarlı, Ege Üniversitesi Öğretim üyesi, mailto:kayhankantarli@gmail.com
1. Hangi Sorumluluk Kimin? Prof. Dr. Bahattin Baysal’ın 22.01.2010 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknoloji (CBT) Dergisi’nde yayınlanan Üç Nokta Üç Görüş başlıklı yazısında [1], “SCI dergilerindeki yayın sayısı kendisininkinden az olan öğretim üyelerinin, YÖK düzeninin yerlerde sürünür hale getirdiği bilim ahlakına sahip çıkma haklarının olmadığı” gibi bir anlayışla, şahsımı kamuoyu önünde küçük düşüren haksız suçlamalarını reddediyorum.
Baysal, kendisiyle aynı unvana sahip olan öğretim üyelerinin, diğer tüm akademik-mali hak ve sorumlulukları gibi, bilim ahlakına sahip çıkma konusunda da aynı mesleki sorumluluk altında olduklarını bilmiyor olamaz. Ayrıca ÜAK Doçentlik Etik Komisyonu’nun yıllarca başkanlığını yapmış olması, kendisine bu konuda daha fazla bir sorumluluk yüklemiştir.
2. Anonim Bilgi Operasyonu: Baysal’ın şahsıma karşı yıllar önce yaptığı küçük düşürme girişimini, yazısında tekrarlaması, aslında isabetli oldu. Yazısında söz ettiği dekanın başka eserlerden aldığı alıntıları kullanarak, tek bir kaynak göstermeden yazdığı 450 sayfalık Kimya kitabı için 2002’de TÜBİTAK’a yaptığım suç duyurusundan 6 yıl sonra, “yazar tek bir kaynak göstermemekle ayıp etmişse de, bu alıntılar intihal değil, birçok kitapta bulunan anonim bilgidir” anlamında raporlar verildikten sonra, TÜBA üyesi seçildi.
Bu gerçeklere karşın, konuyla ilgili uyuşmazlığımızı çözmek ve bana, hem kendisinden hem de (önceki) dekandan özür dileme fırsatı yaratmak için Baysal’dan rica ediyorum: “Yayın etiğinde önemli bir gelişme” yazımda belirttiğim [2], TÜBA’nın, Türkçe yazılmış Üniversite Ders Kitapları için istediği yayın etiği taahhütnamesini [3], lisans öğrencileri için yazdığı Kimya kitabı ile ilgili olarak, TÜBA üyesi (önceki) dekanımıza da imzalatsın ve yayınlasın.
3. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz: Baysal SCI’ye giren bilimsel dergilerdeki (okumadığı anlaşılan) iki yayınımı yok hükmünde sayıyor [1]. Bu suçlama, Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” sözlerinin değerini gösteriyor. Sayın Baysal’a öncelikle internetten açıklamalı tercümesiyle birlikte indirebilecekleri [4] bu yazıları öneriyorum.
Okurlar, SCI’ye giren Çekoslovak ve Polonya Fizik dergilerinde yayınlanmış bu iki yazıda, Profesör Baysal’ın dediği gibi “Azerbeycanlı fizikçilerin makalelerinin daha önce yayınlanmış makaleler olduğu” gibi bir ihbarda bulunduğumu değil, “mensubu olduğum EÜ Fen Fakültesi Fizik Bölümündeki bazı öğretim üyelerinin, Azeri bir Profesörle birlikte bu dergilerde yayınladıkları üç (sözde) bilimsel makalede yaptıkları bilimsel yolsuzlukları, kanıtlara dayalı olarak açıkladığımı” görecekler.
Bu iki yazı, başvurum üzerine, ilgili dergi editörlerinin soruşturma açıp, yazarların bu makalelerine kabul raporu veren hakemlere incelettikten ve yazarların savunmasını aldıktan sonra yayınlanmıştır. Adı geçen yazarların söz konusu makalelerindeki intihal ve bilimsel kandırma içeren yolsuzlukları, literatüre geçmiştir. Bunun dışında, Üniversite ve YÖK bu olayı örtbas etmeye çalışsa da, TÜBİTAK, bu makaleleri nedeniyle açtığı soruşturmada, yazarlara, kurumun desteklerinden üç yıl mahrumiyet cezası verdi. Bu cezanın iptali için açılan davaların reddedilmesiyle, söz konusu bilimsel yolsuzluklar yargı kararlarlarıyla da kesinleşti. Bu yolsuzlukların hem bilimsel hem de hukuksal olarak tescil edildiği, YÖK ve EÜ Rektörlüğü’nce bilinmesine karşın, intihali kesinleşen makalelerin yazarlarından bir öğretim üyesi, geçen yıl fakültemize dekan olarak atandı [5].
Son olarak: Evet, meslek yaşamımın dörtte birini aşan bu son döneminde, tüm üniversitelerde ve özellikle de genç öğretim elemanları arasında hızla yükseldiği fark edilen bilim etiği yoksunluğunun aşılması için yürütülen akademik mücadeleye, yazı, konferans, bildiri, imza kampanyası ile katkı vermeye çalıştım. Bu benim için mesleki sorumluluktu.
Bu süreçte, SCI’ye giren yabancı dergilerde beş, hakemli ulusal dergilerde üç olmak üzere toplam olarak ancak sekiz bilimsel makale yayınlamış; biri uluslararası, on biri ulusal toplantıda olmak üzere toplam on iki bilimsel bildiri sunmuş; çoğu Cumhuriyet Bilim Teknik, Bilim ve Ütopya, Bilim ve Gelecek dergilerinde olmak üzere bilim, eğitim ve bilim etiği konulu on dört popüler bilim yazısı yazabilmişim [6]. Son 12 yıllık bu dönem öncesinde gerçekleştirdiğim bilimsel etkinliklerimi ise, isteyenler aynı web sayfasındaki [6] kişisel akademik bilgilerim arasında görebilir. 40 yıllık akademik yaşamımda yapabildiklerimden onur duyuyorum.
Kaynaklar:
[1]Baysal B., CBT, sayı 1192, s.15(2009);
[2]Kantarlı, K., CBT, sayı 1190, s.14 (2010)
[3]http://www.tuba.gov.tr/userfiles/file/files_tr/oduller/Taah%C3%BCtname.doc
TÜBA Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser Ödülleri Taahhütnamesi: http://www.tuba.gov.tr/index.php?id=403
[4]http://sci.ege.edu.tr/~kantarli/
[5]www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=26138; http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=10648548
[6]http://akademik.ege.edu.tr/Akademik/Bilgiler/Bilgi01.asp?adi=KAYHAN&soyadi=KANTARLI&ksn=04.0 0624

