NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

23 Kasım 2007

Prof. Dr. Bahattin Baysal - Bilimsel yayınlarda etik sorunlar: Kurumlar arası karmaşa (CBT)

Cumhuriyet Bilim Teknik 23.11.2007
Türkiye'de bilim dünyası, 19 Temmuz 2007 günlü Nature Dergisi'nde yayımlanan "Türk fizikçileri aşırma (intihal) töhmeti altında" yazısı ile sarsıldı. 15 Türk fizikçinin yazdığı 67 makalenin e-baskı arşiv'den çıkarıldığı bildiriliyor. Mersin, Çanakkale, Dicle ve ODTÜ üniversitelerinden 15 fizikçinin adları veriliyor. Bahattin Baysal , Türkiye Bilimler Akademisi
Türk bilim dünyasında tanınmamış kişiler. Aşırma içerdikleri ileri sürülen makaleleri ayrıntıları ile inceledim. Makalelerin konuları güncel: relativite, kozmoloji, yerçekimi, kara delikler vb. Bazı makalelerde, uzun ya da kısa paragrafların başka yazarların çalışmalarından alındığı, yazarların makalelerini daha albenili gösterme gayreti içinde oldukları görülüyor. İncelemeyi sürdürünce ortaya çıkan durum insanı şaşırtıyor: 16 sayfalık bir makalenin hemen yarısı, daha önce yayımlanmış üç-beş makaleden olduğu gibi alınmış!
11 Ekim 2007 günlü Nature dergisinde Dekan Prof. Dr. İhsan Yılmaz 'ın bir açıklaması yer aldı: "Aşırma? Hayır, sadece iyi İngilizceyi ödünç aldık" diyor. Sanıyorum, yukarda açıkladığım durumu bir bilim insanı kabul edemez. Aşırma ölçüsü geçilmiş, talan edilmiş!
Bana göre, kısa veya uzun, bir başka makalenin bir paragrafı yeni bir makalede kullanılamaz. Kaynak göstererek ve yeniden yazmaya gayret ederek benimsediğiniz bir görüşe makalenizde yer verebilirsiniz. Bu bağlamda, Mustafa Salti gibi yetenekli bir fizikçinin bu tür ucuz yöntemleri benimsemesi hüzün vericidir.
İHBAR ETMEYE GELİNCE
Yukarda belirttiklerim benim kişisel görüşlerimdir. Bu tür görüşlere dayanarak meslekdaşlarını üniversite etik kurullarına bildirecek yerde yabancılara ihbar etmek yanlıştır. Bu nedenle, Prof. Dr. Metin Balcı'ya katılmıyorum. Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin bazı fizikçileri bu durumu Dr. Paul Ginspark'a bildirmekle Türk bilimine onulmaz zarar vermişlerdir. Son haftalarda, İstanbul'dan bilimsel dergilere sunulan makalelerin hakemlere gönderilmeden iade edildiklerini öğrendim.
Aşırma sözü edilen makalelerde alıntı yapılan paragraflar sarı renklerde boyanıyor. Bu sarı sayfaya tıklarsanız alıntı yapılan makaleyi tümü ile görüyorsunuz. Elin adamı sizlerin saflığı üzerinden ne yaman reklam yapıyor !
Üzerinde durulması gereken bir başka sorun da "Nature" dergisinin bu konuyu bir hayli saptırarak "Türk Fizikçilere" toptan mal etmesidir. Tipik bir Batılı sömürgeci davranışı.
2002 yılında ABD'de BELL laboratuarlarında Alman fizikçi Dr. Jan Hendrick Schön'ün "Science" ve "Nature" dergilerinde 20 araştırmacı ile birlikte yayımladıkları 24 makaleden 16'sında deney sonuçlarını değiştirerek sahtecilik yaptığı saptanmıştı. (CBT, 17 Mart 2003, Rekor Düzeyde Bir Sahtecilik. B. Baysal.) "Nature" dergisinde Alman ve Amerikan fizikçilerin sahteciliği başlıklı bir yazı çıkmadı!
YAPILMASI GEREKEN İŞ NEDİR?