İntihal Tartışması (CBT)

Cumhuriyet Bilim Teknik 12.02.2010
Sayın Orhan Bursalı,
Derginizde son günlerde yer alan bir yazı da dahil olmak uzere, pek çok intihal (aşırma) tartışmasının, mugalataya, safsataya 1 sığınmadan yapılamadığını üzülerek gözlüyoruz.
Bir fikri ya da iddiayı geçersiz kılmak için akıl yürütmek veya deliller göstermek yerine, o düşünceyi dile getiren kişiye (ya da kaynağa) saldırmak, onu karalamak veya küçük düşürmeye uğraşmak, en belirgin mugalata yöntemlerinden biri. Yine çok yaygın olarak başvurulan bir başkası, bir konuda yetkin olan kişinin, yaşamın başka alanlarında da kusursuz olduğu varsayımı. İddianın, kasten veya dikkatsizce, asıl içeriğinden saptırılması ya da abartılması bir başka mugalata biçimi. Çoğu kez tüm bu yanıltmacalar bir arada, hatta başka mugalata çabalarıyla birlikte ortaya çıkabiliyor.
Dikkatli düşünme 2 alışkanlığı ve disiplini, her alanda olduğu gibi, ahlaki tartışmalarda da vazgeçilmez bir önkoşul.
Saygılarımızla,
Ali Alpar- Ayşe Erzan- Hasan Yazıcı
NOTLAR:
(1) Safsata günlük dilde çoğu kez “aslı olmayan iddia” yerine kullanılıyor. Oysa mugalataya, hatalı akıl yürütmelere, mantık ya da felsefe bağlamında “mantıksal safsata” deniyor.
(2) Orta eğitim müfredatında bu tür hatalı akıl yürütmelere karşı uyarılara yer verilmemiş. Eleştirel düşünme yöntemleri ancak üniversitede, o da çoğu kez seçmeli derslerde işlenebiliyor.