Türkiye'de yapılan bilimsel araştırmalar1990'lı yıllardan sonra büyük bir ivme kazandı. 2006 yılında bilim indekslerine giren yayın sayısı 18,680'e ulaştı. Gerçekte, bu yayınların büyük bir kısmının çevre kirliliği, atık sular gibi belediye hizmetleri ve sağlık servisleri kapsamında yer aldıkları biliniyor. Bütün dünyada bu tür uygulamaların yürürlükte olduğunu unutmamak gerekir.
Bilimsel yayın sayılarındaki bu hızlı artışa karşın, yayınların nitelik bakımından yetersiz olduğunu ayrıntıları ile açıklıyoruz. Bilimsel araştırma geleneği bulunmayan bir ülkede yaşıyoruz.
Etik sorunu nedir? Yönetmeliklerde yazılan örnekleri bir tarafa bırakalım. Etik sorunlara yol açan niteliksiz çalışmaların kimyadaki örneklerini verebilirim: Akademik yaşama yeni girmiş bir araştırıcının tez hocasının çalışmalarını sürdürmesi etik bakımından yanlıştır. Basit analiz sonuçlarını ikinci düzey dergilerde yayımlamak bilim dünyasına katkı sağlamıyor. Organik moleküllerde küçük değişiklikler yaparak X-ışınları ile yapılan deneyleri yurt sathında sürdürmek ucuz bir araştırma konusudur. Niteliksiz çalışmalarla yayın sayılarını arttırmak genellikle tembel araştırmacıların başvurduğu bir yoldur. Tüm niteliksizliklerin, yeterli sayıda üstün düzeyde bilim adamlarının yokluğundan türediği kuşkusuzdur.
Yayınlarda etik sorunların giderek büyüdüğü ortaya çıkınca çeşitli devlet kurumlarında etik kurullar oluşturuldu. Yayın etiği kuralları kitapçıklar halinde düzenlendi. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), TÜBİTAK, çeşitli Sağlık Kurumları etik kuralları açıkladılar.
Sayısal olarak hızla büyüyen üniversite doçentliği başvurularındaki etik sorunları incelemek için Üniversitelerarası Kurul'ca oluşturulan ilk etik kurul çalışmalarını 4 yıl sürdürdü. İlerleyen yıllarda bu kurulun deneyimlerinden yararlanıldığını sanmıyorum. Özetle, çeşitli etik kurulları, kuralları düzenleyen kitapçıklar var. Uygulamaya gelince tümünün yetersiz olduğu anlaşılıyor.
YAPTIRIMLAR NİÇİN YETERSİZ?
Yurt çapında yükseköğretimde, üniversitelerde ve bilimsel yayınlarda etik sorunların giderek arttığı; denetleme düzeninin işletilmediği biliniyor. Bu başıbozuk düzenin kaynağı nedir? Ana sorunun kurumlar arası karmaşadan kaynaklandığı söylenebilir. Milli Eğitim Bakanlığı, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) ile. YÖK - üniversitelerle, YÖK - TÜBİTAK ile, Sağlık kuruluşları - Sağlık Bakanlığı, tıp fakülteleri, hastaneler birbirleri ile anlaşmazlık içindedir. Türkiye Bilimler Akademisi'ne (TÜBA gelince "tam siper". Devletin kurumları arasında uyuşmazlık kabul edilemez.
ANA SORUN NEDİR?
Kanımca, bu kargaşanın kökeninde "Devlet Adamı" niteliği taşıyan yeterli sayıda insanların bulunmayışı yatıyor. Siyaset ve yönetimde, sınırlı sayıda bazı emekli büyükelçiler ve emekli hâkimler dışında devlet adamı denilecek şahısların azlığı dikkat çekicidir. Televizyon yorumcuları ve basında köşe yazarları ile devlet kurumlarını yönetme olanağı yoktur. Ülke sorunlarını düzene sokmak, ülkeyi yönetmek için öne çıkanların işidir. Kurumları yönetenlerin bu bilinci paylaşmaları gerekir.

11 Kasım 2007

Bilim ve Ütopya - Erdem Ergen: Yalancının Mumu

Geçtiğimiz ay uluslararası bilim kamuoyu ciddi bir intihal karmaşası ile çalkalandı. Karmaşa dememizin sebebi at izi ile it izinin birbirine karıştırılması- bilinçli ya da değil bunun yorumunu dosyamızın kapanışında okura bırakıyoruz- sonucu söz konusu olaya ismi karıştırılan bilim adamlarının "suçları" sabitlenmeden verilen hükümden kaynaklanıyordu.

İntihalin Savunması
İntihal dünyanın hiçbir yerinde aklı başında kişiler tarafından savunulamaz. İntihali ancak hırsızlar savunabilir. Ülkemizde çalıntı tezlerle doktor olmuş ve sonra da yüksek öğretiminin başına konmuş kişileri görmedik mi? Elbette gördük, ama o kişiler Türk akademik geleneğinin değil, 12 Eylül "demokrasisi"nin bir sonucu olarak tarihe kaydedildiler. Çünkü bu mevkilere darbelerle, akademik kıyımlarla geldiler. Bu tip sarsıntılı dönemlerin yarattığı bu kişilerin dışında olanlarla çıkar birlikteliğinde olmayan ve bilim adamı olmanın erdemini kavramış ezici bir çoğunluk dünya görüşü ne olursa olsun, Türk üniversite hayatını olanca güçlüklere rağmen ayakta tutuyorlar.

Haberin Kaynağı
Geçtiğimiz ay dört üniversitemizden ondört akademisyenin ismi yetmiş kadar çalıntı makaleye imza atmak suçlamasıyla, fizik alanında uluslararası atıf indexlerinden olan arXiv'in kurucusu Paul Ginsparg tarafından kamuoyuna açıklandı. Bilim ve Ütopya'nın matbaaya gönderilmiş olduğu döneme rastgelen bu süreçte yaşanan kimi önemli makale ve görüşleri dergimizin bu sayısında sizlerin önüne taşıyoruz. Bizden önce, ülkemizde konuya duyarsız kalmayan basınımızın en popüler markaları hep bir ağızdan neredeyse ciddi bir orkestranın enstrümanları gibi hareket ederek bu ondört akademisyeni kamuoyu önünde bilinçlerde "mahkum" edecek bir kampanya başlattılar. Aynı çizgiyi izleyen bu yayın organlarında ortak olan nokta ise suçlanan bilim adamlarımıza bir kendini savunma hakkı dahi tanınmamış olmasıydı. Radikal gazetesindeki koca haber içindeki iki satırı saymazsak.


Biz bir bilim dergisi olarak taraf olmayı bilimden ve gerçeklerden taraf olmak olarak algıladık. Bu bizim için sine qua non (olmazsa olmaz şey)dir. Çünkü gerçeklik düzlemi üzerine inşa edilmeyen her şey çökmeye yerle yeksan olmaya mahkumdur. Bu yüzden elimizden geldiğince bu ciddi olayı tüm yönleriyle size aktarmayı uygun gördük. Olay ciddidir çünkü eğer, suçlayanlar ve bunu büyük bir kampanya ile yayanların yazdıkları yalanlanırsa kamuoyu yanıtları çok ciddi olarak merak edecektir. Bu dosyamızla sadece bir meselenin teknik boyutuna dair değil, bilim ahlakına dair de siz sayın okurlarımıza ve kamuoyuna görevimizi yerine getirmeye çalıştık. Hiçbir gerçek gizli kalmamalı, hiçbir şey çarpıtılmamalı ve bilim dünyası intihalcilik de dahil olmak üzere her türlü irinden temizlenmelidir.


Çünkü bilim ve bilimadamları kimsenin ucuz hesaplarına kurban edilmeyecek kadar kıymetli ve bir toplumun geleceği bakımından hayatidir.




Türk fizikçiler intihalcilik suçlamasıyla yüzyüze

Türkiye'nin dört üniversitesinden sayıları bir düzineyi aşan teorik fizikçi, büyük bir intihalcilik skandalına karışmış görünüyor.
 