Prof. Dr. Altan Onat - Bilimsel yayınlarımızdaki ciddi duraklamanın nedeni (CBT)

Cumhuriyet Bilim Teknik 12.02.2010
Prof.Dr. Altan Onat alt_onat@yahoo.com.tr
Ülkemizin uluslararası bilimsel yayınlarda 5 yıldır endişe verici bir duraklamanın içine girdiğini ve dünyadaki binde 13.7’lik payımızın az da olsa binde 13.6’ya gerilediğine ilişkin CBT’deki tahlilime, sayın Bahattin Baysal görüş bildiriyor. Buna neden olarak, bilim politikası ve uygulamasındaki ciddi kusurların göz önüne serildiği fikrine itibar etmeyerek, iki sebep ileri sürüyor: 1) Türk fizikçilerinin 2007 yılındaki aşırma töhmeti, 2) Türkiye adresli yayınların genellikle niteliksiz makaleler olması.
İlk gerekçe çok sınırlı biçimde geçerli olabilir ama kırılma noktası 2004 yılında, yani daha önceydi. Ülkemizde genellikle niteliksiz makalelerin çıkması savı bir sebep değil, bilim politikasızlığının sonucudur ve bunun son yıllarda belirginleştiğini görmemek, olayı düzeltme yolunda umutları azaltır.
Sayın Baysal, makale sayısında nisbi olarak azalma olduğunu düşünmemiz gerektiğini, çünkü Türkiye’de yayımlanan 50 kadar derginin SCI kapsamına alındığını belirtiyor.
Bu da ancak çok tali bir açıklama, zira bu değişiklik 2009 değil, genelde 2008 yılına aitti. Üstelik bizim gibi gelişmekte olan birçok ülkeden iki bine yakın dergi bu kapsam genişlemesinde yer almıştı. Bu nedenle, mutlak yayın rakamından çok, dünyadaki payımıza göre değerlendirmeyi, açıkladığım grafikte de gösterdiğim gibi, tercih ettim. “Daha ayrıntılı yazı hazırlamasını engelleyen uğraşısı” bulunduğunu ifade etmesi, yazımı iyi okuyamamış olduğuna bir mazeret teşkil edebilir.

8 Şubat 2010

Murat Bardakçı - Ünvanlı hırsızlarımız (HABERTÜRK)

TELEVİZYONDA geçen hafta, Afyon'daki Kocatepe Üniversitesi'nde yapılan bir intihalden, yani bilimsel hırsızlıktan bahsetmiştim...
Müzik konusunda yüksek lisans yapan bir hanım benim seneler önce çıkarttığım ama şimdi mevcudu olmayan bir kitabımı almış, tarayıcıya koyup hemen her sayfasını metin dosyası haline getirmiş, üzerine imzasını atıp ciltletmiş, başta tez danışmanı hoca olmak üzere, jüri bu hırsızlık malını kabul edip intihalci öğrenciye akademik ünvan vermişti.
Adına "tez" denilen bu çalıntının sayfalarını çevirirken dehşet içinde kalmıştım; zira elimden bugüne kadar intihal mahsulü birhayli "eser" geçmişti ama böylesini görmemiştim! Kitabımı sayfa sayfa taradıktan sonra ilk sayfasına ismini koymaya utanmayan hatun, metinde benimle alâkalı olan yerleri, yani kendimden bahsettiğim kısımları bile çıkartma zahmetine tenezzül etmemişti. Anlayacağınız, tezde konuşan bendenizdim, tez jürisi ise derin bir gaflet uykusunda idi!
Çalıntıyı televizyonda teşhir etmemden sonra Afyon Kocatepe Üniversitesi'nden aradılar, "Gereğini yapıyoruz, resmî muamele tamamlandıktan sonra tez iptal edilecek, öğrencinin ünvanı geri alınacak" dediler, şimdi neticeyi bekliyorum.