On beş yazar tarafından yazılan yaklaşık yetmiş makale, arXiv adlı, pek çok basılmayı bekleyen makalelerini gönderdiği, ünlü sunucunun yöneticileri (moderatörleri) tarafından silindi, iddiaya göre makaleler, daha önce başkaları tarafından yazılmış olan makalelerden ya tamamen çalınmış ya da kabul edilemeyecek büyüklükte örtüşmeler içeriyor. New York'taki Cornell University of Ithaca'da fizikçi olan arXiv'in kurucusu Paul Ginsparg'a göre bu vaka, bu sunucu (server)' da görülmüş bu türdeki en büyük olaydır. Ginsparg, bu işi yapanların çizmeyi çok çok aştıklarını belirtti.

Nature, baskıya girene kadar, skandala karışmış olan tüm araştırmacılara ve üniversitelere ulaşamadık. Fakat listeden çıkartılan en çok sayıda makaleye sahip olan, Ankara'da Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde yüksek lisans öğrencisi Mustafa Saltı suçlamaların "gülünç" olduğunu belirtti. Kırk kadar makalenin yazarlarından olan Saltı, "biz iyi bir işbirliği gerçekleştirdik; makalelerimizin pek çoğu fen bilimleri atıf indeksi dergilerinde yayımlandı. Şimdiye kadar kimse bizi kopyacılıkla suçlamadı" dedi.

Şüphe, geçen sene kasım ayında, Saltı ve diğer yüksek lisans öğrencisi Oktay Aydoğdu'nun girdikleri doktora sözlü sınavında ortaya çıktı. ODTÜ'den Doç. Dr. Özgür Sarıoğlu'na göre; ikisi de yerçekimi fiziği konusunda geniş bir yayın listesine sahiptiler ama en temel konularda lise düzeyindeki sorulara cevap verirken zorlandılar. Fiziğin temellerinden olan Newton mekaniğini bile bilmiyorlardı.

Şüpheli durum üzerine, Doç. Sarıoğlu’'nun çalışma arkadaşı olan Ayşe Karasu ikilinin yayın kayıtlarını araştırmaya başladı. Google tarayıcısını kullanarak, öğrencilerin, bazı büyükçe bölümler alıp kullandıkları izlenimi yaratan bir makaleye ulaştı. Fakülte üyeleri şubat ortası itibariyle arXiv'de bulunan düzinelerce makalenin, ya kısmen ya da tamamen çalıntı olduğunun teşhis edilmiş olduğunu söylediler.

Durumu Ginsparg'a ilettiler, o da kendi soruşturmasına başladı. Araştırmalar sonucunda tespit edilen altmışyedi makalenin yaklaşık yarısının düşük düzeyli dergilerde yayımlandığını ortaya çıkardı. Bu makaleler ODTÜ'lü bu iki öğrencinin yanında, Diyarbakır Dicle Üniversitesi, İçel Mersin Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'ndeki hocalar ve öğrenciler tarafından yazılmıştı. Sarıoğlu intihallerin çoğunun, birisi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve diğeri de Mersin ve Dicle Üniversitelerinde bulunan iki rakip gruptan kaynaklandığının görüldüğünü söyledi. Makalelerin çoğu, genel göreliliğin Moller versiyonu olarak bilinen muğlak bir yerçekimi kuramıyla ilgili. Ginsparg'a göre, bu çalışmaların denetlenme olasılığı az. Bu nedenle, öğrenciler ve profesörler yakalanma korkusu olmadan yayın listelerini şişirebildiler. Bu onlar açısından en akıllıca stratejiydi. Sarıoğlu, bu iki öğrencinin İngilizcelerinin kötü, kendilerinin yalnızlık çekenkişiler olduğunu söyledi. Yayına ihtiyaç duyuyorlardı, bu nedenle intihal yaptıklarını tahmin ediyorum dedi.