ÇALAN ÇALANA!
Üniversitelerimizin şu andaki en büyük derdi, bence bu intihal hadiseleridir, özellikle de fen bilimleri ile ilgili tezlerde batılı araştırmalardan yapılan aşırmalar artık haddi aşmış vaziyettedir.
Ve, hemen her ilde bir üniversite açma hevesimizden dolayı, unuttuğumuz bir kural: Lisans eğitimi ile lisansüstü eğitimler, birbirinden farklı konulardır. Biri temel bilgiler vermeye, diğeri akademik kadrolar yetiştirmeye yararlar. Ama, bu kural, Türkiye'de senelerden buyana gözardı edilmiştir ve "bilim adamlığının ilk basamağı" demek olan yüksek lisans eğitimi, bugün birçok üniversitede akademik araştırma maksadıyla değil, öğrenciye lisan döneminde her nedense gereği gibi öğretilemeyen bilgileri ezberletmeye yaramaktadır.
YÖK'ün internet sitesine girin, özellikle de yeni kurulmuş üniversitelerde yaptırılan sosyal bilimlerdeki tezleri bir gözden geçirin: Bu tezlerin çoğunun akademik araştırma değil, sıradan bir mezuniyet tezi kimliği taşıdıklarını görürsünüz.

YETKİ SINIRLAMASI
Dolayısıyla, yapılması gereken, yüksek lisans yahut doktora gibi akademik ünvanların, önüne gelen her üniversite tarafından dağıtılmasına artık bir son verilmesi, yeni üniversitelerin akademik ünvan verme yetkilerinin ellerinden alınması ve bu işin yeterli ilmî seviyeye sahip olan ciddî ve köklü kurumlara bırakılmasıdır. Böylelikle, akademik kadrosu kuvvetli olmayan üniversiteleri bitiren ve lisans üstü eğitimlerini ciddî bir kurumda yapmaya hak kazanan gençler, o kurumlardaki işi bilen hocaların elinde hem lisans dönemindeki eksiklerini tamamlayacak, hem de akademik araştırmanın ne olduğunu lâyıkiyle öğrenebileceklerdir.
Unutmayalım: Yeni kurulan, yeterli ve güçlü akademik kadrosu bulunmayan, sadece binadan ibaret olan ama kapısında "Üniversite" yazan kurumlardaki ilmî noksanları zamanla tamamlamak mümkündür fakat kaybolup giden ilmî ahlâkı yerine getirmek çok zor, hattâ imkânsız gibidir.

3 Şubat 2010

Hüseyin Ekmekçi - YÖK İNTİHALE GÖZ YUMDU (Havadis Kıbrıs)

İntihalle ilgili kaleme aldığım birçok yazı, özellikle Türkiye’deki akademik çevrelerde dikkate alınıyor. Bu konuda, KKTC’den değil ama Türkiye’den çok sayıda mail alıyorum. Bu maillerden birisi de geçtiğimiz günlerde geldi.
Mailin altındaki imza Gani Bayer’e ait. Türkiye’de intihalle ilgili ilgisizlikten yakınan Bayer, örnekler vererek, konuyu sürekli sıcak tuttuğumuz için bize teşekkür ediyor.
Bir gazeteci olarak da, Türkiye’deki tartışmalar arasında yazdıklarımızın “referans” olarak gösterilmesini de teşekkür ediyorum.
Şimdi, bu konuda bana aktarılan ve birçok eğitim bloğunda yer alan bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum:
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevaplaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na yazılı soru önergesi veren AKP eski Tokat milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu, Prof. Necla Arat, Prof. Dr. Atalay Arkan, Prof. Kemal Alemdaroğlu, 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Ferit Bernay, Salih Somuncu, Ender Arıtürk, Rıza Rızalar, Naci Gürses ve Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Rusen Keleş’in isimlerini verdi.
YÖK’ün bu isimlerin yaptığı intihallerle ilgili işlem yapmadığını ya da geciktirdiğini savunan Dağcıoğlu, “İntihal nedeniyle Ömer Dinçer hakkında öğretim üyeliğinden çıkarılma cezası verilirken sözü geçen öğretim üyeleri hakkında herhangi bir ceza verilmemesi hakkaniyete ve hukuka uygun mudur?” diye sordu. Bu kişilerin “profesör” unvanıyla görevlerini sürdürmesine tepki gösteren Dağcıoglu, YÖK’ün mahkeme kararlarına rağmen işlem yapmadığını belirtti. Dağcıoğlu, özellikle İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu hakkındaki iddiaların ardından soruşturma yapmayarak dosyanın zaman aşımına uğratılması sebebi ile YÖK Başkanı Erdoğan Teziç ve diğer yetkililer hakkında kamu davası açılıp açılmadığını da sordu. YÖK Disiplin Yönetmeliği’ne göre intihal suçuna, öğretim üyeliğinden çıkarma cezası veriliyor.
Dağcıoğlu’nun gündeme getirdiği intihal iddiaları:
Prof. Necla Arat’in İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde iken kaleme aldığı 218 sayfalık “Ahlak Felsefesi” adlı tezini görüşen bilim kurulu, üç ayrı İngilizce kitaptan tercüme yapıldığını ve 200 sayfasının intihal olduğunu tespit etti.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tip Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Atalay Arkan’ın Almanya’da çıkmış olan anestezi ile ilgili kitabı intihal ederek Türkçe’ ye çevirdiği, üzerine kendi ismini koyarak yayınladığı tespit edildi. Bunun üzerine İzmir Tabip Odası, Arkan’ a 15 gün meslekten men cezası verdi, Türk Tabipler Birliği de kararı onayladı.
İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroglu’ nun yazdığı “Laparoskopik Cerrahi” kitabının intihal olduğu uluslararası alana taşındı. Uluslararası Cerrahi Birliği, kendisinden açıklama istedi. Bu işlemin bilim hırsızlığı olduğu, Türk Tabipler Birliği’nce tescil edildi.
19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Ferit Bernay ve arkadaşlarının yazdığı makale, intihal iddiasıyla Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Erbuğ Keskin tarafından incelendi. Makalenin “Journal of Pediatric Surgery” adlı derginin Şubat 1989 sayısından kopyalandığı tespit edildi.
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Ruşen Keleş ve bir öğretim üyesi tarafından ( Birol Ertan) yazılan 150 sayfalık “Çevre Hukukuna Giriş” adlı kitabın Prof. Nükhet Turgut’a ait “Çevre Hukuku ve Karşılaştırmalı İnceleme” adlı kitaptan intihal edildiği mahkeme kararıyla ortaya çıktı. Mahkeme, intihal yapıldığına karar verdi ve Ruşen Keleş’i 50 milyar lira para cezasına çarptırdı.
Deniz 2009-11-27 intihal; çevre kirliliğidir.

Rektörlüğe bağlı intihal bölümü!
• Prof. Ömer Dinçer ile Prof. Yahya Fidan, yazdıkları bir kitabı Prof. Tamer Koçel’in “İşletme Yöneticiliği” adlı kitabından; Prof. Ruşen Keleş 150 sayfalık “Çevre Hukukuna Giriş” kitabını Prof. Nükhet Turgut’un kitabından; Prof. Necla Arat İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde yazdığı “Ahlak Felsefesi” tezinin 218 sayfasının 200 sayfasını üç ayrı yabancı kitaptan; İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu da “Laparoskopik Kolektomi” makalesinin tümünü Amerikalı bir doktorun kitabından araklayarak yazdı. YÖK Kurucu Başkanı İhsan Doğramacı’nın, “Annenin Kitabı” isimli kitabını başka yerden çaldığı iddiası sürüyor. Prof. Atalay Arkan, tercüme ettiği kitabı kendi adıyla yayınladı. Rektör Ferit Bernay, eski Rektör Naci Gürses’le birlikte yazdıkları bir makaleyi “Journal of Pediatric Surgery” adlı derginin bir sayısından kopyaladı. Prof. Yahya Güzel, Salih Somuncu, Ender Arıtürk, Prof. Rıza Rızalar... İntihalcilerin listesi bu şekilde uzuyor!

Halkla ilişkiler ve şiddet yüksekokulu!
Gani Bayer
Gazetecilik takibi ve haberinizden dolayı Sayın Ekmekçi’ yi kutlarım. Nüket Turgut hocanın yeni çıkan kitabının ilk sayfasında da Yargıtay’ın son kararına yer veriliyor. Eğrisi doğrusunu bulmuş!

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.