Yakın zamanda yapılan bir analiz arXiv sunucusunda pek çok intihal örneği olduğunu göstermişti, (bkz. Nature 444, 524-525; 2006) Ginsparg İngilizcesi yetersiz olan bilim adamlarının makalelerinin giriş veya arka plan paragraflarında intihal ve atıfsız alıntı yapmalarının ender rastlanan bir durum olmadığını söyledi, ama çoğu kez uygun bir dipnot da verirlerdi. Ginsparg bu davranışların ahlaken sorgulanabileceğin! ama çok da acımasız olmamak gerektiğini söyledi.

İtalya'nın Trieste bölgesinde bulunan, gelişmekte olan ülkelerin fizikçileri ile ortak bir program yürüten, Uluslararası Teorik Fizik Merkezi müdürü, Katepalli Sreenivasan da bu fikre katılıyor. Katepalli; bazı kültürlerde intihal ayıplanacak bir şey olarak bile görülmüyor diyor. Katepalli, merkezlerine akademik dürüstlükle bağdaşmayan sorunların sıkça geldiğini, kendilerinin de bu sorunlarla tek tek ilgilendiklerini söyledi.

Fakat her ikisi de Türkiye'deki olayın açıkça çizmeyi aştığını düşünüyor. Ginsparg:"bu onursuzluk ve baştan savmacılıktır diyerek, normalde bu tip durumları kamuoyuyla paylaşmadıkları halde, bu vakanın büyüklüğünden ötürü istisna oluşturduğunu söyledi."

Sarıoğlu'na göre Saltı ve Aydoğdu iki dönemliğine okuldan uzaklaştırıldılar, fakat ODTÜ'nün öğrenciler için ahlâk politikaları intihal ile ilgili yaptırımlar içermediğinden, atılmaları olanaksız. Buna rağmen, üniversitede çalışmalara devam etmeleri çok da mümkün görünmüyor. Bu arada Saltı, kendisinin ve bazı yazarların arXiv'i dava etmeyi düşündüklerini belirtti. Olaya adları karışan diğer üç üniversitenin herhangi bir işlem yapıp yapmadıkları belirsiz kaldı.


Nature, Geoff Brumfield, sayı 449, 6 Eylül 2007, s.8.
Çev: Erdem Ergen

Bilim ve Ütopya,
Sayı:161, Sayfa:27
Yıl:14, Kasım 2007

editor@bilimutopya.com.tr





7 Kasım 2007

Prof. Dr. Tahsin Yeşildere - YÖK'ün çeyrek asrı ve üniversiteler(EVRENSEL)

12 Eylül rejimi, YÖK düzeni ile üniversiteleri baskı altına alarak, temel işlevlerinden uzaklaştırmayı hedeflemiştir. Aradan geçen çeyrek asra karşılık, 12 Eylül rejiminin üniversiteler üzerindeki etkisi yaygınlaşarak sürmektedir. Bu bağlamda üniversite, akademik ve idari özerkliğini kaybetmiş, mali sorunlarını piyasa koşulları içerisinde çözme durumu ile karşı karşıya kalmıştır. Böylece üniversiteler siyasi iktidarların, devletin, sermayenin ve kimi zaman da dinin baskısı altında toplumsal amaçlara uygun bilim üretme ve nitelikli insan yetiştirme işlevini kaybetmiştir.
Üniversiteler, AKP Hükümeti'nin iktidarında 5. kez akademik faaliyetlerine başlamaktadır. Her fırsatta 12 Eylül'ü ve başta YÖK olmak üzere 12 Eylül kurumlarını eleştiren AKP'nin iktidarında geçen bu 5 yılda üniversiteler ve bilim üzerindeki baskılar, azalmak bir yana, çok daha etkili bir biçimde uygulanmaya devam etmiştir. Keza, hükümet ile YÖK arasında yaşanan gerilim, üniversitelerin ve bilimsel faaliyetin özgürleşmesi ve daha nitelikli bir hale gelmesi değil, üniversitelerdeki iktidarın paylaşım mücadelesi biçiminde gerçekleşmiştir.

Öğretim elemanlarının sorunları
AKP iktidarı süresince derinleşen sorunların başında akademisyen yetiştirilmesi gelmektedir. Hükümet YÖK ile çekişmesi nedeniyle özellikle araştırma görevlisi ve yardımcı doçent kadrolarını kısmış, akademik yaşamın ilk basamağı olan araştırma görevliliğini yürütenler, geçici kadrolarda iş güvenceleri olmadan çalışmak zorunda bırakılmıştır. Öte yandan, üniversitelere ayrılan ödeneğin ve öğretim elemanı ücretlerinin düşük düzeyde tutulması nedeniyle bir çok öğretim elemanı, yaşamlarını ve bilimsel faaliyetlerini sürdürebilmek için özel üniversitelere geçmek ya da piyasa için projeler gerçekleştirmek zorunda bırakılmıştır. Nitelikli öğretim elemanının üniversitede yaşamını sürdürmesi zorlaşmış ve özel sektöre kaçış hızlanmıştır. Üniversitelerdeki kadro eksikliği ve mali nedenlerle yaşanan yetişmiş bilim insanı potansiyelinin azalması karşısında hükümet, üniversite açılması için gerekli hiçbir standardı dikkate almadan, yeni üniversiteler açmıştır. Açılan bu üniversiteler çok az düzeyde gelişim göstermiş; yersiz, yurtsuz, akademik kadroları yetersiz bir biçimde üniversite eğitimlerini sürdürmeye devam etmek zorunda bırakılmışlardır. Hükümetin bu yaklaşımı, bu ve benzer yeni üniversiteleri, siyasi bir rant ve kadrolaşma alanı olarak gördüğünün açık bir kanıtıdır.

Asıl sorun türban değildir
AKP iktidarının sivil anayasa taslak tartışmalarında, 'laik devletin' kaybediliyor olduşu algusunu ifade eden bu sorun, Türkiye'deki rejim tartışmalarının açık biçimde üniversite üzerinden yapıldığını göstermektedir. Bunun nedenleri sorgulanmalıdır. Çünkü yıllardır ülkenin pek çok sorunu, üniversitenin kavramsal çatısı üzerinden konuşulmuş ve üniversitelerin kendi sorunlarını tartışmasına izin verilmemiş; üniversitenin sorunları da cumhuriyetin, darbenin, türbanın altına gizlenmiştir. Üniversitelerin sorunu türban veya kılık kıyafet değildir. Üniversiteler, din dahil her türlü toplumsal olayın ve her türlü siyasetin özgürce tartışılacağı ortamlar haline getirilmelidir. Eğitim öğrenim sosyal bir haktır ve eşit, ücretsiz, demokratik bir biçimde toplumun her kesimi için yaygınlaştırılmalıdır.
Gelinen aşamada her üniversite kendi içinde bir YÖK haline gelmiş, bu haliyle sorunlar çözülemediği gibi katlanarak artmıştır. Örnekleri şöyle sıralayabiliriz:
TÜBİTAK, hükümetin siyasi bir alanı haline getirilmiştir.
Hükümetçe, üniversitelerin araştırma bütçelerine ve döner sermayeden araştırma fonuna aktarılan paylara el konulmuş, bilimin önüne adeta set çekilmiştir.
Öğrenci harçları sürekli artırılmış öğrencilerimizin barınma, beslenme, burs ve sosyal yaşamında ilerleme olmamış, özgürlükler her alanda daha da engellenmiştir. Öğrencilerin örgütlenmelerinin önü açılmamıştır.
Devlet bütçesinden üniversitelere ayrılan pay, Diyanet işleri ve savunma harcamaları kadar olamamıştır. Devlet üniversitelerine de neoliberal politikaların etkisi ile girişimci olmaları ve kendi kaynaklarını yaratabilecek potansiyeller üretebilmeleri konusunda yaklaşımlar önerilmektedir.
Öğretim üyeleri yoksulluk sınırında; araştırma görevlileri, lisans ve doktora yapmış olanlar yoksulluk sınırı altında yaşamaya çalışırken, bilim üretmeğe gayret göstermiş, bütün bu olumsuzluklara rağmen uluslararası bilim arenasında ülkemizin standartlarını göreceli olarak yükseltmeğe çalışmışlardır.
Ne yazık ki son yıllarda, bilimsel araştırmalarda intihal (aşırma) olaylarına daha fazla rastlanması; geçen aylarda da uluslararası önemli bir yayın organında fizik bilimi alanında bazı öğretim elemanlarının ortaya çıkardıkları bilimsel yayınların intihal olduğu şüphesinin açığa çıkarılmış olması, ülkemiz bilimine ağır bir darbe olmuştur. Ne yazık ki İhsan Doğramacı ile başlayan, bazı rektör, hükümet adamı ve akademisyenlerin de içinde yer aldığı bu kirlenmeye sessiz kalan ve olayları örtbas etme gayreti içine giren o dönemlerin YÖK başkan ve üyelerinin ve bilirkişi sözde bilim adamlarının, bu yozlaşmada önemli payları olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu konuda başta YÖK'ü, Üniversitelerarası kurulu, rektörleri, dekanları ve tez ve akademik yükseltmede görev alan bilim adamlarını uyarıyor ve ciddi önlemler almaya çağırıyoruz.
Sivil demokratik bir anayasa hazırlanacak ise mutlak bilimin önderliğinde hazırlanmalıdır. Yükseköğretim ile ilgili anayasa maddeleri mutlaka üniversite bileşenlerine bırakılmalıdır. Yeni anayasa sivil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü olmalıdır. YÖK anayasadan çıkarılmalıdır. Üniversitelere belirli bir ideolojik sınır çizilmemelidir. Üniversitenin anayasada nasıl yer alacağı üniversitelere bırakılmalıdır. Anayasa tartışma süreci en az iki yıla yayılmalı, toplumun her kesiminden gelecek yapıcı eleştiriler mutlaka değerlendirilmelidir. Anayasayı; bir vatandaşlar topluluğuna, onların yönetimine veya birbirleriyle olan ilişkilerine ilgili olabilecek her şey şeklinde yorumlarsak, toplumsal dayanışmaya, uzlaşmaya dayalı bir anayasanın, özgür tartışma ve toplumsal katılımdan geçtiğini rahatça söyleyebiliriz. Bu nedenle tartışmaların türban ve laiklik eksenine dayandırılarak yapılmasını yeni anayasa hazırlığı için bir engel olarak görmekteyiz. Üstelik laiklik ilkesinin de yeniden tanımlanmasının önemine değinmek isteriz. Türkiye, çok kültürlülüğü  ile bir çok ülkeden farklılığını ortaya koymaktadır. Bu anlamda anayasada, Türkiye vatandaşlığı kimliği çerçevesinde kimlikler özgürleşmelidir. Farklı kimlikler ülkemizin zenginliğidir. Anayasada farklı din, dil, ırk ve kültürler mutlak gözetilmeli ve bir bütün olarak demokratik, laik cumhuriyet ilkeleri çerçevesinde özgürce, barış içinde birlikte yaşamanın ilkeleri benimsenmelidir.
Üniversitelerde bilimsel özgürlük, idari ve mali özerklik, katılımcı demokratik yapısal bir dönüşüm kaçınılmaz olmuştur. Üniversite öğretim elemanları, TCK'nın 301. ve 216. maddelerinin kıskacından kurtulup özgürlüklerine kavuşturulmalıdır. Merkezi-baskıcı yönetim modelinden kurtarılamadığı sürece özgürce bilim üretilmesi ve her konuda düşüncelerin özgürce ifade edilebilmesi söz konusu olamayacağı gibi, dünya biliminde de istenen düzeye gelebilmesi mümkün olamayacak ve toplumsal sorunlara gerçekçi bir çözüm üretmede yetersiz kalabilecektir.
--------------------------------------------------------------------------------
Erozyon telafi edilmeli
Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği olarak yukarıda üniversitelerimizi ve bilim insanlarımızı olumsuz yönde etkileyen bazı örnekleri verirken, üniversitelerin kendi içinde, akademik insanlar arasındaki iktidara yakın olma-iktidar gücünü kullanmadaki ilişkilerin getirdiği akademik etiğe uymayan davranışların, yozlaşma ve etkisizleştirilmede önemli faktörler olduğunu belirttik. Üniversiteler, bulundukları bölgede yaşayan toplum ve toplumsal sorunlardan uzak durmuş, kent yaşamı ile bütünleşmede varlık gösterememiştir. Bir yandan da gerici bir siyasi yapılanma ve iktidar baskısı ile ileride tamiri mümkün olamayacak siyasi bir yozlaşma içindedirler. 12 Eylül ile başlayan ve takip eden süreçte sistematik biçimde uygulanan politikalarla, üniversitelerin asli nitelik ve işlevlerinde ortaya çıkan erozyonun telafi edilebilmesi için siyaset, din ve piyasanın kıskacında bulunan üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliklerine yeniden sahip olmaları gereğinin önemini bir kere daha hatırlatıyor ve tüm üniversite bileşenlerini, bu yolda mücadele etmeye çağırıyoruz.

1 Kasım 2007

İntihal'ciler daha çok kimlerdir? Genel özellikleri nelerdir?

Araştırmalarda görülmüştür ki;

(1) İntihal'in daha çok alanı dışında yayın yapan, tez projesi veren öğretim üyeleri tarafından yapıldığı görülmektedir. Böylesi öğretim üyelerinin çok çeşitli alanlarda, birbirinden ilgisiz alanlarda abartılmış sayıda yayını olduğu görülmektedir.

(2) Daha çok bir ekolü oluşmamış veya ciddi bir öğretim elemanı kadrosu oluşmamış fakülte/bölümlerde görülmektedir.

(3) Usta çırak ilişkisi içerisinde yetişmemiş, ciddi bir ustası olmayan öğretim elemanlarında daha sık rastlanmaktadır.

(4) Ustası, intihalci ise, çırağı da intihalci olmaktadır!

(5) "İntihalci" öğretim üyelerinin alanı olsun olmasın hemen her konuda ders verebildiği görülmektedir!

(6) İntihal'ciler genel olarak Doğan Cüceloğlu'nun sınıflamasıan göe "popüler optimist" karaktere sahiptirler.

(7) Ciddi bir akademisyen 10-15 yayın ile kendisini kabul ettirmişken, intihalci'ler çok çok daha fazla yayın yapmalarına rağmen kendilerini meslektaşlarına kabul ettirememişlerdir!

(8) Daha çok, "kendin pişir kendi ye" türünden dergilerde yayın yapmaktadırlar.

(9) İntihal'ciler, şikayet olması durumunda, eseri intihale uğrayana hemen en adi komplo girişiminde bulunmaktadırlar.

(10) Ciddi bir bilim adamı, dünya görüşü ve inancı ne olursa olsun "aydınlık yüzlü", "pozitif enerji veren", "ilkeleri olan", "sevecen", "hoşgörülü" ve bir "beyefendi/hanımefendi" davranışı sergilerken, intihalci'ler daha çok "yavuz hırsız" davranışı sergilemektedirler.

(11) Örneğin, elektromagnetik alanında doktora yapan ve alanı olmadığı halde bilgisayar konusunda yayın yapan bir öğretim üyesinin, nerede ise bilgisayar konusunda Papatya Yayınevinin tüm yayınlarını intihal yaptığı tespit edilmiştir.

(12) Ayrıca, önsözüne, "bu alanda Türkçe kaynak eksikliği gidermek için bu kitabını yazdığını" belirten bir öğretim üyesi, ilgili alanda tüm Türkçe kitaplardan aşırma yaparak kitabını hazırlamıştır; hem de noktasına virgülüne kadar; hem de asıl kaynaktaki imla yanlışlarına kadar...

(13) İntihal'ci öğretim üyeleri, malesef, devletimizden maaş da almaktadırlar.

(14) Yakında "İntihalci Öğretim Üyeleri Derneği" kurarlarsa şaşırmayınız! Çünkü üst kademelere yükselmeye başlamışlardır...

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.